nevermore Oluşturma zamanı: Haziran 10, 2012 Paylaş Oluşturma zamanı: Haziran 10, 2012 Yaşam boyunca gösterdiğimiz bütün davranışların, sadece o yaşama ait izlenimlerden kaynaklandığını söyleyemeyiz. Bu, kısmen doğru olabilir ama, büyük bir yüzdeyle, davranışlarımızı etkileyen derin sebepler önceki yaşamlarımızda aranmalıdır. Bütün arzularımızın kaynağı bu yaşamımız değildir.Şuuraltımıza yerleştirilmiş, astral bedenimize sinmiş, büyük ölçüde geçmiş yaşamlarımızdan yararlanılarak hazırlanan hayat plânımız bizi, farkına bile varmadığımız şekilde etkiler. Şuuruna varmadan, âdeta otomatikman yaptığımız davranışlar kesin olarak vardır. Hatta şuurlu arzularımız dahi, temelde geçmiş yaşamların izlerini taşır. Regresyon (ekminezi) çalışmaları, bu gerçeği artık tartışılmayacak şekilde ortaya koymuştur.FobilerFobiler, bazı şeyler ve olaylar karşısında duyulan ve görünürde hiç bir sebebe dayanmayan, içten gelen korkulardır. Fobiler çok çeşitlidir. Örneğin, bazı kişiler kalabalıktan korkar. Bazıları ise kapalı yerlerden korkarlar ve yalnız başlarına bir odada kalamazlar. Bazıları kadınlardan korkarlar, bunlar bir kadınla yalnız kalmaktan, ona yaklaşmaktan korkarlar. Bazı kimseler de, kan görmeye dayanamazlar, kan akışı veya kan birikintisi karşısında, sebebini bilmedikleri bir korkuya kapılırlar. Yüksekten korkanlar...vb. gibi, daha birçok fobiler mevcuttur. Bunların bir kısmı. Dünya'da görebildiğimiz marazı sebeplere bağlıdır. Fakat birçokları da hiç bir sebebe bağlanamaz ve tamamiyle ruhî bir olay olarak kalır. Halbuki defalarca belirttiğimiz gibi, kâinatta maddî hadiselerden soyutlanmış hiç bir ruhî hâl söz konusu olamaz. Her şey ruh ve madde ilişkisinden doğmuştur. Bundan dolayı, eğer birtakım fobilerin, bu Dünya'da birtakım maddî sebepleri bulunamıyorsa, onları başka hayatların arasında aramaktan korkmamalıdır. Aksi takdirde, bu da bir fobi olur. Şimdi, konumuzu biraz genişletebilmek için. demiryolundan korkan bir kişiyi ele alalım. Bu kimse, hayatında hiç tren kazası geçirmemiş ve fecî bir tren kazasına şahit olmamışsa, ondaki bu korkuyu neye dayandırabiliriz?- Bu fobiyi, söz konusu kişinin ecdadından birinin tren kazası geçirmesi ile kazanılmış ve torunlara genetik olarak intikal etmiş bir miras olarak düşünebilir miyiz? Bu tarzdaki izah şüphesiz pek zoraki olur ve bizi birçok yerde yarı yolda bırakarak, karşımıza çözümü güç yeni sorunlar çıkarır. Bildiğimiz gibi, veraset birçok şeylerin izahına yardım eder fakat, her şeyin değil.- Başka bir izah tarzı da revaçtadır; bütün fobiler bir hastalık arazıdır. Bundan dolayı, marazı bir haldir. Her şeyden evvel iki tür fobiyi birbirinden ayırmak gerekir. Bunlardan biri moral fobiler, diğeri de fizyopatolojik fobilerdir. Bunlar ayrı ayrı sebeplere bağlı, ayrı ayrı şeylerdir. Aslında moral sebeplerden ileri gelmeyip, fizyolojik kökenli korkular için fobi tabirini kullanmak doğru olmaz. Bunlar, dış etkenler nedeniyle meydana gelmiş, ıstıraplı veya hoş olmayan duygulardır. Buradaki sebepler bellidir ve tamamen bedenin marazî durumuyla açıklanabilir. Meselâ, fotofobi (bir göz hastalığı geçirmekten dolayı ışıktan korkma), hidrofobi (kuduz hastasının sudan korkması) gibi türler bunlara örnek teşkil edebilir. Biz fobilerden söz ederken bunlardan değil, gerçek moral fobilerden bahsediyoruz. - Başka bir izah tarzı da düşünülebilir: İnsan, düşünmek ve eski bilgilerini kullanabilmek için, az çok kendi içine dalmak zorundadır. Yani, ruhun, etrafındaki maddelerle az çok maddî ilişkilerini keserek, dikkatini kendi içindeki genel bilgisine çevirmesi, daha serbest bir şuur hâline geçmesi gerekir. İşte ancak böyle bir şuur hali içine girildiğinde, fobilerin izahı tatminkâr bir hâle gelebilir. Ve o zaman tekrardoğuş konusu da bu izahı destekleyici bilgileri hazırlar. Şimdi, demir yolundan korkan kişi örneğini ele alırsak, bu zat geçmiş hayatında bir tren kazası geçirmiş veya bir yakını bu tür bir kaza geçirmiş olabilir. Bundan dolayı bu hayatında, geçmiş hayatının izlenimi bir fobi olarak tezahür edebilir. Nitekim günümüzde ekminezi olayı ile kişi geçmiş hayatına götürülerek, oradaki korkusu açığa çıkarılmakta ve büyük bir olasılıkla fobisinden kurtulması temin edilmektedir.Dejavüler ve Kendiliğinden Hatırlamalar Önce psikolojide dejavü tanımını yapalım: Bir algı yoluyla önceden duymuş olduğumuz bir duyguyu tekrar duymamıza dejavü denilir. Bazen hafıza karışıklığı ve hafıza kaybı ile görmüşlük aldanmalarında da dejavü hadiseleri olabilir. Ruhçuluk anlayışına göre ise, bir kimsenin değişik bir mekân ve ruh hâli içine girerek, hem şimdiki, hem de geçmiş zamanı bir arada yaşayarak gösterdiği ruh hâllerine dejavü denir.Örneğin, geçmiş bir hayatta yaşanılmış bir yerin, bu yaşamda, görülür görülmez çok kuvvetli olarak hatırlanması, ayrıntılı olarak tarif edilmesi, ayrıca o devrin ruhsal hâline dönülmesi tarzında ortaya çıkar. Dolayısıyla tekrardoğuş için çok kuvvetli bir kanıt oluşturur. Sayısı bilinemeyecek kadar çok dejavü örneği vardır: Eski bir Romen ailesine mensup bir Romen artisti, harp sırasında Londra'da idi ve askerdi. Bir gün askeri bir bölgede bir manevra esnasında, at üzerinde bir tepeyi görünce, sanki orayı evvelce hatırlıyormuş hissine kapıldı. Ve o civarı tarif etmeye başladı. Yanındaki yüzbaşı bundan büyük bir hayrete düştü ve buraları daha önce görüp görmediğini sordu. Romen asker, buralara hayatında asla gelmemiş olduğunu söyledi. Bundan başka, yalnızca bu tepeyi değil, tepenin arkasındaki henüz görünmeyen yerleri de tarif etti. Arka plânda, söz konusu bölgede, bir dağın bulunduğunu ve küçük bir ormanla çevrilmiş olduğunu söyledikten sonra, onun etrafındaki araziyi karış, karış tarif etti. Buralarda doğmuş olan yüzbaşı, her yeri çok iyi biliyordu ve Romen askerin tarifi tamamen doğru idi. Nihayet bu hadise unutuldu. Aradan zaman geçti. Bir sene kadar sonra orada bir hafriyat yapıldı. Bu hafriyat neticesinde taştan bir âbide meydana çıktı. Bu taş, Romen'lerin Büyük Britanya'yı işgal ettikleri zamana aitti ve üzerinde orada ölenlerin isimleri yazılı idi. Daha sonra aynı olayın şahidi yüzbaşının gördüğü çok enteresandı. Taşta, Romen askerin ecdadından birinin ismi yazılı idi. Yalnızca bir isim benzerliği olması endişesi ile durum araştırıldığında, ismin gerçekten Romen askerin ecdadına ait olduğu saptandı. Şimdi, bu yerleri iyi bilen bu Romen askerin, zamanında o taşa ismi yazılmış olan zat olabileceğini düşünmekten bizi alıkoyacak sebep ne olabilir? Hafızanın, klâsik psikolojideki anlamı ile modern ruhçulukdaki anlamı arasında büyük fark vardı. Daha doğrusu psikoloji, ruhun bu muazzam melekesini çok eksik tanıtmıştır. Hafıza, zamanla tamamen unutulmaya mahkûm bir olayın, yarım yamalak beyinde saklanması değildir. Gerçekte hafıza, ruhun içinde yaşadığı bütün olayları, en ince ayrıntısına kadar bir daha kaybetmemek üzere, kendisinde ebediyen muhafaza etmesine yarayan bir melekedir. Ruhta yerleşmiş hiç bir hadisenin kaybolmadığını evvelce belirtmiştik. Tekâmül ile alâkası olan ve ruhun kazançları arasına girmiş bulunan hiç bir bilginin, hiç bir melekenin kaybolmadığını kabul ettiğimize göre, bunların bazı şartlar altında hatırlanmasının da tabiî olacağını düşünmek mümkündür. Aslında ortaya konmuş birçok gözlemler, deneysel araştırma neticeleri bunun böyle olduğunu bize göstermektedir. Beyin baskısı altında olan hatırlamaların, böyle bir baskı olmadan meydana gelen hatırlamalardan çok büyük farkı vardır. Birincisinde, daha ziyade geçmiş hadiseleri düşünerek bulma yolu hakimdir. Ve buradaki imajlar cansızdır. Örneğin, bundan iki yıl evvel, filân yerde falan kimseye rastlamıştım dediğim zaman, düşüncemin ürünü olan fikirlerle karışık imajlar, sanki başka 102 birine aitmiş gibi bana yabancı ve az çok müphem olarak gelir. Bunlar o anda benim için reel kıymetten yoksun birer masal gibidirler ve ben artık o hadiselerin içinde yaşamakta olmam. Halbuki öyle birtakım hatırlamalar vardır ki, onlar bundan farklı ve daha ilerde olan bir hadisedir. Bu tür bir hatırlama sırasında insan, az çok derece farkı ile şu an yaşadığı hayatını unutur veya hiç olmazsa, maziye ait anılarını şu anki hayatında yaşadığı hadiselere verdiği kıymetleri vererek yaşar. İşte, hatırlama hâli bu kadar ileriye gidebildiği zaman, geçmiş hayatların araştırılmasında yararlı bir tetkik mevzuu olur. Şimdi vereceğimiz örneği, tekrardoğuş meselesini kabul etmediğimiz sürece açıklamamız mümkün değildir. Krolberia'da 45 yaşında Ramshadhon isimli bir zat vardı. Bu kişinin karısı Manmohini, 12 sene evvel koleradan ölmüştü. Daha sonra bu kadının teyzesi bir kız çocuk dünyaya getirmişti. Çocuk biraz büyüyünce, ziyaret maksadıyla Krolberia'ya gittiler. Fakat, bu ziyaret beklenmedik birtakım hadiselere yol açtı. Evvela, çocuk Ramshadhon'un evini görünce, bu evin kendi kocasına ait olduğunu iddia etti. Evin içini, girmeden, doğru olarak tarif ediyordu, t çeri girdiler. Çocuk, orada bulunanlar arasında yaşlı bir kadına selâm verdi yi "işte bu benim görümcemdi" dedi. Yine orada bulunan gençlerden bazılarım göstererek, onların kendi çocukları olduğunu iddia etti.Biraz sonra Ramshadhon ile karşılaşınca, "İşte benim kocam bu idi" diye iddia etti. Bununla da kalmayıp, adamın kendisi ile evlenmesini teklif etti, yoksa intihar edeceğini söyledi. Ramshadhon, önce kızın söylediklerini şüpheyle karşıladı ve doğru söyleyip söylemediğini ispat etmesini istedi. Bunun üzerine küçük kız şunları söyledi. "Elbisemde dikili duran 6 rupiyi ben ölürken siz oradan almıştınız. ölüm döşeğinde yatarken, büyük oğlumdan biraz para ve süs eşyası istemiş olduğumu da hatırlarsınız.. Duvarın üzerine kırmızı bir vazo bırakmıştım. İçinde birkaç kurdele ile iki saç iğnesi vardır. Bütün bunlar, duvarın üzerinde ve bir bavul içindedir." Uzun zamandan beri bakılmamış ve ihmâl edilmiş olan bu yer araştırıldı ve toz toprak içinde kalmış olan eşyalar, aynen çocuğun söylediği gibi meydana çıkarıldı. Kız şu soruyu sordu: "Sandıkta benim bir elbisem vardı, o duruyor mu? "Gerçekten elbise orada duruyordu ve iki yerinden delinmişti. Kız buna itiraz etti ve bu elbisede yalnız bir delik bulunması lâzımgeldiğini söyledi. Aslında bu da doğru idi. Fakat, kadının ölümünden sonra elbiseyi görümcesi giymiş ve onu başka bir yerinden delmişti. Kız, çocuklarının ve eski hayatında tanıdıklarının bazılarının isimlerini söylemeye başladı. Kendisine bir kadını gösterdiler, "Bu kim?" diye sordular. Kız hemen o kadına hitabederek, "Bir gün siz açlıktan ölecek durumdaydınız, benden biraz yemek istemiştiniz, ben de size biraz pirinç vermiştim. Ondan sonra baña küçük anne diye hitap etmeye başladınız. Şimdi beni hatırladınız mı?"( Kader, Karma ve Tekrardoğuş - E.Konyalıoğlu, C.Aksoylu ) Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
laurancexbtm Yanıtlama zamanı: Temmuz 23, 2012 Paylaş Yanıtlama zamanı: Temmuz 23, 2012 Aksi takdirde, bu da bir fobi olur.http://www.unitu.info/iinn.gif Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Önerilen Mesajlar
Sohbete katıl
Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.