cherar Oluşturma zamanı: Mayıs 25, 2007 Paylaş Oluşturma zamanı: Mayıs 25, 2007 SIYRILIP GELEN Soluk bir ay dolanıyor kentin üstünde her gece Her gece bilge bir gezgin tavrıyla adımlıyor yolunu Güz yanığı bir durgun sessizlikle örtülü her şey ve yırtılmış bir tül gibi savrulup duruyor zaman Suların sesini dinle şimdi ormanın fısıldayışlarını usulca yarılıyor dağların göğsü bir aşkı dinlendirmek için Ve gözleri uzak yamaçlarda aranıp dururken bir şeyleri sessiz ve sakin beklemekte bekledikçe bileylenen yürek Belli ki dağların, denizlerin ve göllerin üzerinden sıyrılıp gelmektedir seher Belli ki yakındır doğayı ve hayatı sarsacak saat. SU ÇÜRÜDÜ 1 Yetmiş iki gündür bir dolapta kilitliyim. Yalnızca anahtar deliğinden hava giriyor ve ölü bir ışık sızıyor içeri. Yalnızlık hiç de tanrısal değil, görkemli değil. O yalnızca geçmişle gelecek, ölümle yaşam arasında kocaman bir karanlık nokta. Geçmişi ve geleceği olmayan, ölümle yaşam arasında irinli bir leke yalnızlık denilen. Şimdi ne varsa, anahtar deliğinden sızan havayla ışıkta... (Farkına varsalar, kapatırlar mıydı onu da?) Bütün belleğimdekileri yokettim. Elektrikli bir aygıtla yaktım, jiletle kazıdım. Çığlıkların aralığından uçurdum hepsini, kül edip savurdum. Adımdan gayrısını bilmiyorum. 2 Zamanı yiyip bitirdi karanlık. Gece yoktu. Güneş çoktan kömürleşmiş ve yeryüzü yapışkan bir karanlıkla örtülmüştü. Yabanıl sesler geliyordu derinlerden ve karanlığı ince bir bıçak gibi yırtıyordu. Saklayan kırbaç gibi... Acı duvarını aşan bu sesler, madeni bir gürültüye dönüyor ve yerkabuğunu zorluyordu artık. Sesim yoktu. Karanlığın karnında yitirdim sesimi. Kör bir kuyuda unutulan Yusuf'tum belki. Ama durmadan soruyorlardı. Tanrılar bilmiyordu sordukları şeyleri, peygamberler büsbütün hain çıkmıştı. Ama yine de soruyorlar, soruyorlar, soruyorlar... Adımdan gayrısını bilmiyorum. 3 İki şeyi bilmek istiyorum. (Belki aynı şeyi iki kere bilmek istiyordum.) Duvarların rengi neydi? Derimin rengi neydi? Dokunuyorum duvarlara; parmak uçlarımla, avuçlarımla, dilimle dokunuyorum. Duvarların bir rengi olmalı. Ama hiçbir duvarcının, hiçbir ressamın bu rengi bildiğini sanmam. Adı yoktu bu rengin, kimyası yoktu. Belki renksizliğin rengiydi bu. Çürüyen bir bedenin kokusuydu duvarların rengi... Adımdan gayrısını bilmiyorum. 4 Bir böcek gibi antenlerimi gezdiriyorum bedenimde. Anahtar deliğinden sızan ölü ışıkta ellerime bakıyorum. Ellerim... Sanki bir kadının memelerini hiç okşamamış, sicaklığını duymamış. Ellerim... Her dizesi çığlık olan şiirleri hiç yaratmamış sanki. Ne beyaz tenliyim artık, ne esmer, ne de kara... Cüzzamlının, vebalının bir rengi vardır. İrinin bir rengi... Ölünün bile bir rengi vardır ama derimin rengi yoktu. Belki çürüyen bir kentin rengiydi bu. Çürüyen bir dünyanın... Adımdan gayrısını bilmiyorum. 5 Killi, ayakları üzerinde duramayan bir yaratıktım artık. Soyumun neye benzediğini unuttum. 'İnsana benziyorlardı' diye duymuştum bir vakitler. Demek ki şimdi maymun halkasında insanlık... Adımdan gayrısını bilmiyorum. 6 Ağzımı anahtar deliğine dayayıp havayı emiyorum. Böcek sokması gibi bir yanma duyuyorum boğazımda. Oysa kuru bir yaprağı bile dalından düşürecek gibi değil bu esinti. Belki çöle dönmüş toprağa tek yağmur damlasının düşüşü yalnızca. Çamur gibi bir yağmur damlası... Ama toprak, bu damlayla çatlatacak bağrındaki tohumu. Çöl, bütün vahalarını bu damlayla yeşertecek... Genzim yanıyor. İnce bir kan şeridi sızıyor dudaklarımdan. Kirli, sıcak ve simsiyah... Adımdan gayrısını bilmiyorum. 7 Suyum, bir litrelik karton süt kutusu içinde. Yetmiş iki gündür sakındığım ve hergün ancak bir kere dudaklarımı değdirdiğim... Dilimi bir köpek gibi değdirdiğim. (Dilin suya dokunuşu... Bir süngerin denizi yutuşu yani. Bir çölün seraba kesilmesi bir an için.) Her gün ancak bir kere değdiriyorum dudaklarımı suya. Dilimi kaçırıyorum artık. Sünger, bütün vantuzlarını birden uzatmasın diye... Bataklıktaki suyun da bir su yanı vardır. Çürüyen bir bedenin bile dayanılabilir kokusuna. Kutuda kalan son bir yudum su, bu bile değildi artık. Küstü, öldürdü kendini su... Su çürüdü... Adımdan gayrısını bilmiyorum ÇOCUKSUN SEN Dünyanın dışına atılmış bir adımdın sen Ömrümüzse karşılıksız sorulardı hepsi bu Şu samanyolu hani avuçlarından dökülen Kum taneleri var ya onlardan birindeyim Yeni bir yolculuğa çıkıyorum kar yağıyor Bir aşk tipiye tutuluyor daha ilk dönemeçte Çocuksun sen sesindeki tipiye tutulduğum Dönüşen ve suya dönüşen sorular soruyorsun Sesin bir çağlayan olup dolduruyor uçurumlarımı Kötü bir anlatıcıyım oysa ben ve ne zaman Birisi adres sorsa önce silaha davranıyorum Kekemeyim en az kasabalı aşklar kadar mahçup Ve üzgün kentler arıyorum ayrılıklar için Bir yanlışlığım bu dünyada en az senin kadar Ve sen kendi küllerini savuruyorsun dağa taşa Bir daha doğmamak için doğmak diyorsun Ölümlülerin işi bir de mutlu olanların Onların hep bir öyküsü olur ve yaşarlar Bırakıp gidemezler alıştıkları ne varsa Çocuksun sen her ayrılıkta imlası bozulan Susan bir çocuktan daha büyük bir tehdit Ne olabilir, sorumun karşılığını bilmiyor kimse Kötü bir anlatıcıyım oysa ben ve ne zaman Bir kaza olsa adı aşk oluyor artık Aşksa dünyanın çoktan unuttuğu bir tansık Seni bekliyorum orda, o kirlenen ütopyada Kirpiklerime düşüyorsun bir çiy damlası olarak Yumuyorum gözlerimi gözkapaklarımın içindesin Sonsuz bir uykuya dalıyorum sonra ve sen Hiç büyümüyorsun artık iyi ki büyümüyorsun Adınla başlıyorum her şiire ve her mısrada Esirgeyensin bağışlayansın, biad ediyorum. Çocuksun sen ve bu dünya sana göre değil... arkadaşlar mutlaka okuyun Telli yi herkes kendinden birşey bulur onun şiirlerinde.. mesela ben adımdan gayrısını bilmiyorum:) 1 Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Dolunay Yanıtlama zamanı: Mayıs 25, 2007 Paylaş Yanıtlama zamanı: Mayıs 25, 2007 HAYATI 1946 yılında Eskipazar'da doğdu. Gazi Eğitim Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'nü bitirdikten sonra, çeşitli eğitim kuruluşlarında öğretmenlik yaptı.12 Eylül' den sonra uzunca bir süre tutuklu kaldı. ``1960 sonrası toplumcu şiirimizin ikinci kuşağında yer alan özgün bir şairidir. Birinci kuşaktan, özellikle İsmet Özel'den -ses tonu ve sözcük seçimi bakımından-, geniş ölçüde etkilenmiş olduğu gözlemleniyor. Romantik ve başkaldırıcı kişiliği, O'nu bir yanıyla da Attila İlhan şiirine bağlıyor.'' ESERLERİ Şiir Kitapları: Yangın Yılları (1979) , Hüznün İsyan Olur (1979) , Dövüşen Anlatsın (1980) , Saklı Kalan (1982) , Su Çürüdü (1983) , Belki Yine Gelirim (1984) . Savrulup Dururken Hayat Kekremsi bir hayat dilimindeyiz Bakır tadında geçiyor günler Tutmuş yolları bir sürü harami Geleni geçeni sigaya çekmekte Şüphesiz onlar ölüm getiricilerdir Ve sevincin düşmanı olarak bilinirler Yoktur gözlerinde sevgilerin ışıltısı Aşk yoktur, duman bürümüştür büsbütün Onlar yalnızca ölümü bağışlayabilir Yalnız kederi, kahrı ve zulümleri Ve tarih onlarla bizim kavgamızın Sürüp duran hadisatından ibarettir. Ne yazılmışsa bize ve onlara dair Işıklı sularındadır bilincimizin Hükmünü yerine getirse de acılar Biz yine neşeli türküler söylemekteyiz Savurulup duran bir zaman diliminde Sarsarak ve sarsılarak geçiyor günler Ama kalbimiz çatlayacak kadar duyarlı Hayatı savunabilecek kadar güçlüdür. Suskunun Saati Susar kuşlar Susar kent Cadde... Sokak... Kurulur suskunun saati Öpüşleri nasıl da soğuk sevdiğimin Donup kalmış Sevda kokanı bile sözcüklerin Buz tutmuş şiir Buz tutmuş türkü... Kurulmuş suskunun saati Gelinir sonra Hem nasıl gelinir gör Devinir tarihsel birikim denizi Çatlar tohum... Çatlar zaman... Kırılır suskunun saati Gör nasıl kırılır... Geceleyin Kırda Kuytu bir köşesindeyim ve yorgun bedenimin altında çıtırdıyor kuru yapraklar Üstte kristal bir gök ve yıldızlar ozancasına Yalnızım sıkıntının yalnızlığı değil bu Düşlerle el ele yaşamayı dillendiren ve yudum yudum özümleten bir sevgi yalnızlığı Dinlendiriyor yüreğimi kafamı bedenimi serin okşayışlarıyla doğa Dinliyorum en güzel türküsünü kurdun kuşun Uçmak için kanat aramıyorum Dövüşen Anlatsın Elimizde acının kehribar tesbihi ki kayıp durmakta parmaklarımızdan Ey şair yine bölük pörçük anlattın yine eksik bıraktın bir şeyleri gün devrilmekte ama sen tutmamışsın acımızın çetelesini Sen sus artık, bize bundan sonrasını dövüşen anlatsın Ey tarih, aç solgun yapraklı defterini ve oku hayatımızın parçalanmış hikayesini Yolcu I Gün ağarmadan yola çık sislenmeden bütün dağ taş Dönüp dönüp bakma artık bir ozan gibi ayrılığa düş Dehşetli bir acıdır belki uçurum, orman ve rüzgar ve ağzında kuş tüyleri taşıyarak geçen bulutlar Neyi bırakmışsan geride bir kül yığınıdır şimdiden ömrün gibi savrulup gider işte Ama ıslığını unutma sakın bir türküdür yine de yolcuya en çok yakışan II Dağın eteklerine vardığında şöyle bir dur ve soluklan sonra meşeliklerin orada sırtüstü uzan gün batarken Dinle bir an ormanı ve suyu başlayacaktır az sonra doğanın yabanıl konçertosu hışırtılar içinde kalacak ova Kayıp giderken bulutlar usulca sokulacak yüreğinin gizli geçitlerine bir rüzgar Buğulu türküler duyacaksın ve aşk çılgınlıklar bekleyecektir yolları uçurumla kesilenlerden III Dizginlerinden boşanmış bir at gibi soluk soluğayken doğa soluğun yetiyorsa yaylanıp tut yelesini ve katıl rüzgara Unutma ki yalnız değilsin yüreklendiriyor seni aşk ve birdenbire boşanan bu çılgın sağanak Aşk ile sağanak hep aynı kokuyu taşıyacak hangi kentte bir koklasan Yolculuklar özetleyecek ömrünü Gülüşü ve hüznü sürükleyen büyü elinde bir gül olacak sevdiğinin Evet aynen uçmak için kanat aramıyorum:D Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
cherar Yanıtlama zamanı: Mayıs 25, 2007 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Mayıs 25, 2007 çok güzel oldu sağol :) Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Dolunay Yanıtlama zamanı: Mayıs 25, 2007 Paylaş Yanıtlama zamanı: Mayıs 25, 2007 Daha bitmedi kiii... Acıya Alışılmaz Hangi çığlık bir çığ gibi yarıyorsa gecenin gerilmiş karnını bu saatte acı tükenip bitmiştir orada artık çırılçıplaktır tarihin bu sayfası Fiziğin armağan ettiği bu teller keçeleştirirken cinsel organımı haykırıyorum insan olduğumu ve çatlatıyor alnımın en gergin teli Ağulu Bir Hüzün Beklenmedik bir anda terk edilmişsindir Bütün sevdiklerince Suçlamak istemesende hiç kimseyi Üzünçle yanmakta yüzün Adını bile koyamadığın bir boğunç dolmakta şimdi yüreğine Ve usulca ağmaktadır gözlerinin peteğine ağulu bir hüzün... Akbabalar Kelebekler Yüreği ağzında bir çocuk Gibi alırken kalemi elime Beceriksiz, acemi ve olasıya Yapayalnızım her defasında Bu sonuncu olsun diyorum Ömrümün eksiksiz tek şiiri Yazılsın artık kırk yaşımın Ve bir aşkın bittiği bu gece Akbabalar bin yıl kelebekler Bir mevsim yaşarlarmış ki aşk Da kısa ömürlüdür, başlar Gibi biter yaşanmışsa eğer Yaşanan ne varsa hoşgörünün Bir parçasıdır artık ama ben Yine de yakabilirim bu gece Bütün anılarımı bir şiir için Sonra irkiliyorum, anılarım yoksa Dostlarım da terkedilmiştir yangın Sürüp dururken yurdumda ki o zaman Kıymeti harbiyesi nedir bu şiirin Sabaha karşı dilim paslı Beynim keçeleşmiştir ve yangın Yalnızlığıma sıçrarken üşüyor Bütün sözcükler. Umut yoktur Yüreğim diyorum, kekeme Alıngan, serseri yüreğim Sen nerden bilebilirsin Bir şiirin nasıl yazıldığını Akşamı Geciktirebilirsin Belki Gün batarken sula fesleğenleri balkonun kokusu sokağa taşsın sokaklar kayıp çocuklar gibi hırçındır, ürkek ve biraz şaşkın Sular bulutlanır sen susarsın ve kent çıngıraklı bir yılan kadar zehirlidir artık sevgilin mahpusken üstelik kirli bir lekeye döner umutlar Acılar katlanır mendil yerine sarışınlaşırsın bu kaçıncı güz ellerin üşür, çiy düşer çiçeklere beklediğin mektuplar da gelmez Bomboş sayfalara dönerken aklın tecrit’teki kitabı fareler kemiriyor ve düşlerin sonsuz bir boşluktayken bir sigara yakıyorsun, tutuşuyor sular Akşamı geciktirebilirsin belki suladığın fesleğenlerle, kimbilir ama vaktin ayırdındadır şimdi kuşlar, çocuklar ve mahpuslar Usulca inse de koldemirleri Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
cherar Yanıtlama zamanı: Mayıs 25, 2007 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Mayıs 25, 2007 ya ben okuyamıyorumkiii gözümü alıyor Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Dolunay Yanıtlama zamanı: Mayıs 25, 2007 Paylaş Yanıtlama zamanı: Mayıs 25, 2007 Aşk Bitti Bir aşk nasıl biterse Öyle bitti bu aşk da Uzun bir hastalık gibi Aralıksız dinlediğim Alaturka bir fasıl gibi Gökyüzüne bakmayı, Dostlara mektup yazmayı, Çiçekleri sulamayı Unutmuşluğum gibi bitti. Bir aşk nasıl biterse, Öyle bitti bu aşk da. Yürümeyi yeniden öğrenen Felçli bir çocuk gibi Sokağa çıkmalıyım şimdi Ve çoktandır İhmal ettiğim dostlara Yeni bir adres bırakmalıyım. Pencereleri açmalı, Kitapları düzenlemeliyim Belki, bir yağmur yağar Akşama doğru Yarıda bıraktığım Şiirleri tamamlarım. "Aşk da bitti" diyordu ya bir şair, AŞK BİTTİ İŞTE.. TAM DA ÖYLE. Eski Bir Hüzünle Günlerdir eski bir hüzünle çıkıyorum voltaya (kötüye işaret bu, üstelik yalnızlığa sığınıyorum) Unutup gitmişim ezberimdeki bütün şiirleri bulutlara bakıyorum uzun uzun, yalnız bulutlara O uzak kasaba akşamları düşerken aklıma tecrit’teki yine bir türkü tutturuyor Ey kalbim sana denk düşüyor bütün bu acılar acılar tek ve mutlak olan bir şeyi anlatıyor Yağmur kuşları geçiyor avludan sürü sürü dalların hışırtısını duyuyorum, üşütüyor beni Ötede, kentin üstünde bir şimşek çakıyor birden suretin yansıyor göğe ve her yağmur damlasına Uzak bir anı oluyor her şey, silikleşiyor ve alnım ateşler içinde, bir tutabilsen unutup gitmişim bütün türküleri artık (kötüye işaret bu, üstelik yalnız sana sığınıyorum) Kısa süren hastalıklar vardır ya, işte öyle geçip gidiyor akşama doğru hüzün bulutu resmini asıyorum ranzamın başucuna yine ve bir türkü tutturuyorum günün son çayında -Teslim olmayalım halilim kurşun atalım! Gülüşün Eklenir Kimliğime Gün biter gülüşün kalır bende anılar gibi sürüklenir bulutlar Ömrümüz ayrılıklar toplamıdır yarım kalan bir şiir belki de Aykırı anlamlar arayıp durma güz biter sular köpürür de kapanmaz gülüşünün açtığı yara uçurum olur cellat olur her gece Her gece yeniden bir talan başlar acı ses olur, ses deli bir yağmur eski bir eylüle gireriz böylece Sığındığım her yer adınla anılır ben girerim, sokağı devriyeler basar bir de gülüşün eklenir kimliğime Herhangibir Aşka Dair Herhangi bir kızınkinden ayrı değildi öyküsü hayatına ülkesini ekleyip yaşamaktan başka Usulca eğerek başını yürürken nedense hep birbirine dolaşır gibi olurdu ayakları Bir fotoğraf ve yeni koparılmış bir çiçekti ilk mektubuna eklediği kelimelerse büsbütün yangın Durup durup iç çekişleri sessizliği, dalgınlığı acıyla bakışı yollara aşkı öğrenişindendi Çiçekli bir dal gibi uzandı sevdiğine ve yalnızca ayrılıklar korkuttu onu Böylece bağladı hayat, dünya ve kavga ve aşk onun tarihinde milattı Temiz çamaşırlar ve bir demet çiçek taşıyor simdi o kız, görüş günlerine Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
cherar Yanıtlama zamanı: Mayıs 25, 2007 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Mayıs 25, 2007 çok sağol ay dolunay ıssız gecede ay büyüyor bak yüreğimeee.... Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
birunsatan Yanıtlama zamanı: Ocak 17, 2008 Paylaş Yanıtlama zamanı: Ocak 17, 2008 Gidersen yıkılır bu kent, kuşlar da gider Bir nehir gibi susarım yüzünün deltasında Yanlış adresteydik, kimsesizdik belki Sarışın bir şaşkınlık olurdu bütün ışıklar Biz mi yalnızdık, durmadan yağmur yağardı Üşür müydük nar çiçekleri ürperirken Gidersen kim sular fesleğenleri Kuşlar nereye sığınır akşam olunca Sessizliği dinliyorum şimdi ve soluğunu Sustuğun yerde bir şeyler kırılıyor Bekleyiş diyorum caddelere, dalıp gidiyorsun Adını yazıyorum bütün otobüs duraklarına Öpüştüğümüz her yer adınla anılıyor Birde seni ekliyorum susuşlarıma Selamsız saygısız yürüyelim sokakları Belki bizimle ışıklanır bütün varoşlar Geriye mapushaneler kalır, paslı soğuklar Adını bilmediğimiz dostlar kalır yalnız Yüreğimize alırız onları, ısıtırız Gardiyan olamayız kendi ömrümüze her akşam Gidersen kar yağar avuçlarıma Bir ceylan sessizliği olur burada aşklar Fiyakalı ışıklar yanıyor reklam panolarında Durmadan çoğalıyor faili meçhul cinayetler Ve ölü kuşlar satılıyor bütün çiçekçilerde Menekşeler nergisler yerine kuş ölüleri Bir su sesi bir fesleğen kokusu şimdi uzak Yangınları anımsatıyor genç ölülere artık Bulvar kahvelerinde arabesk bir duman Sis ve intihar çöküyor bütün birahanelere Bu kentin künyesi bellidir artık ve susuşun İsyan olur milyon kere, hiç bilmez miyim Sokul yanıma sen, ellerin sımsıcak kalsın Devriyeler basıyor karartılmış evleri yine Gidersen yıkılır bu kent kuşlar da ölür Bir tufan olurum sustuğun her yerde Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
schizophrana Yanıtlama zamanı: Ocak 17, 2008 Paylaş Yanıtlama zamanı: Ocak 17, 2008 Bulvar kahvelerinde arabesk bir duman Sis ve intihar çöküyor bütün birahanelere Bu kentin künyesi bellidir artık ve susuşun İsyan olur milyon kere, hiç bilmez miyim Sokul yanıma sen, ellerin sımsıcak kalsın Devriyeler basıyor karartılmış evleri yine Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
birunsatan Yanıtlama zamanı: Ocak 20, 2008 Paylaş Yanıtlama zamanı: Ocak 20, 2008 Soluk Soluğa Hep yanıldı ve yenilgilere uğradı ama atıldı yine de yeni serüvenlere Vakti olmadı acıların hesabını tutmaya durup beklemeye, geri dönmelere vakti olmadı Yangınlarla geçti ömrü ve hep yalnızdı -ki onlar daima birer yalnızdırlar Nerde doğmuştu ve ne zaman kopup gitmişti o kentten anımsamıyor artık Hangi sokaktaydı ilk sevgili ve halâ sürüp gider mi ilk öpüşmenin esrikliği Gizlice buluşmaya gelen ve ölürcesine korkular geçiren o kız nerdedir şimdi Sensiz olursam yaşayamam diyen o liseli kız hangi kentte geldi ve o sarışın o afeti devran bekler mi hâlâ atlas yataklara sererek yaşamanın anlamını Üşüten bir acıydı belki her ayrılık her yolculuk yangınların başladığı yereydi ama vakti olmadı hesabını tutmaya aşkların, ayrılıkların ve anıların İstese de kalamazdı vakti gelince geyik sesleri yankılanınca yamaçlarda yürek burkulması ve hüzün ve keder aralıksız doldururdu acıların bohçasını Dudaklarında öpüşlerin gül esmerliği içinde kıpırdanıp durur ufuk çizgisi Ay bile soğuktur o zaman bir buz parçasıdır Çaresiz çıkılacaktır o yolculuklara Ki bir ömrün karşılığıdır serüvenler Biraz da serüvendi yaşamak belki yatkındı büyük yolculuklara ki serüvenler daima büyük aşklar ve büyük yolculuklarla başlar Anıları, aşkları ve bir kenti bırakıp gidebilirdi apansız Apansız başlardı yolculuklar hangi saatinde olursa olsun günün ve hep kar yağardı nedense durmadan kar yağardı yol boyunca ve nasılsa yok olup giderdi hüzün kent görünmez olunca arkada Ne bir veda sözcüğü dökülürdü dudaklarında ne de dönüp bakardı geriye bir kez olsun Ne zaman yollara düşse biterdi acılar gül yüzlü sular fışkırırdı toprağın karnından kavaklarsa oynak bir çingene kızı her kıpırdanışında açılıverir uzun ince bacakları Mekân tutmak ve her akşam aynı ufukta güneşin batışını görmek ölümdür biraz ölümdür biraz hep aynı yatakta aynı kadınla sevişerek sabaha varmak Kitapları hep aynı raflara sıralamak aynı eşyayı kullanmak eskimektir biraz soluk soluğa yaşamalı insan her sabah yeni bir şeyler görebilmeli ve cehenneme dönse de bütün bir ömür mutlaka bir şeyler değişmeli her / gün Ey o büyük yolculukların ürperten heycanı okyanus dalgalarının sesleriyle dol bu ömre ölüme ve aşka durmadan kement atan serüvenlerle geçsin yaşamak Buz tutmuş bir dünya ortasında yollara düşerdi dolardı yüreğine çıkarıp atardı o zaman deli bir ırmağa ne kalmışsa bir önceki serüvenden Soluk soluğa yaşardı kentleri, aşkları bağlanacak kadar kalmadı hiçbirinde pervasız bir acemi, bir çılgın soyu tükenen bir bilgeydi belki O yalnız kaybetmesini öğrendi ömründe avucundan dökülen kum taneleriydi her şey ne bir serseriydi ne de yılgın bir savaşçı ama kendi kafasıyla düşünen ve hakkında ölüm fermanları çıkarılan biriydi belki Sevince deli gibi severdi pervasız severdi sevince dövüşmek ancak ona yakışırdı ona yakışırdı aşklar ve yolculuklar yoktu bağlandığı herhangi bir şey bulutlar gibi çekilip giderdi seslerin arasından Ne bilir ömrün değerini bir çılgın yalnızca kendini yaşamayı nerden bilebilir ve başarısız eylemler çağında o kaçabilir mi binlerce kez ölmekten Yerleşik yargıları olmadı hiç kurmadı güzel gelecek düşleri nerde bir yangın, nerde tehlike o mutlaka ordaydı birdenbire Dinsizdi, özgür sayılırdı belki ama bağlanmadı özgürlüğe de Hiçbir yerde yeterinden çok kalmadı beklemedi anılar sarnıcının dolmasını şikayetsiz yaşadı yaşadığı her günü yoktu yüreğinde pişmanlıkların izi Ayrıntıların izi kalmamış artık üst üste yaşanmamış ayrılıklar ve bir bulut gibi sıyrılıp gidilmiştir dağların, denizlerin üzerinden Geride kalan ne varsa soluktur şimdi titreyen kandiller gibi sönmek üzeredir (ve her yıl biraz daha harabeye dönen o eski konaklar gibidir anılar gül bahçeleri, sessiz koru ve orman yabanıl otlar içinde kaybolur gider) Belki bir sağanak boşanır apansız yüzyıllık bir yağmur başlar ve sinsi bir hastalığa dönmeden alışkanlıklar yok olup gider her şey, belki kül olur Hırçın bir okyanustur yürek dar gelir ufuk ve mutludur çevreni anılarsa birer çıban izidir yaşanmaz onların ölgün gölgesinde Durgun bir su gibi aktı mı yaşamak ve zaman uysal bir kısrak gibi dinginleşti mi anısız kalınmıyor artık ne yapılsa kuşatıyor yolları, aşkı ve ömrü bekleyişleri kemiren çakal sesleri Oysa bütün köprüler yakılmalı ayrılıklar vakti ve herhangi bir şeyle eşit olmaksızın yollara düşmeli habersiz ve sessiz Çürük bir diş gibi kanırtıp kentleri dünyanın ağzını kanlar içinde bırakmalı Bir ömrün olgunlaştıramayacağı acemilikler toplamı ve bir çılgın boyun eğmedi kendine bile seçme zorunda kalmadı yaşamayı Nasıl bağlanmadıysa yere ve zamana bağlanmadı kendine de ömür boyu dağlara tırmanan atlar gibi suluk soluğa yaşamak istedi dünyayı bir şahan gibi bulutlara kurdu dumanlı sevdaların yörük çadırını sıradan bir gezgin değildi hiç dövüşür gibi yaşadı yolculukları belki korkusuz sayılmazdı büsbütün korkardı korkulara düşmekten zaman zaman Ve bütün gemileri yakıp yollara düşerdi o hep aynı ıslıkla mutlu muydu, hiç düşünmedi böyle şeyleri umutlardansa nefret etti daima Hep yanıldı ve yenilgilere uğradı ama atıldı yine de yeni serüvenlere Pervasız acemi, bir çılgın soyu tükenen bir bilgeydi belki Ama bir şey vardı yine de başarısız ihtilallerden kendine kalan (................................................. .................... .............. .................................................. .................... .............. ll. Büyük aşklar yolculuklarla başlar ve serüvenciler düşer bu yollara ancak Onlar ki dünyanın son umudu soyları tükenen birer çılgındırlar Ne bir adresleri vardı onların yeryüzünde ne de aşktan başka bir sığınakları Ama yaşarlar dünyanın dört bir yanında ölümle alay ederler sanki Nerde beklenirse ordaydılar bir kez bile gecikmediler ömür boyu Onları daima yalnız kılan neydi bu yaşam denilen gürültüde Her dilden bir adları vardı onların ama hiçbir ülkenin kimliğini taşımadılar Sarışındılar belki de esmer yani birçok yüzün bileşkesi Ne altın arayıcısıdırlar ne de aylak bir gezgin Vurulup düşseler de her kuşatmada serüvencidir onlar ve hiç ölmezler Ki onlar hep yalnızdır ve nasılsa bulurlar heder olmanın bir yolunu Onlar ki dünyada kahraman olmaya mahkûmdurlar Sislenen anılar kaldı bize onlardan renkleri bozulup duran solgun anılar Nasıl yazılmalı ki silinip gitmesin bulutlar gibi çekilmesin gök boşluğuna Bileği güçlü ve gözüpek avcılar mıydı Onları kuşatıp yeryüzü cennetinden atan Yoksa kendini tüketen hüzünler miydi vurulup düştükçe ışığını karartan O serüvenlerin günlüğü tutulmadı yazılmadı o insanların destan şiiri Parça parça ettirilseler bir kartala (ki sanırım böyle oldu sonları) Fışkırır yüreklerinden Başarısız ihtilallerin yangınları (................................................. ............ .................................................. ............ Dünyanın cesur ulusları yoktu, cesur insanları vardı. Onlar, aşkın ve hayatın havarileri, büyük serüvencilerdi. Onlar, bu ihtiyar cadının maskesini parçalamak ve yeryüzü denilen cenneti bize sunmak istediler. Bütün ömürleri bu kavgayla geçti. Ne adları vardı onların, ne ulusları, ne dinleri ne de anıtları. Ama biz onlar için ölüm fermanları hazırlayıp görkemli mangalar kurduk. Savaşlar açtık peşpeşe. Kentleri ele geçirip vahşi bir hayvan gibi avladık. Nerde görülürse kurşuna dizdik ve süslü kemerler yaptık onların kafa derilerinden. Biz cellattık ve tarih suratımıza tükürürken, bir kez bile bağışlanmayı istemedi onlar.. Derler ki, son büyük serüvenci yaralıdır hâlâ... . Ahmet Telli -------------------- HÂLÂ KOYNUMDA RESMİN Sımsıcak konuşurdun konuşunca ırmak gibi, rüzgar gibi konuşurdun yayla kokuşlu çiçekler açardı sanki çiğdemler güller mor menevşeler açardı Sımsıcak konuşurdun konuşunca Hâlâ koynumda resmin Dağları anlatırdın ve dostluğu bir ceylan gibi sekerdi kelimeler Sesini duymasam çölleşirdi dünya dağlar yarılır ırmaklar kururdu bulutlar çökerdi yüreğime Hâlâ koynumda resmin Gün akşam olur elinde kitaplar ve bir demet çiçekle çıkıp gelirdin bir kez bile unutmadın "merhaba" demeyi ve en yanık türküleri nasıl da söylerdin bir dostun vurulduğu gün Hâlâ koynumda resmin Kaç mevsim kırlara çıkıp çiçekler topladık mezarlar için Belki ürküttük tarla kuşlarını belki kurdu kuşu ürküttük ama aşkı ürkütmedik hiç Hâlâ koynumda resmin Ve hâlâ sımsıcak durur anılar sımsıcak ve biraz boynu bükük Ne varsa yaşanmış ve paylaşılmış yasak bir kitap gibi durmaktadır ve firari bir sevda gibi Hâlâ duvarlarda resmin Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
mysteriouslady Yanıtlama zamanı: Ocak 20, 2008 Paylaş Yanıtlama zamanı: Ocak 20, 2008 çok güzel şiirler bunlar emeğine sağlık birun:) Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
semuel Yanıtlama zamanı: Ocak 23, 2008 Paylaş Yanıtlama zamanı: Ocak 23, 2008 ÇOCUKSUN SEN / I Dünyanın dışına atılmış bir adımdın sen Ömrümüzse karşılıksız sorulardı hepsi bu Şu samanyolu hani avuçlarından dökülen Kum taneleri var ya onlardan birindeyim Yeni bir yolculuğa çıkıyorum kar yağıyor Bir aşk tipiye tutuluyor daha ilk dönemeçte Çocuksun sen sesindeki tipiye tutulduğum Dönüşen ve suya dönüşen sorular soruyorsun Sesin bir çağlayan olup dolduruyor uçurumlarımı Kötü bir anlatıcıyım oysa ben ve ne zaman Birisi adres sorsa önce silaha davranıyorum Kekemeyim en az kasabalı aşklar kadar mahçup Ve üzgün kentler arıyorum ayrılıklar için Bir yanlışlığım bu dünyada en az senin kadar Ve sen kendi küllerini savuruyorsun dağa taşa Bir daha doğmamak için doğmak diyorsun Ölümlülerin işi bir de mutlu olanların Onların hep bir öyküsü olur ve yaşarlar Bırakıp gidemezler alıştıkları ne varsa Çocuksun sen her ayrılıkta imlası bozulan Susan bir çocuktan daha büyük bir tehdit Ne olabilir, sorumun karşılığını bilmiyor kimse Kötü bir anlatıcıyım oysa ben ve ne zaman Bir kaza olsa adı aşk oluyor artık Aşksa dünyanın çoktan unuttuğu bir tansık Seni bekliyorum orda, o kirlenen ütopyada Kirpiklerime düşüyorsun bir çiy damlası olarak Yumuyorum gözlerimi gözkapaklarımın içindesin Sonsuz bir uykuya dalıyorum sonra ve sen Hiç büyümüyorsun artık iyi ki büyümüyorsun Adınla başlıyorum her şiire ve her mısrada Esirgeyensin bağışlayansın, biad ediyorum. Çocuksun sen ve bu dünya sana göre değil ÇOCUKSUN SEN / II Çocuksun sen sesinin çağlayanına düştüm Bir çiçeğe tutundum düşerken, ordayım hâlâ Sallanıp durmaktayım bir saatin sarkacı Nasıl gidip geliyor gidip geliyorsa öyle Zaman benim işte, nesneleşiyor tüm anlar Dursam ölürüm paramparça olur dünya Çocuksun sen sesinin çağlayanına düştüğüm Uçurum diyordun bir aşk uçurum özlemidir Bırakıyorum öyleyse kendimi sesinin boşluğuna Tutunabileceğim tüm umutları görmiyeyim için Gözlerimi bağlıyorum geceyi mendil yaparak (Gözlerim bir yerlerde daha bağlanmıştı, bunu Unutmuyorum unutmuyorum unutmuyorum hiç) Bir rüzgâr esse ellerin fesleğen kokuyor Kırlangıçlar konuyor alnına akşamüstleri Bu yüzden bir kanat sesiyim yamaçlarda Üzgün bir erguvan ağacıyla konuşuyorum Ayrılığın zorlaştığı yerdeyim ve dalgınlığım Bir mülteci hüznüne dönüyor artık bu kentte Çocuksun sen alnına kırlangıçlar konan Bir bulutun peşine takılıp gittiğimiz yer Okyanus diyelim istersen ya da sen söyle Batık bir gemiyim orda, seni bekliyorum Upuzun bir sessizliğim fırtınalar patlarken Gövdem köle tacirlerinin barut yanıkları içinde Ve gittikçe acıtıyor yaralarımı tuzlu su Çocuksun sen, büyümek yakışmazdı hiç Gülüşünün kokusuyla yeşerdi bu elma ağacı (Soluğunun elma kokması bundandı belki) Bir elma kokusuna tutundum düşerken Sallanıp durmaktayım bir saatin sarkacı Nasıl gidip geliyor gidip geliyorsa öyle Çocuksun sen, çocuğumsun AHMET TELLİ -------------------- KALBİM UNUT BU ŞİİRİ Uğuldayan ve hep uğuldayan bir orman kadar üşüyorum şimdi yanlış rüzgârlar esiyor dallarımda yanlış ve zehirli çiçekler açıyor Kanımda kocaman gözleriyle bir çığlık Su ve ses kadar beklediğim ne kaldı geride, bilmiyorum uzanıp uyumak istiyorum gölgeme ve sarınmak o kocaman gözlerin uğuldayan rüzgârlarına Bir acıyı yaşarım ve zehrinden çiçekler üretirim kömür karası uçurum kadar bir yalnızlık yaratırım kendime, atlarım Anısı yoktur küçük rüzgârların Yapraklarım yok artık kuşlarım yok büsbütün viran oldu dağlarım ezberimdeki türküler de savrulup gitti ömrümün karşılığı kalmadı sesimde sesimde yalnız ormanların gümbürtüsü Yanlış, daha baştan yanlış bir şiirdi bu, biliyorum ve belki ömrümüzün yakın geçmişi bu kadar doğruydu ancak, kimbilir Kalbim unut bu şiiri Ahmet TELLİ Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
mole Yanıtlama zamanı: Ocak 23, 2008 Paylaş Yanıtlama zamanı: Ocak 23, 2008 faşiştlerin anlaşamadığı tek konu yapacakları işkence yöntemleridir. AHMET TELLLİ Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
mysteriouslady Yanıtlama zamanı: Mart 31, 2008 Paylaş Yanıtlama zamanı: Mart 31, 2008 ACININ MİLADIYLA Acının miladıyla başlayan bir hikayedir bu yaşayıp gelmişiz ormanlar bir yanarak her dönemeçte uğultulu uçurumlar her şafakta uzun uzun kurt ulumaları Ey masalcı otur şu geyik postuna ve anlat şimdi bütün bunları Önce yaşadıklarımızı koy ortaya hatamızı ve sevabımızı anlat görelim nelere kahretmişiz bunca zaman nelere göğüs germişiz görelim bir bir bedeli ödenmiş midir şafağın, bilelim yaşamak yeni acılara sürgün etse de bizi Hayatımız göründüğü kadar basit değil ama anlaşılmaz gibi de değil öyle çoğunu unuttuk belki şimdiden belki bitti birtakım bekleyişler umutlar da bitti bir zaman, sevgiler de ama unutmayalım zulüm de biter hayatımızda AHMET TELLİ Ne güzel söylemiş Ahmet TELLİ , keşke o umut ışığını söndürmeseydik............ Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
schizophrana Yanıtlama zamanı: Mart 31, 2008 Paylaş Yanıtlama zamanı: Mart 31, 2008 Orda Kal Sana orada, eski bir lokomotif Gibi soluyan istasyonda elveda Demiştim ve o an bitiyordu işte Bütün hikayeler gibi bizimki de Yaralı bir hayvan inine dönerken Nasıl kan izleri kalırsa ardında Öyle ayrılmıştık biz de izimizi Bıraka bıraka karlı istasyondan Bu şehir hurda demir yığını Gibi paslandı sen gidince Kar aydınlığında basıldı evler Kahreden bir tipiye tutulduk Kış uzun sürdü diyordu herkes Kar ayrılık mevsimidir ve yollar Yolcular için diyordum ben, bunu Biten bir aşk için söylüyordum Biten bir aşkın sonunda serçeler Gibi üşüyüşün kalmış aklımda İstersen kalayım ya da hiç Gitmeyeyim deyişin kalmış Kar ayrılık harflerine dönerken İkide bir biletini düşürüyordun Perondaki telaş ve gürültü ortasında Küçücük bir sessizliği büyütüyorduk Şimdi aynı istasyon kederle Terliyor ve ben senden kalan Fotoğrafları, gümüş yüzüğünü Unuttuğun saç tokanı, bir de Bana hayretle bakan bir bulutu Yolluyorum bildirdiğin adrese Şimdi büsbütün bitiyor hikaye Ardında hiçbir iz bırakmadan Kal desem kalırdın biliyorum Ama sen orada kal istersen Ahmet TELLİ ama sen orda kal istersen...söyleyene mi söylenene mi acı verir acaba bu cümle ? Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
mysteriouslady Yanıtlama zamanı: Mart 31, 2008 Paylaş Yanıtlama zamanı: Mart 31, 2008 Söyleyen derdini cümlelerle ifade edebilmiş en azından,,peki ya söyleyemeyene ne demeli,mahçubiyet duygusunun yaratmış olduğu hüzünler düğümlenmezmi insanın boğazında......teşekkürler lady... Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
schizophrana Yanıtlama zamanı: Nisan 1, 2008 Paylaş Yanıtlama zamanı: Nisan 1, 2008 Çocuksun sen sesindeki tipiye tutulduğum ... sesindeki tipiye , çocuksuluğa , kırılganlık ve çekingenliğe vurulduğunuzda birinin bu satırlar daha çok yakıyor canınızı. Çocuksun sen ve bu dünya sana göre değil. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
raskolnikov Yanıtlama zamanı: Temmuz 19, 2008 Paylaş Yanıtlama zamanı: Temmuz 19, 2008 AYRILIK AYRACI Bütün ayraçları kaldırdın ama unuttuğun Bir şey vardı yine de, çiçekleri sulamadın Gökyüzü sarardı o zaman bulutlar kirlendi Ve ne kadar az konuşur olduk günboyu Birden ayrımsadık ki ayrılık orda başlıyor Tam da susuşların birbirine eklendiği yerde Ezberlenecek hiçbir şey yok bu dünyada Kirletilmemiş bir bulut bile yok artık Böyle diyorsun her yolculuğa çıkışımda Yaşadığın kent de sana benziyor gitgide Ne zaman dönmeyi düşünsem yangın çıkıyor Ya da erteletiyorum biletimi son anda Uzun bir sessizlik oluyorsun dağlara baksam Karşılıksız mektuplar kadar burkuluyor kalbin Yazdığım şiirler de canımı sıkıyor artık Fotoğraflarımı yırtıp atıyorum tek tek Ve ben bütün yapraklarımı döküyorken şimdi Eylül diyorsun, tam da orda başlıyor ayrılık Üşüyünce ağlıyorsun yalnızım dememek için Uçaklar gemiler trenler çiziyorsun duvarlara Kendine bir deniz bul artık bir de rüzgâr Parçalanacağın bir uçurum bul bu dünyada Tek tutkun o kenti bırakıp gelmek olmalı Ve gelirken havaya uçurmak bindiğin otobüsü Birden ayrımsadık ki ayrılık orda başlıyor Tam da çiçeklerin sulanmadığı yerde Konuşacak bir şeyler bulamıyorsak günboyu Derim ki ayrılık gündemdedir ne yapılsa Ve sen bütün ayraçları kaldırdığını sanmıştın Ama unutmuşsun yine de ayrılık ayracını en çok etkilendiğim şiiri buydu...hala da okurken etkileniyorum... Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
schizophrana Yanıtlama zamanı: Temmuz 19, 2008 Paylaş Yanıtlama zamanı: Temmuz 19, 2008 Bu sıralar bana çok daha fazla şeyler ifade eden şiir. BEKLE BENİ Karlar tozarken bekle Ortalık ağarırken bekle Kimseler beklemezken bekle beni K.Simonov I Bekle beni küçüğüm umudu karartmadan sevinci yitirmeden bekle döneceğim bir gün elbet bekle beni Bahar geldiğinde kırlara çıkacaksın dizboyu otlar üstünde koş koşabildiğince ve sakın yitirme neşeyi Kırların sessizliğinde yüreğinin sesini dinle ve orada benim için küçücük bir yer ayır ve bekle beni küçüğüm Doğa pervasızdır biraz bakarsın en olmaz yerde masmavi bir su fışkırır ve suyun ışıldayan göğsünde sevincin nilüferleri Bahar şaşırtmasın seni sırtüstü uzan bir gölgeye suların, kuşların sesini dinle ve bekle beni orada döneceğim küçüğüm II Mapusane türküleri hüzünlüdür biraz belki her dinleyişinde yüreğin burkulmakta için sızlamaktadır Ama acılara alışılmaz birşeyler var değişecek birşeyler var değiştirmemiz gereken önce acılardan başlanacak Beş on yıl dediğin pek kolay geçmeyebilir üstelik bu savaş bu kahredici kıyım bitmeyebilir daha uzun süre Ama sen sahip çıkarak yaşama ve sevince bekle beni küçüğüm acılar bitecek bir gün sevgiler çiçek açacak Mapusane türküleri hüzünlüyse de biraz yüreğin burkulmasın için sızlamasın sakın ve bekle beni küçüğüm III Kış kıyamet bir gün bakarsın çıkıp gelmişim varsın azgınlaşsın tipi ve uğuldayadursun dışardaki rüzgâr Sakın şaşırma küçüğüm üşümüş bir serçe gibi titremesin ellerin apansız çıkıp geleceğim kış kıyamet de olsa bir gün Uğuldayan bu rüzgâr bu delice yağan kar ürkütmesin seni direnmektir artık bekleyişin öbür adı Sen türküler söyle ve gülümse küçüğüm çünkü sesinin ırmağıyla yeşerecek hasretin bozkırları Bekle beni küçüğüm umudu karartmadan sevinci yitirmeden bekle döneceğim bir gün elbet bekle beni küçüğüm AHMET TELLİ Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Manje_Loa Yanıtlama zamanı: Ağustos 6, 2008 Paylaş Yanıtlama zamanı: Ağustos 6, 2008 Çok güzel şiirler bunlar. Herkese teşekkürleeer =) Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
beyazkin Yanıtlama zamanı: Ağustos 8, 2008 Paylaş Yanıtlama zamanı: Ağustos 8, 2008 ... Yenildik Yenildik; Şimdi kim bilebilir zakkumun O kekre tadını bizim kadar Tenimize sinmiş sülfür kokusunu Soluğumuzdaki cıvayı kim duyar İntikamcıydı bilim, sezgimizse Gölgesi sulara vuran bir ceylan Neyi yaşamışsak ömrümüz diye Derimize yazdı o vak'anüvis Kehribar saplı bir hançerle Kehânet kuyularında sınandık Terkettiğimiz her şehir yakıldı Anıtlar dikildi kahhar ve kutsal Zamansa bir karadeliğe dönüştü Belleğimizin oksitlenen çöllerinde Çöl ve moraran cesetler, rüya Kâbusa dönüyor cinnet saatidir Coğrafyanın bu yakasında bir halk Kendi oğullarını boğazlıyor artık Kûfi bir cesaret oluyor cinnet Biz keder diyorduk, tarihmiş Dilimizde işte o kil ve kül tadı Şimdi kim bilebilir yenilginin O kekre kokusunu bizim kadar Soluğumuzdaki cıvayı kim duyabilir Ahmet Telli, Çocuksun sen.. ''>Sanırım İSTANBUL İÇİN CİNNET VAKTİ Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
schizophrana Yanıtlama zamanı: Mart 3, 2009 Paylaş Yanıtlama zamanı: Mart 3, 2009 Acıya Alışılmaz Hangi çığlık bir çığ gibi yarıyorsa gecenin gerilmiş karnını bu saatte acı tükenip bitmiştir orada artık çırılçıplaktır tarihin bu sayfası Fiziğin armağan ettiği bu teller keçeleştirirken cinsel organımı haykırıyorum insan olduğumu ve çatlatıyor alnımın en gergin teli Ahmet Telli Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
schizophrana Yanıtlama zamanı: Mart 13, 2009 Paylaş Yanıtlama zamanı: Mart 13, 2009 Özlemedim Seni Hiç özlemedim seni Özlemek dostluktandır dostluğundan öte bulmalıyım seni Sıcaklığını bulmalıyım dokunuşlarını, kenetlenişi Terimizle sulanmalı yeryüzü güneş terimizle ışıldamalı sabah olunca Apansız fırtınalar çıkmalı sarsılmalıyım Özlemek yanında olmak isteğidir gülüşünü görmek biraz da Hiç özlemedim seni Saçlarına gül takmam bir ırmak gibi akıtırım ovaya soluğunla yanar dudaklarımın bozkırı Akkor halindeki ufuk bakır bir tel gibi eriyip gider kraterler ortasında kalırım Ahmet Telli Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
AurorA Yanıtlama zamanı: Ocak 9, 2015 Paylaş Yanıtlama zamanı: Ocak 9, 2015 ÇOCUKSUN SEN Dünyanın dışına atılmış bir adımdın sen Ömrümüzse karşılıksız sorulardı hepsi bu Şu samanyolu hani avuçlarından dökülen Kum taneleri var ya onlardan birindeyim Yeni bir yolculuğa çıkıyorum kar yağıyor Bir aşk tipiye tutuluyor daha ilk dönemeçte Çocuksun sen sesindeki tipiye tutulduğum Dönüşen ve suya dönüşen sorular soruyorsun Sesin bir çağlayan olup dolduruyor uçurumlarımı Kötü bir anlatıcıyım oysa ben ve ne zaman Birisi adres sorsa önce silaha davranıyorum Kekemeyim en az kasabalı aşklar kadar mahçup Ve üzgün kentler arıyorum ayrılıklar için Bir yanlışlığım bu dünyada en az senin kadar Ve sen kendi küllerini savuruyorsun dağa taşa Bir daha doğmamak için doğmak diyorsun Ölümlülerin işi bir de mutlu olanların Onların hep bir öyküsü olur ve yaşarlar Bırakıp gidemezler alıştıkları ne varsa Çocuksun sen her ayrılıkta imlası bozulan Susan bir çocuktan daha büyük bir tehdit Ne olabilir, sorumun karşılığını bilmiyor kimse Kötü bir anlatıcıyım oysa ben ve ne zaman Bir kaza olsa adı aşk oluyor artık Aşksa dünyanın çoktan unuttuğu bir tansık Seni bekliyorum orda, o kirlenen ütopyada Kirpiklerime düşüyorsun bir çiy damlası olarak Yumuyorum gözlerimi gözkapaklarımın içindesin Sonsuz bir uykuya dalıyorum sonra ve sen Hiç büyümüyorsun artık iyi ki büyümüyorsun Adınla başlıyorum her şiire ve her mısrada Esirgeyensin bağışlayansın, biad ediyorum. Çocuksun sen ve bu dünya sana göre değil... Şiir budur... Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Önerilen Mesajlar
Sohbete katıl
Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.