Jump to content

Saklı Bilgi


mistik

Önerilen Mesajlar

İlahiyat doktorası bulunan Alan Watts, özellikle Zen Budizm ve genel olarak da Çin ve Hint felsefelerine ilişkin yorumları ile tanınır. Bu konuyu felsefeye değil de buraya açma nedenim bu konunun felsefeden öte anlamlar taşıyarak dünyada inanç haline gelmesidir. Kendisinin "Benlik Tabusu" adlı eserinin tanımı şöyle: Bu kitap bilinmeyen ama gerçekte kim ya da ne olduğunuzu bilmezden gelmeye yönelik örtük anlaşmann derinlerine giden bir keşif yolculuğudur.

 

"Benlik Tabusu" varlığımız üzerine yazılmış ince ama derin bir kitap ve ilgilenenlere zaman zaman alıntılarla bir özet olarak paylaşacağım...Başlıyorum:)

 

 

İnsan ve teknik sorunu, hemen hemen her zaman yanlış bir biçimde ortaya konulur. İnsanın ahlaksal gelişimi ya da , bazılarımızın yeğlediği ifadeyle, eğitim ve akılcı düşünmedeki ilerlemesi, teknik gücünün gelişimine oranla güdük kalmış ve bu nedenle de insanlık tek yönlü olarak evrimleşmiştir. Ancak sorun daha temelde -sorunun kökeninde bireysel var oluş ve kimliğimizi yaşıyor olmamızı ve insan oluşumuzu nasıl duyumsadığımız ve kavradığımız yatar. Bizler, bir yanılsamanın, yaşayan organizmalar olarak kendi varoluşumuzun gerçek olmayan ve çarpıtılmış bir duyumunun kurbanlarıyız. Pek çoğumuzda ben kendim diye, fiziksel bedenimizle sınırlanmış ve onun içinde yaşayan, apayrı bir duyumsayış ve eylem merkezi olduğumuz duygusu vardır -duyu organları aracılığıyla yabancı ve anlaşılması güç bir evrenle ilişkiye geçerek, şeyler ve insanların bulunduğu bir dış dünya ile karşı karşıya kalan bir merkez. Dünyaya geldim, Gerçeklerle yüz yüze gelmelisin, Doğanın fethi gibi günlük konuşmalarda kullandığımız ifadeler bu yanılsamayı yansıtır.

 

Bu yalnızlık ve evrende gelip geçici konuklar olma duygusu bilimlerce insan ve diğer tüm canlı organizmalar üzerine söylenenlerle açık bir çelişki içindedir. Bizler bu dünyaya gelmeyiz, bir ağacın yaprakları gibi dünyadan geliriz. Okyanusların dalgalanması gibi, evren insanlanır. Her birey tüm doğal alemin bir ifadesi, tüm evrenin eşsiz bir eylemidir. Bu gerçeklik, çok az deneyimlenir. Üstelik bunun doğruluğunu kuramsal olarak bilenler bile, bunu algılamaz ve duyumsamazlar; kendilerini derilerinin içinde yalıtılmış egolar olarak görmeyi sürdürürler.

 

Bu yanılsamanın ilk sonucu, dış dünyaya karşı tutumumuzun düşmanca olmasıdır. Bizler uyumlu bir düzen içerisinde işbirliği yapmayı öğrenmek yerine doğaya, uzaya, dağlara, çöllere, bakterilere ve böceklere karşı bitimsiz bir fetih içindeyiz.

 

 

Doğaya karşı fetihle ortaya koyduğumuz bu düşmanca tutum, tüm olayların ve şeylerin birbirine bağımlılıklarını, derinin ötesindeki dünyanın gerçekte kendi vücutlarımızın bir uzantısı olduğunu görmez ve içinden çıktığımız, yaşamımızın ona bağlı olduğu bir çevreyi yok etmeye yönelir.

 

 

Kendimizi sinir bozucu ve yabancı bir evrende ayrı zihinler olarak duyumsamamızın ikinci sonucu, sağduyumuzun olmadığı, dünyadan hepimizin üzerinde uzlaştığı bir anlam çıkarmanın olanaksız olduğudur. Yalnızca çatışan görüşler vardır ve bu yüzden de en saldırgan ve zorba (bu yüzden de duyarsız) olan propagandacı kararları verir. Propaganda zoruyla birleşmiş bir çatışan görüşler karmaşası, gelişkin bir teknoloji için olabilecek en kötü denetim kaynağıdır.

 

 

Her bireye bir bütün olarak var oluşun ve özel olarak da kendi yaşamının bir anlamı olduğunu duyumsatacak, günümüz koşullarında genel olarak onaylanabilecek yeni bir yaşam felsefesi ve dünya görüşü bulacak bir dahiye gereksinim olduğu düşünülebilir.

 

Yaşamdaki sır - ki kuşkusuz, gizli ve derin görüş-, alışageldiğimiz benlik duygusunun bir aldatmaca veya çok oynadığımız ya da oynama tuzağına düşürüldüğümüz geçici bir rol olduğudur, tıpkı hipnotize edilen herkesin temelde hipnotize olmayı istemesi gibi, yine kendi dolaylı rızamızla oynadığımız bir rol. Bütün bilinen tabular arasında en etkili biçimde pekiştirileni görünürde ayrı, bağımsız ve yalıtılmış duran ego maskenizin altında yatanın gerçekte kim ya da ne olduğunu bilme tabusudur. Kişilik perdesinin ardında yatan somut gerçekliğin Freud'un vahşi İdi, ya da bilinçaltısı olduğunu düşünmüyorum. Freud, indirgemecilik denilen bir 19. yüzyıl modasının etkisi altındaydı. Bu akım, kör ve akıldışı güçlerin rastlantısal bir yan ürünü diyerek, insan kültürü ve zekasına karşı anlaşılmaz bir aşağılama gereksinimi içindeydi. Zamanında, dikenli çalılarda üzüm yetişebileceğini kanıtlamak için çok sıkı çalıştılar.

 

Çoğunlukla olduğu gibi, bastırmış olduğumuz ve gözardı ettiğimiz şey, açık seçik ortadadır. Öylesine asli ve apaçıktır ki, insan onu anlatacak sözcük bulamaz. Almanlar ona, kendimize bile kolay kolay itiraf etmediğimiz, zihinlerimizin gerisinde yatan önsezi anlamında, bir Hintergedanke derler. Yapayalnız ve yalıtılmış bir oluş birimi olarak ben duygusu öylesine güçlü, sağduyusal, düşünme ve konuşma biçimlerimizin, yasalarımızın ve toplumsal kurumlarımızın temeline öylesine yerleşmiş ki, evrensel sistemin içinde gerçek olmayan bir şey olması dışında ben oluşu yaşayamayız. Sonsuz zaman içinde yalnızca bir kez parıldıyan çok kısa ömürlü birer ışık gibi görülürüz -yaşam dalgasının, yalnızca sonsuza değin yitip gitmek üzere bir an parıldıyan bireysel, parlak ve rengarenk damlalara dönüştüğü biyolojik evrimin uç noktasındaki çok ender, karmaşık ve olağanüstü organizmalar. Böylesine bir şartlanma altında, öyle görünüyor ki kendimin yalnızca damlada değil, ama galaksilerden benim vücuduma kadar tüm enerji akışının içinde olduğumu fark etmem olanaksız ve üstelik saçmadır. Var oluşun bu düzeyinde ben'im yaşımı söyleyemezsiniz bile; biçimlerim sonsuz, gelip geçişleri yalnızca tek ve sonsuz bir enerji akışının nabız atışları ya da titreşimleridir.

 

Bunun böyle olduğunu görmenin güçlüğü, kavramsal düşünüşün buna ulaşamayacağı gerçeğinden kaynaklanır. Bu durum, sanki doğrudan kendilerine bakmaya çalışması, ya da sanki birinin bir aynanın renklerini aynaya yansıyan renklerle betimlemeye çalışması gibidir. Görme yeteneğinin görülen her şeyden daha fazla olması gibi, var oluşumuzun temeli ya da zemini ve bilinçliliğimiz bilinen şeylerle anlaşılamaz. Bu yüzden ondan mit yoluyla söz etmeye zorlanırız �yani, ne olduklarını değil, ne gibi olduklarını söyleyen özel metaforlar, benzerlikler ve imgeler aracılığıyla.

 

Mit, bir anlamıyla masal, yalan ve boş inandır. Ama öte yandan mit, elektriksel güçleri havanın ya da suyun davranışıyla karşılaştırarak açıklayabilmemize benzer olarak, yaşamı anladığımız yararlı ve verimli bir imgedir. Ancak elektriğin su ve havayla karıştırılmaması gibi, bu ikinci anlamıyla mitin anlattığı da sözcüklerin gerçek anlamıyla ele alınmamalıdır. Böylelikle mitte gerçekle imgeyi karıştırmamaya özen göstermelidir, yoksa yolu izlemek yerine işaret direklerine tırmanılmış olur.

 

Bu durumda mit, çocukların kolaylıkla akıllarına gelen şu temel soruları yanıtlamaya çalışırken kullandığım biçimdir: �Dünya nereden geldi?�, �Tanrı dünyayı niye yaptı?�, �Doğmadan önce ben neredeydim?� Tekrar tekrar gördüm ki, basit ve çok eski bir hikaye onları tatmin eder görünüyor:

 

 

Var oluşun bir başlangıcı yoktur, çünkü o bir çember gibi döner durur ve çemberin üzerinde başlangıç noktası yoktur. Zamanı gösteren şu saatime bakın; döner durur. İşte var oluş da öylece kendini yineler durur. Ancak akrebin onikiye çıkıp inmesi gibi, gün ve gece, uyanmak ve uyumak, yaşamak ve ölmek vardır. Bunların hiç birini diğeri olmaksızın bulamazsınız; çünkü, akla birlikte karayı görmemiş olsaydınız, karanın ne olduğunu bilemeyecektiniz.

 

 

Yine aynı şekilde, var oluş sonsuza değin ara vermeksizin sürüp gitseydi kendinden usanacağından dolayı, bir vardır, bir yoktur. Gelir ve gider. Şimdi gördünüz, şimdi görmediniz! Nefes alışınız gibi, içeri ve dışarı, içeri ve dışarı... Eğer nefesinizi içinizde tutmaya çalışırsanız, kendinizi çok kötü hissedersiniz. Saklambaç oyunu gibidir de, çünkü saklanacak yeni yerler bulmak ve sürekli olarak aynı yerde saklanmayan birini aramak her zaman eğlencelidir.

 

Tanrı da saklambaç oynamaktan hoşlanır, ama Tanrı'nın dışında hiç bir şey olmadığından, kendinden başka oynayacak hiç kimsesi yoktur. Ancak o bu güçlüğü, güya o, kendisi değilmiş gibi davranarak aşar. Bu, onun kendisinden saklanma yoludur. Sen olur, ben olur ve bütün insanlar, hayvanlar, bitkiler, taş-toprak ve yıldızlar olur. Bu şekilde kimileri korkunç ve ürkütücü olan tuhaf ve harika maceralar yaşar. Ama bütün bunlar kötü rüyalar gibidir, çünkü o uyandığında hepsi kaybolup gidecektir.

 

 

 

Ancak Tanrı saklambaç oynarken, sen ve ben olurken, bunu öylesine iyi yapar ki, kendisini nerede ve nasıl sakladığını hatırlaması çok zaman alır. Ama işin bütün eğlencesi de budur zaten tam onun yapmak istediği. Oyunu bozacağından, kendisini çabucak bulmak istemez. Bu nedenledir ki, sen ve ben için, bizlerin güya kendisi değilmiş gibi davranan Tanrı olduğumuzun farkına varması o denli güçtür. Ama oyun yeterince sürdükten sonra hepimiz uyanıp, öyle değilmiş gibi davranmayı bırakacak ve hepimizin tek bir Ben sonsuza dek yaşayan ve ne varsa içine alan Tanrı- olduğunu hatırlayacağız.

 

Tabii ki, Tanrı�nın insan gibi bir biçimi olmadığını hatırınızda tutmalısınız. İnsanların derileri vardır ve her zaman bir de dışarısı vardır. Eğer böyle olmasaydı, bedenlerimizin içi ve dışı arasındaki farkı bilemezdik. Ama Tanrı�nın ne derisi, ne de biçimi vardır, çünkü O�na dışarısı olacak hiç bir şey yoktur. Tanrı�nın içi ve dışı aynıdır.

 

 

 

Tanrı varoluşun benliğidir, ama ayna olmaksızın gözlerimizi göremememiz, kendi dişlerimizi ısıramamız, ya da kafamızın içine bakamamamızla aynı nedenlerle onu göremeyiz. Benliğimiz çok ustaca gizlenmiştir, çünkü gizleyen Tanrı�dır.

 

 

Tanrı'nın neden bazen kötü insanlar biçiminde gizlendiğini, ya da hasta ve acı çeken insanlarmış gibi davrandığını sorabilirsiniz. Öncelikle şunu unutmayın ki, o bütün bunları kendinden başkasına yapmıyor. Ayrıca masaldaki heyecanın iyilerin kötüleri nasıl alt ettiğini görmekten duyulmasından, hoşlandığınız bütün masallarda iyiler kadar kötülerin de olduğunu unutmamalısınız. Bu, kağıt oynarken de aynıdır. Oyunun başında kağıtları karıştırırız ve bu karışıklık dünyadaki kötülükler gibidir, ama oyunun özü bu karmaşayı iyi bir düzene koymaktır ve bunu en iyi yapan oyunu kazanır. Ardından kağıtları yeniden karıştırırız ve tekrar oynarız, ve dünya için de bu böyledir.

 

Açıkça mit tarzında olan bu hikaye, gerçekliğin bilimsel bir açıklaması olarak verilmez. Oyunlar ve drama benzeşimlerine dayanan ve yıpratılmış �Tanrı� sözcüğünü kullanan bu hikaye, yalnızca gerçekliğin ne gibi olduğunu verme iddiasındadır. Astronomlar, üzerinde galaksileri gösteren beyaz noktalar olan şişen bir balon imgesini evrenin genleşmesini açıklamak için nasıl kullanıyorsa, ben de bu hikayeyi öyle kullanıyorum. Çocukların çoğunluğu ve bir çok yetişkin için bu hikaye çok kolay anlaşılabilir, basit ve büyülecidir. Bununla karşılaştırdığınızda, dünyanın çoğu mitik açıklamaları kaba, karmaşık ve anlaşılmaz kalır.

 

T.George Harris şöyle der:

 

 

 

�Bizim kuşağımız, lanetleyecek ya da koruyacak bir Tanrı olmaksızın, soğuk bir cehennemi ve hücre hapsini bu yaşamda görür. İnsanoğlu, ta ki tuzaktan kurtulup, �Oluşun Esas Zemini�ni yakalayıncaya kadar, var oluşunun hiç bir gerekçesi yoktur. Boş ve sonlu olduğunu, yalnızca kısa bir zaman sonra öleceğini bilir. Bu yaşamın hiç bir anlamı olmadığı ve gelecek bir yaşama inanmadığı için, gerçekte o bir kişi değil, ama kendi kendini yok etmenin bir kurbanıdır.�

 

 

Oluşun Esas Zemini, Paul Tillich'in Tanrı yerine kullandığı arıtılmış bir terimdir ve benim çocuklar için aktardığım hikayede çocuklara el altından verilen giz, Oluşun Esas Zemininin sen olduğudur. Şüphesiz, Zeminin varsayıyor olduğu, ya da öyleymiş gibi göründüğü güncel sen değil, ama gözleyen o olduğu için gözlenemeyen saklı Benlik'tir. O halde bu tabuların tabusudur: Sen O'sun.

 

Ancak kültürümüzde bu, deliliğin ölçüsü, saygısızlıkların en büyüğü ve kuruntuların en çılgıncasıdır. Bunun büyüklük kuruntusunun son durağan benliğin şişerek mutlak saçmalığa ulaşması olduğuna inanırız. Çünkü egoyu bir elimizle beslerken, öbür elimizle başını ezeriz. �Yerlerini bilmelerini�, ego sürüsü içinde bir küçük ego olarak uygun bir alçakgönüllülük içinde davranmalarını, düşünmelerini ve hissetmelerini öğretmek için kuşaktan kuşağa çocukların canına okuruz. Annemin bana, �Kumsaldaki tek çakıl taşı sen değilsin� demesi gibi. Aklı başında olup da kendisinin Tanrı olduğuna inananı ya çarmıha germeli, ya da yakmalı.

 

Gerçi şimdilerde daha bağışlayıcı yaklaşıp, aklı başında hiç kimsenin böyle bir saçmalığa inanamayacağı görüşünü benimsiyoruz. Ancak zavallı bir aptal kendisini dünyanın her şeye gücü yeten bir yöneticisi olarak düşünebilirdi ve ancak böyle biri diz çöküp tapınabilirdi!...

 

Bu böyle, çünkü Tanrı'yı evrenin en küçük bir ayrıntısına bile bilinçli ve kişisel olarak el atan Mutlak Teknotrat, Evrenin Kralı olarak düşünürüz ama benim hikayemdeki Tanrı bu türden değil. Gerçekte, hikaye de benim uydurmam değil! Dinler tarihi okuyan herkesin bileceği gibi, Eski Hindistan�dan gelir ve Vedanta felsefesini açıklamanın mistik bir yoludur. Vedanta, kimileri en azından M.Ö.800 lere dayanan bir karşılıklı konuşmalar, hikayeler ve şiirler seçkisi olarak Upanishadların öğretisidir. Bilgili Hindular Tanrıyı, dünyayı bir hükümdar gibi yukarıdan yöneten özel ve ayrı bir mutlak kişi olarak düşünmezler. Onların Tanrısı her şeyin üstünde değil, altındadır ve dünyayı içeriden oynar. Dahası, hiç bir Hindu kendisinin Tanrı olduğunu, aynı zamanda bunun herkes ve her şey için doğru olduğunu görmeksizin düşünemez. Vedanta felsefesine göre, Tanrıdan başka hiç bir şey yoktur. Ama yalnızca Tanrı onları uyduruyor olduğu ve kendisiyle saklambaç oynamak üzere kendisini onlarmış gibi gösteriyor olduğu için, Tanrıdan başka şeyler var gibi görünür. Bu yüzden, görünürde ayrı şeylerin evreni sonsuza kadar değil, bir süre için gerçektir; çünkü, ben kendimi saklayıp bulurken, o da gelip geçer.

--------------------

Ama Vedanta bunun böyle olduğu inancından, ya da düşüncesinden ibaret değildir. Temel olarak ve her şeyden önemlisi deneyim, bunun böyle olduğunun dolaysız bilgisi ve bu nedenle şeyleri görmenin alışılagelmiş biçiminin kökünden değişmesidir. O, dünyayı tersyüz eder.

 

Ama bu, hala deri içindeki bir �ben�den daha fazla bir şey olmadığı yanılsamasının etkisi altındayken, diğerleriyle ve onların gereksinimleriyle kendini ve kendi gereksinimlerini özdeşleştirme çabası olarak �bencil olmama� uygulamasına ilişkin alışılmış düşüncelerle karıştırılmamalıdır. Böylesi �bencil olmayış�, �biz sizden daha hoşgörülüyüz� oyununu oynayan kesime benzer olarak, çok ince bir benlikçilik olmaya adaydır.

 

Vedanta�da katı bir ahlakçılık yoktu: İnsanları, gerçek güdülerini paylaşmaksızın azizleri taklit etmeye, ya da onları ateşleyen bilgiyi paylaşmaksızın güdülerini taklit etmeye çağırmadı.

--------------------

Bu nedenledir ki, çocuklarıma vereceğim kitapta, ne vaaz, ne �-melisin�, �-malısın� olmalıydı. Gerçek sevgi, suçluluk ya da ödev duygusundan değil, bilgiden doğar. Size bakması gerektiğini düşündüğünden dolayı evlenemeyen ve bu yüzden de sizden nefret eden bir kıza sahip, yatalak bir anne olmak ister miydiniz? Benim istediğim, şeylerin nasıl olması gerektiğini değil, ama onların nasıl olduklarını ve neden ve nasıl onları oldukları gibi görmediğimizi söylemek olurdu. Egoların, çok incelikli ve karmaşık biçimlerde yola gelmiş gibi yapma biçimleri olsa da, bir egoya egoist olmaktan başka bir şey öğretemezsiniz. Bu yüzden, aslolan insanın kendini ayrı bir ego olarak görme yanılsamasından deney ve deneyimle kurtulmasıdır.

--------------------

Dahası, ego yanılsamasından kurtulan birinin, böyle yaptığı için kendini diğerlerinden daha iyi, ya da üstün görmesi olanaksızdır. Ne yana dönerseniz dönün, yalnızca tek bir �ben�in binbir türlü saklanıp ortaya çıkışı vardır. Kuşlar çıktıkları yumurtalardan daha üstün değillerdir. Doğrusu, kuşun, bir yumurtanın başka yumurtalar olma yolu olduğu söylenebilir. Yumurta, ego; kuş da, kurtulan �ben�dir.

 

 

Böylelikle, kabuğunuzu kırmalısınız bile demiyorum. Bir gün, bir şekilde sen (gerçek sen, ben) bunu zaten yapacaksın. Ama ben'in insanmış gibi olduğu durumların çoğunda, oyunun fark edilmeden kalması ve böylece de yeryüzündeki yaşamın dramının büyük bir patlamayla sona ermesi olanaksız değildir.

 

Devam edecek...

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...