Jump to content

Psişik Cerrahlar


nevermore

Önerilen Mesajlar

Alfred Stelter

http://www.spiritualizm.com/kitap/kitapkapak2/kitapres/Hose%20Arigo.jpg

Hose Arigo

O öyle bir insandı ki, sadece gazeteciler değil, bilim adamları bile onu "dünyanın sekizinci harikası" olarak tanımlamaktaydı. Yirmi yıl boyunca ülkesinin fakir insanlarının sağlığı için çalışan bir şifacı ve psişik cerrahtı. Ülkesinde o kadar iyi tanınıyordu ki, 1971 yılının Ocak ayında bir araba kazası sonucunda öldüğünde cenaze törenine otuz bin insan katılmıştı.

Bu kişi, Brezilyalı şifacı José Pedro Freitas, diğer ünlü adıyla Hose Arigo'ydu.

Arigo, Minas Gerais eyaletinde, on yedi bin nüfuslu küçük bir şehir olan Congonhas do Campo'da çalışmalarını sürdürmekteydi. Orada çeşitli ırklara mensup insanlar, tahta baraka tarzı ilkel evlerde ve aşınmak üzere olan muhteşem barok yapıların içinde ikamet etmektedir. Ancak o yıllarda Congonhas'da dikkati çeken, şehir merkezindeki görülmeye değer sanatsal barok binaların ön cepheleri değil, bilakis ünü ülkenin sınırlarını ve hatta Amerika kıtasının çok ufaklarına ulaşan Hose Arigo'ydu.

O, çeşitli hastalıklara yakalanmış insanları mutfak bıçağı, çakı, makas, kıskaç gibi akla gelebilecek en ilkel araç gereçlerle ameliyat etmekte ve iyileştirmekteydi. Üstelik ameliyat esnasında hastaların bilinçleri tamamıyla yerindeydi. Onun ameliyatlarında çoğu zaman hiç kan akmamakta, ellerini yaraya koymasıyla birlikte bu yara anında kapanmaktaydı. Deri üzerinde sadece pembemsi ince bir yara izi kalmaktaydı. Arigo, bu inanılması güç yeteneğiyle, tümörleri ve başka birçok hastalığı yok etmekteydi. Bilim adamları tarafından verilen yeminli raporlar, hastaların belirttikleriyle örtüşmekteydi. Bu çalışmaları incelemek üzere orada bulunan Amerikalı tanınmış parapsikolog Dr. H. A. Puharich ile Henry Belk'in gözleri önünde Arigo, steril olmayan bıçakla, hiçbir acı ve ağrı hissettirmeden bir tümörü yok etti. Sonradan tümörün bulunduğu yerde de, en ufak bir yara izi bile kalmadı.

Arigo'nun göz muayeneleri de çok tanınıyordu. Bunun için hasta, genelde çalışma odasının duvarına yaslanıyor, Arigo'da hastanın başını sağlam bir kavrayışla duvara doğru bastırarak yukarıya doğru bakmasını istiyordu. Tek parmağıyla gözün üst kapağını güçlü bir şekilde tutmakta ve masada bulunan keskin mutfak bıçağını alarak, sivri ucunu göz bebeğine doğru yönlendirmekteydi. Kaşların üstünde oluşan kabartı, bıçak ucunun derinin altına kadar ulaştığını belirgin bir şekilde göstermekteydi.

Arigo, çember çizen bıçak hareketlerini genelde bu bölgeye hiç bakmadan gerçekleştirmekteydi. Gerekirse bazen tüm gözü dışarı çıkarmakta, içinden jelatine benzer maddeleri ayıkladıktan sonra gözü tekrar bulunması gereken yere yerleştirmekteydi. Sonra bıçağı gözün içinden çıkarmakta ve göz kapaklarını güçlü bir şekilde ovmaktaydı. Bu esnada bazı vakalarda gözden iltihaba benzer bir sıvı akmaktaydı. Bunun ardından hastalar yavaş yavaş hareket etmeye başlarlardı. Hiç acı çekmediklerini, buna rağmen her şeyi gözlemleyebildiklerini ve apaçık bir şekilde algılayabildiklerini belirtiyorlardı. Arigo'nun bu göz muayeneleri ve diğer ameliyatları genelde filme almıyor ve bazı televizyon kanalları tarafından da yayınlanıyordu.

http://www.spiritualizm.com/kitap/kitapkapak2/kitapres/jose.jpg

Enfeksiyon sorunu Arigo'nun hiçbir çalışmasında söz konusu olmamıştır. Bıçağın sterilize edildiği hiç görülmemiş, en kaba pislik bile sadece biraz kağıt parçası ile temizlenmiştir. Tüm bu şartlara rağmen, en zorlu karın, baş ve göz ameliyatları başarıyla tamamlanmıştır. Başarısız ve enfeksiyona yol açılmış tek bir vaka bile Arigo'ya karşı kanıt olarak gösterilememesine rağmen, bir gün "ameliyat bıçağı" elinden alınmış ve ameliyat yapması yasaklanmıştır.

Congonhas do Campo şehir hastanesinin başhekimi Dr. Mauro Godoy bir basın toplantısında Hose Arigo'yla ilgili şunları söyledi: "Tıbbi açıdan yaklaşıldığında ben onun, bu elle yapılan sezgisel sanatının bir hayranıyım. Kendimi yavaş bir cerrah olarak görüyorum, nitekim bir katarakt ameliyatını ancak on sekiz ya da yirmi dakikada tamamlayabilmekteyim. Fakat Arigo ise, aynı ameliyatı gözlerimin önünde iki dakika içinde eksiksiz bir şekilde başarıyla tamamladı. Bunu yaparken de, hiçbir olumsuz yan etkiye yol açmadan, steril olmayan bir bıçak kullandı. Tanrı vergisi bir yeteneğe sahip bu adamı ameliyatlardan uzaklaştırmak acı verici! O mahkeme tarafından verilmiş yasağa karşı hareket etmeyecek kadar dürüst bir kişidir. Fakat hastalarına müdahale etmesine izin verilseydi, elbette daha birçok yaşam kurtarabilirdi."

Hose Arigo, tedavi sahtekarlığı suçuyla yargılandı ve kendisine on ay hapis cezası verildi, fakat Arigo'ya çok şey borçlu olan nüfuslu bazı kimseler, onun bu süreyi hapiste geçirmek zorunda kalmasına müsade etmeyerek erken salıverilmesini sağladılar. Tüm bu olanlara rağmen o, kendisinden yardım isteyenlere yardım elini uzatmaya devam etti.

Arigo pazartesi gününden cuma gününe, genelde sabahın erken saatlerinden gecenin geç saatlerine kadar çalışmaktaydı. Kendisi trans halindeyken, bin'in üzerinde hastanın rahatsızlığını teşhis etti ve etkili şifa yöntemleri ile ilaçlarının yazılı olduğu reçetelerini hastalarına verdi. Hose Arigo nun her sınıftan sevenleri vardı. Onun en tanınmış taraftarlarından ve en iyi dostlarından biride 1956 yılından 1961 yılına kadar Brezilya başbakanı olan Dr. Juscelino Kubitschek'di. Kubitschek, Brezilya'nın modern şehirlerinin kuruculuğunun önderliğini üstlenmiş ve ayrıca tıp eğitimi alarak doktor olmuş bir kişiydi.

Kızlarından biri omurga bölgesinden rahatsızdı ve Amerika'da bir ameliyat geçirmişti. Fakat bu ameliyat sonucu aylarca aynı pozisyonda hareketsiz bir şekilde yatmak durumundaydı. Ayrıca Rio de Janeiro'ya getirildiğinde, böbreklerinde iki büyük taş oluşmuştu, bu şartlar altında taşlar, hayati bir tehlike oluşturabilecek sorunlara sebebiyet verebilirdi. Kubitschek Arigo'yu kızının yanma getirdi ve Arigo hiç kimse, kendisine bir şey söylemeden sorunu anında tespit etti. Onun tarafından yazılan ilaç, böbrek sorununu tamamen ortadan kaldırdı.

http://www.spiritualizm.com/kitap/kitapkapak2/kitapres/Antonio%20Agpaoa.jpg

Antonio Agpaoa

Brezilyalı büyük şifacı Arigo'nun ölümünden birkaç gün sonra, Doğu Asya gezisinde bulunan ve Almanca konuşan küçük bir gruba tesadüf eseri kulak misafiri oldum. Bunlar bazı söylentilerin doğruluğunu araştırmak için buralara kadar gelmişlerdi. Dediklerine göre, Filipinler'de bazı ruhsal şif acılar, Batı tıp bilgilerinin çok ötesinde bazı teknik ve yöntemlerle başarılı ameliyatlar gerçekleştirmekte ve bunlar, Hose Arigo hakkında söylenenleri gölgede bırakmaktaymış.

Anlatılanlar o kadar fantastik şeylerdi ki, doğrusu insan başta bir nisan şakası yapıldığını rahatlıkla düşünebilirdi. Bu cerrahların içinde en tanınmışı ve de en iyisi olarak bilinen Antonio Agpaoa'ymış. Genelde Tony olarak tanınan Agpaoa'nın, hiçbir cerrahi araç gereç kullanmadan, bıçaksız çalıştığı söyleni­yordu. Hastanın bedenini, şu ana kadar henüz bilinmeyen ve ellerinden kaynaklanan bir güç ya da yayılan bir enerjiyle açmakta ve bu esnada hasta hiç acı çekmemekte'ymiş. Sonra cerrah, hastalığın kökenini hatta kanserli hücreleri bile yok ediyor ve bedeni tekrar kapatarak, geride hiçbir yara izi de bırakmıyormuş. Vakaların büyük bir çoğunluğunda hasta, ameliyat tamamlandıktan hemen sonra ayağa kalkabiliyor ve bir iki gün sonra tekrar işine başlayabiliyormuş.

Son yıllarda birçok Amerikalı, Agpaoa ya da başka bir cerrah'ın yöntemleriyle ameliyat edilmek için, Filipinler'e seyahat etti. Arkansas, Liftle Rock'daki "ESP-Research Associatetes Foundation"ın başkanı ve duyular dışı algılama alanının en tanınmış öncülerinden birisi olan Harold Sherman, 1966 yılında Henry Belk ile birlikte, Agpaoa ve başka birçok cerrahı ziyaret etmek için Filipinler'e gitti ve ardından orada yaşadıklarını anlatan Wonderhealers of the Philippines228 (Filipinlerin Harika Şifacıları) adlı kitabını yayımladı.

Filipinler'e uçmak üzere olan bu grubun içinde, bazı hastalar ve sözde cerrahların uygulamalarını inceleyecek olan üç doktor da bulunmaktaydı. Doktorlardan biri isviçre Parapsikoloji Derneği başkanı Hans Naegeli Osjord'du. Gezi, Freiburglu gazeteci Hans Geisler tarafından organize edilmişti. Geislerln Agpaoa'nın garip ameliyatları ve Filipinli başka psişik cerahlarla ilgili makaleleri, ilk kez altmışlı yıllarda yayımlanmıştı. O sırada Amerika'da, psişik cerrahi ile ilgili bilinenler birbirinden çok farklı ve hatta çelişmekteydi. Bazı yazılar lehine bir tutum izlerken bazılarıda tamamen aleyhineydi. Tahminen kırk kadar şifacı olduğu belirtilmekte ve bunların büyük bir bölümü "Unió Espiritista Cristiana Filipinas" adında bir kuruluş içinde biraraya getirildiği düşünülmekteydi.

Agpaoa ile ilgili en çelişkili görüşleri, Amerikalı hastalardan duymaktaydık. İnanılmaz olanlar kadar başarısız olan ameliyatlar da anlatıldı. Örneğin birinde Agpaoa tarafından çıkartılan bir kör bağırsağın, tavuk bağırsağı olduğu tespit edilmişti.

Tabii ki bu türde suçlamalar bizim için biraz tedirgin ediciydi, fakat yirmi seneyi aşan bir süredir şifacı olarak çalışan ve dünyanın her yerinden hastalan kendine çeken birisinin, bir hilekar olabileceği doğrusu bize pek mümkün gelmiyordu.

İçinde bulunduğumuz uçağa Bangkok'da birçok Filipinli binmişti ve bunlardan bazılarına İngilizce sorular sormuştuk. Filipin halkının çoğu gayet iyi İngilizce biliyordu. "Antonio Agpaoa sizin için bir şey ifade ediyor mu?" İsmi tanıyorlar fakat daha fazlasını bilmiyorlardı. Bu gerçek bizi doğrusu biraz şaşırtmış ve de endişelendirmişti, ne de olsa bu kadar uzun bir yolu bu adamı görmek için göze almıştık. Yoksa bu durum, bir peygamberin kendi ülkesinde hiçbir önem taşımadığı gerçeğini mi yansıtmaktaydı, yoksa bir serabın ardından mı koşmaktaydık? Her şey çok geçmeden ortaya çıkacaktı.

Uçuş hedefimiz başlangıçta Çin denizindeki yedi bin adayı kapsayan cumhuriyetin Luzon adası üzerinde bulunun başkenti Manila'ydı. Yolculuğun son hedefi, ülkenin ikinci yönetim merkezi olan Baguio'ydu. Burası Manila'nın aşağı yukarı beş saat kuzeyinde bulunuyordu. Yüksek sosyetenin güzel yazlıkları ve operatör Agpaoa'nın evi buradaydı. Geleceğimiz önceden belirtilmişti ve o da bizleri bekliyordu.

Grubumuzdan üç kişi Manila'ya vardıktan hemen sonra taksiye binerek Baguio'ya gitti. Biz beş kişi, bir otelde kaldık ve ertesi sabah Agpaoa'nın şoförü tarafından otelden alındık. Yolculuk sabah yedide başladı. Önümüzdeki günlerde gerçekleşecek olan ulusal bayram nedeniyle yollar işlek ve kalabalıktı. Buna rağmen arabaların akışı, lambalar ve trafik polisleri olmadan ve trafik kuralları yerine getirilmeden adeta mucizevi bir şekilde kendi kendine düzenlenlenmekteydi.

Bir süre otoban üzerinde yol aldık, sonra manzaralı bir kara yolu üzerinden, Lowland denilen bölgeden geçtik. Yolumuzun üzerinde tahta yalın evlerden kurulu birçok küçük yerleşim yerini geride bıraktık. Buralarda en fakir barakaların içinden, Batı tarzında şık, temiz ve renkli kıyafetler giyinmiş Filipinliler evlerinden dışarıya bakmaktaydılar. Sıcaklık saatler ilerledikçe tropik bir hal almaya başlamaktaydı. Sonunda dağ ülkesine, yüksek topraklara ulaştık. Asfalt ve düz olan kara yolu buralarda gittikçe güçlü virajlara dönüşüyordu ve hava sıcaklığı da daha dayanılır bir hal almaya başladı. Yolculuğumuz Bern'in dağlık bölgelerindeki bir yaz yolculuğuna benziyordu. Bazen de olağanüstü güzellikte derin uçurumlar ve şelaleler içinde yol alıyorduk. Bu bölgenin Bern'den tek farkı buradaki bitki örtüsü fıstık çamı ve tropik bitkiler ile çevriliydi. Öğlen saat iki civarında Baguio'ya vardık, Agpaoa'nın şoförü bizi şehrin güney tarafında bulunan "Villa La Maja" oteli önünde indirdi. Otel fıstık çamlarının arasında oldukça dik bir dağ yamacında bulunuyordu ve Agpaoa bizi orada beklemekteydi.

Uzun gezimizin ana sebebini oluşturan bu adam ile karşılaşmak için elbette sabırsızlanıyorduk. Ne de olsa dünyanın her yerinde bu adam hakkında garip ve olağanüstü yeteneklere sahip olduğuna dair birçok söylentiler dolaşıyordu. Biz dışarıda beklerken otelin kapısının önünde göründü ve merdivenlerden caddeye kadar çıktı. Onun hakkındaki ilk izlenimlerimizi burada edindik. Otuz bir yaşında, iyi görünüşlü ve modaya uygun giyimli bir Filipinli. Bizi içten bir samimiyetle selamladı.

Tokalaşması güçlü ve sempatikti; bazılarının bir "mucizevi şifacıdan" bekleyebileceği o kıvılcımlı ışığı, doğrusu başta biz de tespit edemedik. Bize, "Hoş geldiniz!" dedi. Grameri düzgün bir Amerikan İngilizcesi konuşuyordu. Hoş, yavaş bir konuşma tarzı vardı, öyle ki tahminimizden çok daha iyi anlaşabiliyorduk. Lobiye girdiğimizde karısı Bayan Lucy ile tanıştırıldık. Odalarımız gösterildikten sonra Agpaoa çifti ile birlikte, görkemi ve çeşitliliği açısından bana Fransız mutfağını hatırla­tan Filipinler'e özgü bir öğle yemeği yedik.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Agpaoa kendisini bizlere, konuşmayı bilen, misafirlerini iyi ağırlayabilen ve eğlendirebilen birisi olarak gösterdi. O gün öğlenden önceki ameliyatlarından bahsetti ve ertesi gün gerçekleştireceği bir ameliyata bizi de gözlemci olarak götürebileceğinden söz etti. Akşam yemeğini de birlikte yedik ve bir süre sohbet ettik. Agpaoa ağırlıklı olarak Almanya'daki yaşam üzerine bilgilendirilmek istiyordu, çünkü şu ana kadar onu ziyaret eden yabancıların büyük bir bölümü Amerikalıydı ve Avrupalılarla çok az yüzyüze gelmişti. Yanımızdan biraz erken ayrıldı. Gecenin geriye kalan kısmında, meditasyon yaparak ertesi günkü ameliyata hazırlanmak istiyordu.

Ertesi sabah oldukça zengin, Filipin tarzı bir kahvaltı ardından otelin önünde, Agpaoa'nm gelmesini bekleyerek bir aşağı bir yukarı gezindik. Saat 10'a doğru Plymouth marka büyük bir Amerikan arabası caddeden yukarıya doğru tırmanıyordu. Bir Amerikalı bu aracı ona, başarılı bir ameliyata karşılık hediye olarak vermişti. Agpaoa'nın yanında yaşlı ve çok zayıf görünümlü babası Moisés bulunuyordu. O, oğlunun ameliyatlarının bir çoğunda asistanlık görevini yerine getirmekteydi.

Agpaoa biraz daha mesafeli görünüyordu ve önceki güne nazaran daha az konuşuyordu. Otelin girişinde merdivenlerden aşağıya doğru inerken Agpaoa bize, birinci katı işaret etti. Anlaşılan ameliyatı orada gerçekleştirecekti.

Biz, film ve fotoğraf makinelerimizle birlikte hazırdık ve ilk kata girdik. Katta büyük bir bekleme salonu mevcuttu ve içinde koltuklar, kulüp sandalyeleri ile bir şömine vardı. Solda, cam duvar ile ayrılmış olan ve içinde bir de lavabonun bulunduğu mutfak olarak kullanılan bir oda vardı. Agpaoa ameliyattan sonra ellerini burada yıkıyordu. Bekleme odasının sol tarafında, mutfağın önünde uzun, sağlam, şeffaf bir cam masa bulunuyordu.

Agpaoa şöminenin yanında grubumuzun diğer üyelerine, ameliyat vakalarından söz ederken ben, babası Moises'in ameliyat masası olarak kullanılacak cam masayı hazırlayışını izledim. Moisés masanın üstüne yumuşak, bezden bir örtü serdi ve bunun üzerine de plastik bir örtü yerleştirdi. Her şey apaçık ortadaydı.

Uç ayaklı sehpalarımızı ve film kameralarımızı hazırlamaya başlamıştık. Agpaoa bu arada ameliyat olmak için oraya henüz yeni gelmiş olan hasta ile konuşuyordu. Hastalığının belirtileri ve doktorların koyduğu teşhislerle ilgili hastadan bilgiler alıyordu. Doğrusu bir hilekarın sözde bir ameliyattan önce hastalığın detaylarıyla ilgileneceğini mümkün görmüyordum; çünkü ne de olsa orada doktorlar bulunuyordu ve tavuk bağırsakları, domuz eti kullanılacak olan bir ameliyat için bazı hazırlıklarda bulunması gerekirdi. Agpaoa her hastalığa uygun araç gereçleri yanında bulunduruyor olamazdı. O, dar bir pantolon ve balıkçı yaka bir kazak giyiyordu, bunun kolları yukarıya kadar kıvrılmıştı, öyle ki tüm ameliyat süresi boyunca elleri açıkta ve serbestti, üzerinde ceket de yoktu.

Ameliyatı kendi evinde değil de bir otelde yapması, hile iddialarına karşı önemli bir tavırdı; çünkü yabancı bir yerde, hile için gerekli olan ön hazırlıkları son anda tamamlamaya kalkışmak, sanırım imkansız olurdu.

Agpaoa ön hazırlıklar esnasında sürekli olarak mentollü sigara içmekteydi. Sonunda bir işaretle, ameliyata başlamak istediğini belirtti. Böylece biz de hayatımızda ilk kez zekice hazırlanmış ve kötü bir hilede gerekli olan araç gereç kullanılmadan gerçekleştirilecek psişik bir ameliyat görecektik.

İlk hasta yaşlı bir Amerikalı bayandı ve ciddi bir göğüs kanserine yakalanmıştı. Hazırlanmış olan masanın üstüne uzandı ve bedenini ameliyat için açtı, sadece cinsel organı örtülüydü. Biz ise masanın etrafında bir çember oluşturmuştuk. Agpaoa, babası ve içlerinden üçü doktor olan dokuz izleyici. Arkada ise, bazı meraklı otel çalışanları bulunuyordu.

Hasta Amerika'da iken sağ göğsü tamamen alınmıştı. Sol göğsü üzerinde ise, çok büyük bir kötü huylu tümör bulunuyordu. Ayrıca bu tümör, tavuk yumurtası büyüklüğünde birçok düğümden oluşuyordu.

Agpaoa hafif açılmış sağ elinin avuç içi ile elini hastanın bedeninin üzerinde, mesafeli olarak gezdiriyordu. Anlaşılan bu şekilde hastanın sorununu tam olarak hissetmeye çalışıyordu.

Şifacı, bayanın karın bölgesinin sağ tarafında bir an durdu ve bize, bedenin bu bölgesini işaret etti. Agpaoa, bugün başlangıç olarak bir metastazı (yavru tümör) uzaklaştıracağım, dedi.

Yanımızda altı film kamerası bulunuyordu, bunların çoğu çekime başlamıştı. İzleyicilerden biri ışıklandırmayı tutuyordu, bunu bizim için Agpaoa temin etmişti, çünkü filmleri çekmek için ihtiyaç duyduğumuz ışığa muhakkak sahip olmalıydık.

Sonra bir süreliğine film çekmeyi bırakmamızı rica etti, bizi dua etmeye ve ruhsal bir meditasyon çemberi oluşturmaya davet etti. Agpaoa ellerini hastanın üstünde adeta kutsarmışcasına tutuyordu. Hafifçe gözlerini kapadı ve İngilizce kısa bir duada bulundu, birkaç söz ile Tanrı'dan bugünkü ameliyatın başarılı geçmesi için kendilerine yardım etmesini diledi.

Agpaoa önceden de belirttiğim gibi balıkçı yaka bir kazak giymişti ve kolları dirseklerine kadar açıktaydı. Tüm hareketlerini takip edebiliyorduk ayrıca daha sonra çektiğimiz filmler sayesinde de tüm bu süreç içerisinde olup bitenleri tekrar gözden geçirebilecek ve hafızamızı tazeleyebilecektik. Elleri boştu, arada bir açtığı parmaklarının arasında kesinlikle hiçbir şey bulunmuyordu ve dua ardından hastanın bedenine elleriyle hiç yaklaşmadı. Dolayısıyla yanında getirmiş ve kendi bedeninin herhangi bir yerinde saklı tutmuş olabileceği doku parçalarını ameliyat bölgesinde bulundurması olanaksızdı.

Agpaoa şimdi bir tampon aldı ve gözlerimizin önünde plastik bir çanağa batırdı ve bunu hastanın bedeninin üstüne yerleştirdi. Kadın, açık gözlerle masanın üstünde uzanıyordu ve bilinci tamamen yerinde görünüyordu. Oradaki tüm gözler, tam bir konsantrasyonla Agpaoa'nın ellerine odaklanmışlardı, elleri hastanın karın tavanına yaklaşıyor, parmak uçlarıyla dokunuyor ve hafifçe masaj yapıyordu. İzleyicilerin her birinin duygulan bir diğerinden farklı hal almıştı.

Bazıları hayret içinde ve şaşkın, diğerleri de şüpheyle beklemekteydi. Aniden hastanın derisinden kan akmaya başladı ve bu sırada şifacı, karın tavanı üzerinde masaj ve ovalama hareketlerine devam ediyordu. Bu müdahaleden bir süre sonra, ellerini biraz yanlamasına deriden içeriye sokarak, sürekli hareket halinde olan parmaklarının arasından, çiğ ete bezer şeyler dışarıya çıkartıyor gibiydi. Bir süre daha sonra Agpaoa herkes için görülebilir bir şekilde, sağ eli ile dokuya benzer şeyler çıkardı, fakat onları bedenden tam olarak ayırmadı.

Anlaşılan beden şu an açıktı. Agpaoa sol elini sürekli yaranın içinde tutuyordu. Açıkladığına göre bunu, bedenin "açık" kalması için yapıyordu.

Hasta hiçbir acı hissetmiyor gibiydi ve yanında ayakta duran adama zaman zaman, bir şeyler söylüyordu. Sonra bir süreliğine ameliyat bölgesini görebilecek bir şekilde başını doğrulttu. Kanayan ve göründüğü kadarıyla açık olan yarayı ve Agpaoa'nın sürekli parmakları arasında tuttuğu ve parmak uçlarıyla işlediği dokuları gördüğünde kadın, bir anlık bir şaşkınlık çığlığı attı. Şifacı daha sonra bu dokuları tekrar yerine yerleştirdi. Bu arada bunları bedenin derinliklerine kadar ulaştırmak için, parmakları sanki gittikçe daha derinlere dalmaya çalışmaktaymış gibi hareketlerde bulunuyordu. Şifacının elleri tamamen kan içindeydi.

Ameliyat yerinin hemen yanında yerde, oldukça koyu kırmızı, pıhtılaşmış kan lekeleri duruyordu.

Agpaoa bedenin içinde bulunan sağ elini hızlı bir şekilde, fakat az bir güçle çekip çıkarırmış gibi salladı. Bunun ardından da kanlı bir şeyi çöp kasesinin içine attı. Bu, ameliyatın başında, hastanın göbeği üzerine koyduğu tampondu. Bunu, büyük bir olasılıkla kaygan dokuları daha iyi kavramak için kullanıyordu. Hemen ardından son bir kez sağ eliyle yaranın içine girdi ve erik büyüklüğünde bir doku daha dışarı çıkardı.

Bu, tamponun üzerine koyuldu ve dokunması için hastaya uzatıldı, fakat tüm bunlar olup biterken sol el halen daha yaranın içindeydi. Sonunda sol elini de yaranın içinden dikkatlice dışarıya çıkardı, öyle ki, artık sadece iki parmağıyla karın tavanının içine doğru bastırmaktaydı. Bunu yaparken şunları söylemişti: "Bir, iki, üç!". "Üç" dediğinde sol el, hastanın bedeninden tamamen ayrılmıştı ve bedenin üstünde sadece az bir miktar taze kan ve pıhtılaşmış kan birikintisi kalmıştı. Kan temizlendiğinde karın yüzeyi eskisi gibi tamamen yarasız bir görünümde ortaya çıktı. Ameliyat edilen noktanın aşağısına, kalça üzerine serilen örtü de işlemler sırasında oldukça kanlanmıştı.

İzleyiciler ve özellikle doktorlar şaşkın ifadelerle birbirine bakıyorlardı. Her şey o kadar hızlı oldu ki, iki ya da üç dakikada başlayıp bitmişti. Doktorlar çıkan dokuyu elleriyle kontrol ettiler ve incelediler. Anlaşılan bunların, organik etsel dokular olduğu konusunda hiçbir şüpheleri yoktu.

Agpaoa bu arada ellerini yıkamıştı ve bizler tekrar şöminenin önünde biraraya geldik. Tony mentollü sigarasını yaktı ve biz de ona sorular sorduk.

Onun yaşamı ve şifa işleriyle ilgili detaylı bilgiler edindik. Doktorları ilgilendiren ilk nokta, herhangi bir tıp eğitimi alıp almadığıydı. Agpaoa buna gülerek cevap verdi: "Ne yazık ki ben sizlere, sizin anladığınız türde hiçbir tıp eğitimi almadığımı söylemek durumundayım!" Bu bizim anlayışımıza uymayan bir şeydi. Bir tedavinin, hele bir ameliyatın anatomi ya da diğer tıbbi bilgiler olmaksızın gerçekleştirilmesinin mümkün olamayacağını bildirerek ona karşılık verdik. Bir cerrah hastalığı teşhis edebilmek için, en azından dokuların tek tek nerede olduklarını bilmek zorundadır!

"Posta güvercini doğru yolu bulmak için bir kara yolu haritasına ihtiyaç duyar mı?" diyerek Agpaoa bize soruyla karşılık verdi. Buna söylenecek bir şey yoktu elbette. Fakat Agpaoa devamında, hastalarla yaşadığı deneyimler ve doktorlarla olan ilişkileri sonucu anatomi bilgileri edindiğini bildirdi, ancak ameliyat yapmak için bunlara ihtiyacı olmadığını ve ameliyat sırasında ellerinin zaten transta olduğunu ve kısmen kendi iradesinin emrinde bulunduğunu belirtti. Daha önceleri ameliyat etmek için özellikle ağır bir ameliyatta, tamamen trans haline geçtiğini, yani ameliyat sırasında bilincinin tamamen kapalı olduğunu ve çevreyle hiçbir bağlantısı olmadığını anlattı.

Teşhisi nasıl koyduğu da bizi ilgilendiriyordu. Fakat Agpaoa burada da doktorları hayal kırıklığına uğrattı: "Üzgünüm, ben bunları kelimelerle ancak bu kadar anlatabiliyorum, fakat yine de şu kadarını söyleyebilirim: Biliyorum, fakat nasıl bildiğimi bilemiyorum! Hastaya odaklandığımda, neyin eksik olduğunu, anlıyorum!"

Ayrıca hastanın bedeninden yayılan bazı ışımaları hissederek bunlara eliyle dokunabildiğim, böylece hastanın durumuyla ilgili bir görüş oluşturabildiğini ve ayrıca ameliyatlarında ona rehberlik eden hastanın "aura"sını da gördüğünü ifade etmektedir.

Ardından bir doktor şunu sordu: "Bir hasta size önceden belirlenmiş bir tıbbi teşhis ile geldiğinde siz, hastayı bu teşhise göre mi tedavi etmektesiniz?"

"Ben her seferinde kendi tarzımda teşhisi koyarım. Genelde teşhislerim doktorlarınkiyle örtüşür. Fakat ben sonuçta kendi teşhisime göre hareket ederim."

"Ellerinizle hastanın bedeninin içine girebildiğiniz o güç nedir? Bu, elektromanyetik merkezli bir güç mü?"

"Bunu bu şekilde söyleyemeyiz. Fakat bu gerçekleşirken belki de elektromanyetik etkiler de meydana gelmektedir. Sonuçta bu, benim aracılığımla etki eden bir ruhsal güçtür. Bu güç benden gelmemektedir. Şunu hissediyorum, bu gücün sadece bir 'kanal'iyim, bu gücün içinden aktığı bir kanal, ya da belki ben bu gücün kullandığı bir araçtan ibaretim."

Bu arada ameliyat edilen hasta, Agpaoa'nın babası tarafından ameliyatın gerçekleştirildiği yerde merhem ile ovulmuştu. Kıyafetlerini giymiş ayağa kalkmış ve kendisini destekleyen kocası ile birlikte odadan ayrılıyordu. Bundan önce kendisi de tüm bu müdahaleler sırasında hiçbir acı çekmediğini ve bilincinin sürekli olarak açık olduğunu bizlere belirtmişti ki, bizim bundan hiçbir şüphemiz yoktu, çünkü ameliyat sırasında kendisini gözlemlemiş ve onunla sık sık konuşmuştuk.

Artık sıra bir Alman hastanın ameliyatındaydı ve bu bayan, kendi otel odasında tedavi edilmesi için ricada bulunmuştu. Sağ karın duvarı bölgesinden lenf boğumları alınmıştı. Ben ameliyat sırasında hastanın kendi özel kamerasını kullandığım için, bu vakaya dair film materyaline sahip değilim ve tüm detayları yeterince hatırlayamadığım için, buna dair daha fazla bilgi veremeyeceğim.

Bu tedaviyi takip eden molada Agpaoa'ya başka sorular sorma fırsatı bulduk:

"Tüm hastalıkları iyileştirebilir misiniz?"

"Elbette hayır! Fakat öyle görünüyor ki biz Filipinli şif acılar umutsuz vakaları daha iyi bir duruma dönüştürebilmekteyiz ya da en azından şikayetleri dindirebilmekte, hatta bazen tamamen iyileştirebilmekteyiz. İnsan, inancını hiçbir zaman kaybetmemelidir. Herkesi iyileştiremesem de ameliyatlarımda şu ana kadar hiçbir hasta ölmedi ve hiçbir tehlikeli enfeksiyon da meydana gelmedi. Çalışmalarımı izleyen bazı doktorlar beni bu enfeksiyonlardan dolayı sık sık uyardılar, hatta bunların bir kısmı, bu enfeksiyonların benim çalışmalarımda meydana gelme ihtimalinin çok yüksek olduğunu söylemekteydiler!"

Tüm bu fenomenlerin içinde en açıklanamaz olanı, bedenin herhangi bir araç kullanılmadan açılması ve geriye hiçbir yara izi bırakmadan tekrar kapatılmasıydı. Bunu iki kez gözlemleme fırsatı bulmuştuk ve Agpaoa'nın bu yeteneğine karşı şüphe duymamızı gerektirecek bir sebebi biz keşfedemedik. Eğer tüm bu olup bitenlerin alışılmışın dışında bir tür kitle hipnozu olabileceği akla geliyorsa, bu durumda filmlerin bunu ortaya çıkarması gerekirdi ki filmler bunun tersini göstermektedir.

Bedenin açılıp kapanmasıyla ilgili Agpaoa bize, bilimsel düşünen Batılı zihniyetin tatmin olabileceği bir açıklama sunamadı. Ameliyat esnasında, kendisi aracılığıyla etkide bulunan "ruhsal güç" sayesinde bedeni açabildiğinden başka bir şey ifade etmedi. Burada, temelde birbirinden tamamen farklı, şu ana kadar birbirleriyle çok az ortak noktaya sahip iki yaşam ve anlayış tarzının karşılaşması söz konusuydu.

Agpaoa'nın ilk "mucizevi şifa" olayım sekiz yaşında gerçekleştirdiğini öğrendik, Bu olaydan önce birkaç yıl süren birçok garip deneyimler yaşamış. Bunlar bize, şamanik tarzlarla örtüşen inisiyasyon deneyimlerini anımsattı. Agpaoa çocukken, insanların çoğunun göremediği "ruhsal varlıklar" gördüğünü anlattı. Bu "ruhsal varlıklar" onu, "tanrısal şifa gücünün" aracı olması ve buna hazırlanabilmesi için dağlara davet etmiş. O da onları takip etmiş ve sık sık dağlarda günlerini meditasyon yaparak geçirmiş. Dokuz yaşına geldiğinde sekiz gün süren uzun bir meditasyon ve orucun ardından kendisine, bu dünyada bir misyonu olduğu tebliğ edilmiş.

Bu deneyimlerin temelinde yatan gerçeğin ne olduğunu ve nereye kadar uzandığını, bu Filipin fenomeninin nerede başladığını söylemek olanaksızdır. Fakat insan her şeyden önce kendine ciddi olarak şunu sormalıdır: "Gerçek" nedir? Gerçek kavramının mutlak değerlerini belirleme hakkını kim kendinde görebilir ya da görmek ister?

Önceki yüzyılda insanlar bununla ilgili günümüzdekinden farklı düşüncelere sahipti ve gelecek yüzyıllarda da yeni gerçeklikler kavranacaktır ki, bunların büyük bir bölümü günümüzde hiç tartılıp ölçülmeden alelacele "halüsinasyon" kategorisi altında sınıflandırılarak bir kenara itilmektedir.

http://www.spiritualizm.com/kitap/kitapkapak2/kitapres/saman-davul.jpg

Şamanizmin parapsikolojik yönü neredeyse hiç araştırılmamıştır. Zamanımızın en büyük yanlışlarından biri, bizim "mistik" denilen her şeyi hayal olarak görmemiz ve bunlarla alay etmemiz ya da hiç görmemezlikten gelmemizdir. İnsan varlığının dışavurum biçimleri biraraya toplandığında, incelenmek ya da araştırılmak istendiğinde, rasyonel düşünce nasıl dikkate alınıyorsa aynı ölçüde mistik olanın da dikkate alınması gerekmektedir.

İnsan kendi dışa vurumlarının bir bütünüdür, yani bunlardan oluşur. Bunlar ister apaçık bir şekilde görünür, ister "sübtil" olsun, temelde fark etmez. Kısmen belli şartlar altında ve sadece potansiyel olarak var olan işlevler, bazı durumlarda kendi özlerinde ya da varlıklarında herkese görünür ve alışıldık olan diğer fenomenler gibi, gerçek olabilirler. Bilimimiz öznel ya da varlıksal olan her şeyi görmezden gelmektedir. Oysa kendini gözlemleme yoluyla alman bilgilerle bilimsel araştırmalar sonucu dışarıdan alınan veriler yanyana getirilerek araştırılmalıdır ki, böylece insanla ilgili gerçekten bütünsel bir resim oluşturulabilsin.

Her iki bakış açısı da aynı nesneye odaklanmaktadır fakat tek bir farkla: Bunlardan biri insanı içten ve diğeri de dıştan araştırmaktadır, hepsi bu. Bu bakış açılarından birini diğerinden üstün tutmak için hiçbir sebep yoktur. Belirleyici olan tespit, mistik uygulamalar sonucu nesnel açıdan tespit edilebilen PSİ fenomenlerinin meydana gelmesidir. Örneğin Filipinlilerin ruhsal ameliyatları, bilimsel anlıyışımız ile açıklanabilir değildir ve dolayısıyla aklımız ve idrakimiz bunları mümkün görememektedir.. Eğer mistik bilinç halleri açık, gerçek etkiler meydana getirebiliyorsa, bu durumda bunların temelinde zorunlu olarak bir gerçeklik yatıyor olmalıdır.

Evet şimdi tekrar Baguio'ya, ilk gözlemlerimizi gerçekleştirdiğimiz güne dönelim. Agpaoa ile yaptığımız sohbetin ardından ameliyat sırası Hamburglu bir hastaya gelmişti. Bu bayın bağırsaklarıyla sorunu vardı, şikayetleri özellikle sol karın bölgesindeydi. Ameliyat ilk tasvir ettiğimiz ameliyata benzer bir şekilde tamamlandı. Agpaoa, büyük bir doku parçası çıkardı bu, bağırsaktan alman bir adhezyon bağına benziyordu.

Bu arada zaman artık öğleye doğru ilerliyordu ve Agpaoa bugünün işlerini burada noktaladı. Bir sonraki gün başka müdahaleler gözlemleme fırsatı bulduk, bunların bir çoğunu filme de aldık.

Ameliyatlarını gerçekleştirdiği bir öğleden sonra bizlere, kalın bir yapışkan bandı makassız sadece parmaklarıyla nasıl kestiğini gösterdi. Bu bandın etrafını hepimizin gözü önünde tahminen 8 santim kalınlığında bir çinko oksitli yapışkan bant ile sardı ve içimizden birisine serbest kalan ucu tutturdu, bu arada kendisi de sol eliyle makarayı tutmaktaydı. Sonra konsantre oldu ve "kesti". Elinin ya da orta parmağının kenarıyla yapışkan bandı sanki keskin bir bıçak ile kesermiş gibi ikiye ayırdı.

( Psişik Şifacılık - Alfred Stelter )

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...