Jump to content

Edip Cansever Şiirleri


cherar

Önerilen Mesajlar

YERÇEKİMLİ KARANFİL

 

Biliyor musun az az yaşıyorsun içimde

Oysaki seninle güzel olmak var

Örneğin rakı içiyoruz, içimize bir karanfil düşüyor gibi

Bir ağaç işliyor tıkır tıkır yanımızda

Midemdi aklımdı şu kadarcık kalıyor.

Sen o karanfile eğilimlisin, alıp sana veriyorum işte

Sen de bir başkasına veriyorsun daha güzel

O başkası yok mu bir yanındakine veriyor

Derken karanfil elden ele.

Görüyorsun ya bir sevdayı büyütüyoruz seninle

Sana değiniyorum, sana ısınıyorum, bu o değil

Bak nasıl, beyaza keser gibisine yedi renk

Birleşiyoruz sessizce.

 

 

UYANINCA ÇOCUK OLMAK

 

Siz ne iyisiniz, ben sizi bir şeylere benzetiyorum

Bilmem bir testi, bir bakır sahan kolay mı sizinle

Çok rahat bir gökyüzü mü var sizinle

Güneş bir pazartesi olarak mı duruyor burnunuzda

Yoksa bükülmüş bir nehir gibi mi küpelerinizde

Siz küçük adıyla mı çağırırsınız sessizliği

Öyle mi, ya kim uyandırır sizde

Bu sevişme dalgalarını, aşk seslerini

Bak'ları, duy'ları, okşa'ları, evet'leri

Hele bu elleri, ayakları bu

Gözleri gözleri.

Gidip bir bardak su içiyorum. Ağzım benim!

Su böyle neye benziyor, çok çocuklu bir bahçeye değil mi

Bakmayla içersek gözlerimiz de bir şeye benziyor

Senin gözlerin, bizim gözlerimiz, onun gözleri

Her zaman söylüyorum kuyumcular için imzalı yazı gerekmez

Ama hiç gerekmez öyle değil mi?

Armut ağacı! İyi sabahlar! Sana bakınca yüzüm değişti

Bütün gün çalışıyorum en kötü iş yerlerinde

Yorulup bunalınca hep o sana bakmayı deniyorum

Birden çarşıyı gösteriyor dallarının inceliği

Hem niye saklamalk, çarşıyı gösteriyor işte

Bak! Şakur şukur şapka satın alan birisi

Yusyuvarlak bir kişilik deniyor

Pis adam - ne kötü dünya - öyle mi değil mi?

 

Siz yok mu, sizin her yeriniz şaşırıp kalmaya istekli

Bir bakın, uyanıp kalkınca çocuk olmalarım var benim

Şu da var: bir sokak en açılmış pencereler dalıyor

Dalıyor da söz mü, yatağa uzatıyor otomobillerini

Aşk duyan bir kadını

Onun kişiliği olan memelerini

Gözlerim! Hey sokak! Geri getiriyor gözlerimi

Kimi zaman da bir cam kırılıyor şangur şungur

Diyorum böylesi gürültüler şiir için gerekli

Öyle mi değil mi?

 

Bizim o duvarlık tabaklar durmadan uzağa götürüyor evimizi

Daha aldığım gün bildim maydanoz olacak üstündekileri

Maydonoz olacak, maydanoz olacak, maydanoz olacak

İyi ama, niye sevmeli her önüne geleni

Herkesin, herkese, herkesi

Daha dün yepyeni bir son koydumdu şiire

Aldı, yepyeni bir kalabalığı getirdi

Ama iyi yaptım öyle mi değil mi?

 

 

ŞU BALLANAN BAHÇE

 

Mavi rüyalarla dolu göğün kovası

İçinden kana kana içtiğim

Bulut kokulu gelin bohçası

 

Kısa sanma hayatı koş

Umut dolu bu dirlik kavgasında

Olgun bir kadın şu ballanan bahçe

 

Bedeller peşin ödenir

Kurumuş boğazında bir yudum suyla

Titrek korku şakacı bir at, içimin eğri ovalarında.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Her gün biraz daha yalnız Robespierre

Ve Fransa biraz uğultulu

Yalnızdır akşamı yok edilen bir subay

Bilinmez ürkütülmüş atları ne çok sevdiği

Her yalnızlık biraz ihtilal.

 

Çok şeyleri kadınlar için yaptım, kadınlar

Onlar ki yokmuşum gibi sevdiler beni

Beğenmek, beğenilmek gibi ayrı kaldılar

Bir gün de akşamdı, ben o akşamı hiç unutmam

Her sessizlik biraz ihtilal.

 

İşte bir tanrı evi, kimler ki geçerken uğruyorlar

Sonra çılgınlar gibi kalabalığa

Belki de yarı kalmış bir sevgiye koşuyorlar

Belki de her boyun eğdikleri, her diz çöküş

Yavaşça bir ihtilal.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Ben Ruhi Bey Nasılım ?

 

Edip Cansever' in insana dair destansı şiiri. Toplam 6 bölümden oluşur.

 

1

 

gördün mü hiç suyun yanmasını tuzda

gördüm ben bu yaşam boyu iniltiyi

büyük bahçelerin küçük içinde

saksılardan birinde

gördüm de

uyurken uyandırılmış gibi

beni bir sardunya büyüttü belki.

 

o ben ki

bir kadında bir çocuk hayaletimi

bir çocukta kadın hayaleti mi

yalnızca bir hayalet mi yoksa.

 

ne peki

yere dökülen bir un sessizliği mi

göğe bırakılan bir balon sessizliği mi

işini bitirmiş bir org tamircisinin

tuşlardan birine dokunacakken ki

dikkati ve tedirginliği mi.

 

bekler mi beni

her yanı, ama her yanı çocuklar gibi gülümseyen

bir sürü yaz gününün içinde

acaba bekler mi beni

uykularım, o sonsuz uykularım

yanmış bir limonluktaki

 

- ve limonlar ki her gün bir yaprak ayininde

sesini hiç eksiltmeyen -

ama bilmez miyim ben

bilmez miyim hiç

böyle sığ hayallerle oyalanmak yerine

kısacık bir zaman olmalıydı elimde

turfanda meyva gibi bir zaman

yollar yollar kateden tadı ve ekşiliği

geçerek erguvanların dönemecinde

leylakların dörtyol ağzından

yapıştırıncaya dek beni dudaklarına

acının dudaklarına ve geçmişin

bir yaban gülü yaprağı gibi beni

ama ne gezer.

 

korkmuyorum artık solmaktan

solmaktan ve solgunluktan

gelmişim nerelerden böyle

kurumuş bir dere yatağı gibi

ya da pek kurumamış da

baygın, hasta ya da cançekişen

çırparaktan yüzgeçlerimi dip sularında

ya da yer tahtaları, muşamba, örtük perdelerin kasvetini

yorgun düşerek taşımaktan

ya da ne çıkar ayırmasam kendimi

suların büyük içkilere kavuştuğu koylardan.

 

koylardan

kapsayan o sevimsiz, o küçük aşkları da

eskiyen turunçlar gibi ilk rengini pek aratmayan

 

ayırmasam kendimi diyorum ayırmasam

köhnemiş bir geminin - izine pek rastlanılmayan -

içindeki bir yolcudan da, değerli taşlarla dolu cepleri

cepleri yüreği cepleri

ayırmasam da ben

kim görürdü o yolcuyu, yani kim farkederdi beni

sıradan acılardır çünkü bütün ilgileri toplayan

oysa sıkıntıyı buruşuk bir iç çamaşırı gibi saklayan

bu kımıltısız gövde

görülmemiştir ki hiç görülsün şimdi

görülmediği gibi gündoğumundan havalanan kuşların

ya da bir oda kapısını açtığınız zaman

o müthiş öğle sıcağında

pencerenin önünde örgü ören birinin

- örgü mü, bir çay bardağını başka başka tutan ellerin becerikliliği mi -

görülmediği gibi

ama var mıydı sanki görülmeyi isteyen

var mıydı bir şeyler bekleyen yüreğimin eskittiklerinden.

 

2

 

Ve her şey hızla yetişti sonra

Sarı bir günün kahverengi yarınına.

 

Yıkılmış bir ağacın üstünde yıllarca oturdum da

Gözleri avına benzeyen bir avcıydım sanki

Ağaç da çürümüş zaten

Kazımış, oymuş bir yerlerinden gelip geçen onu

Ağaç mı, içi yıllarla dolu bir kutu mu

Çözmek için mi acaba içlerindeki bir gizi

-Gizi mi, bir giz gereksinmesini mi-

Yoklamışlar orasından burasından

Kim bilir.

 

Ama sessizlikten başka ne bulmuşlar

Önemsiz bir iki anıdanbaşka

Ya insan kılığında ya da bir dekor taşkınlığında

Sorarım ne bulmuşlar

Çoktan yeni bir umuda dönüşmüştür onlar da

Anılar.

 

Oysa bambaşka şeyler olmalıydı ağaçta

Kazılmış, oyulmuş yerlerinde ağacın

Buruk mayhoş, daha çok da bir zehir tadındaki

Bir şeyler olmalıydı. Ve sanki

Yıllar var ki saklamışım orda ben

 

Saklamışım anlaşılan

Odasında yapayalnız doğuran bir kadının

Dışa vurmak istemediği

Ya da pek gereksinmediği

O iniltiyi andıran

Duyurulmayan her şeyi.

 

3

Ve her şey dönüştü işte

Kahverengi bir çarşambadan

Sapsarı bir cumartesiye.

 

Ansızın bir rüzgar çıktı demin

Çölde yanıt arayan alaycı bir rüzgar

Kolalı bir örtü gibi acıtıyor yüzümü

Yakıyor gözkapaklarımı da

Toplayıp getiriyor anılarımı bir bir

Uzun yolları hiç sevmeyen anılarımı.

 

(Kaç türlü girilirdi anılardan içeri?

1 - işte bir zambağın özsuyunun içilişi gibi

2 - Süt emer gibi bir memeden

Bütün renklerin ve bütün kokuların bir anda bilinişi

3 - Dibini kazıyor alanlar: dünyanın iç çekişi.)

 

(Ansak mı anmasak mı

Yeri mi şimdi değil mi

Bir tren yolculuğunda ve her yerde

Her şeyin ya da hiçbir şeyin hiç mi hiç çekilmezliğini

Bir hafta tatilini, bir öğle vaktini, belki bir pazartesiyi

Saatler iyi

Adamlar gülüyorlarsa iyi, gülmüyorlarsa gene iyi

Ve bütün yolcuların dalgın

Koparıp koparıp bir şeyler yediklerini

Görünüşte kararsız

Görünüşte üzgün, endişeli

Görsek mi acaba, görmesek mi

Açıp da kapalı gözlerini arada

Şöyle bir görünümü tek bir solukta

Yalandan, inatla içine çekenleri

Ya da bir köprüden geçerken, bir tünele girerken

Belirtip yüzlerinde çok görmüşlüğün izlerini

Bir tilki çevikliğiyle, acele

Katarak yolculuğa hiç yoktan bir gizemliliği

Bilmem ki, görmesek mi

Durunca tren bir istasyonda

Dudakları çatlamış, ateşli, hasta bir istasyonda

Dünyanın bütün elma satıcılarına bakıp

Bakıp da her şeyi ilk defa tanıyormuş gibi

Uzanıp pencerelerden sarkık gerdanlarıyla

Tutarak parmaklarıyla yalancı

Ve ucuzundan bir kolyeyi

Acaba görmesek mi

Bir treni ve dünyada tren olan her şeyi.

 

Ansak mı anmasak mı acaba

Yeri mi şimdi, değil mi

Sırasını bekleyen bir kadının, hasta

Gereğinden fazla abartılmış yüzünü

Besbelli iğrenirdiniz

Çevirirdiniz gözlerinizi yer tahtalarına

Bir duvar saatine ya da kapıya

Telefona bakardınız, tırnaklarını incelerdiniz uzun uzun

Kısaca

Kaçınmak isterdiniz o yüzden -ama bitmedi-

Gördünüz, görüverdiniz bir daha

Sıyrılmış acılardan ansızın

Sevecen, durgun, sade

O yüzü

Belki de, orda, acele

Karar verdiniz

Bir anneniz olsun isterdiniz böyle

Ve belki sarılıp öpmek isterdiniz onu

Her neyse...

 

Söylesek, yeniden mi söylesek şimdi de

Ben uzun yolları hiç sevmem

Doğacak bir çocuk gibi beklemeli anılar

Ansızın doğmalı, ansızın ölmeli saniyelerde

 

4

 

Bırakıp gidiyor anılarımı rüzgar

Denize bırakılmış çöpler gibi

Yol kenarlarında birikmiş gereksiz eşyalar gibi

Geri veriyor ve çekip gidiyor usulca.

 

Bulanık bir havuzun yanında buluyorum kendimi

Bakımsız, taşları kırık bir havuzun yanında

içinden koyu yeşil bir çocuğun baktığı

Çürümeye yüz tutmuş yaprak renginde

Ağlaması yağmurlu bir sundurmaya benzeyen

Kırık iskemleleri, çatlamış mermer masasıyla

Yağmurlu bir sundurmaya

Ve pencerelerde belli belirsiz bir kadın

Pencerelerde ve her yanda.

 

Bir çocukta bir kadın hayaleti mi

Bir kadında bir çocuk hayaleti mi

Yalnızca bir hayalet mi yoksa.

 

(Nerdeyim

Kelebeklerden dokunuşlar alan bir yaprak gibi inceyim

Para bozduranların az çok bildiği

Adres soranların gene bildiği

Bir sokakta bir aşağı bir yukarı

Saatlerce dolaşanların hemen hemen bildiği

Amansız bir güceniğim.)

 

Geri getiriyor bunları rüzgar

Geri getiriyor anılması kırmızı bir konağı da

iniltili, hasta bir konağı da

Çatısında baykuşların tünediği

Birtakım iplerin düğümlendiği tahtaboşlarda

Ve bütün konuşmaların tek bir cümlede toplanıp

Suskunluğu bir anıt gibi yükselttiği

Bir konağı ve konağın olanca görkemini

Geri getiriyor rüzgar.

 

(Konaksa yandı çoktan

Tertemiz bir asfalt ezip geçti onu

iyi biliyorum tertemiz bir asfalt

Ezip geçti onu

Kırmızı bir konak mezarı gölgesi bırakarak.)

 

Ve yıllar ve günler ve saatler ayarlandı

Caddeler, işhanları kahveler ayarlandı

Meyhaneler, genelevler

Pasajlar, dar sokaklar, geçitler

Soğuk biralar ayarlandı, soğuk her şey

Ve bütün ilişkiler

Birden yerini aldı.

 

Ve her şey yetişti gene

Sarı bir çarşambadan

Kahverengi bir cumartesiye.

 

5

Ben Ruhi Bey, nasıl olan Ruhi Bey

Nasılım

Bir yaz ikindisinden çıktım geldim

Diyelim bir pazartesiydi, biraz da şöyle geldim

Kapıyı iyice kapadım

- Kapadım mı, evet, kapadım -

Çitlenbik ağacının altından geçtim

Frenk üzümlerinden bir iki salkım kopardım

Dişlerimle sıyırdım

Sardunya renginde ve sardunya tadında idiler

Biri fotoğrafımı çekiyorkenki gibi durdum

Azıcık gülümsedim

Ve dünya bana gülümsedi

Çakılların üstünden yürüdüm

Yürüdüm ki, bir sese benziyordum sanki

Yüzyıllarca önce kırılmış bir kemik sesi

iyice duydum

Çıkarken bahçe kapısını açık bıraktım

- Çok yüksekti. Deniz dibi renginde ve demirdendi. Üstünde aslan başı

kabartmalar vardı. iki yanında çok yüksek iki duvar uzar giderdi.

Dışardan çam ğaçları görünürdü. Bir kırbaç gibi görünürdü. Ve

ağaçların üstünde kırbaç kılıflarına benzeyen ve evlatlıkların mavi

pazen giysilerini andıran kalınlaşmış bir gökyüzü dururdu -

On sekiz on beş trenine yetiştim

Geniş kadife koltuğa oturdum

Puromu yaktım - iki kibrit harcadım -

Akşam gazetelerinde pek bir şey yoktu

Haydarpaşa''ya kadar bulmaca çözdüm

iskelede saçları çok iyi taranmış bir kız bana baktı

Bakışından tedirgin oldum

Giyimsizdi, boyasızdı, bakımsızdı

Vapurla Karaköy''e geçtim

Tokatlı''ya uğradım

Köprüden aldığım Fransız dergilerini karıştırdım

Kirazla bir kadeh rakı içtim

Çıkarken boy aynasında kendime baktım

Oldukça yakışıklıydım

Gömleğim temizdi, beyaz ceketim

Tertemizdi ve ayakkabılarım

Pantolonum ütülü

Yelek cebimde ince altın bir zincir

Sarı ve ince bıyıklarım

Tam Ruhi Bey bıyığıydı

Ve iki parmağın arasında bir çiçek sapı

- Zakkum muydu, değil miydi, belki yazpatı -

Boynumda menekşe rengi bir papyon

Hafifçe sarkık

Dudağımda bitti bitecek bir sigara

Kenarında dudağımın

Dışarı çıktım.

Tünele bindim, Asmalımescit''teki Viyana lokantasına geldim.

Avusturyalı karı koca beni karşıladılar

ikisi de eğilerek ben dimdik durdukça onlar bir kez daha eğilerek beni

karşıladılar

Benden başka oldukça şişman iki adam daha vardı. Beyaz Ruslardandılar, gözleri

necef taşı gibi sert ve parlaktı

Tezgahta bir Leh Yahudisi votka içiyordu, yüzündeki ince damarlar fırçayla

çizilmiş gibiydi, bir silinip bir canlanıyorlardı.

Soğuk et getirdiler bana, omlet, bira filan getirdiler

Üstüne kremalı ahududu getirdiler, likörle kahve getirdiler

Çıkarken bolca bahşiş bıraktım.

Markiz''e uğradım, dört mevsimden süzülmüş bir konyak içtim

Düzeltip arada bir bıyıklarımı

Uçları hafifçe ıslak

Bir ara pencere camında kendime baktım

Baktım ki, ben Ruhi Bey

Nasıl olan Ruhi Bey

Daha nasılım.

 

Oradan Galatasaray''a kadar yürüdüm

Bir kadının pembe beyaz teni dağılıp uçuşarak

Gezindi ortalıkta bir süre

Ve durdum

Durdum bu güzel yaz ikindisinden çıkıp

Bambaşka bir sonbahar sabahını giyinceye kadar Nasılım ?

 

6

Nasıl olacaksınız Ruhi Bey

Bugün de erkencisiniz Ruhi Bey

Şarapla bira mı içiyorsunuz Ruhi Bey

Böyle sabah sabah Ruhi Bey

Akşam akşam Ruhi Bey

Akşam sabah Ruhi Bey

Cıgara alır mıydınız Ruhi Bey

Yakalım Ruhi Bey, yakalım

Böyle üşümüyor musunuz Ruhi Bey

Benim de ayakkabılarım su alıyor Ruhi Bey

Ne olur ne olmaz

Önümüz kış Ruhi Bey

Ee, daha nasılsınız Ruhi Bey

- iyiyim, iyiyim.

 

(Gelsem gelsem bir solgunluktan gelirim

Kızgın bir sardunyanın üstelik üvey çocuğu

Pembe pembe azarlanırım

O ölür ben azarlanırım

Kocaman bir konakta uzarım kısalırım

Ellerim tırnaklarım

Yeni kırpılmış bir koyun derisi gibi pespembe

Ve sıcak

Gözlerim, gözlerim benim

Denizi ilk defa gören bir çocuğun

Birdenbire yaşlanması neyse.)

 

Sizinle görüşelim Ruhi Bey

Vaktim yok, vaktim yok

Ruhi Bey, görüşelim

Vaktim yok görüşmeye kimseyle

Ruhi Bey

Kendimle bile, kendimle bile.

(Olmaz ki, kimse kimseyi sevemez

Ama hiç kimse.)

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

MENDİLİMDE KAN SESLERİ

 

Her yere yetişilir

Hiçbir şeye geç kalınmaz ama

Çocuğum beni bağışla

Ahmet Abi sen de bağışla

Boynu bükük duruyorsam eğer

İçimden öyle geldiği için değil

Ama hiç değil

Ah güzel Ahmet abim benim

İnsan yaşadığı yere benzer

O yerin suyuna, o yerin toprağına benzer

Suyunda yüzen balığa

Toprağını iten çiçeğe

Dağlarının, tepelerinin dumanlı eğimine

Konyanın beyaz

Antebin kırmızı düzlüğüne benzer

Göğüne benzer ki gözyaşları mavidir

Denize benzer ki dalgalıdır bakışları

Evlerine, sokaklarına, köşebaşlarına

Öylesine benzer ki

Ve avlularına

(Bir kuyu halkasıyla sıkıştırılmıştır kalbi)

Ve sözlerine

(Yani bir cep aynası alım-satımına belki)

Ve bir gün birinin adres sormasına benzer

Sorarken sorarken üzünçlü bir görüntüsüne

Camcının cam kesmesine, dülgerin rende tutmasına

Öyle bir cıgara yakımına, birinin gazoz açmasına

Minibüslerine, gecekondularına

Hasretine, yalanına benzer

Anısı işsizliktir

Acısı bilincidir

Bıçağı gözyaşlarıdır kurumakta olan

Gülemiyorsun ya, gülmek

Bir halk gülüyorsa gülmektir

Ne kadar benziyoruz Türkiye'ye Ahmet Abi.

Bir güzel kadeh tutuşun vardı eskiden

Dirseğin iskemleye dayalı

-- Bir vakitler gökyüzüne dayalı, derdim ben --

Cıgara paketinde yazılar resimler

Resimler: cezaevleri

Resimler: özlem

Resimler: eskidenberi

Ve bir kaşın yukarı kalkık

Sevmen acele

Dostluğun çabuk

Bakıyorum da simdi

O kadeh bir küfür gibi duruyor elinde.

Ve zaman dediğimiz nedir ki Ahmet Abi

Biz eskiden seninle

İstasyonları dolaşırdık bir bir

O zamanlar Malatya kokardı istasyonlar

Nazilli kokardı

Ve yağmurdan ıslandıkça Edirne postası

Kıl gibi ince İstanbul yağmurunun altında

Esmer bir kadın sevmiş gibi olurdun sen

Kadının ütülü patiskalardan bir teni

Upuzun boynu

Kirpikleri

Ve sana Ahmet Abi

uzaktan uzaktan domates peynir keserdi sanki

Sofranı kurardı

Elini bir suya koyar gibi kalbinden akana koyardı

Cezaevlerine düşsen cıgaranı getirirdi

Çocuklar doğururdu

Ve o çocukların dünyayı düzeltecek ellerini işlerdi bir dantel gibi

O çocuklar büyüyecek

O çocuklar büyüyecek

O çocuklar...

Bilmezlikten gelme Ahmet Abi

Umudu dürt

Umutsuzluğu yatıştır

Diyeceğim şu ki

Yok olan bir şeylere benzerdi o zaman trenler

Oysa o kadar kullanışlı ki şimdi

Hayalsiz yaşıyoruz nerdeyse

Çocuklar, kadınlar, erkekler

Trenler tıklım tıklım

Trenler cepheye giden trenler gibi

İşçiler

Almanya yolcusu işçiler

Kadınlar

Kimi yolcu, kimi gurbet bekçisi

Ellerinde bavullar, fileler

Kolonyalar, su şişeleri, paketler

Onlar ki, hepsi

Bir tutsak ağaç gibi yanlış yerlere büyüyenler

Ah güzel Ahmet Abim benim

Gördün mü bak

Dağılmış pazar yerlerine benziyor şimdi istasyonlar

Ve dağılmış pazar yerlerine memleket

Gelmiyor içimden hüzünlenmek bile

Gelse de

Öyle sürekli değil

Bir caz müziği gibi gelip geçiyor hüzün

O kadar çabuk

O kadar kısa

İşte o kadar.

 

Ahmet Abi, güzelim, bir mendil niye kanar

Diş değil, tırnak değil, bir mendil niye kanar

Mendilimde kan sesleri.

 

 

 

 

 

Edip CANSEVER

--------------------

İÇİNDEN DOĞRU SEVDİM SENİ

İçinden doğru sevdim seni

Bakışlarından doğru sevdim de

Ağzındaki ıslaklığın buğusundan

Sesini yapan sözcüklerden sevdim bir de

Beni sevdiğin gibi sevdim seni

Kar bırakılmış karanlığından.

Yerleştir bu sevdayı her yerine

Yüzünde ter olan su damlacıklarının

Kaynağına yerleştir

Her zaman saklamadığın, acısızlığın son durağına

Gül taşıyan cocuğuna yerleştir

Ve omuzlarına daracık omuzlarına

Üşümüş gibisin de sanki azıcık öne taşırdığın

Tam oraya işte, uçsuz bucaksız bir düzlükten

Bir papatya tarlasıyla ayrılmış göğüslerine yerleştir

Ve esmerliğine bir de, eski bir yangının izlerinin renginde

Saçlarının yana düşüşüne, onları bölen ikiliğe

Alnından başlayan ve ayak bileklerinde duran

Yani senin olmayan, seni bir boşluk gibi saran hüzne Yerleştir onu bir kentin parça parça aklında tuttuğun

Kar taneleri gibi uçuşan

Ve her gün biraz daha hafifleyen semtlerine

Yerleştir bu sevdayı her yerine.

Ekledim ben tattığım her şeyi denizlere

Bildiğim ne varsa onlar da hep denizlerden

Sen de bir deniz gibi yerleştir onu istersen

Sevdayı

Ve köpüklendir

Ve yaşlandır ki işte kederi anlamasın

Ama dur, her deniz yaşlıdır zaten

Öğrenmez ama öğretir mutluluğu

Bizim sevdamız da öyledir, iyi şiirler gibi

Biraz da herkes içindir. Ve gelinciğin ikinci tadına benzemeli

Var eden kendini birincisinden

Yani bir sevdayı sevgiye dönüştüren.

Ben şimdi bir yabancı gibi gülümseyen

Tanımadığın bir ülke gibi

İçinde yaşamadığın bir zaman gibi

Tam kendisi gibi mutluluğun

Beni bekliyorsun

Ve onu bekliyorsun beni beklerken.

Edip CANSEVER

--------------------

UÇURUM

 

Bir agaç sürüsünün üstünden

Çok agaçli bir agaç sürüsünün üstünden

Kesilmis limon dilimleri gibi düsüyor günes

Votka bardagimin içine

Benim olmayan bir sevinç duyuyorum.

 

Kesiyorum durdugumuz yeri ortasindan

Ey görünüs! seni bir yerinden hiç anlamiyorum

Dibimde degil ayaklarimin, damarlarinda

Derinligini orda tutan, orda harcayan

Uçsuz bucaksiz bir uçurum.

 

Zamanla degil, bir yerde

Benim olmayan bir seyle yaslaniyorum

Geçiyorum ilk seklimi tüketerekten

Agir agir yanan bir tugla harmanini

Billurdan sarkaçlariyla.

 

Kalbim, sersemligim benim..

--------------------

SENİ GÜNLERE BÖLDÜM

 

Seni günlere böldüm, seni aylara

Daha yillara, yüzyillara bölecegim

Ve her zaman söyleyecegim ki beni anla

Böyle eskitilmis de olsa bu kalbi

Minesi çatlamis bir dis gibi durduracagim karsinda.

 

Siirler söylenir, siirler biter

Biz bu sevdayi neresine sakladikti sen ona bak da

Kahverengi avuçlarina mi gözlerinin

Tam oradan mi kahverengi yagan bir aydinliga.

 

Bütün günler yenilesir her bekleyiste

Ve bütün dünler, bütün geçmisler

Kapini açarsin ki bir de, hiç kimseler yok

Çaresiz, benim sana gelisim de hep böyle.

 

Dün aksama dogru turuncu bir bulut geçti

Sonra bütün bulutlar hep birden geçti

Anilar, anilar, belki hepsi bir kelime.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Bitti O Sevda..

 

.

 

Bitti o sevda kesildi cigliklari martilarin

Su gibi bitti, suya karsit gibi bitti

Itti kiyiyi adina deniz dedigimiz birsey

Unuttuk ikimiz de her turlu yetinmezligi

Kaybetti kumarda gozlerim

Kaybetti kumarda gozleri.

 

Bir koru ruzgarlandi gogus boslugumuzda sanki

Uzaklasti agaclar birbirlerinden

Yakinlasti agaclar birbirlerine

Yani her soluk alip verisimizde bizim

Bir mekik gibi kalbin

Bir mekiki gibi kalbim

Isleyip durdu bu yitikligi yeniden.

 

Ne kaldi

Farkinda misin bilmem

Gunduzler..

Gunduzler biraz azaldi.

--------------------

Uzak Yakinlik

 

.

 

Soruyordun

Ilkyaz iste

Uyanip bir bahçeyi dinliyoruz

Tenhalik böyle

 

Dallar mi kirilmis, sarmasiklar mi toz içinde

Beklesem hemen gelecek oldugun

Tam öyle oldugun

Oysa hep yanimdasin, seninle her sey yanimda

Kirip dökük de olsa yanimda

Mesela çok sevdigin bir deniz bile yanimda

O deniz ki aramizda hiç kimildamadan

Erkegini iyi taniyan bir kadin gibi yorgun.

 

Yarisi yenmis bir elmaydik bana sorarsan

Ikimizdik, iki kisi degildik

Bakiyorsak birlikte bakiyorduk gözlerimin içine

Birlikte gözlerinin içine bakiyorduk senin

Yanlisti, dogruydu, hiç bilmiyorum

Sanki bir bakima ayrilik böyle.

 

Karsilikli otursak da ne zaman

Masa örtüsünü ikiye bölen ellerimizdi

Bir tirnak yesilinden gerisin geriye

Ayak bileklerimizden gerisin geriye

Butun bunlar gereksiz, bilmiyorum sanma

Gereksiz ama yalnizlik böyle.

 

.

 

Edip Cansever

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

İNFİLAK

 

Ben gidince hüzünler bırakırım

Bu senin yaşadığındır

Bir ev sıkılır kadınlardaki

Bir adam sıkılır kadınlardaki

Seni sevmek bu kadar mı

O benim yaşadığımdır.

 

Bazan da bir yerde kuşlar vardır

Ne uçmak, ne görünmek için

Bir karanfil pencereyi deler

Bir kapı kendiliğinden kapanır

İstesek sevişirdik, ama olmadı

Biz değil yaşayan acılardır.

 

Gitsem de her yerde biraz vardır

Hatırda zamansız bir plak

Bir otel kapısı, biraz istasyon

Vardır o seninle birlikte olmak

Buluşur çok uzaktan ellerimiz

Ve nasıl göz gözeyiz ansızın bir infilak.

--------------------

ROBESPİERRE

 

Her gün biraz daha yalnız Robespierre

Ve Fransa biraz uğultulu

Yalnızdır akşamı yok edilen bir subay

Bilinmez ürkütülmüş atları ne çok sevdiği

Her yalnızlık biraz ihtilâl.

 

Çok şeyleri kadınlar için yaptım, kadınlar

Onlar ki yokmuşum gibi sevdiler beni

Beğenmek, beğenilmek gibi ayrı kaldılar

Bir gün de akşamdı, ben o akşamı hiç unutmam

Her sessizlik biraz ihtilâl.

 

İşte bir tanrı evi, kimler ki geçerken uğruyorlar

Sonra çılgınlar gibi kalabalığa

Belki de yarı kalmış bir sevgiye koşuyorlar

Belki de her boyun eğdikleri, her diz çöküş

Yavaşça bir ihtilâl.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Bir Su Yılı Denilebilirdi

Bir su yılı denebilirdi geldi geçti

Üstünde durmuyorum.

Terledim, bulanık baktım.

Ne varsa kendiliğindendi

Hemen hemen evden çıkmadım.

Sanki avuçlarımda sürekli

Yıkanmış, tabağa konmuş bir meyvenin ellenmişliği,

Ola ki makyajı bir oyuncunun, karışmış gözyaşlarına

Yeni kireçlenmiş bir duvarın kireci

Avuçlarımda sürekli..

Bir su yılı denebilirdi üstünde durmuyorum

Kalmışsa kalmıştır bir çomak gibi

Kuru

Artık kullanılmayan bir demiryolu

Kararmış, kırık dökük

Üstünde bir yük vagonu.

Mavi bir araba kapımın önünde

Bütün yıl

Bir su yılı

Kapısını kimse açmadı

Açıp kapamadı hiç kimse

Aslında mavi de sayılmazdı pek

Balkıyıp duruyordu kırmızı bir şakayığın renginde

Yani sabah güneşlerini denizde

Günbatımını denizde

Severek yaşayan bir balık da denebilirdi ona

Çünkü düşler gerçekle

Gerçekler düşle

Anlayınca bir gün buluştuğunu

Geçirir her günceye kısa bir yolculuğu

Ama bir takı eksik gibidir bir sözcükte

Damağın dudağın alışkanlığına karşı

Kalbin atışlarıyla çok uyumlu bir de.

Hadi anlat deseler anlatamam

Bir yere gidiyorken cayıp bir başka yere gitmeyi

Yani bir kunduzu karşıdan karşıya yüzdüren sezgi

Nedir ben bilemem ki

Belki bir raslantıdır da ondan mı sevdanın yeri

En yakın yeri

En uzak yeri

Bitmeyen yeri

Bitecek yeri

Farkedilmez zaten anlaşılmış sevdanın

Anlaşılmaz sevda ile bütün ekleri.

Gözlerim sevdim seni

Köklerim gözlerimin

Suyunu benden içen ıssız bir kasaba gibi..

Edip Cansever

Ne Gelir Elimizden İnsan Olmaktan Başka

Ne çıkar siz bizi anlamasanız da

Evet, siz bizi anlamasanız da ne çıkar

Eh, yani ne çıkar siz bizi anlamasanız da.

Hiçbir şey ! Kadınlar geçtiği o kadın kokusu anlarında

Yıkanmış, mayhoş ve taranmış duygularıyla

Dönüşür içimizde az menekşe, bir sarmaşık

Menekşe, hadi neyse, mor deriz sarmaşıklara

Mor deriz, mor bilinir çünkü, bir yandan güneşler kurur

Her yandan güneşler kurur, sanki yaz günüyledir

Bir adam kayboluyordur bir taşra sıkıntısıyla

Deriz ki, "şuram ağrıyor" bir de, "başım dönüyor", "yanıyor

avuçlarım"

Belki de bir çığlık mı bu, bu seziş, bu yakınma

Bir çığlık, hem de nasıl, katılmış, donmuş,yaşıyorcasına

Uzansak ellerimizde uzansak avuçlarımızda, bir çığlık

Nedir mi ellerimiz-korkunçtur bir elin bir köşesinde insan

olmalarıyla-

Korkunçtur insan olmalarıyla kıyısında bir yüreğin

Kıyısında gibi yangından, çok karanlıktan geçilmez caddelerin

Ve korkunç anlamsız gözlerinde ha dünya ha bir park

bekçisinin

Korkunçtur insan olmaları, bir ceset, suda bir şapka gibi

sallanaraktan

Bitmeyen bir selam gibi, hastayken, inceyken, yalnızlıklarda

aranan

Korkunçtur-bunu anlıyoruz-bir yüzün en çoğul beyazında

Korkunctur insan olmaları güz ortalarında, eriyen türbe

ışıklarında

Ve korkunçtur eriyip kaybolmaların bir köşesinde insan

olmalarıyla

Korkunçtur korkunç!

Diyerek: ben kimim, kime anlatıyorum, neyi anlatıyorum

ayrıca

Neyim ben, bu olanlar ne, ya kimdir tüketen isteklerimi

Tüketen kim. Hani görmeden daha, sezmeden herşeyin bittiğini

Ama ne zaman saçları kurularken çok eski bir alışkanlıkla

Çökerken üstümüze bir sözün, bir gümüş kupanın o sebepsiz

inceliği

Ansızın bir ürperişte: bitti mi herşey bitti mi

Yoo, hayır! öyleyse kimdir tüketen isteklerimi

Bir rüzgar, duyulup binlercesi birden bir rüzgar

Birakıp giden beni bir kenara, bir uzağı, yada bir boşluğu bırakır

gibi

Ve ben ki hazırımdır bir süre unutulmaya

Ama hep sorulur gibidir benden: ben şimdi ne yapsam acaba.

Ben şimdi ne yapsam, ben şimdi ne yapsam kaç kere yalnız

Hem bunu kaç kere söylemek, ne türlü söylemek adına

Eskimiş fırçalarda, kırılmış şişelerde, tozlanmış ilaç kutularında

Okunmaz kitaplarda, uzaksı giyişlerde çocuksuz avlularda

Anlamsız kahvelerde, bir yolun çok ucunda, asılmış koyun

butlarında

Ben şimdi ne yapsam, ben işte ne yapsam kaç kere yalnız

Kaç kere yalnız, ama kaç kere yalnız, gene kaç kere insan

olmalarımla

Kapansam, evlere kapansam, yıkanmış bir deniz bulacaksam orada

Anılar bulacaksam- anılar mi dediniz ? ne sesli bir vuruşma

Odalar bulacaksam, odalarda kadınlar, çiçekler, çok aynalar

Rakılar, gene rakılar, kırıklar sonsuz yaralar

Bulacaksam orada, bir koltuğu bir koltuğa doğru

Bir yüzü bir yüze, bir eli bir ele doğru yaklaştıran çocuklar

Sinekler bulacaksam, kaskatı yapan boşluğu, sinekler

Zorlanmış bir gülüşten-iğrenip birden-kusmalar, bulantılar

Bulacaksam belki de: susanlar, bilmem ki niye susanlar

Ölüler bulacaksam-ölü gözleri onlar, cesetler, giderek dışa

vurmalar

Ne dedik, dışa vurmalar mı, yani ilk aydınlığı mı ölümün

Ölümün ilk aydınlığı mı, ne dedik, sahi biz ne deseydik bu

konuda

Ne deseydik bilmiyorum, ama var bu kadarcık birşey insanın

sonsuzunda

Bu kadarcık bir şey-İyi ya, peki, şimdi kim var sırada

Sakın haaaa!. biz yoğuz, bizi unutun, yok deyin adımıza

Yok deyin çünkü biz..biz işte korkuyoruz ne güzel korkumuzla

Ne güzel ellerimizle.. Başlayın, hadi başlasanıza

Örneğin bir kahve falı ? Az müzik ? Diyorum biraz İskambil!..

Ama hiç seslenmeyelim-seslenmeyelim-içimizden oynayalım

ayrıca

- Dört kişiyiz!

- Hayır on!.

- Bin kişiyiz!

- Bana kalırsa..

Ne kadarcık bir fark var bizimle bütün insanlar arasında

Öyleyse başlayalım: Koz kupa! Ah şu sinek onlusu bire bir

unutulmaya

Çayınız soğuyacak! Çayınız mı dediniz ? Ne tuhaf biraz

anlıyorum

- Üç karo!

- Pas diyorum!

- Susalım baylar, dört kupa!

Ah şu sinek onlusu! Koz kupa! Çayınız mı dediniz ? Susalım!

Susalım-Niye susalım-Anılar mı dediniz ? Ne sesli bir

vuruşma!

Ya sonra ? Bırakın şu sonrayı, bilmem ki nedir o sonra

Gene mi, başladınız mı ? peki şimdi kim var sırada

Sakın haaaa!. biz yoğuz, bizi unutun, yok deyin adımıza

Yok deyin çünkü biz..biz işte korkuyoruz ne güzel korkumuzla

Ne güzel ağzımızla.. Yok canım, ben var ya, istiyorum sırada

olmayı istiyorum-Sahi mi- ama isterseniz siz olun

Siz olun, biz olalım kim olacak ? -Hep böyle oyalansanıza

Yani "Şu sinek onlusu, susalım baylar, koz kupa."

Gibi oyalansanıza

Biraz oyalansanıza.

Bir oyun başka olamaz oyundan gibi

Bir söz başka olamaz sözden gibi

Bir şey başka olamaz şeyden gibi

Tam öyle gibi, varıyor gibi bir mutluluğa

Ne gelir elimizden insan olmaktan başka

Ne gelir elimizden insan olmaktan başka

Ne çıkar siz bizi anlamasanız da

Evet, siz bizi anlamasanız da ne çıkar

Eh, yani ne çıkar siz bizi anlamasanız da.

Hiçbir şey ! Kimse bir gün gözlerimi sevmeyecek korkuyorum

Bir yaşlı kadın en erkek boyutunda

Kendisiyle çiftleşecek kaç kere yalnız

Kaç kere yalnız, kaç kere şaşırmış, bitkin kaç kere

Bir ölgün ses bulacak sesinden çok uzaklarda

Vardır ya, hani bir yer, uzakta çok uzakta

Ölüm mü- yok canım, çok sesli bir evrende çok erken daha

Üstelik bilmiyoruz da, doğrusu bilmiyoruz, ölüm mü, bunu

hiç bilmiyoruz

Diyoruz: yaşasak çıkmazları, sevişsek olmayanlarla

Tavşansı sıçramalarla bitirsek şu ormanı

Böylece, niye olmasın, işte bir orman daha

Sanki bir gölgeye geldik; yorulduk, acıktık, susadık biraz

Ve doyduk, ve içtik, ayıldık bir anlamda

Ayıldık ve sorduk, baktık ki hep ormandayız

Kaç kere ölmemişiz, kaç kere sormamışız, bu kaçıncı dalgınlığımız

Yani kaç sesli bir evrende kaç kere yalnız

Ne ölmek, ne ansımak! sadece yaşamakla

Tam öyle gibi.. Demeyin: eh, biraz yorulsak da

Demeyin, sakın haa, yok şu kadar bir şey insanın sonsuzunda

Biz şimdi ne yapsak, biz şimdi ne yapsak, biz işte biraz

bilmiyoruz ya

Diyoruz: yaşasak çıkmazları, sevişsek olmayanlarla.

Edip Cansever

Cenaze Kaldırıcısı Adem

Bir ölü nedir ki bir ölüm nedir

Acıyla kirlenmektir, acıya sevinmektir.

 

Siz bilirsiniz, isterseniz biraz gecikiriz

Gelmesine geliriz, birazcık gecikiriz

Ne kadar gecikirsek o kadar iyiyiz

Ben o kadar iyiyim.

 

 

 

Bir zamanlar hamaldım, çelenk taşırdım

En güzel çiçekleri ben sırtımda taşırdım

Caddelerden geçerdim, büyük vitrinlerin önünden

Serlerden bahçelerden güne damlardım

Renklere karışırdım, kentin ışıklarına

İçinden soyulan bir portakal gibi

Kendi içdenizlerimi öper okşardım

Süslenmiş gibi olurdum

Kokular içinde kalırdım.

 

Sonra bir gün çağırdılar

Sonra bir gün beni gene çağırdılar

Artık hep çağırdılar, dört kişi olduk

Dört kişi gerekliydi, dört kişi olduk

Ölüleri gördük, ölüler koltuktaydılar

Ölüleri gördük ölüler yatakta

Ölüler giyinik, ölüler çıplak

İşte biz dört kişi buna alıştık

Bizi alıştırdılar.

 

Omuzlarım kesik kesiktir, nasırlıdır

Her zaman bir ölü vardır omuzlarımda

O kadar ölü vardır ki her yanımda benim

- Ölüler içindeyim! ölüler içindeyim! -

Örneğin bir bardak su içsem bir ölü kayar şuramdan

Su içmeyen bir balık gibi kayar

Ölülere takılmış bir uçurtma gibiyim

Biraz öyleyim.

 

Ve otel müşterileri, onlar

En inandırıcı ölülerimdir benim

Her biri biri ölümü her gün yeniden yaşar

Camlara yapıştırılmış yüzler gibi

- Unutmak utanmaktır, siz bilirsiniz -

Hüzünsüz, anlatımsız, soğuk

Akşamüstü rengidedirler ve yorgundurlar.

 

Siz daha iyi bilirsiniz, Hıristiyanları soyarlar

Ölüleri çıplaktır onların

Ne yalan söyleyeyim görünce huylanırım

Yeni ölmüş genç kızlar yeni doğmuş çocuklara benzerler

Görünce huylanırım

Bunu karıma da anlatırım, su dökünürüm

Adım mı, Ademdir, iyi adamımdır.

 

Karıma anlatırım ya, size de anlatırım

Bir gün bir ölü kaldırdık, Aşkenazlardan

Heni şu Leh Yahudilerinden işte

Gözleri o kadar mavi olan, mavi bir suda yüzer gibi gövdesi

Saçları tütün rengnde

Her neyse, uzatmayalım, bir de baktık ki ölünün arka cebinde

Dolarlar, marklar, sterlinler

Önce paylaşmayı düşündük, yalan söylemeyeyim

Götürüp geri verdik az sonra

Götürüp geri verdik, yüz lira aldık

Hepsi hepsi yüz lira

Bir gün bir ölüye asılı iki torba

Torbalar kalçalara inmiş, askılar omuzlarda

İçleri altın dolu

Ölüyse bir okcakarı, Ermeni

Çoluk çocuğu

Elbette geri verdik altınları da.

 

Ve genç bir kız ölüsünden ametist bir kolye çıkardım

Doğrusu sakladım onu gizlice

Karımdan bile sakladım, karımdan

Niye mi sakladım, uğurdur diye.

 

Bir karım, iki çocuğum, dört kişiyiz

Kimseler bizimle konuşmaz

Mahallede kahveye çıkmam, anlarsınız

Giderek alıştım içkiye de

Demin de söyledim ya, iyi adamımdır

Benden kötülük gelmez

İnanır mısınız, bir gün gene bir ölüyü kaldıracağız

Tam kaldıracağız, birden farkına vardım

Adam düpedüz yaşıyor

Oysa raporlar filan tamam

Buzluğa girdi mi o anda işi bitik

Başında mirasçılar yas giysileri içinde

Dedim ya, birsden farkına vardım

Evet, o gün bugündür yaşıyor

Cihangir'de oturur, zengindir

Bir iki kez evine de uğradım

Beni pek sevmez.

 

Ne de olsa herkes biraz ölüdür

Otel müşterileri en önde gelir

Kendileri soyar kendilerini kendileri giydirir

Büyük kentlerin büyük tabutlarıdır oteller

Nedense işte onlar gökyüzüne gömülür.

 

Bu sabah on birde bitirdim işimi

Gidip uyuyacağım

Belki de

Ya karımla ya da

Bir başka ölüyle yatacağım.

Edip Cansever

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Umutsuzlar Parkı

 

I.

Biliyorsunuz parkların

Sizi çağıran tarafları

İnsanın gizli, karanlık köşeleriyle oranlı

Orada saklanıyor onlar

Çünkü her türlü saklanıyorlar orada

Bir yağmur öncesinin loş sokaklarıyla

Dağınık mavisiyle gözlerinin

Sevgi vermez kadın uçlarıyla

Korkuya, sadece korkuya sığınmış olarak

Eskimiş, kurtlanmış ikonlarıyla kiliselerinin

Yalvaran bakışlarıyla - nasıl da sevimsiz -

En kötüsü, belki de en kötüsü

Bir duygu açlığıyla soluyarak

Parklara yerleşiyorlar, parkların

Onları çağıran köşelerine

Bir karıncayı selamlıyorlar, besili, siyah

Bacak aralarından

Çömelmiş, öyle sakin

Selamlıyorlar

"Günaydın" diyorlar atılmış bir kâğıt parçasına

Kuleler yapıyorlar ayak parmaklarından

Birinci katta bir kibrit çöpü oturuyor

Acılar alıp veriyor dünyadan

Dillerini gösteriyorlar, dizkapaklarını

Bir sıkıntı şiiri gibi

Sıkıntı

İşte

Tam orada duruyorlar.

 

II.

Bu kimin duruşu, bu sizin en gülmediğiniz saatlerde

Her cümlede iki tek göz, bu kimin

Ya da kim korkuttu bu kadar sizi

Bu nasıl sevişmek, üstelik bu kadar hızlı

Ya da tam tersine

Boş vermek öperken, severken boş vermek sevmelere

Sulardan ürpermek gibi dokununca,

Ya da ben kimi sarmışım böyle kollarımla

Kime söz vermişim, biraz da unutmak gibi

Denir mi, ama hiç denir mi, iş edinmişim ben

İş edinmişim öyle kimsesizliği

Kendimi saymazsam - hem niye sayacakmışım kendimi -

Çünkü herkese bağlı, çünkü bir yığın ölüden gelen kendimi

Konuşmak? konuşuyorum, alışmak? evet alışıyorum da

Süresiz, dıştan ve yaşamsız resimler gibi.

 

Ne çıkar sanki sardıysam sizi kollarımla

Unutmak, belki de unutmak olsun diye mi?

Onu da tatmak gibi

Oysa ne bir evim oldu, ne de bir yerim var şimdi gidecek

Ama gitmenin saati geldi

Kirli bir gömleği çıkarıp asmak

Yıkayıp kurutmak ister ellerimi

Su içmek, saati kurmak ve sebepsiz dolaşmak biraz da

Açınca camları - diyelim camları açtık ya sonra? -

Sonrası şu: ben bir camı, bir perdeyi açmış adam değilim

Bilirim ama çok bilirim kapadığımı

Öyle iş olsun diye mi, hayır

Bilirim içerde kendimi bulacağımı

Dışarda görüldüysem inattan başka değil

Evet, çünkü bu karanlık işime en geleni

Kendimi saklıyorum ya, bir yığın ölüden gelen kendimi

Oramı buramı dürtüyorum, bunu sahiden yapıyorum

Ve açıyorum bütün muslukları

Diyorum sular mı böyle, sular mı olmalı

Ne geldiği, ne de gittiği yer belli

Olmuyor, gene kendimi düşünüyorum

Alıştım istemiyorum.

 

III.

Binlerce, ama binlerce yıldır yaşıyorum

Bunu göklerden anlıyorum, kendimden anlıyorum biraz

İnsan, insan, insandan; ne iyi ne de kötü

Kolumu sallıyorum yürürken, kötüysem yüzümü buruşturuyorum

Çok eski bir yerimdeyim, çürüyen bir yerimden geliyorum

Öldüklerimi sayıyorum, yeniden doğduklarımı

Anlıyorum, ama yepyeni anlıyorum bıktığımı

Evlerde, köşebaşlarında değişmek diyorlar buna

Değişmek

Biri mi öldü, biri mi sevindi, değişmek koyuyorlar adını

Bana kızıyorlar sonra, anısızın bana

Kimi ellerini sürüyor, kimi gözlerini kapıyor yaşadıklarıma

Oysa ben düz insan, bazı insan, karanlık insan

Ve geçilmiyor ki benim

Duvarlar, evler, sokaklar gibi yapılmışlığımdan.

 

Bilmezler, kızmıyorum, bunu onlardan anlıyorum biraz

Erimek, bir olmak ve unutulmak içindeki onlardan

Ya da bir başkaca şey: ben kendimi ayırıyorum

O yapayalnız olmaktaki kendimi

Böyleyken akıp gidiyorum bir nehir gerçeği gibi

Sanki ben upuzun bir hikâye

En okunmadık yerlerimle

Yok artık sıkılıyorum.

 

IV.

Biliyorsunuz, size geldim sadece

Kapınızdan aldım, ballı çöreklerinizden

Peki bu sevinmek niye?

Girdim ki içeriye yıllardır soyunuyordunuz

Ve işte giyiniyordunuz yıllarca

Bir Mısır, bir Roma, belki de bir Yunan elleriyle

Eski bir insandınız merdivenler gıcırdıyordu

Her eski daha bir eskiyi uyarıyordu

Otlar ve geyikler duruyordu tanımsız sadelikler içinde

Sesler mi? acı sesler geliyordu erkeksiz, yanık

Bir türlü bakıyor, gene bir türlü soluyordunuz işte

Düşündüm, ama merdiven gıcırdıyordu

Olmazdı sanki gıcırdamasın, ürpermesindi bir yerimiz

Biliyorsunuz olmazdı

Ağzımız koksun, ama koksun, biz iğrençliğe de varız

Yatalım, leş gibi yatalım, öylesine alıştığımız ki bu

Bir kumru bir kumruyu tamamlasın

Bir yılan, bir fare bir deliği kapasın bu

Sadece bu.

 

Bak göreceksin nasıl da ayrılmak istiyoruz sonra

Nasıl da kaçmak istiyoruz birbirimizden

Yeniden yeniden yeniden

Yeniden hazırlanıyoruz

Sanki bir güzelliği ödüyoruz

Belki bir güzelliği ödüyoruz.

 

V.

Biz olmayan insanlarız, ya da çok kuşkuluyuz - böyle

Nereden geldiniz, tam sizi soracaktım - böyle

Biraz da soğuk almışım, biraz da içki, biraz da bahçe

Yukarı çıkalım, hadi çıkalım, annem çay pişirir size

Çünkü o bizim yukarda her zaman bir mavi olur

Güneşler girer çıkar ellerinize

Biriyle konuşursunuz, olmayan biriyle, hadi sevinin

Kim bilir, belki de buluşursunuz

Söz verip sizi bekletenlerle

Sonra da çıkarız - niye olmasın - bahçeye çıkarız birlikte

Otlara basarız, dallara değeriz, bunları hep yaparız

Biraz da susmalıyız. İnsan bir şeyler aramalı kendinde.

 

Dedim ya, annem de var, ama çay pişirmez size

Durur da durur işte yıllanmış heykeller gibi

Bilmem ki, bilmiyorum da, belki de benim annem yok

Belki de öyle beyaz ki, alışmış görünmezliğe.

 

Nereye gidiyorsunuz ama nereye

Sanki biz olmayan insanlarız biraz da kuşkuluyuz

Ya da çok kuşkuluyuz - böyle.

 

VI.

Yüzümü size çeviriyorum, siz misiniz?

Elimi suya uzatıyorum, siz misiniz?

Siz misiniz, belki de hiç konuşmuyorum

Belki de kim diye sorsalar beni

Güneşe, çarşıya, kadehe uzatacağım ellerimi

Belki de alıp başımı gideceğim

Biliyorsunuz ya bir ağrısı vardır gitmenin

Nereye, ama nereye olursa gitmenin

Hüzünle karışık bir ağrısı.

 

İşte bir denizdeyim, dalgalar ortasında

Kim olsa denizci der, denizden anlayan der bana

Adımı bilmeden der, adımı bilmeden

Şafaklar kadar güzel adımı

O zaman bir kıvrılandır, bir kuruyandır dudaklarım

Ve gittikçe sıkılmaktır ülkesi sıkıntının

Sanki bir yokluğa, bir çaresizliğe bakar gibi

Nice yüzler görürüm, nice değişik kıyılar

İnsanı, o kayalar gibi sert insanı

Bekledikleri kadar.

 

Bir ağız, bir tütün, bir mızıka gerçeği gibi

Varınca kıyıya birden

Değilsin artık gemici.

 

VII.

Bana bir şeyler söylediniz, anlamadım

Bir cümle, bir iyi söz, gene anlamadım

Doğrusu hiç anlamadım, siz ne demiştiniz?

Ben ne demiştim, ve çekip gitmiştim sonra

Öyle ya, niye hiç değişmedi bakışlarınız?

BİTMEDİ, DİYORUM BİTMEDİ ŞAŞKINLIĞIMIZ.

 

O gün bugündür işte - ben mesela

Çok usta bir avcının gözleri karşısında

Bir çocuk olarak taptaze oyuncakların

Ve çok ölçülü saatlerinde ev kadınlarının

Ki birdenbire açılan kucaklarında

BİTMEDİ, AMA BİTMEDİ ŞAŞKINLIĞIMIZ.

 

Bitmedi anlaşıp soyunduğumuz gün - o beyaz

Bir taşı kaldırdığımda o akıl almayacak yaşayış

Tanrıyı sorduğumda, olur ya, günün birinde tanrıyı

Odama kapanıp saydığımda ayak parmaklarımı

Kapımı çaldıklarında - bunu size söylüyorum anladınız

Kaykılmış, büyümüş gözleriyle onların

Kim der ki yalan, ve yalandır orda konuştuklarımız

BİTMEDİ, DAHA BİTMEDİ ŞAŞKINLIĞIMIZ.

 

Üstelik bitecek gibi değil

Biri kopmuş ayağından, biri kopmuş kimsesizliğinden

Sımsıkı tuttuğu dönerken köşeyi

Elinde bir bıçakla

Ve öldürmek isterken - kimiyse kimi

Gülünç, sebepsiz, bilinçaltı

Ama tutalım, koyvermeyelim

Tutalım koyvermeyelim bırakın kibarlığı

Yanılmak kolay, üstelik çok belli işte yanıldığımız

BİTMEDİ, DİYORUM BİTMEDİ ŞAŞKINLIĞIMIZ.

 

Paralar bozduruyoruz, gereksiz eşyalar alıyoruz bu yüzden

İçtikçe içiyoruz o çocukluk günlerinin yüzüyle

Biri mi öldüydü ne, selviler, mezar taşları, kalabalık

Ya da bir masal mı söyleniyordu, hiç mi hiç bitmeyecek bir masal

Kimbilir n'olduydu gene

İşte bir sevgilinin bırakıp gitmesi üzerine

Apışıp kaldığımız, yatıverdiğimiz yemekten sonra

Saatin kaç olduğu - üstelik sorulmaz ki

Sabaha kadar sabaha

Uyuyup uyandığımız

BİTMEDİ, DİYORUM BİTMEDİ ŞAŞKINLIĞIMIZ.

 

Evlere sığamıyoruz, öylesine büyüdü ki vücutlarımız

Ve konuşmalarımız, öylebüyüdüler ki peşi sıra

Hani hep bir olup da eve taşıdıklarımız

Kahveden, meydandan, sokak içlerinden

Bulup da çıkardığımız

Konuşmalar:

- Biri geliyor sözü değiştirelim

- Yürüsek açılırdık

- Bu ne uzun bakmak kendinize

- Ağzım mı kokuyor ne, yaa!... çok kötü bir günümdeyim

- Akşama bezik, evet, siz ne içerdiniz?

- Annem mi, çok sevinecek..

- Belki de sinemaya gideriz..

- Bilirsin erken kalkmalı, yarın.. (gülüşler) yok canım!

- Siz yarın deyince aklıma ölmek geliyor, katıla katıla ölmek

- Bana kalırsa..

- Evet size kalırsa

- Bana kalırsa şimdiden eğlenelim

- sus!

- Biri geliyor

- Biri geliyormuş sözü değiştirelim..

 

Yengemin başı ağrıyor, tek sebebi büyümek

Masalar, tabaklar, hani şu kirazlar koyduğumuz

Kalmadı adım atacak yer bu yüzden

Oğuza söylemeli, bir daha çiçek getirmesin

Lale de saçlarını kestirmeli

Sonra gereksiz eşyalar var, bir gün oturup konuşalım

Örneğin şu hasır koltuk neye yarıyor

Bana kalırsa babamın mineli saati

Tek bşaına bütün bir odayı dolduruyor

Hele annemin güneş gözlükleri

Yarından tezi yok, çakımı, kol saatimi, eldivenlerimi

Aaaa! kitaplarınız

BİTMEDİ, DAHA BİTMEDİ ŞAŞKINLIĞIMIZ.

 

Üstelik bitecek gibi değil

Çok yaşlı bir kadın yün eğiriyor - düpedüz ilgisizlik

Bisiklet yarışları, akşam gezintileri, insan ne güzel eğleniyor

Bir hırsız giriyor ellerinize polisler hırsızı kovalıyor

Daha akşama çok var - olsun - biri sizi öpmeye hazırlanıyor

Bense berbere uğrayacağım, şu saçlarıma bakın!

Üstelik bilmiyorum bu şarapları nasıl içiyoruz

Balıkları nereden geliyor soframızın hele

Yıllardır ama, yıllardır neyi koysalar önümüze

Alıştık, sadece bir türlü bakıyoruz.

 

İşte biz böyle yapıyoruz.

 

VIII.

İnsan doğduğu günleri iyi bilmeli

Size çiçekler aldım, adımı yazdım üstüne, iyi bilmeli

Korkunç bir Yahudi, korkunç bir pastayı bölüyordu ikiye

Bir avlu taptaze bir çaydanlığı gösteriyordu giderek

Oooo! demek bütün insanlar çay içecek

Bilmem, çok uzakta biri sevindi

Sonra ben sevindim; acı mı, sevinç mi, ama bilmeden

Belki de ilk olarak vardım ayakta durmanın tadına

Sıktım ki sıktım bir ara dişlerimi

Bir bakış, bir korku, ya da gereksiz bir eşya

Yani ne varsa atılması gereken sırtımda

Önce yavaş yavaş, sonra hızlı hızlı

Ve bir Ortodoks kabalığınca içten

Soyundum, yıkandım, ki görülmemiştir böylesi

Aklıma geldi derken; acı mı, sevinç mi, gene aklıma

Ben ki bir ölüyü beklemekle geçirdim geceyi

Bir ölüyü ve ölünün bütün inceliklerini

Size çiçekler aldım, adımı yazdım üstüne, biraz da bunun için

Gözlerim görüyordu, öyle ki, benden ayrı görüyordu gözlerim

Dişlerim ağrıyordu, denir ki ayrıca ağrıyordu benden

Bilmem, çok uzaklarda biri sevindi

Sonra ben sevindim, kadınlar sarışındı

Ben biraz esmerdim, o kadar

İşlerim kötü gitti

Bilseydim katılırdım savaşlar oldu ötemde

Yaşayanlar güzeldi

İnsan doğduğu günleri iyi bilmeli.

 

Geçen yıl korkulu bir çağda uyandım

Sur sışlarına çıktım, sıcak havaları severdim

Mezarlar gördüm, müzeler daha güzeldi

Annem sevinmek için boncuklar alıyordu çarşıdan

Ben boncuğu hiç sevmem, hele kırmızı hiç sevmem

Demek çok uzaklarda biri sevindi

Sonra ben sevindim, o ben ki işte bütün gün

Bir ölüyü bekledim ve ölünün bütün inceliklerini

Biri bir cinayetten dönüyordu, şan getiren bir cinayetten

Biriyse bir köleydi, kâğıtlar kalemler içinde

Akşamlara dek bir masa katılığınca gülen

Ama o gün bugündür ayrılmadım ben

Ayrılmadım işte o

Beklediğim ölüden.

 

Pek yakınım olacak, karım, ya da kızkardeşim

Belki hiçbiri değil, sadece bir kız

Öyle ki, biralar, yaz günleri onunla biraz güzeldir

Ama çok iyi bir günde çıldırıverdi

Yalnızlıktan

İnsan doğduğu günleri iyi bilmeli

Sonra temizce bir yemek yemiştim, hatırlıyorum

Dövülmüş kısraklar gibi uyumuştum

Bir şeyler ummuştum, umudu kesmek gibi

Sonra da gürültüler yapmak için dışarı çıktım

Kocaman bir adamdı dışardakiler

Bilmem, böylece kaça çıktı beklediğim ölüler

İşte her bakımdan kendini arıyordu biri

Şaşırmış arıyordu - ben miydim neydim -

Yıkılmış, bunalmış, sürgün içinde

Kendini arıyordu, aynı renk, aynı biçimdeki kendini

İnsan doğduğu günleri iyi bilmeli.

 

Koşup duruyorken, önce aşkların peşi sıra

İyi günler, serin evler, baygın kokulardan gelen aşkların

Bu sanki en azından tanrıyla işbirliği

Ya da buluşmak gibi özüyle insanların

Oysa bir sığıntıydım çok uzaktan bir gülmeye

Yalvaran gözleriyle - açılmış açıldıkları kadar -

Ya da bir tilki avında kim bilir kimin inceliği

- Gözleri, ufukta bir yerdi işte gözleri -

Belki de yer alıyordum korkuyla avuntu karşısında

Belki de yitirilmiş, yok bakacak yeri

Ya da bir ölüydük işte ve ölünün bütün incelikleri

Size çiçekler aldım, adım yazdım üstüne, iyi bilmeli

Korkunç bir Yahudi, korkunç bir pastayı bölüyordu ikiye

Bir avlu taptaze bir çaydanlığı gösteriyordu giderek

Oooo! demek bütün insanlar çay içecek

Hayır! Çok uzakta biri sevindi.

IX.

Artık ne uyanmak için bu sabahlar

Ne de bekliyoruz, beklemek için değil

Üstelik ne de bir karanlıkla anlatıyoruz bu düşünceyi

Ne açıp da ağzımızı tek kelime

Yok, hayır, kaskatı durmuşuz sadece

Durmuşuz; ölümü, acıyı, daha neleri durdurmak için

Evet bir de cins tuzaklar kurmuşuz gözlerimize

Tuzaklar, ve sanırım herkesin işi bizi anlamak

Biz ki dört kişiyiz evde; ben, çocuklar ve karım

Artık adını sürdüremiyoruz gizli kalmanın

İçkiler içiyoruz, en çok da kötü içkiler - Hıh sığınmak!

Bilmem ki ne demeli, böylesi içinden geliyor insanın

Belki de alışıyoruz, soylu bir düşüncedir alışmak

Diyoruz, belki de

En önce İsa alışmıştır kendi söylevlerine

Sonra da biz; ya durmak, ya a bir zincirle oynamak bütün gün

Ya da pek olağan şey, katılmak bir döğüşe

Korkmak, o kadar korkmak ki sonuca varmak için

Sinmek, kalakalmak dört duvar arası bir yerde

Bakınca duvarlara - üstelik böyle de bakmak kendimize

Bir ki dört kişiyiz evde; ben, çocuklar ve karım

Diyoruz - ve gülünçtür bu - herkesin işi bizi anlamak

Artık tadını sürdüremiyoruz gizli kalmanın.

 

Karımı soruyordunuz, her zmanki gibi çok geveze

Bir gün onu yaşarken görmüştüm - görmüştünüz

Çiçek mi koparıyordu ne, elini tutmuştum tutmuştunuz

Yani ben ne yaptıysam, o sizin de yaptığınızdı biraz

Ben ki neyi yapmıyordum, o sizin de yapmadığınızdı.

 

Karımı sormuştunuz, nedense ölmüştür karım

Sizinle yemeğe gitmek gibi kolay ölmüştür işte

O kadar kolay ölmüştür ki, belki de anlatırım

Ne süs, ne çiçek, ne de bir şölen

Üstelik ne de bir şey eksiltti gülümsemesinden

Konuşup duruyordu gene akşamla dek

Kumarsa kumar, içkiyse içki

Yani bir kedi gelirdi arada bir

Bir köpek siyaha koşardı ellerinden

Bense o günlerde bir kürk tacirinin evinde

Tırnakları kirli bir oğlanla

Bir gemici durmadan sıkıntıyı anlatır

Şişeleri devirirdi elinin tersiyle.

 

Karımı sormuştunuz, nedense ölmüştür karım

Sizinle yemeğe gitmek gibi kolay ölmüştür işte

O kadar kolay ölmüştür ki, elbette anlatırım

Bana gelince, günlerce kendimi yokladım ben

Elimi kanattım, yüzümü kestim, kafamı vurdum bir yerlere

Uyudum uyudum uyudum öylesine

Ve şaşırdım böylece yemek saatlerini

Ve sabahlara karşı yattım, aklıma çocukluğum geldi

Sevdim ki sevdim o her zaman sevmediğim şeyleri

Koynuma bir bıçak yerleştirdim, düşmeyecek gibi eğilirken

Geceleri kapkalın adamlarla döğüştüm, ama döğüştüm

Birinde yaralandım, üç dikiş vurdular göğsüme

Bir gün de peşi sıra gittim bir adamın

Siyah elbiseli, siyah şapkalı, eldivenli

Adamsa ummadığım şey, bir bankaya girdi

İsteğim kirli işlere karışmaktı, olmadı

 

Bir gün de bir lokantaya girdin, yanımda biri vardı

İğrendim, ama susmayı seçtim sadece

Böyleyken garsonun biri elini kesti

Çıkardı mendilini, bir düğüm attı üstüne

Masaya geldi derken usulcacık masaya

Geldi: ne içersiniz? Sahi biz ne içermişiz?

Şarap mı, konyak mı, ve ne dermişiz viskiye

Çıkalım dedim, o yanımdaki kız gibi herife

Başını salladı, kim olsa böyle yapardı, çıktık

Karanlık, uzakta surlar, ve kadınlar geliyordu üstümüze

Bense şaşırmış gibi çıkalım diyordum durmadan

Adamsa bakıyordu, şaşırmış bakıyordu kendimize

Hep böyle diyordum işte, çıkalım çıkalım çıkalım

Çıkalım diyordum, çıkalım diyorduk, hadi çıkalım!

Nereye, ama nereye?

 

Belki de biliyoruz, doğrusu bilmiyorum, biliyor musunuz?

Ben askerdim, yağmur mu yağıyordu, bir yere geldim

Üçüncü sınıf bir otele indim, tırnaklarım kirliydi biraz

Bir o kadar da kirliydi ayaklarım

Burnum mu kanadıydı ne; ispirto, pamuk, sırtüstü yatmak

Yattım öğleye kadar, otelci karısını dövdü aşağıda

Üç çocuğu vardı otelcinin, bir horozun başındaydılar

Sabahsa bir karışık şeydi, sanırım peynirler, salamlar kesiyordu adamlar

En ayıp yerlerini tıraş ediyordu biri

Alıştım gitti

Sonra yıkandım, tıraş oldum ben de, görmeliydiniz

Sonra da bir bara gittim - neee! bara mı gittiniz?

Doğrusu müzeleri gezecektim, biriyle buluşacaktım - sonra da

Tam üç yıl oluyor özlediğim bir kadınla...

Öldüyse, hayır ölmemiştir, nereden çıkardınız?

Neyse ben bara gittim, çıkarken anladım gittiğimi

Başım da ağrıyordu, üstelik alnımın üstünde koca bir yara

Ya duvara çarptımdı, diyorum, ya da kestimdi bir bardakla

Ya da kim bilir, bana sorarsanız tanrısal bir şey

Elbette, kim ne der, inanmışım ben

Bir keder, bir susuş ve bütün bunların yüze vurmuşluğuna

Otele döndüm sonra, oteller gidiyordu biraz

Girmeler, çıkmalar, uzanıp yatmalar büyüyordu odalarda

Otelci duruyordu, karısı duruyordu, çocuklar durmuştular

Birden aklıma geldi, dilimi çıkardım onlara

Dilimi çıkardım; sipsivri, kıpkızıl, ucunu oynatarak

Onlar ki biraz şaşkın, acıyorlar gibi biraz da

Sonra pek tuhaf oldu, ne yapsam, yalıyor gibi yaptım elimi

Öyle ya, elimi kestimdi ben - ne yani, deli değilim ya!

 

Yukarı çıktım, bilseniz çığlıklar içindeydi odam

Yataklar bir şeyleri kaydırıyordu soluk soluğa

Bardaklar büyümüş - o gün bugündür anlatamam büyümeyi

Çoraplar, gömlekler, kravatlar taşıyordu sokağa

Bir kedi esniyordu - ben gördüm - üstünde şehirlerin

Bir böcek - yetişir be - dünyayı yokluyordu bacaklarıyla

Yığılmış kalmışım öyle, sonradan anlattılar

İyi ki anlattılar, otelci karısını dövdü gene aşağıda

Biliriz, üç çocuğu vardı işte otelcinin

Ama bilmiyoruz, biz neydik ve ne olmağa.

 

Kalktım bir bara gittim - neee! bara mı gittiniz?

Doğrusu müzeleri gezecektim, biriyle buluşacaktım - sonra da

Tam üç yıl oluyor özlediğim bir kadınla

Kadın mı dediniz, dedim ya, ne olacak?

Hiiiç!

Alışmak, sadece alışmak.

 

Ben o kadınla yattım mı, kör olayım bilmiyorum

İnanın yattımsa

Ama bilmiyorum.

 

X.

"Ya ne yapmalı" diyor annem bu geçkin çizgileri

"Yıllardır aynı evdeyiz" bunu ne yapmalı

Babam: ve ne yapmalı diyor bu bir yığın geleneği

İşte bir sahnedeyiz: ev, gelenek, duygulu kadın

Bense ufacık taşlar üzerinde bir ufacık şey olmanın

Bir pencere beyaz, bir karanlık mayhoş, ne iyi

Sürüyle odalar, sürüyle gülüşler, sürüyle konuşmalar

Ne yazık! vakit de yok kurtarmak için geleceği

Düşünsek bile şimdiden - düşünemiyoruz ya

Üstelik ne çıkar bundan, ve ne katardı yaşamımıza

Hiçbir şey! çünkü ne varsa içimizde gelecek için

Sanki bir öyküsü bu hayatı süslemenin

Soframız, yatak odalarımız, lambalarımız

Annemin tarih kitapları, babamın güneş gözlükleri

Kuyular gibi işte, şişeler sarkıttığımız yaz akşamları

Tavan arasındaki boşluk, gölgesi karşı duvarın

Kırlangıç yuvaları, yüzümüzden cins kanatların geçtiği

Kavunlar karpuzlar yardığımız, o yemekten ayrı düşündüklerimiz, o

Bir şey mi kaybettik öyle, kim bilir bize neler eklediği

Sonra bir bıçak gibi durduğu sarısı içe çökmüş lambaların

Babamın kaşları çatık, annemse düşünceli

Kim bilir n'olduydu gene, diyelim bir yoksulluk önceliği

Belki de hiçbiri değil, canımız sıkılmak istemiş o kadar

Annem: ve ne yapmalı diyor bu geçkin çizgileri

Böylece bir sahne daha: güneşler, alışmak ve biz

Sanki bir tramvaya bindik, az sonra ineceğiz

 

Aksilik bu ya, diyelim ansızın bozuldu tramvay

İndik, ve yeniden beklemeye koyulduk hepimiz

İşte bir sahne daha: bir sigara yaktıydı babam

Annem saçlarını düzeltti, bir şeyler gösterdiydi eliyle

Bizse kısa bir oyun tutturduk, hiç! yetinmek için sadece

Öyle bir sahne ki bu: anladık, sevdik, ve unuttuk her şeyi

Sonra bir tramvay daha geldi.

 

XI.

Size baktığım yol uzamakta

Kendine baktığım yol uzamakta

Yoruldum, bunaldım, canım sıkılıyor

Eve dönmeliyim, iyi bir yemek, uyumak istiyorum sonra

Yok eğer uzayıp gidecekse bu iş

Derim ki vakit erken, hava da güzel nasıl olsa

Çocuklar görürüm, uzağa bakarım, saçlarımı tararım hiç değil

Belki de biri seslenir, güneşler, güneşler tutan uyruğunda

Bir resim görürüm ya da - ortalık inceydi biraz

Ya da bir resim gördüm; köşede, antikacıda

Ve düşündüm diyelim yanında bizim şamdanların

Bir uyuşma olacak annemin saçlarıyla da

Ne zaman? elbette sabahları

Sabaha baktığım yol uzamakta

Bilirim, her şey tamam, yemek de yendi kurtuldum

Uykuya baktığım yol uzamakta

Uyumak, nasıl uyumak, daha bilmiyorum

İki perde arası soğuk bir limonata

Belki de çıkınca evden taşıtlar beklediğimiz

Ve taşıtlar beklediğimiz durakta

Birini gördüğümüz ya da, geveze, kaypak, sıkıcı

Bitmesi bir olayın - ölüm mü geliyor aklınıza?

Kim bilir, belki de ölüm

Ama korkmayın, bütün iş korkusuzlukta

Öyle ya, ha dibinde ölmek gümüş şamdanların

Ha bir cellat elinde, gözleriniz kapalı

Belki de yürüyorken, iki taşıt arasında

Belki de bir intihar; güzdü, çiçekler vardı

Şişman bir adam kulaklarını tutuyordu dünyada

Dünyaya baktığım yol uzamakta

Ve biraz düşünsek mi, alıştık nasıl olsa

Kim bilir neyi istiyorduk, neyi anmıştık az önce

Dönsek mi dersiniz, gene dönsek mi oraya

Oraya baktığım yol uzamakta

Ya da bir bahçedeyiz - üstelik kadınlar vardı

Ağzınız, çatallar, tarçınlı pasta

Ya da bir toplulukta - iyi yaptınız!

Bu çok hoştur! - size söylüyorum - yaramaz çocuk!

Beni de sandınız! - evde mi? - hayır! limonlukta

Ve hemen kalktınız, bir yangın yeriydi orası

Ya da aklınız olacak sizi bir yangına yerine bağladı

Kızgın güneşte bir şişe ispirtoyu devirdiniz

Kutsal bir iş yaptınız ve yerleşti sizde bu kanı

Belki de bir din devirdiniz; anneniz, annenizin saçları

Gümüş şamdanlar, sabah ışığı, vesaire

Ve sanki he olay, her davranış, ölümün bitişiğinde

İşte evdesiniz, iyi bir yemek, uyumak istiyorsunuz sonra

İstemek, neyi istemek, daha bilmiyorsunuz

Açtınız radyoyu, ılıyan bir ses kanınızda:

AIU, İAO, AĞ UĞ AĞ

Ve kahkahalar arasında kahkahalar

Orada, aşağıda

Tek umut, tek varış, tek kurtuluş gibi

Ve kaskatı kesilmiş, beyaz

Sallanıyorsunuz boşlukta.

 

XII.

Bir kedi başını kaldırdı, ve adam esnedi - tak

Bir yüzü vardı kocaman düşüverdi avuçlarına

Bilmem ki gelir miydi? - saat üç buçuk - üstelik hava..

Sonra şu yağmur bulutu, boşandı boşanacak

Bir kedi ürperdi, ve adam yeniden esnedi - tak

Acaba?

Yazıldı saatin üç buçuk olduğu havaya

Boşandı taptaze üçler halinde bir yağmur

Kim bilir, bu saatte, onu anlıyorum

Belki de unutmuştur.

İşte düğmeler, iğneler, ibrişimler satılan bir dükkânda

Herkesin akşamı onu buluyordu

Bir adam sakallarını yokluyordu kasılarak

Sizi bekliyorum - beni bekliyormuş - niye olmasın?

Bir bakış, bir gülüş, ve yüzünü yüzüne tutuyordu ustaca

Adamsa şunu yapıyordu: hiçbir şey, ama hiçbir şey

Ne tuhaf! - Ben olsam! - ne çıkar ben olsam da

Gelmedi, gelmeyecek ve otuz yıl önce yazlıkta

Oturmuş bir köstebek yavrusunu bekliyor

Çıkmadı, ama çıkacak - babası sesleniyor

Bir sofra duruyor, gerilmiş çilek kokularıyla

Tam çileğe geldi sıra, uzattı çatalı batıracak

Hayır! bir tuhaftır bu, insan gecikmek ister biraz da

Gecikmek: sanırız bizi bir şeyler bekliyordur olağanüstü

İşte ansızın biri çıkacaktır karşınıza

Hiç yoktan biri çağıracaktır sizi

Ya da bir kadın bayılacak, bir memur çıldıracaktır önünüzde

Bir kurşun, bir kurşun daha

Yere serecektir bir serseriyi

Gecikmek: bana kalırsa eve dönmeli en iyisi

Bir küfür, bir patırdı ve babası çıkışıyor

Annesi, annesi biliyor başına geleceği

Bahçede bir kız çocuğu erik ağacını sallıyor boyuna

Diyelim her olayda böylece bir şeyler bulunur

Kalsın, daha çok zaman kalsın diye hatırda

Bir gün, bir benzin deposu havaya uçmuştu biliyorum

Bir alev, bir duman, usulca sokulmuştum

Yanmış bir cep saatimi aklımda tutmuştum yıllarca

 

Gelmedi, ama gelecek, nedense alıştık zamansızlığa

Bir kedi başını kaldırdı, ve adam esnemedi bak

Demek siz! - koca ihtiyar! - ıslandım işte!

Saat üç buçuk, vallahi saat üç buçuktu gene

Hey Tanrım neye yaradı sanki unutulmak

Kadın saçlarını tarıyor, ve usulca sokuluyordu adama

Adamsa ayağa kalkıyor ve işte ayağa bakıyordu ustaca

Dışarı çıkıyor, içeri giriyor, üç aşağı beş yukarı

Kadınsa domates doğruyor, yok mu ya bu yaz yağmurları

Evet, sahiden, niye?

Soruyor kadın:

Bu yaz yağmurları..

 

XIII.

Şimdi her yerden bakıyorlar - demek uykusuzum -

Kral birini çağırıyor uykusu bitmiş olarak

İşte salı, akşama doğruyuz, Bay Kemik Taciri kestiriyor

Vahalam'da, bilmem ki neresidir Vahalam

Babamın, ak saçlı babamın açtığı yara

Bir tarla konusu

Oy bre dolduran doldurana boşluğu

Babamın akıttığı kan

Bilmem ki neresiydi, neresidir Vahalam

Babamı tanıyorum; çorabı, tütünü, acılarıyla o adam

Eksiği yok küfürden yana

Onu buğdaylar öldürecek, sapsarı öldürecekler onu

Belki de gelenek bu

Al kılçıklarıyla ve hep birden - tamam!

Bilmem ki neresiydi, neresidir Vahalam.

 

Kral birini çağırıyor, basarak parmağını kâğıda

Bay Kemik Taciri çamurdan yüzünü üstümde tutarak

Hırçın ve kadınsal bir sesle çıkışıyor

Anlamak, sadece anlamak istiyor korktuğumu

Bir adam sokağın alt yanını doldurdu

Kırmızı elleriyle

Masa camında bir çınar yaprağı derinleşiyor

Evet, sizi anlıyorum

Yani kendimi

Saat beş, bu üçüncü çay, kalkınan bir yerimi öldürüyorum

Ve işte bilmiyorum katil kim

Bir burgu, gene bir burguyu oyuyor

Ve karım otuzunu dolduruyor bu akşam

Saat beş, diyorum erken dönmeli eve

Kral birini çağırdı ve işte birini kovmak üzere

Gene bir yanlışlık olacak, hadi kazandı Bay Kemik Taciri

Beni bu kemikler öldürecek, yağlı, pis hayvan kemikleri

Olanca aklığıyla, ve hep birden - tamam!

Bilmem ki neresiydim, neresiydi Vahalam.

 

Kral tacını çıkarıyor, başı ağrımış olacak

Onu selamlıyorum, kapıyorum kapıyı ardından

Saat beş, bakınca camdan onu görüyorum

Camlarda iri bir gölge derinleşiyor, o

Kralsa tavana bakıyor, bir kristal avize haklayabilir onu

Bay Kemik Taciri karşıya geçiyor başarıyla

Ben sadece paltomu giyiyorum

 

Akşam

Kral birini çağırdı; biraz et, biraz da şarap

Oturmuş masaya Bay Kemik Taciri

Karısı ve dört çocuğuyla

Duvarda bir tüfek asılı, durmadan ona bakıyor

Tavşanlar, keklikler, turnalar oluyor tüfeğin ucunda

Başkaca bir şey olmuyor

Ben kötü bir meyhaneye dalıyorum, ortalık küf kokuyor.

 

Duvara alıştırıyorum gözlerimi - siz nesiniz duvarlar?

Hiiiç! sadece duvarız biz

Öyleyse bir yarım saat, karım da bekleyebilir

Adamlar önce beyaz değil, sonra beyaz

Bir şapka gene bir şapkaya asılı

Bir palto gene bir paltoya

Bir adam kendiyle döğüşüyor bir adamda

Evet onu anlıyorum

- Yani kendimi -

 

Bir kadın bir sürahide biriyle sevişiyor

Bir burgu gene bir gurguyu oyuyor ayrıca

Bir adam dikilmiş ve dikilmiş içiyor durmadan

Hey tanrım! omuzlu, güçlü, kuvvetli

Kocaman bir çocuk yüzü taşıyor yalnızlıktan.

 

Gece, saat on, karım otuzunda olmalı diyorum

Bir gidip bir geliyorum karanlıklarda

Çiçekler alıyorum, bitmeyen çiçeklerini gecikmelerin

Ve dalıyorum içeri ışıksız bir kapıdan

Aranmak, yenilmek, ve hayır! utanmakti Vahalam

Kral uyandı, karım iç çekiyor durmadan

Bir sabah ışığı kendini yerden yere vuruyor

Kızım uyuyor, ve uyuyan biri gibi konuşuyor karım

Bir duvar resmi gibi konuşuyor

Kral?

Kral uyandı.

 

Saat dokuzu on beş geçiyor, üşüyorum

Güneşler mi vuruyor sırtıma ne, üşüyorum

Ölgün ve değişmez adımlar atıyorum, üşüyorum

Karanlık, pis adamlar çıkıyorlar mağaralarından

Ne umut, ne hiçbir şey, sadece çıkıyorlar

Bir gece, bir sabah, ve benim bakışlarımı taşıyorlar

Karım ağlıyor, kızım uyuyor, karımsa gene ağlıyor

Diyorum

kim bilir

belki de

tamam!

Orasıydı Vahalam.

 

XIV.

İşte bu boşluk, durmadan bizi çağırıyor

Kremler, pudralar, iç bulantıcı koular gibi

Bir kır bekçisi köpeğini sevdi

Bir çocuk delinmiş bir kovayı sürdü - nereye?

Bir kadın bağırdı bağırdı bağırdı

Tam on yıl öncesine yarayacak bir sesle.

 

ÇOĞULLAMA

Biz kadınız, bilmeden seviyoruz bu kedileri

Seviyoruz, bir sevilme içgüdüsüyle

Bu bizim yüzümüzde ufacık çizgiler oluyor - acaba

Evet, çok değil, konuşurken düzeltiyoruz

Orayı burayı topluyoruz, yeriyse çocuklarımızı öpüyoruz

Ama biliyorsunuz ki gene de

Hepimiz, işte hepimiz

Bitmenin, tükenmenin yorgunluğu içinde.

 

Gözler mi? tavana dikili, hayır, pencereye

Yağmalar, sürgünler, yangınlar içinde

Çünkü bu boşluk; tüneller, çukurlar, kap kacak ağızları

Mağralar, denizler, gökyüzleri değil de

Bu boşluk, o bir türlü dolduramadığımız, o

Orman, dağ, kısacası evrenle.

 

ÇOĞULLAMA

Biz bu lavanta kokularını bilmeden taşıyoruz

Biz bu tavanı bilmeden eski rengine boyuyoruz

Bu bizim terliklerimizde ufacık güller oluyor - acaba?

Evet çok değil, onları bilmeden hoşa gideriyoruz

Sormayın, ama sormayın, bilmeden aralık tutuyoruz kapılarımızı

Bilmeden bekliyoruz, bilmeden uyuyoruz sabahlara değin

Kim bilir, belki de biz

Tanrısıyız en olunmaz şeylerin.

 

Bu bizim en düzenli hareketimiz: olmak

Asılıp kalmışız öyle, görenler bizi görüyor

Görenler bizi görüyor ve gidip geliyoruz dikkatle

Doğrusu, niye saklayalım, hepimiz bunu yapıyoruz

Ama biz yaşıyorken de bunu yapıyoruz sadece

Cansız

Ve gidip geliyoruz dikkatle.

 

ÇOĞULLAMA

Biz bu kendimizi boşuna soruyoruz kendimize

Boşuna asıyoruz onları, boşuna öldürüyoruz

Bu bizim gözlerimizden ufacık şeyler geçiyor - acaba?

Evet, çok değil, bakışırken düzeltiyoruz

Biz ne garip şeyleriz ki; doluyuz, bazıyız, avuntuluyuz

Ve bizim en güzel öldüğümüzdür bu: yaşamak

Ben biliyorum, yalan mı, siz de biliyorsunuz.

 

Edip CANSEVER

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Ölü Sirenler

 

Gerçekte duymadığım sesler bitti

Öğleye doğru bir gök gürültüsü yalnız

Karıştırdı ortalığı bir süre

Gök akıttı bir parça yağmurunu

Ve deniz kuşları umutsuz

Arıyorken kokularını gölgelerinde

Sıyırdı bir iki bulutu güneş de

Yığılıp kaldı yorgun

Denizin gözbebekleri üstünde.

Bir uyum muydu durgunluk, fırtınayı

Gök gürültüsünü de barındıran içinde

Duyuyorum o tanıdık sesi yeniden

Tiz bir çıngırağı andıran

Benzeyen zil sesine de

Daha önce unutmuşum gibi denizde

Yankılanıp durdu ara vermeden.

 

 

 

Hangi dili öğreniyordum? Mutluluk

İki tek ağustosu çarpıştıran

Sızdıran kanını bu yaz gününe

Yaşayan bir mutluluk? Ve işte

kaç yerinden kesilmiş ki ellerim

Bekletip durdu da acısını bunca yıl

Şimdi bir gülümseme gibi sindi yüzüme.

 

Görmüşüm daha önce de bir Lidya kralının boynunda

Bilmekti yazgısını ölümünü, gene de

Yıllarca beklemişti kendini

Yeşimden sapı olan bir kılıçla

Bense ne içimi yakan rüzgarı

Ne denizdeki yangını, ne gök gürültüsünü

Duymuş gibi olduğum sesleri de değil

Yaşamın gövdesini arıyordum yalnızca

Bir çürük dişle alnımdaki

İki üç kırışığı yedeğine takmış da.

 

Özledim ilkelliğimi dalgalarında

Buldum savaşı bitmez derinliklerini

karıştırdıkça bir kargının ucuyla

Gördüm, bekliyordu kendini de o da

Germiş de al kıskacını Lidya kıralı gibi

O turuncu ruh, değişken

İzledim onda ilk oluşumu sanki

Hafifçe kesilmiş gibi oldu dudağım bir yerinden.

 

İşledim payıma düşen her görüntüyü

Kamaştı gözlerim kıyıya varınca

Rüzgarın itişiyle kumlarda

Durmadan yer değiştiren

Sayısız siren iskeleti

Çın çın ötüyordu sessizlik kaburgalarında

Dedim, besbelli başıboş bırakmışlar da korkuyu

Tarihin onlara bağışladığı

Bu garip rastlantıdan

Doğma bir rahatlıkla parıldıyorlar şimdi

Kemikleri som altından.

 

Sığındım çatısına bu yok olmuş şehrin.

Şehir ki herkesin bir şehir düşündüğü gibiydi

Tanrım! tunç bir kapı kilidi

Bronz bir sokak

Kumlar içindeydi. Ve bu çakıl taşı

Kim bilir kimin külrengi kalbi

Tanrım!

Neden herkes başka tarafa bakıyor

Neden herkes başka biriydi.

 

Yıkıntılardan geçtim, eski mezarlardan

Şimdi artık bir anımsamada yeri olmayan

Arı kümeleri taşların arasında

Ve yukarıda kuşlar yanmış kağıt parçaları gibi

Uçuşuyordu da

Ağır ağır yanıyordu da şehir

Yanmayan kadınlar gördüm

Nasıl görünürse dünya gözyaşının altından

Tam öyle, dönüp duruyorlardı bu cehennem oyununda

Ve büyümeyen adamlar gördüm, hiç şaşırmadım.

Konuşuyorlardı sırayla, ilgisiz

Ağaçlara asılmışlardı bir yandan da

Bir kapı kirişine asılmışlardı ve ufka

Ölüm müydü konuştukları? Ölümdü anlaşılan

Silince bir aynayı çıkıveren karşılarına

Bir ölümdü ki, işte bir muska asılı dururdu duvarda

Bir büyü gösterilirdi

Bir kuyu sezdirilirdi

Hiç yoktan bir zincir boşalırdı avluda.

 

Akşam geri verince bana gözlerimi

Şehir de kayboldu, denizin durgunluğu da

Bir anka kuşu yeniden karıyorken küllerini

Bir kaya oyuğu kendini alıştırıyorken boşluğa

Dedim, deniz de bendim, düşleyen de denizi

Ve sabah olur olmaz üstünde derinliğimin

Bir gülümseme gibi bulacağım kendimi.

 

Edip Cansever

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

SONA KALSA

 

Usul usul konuşuyorlar aralarında

Denize bakıyorlar bazen - çatalını gezdiriyor biri tabağında -

Gölgesi bir kuş ölüsü

Karşıda yeni budanmış ağacın

- Olsa, başlangıçlar sona kalsa -

Kolyesiyle oynuyor kadın - tabağımda soyulmuş elma -

Saatime bakıyorum sık sık

Kapıyı gözlüyorum arada

Biraz soğum mu geliyor ne - kapatır mısın -

Sinirli bir kırmızılık suya batıyor

Düşünüyorum, ansızın bir dost yüzü

Görmemiştim de yıllarca.

Gelse

Değişmiş çok, yaşlanmış da

Sigaramı yakıyor durmadan

İstemem diyemiyorum - ama yakmasa -

Konuşuyoruz -konuşuyor muyuz -

Yazmayı bırakmış çoktan

Gerçi bir roman taslağı varmış kafasında

"Bir elimde elma elmada bir el"

Diyorum

Hayretle bakıyor yüzüme

Bir bardak bira içiyor, çekip gidiyor az sonra.

Kadranı kırmızı saat

Plasterle tutturulmuş kırık cam

Şurda burda plastik çiçekler

Evet, aralık kapıdan soğuk geliyor

Tam kalbimin üzerine bu akşam.

Ölüm

Sen en güzelsin bu saatlerde

Büyütmüş yetiştirmişsin beni

Söyler miyim hiç sana hayran olmasam.

Bugün de ince, bugün dekırıldı kırılacak

Bugün de

Tam nerede kalmışsam.

 

 

BU GEMİ NE ZAMANDIR BURADA

 

Bu gemi ne zamandır burada

Çoktan boşaltmış yükünü

Gece de olmuş, rıhtım da bomboş

Mavi bir suyun düşünü uyutur bir tayfa

Arkada, güvertede

Ah, neresinden baksam sessizlik gene.

 

Yürürüm usuldan, girerim bir meyhaneye

İçerde üç beş kişi

Yalnızlık üç beş kişi

Bir kadeh rakı söylerim kendime

Bir kadeh rakı daha söylerim kendime

-Söyle be! ne zamandır burda bu gemi

-Denizin değil hüznün üstünde.

 

Belki yarın gidecek

Bir anı gelecek bir başka anının yerine.

 

İnsan bazen ağlamaz mı bakıp bakıp kendine.

 

 

 

Anısındayım

 

Hafifçe ısırılmış bir elmanın dilindeyim

Elmanın kokusundayım

Anısındayım -kimbilir kimin-

 

Anılarda görünür, düşlerde görünmez insan

Düşlerde görünen anlamlardır

Özelliklerdir bir de belli belirsiz.

 

Ve

İnsansız anı yoktur. Var mıdır?

 

 

Başım Dönüyor İkimizden

 

Çocuklar ekmek yiyorlar gibidir sesin

Ön dişleriyle belli belirsiz

Bir martı kalıyor gibidir hiç olmayandan

Çünkü biz ikimiz de çirkin değiliz

Evet mi hayır mı pek anlamadan.

 

Ne biçim bir sestir şu bizim dalgınlığımız

Bir tayın dişinde ince taflan

Az yaşlı bir kadında göğüs uçlarının

Yanarak sımsıcak bir kedinin ağzından

Dönüp iç çekmesine gece kuşlarının.

 

Sonra biz dağ başlarında apansız kurşunlanan

Süresiz baş dönmesiyiz çok garip adamların

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Cemal'in İç Konuşmaları-1

 

Bir şeyler çiziyorum buğulu cama —ben—

Cemal'in ıslak sesi

Kayıp gidiyor buğulu camda

—Bir sabah yağmurunun en küçük tanımıysa

Şu benim sesim—

Çizip çizip siliyorum sesimi

Birden odayla dışarısı birleşiyor

Ve birleşir birleşmez

Çıkarıp cebinden büyük aynasını gök

Bir istasyonda yolcularını bekleyen

İnsanlar gibi hafifçe gülümsüyor

Bana

Elimi sallıyorum içimden

Buruk içimden

Belli belirsiz.

 

Yaşlı bir çocuğum ben, çocukların en yaşlısı

Ağzımda sakız tatlısının hiç eksilmeyen tadı

Sevilince kendimi tadıyorum bir de

Kendime dönüşüyorum

—Ah içimin derin rengi

Yoğun kokusu—

Biraz önceydi

Yalova'da bir oteldeyiz

Çok büyük bir oteldeyiz —hepimiz—

Çiçekler var —çok büyük— ağaçlar gibi

Kırmızılar uzun, uçsuz bucaksız

Sonra bir vapurun bayrağı

Görmüştüm

Annemin yakut yüzüğü

Görmüştüm

Ben herkesin oğluydum o zamanlar

Kalabalıktık.

Elimi buğulu camdan çektim

Saçlarım doldu yüzüme

Saçlarım neden böyle uzun —kimbilir—

Sevmiyorum hiç

Yalnız yapıyor beni

Hem niye

Herkesin özlemi benim özlemim değil ki

Az konuşuyorum bu yüzden

Tenhalarda duruyorum

Sanki yaşamım benim

Önce bir susuzluk vakti

—Suyu musluktan içiyorum sık sık

Kimseye göstermeden

Böylece

Hiç mi hiç bitmiyor içmem—

Nisanın ıslak sesi

—Kocaman bir gül haziran—

Gelip gelip vuruyor

Uzaktan bakıyorum

Kış aylarına bakar gibi

Kirli

Çift kollu bir lambaya benziyorlar

Seniha teyzemle annem

Bezik oynuyorlar gene

Masada rakı sürahisi —dilim dilim ve renkli—

Tabakta solgun meyvalar

—Sanki kimse birbirine bir şey demedi—

Ve

Suyu çekilmiş portakallar portakallar

—Ne? ne zaman? şimdi unuttum

Büyükannemin ölüm saati—

Ester vazoya çiçekler yerleştiriyor

Pembe sesiyle

—Baharı yerleştiren bir tanrının elleri—

Kokusunu duyuyorum uzaktan

Hayır, kokusunu düşünüyorum

Benim olmayan kokular..

İnsan kendi kokusunu bilir mi

Bilmem

Bilemez

Ama annem Ester'in

Ester'se annemin kokusunu biliyordur

Sanırım bazı kokular da duyulmaz, görülür

Ben gördüm

İşte şu karşıki bahçenin kokusu

Toprakla güneş karışımı bir koku

Ben gördüm

Büyükannemin ölüm kokusu

Gördüm ben

Sonra annemi bir kokuda gördüm iyice

Seniha teyzemi de

Çok ağır bir kokudan gelmiş oluyor teyzem

Muhassen'den döndüğü zaman

O evden

İşaret parmağına benziyor bazı kokular

Gösteriyor gösteriyor gösteriyor

Demin yanından geçtim

Bugün başka türlü kokuyor Ester

Dudağımı kanatan balık gibi değil

Baharda kar yağar mı, öyle kokuyor

Kapısını ilk kez açıp da

İçeri giriliveren

Yeni bir ev gibi kokuyor

Bin türlü kokuyor bugün Ester.

 

(Çok geniş bir çayırda yürüyorum yürüyorum

Ezilen otlar gibiyim

Ezilen otlar gibiyim ayaklarımın altında

Kendi ayaklarımın

Nedense

Bu böyle hoşuma gidiyor.)

 

Cemal'in İç Konuşmaları-2

Odamın penceresi yok —daha iyi—

Kendime bakıyorum ben de

Kendimden sarkmış kollarıma

Kendimden damıtılmış gözlerime

—Bakmıyorum, duyuyorum onları sadece—

Böylesi iyi, çok iyi

Kapıyı kilitledin —kapımı—

Salonda gürültüler, ut sesleri

Muhibbe gelmiş olacak Burgaz'dan

Birkaç kere gördüm

Şişmandı çok, beyazdı

Saçları mavi gibiydi —öyleydi—

Maviler saçları gibiydi

Açık denizlere benzerdi

Ve yüzü

İbrişimlerle dolu

Gizemli bir dikiş kutusuydu sanki

Geçen yaz denize girdiğim günler..

Anımsıyorum

Ne vardı ortalıkta maviden başka

Sadece bir martı —o da maviyle beslenen—

Gördün mü demiştim kendi kendime

Mavilik de çocukluk gibi

Unutulmayacak hiç.

Evet, Muhibbe

Parası bitince gelir bize

Bir iki gün kalır gider

Sabahtan akşama ut sesleri

Rakı sofraları

Yüzünde, göğsünde, ellerinde

Dışa kaymış ibrişimler

Ek: bir fayton sesinin sessizliği de

Ölümü anımsatan bana

Ölmüştü —büyükannemdi—

Ölü yıkayıcılarını görmüştüm ilk defa

Dudakları yemyeşil biri

—Karıştırıyor muyum yoksa

Bir sirk afişindeki adamla—

Seslenmişti, anımsıyorum

Hiç değilse pedikürlerini silin!

Sonbahardı.

Odamın penceresi yok —iyi ki yok—

Konuşuyorum kendimle

Cemal! herhangi bir mevsim anımsar mısın

Yaz aylarının dışına kaymış

Biraz

İçinde sevgilerin soluk aldığı

Anımsar mısın

Ve yazlar yuvarlak mıdır Cemal

Oval mıdır

Çizgi çizgi midir yoksa

Herkes bir yerlere gider

Bir yerlerden gelir de ondan mı

Gelinciklerle tuzlu suyun sevişmesi miydi

Ne dedin

Sen öyle bir yere gittin de ondan

Geçen yaz

Sürdün dudaklarına gelincikleri, sürdün sürdün

İri bir ruj lekesine benzetinceye kadar

Sonra da öptün kendini, öptün öptün

Orası neresiydi, unuttun şimdi

Adsızlığa çok yakışan bir yerdi.

Akşamüstlerinin bir çıtırdısı vardı Cemal

Var mıydı

Belli belirsiz —anımsar mısın—

Bir atlıkarınca gibi dönüyordu deniz

Gündoğusundan günbatımına

Aynaya baktındı durup dururken

Oteldeki büyük aynaya

Gözbebeklerin kırmızıydı —bir an—

Dönüyorlardı boyuna

Çıkarıp attındı onları

Denize attındı, anımsa

Bir çift balık olup geri döndüler

Ruhundaki külleri yaktılardı.

Ut sesleri kesildi, iyi

Uzaklarda bir fıstık çamı yarıldı ortasından

Bir kuş ölüsü düştü —sanki—

Bölündü sesler de

Bir faytonun sessizliği de bölündü

Dudaklarını açtın kapadın

Çekilmiş ağlardaki balıklar gibi

Birden gelinciklerle doldu dünyan.

 

İnsan iki kişi olmalı, değil mi

En azından iki kişi

Sen yalnızsın

Yalnızlığın her zamanki ikindisi.

 

(Yürüyorum yürüyorum otlarımın üstünde

Ezile ezile ben

Bir şeyi ilk defa duymanın belirsizliğim

Yavaşça ataraktan üstümden.)

 

Cemal'in İç Konuşmaları-3

 

Ben mi konuşuyorum —Cemal mi—

Tanrının taşları mı konuşan

Birbirine geçmiş sımsıkı

Yollar boyunca uzayan uzayan.

 

Kurtuluş'tan çok uzaklardayım

Birbirimizden çok uzaklardayız

Çok yakınız birbirimize —tekdüze günler-

Ester parmaklarını geçirmiş kalbine

Yeşim taşlı iğnesini yoklar gibi

—Sıkıştırılmış bir sandviç sesi—

Sürekli anneme bakıyor

Annemse bir elinde rakı kadehi

Ötekinde kâğıtlar

Oyun kâğıtları

Teyzeme bakıyor sürekli

Teyzemse yaratılmakta olan bir anıya benziyor

Bakışları anlamsız

Gölgeli

Kendine bakıyor olmalı

Ne tuhaf, herkes bir yerlere bakıyor

Hiç kımıldamadan

Bir ışık parçası düşüyor annemin yüzüne

Arada kovmak için elini sallıyor yalnız

—Dalgınlık, başka değil—

Neyi bitiriyoruz, neyi başlatıyoruz

Neyi bekliyoruz, bilmem ki

Kapı mı çalınıyor ne —gidip açıyorum—

Kimse yok

Peki

Nasıl karşılanır yok olan bir şey

Karşılıyorum

Birlikte salona geçiyoruz.

Oturuyoruz karşı karşıya

Yok olan şeyle ikimiz

Sarı koltuğa çöküyor o —her şey sarı zaten—

Ben kahverengi koltuğa oturuyorum —her şey kahverengi—

Kimse görmüyor bizi

Göremezler ki

Uçup uçup konuyoruz yerlerimize

Bir konfeti demetinden kopmuş gibi

Düşlerimizden .saçılmış gibi

İyi eğleniyoruz yok olan şeyle ikimiz

Sigarasını yakıyor o

İyi, yaksın

Bardağına cin koyuyorum

Ağır ağır içiyor

Her şeyin tersini taşıyor yüzü —sanki—

Ve taşırıyor

—Bir şair de olabilir, bir ermiş de—

Yürüyor pencereye doğru

Geri dönüyor

Birden

Çaydanlıktan ayaklarıma dökülen

Kaynar suyun acısını geri getiriyorum

Ve öperken dudağımı kanatan balığı

Ve hemen unutuyorum

Ben unutur unutmaz

Gümüşle altın karışımı bir tramvay geçiyor caddeden

Pırlanta kolyeler açıyor ağaçlarda

Şehrayinler dönüyor katlarında beynimin

Işıklar ışıklar içinde atlıkarıncalar

Anlıyorum

Gezintiye çıkmış mutluluk o

O, yok olan şey

Büyüyünce bulacak

Büyüyünce sevecek beni

Yeniden çalınıyor kapının zili

Açıyorum

Sık sık çalıyor

Açıyorum açıyorum

Bembeyaz bir alan oluyor mutluluk

Bembeyaz bir kalabalık

Gittikçe uzaklaşıyor annemle teyzem

İki tek nokta gibi

Kalıncaya dek.

 

Bağırıyorum bağırıyorum

Beyaz çimenler, beyaz çimenler!

Yok oluyor düş

Yok oluyor sanrı.

 

İkaros'um ben

Kimse artık beni görmüyor.

 

Edip Cansever

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Seniha'nın Günlüğünden

 

1

Gözlerimden uçtum -bırakıp eski gövdemi-

Aynanın önünde durdum

-Kenarları saydam yapraklı aynanın-

Omuzları açık giysimi giydim -siyah-

Topaz kolyemi taktım

Göğsümün ortasına bir gül yerleştirdim

Acı, apacı bir gül

Dışarı çıktım

Muhassen'e uğradım -çağırdı demin-

Firuze ve turuncu deniz kabuğu alaşımı Muhassen'e

Yedi lamba, yedi güvercin saçlarında

Ve eşyalarında bir başkalık: 'çabuk-güzel'

Her şey 'acele-sıcak', 'acele-yerli yerinde'

 

Her şey, ama her şey

Bir düğün öncesi gibi

Uzun bir deniz yolculuğu sonrası

Bir yerden bir yere taşınma

Yitirilmiş duygulara bir göz atma yaklaşımı belki

Rüyamda da görmüştüm dün gece

Yedi gelin, yedi güveyi

Serpantinler, konfetiler içinde

Ağzımda bir sakız çiğneme kımıltısı

Şuramda duymadığım bir duyma

Bir elimi kalçama koyuyorum

Kimim ben?

Seniha!

Çağırmadım ki 'kendimi

Sordum, o kadar

Ben kendimi kendime sunuyorum, o kadar

Bu işe çok uygunum, o kadar

Toprağına karışmış bir çiftçi gibi

Bir gün: yüzü olmayan bir erkek

Bir gün: yanmış süt kokulu bir oğlan

Gözkapaklarımı indiriyorum

Lacivert bir jaluziyi indirir gibi

Kendimi kendime sunuyorum —ben Seniha—

Bunu hep böyle yapıyorum.

Bugün de böyle yaptım

Önce bir sigara yaktım, usul usul giyindim

Bluzumdaki bir iki kırışığı çektim düzelttim

Perdeleri açtım

Pencereyi de açtım —açık bıraktım—

Merdivenleri indim —çok yavaş indim—

Kimseye rastlamadım

Dışarı çıktım: işte ilkbahar!

Yürüdüm yürüdüm

Ben ki herkesin bilmediği

Birtakım şeyler yapan biriydim

Böylece çok göründüm

Nedense öyle sandım

Yüzler silindi, olmayan yüzler

Sis, duman, pus gibi yüzler

İnce bir çubukla sigarasını içen Muhassen

Yitti, yitiverdi hepsi

Fırlattım göğsümdeki gülü havaya

Pembe pembe bakındı boşluk

Selamladı beni

Hayır, mutsuzum.

Evet mutluyum

Bir mutluluk yokmu her çelişkide

—Var! Varsa niçin? —

Yedi lamba bir arada

Bir arada yedi güvercin

Muhassen

Bir anlamda ‘çabuk-güzel’

Bir bakıma ‘çabuk-çirkin’

Anlıyorum

Ben sadece armesıyım o katedralin

Dünya ise çalmaya hazır

Koskocaman bir org gibidir

Ama çalmadan

Katedralin avlusuna düşüp

Düşüp de parçalanan

Bir org gibi..

 

—Sevişmek!

Kimse kimsenin olmasın—

Ah bu nisan yağmurları

Hüznünü kaybetmiş çocuklar gibi şaşkın

Yağıp bitiyor

Bitsin

Çok tenha bir kahvedeyim

—Ah, aşkların çocuk bahçesi

Neden ömrün çok kısa—

Neden buruk bir özlemdir anılar

Ve özlem olarak kalacaktır da

Hayır!

Seniha!

Evet, çağırıyorum seni

Şimdiye ve sonraya

Bir başka yanıt:

Yok o da.

 

Sadece bir özlemim ben.

 

 

 

2

Bir ruh mu bu kadın —Cemile—

Nereye değdirsem ellerimi

Masaya, perdeye, konsola

Onunkine değmiş oluyor biraz

İnatla çekiyorum. Ellerimi çoğu kez

Gizlemem bundan.

 

Tren istasyonlarına gidiyor —nedense—

Bir başına oturuyor parklarda

—Cemalle bazan—

En çok da akşamüstleri

Bilmem ki bu gizemli saatlerde ne buluyor

Dolaştığı yerleri mi süslüyor

Doğayla, kentle süsleniyor mu yoksa

Birini mi bekliyor —kimbilir—

Kendiyle değil, sadece duruşuyla

—Vakitsiz çiçek açmış bir nar ağacı

Bulanık günün içinde—

Ve ağır ağır, bir ibre gibi

Tam kendine dönüyor ki

Eve koşuyor acele

Odasına kapanıyor

Yazıyor yazıyor yazıyor

Kitliyor çekmecesine yazdıklarını

Telaşla çıkıyor odasından

Cemile, diyorum, derdemez

Yüzüme bakmadan rakısını dolduruyor

Ester'se bir ucunda salonun

Bakıyor bakıyor bakıyor bize

Cemile'ye

O kadar bakıyor,ki

Sanki yazdıklarını okuyor

Saat on yedilerde böyle oluyor.

Masa ortüsündeki kırmızı lekeyi

Yıllardır silemedim

—Şarap lekesi? belki

Değişti rengi artık—

Anımsıyorum

Kimin vurduğunu o tavşanı

Bembeyaz bir kayanın dibinde

Ve bembeyaz bulutlar vardı gökte

(Ölen her canlının son sesi

Bir yaşam dolusu sesten

Daha çok akılda kalıyor)

İşte bu onun sesi

Elinde bir tüfek, utkuyla bağırıyor

İzmir'de, Karşıyaka'da

Saat on yedilerde

Olursa bir de böyle oluyor.

Fransız okulunda bir öğle sonrası

Bütün yüzlerde bir öğle sonrası

Şiirler okuyorum Rimbaud'dan

«Bir akşam kucağıma oturttum güzelliği

Acı buldum onu, sövüp saydım.»

Anımsayamıyorum gerisini

—Kaç yıl mı geçti?—

Elimi tutmuştu o oğlan

Gözleri griyle karışık mavi

Yüzünde güneşle parlayan çiller

—Kaç yıl mı geçti?—

Gelip çatlıydı o düğün günü

Pera-Palas'ta bir akşam

Akşamın en ince köşeleri

Kimler yoktu ki —o zamanlar çok kalabalıktık—

Bir fotoğrafta tam on yedi kişi

Fotoğraflar..

(Yaslamış bir ağaca omuzunu

Ben

Birlikte bir gülü tutuyoruz

Onunla ben

Bir vapur güvertesinde, denize bakıyor

Ben

Bir otel kapısındayım, izmir'de

Ben.)

 

Zamanlar geçtikçe neden

Mutluluk mahzunluk oluyor fotoğraflarda

Acaba

Keder mi, acı mı, hüzün mü dünyanın rengi

Mahzunluk mu yoksa yaşam

Ve doğruyu söyleyen yalnız

O mu, Rilke mi

Ölümünü içinde taşıyan.

Aşk mı yok ettiydi kocamı

—Ah, aşkların çocuk bahçesi

Neden ömrün çok kısa—

Oysa

Başlamak ne kadar güçtür, ne kadar incelikli

Sürdürmek, sadece sürdürmek

Öylesine kolay:

Hiçbir şey olmamış gibi

Kalp atışları, saat zembereği

Yıllar yıllar yıllar

Çözülmemiş bir bıkıntıyla birlikte

Kalıcı bir gülümseme yapıp da sevgisizliği..

 

Ek: bugün pazartesi, belki de pazartesi.

 

 

 

 

 

 

3

'Evler'den birindeyim, dışarda kar yağıyor

Üstüme kar yağıyor. Kalbimin

Atışlarında eriyor kar

Üşümüyorum, üşümek elimde değil

Hiçbir şey elimde değil

Sevmek istiyorum, sevemiyorum

Çarpıyor birbirine kalbimin kapıları

Gülmek istiyorum, gülemiyorum

Öne geçiyor acılarımın çizgileri

Vermek istiyorum, veremiyorum

Geri çekiyor beni tenimin güçlü dokusu

Konuşmak istiyorum, konuşamıyorum

Kapanıyor büsbütün dudaklarım

—Demiştim, pembe bir çizgi olsun

Düğün çağrımızda o gün—

'Evler'den birindeyim, dışarda kar yağıyor

Aynada kar yağıyor parıltılarla

Abajuru yakıyorum: sarı kar

—Üç parmakla bira bardağını

Hafifçe tutan elim—

Dudağımı boyuyorum: pembe kar

Cemal'i düşünüyorum: acı kar

Ester'i düşünüyorum: kar duruyor

Cemile?

Kar yağmadı sanki. Kar

Duygulara göre bir yağıp bir duruyor

—Demiştim o gün, o gece

Ve sonraları

Kan karda kaldı—

Kurtuluş’ta kar yağıyor—ne zaman yağsa—

Şöyle bir koltuğa çökerdim eskiden

Bacak bacak üstüne atardım

Hemen bir sigara yakmak gelirdi içimden

(Oysa şimdi yataktan yere değen bacaklarımın

buruşuk bir etekliğe sarınıp da tozlu bir

halıya basması biçimindedir her günkü

oturmam kalkmam

Ve içime doğru yürüyen bir ağrı duyarım ne zaman

kırmızı bir elmayı .soysam

Ve şimdi

Her yengi, her yenilgi

Her tutarsızlık, her ikilem

Güzelliğimi doldurur benim

İstesem de eskiyemem

Ve artık

Çok sesli bir müziğimdir ki ben

Tek zevki duyarken gövdemde

Kendimi kendime sunarken.)

'Evler'den birindeyim, bir org sesi bu

Yağdıkça yağan kardan

Çoktan eskimiş olmalı, diyorum katedralim

Ya da çökmüş olmalı çoktan

(Aşağıdan çağırıyorlar, usul usul iniyorum

merdivenleri, basarak çiçekli karların üstüne,

rengarenk. Karşımda cüce bir kadınla kambur

bir kadın ayaklarının altından gülüyorlar bana.

Gülüyorum ben de yağan kara ve çöken katedrale

ve onlara. Söyleşiyoruz ayaklarımızın altından

Ve

Geldikleri gibi gidiyorlar, hiçbir iz bırakmadan,

hiçbir iz bırakmadan, hiçbir iz bırakmadan.)

 

Giyinip dışarı çıkıyorum hemen

Ben bu 'evler'e sığamam.

 

 

 

 

 

4

'Ve ölüm bahçesini buldu'

 

Oteller imzamdır benim

—Ah güzel yaşam! sevgilim ölüm!—

Şimdi bir otelin apacı sevinciyim.

 

Ey bardak taşıyanlar, kış ustaları

Sonbaharda ne yaparsınız

Ben ne yaparım

Kendime başka biriymiş gibi bakmaktan

Arta kalan bir çift gözü de

Kimbilir nerde bıraktım.

Ah güzel yaşam! sevgilim ölüm!

Göğsümden bir düğme daha çözdüm

Saçlarımı taradım

Yüzümdeki beni koyulaştırdım

Pudra süründüm biraz —hayır, iğrenmiyorum artık-

Kırıştı göz kenarlarım çoktan

Çantamı açtım kapadım —neler yoktu ki—

Bir ayna

Bir katedral fotoğrafı —renkli—

Sonbahardan da büyük

Boş bir tabut deseni

Anahtarsız bir anahtarlık

Adresler —hepsini yırttım attım—

Bir şiir kitabı Nerval'den

—Ölünce tanrının

Bir ikinci yaşamım

Yaşamayı uman Nerval'den—

Telefonu açtım —bilmem ki neden—

Rastgele çevirdim: iğrenç bir kadın sesi

Tanrım!

Hemen kapadım.

Alı güzel yaşam! sevgilim ölüm!

Ben yalnız ikinize hayranım

Bilin ki gitmiyorum 'başka evler'e artık

O günden bugüne hiç çağrılmadım

Kapandım kapandım kapandım

Kabuklu bir deniz hayvanı gibi demin

Yağmurluğumun içine

Fırladım caddelere çıktım

Günaydın, dedim.sütünü esirgemeyen

Eski bir mezar taşına

Günaydın!

Ne güzel bir duruşun var senin

Doğayı kımıldatmadan

Islandım

Kıyılara indim, ıslak kumlara bastım

Ayak izlerimi sevdim, okşadım

Dolaştım dolaştım

Bir bankaya girdim çıktım

Biri bacağımı elledi tramvayda

Ses çıkarmadım

Ah güzel yaşam! sevgilim ölüm!

Seniha!

Seni bugün kıskandım

Otele döndüm akşama doğru.

 

Not: Ben bugün biraz

Yaşamı kımıldattım

Bir bardak konyak içtim ve

Ölüme kurulandım.

 

 

 

 

5

İşte

Gördün

Demek ki böyle

Pencere pervazını —kirli çok—

Boyası dökülmüş yer yer

Lekeler lekeler lekeler

İşte, gördün, demek ki böyle

Koruklar sarkmış her yandan

Donuk, tozla kaplı koruklar

Ve lacivert bir görülmeyle

Ve

Limanın insan kokulu gürültüsüyle

İşte

Gördün

Demek ki böyle.

Gördün, görüverdin hemen

Demir arabayı rayların üstünde

Ve tahta bacaklı adamı —güneşe bakan—

Bakışlarında bir zamandışılık —öyle—

Gördün

Demir arabayı

Rayların üstünde

Ve tahta bacaklı adamı

Gürdün, görüverdin hemen.

 

Duydun

Duydun ki o boşluk sendin. Katedral

Ayrıca bir boşluktu senin içinde

Senin senin senin

Hayır!

Dudaklarını büzme

Ayaklarını —evet— daya oraya

Oraya oraya

Tezgaha :koy dirseğini —koydun mu—

İyi tut bardağını —iyi tut—

Bir iki kez döndür avucunda

Seniha!

Gördün mü bak

Buğulu bir hiçliktir, değil mi

Aynada titreşen bardak

Ve her şey

Değil mi, budur

Bir ölünün bir ölüye sorduğunu sormak.

 

Üç çiçek koymuşlar üç ayrı vazoya

Şuraya şuraya şuraya

Kalbindeki buruk pembelik

Bundan

İşittin işitmedin —ne çıkar—

Konuşur gibi onlar satıcısıyla.

İki kişi durmuş köşede —tam köşede

Düzenli bir biçimde konuşuyorlar

Sen dişlerini vuruyorsun birbirine

Titreyerek yalnızlıktan

—Sanki İstinye'yi dönünce

Porselenler yapıştıran bir ermeni var-

Kuşlar kuşların yanına, yapraklar

Yaprakların yanına

Hiçbir şey yalnız kalmıyor

İnsandan başka dünyada

Seniha!

Duymuyorsun sen kendini

Başıboş bir müzik gibisin kırlarda,

Gün kendini yiyor —gün bile—

Üç çiçekle akşam oldu, ne yapsan

Kapıdaki çıngırak., yaşam ne çabuk geçiyor

Çıngırak

Gün erkek oldu Seniha

Denizden çıktıktan sonra

Giyinmek kadar güzel

Gün erkek oldu

Gün senin oldu Seniha

Upuzun gözlerin ki —lacivert—

Örtüldü akşamın asmalarıyla

Unutma, yaşamından iyisin

Yaşamın senden iyi

Kutsalsın, görkemlisin, kendine verilmişsin.

 

 

 

6

— Kapının arkasında ne var

— Hiç!, hiçliğin adı

— Kapının arkasında ne var

— Kapının arkasında mı? tanrı

— Kapının arkasında ne var, kapının

— Bilmem ki ne var arkasında kapının

— Kapının arkasında ne var

— Bir bahçe, bir su kovası, içi boş

— Kapının arkasında..

— İncil

— Kapının arkasında ne var

— Bir tepe, boşaltılmış onun da içi

— Kapının arkasında ne var

— Bir duvar, tuğlasız, unutmuş dülger malasını

— Kapının arkasında ne var

— Havası kaçmış bir deniz yatağı

— Kapının arkasında ne var

— Bir çift kadın ayakkabısı —siyah—

— Kapının arkasında..

— Sökülmüş bir laterna, kutusu kalmış

— Kapının arkasında ne var

— Kurumuş böcek kabuklan, suyu çekilmiş bir deniz

— Kapının arkasında..

— Bir kuru kafa

— Kapının arkasında ne var

— Kapının arkasında mı? hiç!.

Belli belirsiz bir şarkı.

Odamdan çıktım

Koridoru geçtim —kimseler yoktu—

Merdivenleri indim —kimseye rastlamadım—

(Muhassen'den son kez çıkarken

Kimseye rastlamadım)

Bara baktım —kimseler yoktu—

Bir kadeh aldım, konyak doldurdum

Kadehi iki parmağım arasında tuttum tuttum

Kısarak gözlerimi kendime baktım

Otel, Ben, Konyak —neden olmasın—

Tanrı - İsa - Ruhülkudüs, dedim

Ben böyle dedim, acaba

Kimlerin avuntusuydum.

 

Dünyaya bir kere daha baktım cam kapının ardından

Dünyanın kokusunu duydum

Kendi kokumu?

Elbette duydum

Geçmeyen bir kokuydu —yaşlılık kokusu mu—

Çıkardım çantamdan Chanel'imi

Biraz süründüm.

Dedim ki,bugün de bitti gündüzüm

Otel, Ben, Konyak

Tanrı-İsa-Ruhülkudüs

Vahşetin son öyküsüyüm

Belki ilk öyküsüyüm

Işığımı söndürdüm: beyaz karanlık.

 

 

7

Özür dilerim dünya

Ben bu otelden çıkamam

İmza: Seniha

 

 

Edip Cansever

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Bakıyorum da simdi

O kadeh bir küfür gibi duruyor elinde.

Ve zaman dediğimiz nedir ki Ahmet Abi

Biz eskiden seninle

İstasyonları dolaşırdık bir bir

O zamanlar Malatya kokardı istasyonlar

Nazilli kokardı

Ve yağmurdan ıslandıkça Edirne postası

Kıl gibi ince İstanbul yağmurunun altında

Esmer bir kadın sevmiş gibi olurdun sen

 

 

nedendir bilmem bu dizeleri hep sevmişimdir...:D

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Saate Bakmak

 

Varsın her şey sonraya kalsın

Sonraya, en sonraya

Sözgelimi iki bin altı yüz kırk bir mil.

Bir papatya ne kadar uzağı görebilirse

O kadar yakın kalplerimiz birbirine

Ölü bir denizi bile bir tartışmaya çevirdik

Kayaları taş devrine göre ölçtük biçtik

Kalemlerimizi kesilmiş çiçek sapları gibi attık

Kapıları açarken birbirimize ağladık.

 

(Ne kadar da çok severmişiz birbirimizi

Sahi ne kadar da çok severmişiz

Yıllarca, yüzyıllarca öpüştük

Sigaralar tuttuk, içkilerin en iyisini sunduk

İstersen bu gece burada kal, dedik

Sağlığımızı sorduk, bir sürü ilaç adları saydık

Sık sık görüşelim, olmaz mı dedik

İyi bildiğimiz ne varsa yaptık, ayrıldık

Ortada

Her zamanki gibi bir karanfil kaldı.)

 

Köşedeki tütüncü silaha çevirdi sigaralarını

Ödemesi çok güç sigaralara

Manav yarı anlamlı güldü biz geçerken

Eriklerden, çileklerden, o canım kirazlardan bile utanmadan

Hani o çocukluk küpesi olan kirazlardan

Hani rengi içimize göre değişen: mor, mavi, pembe, sarı

İlk defa merhaba dedi bir balıkçı

Çırparaktan elindeki suyu ölgün bizlere

Sigarası dudağında:merhaba!

Ya peki biz ne dedik, ne dedik

Yoldaki bir taşı şöyle bir kenara koyduk

Yakamıza rastgele bir çiçek iliştirdik

Su satılan dükkanlara baktık ,yüzümüz cam cam ışıdı

Ve leylak kokuları gibi kendi kokumuza uzandık

Köşeyi döndük, bütün köşeleri hızla döndük

Su birikintilerinin ağaçlandığı eski bir sokağın tarihinde

Şöyle yazdı:

Her şey sonraya kaldı.

 

Ey ayaklarımızın dibindeki yoksul gül

Gölgesi yüreklerimizin

Öfkemiz sevgiye benziyor şimdi, sevgimiz öfkeye

Ve tartışmaya çevirdiğimiz deniz ölüler bırakıyor

Çıplak ölüler

Birbirine kenetlenmiş ölüler halinde.

 

Bir otobüse biniyoruz, sahiden biniyor muyuz

Söyle, nerde “Göğe bakma durakları”, nerde

Birinin elinde gazete ve süt

Gazete mi, evet gazete

Bütün manşetler tutsaklığı ve yenilgiyi çağrıştırıyor

Paramızı veriyoruz, üstünü alıyoruz, bozuk paralar

Cebimizde nikel

Cebimizde sarılmış ölüler halinde.

 

Her şey bir hızlı adım olmamaya

Ama gün gibi taptaze bir umut gözlerimizde

Saatlerimize bakıyoruz hiç yoktan

Çok uzaklara bakmaktır, diyoruz, durmadan saate bakmak

Yemyeşil bir su takılıyor akrebe, bir çavlan

Yüzü akide gibi parlayan bir gün takılıyor yelkovana

Anılardan anılardan çoktan vazgeçtik

Yaşadığımız bugün nasıl

Güzelliğimiz hangi güzellik.

 

Biliyor muyuz, hayır, bilmiyoruz da

Acılarımızdan bir yaz kurduk onarıyoruz

Belki bir hazırlık bu başka yazlara

Yakın yazlara, uzak yazlara

Çünkü her şey eskiye kaldı, anılar bile

Her şey, ama her şey eskiye kaldı

Vakit yok bir daha yemyeşil eylül tramvaylarına.

 

Edip Cansever

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

OYUN OYNAYANLAR

 

MENZİL CAMBAZI

 

I

 

Tam orada, kuru ağacın altında

Ey gök, gülümseme, kayboluyorum.

 

 

MENZİL CAMBAZI

(Ağacın kurdu içinden olmazsa ağaca zevk yoktur)

 

II

 

Vardı ki bir menzil cambazı pembe iskeletini

Sığdırıp kan kırmızı ölüsünün içine

Doğrulur, evet, oyun özgürlüktür, der

Asar kendini sonsuz deve kemiğinden çengeline

 

Onurudur anlaşılmamak elbet

San saçları sarı kalbini örten onun

Ki bütün gün bir damla gözyaşının içinde

 

Bir gül bas oraya, tekrarla kalbini.

 

 

MENZİL CAMBAZI

(Çerçi ne satar? Kalbindekini satar)

 

III

 

Odur kasabaya her gün bağıran bir çocuk

Taş kesilen bir oyuncuyu anımsamaktan

Yankılanır: paşmağı ince nohudî

Bir boynu ki gök doyuran soyundan

 

Bir tek evi bile olmaya olmaya olmuş bir kentten geldi

Ufuksuz günlerinde bir han soluyan buraya

Bunaltısını sümbülî bir kuzgunun çektiği

Ve götürdüğü yaz saydamı bir menzil cambazına

 

Ve odur

Uyanınca her zamanki uykusuzluğundan

Sevilmemek umududur diye gösterdiği her şiirin

Ve taşlaşmış kasabasında yalnız

Çocuk çocuk içindir bir daha.

 

 

MENZİL CAMBAZI

(Ses gelir oynar, söz gelir ağlar)

 

IV

 

Aynı zamanda bir çağrışımlar atlasıdır

Dizer şeylerini dünyasına bir bir ve harcar

Yaşayanlar iyi bilir, yaşamak

Bir altılı fesleğeni kanatmaktır biraz

Ruhlarında büyüyen

 

Ve o fesleğenin simgesidir yaşlandıkça

Yüzlerce çocuğa bölünmüştür ve yanıtı yoktur

Akşamları ruhtan ve gülümsemekten gelen

Gölgesi beyaz bir kederin yok olmuş biçimidir

 

Odur değil mi

Kokusundan gelir kokusuna koşarken

Harcar ölümsüzlüğünü

Fesleğenin bir yaz akşamı dalgınlığında.

 

 

MENZİL CAMBAZI

(Gün çarığı, çarık ayağı akar)

 

V

 

O gider oyun kalır yanmış bir kâğıt gibi

Çiçekli bir mintanın yalnız çiçeği kalır

Gene mi yaşlandın yüzün ağır ağır gitmekte

 

Ey sürahisinden hiç çıkmayan çocuk

Dürter yumuşak bıçağıyla gözlerini

Gözleri dışardaki kuşların kalbinde

 

O gider oyun kalır bir dağılmışın üstünde

Bir bayram öncesi suskunluğuyla kalır

 

Ve şudur

Ben ben deyince dudak dudağa düşer.

 

 

MENZİL CAMBAZI

(Ot parmakta durduğu kadar durmaz)

 

VI

 

Demek ister ki en çok: doğadır sözüm

Ateşler papatyasını göz çukurlarından

Sesi işlemeyen saatidir bir saatçinin

Böceklerin tırnaksızlığından duyulan

 

Sunar elleriyle saygısını

Süslü bir Bizans haçı gibi kızaran şafağa

Haç mı değil mi

Parmaklarının ucunda bozulur

Parmaklarının ucuyla duyduğu

 

Oynar sessizliğe ve şafağa

Doğadan büyük oyun var.

 

 

MENZİL CAMBAZI

(Bazı kuşların yuvaları kanatlarıdır)

 

VII

 

orhan peker'e

 

İki limon düşürür ellerinden dua gibi

Gökten soluğuna bir işaret beklerken

Kısar gözlerini, o gözlerini kısınca

Gündüzün kabuğundaki deprem

Dörde böler ona ışıktan bir güvercini

Kanatları dört gözlü bir akşamı ateşlemekten gelen

 

Sürer efsanesi yıllar yılı üstünde tuzlu menekşelerinin

Mor bir gözyaşı fosiline benzeyen

Ey bozkır! ey saçmalara, karabina kurşunlarına takılı

Acı kuş

Acılığı bozkıra bir belge gibi iliştirip giden

Niye bir menzil cambazının ölümsüz yüreğidir

 

Ve yolcu, sanrı değildir senin gördüğün

Gelir o yüreğin pınarına bir kurt bile çömelir.

 

 

MENZİL CAMBAZI

(Kekliğin alası içinde olur)

 

VIII

 

Sarı bir dakikanın mor bir dakikaya sorduğudur

Dudakları bakır çalığı bir menzil cambazı

Evlenmemiştir ve çocuğu yoktur o çocuklarından başka

Gece gündüz kara bir mendille oyununu savurur

Ansızın ve çocuklarsız bir han avlusunda

 

Ve gider bir gün bir kenti bir kente bırakmak için

Ki bunun düşünden önce kendisi varır kente

Sarı bir dakikanın öldüğüdür ki, sıvar ipince gövdesiyle düşünü

Silerekten elini bozkırın ince bezine

 

Ne demiştik, konuk bir aşk gibidir

Her an kendi titreyişinin selinde.

 

 

MENZİL CAMBAZI

(Kan ısbatsız kaynar)

 

IX

 

O beyaz bir kısrağın taranmış yelesidir

Boyasıyla ve bakır çalığı dudaklarıyla

Çocuklarından gelmiştir bu zamana, çocukları onun

Uçsuz bucaksız bir tiyatronun soluklanışıdır

 

Çok değişken armalardır açık gözkapakları

Ah bin yaşlarında değişken armalılar

Sorar ki menzil cambazı: ben şimdi nerelerdeyim

 

Anadolu kuyularında ve kar yağışlarında

Cevap: o hangi hancıdır ki yurdunu tanır

 

Ve zamanlar armasıdır bozkırların

Yorgun bir menzil cambazını içererekten.

 

 

MENZİL CAMBAZI

(Görgülü kuş gördüğünü işler)

 

X

 

Sahici bir kavaksa tek başına kalır

Gül eğiren bir kadının pembe teninde

Gülü mü eğirir yoksa kendini mi

Bir otelde yazman mısın ki, soruyorsun

Kaç yıllıktır diye bir menzil cambazının kalbi

 

Kendi kurar kendi yıkar meyhanesini

Yalnız iyi insanlara yazılmış bir şiirde

Geçe kalmış biri misin ki o meyhanede, soruyorsun

Bir menzil cambazı yüzünü nasıl işler diye

 

Söyle

Kim kopardı bu armayı ölümsüzlüğünden.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

BU GEMİ NE ZAMANDIR BURADA

 

Bu gemi ne zamandır burada

Çoktan boşaltmış yükünü

Gece de ölmüş, rıhtım da bomboş

Mavi bir suyun düşünü uyutur bir tayfa

Arkada, güvertede

Ah, neresinden baksam sessizlik gene.

 

Yürürüm usuldan, girerim bir meyhaneye

İçerde üç beş kişi

Yalnızlık üç beş kişi

Bir kadeh rakı söylerim kendime

Bir kadeh rakı daha söylerim kendime

-Söyle be! ne zamandır burda bu gemi

-Denizin değil hüznün üstünde.

 

Belki yarın gidecek

Bir anı gelecek bir başka anının yerine.

 

İnsan bazan ağlamaz mı bakıp bakıp kendine.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

AY KIRMIZI AYLAR KIRMIZI

 

 

Benim yüzüm budur sanıyorum

Çirkin mi diyorum, değil korkulu

Tarife göre bir atımlık tedirgin

Gününe göre azıcık anlaşılmaz

Geceye sorarsanız bir yere yolcu.

Belki bir sevme olayında kayıp

Bakınca anlaşılır gözlerimin çokluğu

Şarabıma gidiyorlar tek kelimeyle

Her şarap bir bitendir tarife göre

Yani bir aşk mevsimidir bardağın sonu.

Bütün yüzler budur sanıyorum

Çok kaybettim niye olduğumu

Oynasam kazanırdım kendime göre

Belki de bir Tanrı bulup sığınır ellerime

Büyütür dururdur korkunçluğumu.

Onu gezdiriyorum şimdi; o garip, anlaşılmaz

Ben ki ölmedim daha, ölümün yüzü bu

Bir çiçek kırılsa, bir dal eğilse

Yok diyecek doğrusu ölümün zaferine

Yani bu uzaklık zorunlu

 

 

BİR PLAK GİBİ DÖNÜYOR GÖKTE

 

 

Bir plak gibi dönüyor gökte mavilik

Sesi aşağıda, çok aşağıda

Üstünde bir duvarın. Duvarsa

Dondurma yiyen bir çocuğun eli sanki

Taşmış akıyor

Öpüyor toprağı kanatan nar çiçeklerini.

Öpülüyorum bembeyaz çimlerinde yalnızlığımın

Sonsuzluk yarın.

 

 

GÖK ANLAM

 

 

ben büyürüm ne zaman her yerde hep deniz olana

yarısı kesik inceden bir parmakla

ondan ki yaslısıyım durup durup sevmenin

ondan ki çoraklarda büyüdüm bir dilim tatlı kavunla.

seni bir çare yaptım sana özendim

bazı şiirler yırttım yenilerini edindim.

geçtimse bir durumdan bir başka duruma hızla

kanla ölümle değil bir çeşit sokulganlıkla

artık ki güçlüsüyüm bir kişiden fazla olmanın

bir anıdır susmamsa bakınca kesik parmağıma.

açınca gözlerimi ipe çekilmiş güneşler varsın

mavi bir çocuksun aşkımız mavi bir ambarın ortasından bakarsın.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...