nevermore Oluşturma zamanı: Haziran 10, 2012 Paylaş Oluşturma zamanı: Haziran 10, 2012 İnsanın, "hayatın anlamı nedir, ben neyim?" sorusunu kendi kendine soracağı bir zaman vardır. Böyle bir araştırmaya girişen kişi, muhakkak tekrardoğuş gerçeği ile karşı karşıya gelecektir. Bu bilgidir ki, çağımızın maddeci anlayışına göre şartlanmış insanın görüş açısını genişletecektir. Ama her şeyden önce, kişinin içinde bulunduğu toplumun empozisyonlarının, telkinlerinin, rahatlatıcı ve atalete düşürücü şartlandırmalarının onda bir doygunluk yaratması gerekir. Yani, insan öyle bir noktaya gelebilir ki, içinde bulunduğu sistemin realitesi, bilgi, kalite ve seviyesi onu tatmin etmemeye başlar. Çünkü, madde temeline dayanan, maddeyi ruhla beraber ele almayan bir sistem, gerçek insanı, içsel insanı, insanın ruhî yönünü açıklayamaz ve insanı tatmin edemez. Oysa bütün evreni saran İlâhî bir tesir akışı, bir bilgi akışı içindeyiz ve bu akışın bizde meydana getirdiği uyandırıcı etkiler vardır. Maksatlı çabalar sonucu elde ettiğimiz liyakatimize göre aldığımız bu şuurlandırıcı kişiye realite atlatıcı tesirlerle, hâli hazırda sahip olduğumuz tekâmül araçlarının ya da bilgimizin daha kapsamlı olanını ararız. Bu noktadan itibaren, karşımıza birçok ipuçları çıkmaya başlar. Kendi- mizin dışında dönen muazzam bir sistemin varlığını hissetmeye başlarız. Bazı yasaların varlığını görürüz. Tekâmül ve onun bir süreci olan tekrardoğuş bilgisi ile karşılaşırız. Sonunda görürüz ki, bu yasaları gerçekten bilebilmek için, insanın elde ettiği bilgileri yaşamında uygulayarak, sürekli çaba harcayarak kendisini bilmesi gerekmektedir. Gerçek yaşam tatbikatlarına girmeden önce sağlam temellere oturmuş kavramlara sahip olmamız gerekir. Öyle ki, zihnimizde yer etmiş, yıllarca şartlanarak taşlaşmış, esnekliğini yitirmiş bazı kavramlarımızı, ya tamamen atmak ya da tadil etmek mecburiyetindeyiz. Hiç şüphesiz, her konuda olduğu gibi burda da tedriç yasası gereği, sa'bırla, yavaş yavaş ve yaşam dengemizi altüst etmeden tatbikat yapmak şarttır. Tekâmül etmek demek, sahip olduğumuz kavramların tekâmül etmesi demektir. Yani iş, önce zihnî seviyede ele alınmalı ve kavramlarımızı çeşitli yönleriyle irdeleyerek, onlara berraklık kazandırmalıyız. Tekrar doğuş olgusu da, pratik yönü ve yararları ile beraber etik yönüyle zihinlerde yerleşmelidir. Tekrardoğumun ahlâkî yönü, insanın kendi içinde uyum kurmasına yardımcı olacak niteliktedir. Dolayısiyle uyumlu insanlardan oluşan uyumlu toplumların meydana gelmesinde tekrardoğuş bilgisi önemli bir rol oynayacaktır. İlâhî Adalet Vardır Olayları bilgisizce değerlendiren bir insan, mükemmelen işleyen evren düzeninde adaletsizlik olduğunu iddia edecektir. Tek yönlü maddeci görüşün şartlandırması altındaki insan zaten başka türlü bir sonuca varamaz. Yeryüzü bir çeşitlilik yeridir. Her şey, herkes farklı farklıdır. Ve her an değişmektedir: Bazı insan fakir, bazısı zengindir; bazı insan güzel, bazısı çirkindir; bazı insan sağlıklı, bazısı hastalıklı ve güçsüzdür... İnsan, düşünen, yani mukayese edebilen bir varlıktır. Devamlı olarak bir şeyle diğerini karşılaştırarak sonuçlar çıkarır. Özellikle çağımızın, makine olduğu için nefsanî insanının mukayeselerinde, mihenk taşı, dairenin merkezi, referans noktası kendi egosudur. Bu nedenle devamlı olarak, "O neden güzel de ben çirkinim?", "O neden zengin de ben fakirim?", "O neden güçlü, kuvvetli de, ben çelimsiz ve hastalıklıyım?" şeklindeki soruları sorar ve tekâmül gibi, tekrardoğuş gibi konularda bilgisi olmadığı için şaşkınlık ve ümitsizlik içinde kalır, hatta isyan eder. Bu yüzden o, aradığı mutluluğu hiç bir zaman bulamaz. Durmadan şikâyet eder; insanı suçlar, toplumu suçlar, dahası Allah' ı suçlar. Bu bilgisiz insan kendine göre haklıdır. Öyle ya, başkaları ile aynı, hatta daha fazla çaba sarfettiği halde, çoğu kez başarısızlığa uğrayabilmektedir. Bazı insanlar aileden gelen zenginlikle refah içinde yaşarken, kendisinin iki yakası bir türlü biraraya gelmemektedir. Başkalarının yüzünden sıhhat fışkırırken, kendisi doğuştan sakattır. Bilgisiz olan bu insan düşünebildiğine göre. içinde bulunduğu zor durumun nedenlerini irdeleyecektir. Oysa, insanın içinde bulunduğu her türlü şart, kendi ihtiyacından dolayı kendisinden kaynaklanmıştır. Her şey büyük bir özenle hazırlanmıştır. İnsan, haketmediği şeylerle asla karşılaşamaz, bu evren düzenine aykırıdır. Bütün varlıklar İlâhî İrade Yasaları kapsamındadır ve bu yasaların adaletinden şüphe edilemez. Bu yaşamınızı zor şartlar altında sürdürüyor olabilirsiniz. Geçim zorluğu, hastalık ve türlü sıkıntılar, peşinizi bırakmıyor olabilir. Ama, nasıl bilebilirsiniz ki. önceki yaşamınızda refah içinde, sağlıklı bir hayat sürmediniz, ya da gelecek yaşamınızda rahat bir hayatınız olmayacak...Bilemezsiniz. Kaldı ki, para gibi, sağlık gibi, güzellik-çirkinlik gibi maddî değerler insana göredir, izafîdir, geçicidir. Bütün bunların varlığı ya da yokluğu, azlığı ya da çokluğu, tamamen insanın tekâmülüne hizmet için birer araçtır. Bunlar insan terbiyesi için gerekli oyuncaklardan başka bir şey değildir. Bu tekâmül araçları ile insanın tekâmül seviyesi arasında bir ilişki yoktur. İnsan, bu araçları iyi kullanabildiği kendini geliştirebildiği ölçüde, tekâmülde hız kazanır. O değerlere sahip olanlar kayrılmış,sahip olmayanlar ise, aşağılanmış değildir. Bu dünya nimetlerinin dağılımı, İlâhî İrade Yasaları gereği, şaşmaz bir adalet üzeredir. Çeşitli hayatlar boyunca, varlığın gelişimine hizmet etmek üzere bu maddî nimetlere değişik ölçülerde sahip olunur ve çeşitli olaylar yaşanır. Varlıklara, eşit şekilde, tekâmül etme fırsatı verilmiştir. Bu fırsat üzre, varlıklar tekrar tekrar doğarak kendilerini geliştirirler. Bundan daha büyük adalet olur mu? Bu bakımdan bir eşitsizlik ve adaletsizlik düşünülmemelidir, insan bedenindeki dar şuurumuzla, zaman ve mekânın üzerinde faaliyette bulunan ve İlâhî Murad'a hizmet eden varlıkların düzenlerindeki adaletten şüphe etmek, bilgisizliğin ta kendisidir. Görülüyor ki, tekrardoğuş bilgisi insanlara çok büyük ahlâkî bir sonuç vermektedir: İlâhî Adalet vardır...Öyleyse, hiç bir şeyden şikâyete hakkımız yoktur. Hakkımız ne ise. o önümüze konmuştur. Onunla yetinip, o sınırlar içinde bize verilmiş olan araçlardan maksimum yararı sağlamaya çalışmalıyız. Bu, atalete düşme şeklinde düşünülmemelidir. Hiç şüphesiz, maddî ve manevî kazançlarımızı genişletme çabası içinde olmaktan hiç bir zaman geri kalmayacağız. Yeter ki, elimizde kilerin ve elde etmek istediklerimizin, sadece birer tekâmül aracı olduğunu bilelim. Çünkü, maddî kazançların hepsi geçicidir. Eğer onları hayır üzere kullanmıyorsak, bizim için sadece taşınması gittikçe zorlaşan yük olurlar. Ama, eğer maddî değerleri egomuzu tatmin için toplamıyorsak, onlar çoğaldıkça bizi hafifleten bir nitelik kazanırlar. Varlığı ya da yokluğu bizi etkilemez. Bundan büyük içsel tatmin, gönül genişliği olabilir mi? Tekrardoğuş Kendimizle ve Bizim Dışımızdaki Eşya ve Varlıklarla İdantifiye Olmamamız Gerektiği Sonucunu Verir Şu aktüel hayatımızda sahip olduğumuz şahsiyet, öz varlığımızın bir tezahürü değildir. İnsan olarak taşıdığımız sıfatlar, çok çeşitli özellikler, aynı zamanda ruhumuza ait özellikler değildir. Öz varlığımız, kimbilir kaç kez, birbirinden çok farklı hatta birbirine zıt kimlikler altında, Dünya sahnesinde rol almıştır. Hırsla sarılıp benimsediğimiz rütbeler, çok sınırlı bîr zaman dilimi içinde kullanıp bilgi edinelim diye bize emanet edilmiştir. Çok geniş maddî imkânlara sahip olabilirsiniz, toplumun üst seviyesinde, elinizdeki güçlerle insanlar üzerinde çok etkin olabilirsiniz; ama, bunların hepsi, çok sınırlı bir zaman, süresi için size teslim edilmiş geçici Dünya oyuncaklarıdır. Onlar, insanın uyanmasına yardım edebilecek birer araçtırlar. O araçları kullanabilme marifeti, şuurun uyanıklığı ile paraleldir. Yani, onlarla olan nefsanî ilgimiz çözülmeye, yok olmaya başladıkça, şuurdaki paslar siliniyor demektir. Nefsanî bağların gevşemesi, yani yavaş yavaş uyanmak, ıstırap verici bir olaydır. Sanki etinizden et kopuyormuşçasına acı çekersiniz. Maddeye bağlılığımız, yani gurur, kıskançlık, alınganlık, menfî imajinasyon gibi hâllerimiz ne kadar yoğun ise, bütün bunlardan kurtulma, sıyrılma ya da kontrol altına alma çabamızda o kadar ıstırap çekeriz. Tekrardoğuş süreci ile maddî hayata dalarız ve bu hayat insanı öyle cezbeder ki, kaba seviyede verdiği ıstırapları bile seve seve kabulleniriz. Büyük bir hırsla, dünya maddesini toplama yarışına gireriz: En fazla benim param olsun, en çok ben hükmedeyim, en çok beni sevsinler, en büyük pay benim olsun, hep bana versinler ki. ben de vereyim.... Ama, bir noktadan sonra insan topladığı bu dünya yükünün, sırtında ne büyük bir ağırlık yaptığını anlamaya başlar. Tekrar tekrar doğuşlar, er veya geç insanı bu noktaya getirir. îşte, insan bu noktaya geldikten sonradır ki, kendisini uyandıracak çan seslerini duymaya başlamış demektir. İsrafil'in Sur'u üflemesi, budur. Ne var ki, elinden oyuncağı alman çocuk nasıl ağlarsa, menfî imajinasyondan, idantifikasyondan, bencillikten vazgeçip, makul vicdan tatbikatları yapma çabasını gösteren insan da için için ağlar. Çünkü, bu hayalî ve ruhun yapısında olmayan seraba, öyle bağlanmıştır ki, terketmesi gerektiğini bildiği hâlde, terk güç gelir. Ama, hiç şüphesiz ki, böyle yüksek seviyeli çabanın sonucu, o varlık bir aydınlığa çıkacaktır. Çünkü, doğadaki her yeni doğum ıstıraplı oluyor. --------- Tekrardoğuş Yasası, İnsan Varlığına, Tatbikat ve Çabanın Ne Denli Önem Taşıdığını Gösteren Büyük Bir Delildir Daha aydınlık bir şuur sahibi olan ruh varlığı, spatyomda iken, tekâmülü için ne yapması, nasıl yapması gerektiğini, oldukça açık bir şekilde bilebilir. Çünkü kaba maddî beden içinde değildir ve şuurunun daha büyük oranda tezahür edebildiği, daha süptil bir ortamdadır. Fakat, bu biliş onun tekâmülüne hizmet edemez, zira teorik tekâmül olamaz. Onun bütün bu bilgileri, bizzat tatbik edebilmesi gereklidir. Varlığın gelişme kaydedebilmesi için, muhakkak şuurlu çabalara girişmesi söz konusudur. Ne kadar maksatlı faaliyetler gösterir, maddenin mekanik cazibesine ne kadar dirençle karşı koyarsa, elde edeceği özümsenmiş bilgi de o ölçüde artar. Düşününüz ki, ruh varlığının tatbikat yapması için ne büyük organizasyonlar, ne geniş çalışmalar içerisindedir. Bütün bu muazzam işleyiş, varlıklara tatbikat fırsatı verebilmek içindir. O hâlde, tekrardoğuş yoluyla yaşam deneyimimizde uygulamanın ne büyük bir önem taşıdığı anlaşılmaktadır. İnsanın kırması gereken zincir, maddenin kendisinde meydana getirdiği atalet ve otomatizasyondur. Ruhsal tekâmüle hizmet etmeyen, nefsin aşırı tatminine yönelik çabadan söz etmiyoruz. Büyük çabalarla yerde çukur kazıp tekrar doldurmayı, tekrar kazıp tekrar doldurmayı ya da bir yığın toprağı, iki yer arasında gidip gelerek taşımayı da kastetmiyoruz. Bu tür mekanik çabanın ruhsal tekâmüle hiç bir katkısı olamaz. O hâlde, çabayı, maksatlı ve maksatsız olmak üzere iki kategoride düşünüp, maksatlı çaba göstermeyi yaşam gayesi haline getirmek gerekir. Günlük yaşantımızda hangi faaliyetlerimizin mekanik, hangilerinin şuurlu, faydalı ve maksatlı olduğunu müşahede etmek, kendimizi tanımamızda bize çok yararlı bir yöntem olabilir. Göreceğiz ki, hemen İle men bütün yaşantımız, dış tesirlerin güçlü etkileriyle büyük ölçüde otomatiktir. Her ne kadar bizim seviyemizdeki varlıklar için böyle bir mekanikliğe çeşitli oran ve yoğunluklarda tâbi olmak zarureti varsa da aynı zamanda bu mekanikliği mümkün olduğunca şuurlu hâle dönüştürecek çaba içinde bulunmamız, varlık sebebimizdir. Çaba ise ıstıraptır. Maddî ve psişik güçlerimizi, engelleri aşmak, otomatizmayı yenmek için harcamamızdır. Öyle ise, hayatın amacı mutluluk olamaz. Hayatın mutluluk içinde yaşanması, acı ve ıstıraplardan kaçılması gerektiğini savunup, bu düşünceyi insanlara empoze etmek isteyenler onlara en büyük kötülüğü yapmaktadırlar. Bu: "Siz uyuyun, hiç uyanmayın. Sıcacık yatağınızdan çıkıp da gerçeği niye göresiniz" demektir. Uyuyan insanın rahatlığı hiç kimsede yoktur. Maddesel, zihinsel ve duygusal rahatlık peşinde koşan insanın maksatlı çaba göstermesi onu uyandıracaktır. Tekrardoğuş Bilgisi, İnsanı Sorumluluk Sahibi Yapar. Çünkü, Ceza ve Mükâfat Yok, Bilgi ve Tatbikatı Vardır Ezel ve ebed dediğimiz belli iki nokta arasındaki hayatımız, aslında tektir. Ama, bu hayat sayısız hayatların oluşturduğu bir bütündür. Bu hayatımızın her anında karşılaştığımız hadiseler, mutluluk ve ıstıraplar İlâhî Adalet'in tam ve noksansız tecellisidir. Ebediyet yanında iki küçük çizgi arasındaki hayatımızı inceleyip sonuçlar çıkarmaya kalkarsak, geçmiş ve geleceği göz önüne almadığımızdan, büyük yanılgılara düşeriz. Bizim sonuçlarımız bize göredir ve onları genelleştirmek hakkına sahip değiliz. Bizlerin gerek bedenen, gerek manen katlandığımız ıstıraplar veya mutluluklar, ceza ya da mükâfat olsun diye tanzim edilmemiştir. Hepsi bügi edinmemiz ve tatbikat yapmamız içindir. Varlıklar bir evvelki hayatlarında ruhî meleke ve kabiliyetlerini geliştirme hususunda, tamamlamayı başaramadık-lan ve eksik bıraktıkları tecrübe ve görgülerini tamamlamak üzere yeniden Dünya'ya inmeden evvel, kendileri için bizzat ve bazı yardımlarla hazırladıkları imtihan ve eprövleri, yani denemeleri geçirmekte ve yaşamaktadırlar. Fakat, insanların Dünya'da geçirmekte oldukları bu denemelerin acı veya tatlı oluşuna bakarak bir evvelki hayatların niteliği hakkında hiç bir fikir edinemeyiz. İnsanlar bir ceza ya da mükâfat olsun diye tekrar Dünya'ya gelmezler. Amaç, Dünyevî şartlar bize göre nasıl olursa olsun, ruhun tekâmülüdür. Öyleyse, ceza ve mükâfat kavramlarım zihnimizden silmemiz gerekir. Ruhun ceza ve mükâfata ihtiyacı yoktur ki....O, maddeyi tanımak için her kılığa girer. Onun için esasında ceza korkusu ve ödüllendirilme arzusu yoktur. Bu yüksek anlayışı ruh bedeninde tezahür ettirmek için didinir. Her türlü korku ve mükâfat beklentisi, insanın hamlığının belirtileridir. Ama, maddî sistemlerimizin dayandığı teme! tamamen bu fikre dayanır ve sonuç ortadadır.... Bu bîr kaderdir, ama bu fikrin yenilmesi de kaderdir. Tekrardoğuş gerçeği insana sorumluluklarını hatırlatacak, ceza ve mükâfat seviyesinin üzerinde şuurlu yaşamayı öğretecektir. Tekrardoğuş bilgisi, insanların birbirlerinin tekâmüllerine engel olmayıp, buna karşılık hoşgörü ve yardımlaşma yoluyla onlara destek olmak gerektiğini öğretir. Her şeyden önce bilmemiz gereken husus, tekâmülün insanlarla ilişkiler, tesir alışverişleri sonucu ortaya çıktığıdır. R.İ.M. insanın tekâmülünde araç olarak gene insanı kullanmaktadır. O hfılde, "insan insanın kurdu" değil, insan insanın törpüleyicisi, gelişmesine yardımcı bir unsur olmaktadır. Çünkü, insanın tekâmülü toplum içinde gerçekleşir ve hepimiz aynı geminin içerisindeyiz. "Ben kendimi kurtarayım" dememiz mümkün olmuyor. Yani. her koyun kendi bacağından asılmamaktadtr. Öyle bir düzen içerisindeyiz ki, burada tekâmül el birliği ile mümkün olmaktadır. Kırk kulplu kazanın her bir kulbundan birimiz tutmak mecburiyetindeyiz. Tutmak gerektiğini bilmek de işe yaramıyor, bizzat o çabayı gösterip, tutup, ter dökmemiz icabediyor. İnsanın tekâmülü, olgunluğu için yığın yığın kitap okuması yetmiyor. Önemli olan husus, edindiğimiz bu teorik bilgilerin tatbik sahasına konmasıyla edindiğimiz kuvvetli izlenimlerdir. Sevgi, merhamet, hoşgörü, vicdan gibi konulan sözel olarak gayet iyi bir şekilde ifade edebiliriz; ama onları rahatlık- la tatbik edebiliyor muyuz? Hatta zorlanarak, gerektiği için değil. Esasen, da- ha ileri seviyede sözünü ettiğimiz bu kavramlar, davranışlarımızdan yüksek bir otomatizma tarzında yansımalıdır; zorlanmadan, korkmadan... Muhtelif yenidendoğuşlar süresince insanlar kendilerini bilme, şuurlanma ve karşısındakini kendi gibi bilme talimleri yaparlar. O hâlde günlük yaşantımızda, her fırsatta bu bilgiyi tatbik edebilme uyanıklığı içerisinde bulunmamız gerekmektedir. İnsanın gelişmesi, başkalarının gelişmesine yardımcı olmakla hız kazanır. Burada hoşgörünün ve diğerkâmca davranmanın önemi ortaya çıkmaktadır. Karşımızdaki insan da bizim gibi tekâmül amacıyla Dünya'ya inmiş ve farkına varmadan bu işle meşguldür. Evet, uyumaktadır, kendini bilmemektedir ama, şuursuzca tekâmül etme savaşı vermektedir. Çünkü, bu itilim onun ruhunda vardır. Kendini bilen insan, uyumakta olan insan kardeşini hoşgörü ile karşılar; ama gerektiği yerde selâmeti için onu sarsar da. Çünkü, rahata alışmış olan uyuyan insan, yüzüne su serpmek, üzerinden yorganı çekmek, dürtmekle belki uyanabilir. Ama, önce uyku ihtiyacını doyurması gerekir. Uyumakta ve henüz uyanmakta olan insana hoşgörü ile davranmak gerekir. Çünkü o, doğru ve yanlışı henüz ayırabilecek hâlde değildir, çok çeşidi şartlandırmalarını, telkinlerin ve bağlılıkların etkisi altındadır. Yeni yeni uyanmakta olan insan ise, zihnî karışıklıklar içerisindedir. Her iki hâlde de birbirimize hoşgörülü davranmamız gerekir. Hoşgörü, yapılan her hatayı görmezlikten gelmek değildir, hoşgörü, ard arda yapılan hataları müdahale etmeden izlemek değildir. Ama, hissî realitenin biraz üst seviyesinde olan samimî insanın düşe kalka ilerlemesini saygıyla izlemek, gerektiğinde koluna girmektir. Görüyoruz ki, ruhun bilgi edinmesi için muazzam bir organizasyon, faaliyet halindedir. Varlığın ihtiyacına göre bedenler hazırlanmakta, kâinatlar tanzim edilmekte ve bütün bu sistemler her an kontrol altında tutulmaktadır. Tekrar tekrar doğmak suretiyle varlık, Görüp Gözeticiler'in himayesinde evrensel öğrenimini sürdürmektedir. Bu işin organizatörleri işlerinde öyle ustalar ki, küme küme tekâmül etmekte olan varlıkların tekâmül plânları, birbirlerini engellemediği gibi, tam tersine, birbirlerine destek olmaktadır. Tekâmülü düzenleyen R.İ.M.'in büyüklüğü karşısında ancak şükrederiz. Tekrardoğuş yasasının insana ilham ettiği en yüce ahlâkî sonuç, "Rab’be kulluk görevini yerine getirebilme arzusunun duyulması", olmak gerekir. İlâhî Murad'ın tatbikinde görevi olan Rabbimiz, ne büyük bir bilgiyle bizleri yetiştirmeye çalışıyor. Amaç, İnsanın kendini bilmesi'dir. ( Kader, Karma ve Tekrardoğuş - E.Konyalıoğlu, C.Aksoylu ) Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Önerilen Mesajlar
Sohbete katıl
Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.