Jump to content

Enerji alanları


boggyhillocks

Önerilen Mesajlar

Bedeni saran sinir sisteminde akmakta olan biyo-elektrik enerji gibi yeryüzünün altından da gezegeni enlemesi ve boylamasına geçen, nedeni şu an için tam olarak bilinmese bile dünyanın iç dinamiğiyle ilgili olduğu düşünülen, etkisi tamamen kanıtlanmış olan seyyal enerji damarları (elektrik akımları) bulunmaktadır. Bu enerji çizgileri de akupunktur noktalarında olduğu gibi belli bölgelerde kesişerek daha güçlü enerji noktaları oluşturmakta, dolayısıyla bu enerji de düzenli ya da düzensiz davranış biçimlerine göre pozitif ve negatif (kara) radyasyon akımları olarak adlandırılmaktadır. Buna, Çinliler “ejderha”, Keltliler “peri” İngilizler “Ley hatları” adını verirken çeşitli kültürler, varlığını tespit ettikleri bu şeyi farklı isimlerle anmaktadırlar.

 

Şimdi bunu biraz daha irdelemeye çalışalım: Bir üstte belirttiğimiz üzere, bu enerji hatları birbirlerini kestiği noktalarda çok daha büyük enerji alanları meydana getirmekle birlikte, bu alanlar çeşitli biçimlerde uzaya doğru yayınlanmakta, astrolojik tesirlerle de yayınlar artış göstermektedir. Pozitif akımların yanında negatif olarak adlandırdığımız enerji alanları ise, tıpkı vücudumuzda akmakta olan biyo-enerjinin kesintiye uğrayıp düzensiz bir durumda bulunması gibi, negatif hatlar da enerji akışının çok zayıfladığı, bloke olduğu ve bu yüzden düzensiz davranışlar sergilediği bölgelerdir. Bu düzensizliğin giderilmesinin yolu olarak tıpkı akupunktur iğnelerinin yaptığı gibi bu bölgelere çeşitli kazıklar, yuvarlak ya da dikili taşlar yerleştirilerek enerji akışı tekrar sağlanmakta yani pozitif hale dönüştürülmekte ve sonucunda da bu enerjinin toprak üstüne, uzaya daha rahat yayınlanması sağlanmaktadır. Keza, geçmişte ilkel olarak düşündüğümüz atalarımızın şamanlar, kâhinler, dinsel önderler...vb tarafından tespit edilen bu yerlere çeşitli taş yapıların, bloklarının yerleştirilmesi de tesadüfi değildir. Aynı şekilde tapınakların, yaşam yerlerinin pozitif bölgelere inşa edildiği de artık bilinmektedir.

 

Doğada gördükleri nesnelerin ruhları ya da öte âlem ve varlıklarıyla ilişki kurdukları bu sayede de çeşitli mesajlarla bazı olağanüstü haller gösterdikleri söylenen şamanların, kâhinlerin, dinsel rehberlerin... tespit ettikleri bu bölgelerde çeşitli yan faktörlerle birlikte transa girip ayin yapmalarının nedeni, söz konusu pozitif enerji alanlarının beynin açılımı doğrultusunda (istikametinde) faaliyetlerini artırmasının, bu boyutlara geçişi sağlayan faktör olmasıdır.

 

Bazı kişiler, bu enerji düğüm noktaları üzerine konulan taşlara, taş yapılara dokunduklarında baş dönmesinin meydana geldiğini, hatta bazı radyetesistlerin ya da hassas kişilerin belli zaman aralıklarında bu taş yapılara girdiklerinde, değişen manyetik alanlar dolayısıyla çeşitli duygusal yanılgılar, halisünasyonlar, garip sesler, titreme, ürperti, heyecan...vb fiziksel şeyler hissettikleri de tespit edilmiştir. Radyetesistler ley hatlarının, yer altı suyunun, gömülmüş metallerin ya da madenlerin sebep olduğu lokal (E-M) alanları ellerindeki çatal şekilli uzun çubuklarla tespit eden hassas kişilerdir. Bunu algılamalarının sistemini şöyle açıklayabiliriz: Nasıl ki bedenden çeşitli frekanslarda (E-M) dalgalar yayımlanıyorsa aynı şekilde vücut bir anten gibi çeşitli dalgaları absorbe ederek sinir sistemi vasıtasıyla bu enerjinin beyne ulaşmasını sağlamaktadır. Bununla birlikte statik (durgun) Elektrik ve Manyetik alan değişimleri de bedende aynı etkileri meydana getirmektedir. Bu nedenle, ister statik isterse hareketli (E-M) alan değişimleri bu kişilerin kollarındaki sinir sistemlerinde (dolayısıyla beyninde) mevcut olan biyo-elektrik hareketliliğini etkileyerek kollarının ileri-geri, aşağı-yukarı doğru sarsılmasını, sallanmasını meydana getirmekte, sonuçta o şeyin algılanmasını sağlamaktadır. Öyle ki, Fransız Fizikçi Prof. Rochard tarafından yapılan laboratuar deneylerinde radyetesistlerin birkaç saniyede 1 gaussun 20-30 binde birlik değişimi algılayabildikleri ispatlanmıştır. Aynı şekilde, yine beyinleri hassas olan kişiler tarafından hasta vücuduna dokunulmaksızın bedendeki biyo-elektrik hareketleri eller vasıtasıyla algılanarak o kişinin sahip olduğu hastalıklar tespit edilebilmekte daha önce de belirttiğimiz gibi, şifacı tarafından uygulanan (E-M) alanlar vasıtasıyla da hastanın organ üzerindeki düzensiz elektrik faaliyetleri düzeltilebilmekte, dolayısıyla hastalık ortadan kaldırılabilmektedir.

 

Vücudun enerjiyi absorbe edip beyinde değerlendirdikten sonra tekrar dışa yayın yapma özelliğini çok üst düzeyde kullanan Hz. İsa (a.s) da Lazar’ı diriltme esnasında bedenini bir anten gibi kullanmak için bir kolunu göğe doğru, diğer kolunu da gergin bir vaziyette Lazar’a doğru uzatmıştı. Çünkü bu şekilde evrenin her yerinde mevcut olan anlam yüklü sonsuz enerji dalgalarından (Radyal Enerjiden) ilgili olanları yukarıda tuttuğu kol vasıtasıyla alarak bunu beyinde düzenledikten sonra diğer eliyle bu enerjiyi Lazar’a odaklamış, böylece onun üç boyutlu hologramik enerji yapısını bir hamur gibi yeniden yapılandırarak onu tekrar canlandırmış, diriltmiştir. Benzer biçimde Hz Muhammed (sav) de beddua ederken avuç işleri yere bakacak şekilde tutarak yerden aldığı enerjiyi aynı sistem ve beyin vasıtasıyla ilgili olayları meydana getirecek şekilde yayınlamıştır (odaklamıştır).

 

Tekrar konumuza dönersek; bununla ilgili bir başka deneyde de radyetesi uzmanı Bill Louis, Londra Emperial Kolejden Dr. Eduardo Balonovski ve ünlü bilim adamı Fizik ve Matematik Profesörü John Taylor’la birlikte güney Galler’de bir nehir kenarında bulunan 4 metrelik tarih öncesi bir taşı incelediklerinde Bill, bu taştan zamanla değişen bir manyetik alanın varlığını hissetmeye başlar. Bill’ in akabinde Taylor ve Balanovski, bu taşı Gauss-metre (manyetik ölçerle) ölçtüklerinde bu alanın İngiltere’ ye ait olan 0,47 gaussluk değerinin üzerinde olduğunu, ayrıca bu enerjinin spiral biçimde uzaya doğru yayıldığını tespit etmişlerdir. Ley hatları üzerine konulan taşların tesadüfi olarak belli hizalarda ve mesafelerde konumlandırıldığını düşünen bazı matematikçiler de iddialarını bilgisayar yardımıyla kanıtlamak için yaptıkları araştırmaların sonuçları karşısında büsbütün şok geçirmişlerdi. Çünkü, matematiksel olarak da bu taşların tesadüfi yerleştirilemeyeceği net olarak görülmüştü. Aynı şekilde 1900’ lü yılların başında Greenwich Rasathanesi müdürü Sir Norman Lockyer ile 30’lu yıllarda Oxford Üniversitesi Mühendislik Bölümünden Prof. Alexandre Thom da çok geniş çaplı araştırmalarda bu taşların ley hatları boyunca tesadüfi olarak yerleştirilmediğini kanıtlamışlardır. 80’ li yılların başında Arkeoloji Enstitüsünde araştırmacı olan inorganik kimyacı Dr. Don Robbins de taşlardan kurulu dairesel yapıların çeşitli (E-M) enerji yayımladıklarını bilimsel olarak tespit etmiştir. Dr. Robinson’ un keşfettiği, sadece bununla sınırlı değildi. Bunun yanında bu taşlardan gece ve gündüzün eşit olduğu Mart ve Eylül gün dönümlerinde çok daha yüksek frekanslı dalga yayınımı olduğunu, topraktaki radyoaktivite oranının daire dışında olana oranla çok çok düşük bulunduğunu ve bu taş yapıdaki enerjinin uzaydan gelerek dünyaya kadar inen kozmik ışınları (1) durdurup koruyucu bir kalkan gibi hep bu dairenin dışında tuttuğunu da belirlemiştir.

alıntıdır..

--------------------

Belli aralıklarla dizilmiş olan taş yapıların ya da dikili taşların bulunduğu bölgelerde yaşayanlar (ikamet edenler) ile bu bölgelerden geçen bazı insanlarda bir takım halüsinasyonlar görme, psişik yeteneklerinin ortaya çıkması, pisikokinetik fenomenlerinin görülmesinin yanında ışık toplarının, çeşitli renkler saçan parlak ışık kürelerinin (disklerin) yani Ufo’ların görüldüğü de bilinmektedir. Gerçekten de Ufo raporları incelendiğinde, bu fenomenlerin çok büyük sıklıkla bu hatlar boyunca görülmesi, birçoklarını dünya dışı uzaylı varlıkların bu enerji hatlarından yararlandıkları şeklinde bir yoruma götürmüştür. Oysa gerçekte bu alanların beyinde vehim gücünü artırması ve cinlerin de bu artan vehim gücü dolayısıyla beyni çeşitli yönlerde çok daha rahat irrite etmesi, bu türden çeşitli metafiziksel fenomenler ile vizyon-algı tipi olayların oluşumuna neden olmuş ve olmaktadır. Benzer olayların dünyanın çeşitli yerlerinde düzenli ya da düzensiz fark etmez, çok güçlü (E-M) alanlar üzerinden geçen pilotlar tarafından da deneyimlendikleri bir sır değildir.Örnek olarak; üzerinde uçtukları yerin gerçekte buzulla kaplı olmasına karşın, geçmiş dönemlerindeki haliyle uçsuz bucaksız yemyeşil orman arazileri ve içlerinde de eski çağlara ait soyu tükenmiş hayvanların bulunduğunu, okyanus üzerinde olmalarına karşın, ormanlarla kaplı kara parçası üzerinde uçtuklarını algılamaları, herhangi bir yerleşim bölgesinden geçerken o yerin onlarca yıl önceki halini görmelerini...vb verebiliriz. Ayrıca, bu fenomenleri deneyimleyenlerin ne görüp yaşadıklarını bilecek kadar askeri ve sivil havacılığın gözbebeği olan deneyimli pilotlar olduğunu ve bu gördükleri şeylerin o anda radarlarla izlenip konuşmalarının kaydedildiğini ve bu esnada araçtaki pusulaların da ani ve hızlı değişim gösterdiğini de belirtmekte yarar var (Bermuda Şeytan Üçgeni, dünya üzerinde tespit edilmiş manyetik alan düzensizliğinin en yoğun olduğu on iki bölgeden biridir). Ancak, yukarıda belirttiğimiz nedenlerden ötürü bunlar, kara ve denizde de yaşanılan benzerlerindeki gibi gerçekte bir zaman kayması sonucu algılanan şeyler değildir. Geçmişe ait olan görüntülerin tamamiyle doğru olarak tespit edilmesinin sistemi ise, Cinlerin yapıları dolayısıyla geçmişe ait bütün bilgilere sahip olmalarından kaynaklanmaktadır. Bu bilgilere geçmişe ait tüm oluşların (E-M) dalga olarak atmosfer içinde kayıtlı olduğu Akaşaları okuyarak vakıf olmaktadırlar. Cinlerin geleceğe ait olan bilgileri öğrenme oranlarının %5-10’ u geçmemesi ve insanlara geleceğe dönük yaşattıkları halisünasyonların da hiçbir zaman öğrenemeyeceğimiz geniş zaman dilimlerini içermesi, haliyle gerçeği yansıtmamaktadır.

Negatif ley hatları insanlarda duygusal karışıklığa, negatif düşünce bozukluğuna, sıkıntı, bunalma, o yerden uzaklaşma isteğine yol açtığı gibi, ciddi fiziksel, ölümcül hastalıklara ve hatta kansere bile sebep olmaktadır. Pozitif ley hatları ise bir önce bahsettiklerimizin tam tersini oluşturmakta, mesela daha önce büyümeyen ağaçlar, bitkiler... güçlenip hızlı bir şekilde olgunlaşmakta hayvanlar ise çok daha sağlıklı ve hızlı üremektedirler. Dolayısıyla, eğer pozitif radyasyon alanında ev ve işyeri kurulmuşsa yaşam huzurlu, verimli ve bereketli olurken, negatif durumda ise hastalıklar, sıkıntı, işlerin ters gitmesi... gibi etkiler oluşur. Bununla birlikte nedenine bir sonraki konuda değineceğimiz, çok sert ve güçlü pozitif (E-M) enerjilerin bulunduğu bölgelerde de despotizm, savaşlar, gerilimler, çatışmalar, kargaşalar... ve bu nedenden kaynaklanan açlık, sefalet de görülebilmektedir.

Bölgesel güçlü enerji alanlarının sebebi ise, ley hatlarının yanı sıra, nasıl ki çekirdekteki genel akıntılar dünyanın küresel manyetik alanını (Van Allen kuşağını) oluşturuyorsa daha küçük çaplı çeşitli lokal girdaplar ve akıntı hareketleri de yerel aşırı manyetik alanların oluşmasını sağlar. Bunun yanında, toprak altındaki su hareketlerinin, manyetik özelliğe sahip demir, nikel, kobalt... gibi maden yataklarının ve o bölge ya da yakın çevresinde bulunan fay hareketlenmelerinin yol açtığı toprak sürtünmelerinden kaynaklanan elektriklenme de yine bu yerel, bölgesel statik (durgun) ya da periyodik hareketli (osilasyonik) (E-M) alanların oluşumunu meydana getiren faktörlerdir.

Bu konuda araştırmacı Phill Collahan, geliştirdiği bir alet yardımıyla jeo-manyetizmanın neden olduğu manyetik alanları topraktan aldığı numuneleri ölçerek neden bazı bölgelerdeki gerilimin ve savaşların çok aşırı olduğu sorusuna Belfast, Bosna ve Orta Doğu’dan aldığı örnekleri, başka bölgelerden aldıklarıyla kıyaslayarak cevaplandırdı, yani güçlü manyetik alanlar... Dolayısıyla, Jeo-manyetik alanlar bir gün çevrim ya da daha farklı sebeplerden ötürü başka bölgelere kaydığı zaman, manyetik kaos o yerlere de sıçrayarak bu bölgelerde de çeşitli sosyal kaosların ortaya çıkmasına neden olacaktır. Peygamberlerin çoğunun Orta Doğu’da ortaya çıkması ve belli dağlara çıkmaları da oldukça düşündürücüdür. Yine bu konuyla ilgili olarak; adamın biri Hz. Muhammed (sav)’ e gelerek malca zengin, çoluk çocuk sahibi ve huzurlu iken yeni almış olduğu evde yaşamaya başladıktan çok kısa bir süre sonra işlerin ters gittiğini, mallarının ve sayılarının azaldığını, huzurunun (neşesinin) kalmadığını bildirerek yardım ister. Resulullah da evi kötü addederek hemen orayı terk etmesini ve başka yere yerleşmesini söyler. Adam da hemen denileni yapar ve bu olumsuz gidişten hemen kurtulur. İşin gerçeği ise elbette ki, Hz Muhammed (sav)’in de bilmesine rağmen, o dönemde bahsedemeyeceği ley hatlarıdır. Yoksa işin iç yüzünü bilmeyenlerin düşündüğü gibi, bazı nesnelerin ya da evlerin... kendisinden kaynaklanan uğursuzluk (lanet) benzeri tanımlamalarla bir ilgisi yoktur (çünkü uğursuzluk, lanet diye bir kavramın varlığı söz konusu değildir).

Bizim direkt algılayamadığımız ses, koku ve çeşitli frekanslardaki enerji dalgalarını algılayabilen hayvanların da ley hatlarından yayılan radyasyonların kendileri için ne kadar faydalı olduğunu tespit edebildikleri ve yaşamlarını bu akım kanallarına göre yönlendirdikleri bilinmektedir. Bu sebepten evinizde bir kedi besliyorsanız, kediniz evinizin neresinde daha fazla kalıyorsa, yatıyor-uyuyorsa oraları sizin de mesken tutmanız, oralarda oturmanız, yatmanız her zaman sizin açınızdan da faydalı olacaktır. Bununla ilgili olarak, Resulullah Medine’ ye geldiğinde herkes ona kendi evini açar, açtıkları yerin kendisinin olmasını teklif ederler, buna karşın, Hz Muhammed (sav) bunu kabul etmeyerek yer seçim işini devesine bırakır. Deve ise, serbest bırakılır bırakılmaz belli bir mesafe gittikten sonra bir sahabenin evinde durur. Ve Resulullah orada kalmaya karar verir. Herkes bu olayı normal olarak, sosyolojik açıdan Hz Muhammed (sav)’ in kimseyi kırıp gücendirmemek için yaptığını düşünür. Oysa işin gerçeği, pozitif enerji titreşimlerini en iyi algılayabilen hayvanların başında gelen devenin o bölgede en yüksek pozitif akımını bulması için bırakılmış olmasıdır.

 

 

 

----------------------------------------

LEY HATLARI

 

 

 

Ley Hatları - William Bloom, Marko Pogacnik

 

Jeolojik somut Dünya�nın, hayli elektriksel ve ince bir elektro manyetik özün (yüksek frekanslı enerji hali) yalnızca bir formundan (düşük frekanslı enerji hali) ibaret olduğunun farkına varmadan, yeryüzünün yüzeyini saran enerji ağını anlayıp kavramak mümkün değildir. İnsan vücudu nasıl içsel, devingen ve çok boyutlu bir benliğin gözle görünür olmasını sağlayan bir araçsa, jeolojik yeryüzü de aynı işi görmektedir ancak bu daha ince, devingen ve daha elektriksel bir iç ruhun sunum aracıdır.

Ley hatları, yeryüzünün jeolojik yapısının devingen fiziksel ilkesi olan enerji matrisini oluşturur. Ley hatları, yeryüzü ruhunun büyülü bedeninin temel yapısıdır. Daha iyi anlamak için yeryüzünü yoğun bir fiziksel varlıktan çok, iç içe geçmiş elektrik enerjisi hatlarından oluşan, enerji ağlarıyla örülü bir küre olarak düşünmek yararlı olabilir.

Bu hatların uzunluğu sekiz kilometreden yaklaşık üç bin kilometreye kadar değişebilmektedir; genelde düz olmalarına karşın uzun mesafelerde hafifçe dalgalanabilirler; genişlik ve enerji şiddetinde de farklılık gösterirler. Hatların bir kesiti alındığında, hattın kum saati biçiminde olduğu ve en dar kısmının yeryüzünün yüzeyiyle kesiştiği noktada ortaya çıktığı görülür. Ley hattı yeryüzünün hem altında hem de üstünde uzanmaktadır.

Ley, bir çift girdabın içsel oluşumuna sahiptir. Bu iki yönlü girdap yeryüzüne enerji verir ve aynı anda enerjinin özel bir niteliğini de ley hattından atmosfere yansır. Çift girdaba gönderilen enerji farklı yoğunluklardadır; bir kısmı duygu, mantık, ruh ve bunun gibi insana özgü niteliklere karşılık gelir. Aslında bu girdap olgusu, yeryüzü ruhunun insan biçiminde ortaya çıkma arzusunun bir göstergesidir. Yeryüzü ruhunun özü ya da şuuru, insanlarda doğrudan ortaya çıktığında mutluluk hissi uyandıran oldukça yüksek frekanslı bir enerji halinde varlığını belli eder. Leylerin girdap benzeri yapısındaki devingenlik, yeryüzünün kendi biçimini korumak için kullandığı gücün, diğer bir deyişle, hedef veya arzunun bir sonucudur.

Ley hattının içerdiği çift girdabın aynı zamanda enerjinin özel bir niteliğini de yansıttığını söylemiştik. Peki Ley niye bir çift girdaba sahiptir ve bu özel nitelik nedir? Bu iki soruyu yanıtlamak için yeryüzü ruhunun, hayli yoğun bir fiziksel yaşam biçimini almasındaki hedefi kavramak gerekir. Elbette ki bu hedef, insan biçimine girmedeki amaç ile benzerlikler taşımaktadır. Yeryüzü ruhunun hedefi, zaman ve titreşimsel deneyim aracılığıyla yeryüzünü meydana getiren enerji alanlarına yeni bir enerji niteliği dağıtmaktır. İnsanoğlu, enerjinin bu yeni niteliğiyle �koşulsuz sevgi� olarak iki sözcükle özetlenebilecek bir biçimde tanışır.

Aslında insan deneyiminde koşulsuz sevgi adını verdiğimiz şey, gezegensel bir ruh ya da insana özgü çok boyutlu bir benlik veya ruh aracılığıyla yaşam ve yaşam gücü olarak bildiğimiz şeylerin ortaya çıkmasını sağlayan evrensel bir ilkedir. Koşulsuz sevginin insan biçimini alırken sahip olduğu güç, yokluğu durumunda yaşamın kendisinin de; gelişim, değişim, ahenk ve hareketin de var olamayacağı devingen ve evrensel bir ateştir.

Yeryüzü ruhunun yaşam gücü ley hatları ve ley merkezleri aracılığıyla yansır. Ley ağlarından yansıyan bu yaşam gücü olmasaydı mineral, bitki, hayvan veya insan gibi farklı doğal oluşumların hiçbirinde gelişme gerçekleşemezdi. Birtakım Doğu öğretilerinde bu güce fohat ya da prana adı verilmektedir. Yeryüzünün, ley ağı sayesinde yansıyan yaşam gücü, aynı pranik alanın parçaları olmaları nedeniyle güneşinkiyle de sıkı sıkıya bağlıdır. Bu nedenle güneş, yeryüzünün ley ağı ve yeryüzündeki doğal oluşumların hepsinin sahip olduğu sağlık ya da yaşam gücü arasında eşi görülmemiş yakın bir ilişki vardır. Tarih boyunca insanların içgüdüsel, sezgisel ya da şuurlu bir biçimde yeryüzünün ley ağına ilgi göstermiş olmalarının nedeni de budur. Böylelikle insanlar gerek fiziksel gerekse ruhsal sağlıklarını korumanın yanında, kendilerini çevreleyen doğal oluşumların gelişimini de sürdürmeyi ve zenginleştirmeyi başarmışlardır. Bu arada yeryüzü ile aralarındaki ilişkiyi de tanıma fırsatı bulmuşlardır.

Ley ağını tam anlamıyla kavramak için göz önüne alınması gereken iki büyük etken daha vardır.

Her şeyden önce yeryüzü, kendisinden yayılan enerji ve etkinlik ile aynı oranda enerjiye sahip tek tip ve durağan bir enerji küresi değildir. Farklı etkinlik düzeyleri ile farklı enerji duyarlılık ve yayılım merkezlerine sahiptir.

İkincisi, yeryüzü ve güneş sistemi çok daha büyük bir galaksinin ve evrensel sistemin parçalarıdır ve bu sistem içerisinde yeryüzünün varlığı ve gelişimi için hayati önem taşıyan sıkı ve duyarlı enerji ilişkileri yer alır.

Dolayısıyla ley ağı sadece insan biçimindeki yeryüzü ruhunun enerjisini taşımakla kalmaz, aynı zamanda yeryüzünün ve üzerinde yaşayanların gelişimi için gerekli olan galaksiye ait diğer güçlerin de alıcılığı ve dağıtımı görevini üstlenir. Galaksiye ait bu güçlerin en bilinenleri burçlar kuşağındaki takımyıldızlar ve güneş sisteminin diğer gezegenleriyle özdeşleşenlerdir; daha az bilinen ancak aynı oranda önem taşıyan bir diğeri de Pleiades, Büyük Ayı ve Sirius gibi yıldızlarla olan ilişkilerdir. Ancak gelen bu enerjilere duyarlılık ve tepki gösterenin yalnızca ley ağı olmadığını da eklemek gerekir; hem tekil hem çoğul yaşam biçimleri ve özellikle de insan yaşamı gelen bu enerjilere karşı aynı şekilde duyarlı ve tepkilidir.

Görüldüğü gibi ley ağı mineral, bitki, hayvan ve insan gibi oluşumların sahip olduğu güçle ortak çalışır. Her bitkinin ya da her hayvanın sahip olduğu enerji de dolayısıyla hem yeryüzündeki bitkiler aleminin ya da insanlar aleminin tümünün, hem de bir bütün olarak yeryüzünün genel enerji sisteminde yer alır. Dolayısıyla parçalar ve bütün arasında hayati ve devingen bir bağımlılık vardır; bu bağımlılık koşulsuz sevgi adını verdiğimiz bu yeni enerji niteliğini taşıyan yeryüzü ruhunun, sistemin tümü aracılığıyla insan biçimini almasıyla kendini belli eder. Bu karşılıklı bağımlılık aynı zamanda galaksiyi ve evreni de birleştirir.

 

The New Age, An Anthology of Essential Writings adlı kitaptan çeviren: Sema Özçallı

--------------------

LEY HATLARI VE LEY ENERJİSİ

Sadece Ezoterizm’de dile getirilen bu enerji merkezleri ile artık

bilimsel çevreler de yakından ilgilenmeye başladı. Batı dünyasında

Ley Hatları’na ilişkin gündeme gelen en son konu, kutsal coğrafik

merkezlerle (kozmik tesirlerin biriktiği ve yansıtıldığı yerler)

ilgili bilinmeyenlere ışık tuttu.

 

Batı dünyasının Ley Hatları adını verdiği akışkan özellikli enerji kanallarıyla yeryüzünün örülmüş

olduğu artık kesin olarak biliniyor. “Dünya enerjisi”, “Telürik

Enerji” veya “Küresel Biyoenerji” gibi isimler de alan bu hatlar,

yerkürenin manyetik gücünden farklı olarak, dünyayı yerküre

üzerindeki belirli doğrusal çizgilerle dolaştığı varsayılan bir

enerji türüdür. Bu terim ilk kez 1925 yılında bu hatları “yeniden”

keşfeden İngiliz araştırmacı Alfred Watkins tarafından kullanıldı.

Bu enerjinin canlı ve cansız maddeler üzerinde fiziksel etkiler

meydana getirdiği istatistiksel verilerden elde edilebilmiştir.

İnsan zihni üzerindeki etkileri çok yoğun olan bu enerjinin

özellikle psişik enerjiyle etkileşim içinde olduğu, hatta psişik

çalışmalarda başarıyı artırıcı bir fonksiyonu meydana getirdiği

ileri sürülüyor. Mitolojilerde geçen kutsal ırmaklar, aslında bu ley

hatlarını yani yerküre “çakraları”nın haritasını ifade ediyor. Bu

haritayı çok iyi bilen ve bu enerjiden psişik ve fiziksel

faaliyetlerde yararlanabilen Mu ve Atlantis halkları da,

kıtalarından göç etmek zorunda kaldıklarında rastgele yerlere değil,

bu enerjinin yoğun olduğu bölgelere göç ettiler. Bu bölgeler

şunlardı;

 

1.Orta Asya. Özellikle Tibet, Gobi ve Doğu Türkistan arasında kalan

bölge

2.Mısır

3.Yucatan

4.Arjantin’in kuzey bölgesi

5.Anadolu

 

Mısır ve Tibet gibi eski uygarlıklar bu ley hatlarını biliyor ve bu

yerlerde, özellikle de kesişme noktalarında mabetlerini inşa

ediyorlardı.

 

Eski Hint Ezoterizm’ine göre dünyamızda da insan bedenindeki gibi 7

enerji giriş ve dağılış noktaları mevcut. Bunlar ley hatlarının

kesişme noktaları. Bunların tamamı henüz tam kapasite ile çalışmıyor

bu bilgilere göre. İşte tam kapasite ile çalışma gerçekleştiğinde

beklenen uyanış meydana gelecek ve “Altın Çağ” başlayacak. Bu

mitolojilerde ve toplum geleneklerinde de sembolik olarak dile

getirilmiştir.

 

Bir zamanlar Spiritüel Coğrafya’nın en uygun olduğu bölge Mısır’da

idi. Bu enerji sırasıyla Delfe, İsa Peygamber’in doğacağı yer olan

Kudüs ve Kabe’nin bulunduğu Mekke’ye kaymıştır. Son üç dinin

gelişinden sonra bu merkez, tekrar yer değiştirdi ve bunun haricinde

irili ufaklı merkezler ortaya çıktı. Hint’te Meru Dağı, Tibet’te

Himalayalar’ın güney eteklerindeki noktalar, Delf’te Onfolos Dağı,

Musa Peygamber’in Sina Dağı, Muhammed Peygamber’in Hira Dağı, İsa

Peygamber’in Zeytinlik Dağı, Çanakkale’deki Troya kentinin bulunduğu

tepe, Bursa’da Uludağ, yedi tepeli İstanbul'un belirli bölgesi bu

kutsal coğrafyanın noktalarına denk gelen merkezlerdi. Hangisinin

hala işler olduğu hakkında kesin bir bilgi mevcut değil.

 

Ergun Candan

Türkler’in Kültür Kökenleri

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...