nevermore Oluşturma zamanı: Ocak 20, 2012 Paylaş Oluşturma zamanı: Ocak 20, 2012 Agarta Yer altı Dünya Devleti, çağımızda, insanlığın İçine sokulduğu uyanış, idrakleniş ve bilinçleniş sürecinde, dolaylı ve dolaysız yollarla yaptığı geniş açılı işlevi ve etkisi ile yeryüzünün toplumsal her türlü eylem ve girişimlerinde söz sahibi olarak, yeryüzünün derin yeraltı yapay yerleşim sitelerinde görkemli çalışmalarını sürdürmektedirler. Araştırılar, gözlemler ve gelenekler böyle söylüyor. On binlerce yıl önce, dış dünyaların üstün senyörleri tarafından kurulduğu belirtilen bu bilgelik ülkesinin, son derece gelişmiş milyonlarca vatandaşı ile, yeryüzünün derin yapay mağara sistemleri içerisine yerleşerek, buralardan dünya insanları aralarına zaman zaman dahil edilen yüksek ve kimliği çoğu zaman saklı üstadlar, liderler, bilim adamları vb. vasıtasıyle beşeri evrim ve gelişimin belirli bir program üzere gerçekleşmesini sağladıklarını; çeşitli kaynaklar ifade etmektedirler. Bu yapıtla, Yeraltı Uygarlığı'na ilişkin, bazı Doğu ve Batı kaynaklarından alınan görüş, yorum ve bilgiler bir araya getirilmişler ve iddiasız olarak sunulmuşlardır. Ne varki, Hakikatler'in esas kendileri olmayan bu bilgiler, şimdilik hiç değilse, belirli bir önbilgi ve kavram oluşturmak bakımından önemlidirler. Alman yazar, K.K. Doberer «The GoId makers» adlı kitabında şu düşünceyi belirtir : «Atlantis'in bilge kişilerinin görüşlerine göre, büyük tehlikeden kaçmanın bir yolu da göç etmek, Akdeniz üzerinden doğuya doğru ilerleyerek Asya topraklarına varıp «Dünya'nın Damı'»nda koloniler kurmaktı.» Himayalar'da. Bu, şaşırtıcı bir tahmin olmasına rağmen, belkide gerçeklerden pek uzak değildir. «İyi Kanun’un yüksek rahipleri ve prensIeri kültür ve teknolojilerinin tüm meyvaları ile birlikte, yeryüzünün güvence içindeki uzak bir köşesine havadan nakledilmiş olabilirlerdi. İlimlerini, küçük, tümüyle tecrit edilmiş topluluklarda, akademilerimizce bile tahayyül edilemiyecek yüksekliklere değin geliştirmiş olabilirlerdi. Görünürde fantastik olan bu kurama ağırlık kazandıracak kanıtlar mevcuttur. Mahabharata Destanı'nda, göklerde uçakların uçtuğu ve kentler üzerine tahrip edici bombaların atıldığı eski bir devirden bahs olunur. Zalim savaşlar yapılmış ve kötülük serbestçe hükmetmiştir. Jeolojik tufandan az önce olanların muhtemel görüntüsünü eski yazılardan ve çoğu ırkların efsanelerinden faydalanarak yeniden kurabiliriz; Kültürlerin sonunun geldiği ve insanlığın ilerleyişinin tehlikeye girdiğini fark eden bir grup açık görüşlü filozof ve bilgin, dünyanın erişilmesi imkansız bölgelerine çekilmeye karar verdiler. Dağlarda gizli yeraltı sığınakları inşa edildi. Himayalar' daki saklı vadiler, uyanış meşalesini geleceğe ulaştıracak birkaç seçkin kişiye tahsis edilmişti. Birleşmiş Milletler'ce Bilinmeyen Devlet Okyanus, Atlantis'i kapladığı zaman bundan kurtulan koloniler, yıkılmış olan İmparatorluğun hatalarını tekrarlamaktan kaçınarak bir ütopya inşa etmek üzere ayakta bırakılmışlardı, Barbarlık ve cehaletten uzakta kalan bu topluluklar, tecrit olmakla korunarak geliştiler. Daha başından, dış dünya ile bütün teması kesmeye karar verilmişti. Hiçbir engele rastlamayan bilimleri gelişerek, Atlantis'in başarılarını geride bıraktı. Bu anlatılanlar bir fantazi mi? Yine de, günümüzün bazı bilim adamları, şimdiden, gelebilecek bir atom afetine karŞl yeraltı sığınakları ve hatta yeraltı kentleri önermişlerdir. Kentlerin boşaltılması ve yeraltı kasabalarının inşa edilmesi, insanlığın devamlılığını garantiye almak için gösterilen çaba dahilinde sorumluluklarını anlayan bilim adamlarınca teklif edilen projelerdir. Eğer böyle bir plan bugünün bilim adamlarınca da düşünülüyorsa, insanlığın ahlaki çöküşü ve «Brahma'nın on binlerce güneş gibi parlayan silahının tehlikesi ile karşılaşıldığında Atlantis'in kültürel liderlerince buna benzer bir projenin önerilip gerçekleştirilmesi mümkün değil midir? Unutulmuş bir devirde bir teknolojiye sahip olmuş güçlü bir devlet görüntüsü, aklı başında bilimsel düşüncenin çerçevesi içinde pekala yer alabilir. Nükleer fiziğin öncülerin den Prof. Frederick Soddy, 1909'da, eskilerin bilimsel geIeneklerinin, dünyanın kaydolunmamış tarihindeki geçmiş birçok devirlerin birinden, bugün bizim yürümekte olduğumuz yolu önceden tamamlamış olan bir insanlık çağından kopup gelen bir yankı» olabileceğini söylemiştir. Bir medeniyetin ürünlerini, yıkıcı savaşların Ve jeolojik afetlerin tehlikelerine karşı belirsiz bir süre boyunca koruyabilmek için, yeraltı sığınaklarından daha etkin birşey olamaz. İnsanın, bu gezegen üzerindeki yaşam hikayesinden bir çok sayfa, Zaman'ın eli tarafından yırtılarak çıkarılmıştır. Ancak, efsaneler, ileri bir medeniyeti yok eden devasa bir afetten bahseder. Kurtulanların çoğu vahşilere dönüşmüştür. Sonradan, «ilahi habercilerce rehabilite edilenler, ilkel durumlarından yükselerek' bizim kendi kökenimizin de dayandığı geçmiş tarihin uluslarını oluşturdular. «Güneş'in Çocuklarının gizli topluluklarının nüfusu azdı, ama bilgileri çoktu. Yüksek bilimleri, sayesinde, bilhassa Asya'da. mu azzam bir tüneller şebekesi kazdılar. Tecrit edilme, bu kolonilerin ebedi kanunu olagelmiştir. Filozoflar, bilim adamları, şairler, ressamlar, yazarlar, din ve müzikle uğraşanlar çabalarını sürdürmek üzere sakin bir ortama gerek duyarlar. Askerlerin ayak sesini, ya da pazar yerinden gelen bağırtıları işitmek istemezler. Çağlar boyunca, bilgeliklerini buna benzer olanlarla paylaşa geldiklerinden, hiç kimse bu filozofları egoistlikle suçlayamaz. Bu kopukluk, koruyucu niteliktedir. Bugün kaba kuvvet, ilk çağların zamanlarındaki kadar geçerli değil midir? Kaba kuvvet, teknolojik zırhı içinde belki daha da dehşetlidir. İnsanlığın Büyük Kardeşler'i (Elder Brothers), karlı tepelerin arasındaki gizli vadilerde kaybolmuş ya da dağlardaki tünellerde saklanmış bir halde yaşarlar. Bu kolonilerin gerçekliği üzerine belirtiler, Hindistan, Amerika, Tibet, Rusya, Moğolistan gibi birbirlerinden bu kadar uzakta olan ülkeler ile dünyanın çeşitli bölgelerinden gelmektedir. Zamanın genişliği içinde, bu raporlar geçen beşbin yıl süresince ortaya çıkmıştır. Çeşitli ülkelerde yaşıyan insanların hayalleri ile süslenmelerine rağmen gerçeğin tohumlarını taşırlar. Elli yıl kadar önce, Fransız Akademisi'nden Dr. FerdinandıOssendowski, kendisine Prens Chultun Beyli, ve. onun Lama'sı taraf'ından Moğolistan'da anlatılan tuhaf bir hikayeden bahsetmiştir .Bu görüşe göre, önceleri Atlarıtık ve Pasifik Okyanusu'nda .iki 'kıta bulunuyordu. Bu kıtalar denizin dibine çöktüğünde buralarda yaşayanlardan bazıları .muazzam yeraltı sığınaklarma kaçtılar. Bu mağaralar, tarih öncesi insanlığınkaybolmuş halkına' hayat veren. ve bitkilerin büyümesinisağlayan acaip bir ışıkla kaplıdır. Bu. ırk,bilimin en yüksek düzeyine ulaşmıştır. Polonyalı bilgin, Agharta’nın yer altı halkının büyük teknik aşamalara ulaştıklarını belirtir. Asya'daki devasa tünel şebekesinin içinde, yüksek hızda yol alan olağandışı araçlara sahiptirler. Diğer gezegenlerdeki yaşam üzerine çalışmalar yapmışlardır. Ancak, en büyük başarılarını zihin konusunda elde etmişlerdir. Meşhur kaşif ve ressam Nicholas Roerlch' e, Çin Türkistan'ı ve Sinkiang'daki gezileri sırasında uzun yeraltı koridorları gösterilmiştir. Yerel sakinler ona, kasabalarda alış veriş yapmak için tünellerden dışarı çıkan tuhaf insanlardan bahsettiler. Onlar, aldıklarının karşılığını kimsenin teşhis edemediği eski paralarla ödemişlerdi, Roerich, 1935'de Çin' deki Kalgan yakınında Tsagan Kure'de konaklarken,«The Guardians» (Gözeticiler) adlı bir makale yazdı. Bu yazıda eğer çölün ortasında boşluktan çıkıyormuşçasına gizemli adamlar beliriyorsa, bunlar bir yer altı geçidinden çıkmış olamazlar mı, diye soruyor. Nicholas Roerich, bu gizemli ziyaretçiler hakkında Moğollara danıştığında ona birçok ilginç hususlar açıklamışlardır. Yabancılar arada bir at sırtında geliyorlar ve ortalığı fazla meraklandırmamak için tüccar, sığırtmaç ve asker gibi giyiniyorlardı. Moğollara hediyeler de vermişlerdi, Uluslararası bir şöhrete sahip olan ve hem araştırmacı, hem de ressam olarak başarılı sayıları bir kişinin tanıklığı hafifçe geçiştirilemez. Andrew Tomas,bu kaşifle 1935 yılı seferinden sonra Şangay'da karşılaşma bahtiyarlığına ermiştir. Burada belirtmeliyiz ki, 1926'da Prof. Roerich ve heyetindeki üyeler, Karakurum Dağları'nın üzerinde parlak bir disk izlemişlerdir . Güneşli bir sabahleyin ve üç kuvvetli dürbünle objeyi net bir şekilde gözlediler. Sonra, bu oval araç aniden yönünü değiştirir. Kırkyıl önce Orta Asya'da ne uçak, ne de balon vardı. Bu,tarih öncesi bir koloniden gelen bir uçan araç mıydı? Roerich Heyeti, Karakurum Geçiti'nden geçerken yerli rehberlerden biri kendisine dağların içlerindeki gizli girişlerden ortaya çıkan uzun boylu, beyaz tenli adam ve kadınlardan bahsetmişti. Bunlar, meşalelerin ışığı altında karanIıkta gôrülmüşlerdi, Rehberlerden birinin söylediğine göre, bu gizemli dağ insanları gezginlere de yardım etmişlerdir. Tibet kaşifi Madam A. David-Neel, yazılarında Tibet'li bir şairden söz eder. Denildiğine göre bu şair, Çin'in Çinhai eyaletinin boş çölleri ile dağlarının bir yerinde bulunan ‘’Tanrı’ların yurdu»na ulaşan yolu bilmekteydi. Bir keresinde, Madam David-Neel'e, bu yerden mavi renkte bir yaz çiçeği getirmişti. Halbuki, Madam David Neel'in bulunduğu bölgede ısı -20 dereceydi ve Diehu nehri 180 cm.'ye kadar donmuştu. Kuzey Şamballa 1920"lerde bir Şangay gazetesinde, Dr. Lao-Tsin'in bir ütopya peşinden Orta Asya'ya yaptığı seyahat üzerine yazdığı bir makale yayımlandı. Doktor, James Hilton'un «Lost Horizon» ( Kaybolan Ufuk ) adlı romanının yayımlanmasından önceki bir tarihe rastlayan bu renkli hikayesinde, Nepal'li bir Yogi ile Tibet'in yaylalarına yaptığı tehlikeli geziyi' anlatır. İki gezgin, boş bir dağlık bölgede, keskin kuzey rüzgarlarından korunmuş ve çevresine nazaran daha ılıman bir iklime sahip, saklı bir vadi bulurlar. Dr. Lao-Tsin, «Şamballa Kulesinden ve merakını uyandıran laboratuvarlardan bahsediyordu. İki gezgin, vadide yaşayanların büyük bilimsel aşamalar yaptıklarını görmüşler, uzun mesafeler dahilinde yapılan olağandışı telepati deneylerini de seyretmişlerdir. Eğer, her şeyi açıklamamak üzere burada yaşayanlara verilmiş herhangi bir sözü olmasaydı, Çinli Doktor, vadide geçirdiği günler hakkında daha çok şeyler anlatabilirdi. Doğu'nun Kuzey Şamballa tradisyonuna göre, Orta Asya'da şimdi sadece tuz gölleri ile kumların bulunduğu yerde bir zamanlar muazzam bir deniz mevcuttu. Bu denizin, şimdi geriye dağlarından başka hiçbir şeyin kalmadığı bir adası vardı. O uzak devirde büyük bir olay meydana geldi: «Ateş'in Çocukları'nın, Venüs'ten gelen Alev Senyörlerı' nın Arabası, püsküren alevden dilleri ile göğü dolduran korlaşmış ateş kütlelerince çevrili olarak, ölçülemiyecek yüksekliklerden hızlı düşüşün görkemli kükreyişi ile göksel mekanların içinden yeryüzüne doğru parladı; Gobi Denizi' nin sinesinde gülümseyerek uzanan Beyaz Ada'nın (White Island) üzerinde asılı kalarak durdu.» Sibirya, Tunguska'da 1908'de yere çakıları kozmik uzay gemisi olayının zamanımızda yarattığı tartışmanın çerçevesi içinde bu Sanskrit metini ciddi olarak incelemeliyiz. Şamballa, Tibet ve Moğolistan folkloru ile şarkılarında, en yüksek dereceden bir realite biçimine dönüşene kadar yüceltilmiştir. Nicholas Roerich, Orta Asya'daki bir sefer gezisi sırasında, Şamballa'nın üç ileri sınır noktasından biri olarak kabul edilen beyaz bir sınır boyu mevkiine rastladı. Lamalık'ta Şamballa inancının ne kadar kuvvetli olduğunu göstermek için, Roerich'le konuşan Tibet'li bir rahibin sözlerini aktaralım .: «Şamballa halkı zaman zaman dünyaya çıkarlar. Şamballa'nın, dünya ortamında yaşayan ortakları ile buluşurlar, İnsanlığın iyiliği için dışarıya kıymetli hediyeler, harikulade emanetler gönderirler . Csoma dö Köros (1784-1842), Tibet'teki Budizm geleneklerini inceledikten sonra Şamballa ülkesini Siri Derya Nehri' nin ötesinde, 45 ile 50 derece kuzey paralelleri arasında yerleştirmiştir. Belçika, Antwerp' de yayımlanan bir on yedinci yüzyıl haritasının Şamballa ülkesini göstermesi dikkate değer bir husustur. Peder Stephen Cacella gibi Orta Asya'daki ilk Cizvit gezginleri, «Xembala» adında bilinmeyen bir bölgenin varlığını kayıtlarına geçirmişlerdir. Albay N.M. Prjevalsky ve Dr. A.H. Franke gibi kaşif" ler, çalışmalarında Şamballa'dan bahsederler. Eski bir Tibet kitabı olan «The Path to Shambhala'nın (Şamballa'ya Giden Yol) , Prof. Grünwedel'ce yapılan tercümesi ilginç bir dökümandır. Ancak,coğrafi işaretler sanki bir amaçla belirsiz hale getirilmişlerdir. Yerlerin ve manastırların eski ve yeni isimler ile onlar tamamen aşina olmayan birinin işine yaramazlar. Coğrafi işaretler iki nedenden ötürü karıştırılmış olabilir: Koloniler hakkında gerçekten bilgisi olanlar, Gözeteciler'in insanlık üzerine çalışmalarını engellememek için nerede olduklarını hiçbir zaman açıklamayacaklardır. Ayrıca, Doğu edebiyatı ve folklorunda bu yerlere yapılan atıflar, değişik bölgelerdeki topluluklardan bahsettikleri için bazen çelişkiye düşmüş gibi görünürler. Andrew Tomas, bu konuyu birçok yıllar inceledikten sonra bu bölümü Himalayalarda yazmıştır. Kendisine göre; «Şamballa» adı Gobi'deki Beyaz Ada 'yı, Asya ve diğer yer lerdeki saklı vadiler ile tünelleri ve daha birçok şeyi kapsar. Taoizm'in kurucusu Lao Tse ( İ.Ö. 6. yy) «batı tanrıçası> olan Hsi Wang Mu'nun yurdunu aramış ve bulmuştu. Taoist gelenek, tanrıçanın binlerce yıl önce bir ölümlü olduğunu doğrulamaktadır. Tanrıça, ‘’ilah’’ olduktan sonra, Kun Lun Dağları'nda inzivaya çekilir. Çinli rahipler, rehber, siz' gezginlere geçit vermeyen muhteşem güzellikteki bir vadinin mevcudiyeti üzerinde ısrar etmektedirler, Kun Lun Dağları'ndaki bu vadi, bir cinler topluluğuna hükmeden Hsi Wang Mu'nun yurdudur. Bunlar, dünyanın en büyük bilim, adamları olabilirler. Bu görüş açısından bakıldığında, Roerich Heyeti tarafından (Kun Lun Dağlara'nın bir uzantısı olan) Kara kurum Dağları üzerinde acaip bir uçan aracın görülmesi oldukça anlamlıdır. Bu acaip disk, «tanrılar»a ait bir uçak olabilir, ya da uzay hangarından gelmiş olabilir. Şimdiye kadar söylenenlerden anlaşılacağı gibi, gizli topluluklarda yaşayanlarla temas kurmanın zorluğu açıkça bellidir. Yine de bu karşılaşmalar kayda geçirilenlerden çok daha sık olagelmişlerdir. Kayıtların bulunmaması, bu eski kolonilerin ziyaretçilerinin, haklı nedenlerle, kaçınılmaz bir gizlilik yemini etmeye zorunlu bırakılmaları ile açıklanabilir. «Mahatma»lar, Kadim Bilim'in bekçileri ve Çağlar'ın Hazinesi'nin gözeticileri olduklarından değişiklik meraklıları, hazine avcıları, ya da şüpheliler tarafından rahatsız edilmek istemezler. Mahatmalar'ın, insanlığa yardım faaliyetlerinin kapsamını aydınlatıcı bir biçimde özetleyen mektuplarının birinden aktarma yapmak yerinde olacaktır : «Sayısız kuşaklarca üstadlar yalçın kayalardan oluşan bir mabed, devasa bir Sonsuz Düşünce Kulesi inşa etmişlerdir . Burada 'Titan' yaşamıştır ve daha gerekirse tek başına yaşayacak, buradan ancak her devrenin sonunda, kendisiyle birlikte çalışmak ve sırası geldiğinde boş inançlı insanları aydınlatmak için insanlığın seçkin kişilerini davet etmek üzere çıkacaktır.» Temmuz 1881'de Mahatma Koot Humi böyle yazmıştır. Bu bilinmeyen toplulukların kökeni zamanın gecesinde kaybolmuştur. Evrim yolundaki büyüklerimizin, «İyi Kanun»un takipçileri kişilerin Atlantis'ten göçlerini emretmiş olmaları çok muhtemeldir. Atlantis'in görkemli günlerinde ulaştığı tüm maddesel ve spiritüel aşamalar hala daha gizli kolonilerde muhafaza ediliyor olabilirler. Bu ufacık Cumhuriyet, Birleşmiş Milletler Organizasyonu'nda temsil edilmemesine rağmen, Dünya, gezegenindeki tek kalıcı devlet ve kayalar kadar eski biz bilimin bekçisi olabilir. Şüpheciler şunu unutmamalıdırlar ki Mahatmalar'ın Mesajları, belirli bazı hükümetlerin devlet arşivlerinde hala korunmaktadırlar. Rus folklorunda, içinde hakkaniyetin hükmettiği Kitezh yeraltı kentine dair bir efsane vardır. Çar hükümetince mahkum edilen İhtiyar İnançlılar (Old Believers) bu Vadedilmiş Ülke'yi aramışlardı, Gençler, «Nerede bulunacak?» diye :sorduklarında ihtiyarlar, «Batı yolunu izleyin»,diye karşılık verdiler, Tatar fatihi Batu Han, batıya doğru ilerleyişine Moğolistandan başlamıştı. Bu yön, ütopyanın Orta Asya'da bulunacağını belirtiyordu. Efsanenin diğer bir çeşitlemesinde de Rusya'daki Sveltloyar Gölü belirtiliyordu. Ancak, gölün dibi taranıp da birşey bulunamayınca bu iddianın aslı olmadığı anlaşıldı. Kitezh ,geleneğini Kuzey Şamballa geleneği ile birlikte ele almak gerekir. Aynı şeyi Belovodye Destanı için de söyleyebiliriz. Rus Coğrafya Derneği'nin 1903 yılı Dergisi'nde Korolenko'nun yazdığı, «Ural Kazakları'nın Belovodye Krallığı'ına Yaptıkları Yolculuk» adında bir makale vardır. Aynı şekilde, 1916' da Batı Sibirya Coğrafya Derneği de Belosliudov'un «Belovodye Tarihi'ne» başlıklı bir yazısını yayımladı. Bilimsel kuruluşlarca sunulan bu makalelerin her ikisi de oldukça ilginçtir. Rusya'daki «Staroveri» ya da İhtiyar İnançlılar arasında süregelen tuhaf bir tradisyondan bahsederler, Buna göre, ‘’Belovodye ya da Belogorye ‘’ Beyaz Sular'ın ve Beyaz Dağlar'ın ülkesi diye bir yerde dünyasal bir cennet mevcuttur. Şunu da unutmayalım ki Kuzey Şamballa, Beyaz Ada (White Island) üzerine kurulmuştu, Bu hayalet krallığın coğrafi konumu, ilk anda edinilen izlenimdeki kadar belirsiz olmayabilir. Orta Asya'da bazılarının kurumakta olduğu, beyaz bir tabaka ile kaplı birçok tuz gölü vardır. Chang Tang ile Kun Lun Dağları'nın tepeleride karla kaplıdır. Nicholas Roerich'in Altay Dağları'nda edindiği bilgiye göre, büyük göllerin ve yüksek dağların ötesinde bir «gizli vadi» mevcuttur. Birçok kişinin Belovodye'ye ulaşmak için çabalamasına rağmen, başaramadıklarından söz ediliyordu. Ancak, aradıklarını bulan bazı kişiler, kısa bir süre için orada kalmışlardı. On dokuzuncu yüzyılda, iki adam bu ütopyaya ulaştılar ve geçici olarak orada yaşadılar. Döndüklerinde, kaybolmuş koloni hakkında harikalardan bahsettiler ama «diğer harikalardan söz etmelerine izin verilmemişti.» Bu hikayenin, daha önce anlattığımız Dr. Lao-Tsin'inki ile birçok ortak noktası olduğu görülüyor. Roerich'in, bu toplulukların birinden manastırına dönmekte olan bir Lama hakkındaki hikayesinden, bu gizli Yerleşim merkezlerindekilerin bilime yönelik kişiler oldukları sonucunu çıkarabiliriz. Bu keşiş, dar bir yeraltı geçidinde kusursuz yetiştirilmiş bir koyunu taşımakta olan iki adama rastlar. Hayvan'ın gizli vadide uygulanan bilimsel üretme için kullanıldığı anlaşılmaktadır, Misyonerlerin, on dokuzuncu yüzyıldan kalan ve Çin imparatorlarının kritik zamanlarda akıl danışmak üzere ‘’dağlar'ın Cinlerine’’ (Genii of the Mountainss) temsilciler gönderdiklerini teyit eden nadide raporları Vatikan Arşivleri'nde korunmaktadır. Bu dökümanlar, Çinli diplomatların nereye gittiklerini belirtmeseler dahi, sadece Chang Tang; Kun Lun ya da Himalayalar'a gitmiş olabilirlerdi. Katolik misyonerlerin bu kayıtları (ve Monseigneur Delaplace'nin yazdığı «Annales de la Propagation de la FOİ»), Çinli bilgelerin Çin 'in geçit vermeyen bölgelerinde yaşayan İnsan üstü varlıklara inandıklarını gösterir. Kayıtlardaki tariflere göre «Çin'in Koruyucuları» ( Protectors of Chitıas) görünüşte insana benzerler ama fizyolojik olarak bizlerden farklıdırlar. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
nevermore Yanıtlama zamanı: Ocak 20, 2012 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Ocak 20, 2012 Kutsal Dağlar ve Kayıp Kentler Dünya üzerindeki birçok dağın ‘Tanrılar’ın vurdu oldukları düşünülür. Bu, bilhassa Hindistan için geçerlidir. Hindular, Nanda Devi, Kailas,Rançencanga ve diğer birçok yüksek tepenin ilahi anlam taşıdıklarına inanırlar. Onlara göre dağlar Tanrıların yaşam mekanlarıdır. Dahası, sadece tepeleri değil, dağların içlerilli de kutsal sayarlar. Şiva'nın tahtının Kailas(Kang Rimpoche) Dağı'nda olduğu söylenir. Ayrıca, Kançencanga üzerine Şiva'nın gökten indiği de kabul edilir. Tanrıça Lakshmi'nin ise, Şiva'nın aksine, bu tepeden cennete yükseldiğine inanılır. Bu efsanelerin analizi sonucunda kişi, insanların arasında tanrıların yaşadığı zamana ait geçmiş bir devirde, iki yönlü bir hava ya da uzay trafiğinin sürdürüldüğü izlenimine kapılıyor. Medeniyetin ilk ışıklarının ağarmasıyla birlikte, insanlığın vahşetten kurtulmasından bu yana iyilik sever, güçlü tanrılara karşı bir inanç belirdi. Dünyanın belirli bölgeleri ve göklerdeki yaşam yerleri bu uzaylı varlıklara atfedildi. Eski Yunanistan'da, Parmis ve Olimpas Dağları'nın bu tanrıların tahtları olduğu düşünülürdü, Mahabharata'ya göre, Asuralar göklerde yaşarken PauIomalar ve Kalakanjalar, uzayda yüzmekte olan altın kent Hiranyapura' da yerleşmişlerdi. Aynı zamanda, Asuralar'ın yeraltı sarayları da vardı. Uçan yaratıklar Nagalar ve Garudalar'ın da buna benzer yeraltı yaşam merkezleri mevcuttu. Acaba bu efsaneler, alegorik anlamda uzay platformları, kozmik uçuşlar ve dünyadaki uzay hangarlarından mı bahsediyorlar. Puranalar, Uzay Boyutları'nın Ataları (The Ancients of Space Dimensions) olan «Sanakadikalar»dan söz eder. Geçmiş zamanlarda uzay gezilerinin yapılmış olması ihtimalini kabul etmezsek bu varlıklar bir gizem olarak kalacaklardır. Astronomi olmadan yıldızlar arası ulaşım imkansız olduğuna göre, Atala'nın (yoksa Atlan mı?) idarecilerinden Maya'nın astronomiyi güneş tanrı'dan almış olduğunu belirten Surya Siddhanta, sanki bu bilgin kişinin, kozmik bir kökene bağlı olduğunu ima eder. Tanrılar; Yunanlı, Mısırlı ya da Hindli de olsalar, istisnasız olarak insana işe yarar bilgiler veren ve kritik anlarda onu uyaran velinimet olarak görünürler. Hint metinleri dünyanın merkezi olan Meru Dağı'ndan söz ederler. Bu dağ bir yandan Tibet'teki Kailes Dağı ile tanımlanırken, diğer yandan dünyadan 411,000 mil ya da 34,000 yojana yüksekliğe ulaştığı da söylenir. Yoksa, Kailas Dağı, Atlantis'in son afetle yok olmasından önceki tarihlerde dahi mevcut olan ve uzaya açılan bir geçit midir? Shasta Dağı ve Esrarengiz Kızılderililer Belirli dağlarda yaşamakta olan üstün varlıklara ait hikayeler çok yaygındır. Kuzey batı Pasifiğin Amerikan Kızılderili mitolojisinde Kaliforniya'daki Shasta Dağı önemli bir yer tutar. Efsanelerden biri, Tufan'dan söz etmektedir. Eski kahramanlardan Çakal'ın (Coyote) kendini kurtarmak için nasıl Shasta Dağı'nın tepesine kaçtığı anlatılır. Arkasından yükselen su, zirveye ulaşamaz. Çakal, kuru kalan tek yer olan tepede bir ateş yakar. Tufan yatışınca da afetten sağ çıkan birkaç kişiye ateşi getirir ve onların küıtürel kahramanı olur. Bu efsanelerde ayrıca, Uzay-Ruhları'nın Şefi'nin (Chief of the Sky-Spirits) ailesi ile birlikte Shasta Dağı üzerine indiği, eski zamanlardan bahsedilir. Dünyalı insanların, Uzaylılar'ın yaşam yerlerine yaptıkları ziyaretlerden söz edilmektedir. Shasta Dağı efsaneleri Büyük Tufan, astronotlar ya da havacıların dünyaya inişi ve dağın içinde yeraltı sığınaklarının tesisi gibi geçmişteki gerçek olaylara dayanıyor olabilir. Dahası, bu koloni hala daha yaşıyor olabilir. Bu varsayımı destekleyen kanıtlar mevcuttur. Geçen yüzyılın ortasında, Kaliforniya'da ki Altına Hücum günlerinden sonra, maden araştırıcıları, Shasta Dağı'nın üzerinde görülen gizemli parıltılardan söz ettiler. Bunlar bazen açık havada oluştuklarından. yıldırımla bir ilişkileri olamazdı. O zamanlar henüz ülkede elektrik bulunmadığından, bu parıltıların elektrikle açıklanması da düşünülemezdi. Daha yakın zamanlarda ise, Shasta Dağı üzerinde, arabaların ateşleme tertibatlarında, görünürde bir neden' olmadan ortaya çıkan arızaların söz konusu olduğunu görüyoruz. 1931'de Shasta Dağı'nda bir orman yangını çıktığı sırada gizemli bir sis belirmiş ve yangının yayılmasına engel olmuştu. Yangının yarattığı zararın sınır çizgisi yıllar boyunca izlenebildi. Merkezi bölge çevresinde tam bir eğri çiziyordu, 1932'de Los Angeles Times tarafından tuhaf bir makale yayınlandı. Yazarı Edward Lanser'in iddiasına göre, Shasta Dağı çevresinde yaşayanlarla yaptığı görüşmelerin sonucunda, dağın üzerinde yada içinde acaip bir topluluğun mevcut olduğunun yıllardır bilindiği gerçeği ortaya çıkmıştı. Hayalet kasabada yaşayanlar, kısa kesilmiş saçları ve alınlarını çevreleyen bantları ile beyaz tenIi, uzun boylu, asil görünüşte kimselerdi. Uzun, beyaz elbiseler giyinmişlerdi. Tüccarların dediğine göre, bu adamlar nadiren dükkanlarına gelirler, aldıklarının karşılığını her zaman malların değerini bol bol geçen altın külçeleri ile öderlerdi. Shastalılar, ormanda görüldüklerinde ya kaçarak ya da birden ortadan kaybolarak temas kurmaktan kaçınmışlardır. Dağın eteklerinde Shastalılara ait acaip sığırlar belitmiştir. Amerika'da bilinen hayvanların hiç birine benzemiyorlardı. Shasta Dağı bölgesinin üzerinde, rakete benzer hava gemilerinin gözlenmiş olması muammayı daha da arttırmaktadır. Bunlar kanatsız ve gürültüsüzdüler, Bazen, Pasifik Okyanusu'na dalarak gemi ya da denizaltı gibi denizde yollarına devam ete tikleri de oluyordu. Eski Kızılderili efsanelerinin bahsettiği gibi dağın göbeğinde, Uzaylılar'a ait bir sığınak var mıdır? Bunlar, gerçekten, tüm gezegeni kaplayan bir tufandan, uçan araçlarıyla mı kaçmışlardır? Buna benzer gizli toplulukların Meksika'da da bulunması muhtemeldir. Harold T. Wilkins «Mysteries of An Cient SOuth America» «Kadim Güney Amerika'nın Gizemİeri» adlı kitabında, Kızılderililer'le mal değiş tokuşu yapan, bilinmeyen bir Meksika halkından bahseder. Bunların, kaybolmuş bir Orman kentinden geldikleri sanılmaktadır. Roerich'in kayıtlarında, dağlardan gelip Sinkiang'da alış veriş yapan ve karşılığını eski altın paralarla ödeyen gizemli adam ve kadınların bahsi geçer. Kaliforniya, Meksika ve Türkistan, birbirinden oldukça uzak yerler, ama yine de acayip kişiler hakkındaki hikayelerin birçok ortak noktaları var gibi. L. Taylor Hansen, «He Walked the Americass (Amerika Kıtalarını Yürüyerek Geçti) adlı kitabında, yıllar önce özel uçaklarıyla Yukatan Cangılı üzerinde uçmakta olan Amerikalı bir çiftten söz eder. Yakıtları tükenince mecburen inişe geçerler. Cangılın içinde, havadan gözlenmeye karşı kamufle edilmiş gizli bir Maya kentine rastlarlar. Mayalar, kökeni hiç şüphesiz Atlantis'e dayanan saygı değer kültürlerini korumak üzere, dış dünyadan tamamiyle tecrit edilmiş bit halde, geçmişin ihtişamı içinde yaşamaktadırlar. Amerikalı çift, kentlerinin yerini açıklamıyacaklarına dair Mayalara söz verirler; uzun bir süre Yukatan'da kaldıktan sonra, Meksika'nın gizli halkının ahlaki ve entelektüel düzeyi üzerine oldukça övücü izlenimlerle birlikte Amerika Birleşik Devletleri'ne dönerler. Tanınmış Amerikalı arkeolog J. L. Stephens «Incidents of Travel in Central America, Chiapas and Yucatam (Orta Amerika, Çiapalar ve Yukatan Gezilerinden Olaylar) adlı kitabında, bir İspanyol rahibin 1838-9' da Cordillera Dağları'ndan gördüklerinin hikayesini aktarır: «Büyük bir kent geniş bir mekana yayılıyor, içindeki beyaz kuleler güneşte parıldıyordu. Geleneklere göre, beyaz tenli insanlar arasından bu kente ulaşan hiç olmadığı gibi, yerliler Maya diliyle konuşmakta, tüm topraklarının yabancıların eline geçtiğini bilmekte ve arazilerine girmeye kalkan beyaz adamları öldürmektedirler. Paraları, atları, sığırları, katırları ya da evcil hayvanları yoktur.» İspanyol işgalciler içlerinde muazzam hazine ve malzeme depolarının bulunduğu Cangılda saklı olan ileri sınır üslerine ait Aztek tradisyonunu kayıtlara geçirmişlerdir. İşgalciler Meksika'ya ayak bastıkları zaman, bu yedek üsler hakkındaki bilgi, hemen hemen tamamiyle unutulmuş bulunuyordu. Verrill'in Yazdığına göre «Bu kaybolmuş kentler' den herhangi bir tanesini keşfeden birinin bulunmaması bunların mevcut olmadığı ya da zamanımızda var olamayacakları anlamına gelmez.» Peru we Bolivya'nın Quecpua Kızılderilileri, And Dağları'nın içindeki yaygın bir yeraltı tünel şebekesinden bahsederler. İnka öncesi üstad inşaatçıların, mühendislik alanındaki olağandışı başarılarını düşünürsek, bu hikayeler gerçek olabilir. Albay P.H. Fawcett, Atlantis gerçeğini ispat edebileceğine inandığı kaybolmuş bir kent ararken hayatını feda etmişti. Güney Amerika'daki bu çeşit bir kentin yıkıntılarını gördüğünü söylüyordu. Bu geleneksel inançlardan bazıları, bizi, Atlantisliler'in ve hatta belki de daha önceki ırkların neslinden gelenlerin kolonilerine ulaştırabileceğinden kaybolmuş kentler, kutsal dağlar, saklı vadiler ve tünellere ait efsaneler hiçbir ön yargı olmadan incelenmelidirler. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Önerilen Mesajlar
Sohbete katıl
Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.