nevermore Oluşturma zamanı: Ocak 2, 2012 Paylaş Oluşturma zamanı: Ocak 2, 2012 Tarihin karanlık sayfaları Engizisyon mahkemeleri, insanlık tarihinin en kara sayfalarından birini oluşturmuştu. Ne var ki, son yıllarda bazı tarihçilerin yaptığı belgesel araştırmalar, bu kurumun düşünüldüğü kadar " acımasız" olmadığı konusunda önemli ipuçları veriyor Kızgın kerpetenler, çivili sandalyeler, büyük huniler, parmakları sıkıştıran mengeneler, ölüm askıları... Tüm bunlar, 20. yüzyılda siyasi muhaliflerini susturmak ve sindirmek için, totaliter rejimlerin kullandığı zindan aksesuarları değil. Bu işkence aletleri, bir dönem, Katolik Kilisesi'nin vazgeçilmez yardımcılarıydı ve engizisyon mahkemelerinin utanç dolu sayfasını oluşturuyordu. 1633 yılının 22 Haziran günü, Roma, tarihinin en önemli günlerinden birine tanık oluyordu. Engizisyon mahkemesinde yargılanan Galileo Galilei'nin son sözleri merakla bekleniyordu. Ünlü bilgin acaba düşüncelerinde direnecek miydi, yoksa "itiraf" mı edecekti? Yüzlerce izleyici ve jüri sıralarını dolduran onlarca din adamının ortasında, kendisini tarihle hesaplaşmak üzere bir av gibi hisseden Galilei'nin ağzından şu sözler döküldü: "Ben, 'Güneş evrenin merkezindedir' dediğim için yargılanıyorum ve bu tür aykırı görüşleri nefretle kınıyorum, lanetliyorum. Aynı zamanda Kutsal Katolik Kilisesi'ne yapılan tüm yanlışları da..." 69 yaşındaki bilim adamı, kendisi gibi Güneş'i merkez kabul eden görüşü savunanlardan Giordano Bruno'nun kazığa bağlanıp yakılmasından sonra, pek kahramanca davranamamıştı. Ama yine de, bugün engizisyon denince akla "Galileo Gallilei'nin duruşması" geliyor. Nitekim 2000 yılında papa, binyıl kutlamalarını fırsat bilerek, başta büyük bilim adamları olmak üzere, bir zamanlar din adına gerçekleştirilen bu uygulamalardan dolayı özür diledi. Üç büyük engizisyon... Gerek kararları, gerek siyası ve dini erki nedeniyle üç büyük engizisyon adından çok söz ettirdi. Ortaçağ Engizisyonu, Valdensesler ile Katharlar'ın kurulu düzeni sarsan öğretiler yaymaya balamaları üzerine, 1231'de Papa IX. Gregorius tarafından kuruldu. İspanyol Engizisyonu ise, Castilla kraliçesi I. Isabella'nın ısrarı üzerine, Papa IV. Sixtus tarafından 1483 yılında onaylandı. Müslümanlar'la Yahudiler'in kendi inançlarına bağlanmalarını sağlamak hedeflenmişti. Bu nedenle, 200.000'e yakın Yahudi, 1492 yılında İspanya'yı terk etti. Roma Engizisyonu, Roma Katolik Kilisesi'nin savunduğu öğretiyi korumak için III. Paulus tarafından 1542'de kuruldu. Genel olarak Calvin ve Lutherciler'e savaş açtı. Roma Engizisyonu, cadılık ve büyücülükle de uzun yıllar mücadele etti. Bir manastıra ya da piskoposun sarayına yerleşen engizisyon sorgucusu, daha sonra halkı kilisede toplayıp uzun bir vaaz veriyordu. Amaç, yerel halkla ilişkileri sıcaklaştırmak ve onların güvenini kazanmaktı. Engizisyon mahkemeleri, çoğunlukla "ihbar" müessesesi üzerine kurulmuştu. Eğer bir kişi kendi günahlarını gelip bir ay içinde itiraf ederse ve "özür dilerse" affedilirdi. Ancak bu süre içinde böyle bir davranışta bulunmazsa, ona karşı dava açılırdı. Davalı, mahkemede kendisini kimin ihbar ettiğini asla öğrenemezdi. Sorgucunun katedralde verdiği vaaz, daha sonra yazılı olarak kiliselerin kapılarına asılırdı. Böylece hiç kimse "benim, mahkemenin geldiğinden haberim olmadı" diyemezdi. Bu ilandan sonra, sorguculara ihbarlar yağmaya başlardı. Mahkeme bir ay boyunca bu ihbarları okur, değerlendirir ve ihbar edilenlerin kendilerini göstermelerini beklerdi. İhbarların tümü noter tarafından kayda geçirilir ve bir temele dayanıp dayanmadıkları ya da sadece çamur atma olup olmadıkları araştırılırdı. 1593 yılında tutuklanan ünlü bilim adamı Giordano Bruno, önce Venedik Senatosu'na sevgilisi olan bir kadının kocası tarafından zina suçuyla ihbar edilmişti. Halkın tepkisinden korkan Senato, bu ihbarı kendisi değerlendirmek yerine engizisyon mahkemesine havale etmişti. Mahkeme tutanaklarından, engizisyona gelen ihbarların yüzde ellisinin ciddiye alınmadığı açıkça görülüyor. Öte yandan, bugüne kadar pek bilinmeyen bir nokta, yanlış ihbarlarla suçlamada bulunan kişilerin de işkenceyle cezalandırılmasıydı. İhbarın üzerinden bir ay geçtikten ve iyice değerlendirildikten sonra, engizisyon bir ön sorgulama yapardı. Bu noktada çok dikkatli davranılır ve suçlanan kişinin saygınlığını yitirmemesine özen gösterilirdi. Çok nadir olarak, ön sorgulamadan önce tutuklama yapılır ve bu durumda mutlaka iki tanık gösterilirdi. Ancak, ön sorgulamadan sonra, suçlanan kişi "tehlikeli" olarak tanımlanırsa, hemen tutuklanır veya piskoposluk sarayının ya da kraliyet mahkemesinin zindanına atılırdı. Engizisyon kurallarına göre, tutukluların her türlü bakımından ve harcamalarından kilise sorumluydu. Belgeler, bu konuda oldukça ilginç uygulamalara tanıklık ediyor. Örneğin, bazı mahkûmlar pahalı şaraplar sipariş ediyor; hatta bazıları, geceyi eşleriyle birlikte geçirmeyi talep ediyorlardı. 1632 tarihinde engizisyon, mahkeme boyunca Galileo Gallilei'yi üç odalı bir evde ağırlamış ve kendisine bir de hizmetçi tahsis etmişti. Mahkeme işlemleri basitti. Sanık ya piskoposluk sarayında ya da bir manastırda yargılanırdı. Mahkeme bir sorgucu kurulundan, noterden ve iki hukuk uzmanından oluşurdu. Bu uzmanlardan biri kilise dışından seçilebiliyordu. Mahkemelerde suçlanan kişinin bir avukatı yoktu. Sadece, sorgulamalarda itiraf edip etmediğine tanıklık etmek için bir kraliyet temsilcisi hazır bulunuyordu. Sorgucular, mahkemede suçlamalarını hem Latince hem de suçlunun anadilinde yapmak zorundaydılar. Sorgucular, çoğunlukla suçlu sıralarından çok daha yüksekte bulunan bir kürsüde otururlardı. Sorgucu konuşmasına, önce suçlunun kimliğinden, işinden, ailesinden söz ederek başlar ve daha sonra sözü işlenen suça getirirdi. Sorgucular psikolojik taktik konusunda çok uzmandılar. Suçluyu çelişkiye düşürüp, erken ve acele bir itiraf peşindeydiler. Bazı sorgucular bu konuda öyle uzmanlaşmışlardı ki, suçluyu giyiminden, bakışından ve duruşundan saptayabiliyorlardı. Engizisyon sorgucularının en ünlülerinin başında Bernardo Gui geliyordu. Çeyrek yüzyıl boyunca kendini soruşturmalara adayan bu Dominiken din adamı, sorgulamalarının büyük bir çoğunluğunu, 1324 yılına kadar Fransa'nın Toulouse kentinde sürdürdü. Başpiskopos ilan edildiğinde, o güne kadar tam 930 kişiyi yargılamış ve cezalandırmıştı. Suçunu itiraf etmekte direnenler için işkence uygulanması, belki de engizisyon adının bu denli tiksinti ve ürperti yaratmasının nedeni... Aslında, Ortaçağ boyunca bu yönteme çok fazla rağbet edilmemişti. İşkence uygulamasının kurumlaşması 14. yüzyıldan sonra Roma hukukunun kabul edilmesinden sonra gerçekleşti. İşkence, mahkeme boyunca söylediklerinde çok büyük kuşkular ve çelişkiler olan suçlular için, ancak ve ancak başpiskoposun onayıyla yapılırdı. Engizisyon mahkemelerinin uyguladığı işkenceler konusundaki tartışma, günümüzde de tüm hızıyla sürüyor. Bir grup tarihçi, bu işlemlerin acımasızlığını ve zalimliğini dile getiriyor. Onlara göre, bazı yazılı kaynaklarda işkence gören kimi suçluların vücutlarının normalden 30 santim daha uzadığı belirtiliyordu. Yine kurbanın ağzına, büyük hunilerle bir seferde litrelerce su, hatta kimi zaman idrar boşaltılıyordu. Günahkârların kalçaları kızgın kerpetenlerle sıkılıyordu. 1486 yılında Alman engizisyon sorgucuları tarafından kaleme alınan "Cadıların Tokmağı" adlı el kitabı, engizisyon mahkemesinin uyguladığı bazı işkence yöntemlerini tüm çıplaklığıyla gözler önüne seriyordu. focus dergisinden.. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
diablowashere Yanıtlama zamanı: Ocak 2, 2012 Paylaş Yanıtlama zamanı: Ocak 2, 2012 cadılık suçlamasıyla suçlanıyorsan suçsuzluğunu ispat etmek zor olmalı. 2 yalancı şahit senin ölümün demek. engizisyon işkenceleri http://www.tarihogretmeni.com/engizisyon.htm Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
nevermore Yanıtlama zamanı: Nisan 9, 2012 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Nisan 9, 2012 İznik konseyinde tartışılan önemli konulardan bir taneside daha önce hakkında dolaylı göndermeler yapılan Şeytan’dır. Felsefi terimlerle varoluşun özünden önce varolan Şeytan hakkında bir teori yoktur. Konsiller bu eksikliği kısmen gidermeye çalışmışlar , koseyi örgütleyen Constantinus için önemli teoriler ayıklanmış , kendisini imparatoru ilan ettiği Hristiyanlığın her yöne dağılmasının önüne geçerek Musa dinine varmasını engellemiştir.İznik Konseyi disipliner bir bir toplantıdır. Konsey için tehlikeli bir Şeytan kavramı öne süren Arianusculuğu dışlamıştır. Konsey sonrasında ” Doğrulmuş, yapılmamış ” sözleriyle özetlenen Baba ile oğul düşüncesiyle tartışmalara son verilerek tutanaklar konseye katılanlara imzalatılır. Bu tutanakları imzalamayı red eden Arianusculuğun babası Arius ve iki piskopos, iki Ptolemais ve Marmarisli Theonas derhal aforoz edilerek kapanış törenlerine davet edilmez. Genç Kilise Şeytanın İsa yaratısı olmadığına karar vermiştir. http://neferkaminanu.files.wordpress.com/2010/06/arius.jpg?w=614 Arius Konuyla ilgili spekülasyonlar bitmemiştir, laik bir eğitim süzgecinden geçip daha sonra piskopos olan Priscillianus IV. yy son çeyreğinde oldukça çileci vaizler vermeye başlamış , yerel piskoposlar bundan hiç hoşlanmamıştır. Priscillianus şeytanın olağan üstü güçlerini göstererek dinleyicileri oldukça fazla korkutmaktadır. Bu yöntem tamamen doğu kökenliEnkratizm yansıması olup , tüm insanlığın lanetli olduğunu , evliliği , et ve şarap tüketilmesini red etmektedir. Priscillianus Enkartist olmakla suçlanmış, onun görüşlerini benimsemiş olan bir kadın kara büyü suçlamasıyla canlı canlı yakılmıştır. Bu olay engizisyonun kaldırılmasına kadar iğrenç büyücülük davalarının öncülünü oluşturmaktadır.Priscillianizmin kurucusuyla birlikte ölmesi gerekirdi, işin dahada tuhafı Priscillianizm diye ortada bir öğreti yoktu. Bu tamamen Klisenin kendi hayal gücü ile üretmiş olduğu söylemlerin ötesinde başka bir şey değildi. Priscillianus’un ölümünden sonra yandaşları taraından önce şehitlik mertebesiyle sonra ise ona ait olmayan sözde öğretisini yaymaya başladılar.Daha sonra Toledo konsili bunu çürütmeyi denedi , fakat ortada çürütülebilecek tek bir ceviri hatasına rastlanmadı . Priscillianus yunanca agenitos kelimesini ” doğumu olmamış” olanı “doğumsuz” olarak cevirmiş bunun sonucu olarak kuşaklar boyunca insanların odun ateşinde yakılmasına sebep olmuştur.563 yılında galiçyada toplanan ikinci konsil olan Braga Konsilinde iki piskoposun kötü niyetiyle ;8. Din kuralına göre ” İblis yeryüzüne bazı şeyler getirdiğinden , priscillianus’un öğrettiği gibi , gökgürültüsünü şimşekleri , fırtınaları ve kuraklığı onun yaptığına kim inanırsa aforoz edilir “Priscillianus böyle bir şey söylememiştir, ona atfedilen öğüdün arkasında yatan insanları fazla korkutmaya başlayan Şeytan imgesinin etkisini azaltmaktır. 12. din kuralının çürütmeside bunun kanıtıdır ;” Her kim ki, Mani’nin ve Priscillianus ‘un ileri sürdüğü gibi , insan bedeninin oluşumunun ve kadının bağrındaki gebeliğin İblis işi olduğunu ileri sürer ve bundan yola çıkarak tenin yeniden dişilişine inanmazsa aforoz edilir”Uzun bir büyücü avı mevsimi başlatılmış, Lucifer şeytanlaştırılmış fakat bunun sebebini hiç bir teolog açıklayamamıştır. Yaklaşık yedi yüzyıl sonra da pek ileri gidilmemişti. On ikinci piskoposar meclisinde dördüncü Laterano Konsilinde , 1215 yılında toplanan piskoposlar 1. yasa maddesi olarak ;” Şeytan ve cinler de Tanrı tarafından yaratılmışlardır ; ancak yaratılışları sırasında kötü değillerdi ; kendi hataları yüzünden kötü olmuşlardır ve o zamandan bu yana insanları kışkırtmakla meşguldürler. “Şeytan ve cinlerin niye kötülüğü seçtikleri konusunda açıklama yoktur, ancak bu yine de kilisenin bu konu hakkındaki ilk resmi tavır alışıdır. Bu açıklama şeytana önemli bir güç atfenin önüne geçememiştir., bir çok hastalık , doğa olayı ve bilimde bunların içine katılarak şeytana atfedilmekten kurtulamamıştır. mekanik saatin mucidi , keşiş Gerbert d’Aurillac papalık tahtına çıktığı zaman bile kötülükle işbirliği yaptığı kulaktan kulağa fısıldanmıştır.Teologlar şeytanın kurtuluşunun mümkün olup olmadığını tartışmalarının , başlamasıyla birlikte batı dünyasıda Engizisyonun kaldırılmasına kadar olan süreç içerisindeki tanrı adına işlenen suçlar , büyücülük gibi nedenlerle insanlık tarihinin en uzun cinayet dalgasına girilmiş oldu.Artık her yerde şeytan görülmektedir katedrallerin sundurmalarında, kilise kürsülerine yontulmuştur. Bir pan vucudu , keçi kıçı , insan gövdesi ve sefih bir el ile betimlendirilir. http://neferkaminanu.files.wordpress.com/2010/06/aphroditepan.jpg?w=614 Pan ve Afrodit Gnostik mistisizm ile ahlaksızlıklar arasında parçalanmış olan bu dönem açık bir cinsellik takıntısınıda beraberinde getirir. Ortaçağın kurucularından kabul edilen kilise ve devlet adamı Sevillalı İsidora , şehvetperest düşmüş melekler ve zina işleyen , uykuda kadınların koynuna giren erkek şeytanlar halindeki cinlerin son derece çeşitli olduğuna inanmakta , Bohemyalı Dusien’ leri bu erkek şeytanlarla sürekli olarak şeytansı aşklar yaşamakla suçlamaktadır.İnsanlara önemli engellemeler getirildiğinde bu ilişkilerin engellendiğine ikna olanlar da vardır. Ünlü cinlerle ilişkiye girdiğine kendini ikna etmiş bir dolu kişi oluşmuştur. Otuz yıl boyunca Azize olarak kabul edilen Kordoba Rahibesi Madeleine de la Croix itirafında ;On iki yaşından bu yana erkek şeytanlar Balban ve Patoino’yla birleştiği ve hatta keçi bacakları , insan gövdeli kır tanrısı yüzüyle iffetsizlik ciniylede birleştiğini söylemiştir. Bu son derece fantastik hikayeler tüm avrupaya yayılmıştır. Genç kızların erkek şeytanların tecavüzüne uğraması en popüler olanlanıdır. Bu ilişki sonrası doğan cocuk canavar görünüşlü olduğu kimilerince iddia dahi edilmiştir. Kimilerine göreyse Kabil ‘in , Büyük İskenderin , Platon’un , bir peri olan Melüzin ‘in , Luther’in ve tüm Hun (Türk) milletinin dişi yada erkek şeytanların çocukları oldukları kabul edilmektedir. Bu saçmalıklara yüzyıllar boyunca papalar, kardinaller , teologlar, keşişler , müminler ve köylülerde dahil olmak üzere katıldılar.Batıl inancın bu yıkıcı öfkesinin Fransız devrimiyle kesilmeye başlanmasına kadar şeytansı deliliğin en ünlü ve gizemli kahramanlarından biride Jean d’Arc olmuştur. Kızoğlankız olduğu söylenen d’Arc’ ı yargılayan Beauvais piskoposu Pierre Cauchon onu büyüyle suçlamıştır ;” Kızoplankız denen ,yalancı, zararlı , halkı kışkırtan , kahin, batıl inançlı , tanrıya küfreden kibirli, İsa’nın inancına uymayan ,tafracı, putperest , vahşi , sefih , şeytanların himayesindeki , dönek, dinden ayrılmış ve sapkın Jean “İngilizlerin ve Kilisenin uşaklığını yapan mahkeme Priscillianus’u mahkum etmiş mahkeme gibi odun yığınlarında yakma cezası vermiştir. Bir yargıç Adamotuyla ne yaptığını sorar , şeytansı olduğu söylenen bir köktür, d’Arc böyle bir kökün varlığından haberdar olduğunu söylemesine karşın mahkeme iki göysünün arasında sakladığını ileri sürecektir. http://neferkaminanu.files.wordpress.com/2010/06/120617075277.jpeg?w=614 d’Arc Bu suçlama modern zamanların en büyük kusurlarından bir tanesinide ortaya çıkaracaktır, farklılığın şeytanla özdeşleştirilmesi. Normal olmayan her şey şeytansıdır. Bu , phtonos ‘un Yunanlılarda Arzu ‘nun değişik bir biçimidir, ” çok” olan her şey , çok güzel, çok iyi çok zeki, çok cesur , çok masum olan her şey özünde şeytansıdır, böyle olmalıdır. Sıradan bir insan sahip olduklarından daha fazlasını isterse bu şeytansıdır. Demokrasi kavramının en kötü temellerinden biride budur. Kimsenin komsusunun ineğinden daha fazla ineğe sahip olma hakkı yoktur. Bu şeytanın özünde son derece toplumsal olduğunun tipik bir göstergesidir. Bu komşusunun tenceresinden daha fazla dolu bir tencereye sahip olabileceğini düşünemeyen çileci mantığıdır. Bu da batıl inancın her zaman popüler ve ayak takımına özgü olmasına ve kurallarının her zaman kaba saba ve en yoksul olanlar arasında başarı sağlaması şaşırtıcı değildir.Bu takıntıların kökleri politikanın derinliklerinde yatmaktadır ve tek örnekte d2Arc değildir. Örneğin Güzel Philippe , Templier tarikatının hazinesine sahip olabilmek için onları büyücülükle suçlamış yedi yıl süren dava sonucunda ustaları Jacques Molay 1314 tarihinde yakılmıştır. 1318-26 arasında bu davaları onaylamak için XXII .Jean şeytana tapınmayla ilgili üç mühürlü emri bulunmaktadır. Bu papa’ya Avignon Bankacısı denilmektedir. 1302 ‘de selefi VIII Bonafatius isa ve havarilerinin yoksul olduklarını söyleyerek para kazanmanın onun öğretisine ters olduğunu ileri sürerek küçük keşişleri mahkum etmiştir. Bu hristiyanlık tarihinin olağan üstü dönemlerinden biridir. Bu dönemle ilgili anılarını yazan mühürdar Alvaro Prelayo ” Din adamlarının odalarına girdiğimde önlerinde yığınla biriken paraları tartmak ve saymakla meşgul sarraf ve yüksek rütbeli papazlarla karşılaştığını yazmıştır.Kraliyet iktidarları ve dinsel organizasyon düşmenlarını korkutmak ve iktidarlarını korumak için şeytanı kullanmaya başlamışlardır. Şeytan Mezapotamya ve İranda olduğu gibi iktidarı korumanın bir anahtarı olmuştur. Halk ne kadar cahil tutulursa iktidarı korumak o kadar kolay olacaktır. İnancın , yani Hristiyanlık inancının politize olması Reims piskoposu , Frankların sıkı savunucusu , Therouanne Arras ve Laon piskoposluğunun kurucusu Aziz Remy ‘nin kara bildirgesinde açıkça görülür,” Taktir ediniz ki oğlum, Fransa krallığı Tanrı tarafından , İsa’ nın tek kilisesi olan Roma kilisesinin savunması için önceden seçilmiştir. Bir gün , bu krallık tüm diğer krallıklar arasında büyüyecektir. Roma imparatorluğunun tüm sınırlarını kapsayacak ve dünyadaki tüm diğer krallıklara boyun eğdirecektir, sonsuza kadar var olacaktır. “Orta çağın tüm karanlık tarihi boyunca masum halk bu tür şaçmalıkları zırvalayanların kurbanı olmuştur. Katalonya engizisyoncusu Nicolaus Eymericus engizisyonun üretmiş olduğu en korkunç kişilik olmuştur. hakkındaki şikayetler sebebiyle şefleri tarafından bile red edilmiştir. Yazmış olduğu Engizisyoncuların El Kitabı adlı eserinin birinci bölümünde şeytana tapınmanın üç türünü tanımlamıştır. Tapma , şeytanı günlük yakarak yüceltmek ve onun huzunda kendini kamçılatmaktan ibarettir. Ululama , cinlerin adlarını ermişlerinkiyle birlikte anmak , çember kullanımı , aşk iksiri, tılsımlar , muskalar ve büyülü yüzüklere baş vurmak gibi ilginç uygulamalar Fransız hukuk siteminin gündemine bile girmiştir. O dönemde bu türden saçma sözler yasa gücünde olması insanı doğrudan odun yığınlarına götürmektedir.Engizisyon resmi olarak papa III. Lucius ile imparator Kızılsakal Friedrich arasındaki gizli anlaşma sayesinde 1184 yılında kurulmuştur. Mahkeme laik kol , sapkınlar , bölücüler üzerinde baskı kurarak mal varlıklarına el koyma ve vatandaşlıktan çıkarma ile ilerleyen süreçte 1197 yılından itibaren Aragonlu II. Pierre kararnamesi ve Papa III.Innocentius sert hükümleri sayesinde idamlara kadar uzanmıştır.1054 yılından itibaren Doğu Kilisesinden ayrılan Roma Kilisesi kendini evrensel yasanın tek koruyucusu ve Roma’nın tek mirascısı kabul edilmesini ister. Bu nedenle politik iktidara ve para gücüne ihtiyacı vardır. mahkemenin kurularak idama kadar giden sürecinde kilise ve tacın kendini koruma güdüsü etkili olmuştur. İdamlarda sadece din adamlarının iktidarı değil prenslerinde çıkarları korunur. Bu kararlarda ne merhamet vardır nede adalet. Aziz İoannes Chrysostomos’un bir insan öldürmenin asla bu dünya üzerinde kefareti olmayacağını beyan etsede kimse tarafından dinlenmez.http://neferkaminanu.files.wordpress.com/2010/06/agios-ioannis-chrysostomos.jpg?w=614 İoannes Chrysostomos Tüm bu toplumsal baskılara karşın ufukta ciddi bir tehlike vardır, Katharlar. Kathar , katharos , yunanca katışıksız anlamındadır. Kilisenin ilk beş yüzyıl boyunca kurtulmak için yapmış olduğu Gnostisizm (Gerçek Hristiyan Kültü) kısmen değişikliğe uğrayarak tekrar hortlamak üzeredir. katharlara göre şeytan hem bir tanrı hemde bir prenstir. İsa krallığıda bu dünyada değildir. Tüm günahların kefaretinin ödendiği yer Araf ‘tır. İnsan ölümünden önce yeniden yaratılmışsa buraya giremez. Yeni bir Reenkarnasyondan yeni bir yaşam döngüsüne geçer. İsa yaşamın soluğuydu ve Katharlar kendilerini onun elçisi olarak tanımlamaktaydılar.Kiliseyi oldukça fazla kızdıran şeyler vardır bunlardan en önemlisi Tanrının insanda cisimleşmesini red eden Roma Kilisesi düşüncesini red etmeleridir ki , bu açıkça İznik Konseyinde oluşturulmuş bir dine meydan okumadır. Aynı zamanda İsa adına satın aldığı düşünülen vaftizi red eder , ruh vaftizini , consomalentum’u kabul ederler. Kilise ve rahipler paralel olarak örgütlenmiş , bu öğreti içerisnden seçilmiş seçkinlerin önünde diz çökerek sadece Tanrı adına dua edilir.Din adamlarının bu organizasyonu piskoposluk makamını tehlikeye düşürmektedir. Olay önce teolojik nedenlerle başlayıp mali düşüncelere gitmektedir. Vaftiz olmayı red eden katharlar ; maysız ekmek ve şarabın isa’nın et ve kanına dönüşmasi doğmasını red edip, Kutsal ekmeği sadece paylaşırlar. Bu sadece simgeseldir ve İsa bedeniyle ilgisi yoktur.Katharcılık Albi bölgesine Tarkyadaki Bogomillerden , yani Bulgaristandan kaynaklanıyordu. Katharlara alaycı şekilde Bulgar denmesinin sebebide budur.http://neferkaminanu.files.wordpress.com/2010/06/catharcentres.jpg?w=614Bosnada ve Balkanların farklı yerlerindede raslanılan hareket, Bogomile adlı bir Rus papazın kışkırtması ile X yy. ikinci yarısında başlamıştır. Bu papaza göre ne kilise kurumu ne de öğretisi halkın ihtiyaçlarına cevap vermektedir. Bizans kilisesinin halktan kopuk şatafatlı yaşamı bu papazı oldukça sinirlendirmektedir. Bulgarlar ve Bizans arasındaki tarihsel düşmanlık , Bulgar katili II.Basileios 1018 yılında Bulgarların ilk krallıklarını vahşi bir şekilde ortadan kaldırmasıyla şiddetlenmiştir. Bogomile özünde politik bir isyandır, Bogomile Katharcılığının ortaya çıkışı ile Bulgar Krallığının düşüşü aynı zamana denk gelir. Bizansın düşmanı olan bulgarlar otomatik olarak hem papanın hemde tanrının düşmanı olmaktadır.Gnostisizmin balkanlarda çıkardığı gürültü karşısında batı kilisesi oldukça rahattır ve Bogomilleri şeytanın destekçileri olarak suçlar. Keşiş Euthyminos Zigabenos dönem ismi Konstantinapolis olan İstanbuldan şu satırlarla seslenir ;” Hristiyanların ruhlarını yanıltmak , onları tanrının ellerinden koparıp almak ve kendi babaları şeytan’ın ellerine teslim etmek amacıyla tüm Bizans devletini arşınlıyor ve güneşin altındaki tüm Hristiyanlarla ilişkiye giriyorlar “Zigabenos ‘a bir çok Bizanslı yazar ve Rahipte eşlik eder. Bununla birlikte imparatorluk içinde Bogomil sayısı hızla artmakta ve Aleksios Kommenos bu artış karşısında sert tavır alır ve Bogomillerin başı Basileios ‘u odun ateşine gönderir ve sonucunda odun ateşininde sapkınlığı söndüremediğini söyler.Bogomiller avrupanın yanında Kiev krallığına kadar yayılmıştır. Bizans yönetimi tüm bu gelişmelerden oldukça endişelidir. Slav dilinde eğitimin yapılmaya başlanmasına kadar bölgede sessizlik hakimdir. Papa X. Jean kilisenin eski düşünü gerçekleştirmeye karar verir ve kilise ayinlerinin yunanca veya latince yapılmasını zorunlu kılar. diline bağlı halk bu karara isyan eder ancak kilise otoritesini arttırır. Slav kökenli din adamlarının kiliseleri kapatılır görevlendirilmeleri yapılmaz.Şeytanı yok etmek isteyen Roma bu isteğin fitilini artık kendi ateşlemiştir. Bu arada Bogomiller Fransaya kadar uzanmış Albi civarında yoğunlaşmışlardır. Bu bölgedeki kathar Kiliseleri güçlenmeye başlamış Roma – Kathar kiliseleri ikilemi ortaya çıkmıştır. Halk kendilerine iyi davranan katharları koruyor Roma kilisesinin şeytanlık suçlamalarını duymaza geliyordu. Bölgede katharlar güney soylularının dahi desteğini almış olmasına karşın katharcılığa karşı haçlı seferine engel olunamadı. Papanın resmi elçisi kuzey birliklerinin başına atanan Citeaux rahibi Arnaud-Amaury Beziers’yi ele geçirdiğinde kendisine sorulan , Katoliklerle sapkınların nasıl ayırt edileceği sorusuna ” Hepsini öldürün tanrı kendinden olanları ayıracaktır ” söylemi ile katliamın şiddetini gözler önüne sermiştir.Başlayan bu savaş oldukça şiddetlidir. Katolik kuzey ile Albilili güneye karşı savaşır. Fransada Katharcılık son piskoposları 1326 yılında Carcassone ‘da canlı canlı yakıldığında gücünü kaybetmiştir. Son İtalyan meslekdaşıda beş yıl sonra odun yığınları içerisinde peşinden gitti. kathar kültürüde kendisiyle birlikte taşra kültürünüde sona erdiriyordu. latince ve yunanca kilise dili olarak daha bir güçlenmiş Roma kilisesi için mutlu sonla bitmiştir. Yakılan ve ele geçirilen tüm servetlerine Kilise el koymuştur. Bu yağma hareketi Kiliseyi öyle iştahlandırmıştır ki, katharların haricinde mağribilere, yahudilere, zina yapanlara, simyacılara , önlerine kim gelirse saldırıp paralarına el koymuşlardır. Artık şeytan verimli bir ticari fon olmuştur.http://neferkaminanu.files.wordpress.com/2010/06/inquisizione-711341.jpg?w=614Büyücülükle suçlananların sivil avukatları kendilerine kalmış olan Roma Hukuku ilkelerine dayanarak , dünyevi otoritenin dosyalara ulaşma hakkını olmasına itiraz ettiklerinde devre dışı bırakıldılar. Yüksek mahkeme mahkemenin tanıdığı bir avukatın davaya bakmasına izin verdi, böylece suçlananın hiç bir hakkı kalmadı. Tanık çağırma ve avukat görüşmeleri engizisyon denetiminde yapılmasına izin verildi. Hitler ve Stalin yargılamalarını lanetleyen günümüz söylemleri engizisyonun bu mahkemeleri aratmayacak derinlikte olduğunu görmelidir. Ne Gestapo, ne de NKVD-KGB yeni bir şey icat etmiş değildir, sadece taklit etmiştir.Tüm bunlar olurken skolastikler şeytan ve cinler hakkında yarışırcasına tartışıyorlardı. Yves de Chartes cinlerin kuşlardan daha hızlı olduğunu öne sürüyor , Hildebert du Mans Aziz Brunonun belirttiği üzere şeytanın yerde değil havada olduğunu doğruluyordu. Autunlu Honore şeytanın peşinden gitmiş meleklerin sayısına ilişkin şaşırtıcı değerlendirmelerde bulunur, dokuz melek sınıfı kabul edildiğinden her sınıftan bir kaç meleğin düşmüş olduğu sonucunu çıkarır. Nüfusun sürekli artış eğiliminde olduğu düşünülürse kişi başına düşen şeytanda doğal olarak azalacaktır. Deutz rahibi Rubert ilginç bir fikir öne atmış , Tanrı başka meleklere örnek olması için şeytana pişman olması için süre tanımış şeytan bunu dikkate almamıştır. Ünlü Dominiken magnus Albertusa göre cinler havada uçmaktadırlar ve insanları baştan çıkaran erkek ve dişi şeytanlar bir gerçekliktir.Genel olarak bir çok kişi kendi bakış açısı ile düşünceler öne sürmüştür. Şeytanla ilgili te ortak nokta Roma kilisesinin savaş açmış olduğu kişi ve gruplar olmuştur. Ortaçağ engizisyonunun yaratmış olduğu şeytan takıntısı tüm kıta üzerinde oldukça derin izler bırakmıştır. Büyücüler envanteri çıkarılmış 72 cin prensin ve onlara bağlı 7.405.920 cinin varlığı kayıt altına alınmıştır. 6 tane cin tümeni olup her bir bölük 666 bölükten oluşan 66 birlik içerir, bir bölükte 6.666 cinden oluşmaktadır.Orta çağ boyunca tüm bu zırvalıklara inanılmış , ne kadar çok zırvalık üretildiyse o kadar çok dinleyici kitlesi bulmuştur.Her yerde büyücüler türemiştir, özellikle çirkin kadınlar büyücülük yapmaya başladı. Dönemin en karanlık düşünürlerinden ve her ikiside Dominiken olan İnstitoris denen Henry Kraemer ve Jacques Sprenger bu konuda dönemin en çok satan kitabını , Malleus Maleficorum ya da Büyücülerin Çekici yayınladılar. Bu engizisyoncuların ilk kitap değildi, daha öncede Eymericus bir tane yazmıştı. Ancak bu kadar popüler olmamıştır, 34 baskı yapan kitap bugün bile dolaşımdadır.http://neferkaminanu.files.wordpress.com/2010/06/sprenger.jpg?w=614Bu kitaptan bize ulaşan cinlerin bedeni ele geçirdiği fakat ruhları ele geçirmediğidir, çünkü cinin meleksi özü insan özüne karışamaz.Tüm bu karmaşa içerisinde asıl şaşırtıcı olan ise Albililerin katledilmesinden sonra kıta coğrafyasının kana boyanmasıdır. Şeytan ve büüyü fikri insanın ruhuna işlemiş başka bir şeyle ilgilenemez hale gelmişler , insanlar bir birlerini büyücülükle suçlamışlar, yalancı şahitlikler yapmışlar , konuyu egoları için sınırsızca kullanmışlardır.Konu dışında kalamk istemeyen sanatçılar, yazarlar, şairler, ressamlar bolca eserler vermişlerdir. Fransada 1789 Devrimiyle büyük ölçüde hırpalanan Engizisyon avrupanın geri kalanında varlığını sürdürmüştür.http://neferkaminanu.files.wordpress.com/2010/06/eugene_delacroix.jpg?w=614Nihai darbe 1808 yılında Madrid2e girdikten sonra engizisyonu feshetme kararı aalan Joseph Bonaparte tarafından indirilmiştir. 1813 yılında Cortes’ ler engizisyonun ispanyol anayasası ile uyuşmadığını ilan eden olağan üstü meclis topladılar. Roma bunu derhal protesto atti, sürgünden dönen VII Ferdinand ‘a tekrar engizisyonu kurdurttu. Mallarını kaybeden engizisyon oldukça zayıf düşmüştü. Papa 1816 ylında eğitimli kesimi kaybetmemek için mahkemenin uyguladığı işkenceyi kaldırttı, ancak çok geçti. İspanya 1920 Liberal devrimin ardından mahkemeyi tekrar ortadan kaldırdı, ardından Fransa seferi sırasında Angouleme Dükü tekrar uygulamaya koydu nihayet 1820 yılında Kraliçe Cristine tarafından kesin olarak ortadan kaldırıldı. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Miledi1378 Yanıtlama zamanı: Mayıs 3, 2012 Paylaş Yanıtlama zamanı: Mayıs 3, 2012 Tam bir vahşilik ama bilinc altı vahşiliğe ne ad vere biliriz ki acaba? Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Ghostroque Yanıtlama zamanı: Mayıs 3, 2012 Paylaş Yanıtlama zamanı: Mayıs 3, 2012 Simyacı adlı kitabı okuduktan sonra dahada nefret duydum engizisyona Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Takesikitano Yanıtlama zamanı: Mayıs 24, 2012 Paylaş Yanıtlama zamanı: Mayıs 24, 2012 Umberto Eco seksenlerin başında,bir best-seller olan Gülün Adı adlı kitabını yayınladığında,başta İtalya olmak üzere tüm Avrupa sarsılmıştı.İnsanların Vatikan ve yandaş kuruluşlara olan öfkesini dışa vurmaya neden olmuştu.Süreç içerisinde kitabın etkisi bir sürü kirli ilişki ve kurumlar arası yozlaşmayı ortaya çıkarttı.Başta P2 locası ve Opus Dei gibi gizli yapılandırmaların deşifre olmasının önünü açtı.Siyasal gelişmeleride beraberinde getirdi.Bügün bize Susurluk Olayı diye yansıyan,Gladio kavramını ortaya çıkartan Temiz Eller (Mani Pilute) operasyonunada katkısı olmuştur.. Kitap içerisindeki karakterlerinden biride yukardaki makalede adı geçen Bernardo Gui'dir dolaysıyla engizisyondur.Güzel ve güçlü bir kitaptır okumanızı tavsiye ederim ya da kardeşim gibi dvdsini alıp filminide seyredebilirsiz.. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Sting Yanıtlama zamanı: Mayıs 24, 2012 Paylaş Yanıtlama zamanı: Mayıs 24, 2012 Lynn Picknett'in Şeytanın Gizli Tarihi kitabında Engizisyon işkencelerine uğrayan insanların mektupları var.Okurken ben gerilmiştim. Kişisel fikrim Engizisyon tarihin en gizemli örgütlerinden uzun uzun araştırmak gerek ama yeterli kaynak yok. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Heia Yanıtlama zamanı: Kasım 19, 2012 Paylaş Yanıtlama zamanı: Kasım 19, 2012 Ebelerin cadı olarak eza görmesi ve yakılması modern toplumun ortaya çıkışıyla doğrudan bağlantılıdır.tıbbın meslek haline gelmesiyle, "doğal bilim" olarak tıbbın, bilimin ve ekonominin yükselişe geçmesiyle. Cadı avcılarının işkence odaları aynı zamanda insan vücudunun dokusunu, anatomisinin, direncinin ölçüldüğü laboatuvarlardı. Diyebiliriz ki modern tıp ve u canalıcı alandaki erkek hakimiyeti milyonlarca ezilmiş, sakatlanmış, parçalanmış, yarılmış ve en sonunda yakılmış kadın bedenleri üzerine kuruludur. Maria Mies'in Patriarchy and Accumulation on a World Scale kitabından alıntıladım. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Önerilen Mesajlar
Sohbete katıl
Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.