cherar Oluşturma zamanı: Mayıs 25, 2007 Paylaş Oluşturma zamanı: Mayıs 25, 2007 YERÇEKİMLİ KARANFİL Biliyor musun az az yaşıyorsun içimde Oysaki seninle güzel olmak var Örneğin rakı içiyoruz, içimize bir karanfil düşüyor gibi Bir ağaç işliyor tıkır tıkır yanımızda Midemdi aklımdı şu kadarcık kalıyor. Sen o karanfile eğilimlisin, alıp sana veriyorum işte Sen de bir başkasına veriyorsun daha güzel O başkası yok mu bir yanındakine veriyor Derken karanfil elden ele. Görüyorsun ya bir sevdayı büyütüyoruz seninle Sana değiniyorum, sana ısınıyorum, bu o değil Bak nasıl, beyaza keser gibisine yedi renk Birleşiyoruz sessizce. UYANINCA ÇOCUK OLMAK Siz ne iyisiniz, ben sizi bir şeylere benzetiyorum Bilmem bir testi, bir bakır sahan kolay mı sizinle Çok rahat bir gökyüzü mü var sizinle Güneş bir pazartesi olarak mı duruyor burnunuzda Yoksa bükülmüş bir nehir gibi mi küpelerinizde Siz küçük adıyla mı çağırırsınız sessizliği Öyle mi, ya kim uyandırır sizde Bu sevişme dalgalarını, aşk seslerini Bak'ları, duy'ları, okşa'ları, evet'leri Hele bu elleri, ayakları bu Gözleri gözleri. Gidip bir bardak su içiyorum. Ağzım benim! Su böyle neye benziyor, çok çocuklu bir bahçeye değil mi Bakmayla içersek gözlerimiz de bir şeye benziyor Senin gözlerin, bizim gözlerimiz, onun gözleri Her zaman söylüyorum kuyumcular için imzalı yazı gerekmez Ama hiç gerekmez öyle değil mi? Armut ağacı! İyi sabahlar! Sana bakınca yüzüm değişti Bütün gün çalışıyorum en kötü iş yerlerinde Yorulup bunalınca hep o sana bakmayı deniyorum Birden çarşıyı gösteriyor dallarının inceliği Hem niye saklamalk, çarşıyı gösteriyor işte Bak! Şakur şukur şapka satın alan birisi Yusyuvarlak bir kişilik deniyor Pis adam - ne kötü dünya - öyle mi değil mi? Siz yok mu, sizin her yeriniz şaşırıp kalmaya istekli Bir bakın, uyanıp kalkınca çocuk olmalarım var benim Şu da var: bir sokak en açılmış pencereler dalıyor Dalıyor da söz mü, yatağa uzatıyor otomobillerini Aşk duyan bir kadını Onun kişiliği olan memelerini Gözlerim! Hey sokak! Geri getiriyor gözlerimi Kimi zaman da bir cam kırılıyor şangur şungur Diyorum böylesi gürültüler şiir için gerekli Öyle mi değil mi? Bizim o duvarlık tabaklar durmadan uzağa götürüyor evimizi Daha aldığım gün bildim maydanoz olacak üstündekileri Maydonoz olacak, maydanoz olacak, maydanoz olacak İyi ama, niye sevmeli her önüne geleni Herkesin, herkese, herkesi Daha dün yepyeni bir son koydumdu şiire Aldı, yepyeni bir kalabalığı getirdi Ama iyi yaptım öyle mi değil mi? ŞU BALLANAN BAHÇE Mavi rüyalarla dolu göğün kovası İçinden kana kana içtiğim Bulut kokulu gelin bohçası Kısa sanma hayatı koş Umut dolu bu dirlik kavgasında Olgun bir kadın şu ballanan bahçe Bedeller peşin ödenir Kurumuş boğazında bir yudum suyla Titrek korku şakacı bir at, içimin eğri ovalarında. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
losteirosss Yanıtlama zamanı: Temmuz 20, 2007 Paylaş Yanıtlama zamanı: Temmuz 20, 2007 teşekkürler dostum:) Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
KATA Yanıtlama zamanı: Eylül 2, 2007 Paylaş Yanıtlama zamanı: Eylül 2, 2007 Her gün biraz daha yalnız Robespierre Ve Fransa biraz uğultulu Yalnızdır akşamı yok edilen bir subay Bilinmez ürkütülmüş atları ne çok sevdiği Her yalnızlık biraz ihtilal. Çok şeyleri kadınlar için yaptım, kadınlar Onlar ki yokmuşum gibi sevdiler beni Beğenmek, beğenilmek gibi ayrı kaldılar Bir gün de akşamdı, ben o akşamı hiç unutmam Her sessizlik biraz ihtilal. İşte bir tanrı evi, kimler ki geçerken uğruyorlar Sonra çılgınlar gibi kalabalığa Belki de yarı kalmış bir sevgiye koşuyorlar Belki de her boyun eğdikleri, her diz çöküş Yavaşça bir ihtilal. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
MALCOLMX Yanıtlama zamanı: Eylül 3, 2007 Paylaş Yanıtlama zamanı: Eylül 3, 2007 Çok güzel bir şiir sağolasin.Robespierre önemli bir şahsiyet ve M.kemal inde Devrimci kişliğinin oluşmasinda etkilendiği insanlardandr.Robespierre in hayatini ve devrimlerini incelediğimizde bunu daha rahat görebiliriz... Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
schizophrana Yanıtlama zamanı: Aralık 22, 2007 Paylaş Yanıtlama zamanı: Aralık 22, 2007 Ben Ruhi Bey Nasılım ? Edip Cansever' in insana dair destansı şiiri. Toplam 6 bölümden oluşur. 1 gördün mü hiç suyun yanmasını tuzda gördüm ben bu yaşam boyu iniltiyi büyük bahçelerin küçük içinde saksılardan birinde gördüm de uyurken uyandırılmış gibi beni bir sardunya büyüttü belki. o ben ki bir kadında bir çocuk hayaletimi bir çocukta kadın hayaleti mi yalnızca bir hayalet mi yoksa. ne peki yere dökülen bir un sessizliği mi göğe bırakılan bir balon sessizliği mi işini bitirmiş bir org tamircisinin tuşlardan birine dokunacakken ki dikkati ve tedirginliği mi. bekler mi beni her yanı, ama her yanı çocuklar gibi gülümseyen bir sürü yaz gününün içinde acaba bekler mi beni uykularım, o sonsuz uykularım yanmış bir limonluktaki - ve limonlar ki her gün bir yaprak ayininde sesini hiç eksiltmeyen - ama bilmez miyim ben bilmez miyim hiç böyle sığ hayallerle oyalanmak yerine kısacık bir zaman olmalıydı elimde turfanda meyva gibi bir zaman yollar yollar kateden tadı ve ekşiliği geçerek erguvanların dönemecinde leylakların dörtyol ağzından yapıştırıncaya dek beni dudaklarına acının dudaklarına ve geçmişin bir yaban gülü yaprağı gibi beni ama ne gezer. korkmuyorum artık solmaktan solmaktan ve solgunluktan gelmişim nerelerden böyle kurumuş bir dere yatağı gibi ya da pek kurumamış da baygın, hasta ya da cançekişen çırparaktan yüzgeçlerimi dip sularında ya da yer tahtaları, muşamba, örtük perdelerin kasvetini yorgun düşerek taşımaktan ya da ne çıkar ayırmasam kendimi suların büyük içkilere kavuştuğu koylardan. koylardan kapsayan o sevimsiz, o küçük aşkları da eskiyen turunçlar gibi ilk rengini pek aratmayan ayırmasam kendimi diyorum ayırmasam köhnemiş bir geminin - izine pek rastlanılmayan - içindeki bir yolcudan da, değerli taşlarla dolu cepleri cepleri yüreği cepleri ayırmasam da ben kim görürdü o yolcuyu, yani kim farkederdi beni sıradan acılardır çünkü bütün ilgileri toplayan oysa sıkıntıyı buruşuk bir iç çamaşırı gibi saklayan bu kımıltısız gövde görülmemiştir ki hiç görülsün şimdi görülmediği gibi gündoğumundan havalanan kuşların ya da bir oda kapısını açtığınız zaman o müthiş öğle sıcağında pencerenin önünde örgü ören birinin - örgü mü, bir çay bardağını başka başka tutan ellerin becerikliliği mi - görülmediği gibi ama var mıydı sanki görülmeyi isteyen var mıydı bir şeyler bekleyen yüreğimin eskittiklerinden. 2 Ve her şey hızla yetişti sonra Sarı bir günün kahverengi yarınına. Yıkılmış bir ağacın üstünde yıllarca oturdum da Gözleri avına benzeyen bir avcıydım sanki Ağaç da çürümüş zaten Kazımış, oymuş bir yerlerinden gelip geçen onu Ağaç mı, içi yıllarla dolu bir kutu mu Çözmek için mi acaba içlerindeki bir gizi -Gizi mi, bir giz gereksinmesini mi- Yoklamışlar orasından burasından Kim bilir. Ama sessizlikten başka ne bulmuşlar Önemsiz bir iki anıdanbaşka Ya insan kılığında ya da bir dekor taşkınlığında Sorarım ne bulmuşlar Çoktan yeni bir umuda dönüşmüştür onlar da Anılar. Oysa bambaşka şeyler olmalıydı ağaçta Kazılmış, oyulmuş yerlerinde ağacın Buruk mayhoş, daha çok da bir zehir tadındaki Bir şeyler olmalıydı. Ve sanki Yıllar var ki saklamışım orda ben Saklamışım anlaşılan Odasında yapayalnız doğuran bir kadının Dışa vurmak istemediği Ya da pek gereksinmediği O iniltiyi andıran Duyurulmayan her şeyi. 3 Ve her şey dönüştü işte Kahverengi bir çarşambadan Sapsarı bir cumartesiye. Ansızın bir rüzgar çıktı demin Çölde yanıt arayan alaycı bir rüzgar Kolalı bir örtü gibi acıtıyor yüzümü Yakıyor gözkapaklarımı da Toplayıp getiriyor anılarımı bir bir Uzun yolları hiç sevmeyen anılarımı. (Kaç türlü girilirdi anılardan içeri? 1 - işte bir zambağın özsuyunun içilişi gibi 2 - Süt emer gibi bir memeden Bütün renklerin ve bütün kokuların bir anda bilinişi 3 - Dibini kazıyor alanlar: dünyanın iç çekişi.) (Ansak mı anmasak mı Yeri mi şimdi değil mi Bir tren yolculuğunda ve her yerde Her şeyin ya da hiçbir şeyin hiç mi hiç çekilmezliğini Bir hafta tatilini, bir öğle vaktini, belki bir pazartesiyi Saatler iyi Adamlar gülüyorlarsa iyi, gülmüyorlarsa gene iyi Ve bütün yolcuların dalgın Koparıp koparıp bir şeyler yediklerini Görünüşte kararsız Görünüşte üzgün, endişeli Görsek mi acaba, görmesek mi Açıp da kapalı gözlerini arada Şöyle bir görünümü tek bir solukta Yalandan, inatla içine çekenleri Ya da bir köprüden geçerken, bir tünele girerken Belirtip yüzlerinde çok görmüşlüğün izlerini Bir tilki çevikliğiyle, acele Katarak yolculuğa hiç yoktan bir gizemliliği Bilmem ki, görmesek mi Durunca tren bir istasyonda Dudakları çatlamış, ateşli, hasta bir istasyonda Dünyanın bütün elma satıcılarına bakıp Bakıp da her şeyi ilk defa tanıyormuş gibi Uzanıp pencerelerden sarkık gerdanlarıyla Tutarak parmaklarıyla yalancı Ve ucuzundan bir kolyeyi Acaba görmesek mi Bir treni ve dünyada tren olan her şeyi. Ansak mı anmasak mı acaba Yeri mi şimdi, değil mi Sırasını bekleyen bir kadının, hasta Gereğinden fazla abartılmış yüzünü Besbelli iğrenirdiniz Çevirirdiniz gözlerinizi yer tahtalarına Bir duvar saatine ya da kapıya Telefona bakardınız, tırnaklarını incelerdiniz uzun uzun Kısaca Kaçınmak isterdiniz o yüzden -ama bitmedi- Gördünüz, görüverdiniz bir daha Sıyrılmış acılardan ansızın Sevecen, durgun, sade O yüzü Belki de, orda, acele Karar verdiniz Bir anneniz olsun isterdiniz böyle Ve belki sarılıp öpmek isterdiniz onu Her neyse... Söylesek, yeniden mi söylesek şimdi de Ben uzun yolları hiç sevmem Doğacak bir çocuk gibi beklemeli anılar Ansızın doğmalı, ansızın ölmeli saniyelerde 4 Bırakıp gidiyor anılarımı rüzgar Denize bırakılmış çöpler gibi Yol kenarlarında birikmiş gereksiz eşyalar gibi Geri veriyor ve çekip gidiyor usulca. Bulanık bir havuzun yanında buluyorum kendimi Bakımsız, taşları kırık bir havuzun yanında içinden koyu yeşil bir çocuğun baktığı Çürümeye yüz tutmuş yaprak renginde Ağlaması yağmurlu bir sundurmaya benzeyen Kırık iskemleleri, çatlamış mermer masasıyla Yağmurlu bir sundurmaya Ve pencerelerde belli belirsiz bir kadın Pencerelerde ve her yanda. Bir çocukta bir kadın hayaleti mi Bir kadında bir çocuk hayaleti mi Yalnızca bir hayalet mi yoksa. (Nerdeyim Kelebeklerden dokunuşlar alan bir yaprak gibi inceyim Para bozduranların az çok bildiği Adres soranların gene bildiği Bir sokakta bir aşağı bir yukarı Saatlerce dolaşanların hemen hemen bildiği Amansız bir güceniğim.) Geri getiriyor bunları rüzgar Geri getiriyor anılması kırmızı bir konağı da iniltili, hasta bir konağı da Çatısında baykuşların tünediği Birtakım iplerin düğümlendiği tahtaboşlarda Ve bütün konuşmaların tek bir cümlede toplanıp Suskunluğu bir anıt gibi yükselttiği Bir konağı ve konağın olanca görkemini Geri getiriyor rüzgar. (Konaksa yandı çoktan Tertemiz bir asfalt ezip geçti onu iyi biliyorum tertemiz bir asfalt Ezip geçti onu Kırmızı bir konak mezarı gölgesi bırakarak.) Ve yıllar ve günler ve saatler ayarlandı Caddeler, işhanları kahveler ayarlandı Meyhaneler, genelevler Pasajlar, dar sokaklar, geçitler Soğuk biralar ayarlandı, soğuk her şey Ve bütün ilişkiler Birden yerini aldı. Ve her şey yetişti gene Sarı bir çarşambadan Kahverengi bir cumartesiye. 5 Ben Ruhi Bey, nasıl olan Ruhi Bey Nasılım Bir yaz ikindisinden çıktım geldim Diyelim bir pazartesiydi, biraz da şöyle geldim Kapıyı iyice kapadım - Kapadım mı, evet, kapadım - Çitlenbik ağacının altından geçtim Frenk üzümlerinden bir iki salkım kopardım Dişlerimle sıyırdım Sardunya renginde ve sardunya tadında idiler Biri fotoğrafımı çekiyorkenki gibi durdum Azıcık gülümsedim Ve dünya bana gülümsedi Çakılların üstünden yürüdüm Yürüdüm ki, bir sese benziyordum sanki Yüzyıllarca önce kırılmış bir kemik sesi iyice duydum Çıkarken bahçe kapısını açık bıraktım - Çok yüksekti. Deniz dibi renginde ve demirdendi. Üstünde aslan başı kabartmalar vardı. iki yanında çok yüksek iki duvar uzar giderdi. Dışardan çam ğaçları görünürdü. Bir kırbaç gibi görünürdü. Ve ağaçların üstünde kırbaç kılıflarına benzeyen ve evlatlıkların mavi pazen giysilerini andıran kalınlaşmış bir gökyüzü dururdu - On sekiz on beş trenine yetiştim Geniş kadife koltuğa oturdum Puromu yaktım - iki kibrit harcadım - Akşam gazetelerinde pek bir şey yoktu Haydarpaşa''ya kadar bulmaca çözdüm iskelede saçları çok iyi taranmış bir kız bana baktı Bakışından tedirgin oldum Giyimsizdi, boyasızdı, bakımsızdı Vapurla Karaköy''e geçtim Tokatlı''ya uğradım Köprüden aldığım Fransız dergilerini karıştırdım Kirazla bir kadeh rakı içtim Çıkarken boy aynasında kendime baktım Oldukça yakışıklıydım Gömleğim temizdi, beyaz ceketim Tertemizdi ve ayakkabılarım Pantolonum ütülü Yelek cebimde ince altın bir zincir Sarı ve ince bıyıklarım Tam Ruhi Bey bıyığıydı Ve iki parmağın arasında bir çiçek sapı - Zakkum muydu, değil miydi, belki yazpatı - Boynumda menekşe rengi bir papyon Hafifçe sarkık Dudağımda bitti bitecek bir sigara Kenarında dudağımın Dışarı çıktım. Tünele bindim, Asmalımescit''teki Viyana lokantasına geldim. Avusturyalı karı koca beni karşıladılar ikisi de eğilerek ben dimdik durdukça onlar bir kez daha eğilerek beni karşıladılar Benden başka oldukça şişman iki adam daha vardı. Beyaz Ruslardandılar, gözleri necef taşı gibi sert ve parlaktı Tezgahta bir Leh Yahudisi votka içiyordu, yüzündeki ince damarlar fırçayla çizilmiş gibiydi, bir silinip bir canlanıyorlardı. Soğuk et getirdiler bana, omlet, bira filan getirdiler Üstüne kremalı ahududu getirdiler, likörle kahve getirdiler Çıkarken bolca bahşiş bıraktım. Markiz''e uğradım, dört mevsimden süzülmüş bir konyak içtim Düzeltip arada bir bıyıklarımı Uçları hafifçe ıslak Bir ara pencere camında kendime baktım Baktım ki, ben Ruhi Bey Nasıl olan Ruhi Bey Daha nasılım. Oradan Galatasaray''a kadar yürüdüm Bir kadının pembe beyaz teni dağılıp uçuşarak Gezindi ortalıkta bir süre Ve durdum Durdum bu güzel yaz ikindisinden çıkıp Bambaşka bir sonbahar sabahını giyinceye kadar Nasılım ? 6 Nasıl olacaksınız Ruhi Bey Bugün de erkencisiniz Ruhi Bey Şarapla bira mı içiyorsunuz Ruhi Bey Böyle sabah sabah Ruhi Bey Akşam akşam Ruhi Bey Akşam sabah Ruhi Bey Cıgara alır mıydınız Ruhi Bey Yakalım Ruhi Bey, yakalım Böyle üşümüyor musunuz Ruhi Bey Benim de ayakkabılarım su alıyor Ruhi Bey Ne olur ne olmaz Önümüz kış Ruhi Bey Ee, daha nasılsınız Ruhi Bey - iyiyim, iyiyim. (Gelsem gelsem bir solgunluktan gelirim Kızgın bir sardunyanın üstelik üvey çocuğu Pembe pembe azarlanırım O ölür ben azarlanırım Kocaman bir konakta uzarım kısalırım Ellerim tırnaklarım Yeni kırpılmış bir koyun derisi gibi pespembe Ve sıcak Gözlerim, gözlerim benim Denizi ilk defa gören bir çocuğun Birdenbire yaşlanması neyse.) Sizinle görüşelim Ruhi Bey Vaktim yok, vaktim yok Ruhi Bey, görüşelim Vaktim yok görüşmeye kimseyle Ruhi Bey Kendimle bile, kendimle bile. (Olmaz ki, kimse kimseyi sevemez Ama hiç kimse.) Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
semuel Yanıtlama zamanı: Ocak 26, 2008 Paylaş Yanıtlama zamanı: Ocak 26, 2008 MENDİLİMDE KAN SESLERİ Her yere yetişilir Hiçbir şeye geç kalınmaz ama Çocuğum beni bağışla Ahmet Abi sen de bağışla Boynu bükük duruyorsam eğer İçimden öyle geldiği için değil Ama hiç değil Ah güzel Ahmet abim benim İnsan yaşadığı yere benzer O yerin suyuna, o yerin toprağına benzer Suyunda yüzen balığa Toprağını iten çiçeğe Dağlarının, tepelerinin dumanlı eğimine Konyanın beyaz Antebin kırmızı düzlüğüne benzer Göğüne benzer ki gözyaşları mavidir Denize benzer ki dalgalıdır bakışları Evlerine, sokaklarına, köşebaşlarına Öylesine benzer ki Ve avlularına (Bir kuyu halkasıyla sıkıştırılmıştır kalbi) Ve sözlerine (Yani bir cep aynası alım-satımına belki) Ve bir gün birinin adres sormasına benzer Sorarken sorarken üzünçlü bir görüntüsüne Camcının cam kesmesine, dülgerin rende tutmasına Öyle bir cıgara yakımına, birinin gazoz açmasına Minibüslerine, gecekondularına Hasretine, yalanına benzer Anısı işsizliktir Acısı bilincidir Bıçağı gözyaşlarıdır kurumakta olan Gülemiyorsun ya, gülmek Bir halk gülüyorsa gülmektir Ne kadar benziyoruz Türkiye'ye Ahmet Abi. Bir güzel kadeh tutuşun vardı eskiden Dirseğin iskemleye dayalı -- Bir vakitler gökyüzüne dayalı, derdim ben -- Cıgara paketinde yazılar resimler Resimler: cezaevleri Resimler: özlem Resimler: eskidenberi Ve bir kaşın yukarı kalkık Sevmen acele Dostluğun çabuk Bakıyorum da simdi O kadeh bir küfür gibi duruyor elinde. Ve zaman dediğimiz nedir ki Ahmet Abi Biz eskiden seninle İstasyonları dolaşırdık bir bir O zamanlar Malatya kokardı istasyonlar Nazilli kokardı Ve yağmurdan ıslandıkça Edirne postası Kıl gibi ince İstanbul yağmurunun altında Esmer bir kadın sevmiş gibi olurdun sen Kadının ütülü patiskalardan bir teni Upuzun boynu Kirpikleri Ve sana Ahmet Abi uzaktan uzaktan domates peynir keserdi sanki Sofranı kurardı Elini bir suya koyar gibi kalbinden akana koyardı Cezaevlerine düşsen cıgaranı getirirdi Çocuklar doğururdu Ve o çocukların dünyayı düzeltecek ellerini işlerdi bir dantel gibi O çocuklar büyüyecek O çocuklar büyüyecek O çocuklar... Bilmezlikten gelme Ahmet Abi Umudu dürt Umutsuzluğu yatıştır Diyeceğim şu ki Yok olan bir şeylere benzerdi o zaman trenler Oysa o kadar kullanışlı ki şimdi Hayalsiz yaşıyoruz nerdeyse Çocuklar, kadınlar, erkekler Trenler tıklım tıklım Trenler cepheye giden trenler gibi İşçiler Almanya yolcusu işçiler Kadınlar Kimi yolcu, kimi gurbet bekçisi Ellerinde bavullar, fileler Kolonyalar, su şişeleri, paketler Onlar ki, hepsi Bir tutsak ağaç gibi yanlış yerlere büyüyenler Ah güzel Ahmet Abim benim Gördün mü bak Dağılmış pazar yerlerine benziyor şimdi istasyonlar Ve dağılmış pazar yerlerine memleket Gelmiyor içimden hüzünlenmek bile Gelse de Öyle sürekli değil Bir caz müziği gibi gelip geçiyor hüzün O kadar çabuk O kadar kısa İşte o kadar. Ahmet Abi, güzelim, bir mendil niye kanar Diş değil, tırnak değil, bir mendil niye kanar Mendilimde kan sesleri. Edip CANSEVER -------------------- İÇİNDEN DOĞRU SEVDİM SENİ İçinden doğru sevdim seni Bakışlarından doğru sevdim de Ağzındaki ıslaklığın buğusundan Sesini yapan sözcüklerden sevdim bir de Beni sevdiğin gibi sevdim seni Kar bırakılmış karanlığından. Yerleştir bu sevdayı her yerine Yüzünde ter olan su damlacıklarının Kaynağına yerleştir Her zaman saklamadığın, acısızlığın son durağına Gül taşıyan cocuğuna yerleştir Ve omuzlarına daracık omuzlarına Üşümüş gibisin de sanki azıcık öne taşırdığın Tam oraya işte, uçsuz bucaksız bir düzlükten Bir papatya tarlasıyla ayrılmış göğüslerine yerleştir Ve esmerliğine bir de, eski bir yangının izlerinin renginde Saçlarının yana düşüşüne, onları bölen ikiliğe Alnından başlayan ve ayak bileklerinde duran Yani senin olmayan, seni bir boşluk gibi saran hüzne Yerleştir onu bir kentin parça parça aklında tuttuğun Kar taneleri gibi uçuşan Ve her gün biraz daha hafifleyen semtlerine Yerleştir bu sevdayı her yerine. Ekledim ben tattığım her şeyi denizlere Bildiğim ne varsa onlar da hep denizlerden Sen de bir deniz gibi yerleştir onu istersen Sevdayı Ve köpüklendir Ve yaşlandır ki işte kederi anlamasın Ama dur, her deniz yaşlıdır zaten Öğrenmez ama öğretir mutluluğu Bizim sevdamız da öyledir, iyi şiirler gibi Biraz da herkes içindir. Ve gelinciğin ikinci tadına benzemeli Var eden kendini birincisinden Yani bir sevdayı sevgiye dönüştüren. Ben şimdi bir yabancı gibi gülümseyen Tanımadığın bir ülke gibi İçinde yaşamadığın bir zaman gibi Tam kendisi gibi mutluluğun Beni bekliyorsun Ve onu bekliyorsun beni beklerken. Edip CANSEVER -------------------- UÇURUM Bir agaç sürüsünün üstünden Çok agaçli bir agaç sürüsünün üstünden Kesilmis limon dilimleri gibi düsüyor günes Votka bardagimin içine Benim olmayan bir sevinç duyuyorum. Kesiyorum durdugumuz yeri ortasindan Ey görünüs! seni bir yerinden hiç anlamiyorum Dibimde degil ayaklarimin, damarlarinda Derinligini orda tutan, orda harcayan Uçsuz bucaksiz bir uçurum. Zamanla degil, bir yerde Benim olmayan bir seyle yaslaniyorum Geçiyorum ilk seklimi tüketerekten Agir agir yanan bir tugla harmanini Billurdan sarkaçlariyla. Kalbim, sersemligim benim.. -------------------- SENİ GÜNLERE BÖLDÜM Seni günlere böldüm, seni aylara Daha yillara, yüzyillara bölecegim Ve her zaman söyleyecegim ki beni anla Böyle eskitilmis de olsa bu kalbi Minesi çatlamis bir dis gibi durduracagim karsinda. Siirler söylenir, siirler biter Biz bu sevdayi neresine sakladikti sen ona bak da Kahverengi avuçlarina mi gözlerinin Tam oradan mi kahverengi yagan bir aydinliga. Bütün günler yenilesir her bekleyiste Ve bütün dünler, bütün geçmisler Kapini açarsin ki bir de, hiç kimseler yok Çaresiz, benim sana gelisim de hep böyle. Dün aksama dogru turuncu bir bulut geçti Sonra bütün bulutlar hep birden geçti Anilar, anilar, belki hepsi bir kelime. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
FiReQFLiqHiTinq Yanıtlama zamanı: Ocak 28, 2008 Paylaş Yanıtlama zamanı: Ocak 28, 2008 Bitti O Sevda.. . Bitti o sevda kesildi cigliklari martilarin Su gibi bitti, suya karsit gibi bitti Itti kiyiyi adina deniz dedigimiz birsey Unuttuk ikimiz de her turlu yetinmezligi Kaybetti kumarda gozlerim Kaybetti kumarda gozleri. Bir koru ruzgarlandi gogus boslugumuzda sanki Uzaklasti agaclar birbirlerinden Yakinlasti agaclar birbirlerine Yani her soluk alip verisimizde bizim Bir mekik gibi kalbin Bir mekiki gibi kalbim Isleyip durdu bu yitikligi yeniden. Ne kaldi Farkinda misin bilmem Gunduzler.. Gunduzler biraz azaldi. -------------------- Uzak Yakinlik . Soruyordun Ilkyaz iste Uyanip bir bahçeyi dinliyoruz Tenhalik böyle Dallar mi kirilmis, sarmasiklar mi toz içinde Beklesem hemen gelecek oldugun Tam öyle oldugun Oysa hep yanimdasin, seninle her sey yanimda Kirip dökük de olsa yanimda Mesela çok sevdigin bir deniz bile yanimda O deniz ki aramizda hiç kimildamadan Erkegini iyi taniyan bir kadin gibi yorgun. Yarisi yenmis bir elmaydik bana sorarsan Ikimizdik, iki kisi degildik Bakiyorsak birlikte bakiyorduk gözlerimin içine Birlikte gözlerinin içine bakiyorduk senin Yanlisti, dogruydu, hiç bilmiyorum Sanki bir bakima ayrilik böyle. Karsilikli otursak da ne zaman Masa örtüsünü ikiye bölen ellerimizdi Bir tirnak yesilinden gerisin geriye Ayak bileklerimizden gerisin geriye Butun bunlar gereksiz, bilmiyorum sanma Gereksiz ama yalnizlik böyle. . Edip Cansever Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
semuel Yanıtlama zamanı: Ocak 28, 2008 Paylaş Yanıtlama zamanı: Ocak 28, 2008 İNFİLAK Ben gidince hüzünler bırakırım Bu senin yaşadığındır Bir ev sıkılır kadınlardaki Bir adam sıkılır kadınlardaki Seni sevmek bu kadar mı O benim yaşadığımdır. Bazan da bir yerde kuşlar vardır Ne uçmak, ne görünmek için Bir karanfil pencereyi deler Bir kapı kendiliğinden kapanır İstesek sevişirdik, ama olmadı Biz değil yaşayan acılardır. Gitsem de her yerde biraz vardır Hatırda zamansız bir plak Bir otel kapısı, biraz istasyon Vardır o seninle birlikte olmak Buluşur çok uzaktan ellerimiz Ve nasıl göz gözeyiz ansızın bir infilak. -------------------- ROBESPİERRE Her gün biraz daha yalnız Robespierre Ve Fransa biraz uğultulu Yalnızdır akşamı yok edilen bir subay Bilinmez ürkütülmüş atları ne çok sevdiği Her yalnızlık biraz ihtilâl. Çok şeyleri kadınlar için yaptım, kadınlar Onlar ki yokmuşum gibi sevdiler beni Beğenmek, beğenilmek gibi ayrı kaldılar Bir gün de akşamdı, ben o akşamı hiç unutmam Her sessizlik biraz ihtilâl. İşte bir tanrı evi, kimler ki geçerken uğruyorlar Sonra çılgınlar gibi kalabalığa Belki de yarı kalmış bir sevgiye koşuyorlar Belki de her boyun eğdikleri, her diz çöküş Yavaşça bir ihtilâl. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
schizophrana Yanıtlama zamanı: Eylül 11, 2008 Paylaş Yanıtlama zamanı: Eylül 11, 2008 Bir Su Yılı Denilebilirdi Bir su yılı denebilirdi geldi geçti Üstünde durmuyorum. Terledim, bulanık baktım. Ne varsa kendiliğindendi Hemen hemen evden çıkmadım. Sanki avuçlarımda sürekli Yıkanmış, tabağa konmuş bir meyvenin ellenmişliği, Ola ki makyajı bir oyuncunun, karışmış gözyaşlarına Yeni kireçlenmiş bir duvarın kireci Avuçlarımda sürekli.. Bir su yılı denebilirdi üstünde durmuyorum Kalmışsa kalmıştır bir çomak gibi Kuru Artık kullanılmayan bir demiryolu Kararmış, kırık dökük Üstünde bir yük vagonu. Mavi bir araba kapımın önünde Bütün yıl Bir su yılı Kapısını kimse açmadı Açıp kapamadı hiç kimse Aslında mavi de sayılmazdı pek Balkıyıp duruyordu kırmızı bir şakayığın renginde Yani sabah güneşlerini denizde Günbatımını denizde Severek yaşayan bir balık da denebilirdi ona Çünkü düşler gerçekle Gerçekler düşle Anlayınca bir gün buluştuğunu Geçirir her günceye kısa bir yolculuğu Ama bir takı eksik gibidir bir sözcükte Damağın dudağın alışkanlığına karşı Kalbin atışlarıyla çok uyumlu bir de. Hadi anlat deseler anlatamam Bir yere gidiyorken cayıp bir başka yere gitmeyi Yani bir kunduzu karşıdan karşıya yüzdüren sezgi Nedir ben bilemem ki Belki bir raslantıdır da ondan mı sevdanın yeri En yakın yeri En uzak yeri Bitmeyen yeri Bitecek yeri Farkedilmez zaten anlaşılmış sevdanın Anlaşılmaz sevda ile bütün ekleri. Gözlerim sevdim seni Köklerim gözlerimin Suyunu benden içen ıssız bir kasaba gibi.. Edip Cansever Ne Gelir Elimizden İnsan Olmaktan Başka Ne çıkar siz bizi anlamasanız da Evet, siz bizi anlamasanız da ne çıkar Eh, yani ne çıkar siz bizi anlamasanız da. Hiçbir şey ! Kadınlar geçtiği o kadın kokusu anlarında Yıkanmış, mayhoş ve taranmış duygularıyla Dönüşür içimizde az menekşe, bir sarmaşık Menekşe, hadi neyse, mor deriz sarmaşıklara Mor deriz, mor bilinir çünkü, bir yandan güneşler kurur Her yandan güneşler kurur, sanki yaz günüyledir Bir adam kayboluyordur bir taşra sıkıntısıyla Deriz ki, "şuram ağrıyor" bir de, "başım dönüyor", "yanıyor avuçlarım" Belki de bir çığlık mı bu, bu seziş, bu yakınma Bir çığlık, hem de nasıl, katılmış, donmuş,yaşıyorcasına Uzansak ellerimizde uzansak avuçlarımızda, bir çığlık Nedir mi ellerimiz-korkunçtur bir elin bir köşesinde insan olmalarıyla- Korkunçtur insan olmalarıyla kıyısında bir yüreğin Kıyısında gibi yangından, çok karanlıktan geçilmez caddelerin Ve korkunç anlamsız gözlerinde ha dünya ha bir park bekçisinin Korkunçtur insan olmaları, bir ceset, suda bir şapka gibi sallanaraktan Bitmeyen bir selam gibi, hastayken, inceyken, yalnızlıklarda aranan Korkunçtur-bunu anlıyoruz-bir yüzün en çoğul beyazında Korkunctur insan olmaları güz ortalarında, eriyen türbe ışıklarında Ve korkunçtur eriyip kaybolmaların bir köşesinde insan olmalarıyla Korkunçtur korkunç! Diyerek: ben kimim, kime anlatıyorum, neyi anlatıyorum ayrıca Neyim ben, bu olanlar ne, ya kimdir tüketen isteklerimi Tüketen kim. Hani görmeden daha, sezmeden herşeyin bittiğini Ama ne zaman saçları kurularken çok eski bir alışkanlıkla Çökerken üstümüze bir sözün, bir gümüş kupanın o sebepsiz inceliği Ansızın bir ürperişte: bitti mi herşey bitti mi Yoo, hayır! öyleyse kimdir tüketen isteklerimi Bir rüzgar, duyulup binlercesi birden bir rüzgar Birakıp giden beni bir kenara, bir uzağı, yada bir boşluğu bırakır gibi Ve ben ki hazırımdır bir süre unutulmaya Ama hep sorulur gibidir benden: ben şimdi ne yapsam acaba. Ben şimdi ne yapsam, ben şimdi ne yapsam kaç kere yalnız Hem bunu kaç kere söylemek, ne türlü söylemek adına Eskimiş fırçalarda, kırılmış şişelerde, tozlanmış ilaç kutularında Okunmaz kitaplarda, uzaksı giyişlerde çocuksuz avlularda Anlamsız kahvelerde, bir yolun çok ucunda, asılmış koyun butlarında Ben şimdi ne yapsam, ben işte ne yapsam kaç kere yalnız Kaç kere yalnız, ama kaç kere yalnız, gene kaç kere insan olmalarımla Kapansam, evlere kapansam, yıkanmış bir deniz bulacaksam orada Anılar bulacaksam- anılar mi dediniz ? ne sesli bir vuruşma Odalar bulacaksam, odalarda kadınlar, çiçekler, çok aynalar Rakılar, gene rakılar, kırıklar sonsuz yaralar Bulacaksam orada, bir koltuğu bir koltuğa doğru Bir yüzü bir yüze, bir eli bir ele doğru yaklaştıran çocuklar Sinekler bulacaksam, kaskatı yapan boşluğu, sinekler Zorlanmış bir gülüşten-iğrenip birden-kusmalar, bulantılar Bulacaksam belki de: susanlar, bilmem ki niye susanlar Ölüler bulacaksam-ölü gözleri onlar, cesetler, giderek dışa vurmalar Ne dedik, dışa vurmalar mı, yani ilk aydınlığı mı ölümün Ölümün ilk aydınlığı mı, ne dedik, sahi biz ne deseydik bu konuda Ne deseydik bilmiyorum, ama var bu kadarcık birşey insanın sonsuzunda Bu kadarcık bir şey-İyi ya, peki, şimdi kim var sırada Sakın haaaa!. biz yoğuz, bizi unutun, yok deyin adımıza Yok deyin çünkü biz..biz işte korkuyoruz ne güzel korkumuzla Ne güzel ellerimizle.. Başlayın, hadi başlasanıza Örneğin bir kahve falı ? Az müzik ? Diyorum biraz İskambil!.. Ama hiç seslenmeyelim-seslenmeyelim-içimizden oynayalım ayrıca - Dört kişiyiz! - Hayır on!. - Bin kişiyiz! - Bana kalırsa.. Ne kadarcık bir fark var bizimle bütün insanlar arasında Öyleyse başlayalım: Koz kupa! Ah şu sinek onlusu bire bir unutulmaya Çayınız soğuyacak! Çayınız mı dediniz ? Ne tuhaf biraz anlıyorum - Üç karo! - Pas diyorum! - Susalım baylar, dört kupa! Ah şu sinek onlusu! Koz kupa! Çayınız mı dediniz ? Susalım! Susalım-Niye susalım-Anılar mı dediniz ? Ne sesli bir vuruşma! Ya sonra ? Bırakın şu sonrayı, bilmem ki nedir o sonra Gene mi, başladınız mı ? peki şimdi kim var sırada Sakın haaaa!. biz yoğuz, bizi unutun, yok deyin adımıza Yok deyin çünkü biz..biz işte korkuyoruz ne güzel korkumuzla Ne güzel ağzımızla.. Yok canım, ben var ya, istiyorum sırada olmayı istiyorum-Sahi mi- ama isterseniz siz olun Siz olun, biz olalım kim olacak ? -Hep böyle oyalansanıza Yani "Şu sinek onlusu, susalım baylar, koz kupa." Gibi oyalansanıza Biraz oyalansanıza. Bir oyun başka olamaz oyundan gibi Bir söz başka olamaz sözden gibi Bir şey başka olamaz şeyden gibi Tam öyle gibi, varıyor gibi bir mutluluğa Ne gelir elimizden insan olmaktan başka Ne gelir elimizden insan olmaktan başka Ne çıkar siz bizi anlamasanız da Evet, siz bizi anlamasanız da ne çıkar Eh, yani ne çıkar siz bizi anlamasanız da. Hiçbir şey ! Kimse bir gün gözlerimi sevmeyecek korkuyorum Bir yaşlı kadın en erkek boyutunda Kendisiyle çiftleşecek kaç kere yalnız Kaç kere yalnız, kaç kere şaşırmış, bitkin kaç kere Bir ölgün ses bulacak sesinden çok uzaklarda Vardır ya, hani bir yer, uzakta çok uzakta Ölüm mü- yok canım, çok sesli bir evrende çok erken daha Üstelik bilmiyoruz da, doğrusu bilmiyoruz, ölüm mü, bunu hiç bilmiyoruz Diyoruz: yaşasak çıkmazları, sevişsek olmayanlarla Tavşansı sıçramalarla bitirsek şu ormanı Böylece, niye olmasın, işte bir orman daha Sanki bir gölgeye geldik; yorulduk, acıktık, susadık biraz Ve doyduk, ve içtik, ayıldık bir anlamda Ayıldık ve sorduk, baktık ki hep ormandayız Kaç kere ölmemişiz, kaç kere sormamışız, bu kaçıncı dalgınlığımız Yani kaç sesli bir evrende kaç kere yalnız Ne ölmek, ne ansımak! sadece yaşamakla Tam öyle gibi.. Demeyin: eh, biraz yorulsak da Demeyin, sakın haa, yok şu kadar bir şey insanın sonsuzunda Biz şimdi ne yapsak, biz şimdi ne yapsak, biz işte biraz bilmiyoruz ya Diyoruz: yaşasak çıkmazları, sevişsek olmayanlarla. Edip Cansever Cenaze Kaldırıcısı Adem Bir ölü nedir ki bir ölüm nedir Acıyla kirlenmektir, acıya sevinmektir. Siz bilirsiniz, isterseniz biraz gecikiriz Gelmesine geliriz, birazcık gecikiriz Ne kadar gecikirsek o kadar iyiyiz Ben o kadar iyiyim. Bir zamanlar hamaldım, çelenk taşırdım En güzel çiçekleri ben sırtımda taşırdım Caddelerden geçerdim, büyük vitrinlerin önünden Serlerden bahçelerden güne damlardım Renklere karışırdım, kentin ışıklarına İçinden soyulan bir portakal gibi Kendi içdenizlerimi öper okşardım Süslenmiş gibi olurdum Kokular içinde kalırdım. Sonra bir gün çağırdılar Sonra bir gün beni gene çağırdılar Artık hep çağırdılar, dört kişi olduk Dört kişi gerekliydi, dört kişi olduk Ölüleri gördük, ölüler koltuktaydılar Ölüleri gördük ölüler yatakta Ölüler giyinik, ölüler çıplak İşte biz dört kişi buna alıştık Bizi alıştırdılar. Omuzlarım kesik kesiktir, nasırlıdır Her zaman bir ölü vardır omuzlarımda O kadar ölü vardır ki her yanımda benim - Ölüler içindeyim! ölüler içindeyim! - Örneğin bir bardak su içsem bir ölü kayar şuramdan Su içmeyen bir balık gibi kayar Ölülere takılmış bir uçurtma gibiyim Biraz öyleyim. Ve otel müşterileri, onlar En inandırıcı ölülerimdir benim Her biri biri ölümü her gün yeniden yaşar Camlara yapıştırılmış yüzler gibi - Unutmak utanmaktır, siz bilirsiniz - Hüzünsüz, anlatımsız, soğuk Akşamüstü rengidedirler ve yorgundurlar. Siz daha iyi bilirsiniz, Hıristiyanları soyarlar Ölüleri çıplaktır onların Ne yalan söyleyeyim görünce huylanırım Yeni ölmüş genç kızlar yeni doğmuş çocuklara benzerler Görünce huylanırım Bunu karıma da anlatırım, su dökünürüm Adım mı, Ademdir, iyi adamımdır. Karıma anlatırım ya, size de anlatırım Bir gün bir ölü kaldırdık, Aşkenazlardan Heni şu Leh Yahudilerinden işte Gözleri o kadar mavi olan, mavi bir suda yüzer gibi gövdesi Saçları tütün rengnde Her neyse, uzatmayalım, bir de baktık ki ölünün arka cebinde Dolarlar, marklar, sterlinler Önce paylaşmayı düşündük, yalan söylemeyeyim Götürüp geri verdik az sonra Götürüp geri verdik, yüz lira aldık Hepsi hepsi yüz lira Bir gün bir ölüye asılı iki torba Torbalar kalçalara inmiş, askılar omuzlarda İçleri altın dolu Ölüyse bir okcakarı, Ermeni Çoluk çocuğu Elbette geri verdik altınları da. Ve genç bir kız ölüsünden ametist bir kolye çıkardım Doğrusu sakladım onu gizlice Karımdan bile sakladım, karımdan Niye mi sakladım, uğurdur diye. Bir karım, iki çocuğum, dört kişiyiz Kimseler bizimle konuşmaz Mahallede kahveye çıkmam, anlarsınız Giderek alıştım içkiye de Demin de söyledim ya, iyi adamımdır Benden kötülük gelmez İnanır mısınız, bir gün gene bir ölüyü kaldıracağız Tam kaldıracağız, birden farkına vardım Adam düpedüz yaşıyor Oysa raporlar filan tamam Buzluğa girdi mi o anda işi bitik Başında mirasçılar yas giysileri içinde Dedim ya, birsden farkına vardım Evet, o gün bugündür yaşıyor Cihangir'de oturur, zengindir Bir iki kez evine de uğradım Beni pek sevmez. Ne de olsa herkes biraz ölüdür Otel müşterileri en önde gelir Kendileri soyar kendilerini kendileri giydirir Büyük kentlerin büyük tabutlarıdır oteller Nedense işte onlar gökyüzüne gömülür. Bu sabah on birde bitirdim işimi Gidip uyuyacağım Belki de Ya karımla ya da Bir başka ölüyle yatacağım. Edip Cansever Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
schizophrana Yanıtlama zamanı: Aralık 14, 2008 Paylaş Yanıtlama zamanı: Aralık 14, 2008 Umutsuzlar Parkı I. Biliyorsunuz parkların Sizi çağıran tarafları İnsanın gizli, karanlık köşeleriyle oranlı Orada saklanıyor onlar Çünkü her türlü saklanıyorlar orada Bir yağmur öncesinin loş sokaklarıyla Dağınık mavisiyle gözlerinin Sevgi vermez kadın uçlarıyla Korkuya, sadece korkuya sığınmış olarak Eskimiş, kurtlanmış ikonlarıyla kiliselerinin Yalvaran bakışlarıyla - nasıl da sevimsiz - En kötüsü, belki de en kötüsü Bir duygu açlığıyla soluyarak Parklara yerleşiyorlar, parkların Onları çağıran köşelerine Bir karıncayı selamlıyorlar, besili, siyah Bacak aralarından Çömelmiş, öyle sakin Selamlıyorlar "Günaydın" diyorlar atılmış bir kâğıt parçasına Kuleler yapıyorlar ayak parmaklarından Birinci katta bir kibrit çöpü oturuyor Acılar alıp veriyor dünyadan Dillerini gösteriyorlar, dizkapaklarını Bir sıkıntı şiiri gibi Sıkıntı İşte Tam orada duruyorlar. II. Bu kimin duruşu, bu sizin en gülmediğiniz saatlerde Her cümlede iki tek göz, bu kimin Ya da kim korkuttu bu kadar sizi Bu nasıl sevişmek, üstelik bu kadar hızlı Ya da tam tersine Boş vermek öperken, severken boş vermek sevmelere Sulardan ürpermek gibi dokununca, Ya da ben kimi sarmışım böyle kollarımla Kime söz vermişim, biraz da unutmak gibi Denir mi, ama hiç denir mi, iş edinmişim ben İş edinmişim öyle kimsesizliği Kendimi saymazsam - hem niye sayacakmışım kendimi - Çünkü herkese bağlı, çünkü bir yığın ölüden gelen kendimi Konuşmak? konuşuyorum, alışmak? evet alışıyorum da Süresiz, dıştan ve yaşamsız resimler gibi. Ne çıkar sanki sardıysam sizi kollarımla Unutmak, belki de unutmak olsun diye mi? Onu da tatmak gibi Oysa ne bir evim oldu, ne de bir yerim var şimdi gidecek Ama gitmenin saati geldi Kirli bir gömleği çıkarıp asmak Yıkayıp kurutmak ister ellerimi Su içmek, saati kurmak ve sebepsiz dolaşmak biraz da Açınca camları - diyelim camları açtık ya sonra? - Sonrası şu: ben bir camı, bir perdeyi açmış adam değilim Bilirim ama çok bilirim kapadığımı Öyle iş olsun diye mi, hayır Bilirim içerde kendimi bulacağımı Dışarda görüldüysem inattan başka değil Evet, çünkü bu karanlık işime en geleni Kendimi saklıyorum ya, bir yığın ölüden gelen kendimi Oramı buramı dürtüyorum, bunu sahiden yapıyorum Ve açıyorum bütün muslukları Diyorum sular mı böyle, sular mı olmalı Ne geldiği, ne de gittiği yer belli Olmuyor, gene kendimi düşünüyorum Alıştım istemiyorum. III. Binlerce, ama binlerce yıldır yaşıyorum Bunu göklerden anlıyorum, kendimden anlıyorum biraz İnsan, insan, insandan; ne iyi ne de kötü Kolumu sallıyorum yürürken, kötüysem yüzümü buruşturuyorum Çok eski bir yerimdeyim, çürüyen bir yerimden geliyorum Öldüklerimi sayıyorum, yeniden doğduklarımı Anlıyorum, ama yepyeni anlıyorum bıktığımı Evlerde, köşebaşlarında değişmek diyorlar buna Değişmek Biri mi öldü, biri mi sevindi, değişmek koyuyorlar adını Bana kızıyorlar sonra, anısızın bana Kimi ellerini sürüyor, kimi gözlerini kapıyor yaşadıklarıma Oysa ben düz insan, bazı insan, karanlık insan Ve geçilmiyor ki benim Duvarlar, evler, sokaklar gibi yapılmışlığımdan. Bilmezler, kızmıyorum, bunu onlardan anlıyorum biraz Erimek, bir olmak ve unutulmak içindeki onlardan Ya da bir başkaca şey: ben kendimi ayırıyorum O yapayalnız olmaktaki kendimi Böyleyken akıp gidiyorum bir nehir gerçeği gibi Sanki ben upuzun bir hikâye En okunmadık yerlerimle Yok artık sıkılıyorum. IV. Biliyorsunuz, size geldim sadece Kapınızdan aldım, ballı çöreklerinizden Peki bu sevinmek niye? Girdim ki içeriye yıllardır soyunuyordunuz Ve işte giyiniyordunuz yıllarca Bir Mısır, bir Roma, belki de bir Yunan elleriyle Eski bir insandınız merdivenler gıcırdıyordu Her eski daha bir eskiyi uyarıyordu Otlar ve geyikler duruyordu tanımsız sadelikler içinde Sesler mi? acı sesler geliyordu erkeksiz, yanık Bir türlü bakıyor, gene bir türlü soluyordunuz işte Düşündüm, ama merdiven gıcırdıyordu Olmazdı sanki gıcırdamasın, ürpermesindi bir yerimiz Biliyorsunuz olmazdı Ağzımız koksun, ama koksun, biz iğrençliğe de varız Yatalım, leş gibi yatalım, öylesine alıştığımız ki bu Bir kumru bir kumruyu tamamlasın Bir yılan, bir fare bir deliği kapasın bu Sadece bu. Bak göreceksin nasıl da ayrılmak istiyoruz sonra Nasıl da kaçmak istiyoruz birbirimizden Yeniden yeniden yeniden Yeniden hazırlanıyoruz Sanki bir güzelliği ödüyoruz Belki bir güzelliği ödüyoruz. V. Biz olmayan insanlarız, ya da çok kuşkuluyuz - böyle Nereden geldiniz, tam sizi soracaktım - böyle Biraz da soğuk almışım, biraz da içki, biraz da bahçe Yukarı çıkalım, hadi çıkalım, annem çay pişirir size Çünkü o bizim yukarda her zaman bir mavi olur Güneşler girer çıkar ellerinize Biriyle konuşursunuz, olmayan biriyle, hadi sevinin Kim bilir, belki de buluşursunuz Söz verip sizi bekletenlerle Sonra da çıkarız - niye olmasın - bahçeye çıkarız birlikte Otlara basarız, dallara değeriz, bunları hep yaparız Biraz da susmalıyız. İnsan bir şeyler aramalı kendinde. Dedim ya, annem de var, ama çay pişirmez size Durur da durur işte yıllanmış heykeller gibi Bilmem ki, bilmiyorum da, belki de benim annem yok Belki de öyle beyaz ki, alışmış görünmezliğe. Nereye gidiyorsunuz ama nereye Sanki biz olmayan insanlarız biraz da kuşkuluyuz Ya da çok kuşkuluyuz - böyle. VI. Yüzümü size çeviriyorum, siz misiniz? Elimi suya uzatıyorum, siz misiniz? Siz misiniz, belki de hiç konuşmuyorum Belki de kim diye sorsalar beni Güneşe, çarşıya, kadehe uzatacağım ellerimi Belki de alıp başımı gideceğim Biliyorsunuz ya bir ağrısı vardır gitmenin Nereye, ama nereye olursa gitmenin Hüzünle karışık bir ağrısı. İşte bir denizdeyim, dalgalar ortasında Kim olsa denizci der, denizden anlayan der bana Adımı bilmeden der, adımı bilmeden Şafaklar kadar güzel adımı O zaman bir kıvrılandır, bir kuruyandır dudaklarım Ve gittikçe sıkılmaktır ülkesi sıkıntının Sanki bir yokluğa, bir çaresizliğe bakar gibi Nice yüzler görürüm, nice değişik kıyılar İnsanı, o kayalar gibi sert insanı Bekledikleri kadar. Bir ağız, bir tütün, bir mızıka gerçeği gibi Varınca kıyıya birden Değilsin artık gemici. VII. Bana bir şeyler söylediniz, anlamadım Bir cümle, bir iyi söz, gene anlamadım Doğrusu hiç anlamadım, siz ne demiştiniz? Ben ne demiştim, ve çekip gitmiştim sonra Öyle ya, niye hiç değişmedi bakışlarınız? BİTMEDİ, DİYORUM BİTMEDİ ŞAŞKINLIĞIMIZ. O gün bugündür işte - ben mesela Çok usta bir avcının gözleri karşısında Bir çocuk olarak taptaze oyuncakların Ve çok ölçülü saatlerinde ev kadınlarının Ki birdenbire açılan kucaklarında BİTMEDİ, AMA BİTMEDİ ŞAŞKINLIĞIMIZ. Bitmedi anlaşıp soyunduğumuz gün - o beyaz Bir taşı kaldırdığımda o akıl almayacak yaşayış Tanrıyı sorduğumda, olur ya, günün birinde tanrıyı Odama kapanıp saydığımda ayak parmaklarımı Kapımı çaldıklarında - bunu size söylüyorum anladınız Kaykılmış, büyümüş gözleriyle onların Kim der ki yalan, ve yalandır orda konuştuklarımız BİTMEDİ, DAHA BİTMEDİ ŞAŞKINLIĞIMIZ. Üstelik bitecek gibi değil Biri kopmuş ayağından, biri kopmuş kimsesizliğinden Sımsıkı tuttuğu dönerken köşeyi Elinde bir bıçakla Ve öldürmek isterken - kimiyse kimi Gülünç, sebepsiz, bilinçaltı Ama tutalım, koyvermeyelim Tutalım koyvermeyelim bırakın kibarlığı Yanılmak kolay, üstelik çok belli işte yanıldığımız BİTMEDİ, DİYORUM BİTMEDİ ŞAŞKINLIĞIMIZ. Paralar bozduruyoruz, gereksiz eşyalar alıyoruz bu yüzden İçtikçe içiyoruz o çocukluk günlerinin yüzüyle Biri mi öldüydü ne, selviler, mezar taşları, kalabalık Ya da bir masal mı söyleniyordu, hiç mi hiç bitmeyecek bir masal Kimbilir n'olduydu gene İşte bir sevgilinin bırakıp gitmesi üzerine Apışıp kaldığımız, yatıverdiğimiz yemekten sonra Saatin kaç olduğu - üstelik sorulmaz ki Sabaha kadar sabaha Uyuyup uyandığımız BİTMEDİ, DİYORUM BİTMEDİ ŞAŞKINLIĞIMIZ. Evlere sığamıyoruz, öylesine büyüdü ki vücutlarımız Ve konuşmalarımız, öylebüyüdüler ki peşi sıra Hani hep bir olup da eve taşıdıklarımız Kahveden, meydandan, sokak içlerinden Bulup da çıkardığımız Konuşmalar: - Biri geliyor sözü değiştirelim - Yürüsek açılırdık - Bu ne uzun bakmak kendinize - Ağzım mı kokuyor ne, yaa!... çok kötü bir günümdeyim - Akşama bezik, evet, siz ne içerdiniz? - Annem mi, çok sevinecek.. - Belki de sinemaya gideriz.. - Bilirsin erken kalkmalı, yarın.. (gülüşler) yok canım! - Siz yarın deyince aklıma ölmek geliyor, katıla katıla ölmek - Bana kalırsa.. - Evet size kalırsa - Bana kalırsa şimdiden eğlenelim - sus! - Biri geliyor - Biri geliyormuş sözü değiştirelim.. Yengemin başı ağrıyor, tek sebebi büyümek Masalar, tabaklar, hani şu kirazlar koyduğumuz Kalmadı adım atacak yer bu yüzden Oğuza söylemeli, bir daha çiçek getirmesin Lale de saçlarını kestirmeli Sonra gereksiz eşyalar var, bir gün oturup konuşalım Örneğin şu hasır koltuk neye yarıyor Bana kalırsa babamın mineli saati Tek bşaına bütün bir odayı dolduruyor Hele annemin güneş gözlükleri Yarından tezi yok, çakımı, kol saatimi, eldivenlerimi Aaaa! kitaplarınız BİTMEDİ, DAHA BİTMEDİ ŞAŞKINLIĞIMIZ. Üstelik bitecek gibi değil Çok yaşlı bir kadın yün eğiriyor - düpedüz ilgisizlik Bisiklet yarışları, akşam gezintileri, insan ne güzel eğleniyor Bir hırsız giriyor ellerinize polisler hırsızı kovalıyor Daha akşama çok var - olsun - biri sizi öpmeye hazırlanıyor Bense berbere uğrayacağım, şu saçlarıma bakın! Üstelik bilmiyorum bu şarapları nasıl içiyoruz Balıkları nereden geliyor soframızın hele Yıllardır ama, yıllardır neyi koysalar önümüze Alıştık, sadece bir türlü bakıyoruz. İşte biz böyle yapıyoruz. VIII. İnsan doğduğu günleri iyi bilmeli Size çiçekler aldım, adımı yazdım üstüne, iyi bilmeli Korkunç bir Yahudi, korkunç bir pastayı bölüyordu ikiye Bir avlu taptaze bir çaydanlığı gösteriyordu giderek Oooo! demek bütün insanlar çay içecek Bilmem, çok uzakta biri sevindi Sonra ben sevindim; acı mı, sevinç mi, ama bilmeden Belki de ilk olarak vardım ayakta durmanın tadına Sıktım ki sıktım bir ara dişlerimi Bir bakış, bir korku, ya da gereksiz bir eşya Yani ne varsa atılması gereken sırtımda Önce yavaş yavaş, sonra hızlı hızlı Ve bir Ortodoks kabalığınca içten Soyundum, yıkandım, ki görülmemiştir böylesi Aklıma geldi derken; acı mı, sevinç mi, gene aklıma Ben ki bir ölüyü beklemekle geçirdim geceyi Bir ölüyü ve ölünün bütün inceliklerini Size çiçekler aldım, adımı yazdım üstüne, biraz da bunun için Gözlerim görüyordu, öyle ki, benden ayrı görüyordu gözlerim Dişlerim ağrıyordu, denir ki ayrıca ağrıyordu benden Bilmem, çok uzaklarda biri sevindi Sonra ben sevindim, kadınlar sarışındı Ben biraz esmerdim, o kadar İşlerim kötü gitti Bilseydim katılırdım savaşlar oldu ötemde Yaşayanlar güzeldi İnsan doğduğu günleri iyi bilmeli. Geçen yıl korkulu bir çağda uyandım Sur sışlarına çıktım, sıcak havaları severdim Mezarlar gördüm, müzeler daha güzeldi Annem sevinmek için boncuklar alıyordu çarşıdan Ben boncuğu hiç sevmem, hele kırmızı hiç sevmem Demek çok uzaklarda biri sevindi Sonra ben sevindim, o ben ki işte bütün gün Bir ölüyü bekledim ve ölünün bütün inceliklerini Biri bir cinayetten dönüyordu, şan getiren bir cinayetten Biriyse bir köleydi, kâğıtlar kalemler içinde Akşamlara dek bir masa katılığınca gülen Ama o gün bugündür ayrılmadım ben Ayrılmadım işte o Beklediğim ölüden. Pek yakınım olacak, karım, ya da kızkardeşim Belki hiçbiri değil, sadece bir kız Öyle ki, biralar, yaz günleri onunla biraz güzeldir Ama çok iyi bir günde çıldırıverdi Yalnızlıktan İnsan doğduğu günleri iyi bilmeli Sonra temizce bir yemek yemiştim, hatırlıyorum Dövülmüş kısraklar gibi uyumuştum Bir şeyler ummuştum, umudu kesmek gibi Sonra da gürültüler yapmak için dışarı çıktım Kocaman bir adamdı dışardakiler Bilmem, böylece kaça çıktı beklediğim ölüler İşte her bakımdan kendini arıyordu biri Şaşırmış arıyordu - ben miydim neydim - Yıkılmış, bunalmış, sürgün içinde Kendini arıyordu, aynı renk, aynı biçimdeki kendini İnsan doğduğu günleri iyi bilmeli. Koşup duruyorken, önce aşkların peşi sıra İyi günler, serin evler, baygın kokulardan gelen aşkların Bu sanki en azından tanrıyla işbirliği Ya da buluşmak gibi özüyle insanların Oysa bir sığıntıydım çok uzaktan bir gülmeye Yalvaran gözleriyle - açılmış açıldıkları kadar - Ya da bir tilki avında kim bilir kimin inceliği - Gözleri, ufukta bir yerdi işte gözleri - Belki de yer alıyordum korkuyla avuntu karşısında Belki de yitirilmiş, yok bakacak yeri Ya da bir ölüydük işte ve ölünün bütün incelikleri Size çiçekler aldım, adım yazdım üstüne, iyi bilmeli Korkunç bir Yahudi, korkunç bir pastayı bölüyordu ikiye Bir avlu taptaze bir çaydanlığı gösteriyordu giderek Oooo! demek bütün insanlar çay içecek Hayır! Çok uzakta biri sevindi. IX. Artık ne uyanmak için bu sabahlar Ne de bekliyoruz, beklemek için değil Üstelik ne de bir karanlıkla anlatıyoruz bu düşünceyi Ne açıp da ağzımızı tek kelime Yok, hayır, kaskatı durmuşuz sadece Durmuşuz; ölümü, acıyı, daha neleri durdurmak için Evet bir de cins tuzaklar kurmuşuz gözlerimize Tuzaklar, ve sanırım herkesin işi bizi anlamak Biz ki dört kişiyiz evde; ben, çocuklar ve karım Artık adını sürdüremiyoruz gizli kalmanın İçkiler içiyoruz, en çok da kötü içkiler - Hıh sığınmak! Bilmem ki ne demeli, böylesi içinden geliyor insanın Belki de alışıyoruz, soylu bir düşüncedir alışmak Diyoruz, belki de En önce İsa alışmıştır kendi söylevlerine Sonra da biz; ya durmak, ya a bir zincirle oynamak bütün gün Ya da pek olağan şey, katılmak bir döğüşe Korkmak, o kadar korkmak ki sonuca varmak için Sinmek, kalakalmak dört duvar arası bir yerde Bakınca duvarlara - üstelik böyle de bakmak kendimize Bir ki dört kişiyiz evde; ben, çocuklar ve karım Diyoruz - ve gülünçtür bu - herkesin işi bizi anlamak Artık tadını sürdüremiyoruz gizli kalmanın. Karımı soruyordunuz, her zmanki gibi çok geveze Bir gün onu yaşarken görmüştüm - görmüştünüz Çiçek mi koparıyordu ne, elini tutmuştum tutmuştunuz Yani ben ne yaptıysam, o sizin de yaptığınızdı biraz Ben ki neyi yapmıyordum, o sizin de yapmadığınızdı. Karımı sormuştunuz, nedense ölmüştür karım Sizinle yemeğe gitmek gibi kolay ölmüştür işte O kadar kolay ölmüştür ki, belki de anlatırım Ne süs, ne çiçek, ne de bir şölen Üstelik ne de bir şey eksiltti gülümsemesinden Konuşup duruyordu gene akşamla dek Kumarsa kumar, içkiyse içki Yani bir kedi gelirdi arada bir Bir köpek siyaha koşardı ellerinden Bense o günlerde bir kürk tacirinin evinde Tırnakları kirli bir oğlanla Bir gemici durmadan sıkıntıyı anlatır Şişeleri devirirdi elinin tersiyle. Karımı sormuştunuz, nedense ölmüştür karım Sizinle yemeğe gitmek gibi kolay ölmüştür işte O kadar kolay ölmüştür ki, elbette anlatırım Bana gelince, günlerce kendimi yokladım ben Elimi kanattım, yüzümü kestim, kafamı vurdum bir yerlere Uyudum uyudum uyudum öylesine Ve şaşırdım böylece yemek saatlerini Ve sabahlara karşı yattım, aklıma çocukluğum geldi Sevdim ki sevdim o her zaman sevmediğim şeyleri Koynuma bir bıçak yerleştirdim, düşmeyecek gibi eğilirken Geceleri kapkalın adamlarla döğüştüm, ama döğüştüm Birinde yaralandım, üç dikiş vurdular göğsüme Bir gün de peşi sıra gittim bir adamın Siyah elbiseli, siyah şapkalı, eldivenli Adamsa ummadığım şey, bir bankaya girdi İsteğim kirli işlere karışmaktı, olmadı Bir gün de bir lokantaya girdin, yanımda biri vardı İğrendim, ama susmayı seçtim sadece Böyleyken garsonun biri elini kesti Çıkardı mendilini, bir düğüm attı üstüne Masaya geldi derken usulcacık masaya Geldi: ne içersiniz? Sahi biz ne içermişiz? Şarap mı, konyak mı, ve ne dermişiz viskiye Çıkalım dedim, o yanımdaki kız gibi herife Başını salladı, kim olsa böyle yapardı, çıktık Karanlık, uzakta surlar, ve kadınlar geliyordu üstümüze Bense şaşırmış gibi çıkalım diyordum durmadan Adamsa bakıyordu, şaşırmış bakıyordu kendimize Hep böyle diyordum işte, çıkalım çıkalım çıkalım Çıkalım diyordum, çıkalım diyorduk, hadi çıkalım! Nereye, ama nereye? Belki de biliyoruz, doğrusu bilmiyorum, biliyor musunuz? Ben askerdim, yağmur mu yağıyordu, bir yere geldim Üçüncü sınıf bir otele indim, tırnaklarım kirliydi biraz Bir o kadar da kirliydi ayaklarım Burnum mu kanadıydı ne; ispirto, pamuk, sırtüstü yatmak Yattım öğleye kadar, otelci karısını dövdü aşağıda Üç çocuğu vardı otelcinin, bir horozun başındaydılar Sabahsa bir karışık şeydi, sanırım peynirler, salamlar kesiyordu adamlar En ayıp yerlerini tıraş ediyordu biri Alıştım gitti Sonra yıkandım, tıraş oldum ben de, görmeliydiniz Sonra da bir bara gittim - neee! bara mı gittiniz? Doğrusu müzeleri gezecektim, biriyle buluşacaktım - sonra da Tam üç yıl oluyor özlediğim bir kadınla... Öldüyse, hayır ölmemiştir, nereden çıkardınız? Neyse ben bara gittim, çıkarken anladım gittiğimi Başım da ağrıyordu, üstelik alnımın üstünde koca bir yara Ya duvara çarptımdı, diyorum, ya da kestimdi bir bardakla Ya da kim bilir, bana sorarsanız tanrısal bir şey Elbette, kim ne der, inanmışım ben Bir keder, bir susuş ve bütün bunların yüze vurmuşluğuna Otele döndüm sonra, oteller gidiyordu biraz Girmeler, çıkmalar, uzanıp yatmalar büyüyordu odalarda Otelci duruyordu, karısı duruyordu, çocuklar durmuştular Birden aklıma geldi, dilimi çıkardım onlara Dilimi çıkardım; sipsivri, kıpkızıl, ucunu oynatarak Onlar ki biraz şaşkın, acıyorlar gibi biraz da Sonra pek tuhaf oldu, ne yapsam, yalıyor gibi yaptım elimi Öyle ya, elimi kestimdi ben - ne yani, deli değilim ya! Yukarı çıktım, bilseniz çığlıklar içindeydi odam Yataklar bir şeyleri kaydırıyordu soluk soluğa Bardaklar büyümüş - o gün bugündür anlatamam büyümeyi Çoraplar, gömlekler, kravatlar taşıyordu sokağa Bir kedi esniyordu - ben gördüm - üstünde şehirlerin Bir böcek - yetişir be - dünyayı yokluyordu bacaklarıyla Yığılmış kalmışım öyle, sonradan anlattılar İyi ki anlattılar, otelci karısını dövdü gene aşağıda Biliriz, üç çocuğu vardı işte otelcinin Ama bilmiyoruz, biz neydik ve ne olmağa. Kalktım bir bara gittim - neee! bara mı gittiniz? Doğrusu müzeleri gezecektim, biriyle buluşacaktım - sonra da Tam üç yıl oluyor özlediğim bir kadınla Kadın mı dediniz, dedim ya, ne olacak? Hiiiç! Alışmak, sadece alışmak. Ben o kadınla yattım mı, kör olayım bilmiyorum İnanın yattımsa Ama bilmiyorum. X. "Ya ne yapmalı" diyor annem bu geçkin çizgileri "Yıllardır aynı evdeyiz" bunu ne yapmalı Babam: ve ne yapmalı diyor bu bir yığın geleneği İşte bir sahnedeyiz: ev, gelenek, duygulu kadın Bense ufacık taşlar üzerinde bir ufacık şey olmanın Bir pencere beyaz, bir karanlık mayhoş, ne iyi Sürüyle odalar, sürüyle gülüşler, sürüyle konuşmalar Ne yazık! vakit de yok kurtarmak için geleceği Düşünsek bile şimdiden - düşünemiyoruz ya Üstelik ne çıkar bundan, ve ne katardı yaşamımıza Hiçbir şey! çünkü ne varsa içimizde gelecek için Sanki bir öyküsü bu hayatı süslemenin Soframız, yatak odalarımız, lambalarımız Annemin tarih kitapları, babamın güneş gözlükleri Kuyular gibi işte, şişeler sarkıttığımız yaz akşamları Tavan arasındaki boşluk, gölgesi karşı duvarın Kırlangıç yuvaları, yüzümüzden cins kanatların geçtiği Kavunlar karpuzlar yardığımız, o yemekten ayrı düşündüklerimiz, o Bir şey mi kaybettik öyle, kim bilir bize neler eklediği Sonra bir bıçak gibi durduğu sarısı içe çökmüş lambaların Babamın kaşları çatık, annemse düşünceli Kim bilir n'olduydu gene, diyelim bir yoksulluk önceliği Belki de hiçbiri değil, canımız sıkılmak istemiş o kadar Annem: ve ne yapmalı diyor bu geçkin çizgileri Böylece bir sahne daha: güneşler, alışmak ve biz Sanki bir tramvaya bindik, az sonra ineceğiz Aksilik bu ya, diyelim ansızın bozuldu tramvay İndik, ve yeniden beklemeye koyulduk hepimiz İşte bir sahne daha: bir sigara yaktıydı babam Annem saçlarını düzeltti, bir şeyler gösterdiydi eliyle Bizse kısa bir oyun tutturduk, hiç! yetinmek için sadece Öyle bir sahne ki bu: anladık, sevdik, ve unuttuk her şeyi Sonra bir tramvay daha geldi. XI. Size baktığım yol uzamakta Kendine baktığım yol uzamakta Yoruldum, bunaldım, canım sıkılıyor Eve dönmeliyim, iyi bir yemek, uyumak istiyorum sonra Yok eğer uzayıp gidecekse bu iş Derim ki vakit erken, hava da güzel nasıl olsa Çocuklar görürüm, uzağa bakarım, saçlarımı tararım hiç değil Belki de biri seslenir, güneşler, güneşler tutan uyruğunda Bir resim görürüm ya da - ortalık inceydi biraz Ya da bir resim gördüm; köşede, antikacıda Ve düşündüm diyelim yanında bizim şamdanların Bir uyuşma olacak annemin saçlarıyla da Ne zaman? elbette sabahları Sabaha baktığım yol uzamakta Bilirim, her şey tamam, yemek de yendi kurtuldum Uykuya baktığım yol uzamakta Uyumak, nasıl uyumak, daha bilmiyorum İki perde arası soğuk bir limonata Belki de çıkınca evden taşıtlar beklediğimiz Ve taşıtlar beklediğimiz durakta Birini gördüğümüz ya da, geveze, kaypak, sıkıcı Bitmesi bir olayın - ölüm mü geliyor aklınıza? Kim bilir, belki de ölüm Ama korkmayın, bütün iş korkusuzlukta Öyle ya, ha dibinde ölmek gümüş şamdanların Ha bir cellat elinde, gözleriniz kapalı Belki de yürüyorken, iki taşıt arasında Belki de bir intihar; güzdü, çiçekler vardı Şişman bir adam kulaklarını tutuyordu dünyada Dünyaya baktığım yol uzamakta Ve biraz düşünsek mi, alıştık nasıl olsa Kim bilir neyi istiyorduk, neyi anmıştık az önce Dönsek mi dersiniz, gene dönsek mi oraya Oraya baktığım yol uzamakta Ya da bir bahçedeyiz - üstelik kadınlar vardı Ağzınız, çatallar, tarçınlı pasta Ya da bir toplulukta - iyi yaptınız! Bu çok hoştur! - size söylüyorum - yaramaz çocuk! Beni de sandınız! - evde mi? - hayır! limonlukta Ve hemen kalktınız, bir yangın yeriydi orası Ya da aklınız olacak sizi bir yangına yerine bağladı Kızgın güneşte bir şişe ispirtoyu devirdiniz Kutsal bir iş yaptınız ve yerleşti sizde bu kanı Belki de bir din devirdiniz; anneniz, annenizin saçları Gümüş şamdanlar, sabah ışığı, vesaire Ve sanki he olay, her davranış, ölümün bitişiğinde İşte evdesiniz, iyi bir yemek, uyumak istiyorsunuz sonra İstemek, neyi istemek, daha bilmiyorsunuz Açtınız radyoyu, ılıyan bir ses kanınızda: AIU, İAO, AĞ UĞ AĞ Ve kahkahalar arasında kahkahalar Orada, aşağıda Tek umut, tek varış, tek kurtuluş gibi Ve kaskatı kesilmiş, beyaz Sallanıyorsunuz boşlukta. XII. Bir kedi başını kaldırdı, ve adam esnedi - tak Bir yüzü vardı kocaman düşüverdi avuçlarına Bilmem ki gelir miydi? - saat üç buçuk - üstelik hava.. Sonra şu yağmur bulutu, boşandı boşanacak Bir kedi ürperdi, ve adam yeniden esnedi - tak Acaba? Yazıldı saatin üç buçuk olduğu havaya Boşandı taptaze üçler halinde bir yağmur Kim bilir, bu saatte, onu anlıyorum Belki de unutmuştur. İşte düğmeler, iğneler, ibrişimler satılan bir dükkânda Herkesin akşamı onu buluyordu Bir adam sakallarını yokluyordu kasılarak Sizi bekliyorum - beni bekliyormuş - niye olmasın? Bir bakış, bir gülüş, ve yüzünü yüzüne tutuyordu ustaca Adamsa şunu yapıyordu: hiçbir şey, ama hiçbir şey Ne tuhaf! - Ben olsam! - ne çıkar ben olsam da Gelmedi, gelmeyecek ve otuz yıl önce yazlıkta Oturmuş bir köstebek yavrusunu bekliyor Çıkmadı, ama çıkacak - babası sesleniyor Bir sofra duruyor, gerilmiş çilek kokularıyla Tam çileğe geldi sıra, uzattı çatalı batıracak Hayır! bir tuhaftır bu, insan gecikmek ister biraz da Gecikmek: sanırız bizi bir şeyler bekliyordur olağanüstü İşte ansızın biri çıkacaktır karşınıza Hiç yoktan biri çağıracaktır sizi Ya da bir kadın bayılacak, bir memur çıldıracaktır önünüzde Bir kurşun, bir kurşun daha Yere serecektir bir serseriyi Gecikmek: bana kalırsa eve dönmeli en iyisi Bir küfür, bir patırdı ve babası çıkışıyor Annesi, annesi biliyor başına geleceği Bahçede bir kız çocuğu erik ağacını sallıyor boyuna Diyelim her olayda böylece bir şeyler bulunur Kalsın, daha çok zaman kalsın diye hatırda Bir gün, bir benzin deposu havaya uçmuştu biliyorum Bir alev, bir duman, usulca sokulmuştum Yanmış bir cep saatimi aklımda tutmuştum yıllarca Gelmedi, ama gelecek, nedense alıştık zamansızlığa Bir kedi başını kaldırdı, ve adam esnemedi bak Demek siz! - koca ihtiyar! - ıslandım işte! Saat üç buçuk, vallahi saat üç buçuktu gene Hey Tanrım neye yaradı sanki unutulmak Kadın saçlarını tarıyor, ve usulca sokuluyordu adama Adamsa ayağa kalkıyor ve işte ayağa bakıyordu ustaca Dışarı çıkıyor, içeri giriyor, üç aşağı beş yukarı Kadınsa domates doğruyor, yok mu ya bu yaz yağmurları Evet, sahiden, niye? Soruyor kadın: Bu yaz yağmurları.. XIII. Şimdi her yerden bakıyorlar - demek uykusuzum - Kral birini çağırıyor uykusu bitmiş olarak İşte salı, akşama doğruyuz, Bay Kemik Taciri kestiriyor Vahalam'da, bilmem ki neresidir Vahalam Babamın, ak saçlı babamın açtığı yara Bir tarla konusu Oy bre dolduran doldurana boşluğu Babamın akıttığı kan Bilmem ki neresiydi, neresidir Vahalam Babamı tanıyorum; çorabı, tütünü, acılarıyla o adam Eksiği yok küfürden yana Onu buğdaylar öldürecek, sapsarı öldürecekler onu Belki de gelenek bu Al kılçıklarıyla ve hep birden - tamam! Bilmem ki neresiydi, neresidir Vahalam. Kral birini çağırıyor, basarak parmağını kâğıda Bay Kemik Taciri çamurdan yüzünü üstümde tutarak Hırçın ve kadınsal bir sesle çıkışıyor Anlamak, sadece anlamak istiyor korktuğumu Bir adam sokağın alt yanını doldurdu Kırmızı elleriyle Masa camında bir çınar yaprağı derinleşiyor Evet, sizi anlıyorum Yani kendimi Saat beş, bu üçüncü çay, kalkınan bir yerimi öldürüyorum Ve işte bilmiyorum katil kim Bir burgu, gene bir burguyu oyuyor Ve karım otuzunu dolduruyor bu akşam Saat beş, diyorum erken dönmeli eve Kral birini çağırdı ve işte birini kovmak üzere Gene bir yanlışlık olacak, hadi kazandı Bay Kemik Taciri Beni bu kemikler öldürecek, yağlı, pis hayvan kemikleri Olanca aklığıyla, ve hep birden - tamam! Bilmem ki neresiydim, neresiydi Vahalam. Kral tacını çıkarıyor, başı ağrımış olacak Onu selamlıyorum, kapıyorum kapıyı ardından Saat beş, bakınca camdan onu görüyorum Camlarda iri bir gölge derinleşiyor, o Kralsa tavana bakıyor, bir kristal avize haklayabilir onu Bay Kemik Taciri karşıya geçiyor başarıyla Ben sadece paltomu giyiyorum Akşam Kral birini çağırdı; biraz et, biraz da şarap Oturmuş masaya Bay Kemik Taciri Karısı ve dört çocuğuyla Duvarda bir tüfek asılı, durmadan ona bakıyor Tavşanlar, keklikler, turnalar oluyor tüfeğin ucunda Başkaca bir şey olmuyor Ben kötü bir meyhaneye dalıyorum, ortalık küf kokuyor. Duvara alıştırıyorum gözlerimi - siz nesiniz duvarlar? Hiiiç! sadece duvarız biz Öyleyse bir yarım saat, karım da bekleyebilir Adamlar önce beyaz değil, sonra beyaz Bir şapka gene bir şapkaya asılı Bir palto gene bir paltoya Bir adam kendiyle döğüşüyor bir adamda Evet onu anlıyorum - Yani kendimi - Bir kadın bir sürahide biriyle sevişiyor Bir burgu gene bir gurguyu oyuyor ayrıca Bir adam dikilmiş ve dikilmiş içiyor durmadan Hey tanrım! omuzlu, güçlü, kuvvetli Kocaman bir çocuk yüzü taşıyor yalnızlıktan. Gece, saat on, karım otuzunda olmalı diyorum Bir gidip bir geliyorum karanlıklarda Çiçekler alıyorum, bitmeyen çiçeklerini gecikmelerin Ve dalıyorum içeri ışıksız bir kapıdan Aranmak, yenilmek, ve hayır! utanmakti Vahalam Kral uyandı, karım iç çekiyor durmadan Bir sabah ışığı kendini yerden yere vuruyor Kızım uyuyor, ve uyuyan biri gibi konuşuyor karım Bir duvar resmi gibi konuşuyor Kral? Kral uyandı. Saat dokuzu on beş geçiyor, üşüyorum Güneşler mi vuruyor sırtıma ne, üşüyorum Ölgün ve değişmez adımlar atıyorum, üşüyorum Karanlık, pis adamlar çıkıyorlar mağaralarından Ne umut, ne hiçbir şey, sadece çıkıyorlar Bir gece, bir sabah, ve benim bakışlarımı taşıyorlar Karım ağlıyor, kızım uyuyor, karımsa gene ağlıyor Diyorum kim bilir belki de tamam! Orasıydı Vahalam. XIV. İşte bu boşluk, durmadan bizi çağırıyor Kremler, pudralar, iç bulantıcı koular gibi Bir kır bekçisi köpeğini sevdi Bir çocuk delinmiş bir kovayı sürdü - nereye? Bir kadın bağırdı bağırdı bağırdı Tam on yıl öncesine yarayacak bir sesle. ÇOĞULLAMA Biz kadınız, bilmeden seviyoruz bu kedileri Seviyoruz, bir sevilme içgüdüsüyle Bu bizim yüzümüzde ufacık çizgiler oluyor - acaba Evet, çok değil, konuşurken düzeltiyoruz Orayı burayı topluyoruz, yeriyse çocuklarımızı öpüyoruz Ama biliyorsunuz ki gene de Hepimiz, işte hepimiz Bitmenin, tükenmenin yorgunluğu içinde. Gözler mi? tavana dikili, hayır, pencereye Yağmalar, sürgünler, yangınlar içinde Çünkü bu boşluk; tüneller, çukurlar, kap kacak ağızları Mağralar, denizler, gökyüzleri değil de Bu boşluk, o bir türlü dolduramadığımız, o Orman, dağ, kısacası evrenle. ÇOĞULLAMA Biz bu lavanta kokularını bilmeden taşıyoruz Biz bu tavanı bilmeden eski rengine boyuyoruz Bu bizim terliklerimizde ufacık güller oluyor - acaba? Evet çok değil, onları bilmeden hoşa gideriyoruz Sormayın, ama sormayın, bilmeden aralık tutuyoruz kapılarımızı Bilmeden bekliyoruz, bilmeden uyuyoruz sabahlara değin Kim bilir, belki de biz Tanrısıyız en olunmaz şeylerin. Bu bizim en düzenli hareketimiz: olmak Asılıp kalmışız öyle, görenler bizi görüyor Görenler bizi görüyor ve gidip geliyoruz dikkatle Doğrusu, niye saklayalım, hepimiz bunu yapıyoruz Ama biz yaşıyorken de bunu yapıyoruz sadece Cansız Ve gidip geliyoruz dikkatle. ÇOĞULLAMA Biz bu kendimizi boşuna soruyoruz kendimize Boşuna asıyoruz onları, boşuna öldürüyoruz Bu bizim gözlerimizden ufacık şeyler geçiyor - acaba? Evet, çok değil, bakışırken düzeltiyoruz Biz ne garip şeyleriz ki; doluyuz, bazıyız, avuntuluyuz Ve bizim en güzel öldüğümüzdür bu: yaşamak Ben biliyorum, yalan mı, siz de biliyorsunuz. Edip CANSEVER Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Atra_Oris_Ex_Luna Yanıtlama zamanı: Aralık 14, 2008 Paylaş Yanıtlama zamanı: Aralık 14, 2008 TANRIM !! Ennnnnnnnn sevdiğim şair, çok mutlu oldum , hepinizin emeğine sağlık ya , ne güzel Edip Cansever okuyan birileriyle aynı ortamda olmak ! Yerçekimli Karanfil... Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
schizophrana Yanıtlama zamanı: Ocak 1, 2009 Paylaş Yanıtlama zamanı: Ocak 1, 2009 Ölü Sirenler Gerçekte duymadığım sesler bitti Öğleye doğru bir gök gürültüsü yalnız Karıştırdı ortalığı bir süre Gök akıttı bir parça yağmurunu Ve deniz kuşları umutsuz Arıyorken kokularını gölgelerinde Sıyırdı bir iki bulutu güneş de Yığılıp kaldı yorgun Denizin gözbebekleri üstünde. Bir uyum muydu durgunluk, fırtınayı Gök gürültüsünü de barındıran içinde Duyuyorum o tanıdık sesi yeniden Tiz bir çıngırağı andıran Benzeyen zil sesine de Daha önce unutmuşum gibi denizde Yankılanıp durdu ara vermeden. Hangi dili öğreniyordum? Mutluluk İki tek ağustosu çarpıştıran Sızdıran kanını bu yaz gününe Yaşayan bir mutluluk? Ve işte kaç yerinden kesilmiş ki ellerim Bekletip durdu da acısını bunca yıl Şimdi bir gülümseme gibi sindi yüzüme. Görmüşüm daha önce de bir Lidya kralının boynunda Bilmekti yazgısını ölümünü, gene de Yıllarca beklemişti kendini Yeşimden sapı olan bir kılıçla Bense ne içimi yakan rüzgarı Ne denizdeki yangını, ne gök gürültüsünü Duymuş gibi olduğum sesleri de değil Yaşamın gövdesini arıyordum yalnızca Bir çürük dişle alnımdaki İki üç kırışığı yedeğine takmış da. Özledim ilkelliğimi dalgalarında Buldum savaşı bitmez derinliklerini karıştırdıkça bir kargının ucuyla Gördüm, bekliyordu kendini de o da Germiş de al kıskacını Lidya kıralı gibi O turuncu ruh, değişken İzledim onda ilk oluşumu sanki Hafifçe kesilmiş gibi oldu dudağım bir yerinden. İşledim payıma düşen her görüntüyü Kamaştı gözlerim kıyıya varınca Rüzgarın itişiyle kumlarda Durmadan yer değiştiren Sayısız siren iskeleti Çın çın ötüyordu sessizlik kaburgalarında Dedim, besbelli başıboş bırakmışlar da korkuyu Tarihin onlara bağışladığı Bu garip rastlantıdan Doğma bir rahatlıkla parıldıyorlar şimdi Kemikleri som altından. Sığındım çatısına bu yok olmuş şehrin. Şehir ki herkesin bir şehir düşündüğü gibiydi Tanrım! tunç bir kapı kilidi Bronz bir sokak Kumlar içindeydi. Ve bu çakıl taşı Kim bilir kimin külrengi kalbi Tanrım! Neden herkes başka tarafa bakıyor Neden herkes başka biriydi. Yıkıntılardan geçtim, eski mezarlardan Şimdi artık bir anımsamada yeri olmayan Arı kümeleri taşların arasında Ve yukarıda kuşlar yanmış kağıt parçaları gibi Uçuşuyordu da Ağır ağır yanıyordu da şehir Yanmayan kadınlar gördüm Nasıl görünürse dünya gözyaşının altından Tam öyle, dönüp duruyorlardı bu cehennem oyununda Ve büyümeyen adamlar gördüm, hiç şaşırmadım. Konuşuyorlardı sırayla, ilgisiz Ağaçlara asılmışlardı bir yandan da Bir kapı kirişine asılmışlardı ve ufka Ölüm müydü konuştukları? Ölümdü anlaşılan Silince bir aynayı çıkıveren karşılarına Bir ölümdü ki, işte bir muska asılı dururdu duvarda Bir büyü gösterilirdi Bir kuyu sezdirilirdi Hiç yoktan bir zincir boşalırdı avluda. Akşam geri verince bana gözlerimi Şehir de kayboldu, denizin durgunluğu da Bir anka kuşu yeniden karıyorken küllerini Bir kaya oyuğu kendini alıştırıyorken boşluğa Dedim, deniz de bendim, düşleyen de denizi Ve sabah olur olmaz üstünde derinliğimin Bir gülümseme gibi bulacağım kendimi. Edip Cansever Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
semuel Yanıtlama zamanı: Ocak 1, 2009 Paylaş Yanıtlama zamanı: Ocak 1, 2009 SONA KALSA Usul usul konuşuyorlar aralarında Denize bakıyorlar bazen - çatalını gezdiriyor biri tabağında - Gölgesi bir kuş ölüsü Karşıda yeni budanmış ağacın - Olsa, başlangıçlar sona kalsa - Kolyesiyle oynuyor kadın - tabağımda soyulmuş elma - Saatime bakıyorum sık sık Kapıyı gözlüyorum arada Biraz soğum mu geliyor ne - kapatır mısın - Sinirli bir kırmızılık suya batıyor Düşünüyorum, ansızın bir dost yüzü Görmemiştim de yıllarca. Gelse Değişmiş çok, yaşlanmış da Sigaramı yakıyor durmadan İstemem diyemiyorum - ama yakmasa - Konuşuyoruz -konuşuyor muyuz - Yazmayı bırakmış çoktan Gerçi bir roman taslağı varmış kafasında "Bir elimde elma elmada bir el" Diyorum Hayretle bakıyor yüzüme Bir bardak bira içiyor, çekip gidiyor az sonra. Kadranı kırmızı saat Plasterle tutturulmuş kırık cam Şurda burda plastik çiçekler Evet, aralık kapıdan soğuk geliyor Tam kalbimin üzerine bu akşam. Ölüm Sen en güzelsin bu saatlerde Büyütmüş yetiştirmişsin beni Söyler miyim hiç sana hayran olmasam. Bugün de ince, bugün dekırıldı kırılacak Bugün de Tam nerede kalmışsam. BU GEMİ NE ZAMANDIR BURADA Bu gemi ne zamandır burada Çoktan boşaltmış yükünü Gece de olmuş, rıhtım da bomboş Mavi bir suyun düşünü uyutur bir tayfa Arkada, güvertede Ah, neresinden baksam sessizlik gene. Yürürüm usuldan, girerim bir meyhaneye İçerde üç beş kişi Yalnızlık üç beş kişi Bir kadeh rakı söylerim kendime Bir kadeh rakı daha söylerim kendime -Söyle be! ne zamandır burda bu gemi -Denizin değil hüznün üstünde. Belki yarın gidecek Bir anı gelecek bir başka anının yerine. İnsan bazen ağlamaz mı bakıp bakıp kendine. Anısındayım Hafifçe ısırılmış bir elmanın dilindeyim Elmanın kokusundayım Anısındayım -kimbilir kimin- Anılarda görünür, düşlerde görünmez insan Düşlerde görünen anlamlardır Özelliklerdir bir de belli belirsiz. Ve İnsansız anı yoktur. Var mıdır? Başım Dönüyor İkimizden Çocuklar ekmek yiyorlar gibidir sesin Ön dişleriyle belli belirsiz Bir martı kalıyor gibidir hiç olmayandan Çünkü biz ikimiz de çirkin değiliz Evet mi hayır mı pek anlamadan. Ne biçim bir sestir şu bizim dalgınlığımız Bir tayın dişinde ince taflan Az yaşlı bir kadında göğüs uçlarının Yanarak sımsıcak bir kedinin ağzından Dönüp iç çekmesine gece kuşlarının. Sonra biz dağ başlarında apansız kurşunlanan Süresiz baş dönmesiyiz çok garip adamların Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
schizophrana Yanıtlama zamanı: Ocak 9, 2009 Paylaş Yanıtlama zamanı: Ocak 9, 2009 Cemal'in İç Konuşmaları-1 Bir şeyler çiziyorum buğulu cama —ben— Cemal'in ıslak sesi Kayıp gidiyor buğulu camda —Bir sabah yağmurunun en küçük tanımıysa Şu benim sesim— Çizip çizip siliyorum sesimi Birden odayla dışarısı birleşiyor Ve birleşir birleşmez Çıkarıp cebinden büyük aynasını gök Bir istasyonda yolcularını bekleyen İnsanlar gibi hafifçe gülümsüyor Bana Elimi sallıyorum içimden Buruk içimden Belli belirsiz. Yaşlı bir çocuğum ben, çocukların en yaşlısı Ağzımda sakız tatlısının hiç eksilmeyen tadı Sevilince kendimi tadıyorum bir de Kendime dönüşüyorum —Ah içimin derin rengi Yoğun kokusu— Biraz önceydi Yalova'da bir oteldeyiz Çok büyük bir oteldeyiz —hepimiz— Çiçekler var —çok büyük— ağaçlar gibi Kırmızılar uzun, uçsuz bucaksız Sonra bir vapurun bayrağı Görmüştüm Annemin yakut yüzüğü Görmüştüm Ben herkesin oğluydum o zamanlar Kalabalıktık. Elimi buğulu camdan çektim Saçlarım doldu yüzüme Saçlarım neden böyle uzun —kimbilir— Sevmiyorum hiç Yalnız yapıyor beni Hem niye Herkesin özlemi benim özlemim değil ki Az konuşuyorum bu yüzden Tenhalarda duruyorum Sanki yaşamım benim Önce bir susuzluk vakti —Suyu musluktan içiyorum sık sık Kimseye göstermeden Böylece Hiç mi hiç bitmiyor içmem— Nisanın ıslak sesi —Kocaman bir gül haziran— Gelip gelip vuruyor Uzaktan bakıyorum Kış aylarına bakar gibi Kirli Çift kollu bir lambaya benziyorlar Seniha teyzemle annem Bezik oynuyorlar gene Masada rakı sürahisi —dilim dilim ve renkli— Tabakta solgun meyvalar —Sanki kimse birbirine bir şey demedi— Ve Suyu çekilmiş portakallar portakallar —Ne? ne zaman? şimdi unuttum Büyükannemin ölüm saati— Ester vazoya çiçekler yerleştiriyor Pembe sesiyle —Baharı yerleştiren bir tanrının elleri— Kokusunu duyuyorum uzaktan Hayır, kokusunu düşünüyorum Benim olmayan kokular.. İnsan kendi kokusunu bilir mi Bilmem Bilemez Ama annem Ester'in Ester'se annemin kokusunu biliyordur Sanırım bazı kokular da duyulmaz, görülür Ben gördüm İşte şu karşıki bahçenin kokusu Toprakla güneş karışımı bir koku Ben gördüm Büyükannemin ölüm kokusu Gördüm ben Sonra annemi bir kokuda gördüm iyice Seniha teyzemi de Çok ağır bir kokudan gelmiş oluyor teyzem Muhassen'den döndüğü zaman O evden İşaret parmağına benziyor bazı kokular Gösteriyor gösteriyor gösteriyor Demin yanından geçtim Bugün başka türlü kokuyor Ester Dudağımı kanatan balık gibi değil Baharda kar yağar mı, öyle kokuyor Kapısını ilk kez açıp da İçeri giriliveren Yeni bir ev gibi kokuyor Bin türlü kokuyor bugün Ester. (Çok geniş bir çayırda yürüyorum yürüyorum Ezilen otlar gibiyim Ezilen otlar gibiyim ayaklarımın altında Kendi ayaklarımın Nedense Bu böyle hoşuma gidiyor.) Cemal'in İç Konuşmaları-2 Odamın penceresi yok —daha iyi— Kendime bakıyorum ben de Kendimden sarkmış kollarıma Kendimden damıtılmış gözlerime —Bakmıyorum, duyuyorum onları sadece— Böylesi iyi, çok iyi Kapıyı kilitledin —kapımı— Salonda gürültüler, ut sesleri Muhibbe gelmiş olacak Burgaz'dan Birkaç kere gördüm Şişmandı çok, beyazdı Saçları mavi gibiydi —öyleydi— Maviler saçları gibiydi Açık denizlere benzerdi Ve yüzü İbrişimlerle dolu Gizemli bir dikiş kutusuydu sanki Geçen yaz denize girdiğim günler.. Anımsıyorum Ne vardı ortalıkta maviden başka Sadece bir martı —o da maviyle beslenen— Gördün mü demiştim kendi kendime Mavilik de çocukluk gibi Unutulmayacak hiç. Evet, Muhibbe Parası bitince gelir bize Bir iki gün kalır gider Sabahtan akşama ut sesleri Rakı sofraları Yüzünde, göğsünde, ellerinde Dışa kaymış ibrişimler Ek: bir fayton sesinin sessizliği de Ölümü anımsatan bana Ölmüştü —büyükannemdi— Ölü yıkayıcılarını görmüştüm ilk defa Dudakları yemyeşil biri —Karıştırıyor muyum yoksa Bir sirk afişindeki adamla— Seslenmişti, anımsıyorum Hiç değilse pedikürlerini silin! Sonbahardı. Odamın penceresi yok —iyi ki yok— Konuşuyorum kendimle Cemal! herhangi bir mevsim anımsar mısın Yaz aylarının dışına kaymış Biraz İçinde sevgilerin soluk aldığı Anımsar mısın Ve yazlar yuvarlak mıdır Cemal Oval mıdır Çizgi çizgi midir yoksa Herkes bir yerlere gider Bir yerlerden gelir de ondan mı Gelinciklerle tuzlu suyun sevişmesi miydi Ne dedin Sen öyle bir yere gittin de ondan Geçen yaz Sürdün dudaklarına gelincikleri, sürdün sürdün İri bir ruj lekesine benzetinceye kadar Sonra da öptün kendini, öptün öptün Orası neresiydi, unuttun şimdi Adsızlığa çok yakışan bir yerdi. Akşamüstlerinin bir çıtırdısı vardı Cemal Var mıydı Belli belirsiz —anımsar mısın— Bir atlıkarınca gibi dönüyordu deniz Gündoğusundan günbatımına Aynaya baktındı durup dururken Oteldeki büyük aynaya Gözbebeklerin kırmızıydı —bir an— Dönüyorlardı boyuna Çıkarıp attındı onları Denize attındı, anımsa Bir çift balık olup geri döndüler Ruhundaki külleri yaktılardı. Ut sesleri kesildi, iyi Uzaklarda bir fıstık çamı yarıldı ortasından Bir kuş ölüsü düştü —sanki— Bölündü sesler de Bir faytonun sessizliği de bölündü Dudaklarını açtın kapadın Çekilmiş ağlardaki balıklar gibi Birden gelinciklerle doldu dünyan. İnsan iki kişi olmalı, değil mi En azından iki kişi Sen yalnızsın Yalnızlığın her zamanki ikindisi. (Yürüyorum yürüyorum otlarımın üstünde Ezile ezile ben Bir şeyi ilk defa duymanın belirsizliğim Yavaşça ataraktan üstümden.) Cemal'in İç Konuşmaları-3 Ben mi konuşuyorum —Cemal mi— Tanrının taşları mı konuşan Birbirine geçmiş sımsıkı Yollar boyunca uzayan uzayan. Kurtuluş'tan çok uzaklardayım Birbirimizden çok uzaklardayız Çok yakınız birbirimize —tekdüze günler- Ester parmaklarını geçirmiş kalbine Yeşim taşlı iğnesini yoklar gibi —Sıkıştırılmış bir sandviç sesi— Sürekli anneme bakıyor Annemse bir elinde rakı kadehi Ötekinde kâğıtlar Oyun kâğıtları Teyzeme bakıyor sürekli Teyzemse yaratılmakta olan bir anıya benziyor Bakışları anlamsız Gölgeli Kendine bakıyor olmalı Ne tuhaf, herkes bir yerlere bakıyor Hiç kımıldamadan Bir ışık parçası düşüyor annemin yüzüne Arada kovmak için elini sallıyor yalnız —Dalgınlık, başka değil— Neyi bitiriyoruz, neyi başlatıyoruz Neyi bekliyoruz, bilmem ki Kapı mı çalınıyor ne —gidip açıyorum— Kimse yok Peki Nasıl karşılanır yok olan bir şey Karşılıyorum Birlikte salona geçiyoruz. Oturuyoruz karşı karşıya Yok olan şeyle ikimiz Sarı koltuğa çöküyor o —her şey sarı zaten— Ben kahverengi koltuğa oturuyorum —her şey kahverengi— Kimse görmüyor bizi Göremezler ki Uçup uçup konuyoruz yerlerimize Bir konfeti demetinden kopmuş gibi Düşlerimizden .saçılmış gibi İyi eğleniyoruz yok olan şeyle ikimiz Sigarasını yakıyor o İyi, yaksın Bardağına cin koyuyorum Ağır ağır içiyor Her şeyin tersini taşıyor yüzü —sanki— Ve taşırıyor —Bir şair de olabilir, bir ermiş de— Yürüyor pencereye doğru Geri dönüyor Birden Çaydanlıktan ayaklarıma dökülen Kaynar suyun acısını geri getiriyorum Ve öperken dudağımı kanatan balığı Ve hemen unutuyorum Ben unutur unutmaz Gümüşle altın karışımı bir tramvay geçiyor caddeden Pırlanta kolyeler açıyor ağaçlarda Şehrayinler dönüyor katlarında beynimin Işıklar ışıklar içinde atlıkarıncalar Anlıyorum Gezintiye çıkmış mutluluk o O, yok olan şey Büyüyünce bulacak Büyüyünce sevecek beni Yeniden çalınıyor kapının zili Açıyorum Sık sık çalıyor Açıyorum açıyorum Bembeyaz bir alan oluyor mutluluk Bembeyaz bir kalabalık Gittikçe uzaklaşıyor annemle teyzem İki tek nokta gibi Kalıncaya dek. Bağırıyorum bağırıyorum Beyaz çimenler, beyaz çimenler! Yok oluyor düş Yok oluyor sanrı. İkaros'um ben Kimse artık beni görmüyor. Edip Cansever Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
schizophrana Yanıtlama zamanı: Ocak 11, 2009 Paylaş Yanıtlama zamanı: Ocak 11, 2009 Seniha'nın Günlüğünden 1 Gözlerimden uçtum -bırakıp eski gövdemi- Aynanın önünde durdum -Kenarları saydam yapraklı aynanın- Omuzları açık giysimi giydim -siyah- Topaz kolyemi taktım Göğsümün ortasına bir gül yerleştirdim Acı, apacı bir gül Dışarı çıktım Muhassen'e uğradım -çağırdı demin- Firuze ve turuncu deniz kabuğu alaşımı Muhassen'e Yedi lamba, yedi güvercin saçlarında Ve eşyalarında bir başkalık: 'çabuk-güzel' Her şey 'acele-sıcak', 'acele-yerli yerinde' Her şey, ama her şey Bir düğün öncesi gibi Uzun bir deniz yolculuğu sonrası Bir yerden bir yere taşınma Yitirilmiş duygulara bir göz atma yaklaşımı belki Rüyamda da görmüştüm dün gece Yedi gelin, yedi güveyi Serpantinler, konfetiler içinde Ağzımda bir sakız çiğneme kımıltısı Şuramda duymadığım bir duyma Bir elimi kalçama koyuyorum Kimim ben? Seniha! Çağırmadım ki 'kendimi Sordum, o kadar Ben kendimi kendime sunuyorum, o kadar Bu işe çok uygunum, o kadar Toprağına karışmış bir çiftçi gibi Bir gün: yüzü olmayan bir erkek Bir gün: yanmış süt kokulu bir oğlan Gözkapaklarımı indiriyorum Lacivert bir jaluziyi indirir gibi Kendimi kendime sunuyorum —ben Seniha— Bunu hep böyle yapıyorum. Bugün de böyle yaptım Önce bir sigara yaktım, usul usul giyindim Bluzumdaki bir iki kırışığı çektim düzelttim Perdeleri açtım Pencereyi de açtım —açık bıraktım— Merdivenleri indim —çok yavaş indim— Kimseye rastlamadım Dışarı çıktım: işte ilkbahar! Yürüdüm yürüdüm Ben ki herkesin bilmediği Birtakım şeyler yapan biriydim Böylece çok göründüm Nedense öyle sandım Yüzler silindi, olmayan yüzler Sis, duman, pus gibi yüzler İnce bir çubukla sigarasını içen Muhassen Yitti, yitiverdi hepsi Fırlattım göğsümdeki gülü havaya Pembe pembe bakındı boşluk Selamladı beni Hayır, mutsuzum. Evet mutluyum Bir mutluluk yokmu her çelişkide —Var! Varsa niçin? — Yedi lamba bir arada Bir arada yedi güvercin Muhassen Bir anlamda ‘çabuk-güzel’ Bir bakıma ‘çabuk-çirkin’ Anlıyorum Ben sadece armesıyım o katedralin Dünya ise çalmaya hazır Koskocaman bir org gibidir Ama çalmadan Katedralin avlusuna düşüp Düşüp de parçalanan Bir org gibi.. —Sevişmek! Kimse kimsenin olmasın— Ah bu nisan yağmurları Hüznünü kaybetmiş çocuklar gibi şaşkın Yağıp bitiyor Bitsin Çok tenha bir kahvedeyim —Ah, aşkların çocuk bahçesi Neden ömrün çok kısa— Neden buruk bir özlemdir anılar Ve özlem olarak kalacaktır da Hayır! Seniha! Evet, çağırıyorum seni Şimdiye ve sonraya Bir başka yanıt: Yok o da. Sadece bir özlemim ben. 2 Bir ruh mu bu kadın —Cemile— Nereye değdirsem ellerimi Masaya, perdeye, konsola Onunkine değmiş oluyor biraz İnatla çekiyorum. Ellerimi çoğu kez Gizlemem bundan. Tren istasyonlarına gidiyor —nedense— Bir başına oturuyor parklarda —Cemalle bazan— En çok da akşamüstleri Bilmem ki bu gizemli saatlerde ne buluyor Dolaştığı yerleri mi süslüyor Doğayla, kentle süsleniyor mu yoksa Birini mi bekliyor —kimbilir— Kendiyle değil, sadece duruşuyla —Vakitsiz çiçek açmış bir nar ağacı Bulanık günün içinde— Ve ağır ağır, bir ibre gibi Tam kendine dönüyor ki Eve koşuyor acele Odasına kapanıyor Yazıyor yazıyor yazıyor Kitliyor çekmecesine yazdıklarını Telaşla çıkıyor odasından Cemile, diyorum, derdemez Yüzüme bakmadan rakısını dolduruyor Ester'se bir ucunda salonun Bakıyor bakıyor bakıyor bize Cemile'ye O kadar bakıyor,ki Sanki yazdıklarını okuyor Saat on yedilerde böyle oluyor. Masa ortüsündeki kırmızı lekeyi Yıllardır silemedim —Şarap lekesi? belki Değişti rengi artık— Anımsıyorum Kimin vurduğunu o tavşanı Bembeyaz bir kayanın dibinde Ve bembeyaz bulutlar vardı gökte (Ölen her canlının son sesi Bir yaşam dolusu sesten Daha çok akılda kalıyor) İşte bu onun sesi Elinde bir tüfek, utkuyla bağırıyor İzmir'de, Karşıyaka'da Saat on yedilerde Olursa bir de böyle oluyor. Fransız okulunda bir öğle sonrası Bütün yüzlerde bir öğle sonrası Şiirler okuyorum Rimbaud'dan «Bir akşam kucağıma oturttum güzelliği Acı buldum onu, sövüp saydım.» Anımsayamıyorum gerisini —Kaç yıl mı geçti?— Elimi tutmuştu o oğlan Gözleri griyle karışık mavi Yüzünde güneşle parlayan çiller —Kaç yıl mı geçti?— Gelip çatlıydı o düğün günü Pera-Palas'ta bir akşam Akşamın en ince köşeleri Kimler yoktu ki —o zamanlar çok kalabalıktık— Bir fotoğrafta tam on yedi kişi Fotoğraflar.. (Yaslamış bir ağaca omuzunu Ben Birlikte bir gülü tutuyoruz Onunla ben Bir vapur güvertesinde, denize bakıyor Ben Bir otel kapısındayım, izmir'de Ben.) Zamanlar geçtikçe neden Mutluluk mahzunluk oluyor fotoğraflarda Acaba Keder mi, acı mı, hüzün mü dünyanın rengi Mahzunluk mu yoksa yaşam Ve doğruyu söyleyen yalnız O mu, Rilke mi Ölümünü içinde taşıyan. Aşk mı yok ettiydi kocamı —Ah, aşkların çocuk bahçesi Neden ömrün çok kısa— Oysa Başlamak ne kadar güçtür, ne kadar incelikli Sürdürmek, sadece sürdürmek Öylesine kolay: Hiçbir şey olmamış gibi Kalp atışları, saat zembereği Yıllar yıllar yıllar Çözülmemiş bir bıkıntıyla birlikte Kalıcı bir gülümseme yapıp da sevgisizliği.. Ek: bugün pazartesi, belki de pazartesi. 3 'Evler'den birindeyim, dışarda kar yağıyor Üstüme kar yağıyor. Kalbimin Atışlarında eriyor kar Üşümüyorum, üşümek elimde değil Hiçbir şey elimde değil Sevmek istiyorum, sevemiyorum Çarpıyor birbirine kalbimin kapıları Gülmek istiyorum, gülemiyorum Öne geçiyor acılarımın çizgileri Vermek istiyorum, veremiyorum Geri çekiyor beni tenimin güçlü dokusu Konuşmak istiyorum, konuşamıyorum Kapanıyor büsbütün dudaklarım —Demiştim, pembe bir çizgi olsun Düğün çağrımızda o gün— 'Evler'den birindeyim, dışarda kar yağıyor Aynada kar yağıyor parıltılarla Abajuru yakıyorum: sarı kar —Üç parmakla bira bardağını Hafifçe tutan elim— Dudağımı boyuyorum: pembe kar Cemal'i düşünüyorum: acı kar Ester'i düşünüyorum: kar duruyor Cemile? Kar yağmadı sanki. Kar Duygulara göre bir yağıp bir duruyor —Demiştim o gün, o gece Ve sonraları Kan karda kaldı— Kurtuluş’ta kar yağıyor—ne zaman yağsa— Şöyle bir koltuğa çökerdim eskiden Bacak bacak üstüne atardım Hemen bir sigara yakmak gelirdi içimden (Oysa şimdi yataktan yere değen bacaklarımın buruşuk bir etekliğe sarınıp da tozlu bir halıya basması biçimindedir her günkü oturmam kalkmam Ve içime doğru yürüyen bir ağrı duyarım ne zaman kırmızı bir elmayı .soysam Ve şimdi Her yengi, her yenilgi Her tutarsızlık, her ikilem Güzelliğimi doldurur benim İstesem de eskiyemem Ve artık Çok sesli bir müziğimdir ki ben Tek zevki duyarken gövdemde Kendimi kendime sunarken.) 'Evler'den birindeyim, bir org sesi bu Yağdıkça yağan kardan Çoktan eskimiş olmalı, diyorum katedralim Ya da çökmüş olmalı çoktan (Aşağıdan çağırıyorlar, usul usul iniyorum merdivenleri, basarak çiçekli karların üstüne, rengarenk. Karşımda cüce bir kadınla kambur bir kadın ayaklarının altından gülüyorlar bana. Gülüyorum ben de yağan kara ve çöken katedrale ve onlara. Söyleşiyoruz ayaklarımızın altından Ve Geldikleri gibi gidiyorlar, hiçbir iz bırakmadan, hiçbir iz bırakmadan, hiçbir iz bırakmadan.) Giyinip dışarı çıkıyorum hemen Ben bu 'evler'e sığamam. 4 'Ve ölüm bahçesini buldu' Oteller imzamdır benim —Ah güzel yaşam! sevgilim ölüm!— Şimdi bir otelin apacı sevinciyim. Ey bardak taşıyanlar, kış ustaları Sonbaharda ne yaparsınız Ben ne yaparım Kendime başka biriymiş gibi bakmaktan Arta kalan bir çift gözü de Kimbilir nerde bıraktım. Ah güzel yaşam! sevgilim ölüm! Göğsümden bir düğme daha çözdüm Saçlarımı taradım Yüzümdeki beni koyulaştırdım Pudra süründüm biraz —hayır, iğrenmiyorum artık- Kırıştı göz kenarlarım çoktan Çantamı açtım kapadım —neler yoktu ki— Bir ayna Bir katedral fotoğrafı —renkli— Sonbahardan da büyük Boş bir tabut deseni Anahtarsız bir anahtarlık Adresler —hepsini yırttım attım— Bir şiir kitabı Nerval'den —Ölünce tanrının Bir ikinci yaşamım Yaşamayı uman Nerval'den— Telefonu açtım —bilmem ki neden— Rastgele çevirdim: iğrenç bir kadın sesi Tanrım! Hemen kapadım. Alı güzel yaşam! sevgilim ölüm! Ben yalnız ikinize hayranım Bilin ki gitmiyorum 'başka evler'e artık O günden bugüne hiç çağrılmadım Kapandım kapandım kapandım Kabuklu bir deniz hayvanı gibi demin Yağmurluğumun içine Fırladım caddelere çıktım Günaydın, dedim.sütünü esirgemeyen Eski bir mezar taşına Günaydın! Ne güzel bir duruşun var senin Doğayı kımıldatmadan Islandım Kıyılara indim, ıslak kumlara bastım Ayak izlerimi sevdim, okşadım Dolaştım dolaştım Bir bankaya girdim çıktım Biri bacağımı elledi tramvayda Ses çıkarmadım Ah güzel yaşam! sevgilim ölüm! Seniha! Seni bugün kıskandım Otele döndüm akşama doğru. Not: Ben bugün biraz Yaşamı kımıldattım Bir bardak konyak içtim ve Ölüme kurulandım. 5 İşte Gördün Demek ki böyle Pencere pervazını —kirli çok— Boyası dökülmüş yer yer Lekeler lekeler lekeler İşte, gördün, demek ki böyle Koruklar sarkmış her yandan Donuk, tozla kaplı koruklar Ve lacivert bir görülmeyle Ve Limanın insan kokulu gürültüsüyle İşte Gördün Demek ki böyle. Gördün, görüverdin hemen Demir arabayı rayların üstünde Ve tahta bacaklı adamı —güneşe bakan— Bakışlarında bir zamandışılık —öyle— Gördün Demir arabayı Rayların üstünde Ve tahta bacaklı adamı Gürdün, görüverdin hemen. Duydun Duydun ki o boşluk sendin. Katedral Ayrıca bir boşluktu senin içinde Senin senin senin Hayır! Dudaklarını büzme Ayaklarını —evet— daya oraya Oraya oraya Tezgaha :koy dirseğini —koydun mu— İyi tut bardağını —iyi tut— Bir iki kez döndür avucunda Seniha! Gördün mü bak Buğulu bir hiçliktir, değil mi Aynada titreşen bardak Ve her şey Değil mi, budur Bir ölünün bir ölüye sorduğunu sormak. Üç çiçek koymuşlar üç ayrı vazoya Şuraya şuraya şuraya Kalbindeki buruk pembelik Bundan İşittin işitmedin —ne çıkar— Konuşur gibi onlar satıcısıyla. İki kişi durmuş köşede —tam köşede Düzenli bir biçimde konuşuyorlar Sen dişlerini vuruyorsun birbirine Titreyerek yalnızlıktan —Sanki İstinye'yi dönünce Porselenler yapıştıran bir ermeni var- Kuşlar kuşların yanına, yapraklar Yaprakların yanına Hiçbir şey yalnız kalmıyor İnsandan başka dünyada Seniha! Duymuyorsun sen kendini Başıboş bir müzik gibisin kırlarda, Gün kendini yiyor —gün bile— Üç çiçekle akşam oldu, ne yapsan Kapıdaki çıngırak., yaşam ne çabuk geçiyor Çıngırak Gün erkek oldu Seniha Denizden çıktıktan sonra Giyinmek kadar güzel Gün erkek oldu Gün senin oldu Seniha Upuzun gözlerin ki —lacivert— Örtüldü akşamın asmalarıyla Unutma, yaşamından iyisin Yaşamın senden iyi Kutsalsın, görkemlisin, kendine verilmişsin. 6 — Kapının arkasında ne var — Hiç!, hiçliğin adı — Kapının arkasında ne var — Kapının arkasında mı? tanrı — Kapının arkasında ne var, kapının — Bilmem ki ne var arkasında kapının — Kapının arkasında ne var — Bir bahçe, bir su kovası, içi boş — Kapının arkasında.. — İncil — Kapının arkasında ne var — Bir tepe, boşaltılmış onun da içi — Kapının arkasında ne var — Bir duvar, tuğlasız, unutmuş dülger malasını — Kapının arkasında ne var — Havası kaçmış bir deniz yatağı — Kapının arkasında ne var — Bir çift kadın ayakkabısı —siyah— — Kapının arkasında.. — Sökülmüş bir laterna, kutusu kalmış — Kapının arkasında ne var — Kurumuş böcek kabuklan, suyu çekilmiş bir deniz — Kapının arkasında.. — Bir kuru kafa — Kapının arkasında ne var — Kapının arkasında mı? hiç!. Belli belirsiz bir şarkı. Odamdan çıktım Koridoru geçtim —kimseler yoktu— Merdivenleri indim —kimseye rastlamadım— (Muhassen'den son kez çıkarken Kimseye rastlamadım) Bara baktım —kimseler yoktu— Bir kadeh aldım, konyak doldurdum Kadehi iki parmağım arasında tuttum tuttum Kısarak gözlerimi kendime baktım Otel, Ben, Konyak —neden olmasın— Tanrı - İsa - Ruhülkudüs, dedim Ben böyle dedim, acaba Kimlerin avuntusuydum. Dünyaya bir kere daha baktım cam kapının ardından Dünyanın kokusunu duydum Kendi kokumu? Elbette duydum Geçmeyen bir kokuydu —yaşlılık kokusu mu— Çıkardım çantamdan Chanel'imi Biraz süründüm. Dedim ki,bugün de bitti gündüzüm Otel, Ben, Konyak Tanrı-İsa-Ruhülkudüs Vahşetin son öyküsüyüm Belki ilk öyküsüyüm Işığımı söndürdüm: beyaz karanlık. 7 Özür dilerim dünya Ben bu otelden çıkamam İmza: Seniha Edip Cansever Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
raskolnikov Yanıtlama zamanı: Ocak 11, 2009 Paylaş Yanıtlama zamanı: Ocak 11, 2009 Bakıyorum da simdi O kadeh bir küfür gibi duruyor elinde. Ve zaman dediğimiz nedir ki Ahmet Abi Biz eskiden seninle İstasyonları dolaşırdık bir bir O zamanlar Malatya kokardı istasyonlar Nazilli kokardı Ve yağmurdan ıslandıkça Edirne postası Kıl gibi ince İstanbul yağmurunun altında Esmer bir kadın sevmiş gibi olurdun sen nedendir bilmem bu dizeleri hep sevmişimdir... Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
schizophrana Yanıtlama zamanı: Ocak 23, 2009 Paylaş Yanıtlama zamanı: Ocak 23, 2009 Saate Bakmak Varsın her şey sonraya kalsın Sonraya, en sonraya Sözgelimi iki bin altı yüz kırk bir mil. Bir papatya ne kadar uzağı görebilirse O kadar yakın kalplerimiz birbirine Ölü bir denizi bile bir tartışmaya çevirdik Kayaları taş devrine göre ölçtük biçtik Kalemlerimizi kesilmiş çiçek sapları gibi attık Kapıları açarken birbirimize ağladık. (Ne kadar da çok severmişiz birbirimizi Sahi ne kadar da çok severmişiz Yıllarca, yüzyıllarca öpüştük Sigaralar tuttuk, içkilerin en iyisini sunduk İstersen bu gece burada kal, dedik Sağlığımızı sorduk, bir sürü ilaç adları saydık Sık sık görüşelim, olmaz mı dedik İyi bildiğimiz ne varsa yaptık, ayrıldık Ortada Her zamanki gibi bir karanfil kaldı.) Köşedeki tütüncü silaha çevirdi sigaralarını Ödemesi çok güç sigaralara Manav yarı anlamlı güldü biz geçerken Eriklerden, çileklerden, o canım kirazlardan bile utanmadan Hani o çocukluk küpesi olan kirazlardan Hani rengi içimize göre değişen: mor, mavi, pembe, sarı İlk defa merhaba dedi bir balıkçı Çırparaktan elindeki suyu ölgün bizlere Sigarası dudağında:merhaba! Ya peki biz ne dedik, ne dedik Yoldaki bir taşı şöyle bir kenara koyduk Yakamıza rastgele bir çiçek iliştirdik Su satılan dükkanlara baktık ,yüzümüz cam cam ışıdı Ve leylak kokuları gibi kendi kokumuza uzandık Köşeyi döndük, bütün köşeleri hızla döndük Su birikintilerinin ağaçlandığı eski bir sokağın tarihinde Şöyle yazdı: Her şey sonraya kaldı. Ey ayaklarımızın dibindeki yoksul gül Gölgesi yüreklerimizin Öfkemiz sevgiye benziyor şimdi, sevgimiz öfkeye Ve tartışmaya çevirdiğimiz deniz ölüler bırakıyor Çıplak ölüler Birbirine kenetlenmiş ölüler halinde. Bir otobüse biniyoruz, sahiden biniyor muyuz Söyle, nerde “Göğe bakma durakları”, nerde Birinin elinde gazete ve süt Gazete mi, evet gazete Bütün manşetler tutsaklığı ve yenilgiyi çağrıştırıyor Paramızı veriyoruz, üstünü alıyoruz, bozuk paralar Cebimizde nikel Cebimizde sarılmış ölüler halinde. Her şey bir hızlı adım olmamaya Ama gün gibi taptaze bir umut gözlerimizde Saatlerimize bakıyoruz hiç yoktan Çok uzaklara bakmaktır, diyoruz, durmadan saate bakmak Yemyeşil bir su takılıyor akrebe, bir çavlan Yüzü akide gibi parlayan bir gün takılıyor yelkovana Anılardan anılardan çoktan vazgeçtik Yaşadığımız bugün nasıl Güzelliğimiz hangi güzellik. Biliyor muyuz, hayır, bilmiyoruz da Acılarımızdan bir yaz kurduk onarıyoruz Belki bir hazırlık bu başka yazlara Yakın yazlara, uzak yazlara Çünkü her şey eskiye kaldı, anılar bile Her şey, ama her şey eskiye kaldı Vakit yok bir daha yemyeşil eylül tramvaylarına. Edip Cansever Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
semuel Yanıtlama zamanı: Şubat 13, 2009 Paylaş Yanıtlama zamanı: Şubat 13, 2009 OYUN OYNAYANLAR MENZİL CAMBAZI I Tam orada, kuru ağacın altında Ey gök, gülümseme, kayboluyorum. MENZİL CAMBAZI (Ağacın kurdu içinden olmazsa ağaca zevk yoktur) II Vardı ki bir menzil cambazı pembe iskeletini Sığdırıp kan kırmızı ölüsünün içine Doğrulur, evet, oyun özgürlüktür, der Asar kendini sonsuz deve kemiğinden çengeline Onurudur anlaşılmamak elbet San saçları sarı kalbini örten onun Ki bütün gün bir damla gözyaşının içinde Bir gül bas oraya, tekrarla kalbini. MENZİL CAMBAZI (Çerçi ne satar? Kalbindekini satar) III Odur kasabaya her gün bağıran bir çocuk Taş kesilen bir oyuncuyu anımsamaktan Yankılanır: paşmağı ince nohudî Bir boynu ki gök doyuran soyundan Bir tek evi bile olmaya olmaya olmuş bir kentten geldi Ufuksuz günlerinde bir han soluyan buraya Bunaltısını sümbülî bir kuzgunun çektiği Ve götürdüğü yaz saydamı bir menzil cambazına Ve odur Uyanınca her zamanki uykusuzluğundan Sevilmemek umududur diye gösterdiği her şiirin Ve taşlaşmış kasabasında yalnız Çocuk çocuk içindir bir daha. MENZİL CAMBAZI (Ses gelir oynar, söz gelir ağlar) IV Aynı zamanda bir çağrışımlar atlasıdır Dizer şeylerini dünyasına bir bir ve harcar Yaşayanlar iyi bilir, yaşamak Bir altılı fesleğeni kanatmaktır biraz Ruhlarında büyüyen Ve o fesleğenin simgesidir yaşlandıkça Yüzlerce çocuğa bölünmüştür ve yanıtı yoktur Akşamları ruhtan ve gülümsemekten gelen Gölgesi beyaz bir kederin yok olmuş biçimidir Odur değil mi Kokusundan gelir kokusuna koşarken Harcar ölümsüzlüğünü Fesleğenin bir yaz akşamı dalgınlığında. MENZİL CAMBAZI (Gün çarığı, çarık ayağı akar) V O gider oyun kalır yanmış bir kâğıt gibi Çiçekli bir mintanın yalnız çiçeği kalır Gene mi yaşlandın yüzün ağır ağır gitmekte Ey sürahisinden hiç çıkmayan çocuk Dürter yumuşak bıçağıyla gözlerini Gözleri dışardaki kuşların kalbinde O gider oyun kalır bir dağılmışın üstünde Bir bayram öncesi suskunluğuyla kalır Ve şudur Ben ben deyince dudak dudağa düşer. MENZİL CAMBAZI (Ot parmakta durduğu kadar durmaz) VI Demek ister ki en çok: doğadır sözüm Ateşler papatyasını göz çukurlarından Sesi işlemeyen saatidir bir saatçinin Böceklerin tırnaksızlığından duyulan Sunar elleriyle saygısını Süslü bir Bizans haçı gibi kızaran şafağa Haç mı değil mi Parmaklarının ucunda bozulur Parmaklarının ucuyla duyduğu Oynar sessizliğe ve şafağa Doğadan büyük oyun var. MENZİL CAMBAZI (Bazı kuşların yuvaları kanatlarıdır) VII orhan peker'e İki limon düşürür ellerinden dua gibi Gökten soluğuna bir işaret beklerken Kısar gözlerini, o gözlerini kısınca Gündüzün kabuğundaki deprem Dörde böler ona ışıktan bir güvercini Kanatları dört gözlü bir akşamı ateşlemekten gelen Sürer efsanesi yıllar yılı üstünde tuzlu menekşelerinin Mor bir gözyaşı fosiline benzeyen Ey bozkır! ey saçmalara, karabina kurşunlarına takılı Acı kuş Acılığı bozkıra bir belge gibi iliştirip giden Niye bir menzil cambazının ölümsüz yüreğidir Ve yolcu, sanrı değildir senin gördüğün Gelir o yüreğin pınarına bir kurt bile çömelir. MENZİL CAMBAZI (Kekliğin alası içinde olur) VIII Sarı bir dakikanın mor bir dakikaya sorduğudur Dudakları bakır çalığı bir menzil cambazı Evlenmemiştir ve çocuğu yoktur o çocuklarından başka Gece gündüz kara bir mendille oyununu savurur Ansızın ve çocuklarsız bir han avlusunda Ve gider bir gün bir kenti bir kente bırakmak için Ki bunun düşünden önce kendisi varır kente Sarı bir dakikanın öldüğüdür ki, sıvar ipince gövdesiyle düşünü Silerekten elini bozkırın ince bezine Ne demiştik, konuk bir aşk gibidir Her an kendi titreyişinin selinde. MENZİL CAMBAZI (Kan ısbatsız kaynar) IX O beyaz bir kısrağın taranmış yelesidir Boyasıyla ve bakır çalığı dudaklarıyla Çocuklarından gelmiştir bu zamana, çocukları onun Uçsuz bucaksız bir tiyatronun soluklanışıdır Çok değişken armalardır açık gözkapakları Ah bin yaşlarında değişken armalılar Sorar ki menzil cambazı: ben şimdi nerelerdeyim Anadolu kuyularında ve kar yağışlarında Cevap: o hangi hancıdır ki yurdunu tanır Ve zamanlar armasıdır bozkırların Yorgun bir menzil cambazını içererekten. MENZİL CAMBAZI (Görgülü kuş gördüğünü işler) X Sahici bir kavaksa tek başına kalır Gül eğiren bir kadının pembe teninde Gülü mü eğirir yoksa kendini mi Bir otelde yazman mısın ki, soruyorsun Kaç yıllıktır diye bir menzil cambazının kalbi Kendi kurar kendi yıkar meyhanesini Yalnız iyi insanlara yazılmış bir şiirde Geçe kalmış biri misin ki o meyhanede, soruyorsun Bir menzil cambazı yüzünü nasıl işler diye Söyle Kim kopardı bu armayı ölümsüzlüğünden. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
UsagiNarciss Yanıtlama zamanı: Şubat 14, 2009 Paylaş Yanıtlama zamanı: Şubat 14, 2009 ya gnoda arayıp bulamadıım bısey yok galıba,bu sıırlerı paylasan herkese cook tesekkuler. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Manje_Loa Yanıtlama zamanı: Mart 1, 2009 Paylaş Yanıtlama zamanı: Mart 1, 2009 BU GEMİ NE ZAMANDIR BURADA Bu gemi ne zamandır burada Çoktan boşaltmış yükünü Gece de ölmüş, rıhtım da bomboş Mavi bir suyun düşünü uyutur bir tayfa Arkada, güvertede Ah, neresinden baksam sessizlik gene. Yürürüm usuldan, girerim bir meyhaneye İçerde üç beş kişi Yalnızlık üç beş kişi Bir kadeh rakı söylerim kendime Bir kadeh rakı daha söylerim kendime -Söyle be! ne zamandır burda bu gemi -Denizin değil hüznün üstünde. Belki yarın gidecek Bir anı gelecek bir başka anının yerine. İnsan bazan ağlamaz mı bakıp bakıp kendine. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
semuel Yanıtlama zamanı: Mart 2, 2009 Paylaş Yanıtlama zamanı: Mart 2, 2009 AY KIRMIZI AYLAR KIRMIZI Benim yüzüm budur sanıyorum Çirkin mi diyorum, değil korkulu Tarife göre bir atımlık tedirgin Gününe göre azıcık anlaşılmaz Geceye sorarsanız bir yere yolcu. Belki bir sevme olayında kayıp Bakınca anlaşılır gözlerimin çokluğu Şarabıma gidiyorlar tek kelimeyle Her şarap bir bitendir tarife göre Yani bir aşk mevsimidir bardağın sonu. Bütün yüzler budur sanıyorum Çok kaybettim niye olduğumu Oynasam kazanırdım kendime göre Belki de bir Tanrı bulup sığınır ellerime Büyütür dururdur korkunçluğumu. Onu gezdiriyorum şimdi; o garip, anlaşılmaz Ben ki ölmedim daha, ölümün yüzü bu Bir çiçek kırılsa, bir dal eğilse Yok diyecek doğrusu ölümün zaferine Yani bu uzaklık zorunlu BİR PLAK GİBİ DÖNÜYOR GÖKTE Bir plak gibi dönüyor gökte mavilik Sesi aşağıda, çok aşağıda Üstünde bir duvarın. Duvarsa Dondurma yiyen bir çocuğun eli sanki Taşmış akıyor Öpüyor toprağı kanatan nar çiçeklerini. Öpülüyorum bembeyaz çimlerinde yalnızlığımın Sonsuzluk yarın. GÖK ANLAM ben büyürüm ne zaman her yerde hep deniz olana yarısı kesik inceden bir parmakla ondan ki yaslısıyım durup durup sevmenin ondan ki çoraklarda büyüdüm bir dilim tatlı kavunla. seni bir çare yaptım sana özendim bazı şiirler yırttım yenilerini edindim. geçtimse bir durumdan bir başka duruma hızla kanla ölümle değil bir çeşit sokulganlıkla artık ki güçlüsüyüm bir kişiden fazla olmanın bir anıdır susmamsa bakınca kesik parmağıma. açınca gözlerimi ipe çekilmiş güneşler varsın mavi bir çocuksun aşkımız mavi bir ambarın ortasından bakarsın. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Önerilen Mesajlar
Sohbete katıl
Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.