Jump to content

Frederico Garcia Lorca Şiirleri


cherar

Önerilen Mesajlar

AĞIZ-KASİDE

 

Kapadım balkonumu

duymak istemiyorum ağıtı

ama yalnız ağıt var

gri duvarlar ardında

 

Çok az melek var şarkı söyleyen

çok az köpek var havlayan

bin keman bir avuca sığıyor;

Ama ağıt koskoca bir köpek,

ağıt koskoca bir melek,

ağıt koskoca bir keman,

gözyaşı ağzını tıkıyor rüzgarın

duyulmaz başka bir şey

ağıttan.

 

AKŞAMIN NİNNİSİ

 

Ninni söylüyor akşam,

portakallara.

 

Kız kardeşim şarkı söylüyor:

Dünya bir portakaldır.

 

Ay ağlıyarak diyor:

Bir portakal olmak istiyorum.

 

Olamaz kızım,

pembeleşsen de.

 

Olamaz dönsen bile

küçücük bir limona.

Yazık!

 

SERÜVEN DÜŞKÜNÜ BİR SALYANGOZUN BAŞINA GELENLER

 

Bir çocuksu tatlılık

almış sakin sabahı

Ağaçlar da geriyor

toprağa kollarını.

Bir titrek buğu

örtüyor ekinleri,

ve örümcekler geriyor

ipekten yollarını,

-sarıyor yol izleri

göğün parlak camını-

Kavaklı yolda

bir pınar durmuş şarkıya

şarkısı otların arasında.

Ve patikanın sakin

efendisi salyangoz

saf ve kendi halinde

çevresini süzmede.

 

Değerbilir ve

yiğit kıldı onu

doğallık içindeki bu ilahi sessizlik,

unutup dertlerini

bir gün babaocağının

istedi görmek

sonunu patikanın.

 

Yola revan olur menzile doğru

ısırganlı, sarmaşıklı

bir ormanda.Derken yaşlı mı yaşlı

iki dişi kurbağaya rastgelir;

hanımlar güneşlenmektedir

ortalık yerde

sıkıntılı, hastalıklı.

 

Şu yeni şarkılar da...

diye biri homurdanmakta,

bi şeye benzemezler.

Boş geç hepsini, der

yaralı ve handiyse körleşmiş

öbür kurbağa doğrulayıp berikini:

Ben gençken sanırdım ki,

eninde sonunda Tanrı

duyacak şarkımızı

ve eriyecek yüreği.

Ya benim görmüş geçirmişliğim,

öyle ya bunca yaşadım ben,

inancım sarsıldı bir kere,

şarkı söylemiyorum nice...

 

Kurbağalar sızlanıp

dileniyorlardı bir sadakacık

otları yara yara

burnu havada geçen

bir kurbağa gençten

 

Gölgeli orman önünde

bizim ürkek salyangoz,

haykırmak ister, nafile.

Kurbağalarsa iki adım ötede...

 

 

Bu bir kelebek mi?

der handiyse kör olanı..

İki boynuzcuğu var,

diye yanıtlar öbürü.

Salyangoz bu.Nerden,

a salyangoz, hangi diyardan?

 

Evden geliyorum, ama

çabucak dönsem iyi.

İşte sana ödlek bir böcek,

diye tıslar kör kurbağa.

Hiç şarkı söylemez misin sen?

Söylemem der salyangoz.Ya dua?

Hiç mi hiç öğrenmedim.

İnanmaz mısın sonsuz yaşama peki?

O da nedir ki?

 

O, en duru

suda yaşamaktır hep,

yakınında çiçeklenmiş kıyının

ve bol yemli bir otlağın

Ben küçükken, zavallı

ninem demişti bir gün,

ölünce gidermişim

en yüksek dallardaki

en körpe yapraklara.

 

Ne zındıkmış şu ninen de.

İşin aslını bizlerden dinle.

İnanacaksın doğruluğuna,

der kurbağa kızarak.

 

Yolu görmek niye?

diye inler salyangoz.Evet inanıyorum

vaaz ettiğiniz o sonsuz yaşama...

Kurbağalar,

pek dalgın, çekilirler,

salyangoz da yiter gider

ormanda ürkek ürkek,

 

Dilenci kurbağalar

put gibi kalalalırlar.

İçlerinden biri sorar:

İnanır mısın sen sonsuz yaşama?

Ben...hayır der üzgün üzgün

yaralı ve kör kurbağa.

 

Niçin attık ortaya bu lafı, hı,

salyangoza inandırmacasına?

Çünkü... Ne bileyim, niçin,

der kurbağa.

Kıvanç doluyum

duydukları inançla

seslenirken çocuklarım

ark içinden tanrı'ya...

 

Geri döner

zavallı salyangoz.Yolda

efil efil bir sessizlik

fışkırır kavaklardan.

Bir de bakar sokulmakta

bir öbek kırmızı karınca.

Giderler karışık kuruşuk

sürükleyerek aralarında

duyargaları kopuk

başka bir karıncayı.

Salyangoz haykırır:

Karıncalarım, az durun,

nedir bu ettiğiniz

kendi yoldaşınıza?

Olanı deyiverin bana,

Sen, anlat bakayım, küçük.

 

Ahı gitmiş vahı kalmış karınca

başlar üzgün üzgün:

Yıldızları gördüm ben.

Yıldızlar da neymiş? der

karıncalar usulca.

 

Salyangoz da düşünceli,

sorar: Ne yıldızları?

Evet, der karınca tekrardan,

gördüm yıldızları.

Tırmandım da en yüksek

ağaca karanlıkta

Gördüm binlerce gözü

şu kararan dünyamda.

Salyangoz sorar;

Anladım da, ne yıldızları?

Onları söylüyorum, başımızın üstünde

taşıdığımız ışıkları.

Biz görmeyiz ama,

der karıncalar devamla...

Bense bir otları görürüm sereserpe,

der salyangoz da.

 

Duyargalar sallayıp

çağrışır karıncalar:

Öldüreceğiz seni,

tenbelsin, baştan çıkmışsın sen,

görevin çalışmakken,

 

Yıldızları gördüm ben,

der yaralı karınca.

Salyangoz kestirip atar:

Bırakın şunu gitsin,

işinize bakın siz.

baksanıza şimdiden

çıktı çıkıyor canı.

 

Derken bir arı geçer

yumuşacık havadan.

Can çekişen karınca

dem alır sonsuz akşamdan.

Götürmeğe geliyor

beni bir yıldıza, der.

 

Görünce üldüğünü,

kaçışır öbürleri.

 

İçini çeke çeke

karmakarışık zihinle

alır başını gider salyangoz;

dert olmuştur içine

sonsuzluk meselesi.

Yok, diye sızlanır, bu yoldan nihayeti

Yıldızlara varılır m'ola

buralardan kalkınca.

Ne desem, bu yavaşlık belası

engel olur varmama.

Boş şimdi düşünmek bunları.

 

Her şey sis içindeydi,

ölgün güneş ve bulut.

Çağırırdı kliseye

uzak çanlar herkesi.

Ve patikanın bilge

efendisi salyangoz,

kafası karmakarışık, dinelmiş

seyrederdi çevreyi.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Kıvanç doluyum

duydukları inançla

seslenirken çocuklarım

ark içinden tanrı'ya

 

tenbelsin, baştan çıkmışsın sen,

görevin çalışmakken,

 

 

 

Can çekişen karınca

dem alır sonsuz akşamdan

 

dert olmuştur içine

sonsuzluk meselesi.

Yok, diye sızlanır, bu yoldan nihayeti

Yıldızlara varılır m'ola

buralardan kalkınca.

Ne desem, bu yavaşlık belası

engel olur varmama.

Boş şimdi düşünmek bunları

 

güzel..cok tşk ler

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Federico Garcia Lorca'ya Yanık Şiir / Pablo Neruda

 

Issız bir evde,

Korkudan ağlayabilseydim;

Gözlerimi çıkarabilsem de,

Yiyebilseydim;

Senin sesin için yapardım

Bunları,

Yaşlı portakal ağacı sesin;

Senin şiirin için yapardım

Bunları,

Çığlık çığlığa fışkıran şiirin.

Baksana,

Maviye boyuyorlar hastaneleri,

Senin için;

Kıyıdaki kenar mahalleleri

Ve okullar,

Senin için büyüyorlar;

Tüy salıyorlar,

Yaralı melekler;

Pullar örtünüyor,

Düğün balıkları;

Deniz kestaneleri,

Göğe uçuyorlar;

Siyah tülleriyle terzi dükkanları:

Kanla doluyorlar, kaşıklarla,

Senin için;

Ve,

Yutuyorlar,

Yırtılmış kurdeleleri;

Öz canlarına kıyıyorlar,

Öpüşe öpüşe;

Ve ak sadeler giyiniyorlar.

Bir şeftali ağacı

Giyinip de,

Kuş gibi seğirtirken sen;

Kasırga gibi fırıl fırıl,

Bir pirinç gülüşüyle gülerken;

Türküler çağırdığında;

Allak bullak ederken,

Atardamarlarını,

Dişlerini, gırtlağını,

Parmaklarını;

Vay ne şirindin,

Kahrolurdum ben

Kahrolurdum ben

Kızıl göller için:

Güz ortasında bir şahbaz at

Ve kana belenmiş bir tanrıyla,

Beraber yaşadığın.

Kahrolurdum ben,

Mezarlıklar için:

Gece, sesi kısılmış

Çanlar arasından,

Suyla, mezarlarla küllenmiş

Nehirler gibi geçen;

Nehirler:

Hasta asker koğuşları sanki,

Tıklım tıklım dolu;

Ve matem yağlı ölüme,

Çürük taçlı mermer şifreli ölüme,

Nehir nehir gelen ölüme doğru;

Birdenbire taşıveren nehirler.

Gece, ayakta, ağlaya ağlaya,

Boğulmuş çarmıhların geçişini

Seyrederken sen;

Kahrolurdum seni görmek için:

Bak,

Ölüm nehrinin önünde ağlıyorsun

Perperişan;

Garip kalmış köşelerde başın,

Durmaz ha, durmaz gözlerin

Ağlar yaşın yaşın.

Gece ve çıldırasıya yalnız,

Külleri ısıra ısıra;

Dumanı, gölgeyi, unutmayı:

Siyah bir huniyle yığabilseydim,

Trenlerin, gemilerin üstüne;

Filizlendiğin ağaç için,

Yapardım bunları,

Topladığın,

Yaldızlı su yuvaları için;

Sarmaşık için,

Yapardım bunları;

Gecenin sırrını sana ileterek,

Kemiklerini saran

Sarmaşık için.

Islak soğan kokusu gelen

Şehirlerden,

Seni bekliyorlar;

Boğuk bir sesle,

Şarkı söyleyerek

Geçesin diye.

Yeşil kırlangıçlar,

Saçlarının arasına yapıyorlar,

Yuvalarını;

Dilsiz sperma sandalları,

Peşin sıra geliyorlar;

Sümüklü böcekler, haftalar,

Yelkenleri düşürülmüş serenler,

Kirazlar da,

Dönüveriyorlar ossaat:

Gözükünce solgun başın,

On beş gözlü başın,

Al kan içindeki ağzın.

Şehrin otellerini,

İsle doldurabilseydim;

Hıçkıra hıçkıra,

Yok edebilseydim

Çalar saatları;

Ezik dudaklarıyla yaz ayı,

Evine nasıl gelecek,

Göreyim diye

Yapardım bunları;

Yığın yığın insanların,

Melil mahzun tantanalarıyla

Ülkelerin,

İşlemez sabanların,

Gelincik çiçeklerinin;

Mezar kazıcıların, süvarilerin,

Kanlı haritaların, gezegenlerin,

Evine nasıl geldiklerini

Göreyim diye;

Yapardım bunları.

Küllerle örtülü dalgıçların,

Uzun bıçaklarla delik deşik olmuş

Meryem Ana tasvirlerini

Sürüte sürüte gelen maskelerin;

Damarların, köklerin, hastanelerin,

Karıncaların, su gözelerinin,

Evine nasıl geldiklerini

Göreyim diye;

Yapardım bunları.

İçine kapanmış atlının

Örümcekler arasında öldüğü

Bir yatakla,

Gecenin;

Kinden, dikenlerden bir gülün,

Sarıya çalan bir geminin,

Rüzgarlı bir günle, bir bebeğin;

Evine nasıl geldiklerini

Göreyim diye:

Yapardım bunları.

Ben, Oliverio, Norah,

Vicente Aleixandre, Delia,

Maruca, Malva, Marina,

Maria Luisa, Larco, La Rubia,

Rafael Ugarte, Cotapos,

Rafael Alberti, Carlos,

Manolo Altolaguirre, Bebé,

Molinari, Rosales, Concha Méndez,

Ve daha da unuttuklarım;

Evine nasıl gelecektik,

Göreyim diye

Yapardım bunları.

Gel de taçlar takayım,

Gel, sağlık esenlik delikanlısı,

Gel, kelebek kıravatlı civan;

Sen ey,

Sonsuz hür siyah bir şimşek gibi:

Pırıl pırıl insan;

Madem, geç vakitlere dek,

Kalınamıyor daha kayalıklarda;

Bari aramızda konuşalım,

Gel,

Şöylece bir, olduğumuz gibi;

Çiğ için olmadıktan sonra,

Şiirlerde n'olacak yani?

Bir ağu hançerin,

İçimize işlediği bu gece için

Olmadıktan sonra;

Şiirlerde n'olacak yani?

Bu tan kızıllığı için,

Olmadıktan sonra;

İnsanın vurulmuş yüreğinin,

Ölüme hazırlandığı,

Şu viran köşe için olmadıktan sonra

Şiirlerde n'olacak yani?

En çok gece, geceleyin:

Kıyamet gibi yıldızlardır,

Dolmuşlar hepten ırmağa;

Bir kurdele gibiler,

Fakir fukara dolu evlerin

Pencerelerindeki..

 

Bir ölen var,

Onların evlerinde;

Bürolarda, hastanelerde belki,

Belki asansör ve madenlerde,

İşlerinden oldular.

Onulur şey değil yaraları,

Yaratıklar,

Acı çekiyorlar.

Her yanda dert yanış,

Her yanda,

Vay şuymuş vay bu;

Pencereler,

Göz yaşıyla dolu,

Aşınmış eşikler,

Göz yaşından;

Yüklükler ıslak,

Bir dalga gibi

Halıları dişlemeye gelen

Göz yaşından,

Oysa ki yıldızlardır akar

Uçsuz bucaksız bir nehirde.

Federico,

Dünyayı görüyorsun.

Yolları görüyorsun,

Sirkeyi görüyorsun;

Birkaç ayrılıştan,

Taşlardan, raylardan gayrı,

Kimseciklerin kalmadığı,

Köşeden:

Duman ha deyince,

Zalim tekerleklerine;

Hoşça kalları görüyorsun,

İstasyonlardaki..

 

Her yanda, sorunlar koyuyorlar,

Çeşit çeşit insan var:

Kanlı bıçaklı kör var,

Öfkelisi, ümitsizi var,

Yoksul var, tırnak ağaçları var;

Şunun bunun sırtından,

Geçinmek sevdasıyla;

Harami var.

 

Hayat böyle, Federico,

Ey babayiğit,

Ey kara sevdalı adam.

Sana,

Dostluğumun sunabileceği şey

İşte bunlar..

Sen de epeyce şey biliyorsun

Şimdiden.

Yavaş yavaş, daha da,

Öğreneceklerin var.

 

 

(çeviri: Enver Gökçe)

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Hoşçakalın

Ölürsem

açık bırakın balkonu.

 

Çocuk portakal yer.

(Balkonumdan görürüm onu.)

 

Orakçı ekin biçer.

(Balkonumdan duyarım onu.)

 

Ölürsem

açık bırakın balkonu!

 

 

Umarsız Aşka Gazel

Gelmek istemiyor gece

Ne sen gelebiliyorsun o yüzden

Ne de ben gidebiliyorum.

Ama ben gideceğim.

Akrepten bir güneş şakağımı yesede.

Ama sen geleceksin.

Dilin tuzlu yağmurlarca yakılmış.

 

Gelmek istemiyor gün.

Ne sen gelebiliyorsun o yüzden.

Ne de ben gidebiliyorum.

Ama ben gideceğim.

Kurbağalara atarak ağzımda çiğnediğim karanfili.

Ama sen geleceksin.

Çamurlu lağımından karanlığın.

 

Gelmek istemiyor.

Ne gün,

Ne gece.

Ölebiliriz o yüzden.

Ben senin uğruna.

Sen de benim..

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

UNUTULMUŞ AŞKA GAZEL

 

Gece yanaşmaz gelmeye

Gelmeyesin diye sen

Bense gidemeyeyim diye

 

Ama gideceğim ben

Isırsada şakağımı bir akrepler güneşi

 

Ama geleceksin sen

Kavrulmuş dilinle tuz yağmurundan

 

Gündüz yanaşmaz gelmeye

Gelmeyesin diye sen

Bense gidemeyeyim diye

 

Ama gideceğim ben

Kurbağalara bırakıp dişlenmiş karanfillerimi

 

Ama geleceksin sen

Karanlığın bulanık çirkefleriyle

 

Ne gece yanaşır ne gündüz gelmeye

Öleyim diye ben senin uğrunda

Sen benim uğrumda ölesin diye

 

LORCA

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Kaçışa Gazel

Birçok kere yitirdim denizde kendimi

Yeni kesilmiş çiçeklerle dolu kulaklarım

Dilim sevgiyle, acıyla dolu.

Birçok kere yitirdim denizde kendimi

Bazı çocukların kalbinde yitirdiğim gibi.

 

 

 

Kimse yoktur duymasın öpüşürken

Yüzü olmayan insanların gülümseyişini

Kimse yoktur dokunurken bir bebeğe unutsun

Durgun kafataslarını atların.

 

Çünkü aranır alında güller

O katı görünüşünü kemiklerin.

Başka işe yaramaz erkeğin elleri

Toprağın altındaki köklere benzemekten.

 

Bazı çocukların kalbinde yitirdiğim gibi

Birçok kere yitirdim denizde kendimi.

Gidiyorum aramaya, suyu bilmeden,

Beni çürütecek, ışık yüklü ölümleri.

 

 

Federico Garcia LORCA

Çeviri: Ülkü Tamer

 

Ağaçlar

Ağaçlar!

Gökyüzünden düşmüş

oklar mısınız?

Hangi ürkünç savaşçılar fırlatmış sizi?

Yıldızlar mı?

 

 

 

Müziğiniz fışkırıyor kuş ruhlarından,

Tanrı'nın gözlerinden,

yetkin azaptan.

Ağaçlar!

Daldıracak mısınız kaba köklerinizi

yüreğime toprakta?

 

FEDERİCO GARCİA LORCA / Tüm Şiirleri

Çev: Said Maden / 1974 / Cem Yayınları

Üç Nehir üstüne Üç Küçük Balad

Akar Guadalkuivir

Portakal ve zeytin bahçelerinin gölgesinde

Senin iki nehrin Granada

Düşer karlardan, vadilere

 

Ah sevda

Geri gelmez bir daha

 

 

 

Guadalkuivir kıvrımlarında

Yanar tutuşur nar çiçekleri

Akar nehirlerin Granada

Bir kanla, gözyaşıyla öteki

 

Ah sevda

Karıştı rüzgâra

 

Sevilla'da zarif

Yollar açılmıştır yelkenlilere

Senin nehirlerinde Granada

İniltilerdir yüzen sade

 

Ah sevda

Geri gelmez bir daha

 

Guadalkuivir… Çan kulesi

Ve rüzgâr, limon bahçesinde.

Dauro, Genil, ölü kilisecikler

Nehirlerin denize kavuştuğu yerde

 

Ah sevda

Karıştı rüzgâra

 

Sular taşıyıp götürürler mi

Çürüyen acının ateşlerini?

 

Ah sevda

Geri gelmez bir daha

 

Endülüs, portakal çiçeği alır

Ve zeytin dalları, denizlere

 

Ah sevda

Karıştı rüzgâra

 

Federico Garcia Lorca

Çeviri: Ataol Behramoğlu

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Başka Şarkı

 

Düş bozulup gitmiş gelmemek üzre!

Yağmurlu akşam vakti

yüreğim öğreniyor

ağaçların döktüğü

güz trajedisini.

 

Tatlı üzüntüsünde

can veren görünümün

kırıldı seslenişim.

 

 

 

Düş bozulup gitmiş gelmemek üzre.

Gelmemek üzre! Tanrım!

Kar yağmaya başlıyor

ıpıssız düzlüğüne

ömrümün

ve uzaklara giden

hayal gücü korkuyor

donmak ve kaybolmaktan.

 

Ah, bana diyor ki su

düş bozulup gitmiş gelmemek üzre!

Ama düş sonsuz mudur?

 

Sistir onu koruyan

ve kar yorgunluğundan

başka şey değildir sis.

 

Anlatıyor ki ezgim

düş bozulup gitmiş gelmemek üzre.

Ve yağmurlu akşamda

yüreğim öğreniyor

ağaçların döktüğü

 

güz trajedisini.

 

 

FEDERİCO GARCİA LORCA / Tüm Şiirleri

Çev: Said Maden / 1974 / Cem Yayınları

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

dert olmuştur içine

sonsuzluk meselesi.

Yok, diye sızlanır, bu yoldan nihayeti

Yıldızlara varılır m'ola

buralardan kalkınca.

Ne desem, bu yavaşlık belası

engel olur varmama.

Boş şimdi düşünmek bunları

 

güzeldi.....:)

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Bir yelpaze gibi açılıp kapanıyor

zeytinlikler.

Gök çöktü çökecek!

Soğuk, yıldızlı

ve simsiyah bir yağmur.

 

Nehrin kıyısında

Kamışlar titriyor, gölgeler.

Buruşuyor kül rengi hava.

Çığlıklarla yüklü

Zeytin ağaçları.

 

Esir bir kuş sürüsü

upuzun kuyruklarını sallıyor

karanlıkta..

 

LORCA

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...