nevermore Oluşturma zamanı: Haziran 30, 2012 Paylaş Oluşturma zamanı: Haziran 30, 2012 Ölüm, hayatın ziyafetinde ortaya çıkar fakat hayat, her zaman dünyaların cenazelerinde doğmuştur.Mitolojik Karakterler, Arketip Kişilikler Evvela şunu belirtmeliyim: Mitolojik Karakterler, Arketip Kişilikler Başlığı içeren bu bölüm ile takip eden iki ana başlığın (Karşıt Tanrılar ile Diriliş Bölümleri) içeriği, zaman olgusunun mitolojik literatür içerisindeki izlerini sürecektir. Kadimlerin zaman ve dolayısıyla kozmogoni anlayışını anlamak bakımından aktarılanlar önemlidir. Bu bölümleri mümkün olduğunca kısa ve öz yazmaya çalıştım. Kabul ederim ki, mitoloji ilgi alanı dahilinde olmayan kişiler açısından yine de biraz sıkıcı kalabilir. Bu yönde endişelerim var. Ancak sonraki "esas" diyebileceğim İslami Literatür/Zaman ilişkisini irdelemeye de bir ön hazırlık niteliği taşır. Özellikle zaman anlayışımızı ters yüz eden kurgu yapılarının çokça gözlendiği efsaneleri hatırlamak, bu açıdan onları irdelemek faydalı olacaktır diye düşünüyorum. Yine de isteyen okuyucularımız, bu ve sonraki iki bölümü atlayıp, sonradan dilerlerse geri dönebilirler. Her yüzyıl, her çağ, yetiştirdiği "büyük insanlar"ın katkılarıyla yapılandırılır, gelişir, ilerler. Toplum ortalamasının çok üzerinde bir zeka ve ileri görüşlülükle birlikte, muazzam bir içsel kuvvet, yaptırım iradesi ve karizma diyebileceğimiz ruhani ışık ile donatılmış olan bu şahsiyetler, kolektif simyanın katalizatörleri olarak büyük bir değer yüklenirler. Toplumsal harekette devinim, değişim yaratır, öncülük ederler. Önder, büyük usta, bilge, ruhani yolcu, kahin, şifacı, siyaset adamı, filosof, sanatkar, şair, yazar, mistik, bilim adamı ve peygamberler için, toplumun "simyacısı" olduklarını söyleyebiliriz. "Simyacılar", yaşadıkları dönem içerisinde büyük bir fark yaratırlar. Getirdikleri katma değer o denli kuvvetlidir ki, ardından gelen nesiller onların tesiri ile, onların ivmesiyle gelişimini sürdürmeye devam ederler.Fakat yıllar, yüzyıllar geçtikçe, onların gerçek kimliği, efsaneleştirilmeye başlanır. Zamanla, mitolojik diyebileceğimiz, arketipsel bir kimliğe kavuşmaları yönünde şaşmaz bir eğilim vardır. Böylece peygamber unvanını taşıyan Musa, İsa gibi kişiliklerin dahi, zamanla mitolojik karakterlere büründüğünü görüyoruz. Mitolojik kişilikten kastım, onların yaşamamış oldukları değildir. Bu kişilerin uydurma ve hayal ürünü şahsiyetler oldukları gibi yanlış anlamlar çıkarılmasın sakın.Ölümlerinden sonra, şahıslarına birtakım evrensel kavramlar, semboller ve davranışlar atfedilmiş ve arketipsel diyebileceğim nitelik kazandırılmış diye düşünüyorum ben. Ve benimle birlikte çok sayıda araştırmacı benzer görüşü paylaşıyor. Hemen bir örnekle açıklayalım. M.Ö 13. Yüzyıla dönüyoruz.http://www.spiritualizm.com/A1/kitap/kitapkapak/kitapres/mmusa.jpgMusa Peygamberin dünyaya geliş efsanesini okuyoruz: Musa doğduğu sırada İsrailoğulları köle olarak en ağır işlerde çalıştırılıyorlardı. Mısır'ın despot karakterli Firavunu, gördüğü bir rüya üzerine, doğan tüm Yahudi kökenli erkek bebek ve çocukların öldürülmesi emrini verdi. Bunun üzerine çocuklar öldürülüp Nil Nehrine atıldı. Ancak erkeklerin azalması bazı işlerin aksamasına sebep oldu.Firavun, kararını değiştirdi, doğan çocukların bir sene öldürülüp bir sene sağ bırakılması emrini verdi. Şansa bak ki Musa bebek, doğanların öldürüleceği yıl dünyaya gelmişti. Musa doğduğu zaman annesi onu ancak üç ay gizleyebilmişti. Ama daha fazla saklayamayacağını anlayınca bir sepet yaptı, sepetin içine su girmesin diye altını ziftle kapladı ve bebeği Nil Nehri'ninin sularına bıraktı. Firavunun kızı nehirde yıkanırken hizmetçileri birden sepeti farkettiler ve aldılar onu. İçinde bir oğlan bebek bulunuyordu.Bebeğin ablası da olanları uzaktan seyrediyordu. Gidip firavunun kızma şöyle dedi: 'Gidip bir İbrani sütnine çağırayım mı? Senin için bebeği emzirsin...' Firavun'un kızı, "Olur" diye yanıtladı. Kız gidip bebeğin annesini çağırdı. Firavun'un kızı kadına, "Bu bebeği al, benim için emzir, ücretin neyse veririm" dedi. Kadın bebeği alıp emzirdi. Çocuk büyüyünce, onu geri getirdi. Firavun'un kızı çocuğu evlat edindi ve çocuğun adını Musa koydu. Musa bebek, bir çok eski Yakındoğu efsanesinde de benzeri görüldüğü gibi, örme bir sepete koyularak, nehir kenarına bırakılır ve bu sayede mutlak ölümden kurtulur. Yıkanmak için Nil nehrinin kenarına geldiğinde bebeği bulan Mısır kraliçesi, ona Musa adını koyar. Musa, Mısır dilinde "mas" kökünden gelir ve "oğul" karşılığına gelir. İbranice anlamı ise "çekip çıkarmak" olan fiil kökünden gelmektedir. Kraliçe, arketipsel nitelikteki kişiliğine atfen, bulduğu bebeğe bir kaç anlama gelebilecek bir mısırlı isim koyar. Bebek gelecekte kavmini Mısır'dan "çekip çıkaracak" olan seçilmiş kişidir, aynı zamanda ölümün yakın olduğu sulardan "çekip çıkarılmıştır".Bunların yanında "sulardan çekilip çıkarmayı", zaman denizinden çıkıp gelen bir sembol olarak düşünebiliriz. "Ve Levi evinden bir adam gitti ve bir Levi kızını aldı... Ve kadın çocuğu aldı ve onu emzirdi. Ve çocuk büyüdü ve onu firavunun kızma getirdi ve onun oğlu oldu. Ve onun adını Musa koyup dedi: Çünkü onu sulardan çıkardım." (Çıkış ':1-10) Babil efsanelerine göre kral Sargon da küçük bir bebek iken öldürülmekten aynı şekilde kurtarılmıştı. Ailesi tarafından yine bir sepet içerisinde nehir kenarına bırakılan bebeği bulan bu defa bir bahçıvandı. Bebeği yetiştirir, büyüyen zeki Sargon kralın sarayına kadar yükselir. Günün birinde tanrıça İştar'ın dikkatini çekecek olan yetim, Babil'in efendisi olur. Benzer bir hikaye, bebek İsa ile ilgili olarak da İncil'de yer alıyor. Bilindiği gibi İsa bebek Yahudiye'nin Beytlehem kentinde bakire bir anneden doğar. Bebeğin peşine düşen kral Hirodes onu öldürmek ister. Bu amaçla, doğum zamanını hesaba katarak, Beytlehem ve tüm yöresinde bulunan iki ve iki yaşından küçük erkek çocuklarının tümünü öldürür. İsa'nın annesi Meryem'in kocası Yusuf, rüyasında bebeğin öldürtülmek üzere aranacağını ve Mısır a kaçması gerektiğini görür. Aynı gece kalkar, bebeği ve annesini alarak Mısır'a doğru yola çıkar. Kral Hirodes'in ölümüne kadar orada kalır. Büyüdüğünde İsa, halkının kurtarıcısı olur.http://www.spiritualizm.com/A1/kitap/kitapkapak/kitapres/hzmusa.jpgİsa, Musa, Sargon ve Benzer Mitos ProblemiŞimdi, Musa, İsa bebek ile Sargon efsanelerindeki büyük benzerlik taşıyan sembolizm üzerinde durmamız ve düşünmemiz gerekir. İncelediğimizde her üç şahsiyetin gerçekte yaşamış olduğu halde, dünyaya gelme - doğum - şartlarını paylaştıklarını fark ediyoruz. Bu çelişkiyle birlikte birçok araştırmacı haklı olarak şahısların gerçekliğinden şüphe etme yönünde eğilim göstermişlerdir. Anladığınız üzere bu noktadaki kişisel kanaatim şüpheci görüşten farklılık gösterir. Ben, peygamber hayatların gerçekliğinden şüphe etmiyorum. Onların, bir model olarak gerçekliğinden kuşkulanmıyorum. Yaşamları konusundaki ortak kurgular içeren bölümler, sonradan kazandırılmıştır inancıma ve düşünceme göre.Ve asıl önemli olarak ortaya çıkan husus, bu ortak sembolizm üzerinde odaklanmanın gerekliliğidir. Çünkü bu ortak sembolizm, sayfalar boyunca izah etmeye çalıştığım arketip sınıfına girer. Çok, ama çok kıymetlidir. Kadim düşüncenin ortaklaşa mirası olan bu sembolizm, gelişigüzel uydurma hikayeler olmaktan fazlasıyla uzaktır. Bunu böyle kabul edip, önem ve değer verip, anlamlarını deşifreye çalışmak, uygun olan hareket ve davranış tarzı olacaktır diye düşünüyorum. Örneklerle devam edelim... Çeşitli mitolojik kaynaklar gözden geçirildiğinde, İsa peygamberin mucizevi hayatıyla büyük benzerlik taşıyan efsanelerle karşılaşıyoruz:- Mısır'ın Horus'u, 25 Aralık'ta bakire İsis tarafından dünyaya getirilir. "Tanrı'nın Oğlu", "Güzel Çoban", "Tanrı'nın Koyunu" gibi birçok isimle bilinen Hqrus, ihanete uğrayarak çarmıha gerilir. İsa gibi, 3 gün gömülü kaldıktan sonra, dirilir.- Frigya'lı Attis 25 Aralık'ta bakire Nanna'dan dünyaya gelir. Çarmıha gerilir, gömülür ve 3 gün sonra dirilir.- Yunanistan'ın Dionisus'u 25 Aralık'ta dünyaya gelir. Annesi bakiredir. "Kralların Kralı", "Alfa ve Omega" gibi birçok isimle anılır. Ölümünden sonra tekrar dirilir.- Hindistan'ın Krişna'sı bakire Devaki'den, doğumunu müjdeleyen bir yıldızla birlikte dünyaya gelir. Havarilerine mucizeler gösterir, ölümü sonrasında, tekrardan dirilir.- Persli Mitra'nın annesi bakiredir. Doğum tarihi 25 Aralık'tır. 12 havarisi vardır. Öldükten sonra 3 gün gömülü kalır, sonra yeniden dirilir. İsa peygamberin yaşantısının en önemli dönemleri olan doğum, ihanete uğrama, çarmıha gerilme ve sonrasındaki dirilişi, yaşadığı coğrafya ve çevresindeki başka tanrısal figürlerle paylaştığı açıktır. Mitoloji deyip geçtiğimiz ve hayal ürünü olduğundan emin olduğumuz antik tanrılar ile peygamber olarak bildiğimiz ve yaşantısından zerre şüphe duymadığımız şahsiyetler arasındaki benzerlikler ilk bakışta görünenden çok fazladır. Yakındoğu tanrıları için geçerli olan bazı temel özellikleri özetleyecek olursak: (Mitra, Osiris, Baal, Dionisus, Hercules, Adonis, İsa)- Noel'e, yani 25 Aralık tarihine çok yakın bir tarihte doğmuşlardır- Bakire bir anneden doğmuşlardır- Doğumları öncesi ve sonrasına garip olaylar, işaretler eşlik etmiştir- Doğumları bir mağara veya yer altı odasında gerçekleşmiştir- Şifacı, iyilik getirici, ışık getirici, kurtarıcı rollerini üstlenmişlerdir- Yeraltına - ölüler diyarına gitmişlerdir- Ölüler diyarından geri dönerek (dirilerek), göklerin liderliğine yükselmişlerdir. Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür tabi... Hristiyanlığm peygamberi Isa ile yakın coğrafyanın çeşitli kültürlerindeki tanrıların "yaşantısında" ortak bir kurgunun gözlenmesi, İsa'yı yaşamış gerçek bir kişiden bir ilaha dönüştürme sakıncası doğurmuştur kuşkusuz. Ve İsa ile birlikte diğer bazı peygamber kişileri de... Yinelemek isterim ki, Antik Yunan Mitolojisi'ndekine benzer mitolojik tanrısal figürlerin haricindeki şahsiyetlerin (İsa, Musa, Süleyman, Davud...) dönemlerinde yaşamış gerçek kişiler olduğu kesindir. İsa örneğindeki gibi bariz görüntüde olan mitolojik yaşantılar, ancak onların ölümlerinden sonra üzerlerine monte edilmiştir.http://www.spiritualizm.com/A1/kitap/kitapkapak/kitapres/insan-isik.jpgOrtak Mitosa Sırt DönmekMerak ediyorum, inançlı Hristiyan ve Yahudiler, peygamberlerinin ortaklaşa paylaştığı mitos hayatlara kendince bir açıklama getirmek ihtiyacını neden hissetmezler? İnançları sarsılacak endişeşi içerisinde başlarını kuma gömmeyi sürdürmek onları daha ne kadar süre için "iyi" hissetirmeye devam edecek acaba? Gözünün önünde, adeta onu çıkarırcasına keskinlikte duran gerçekleri görmezden gelmek yerine, ortak mitos problemini detaylıca düşünmek ve daha derin anlamlarını keşfetmeye çalışmak daha isabetli olur diye düşünüyorum.Aslında bakarsanız, Musa, İsa, Yusuf, Zülkarneyn, Hızır gibi kişiliklerin gerçek ve birebir bir yaşantı sürmüş olup olmamaları bu kadar da önemli değildir. Önemli olan, bu şahsiyetlerin bizlere ne tür mesajlar iletmeye uğraş verdikleridir. Onlardan neler öğrenmemiz gerekir? Hangi kavramları bizlere tanıtmak için varlar? Onların zor kavranılır gerçeklerin sembolik anlatıcıları olduğunu bir kez kabul ettiğimizde, inancımız sarsılmayacak, aksine daha da güçlenerek büyüyecektir. Çünkü tüm bu arketip kişilikler ve sembolik hikayeler arkasında gizlenen büyük gücü fark etmemek olanaksız hale gelir. Sonuçta peygamberler belki biraz daha öne çıkmıştır bizlerden, ama evrensel senaryo içerisinde aynı bizim gibi birer figürandırlar ve belli rolleri vardır. Anlatmaya uğraş verdikleri bir takım mesajları vardır. Mesajın nereden gelip ulaştığı konusu (tanrıdan, bilinçdışından, arkaik hafızadan, hatta galaktik bir zekadan), işte o inanç safhasına giren şeydir. Yakındoğu efsaneleri, tanrıları, mitolojik kahramanları, atalarımızın duygusal, düşünsel ve imajinel yapısından doğan ortak sembolleri, arketipleri, benzer içerikleri paylaşmaktadırlar. Yukarıda verdiğimiz az sayıda örnek dahi, benzerliklerin önemi ile ilgili bizlere fikir vermeye kafidir. Çok öne çıkan ve çakışan kavramların ve imgelerin simgeledikleri şeylerin bir kısmı doğanın verimlilik döngüleri gibi gözle görünen ve kavranan olayları iken, diğer bir kısmı, bilincin henüz açıklayamadığı ve kavrayamadığı kolektif bilinçdışının ürettiği motiflerdir. Mitlerin, efsane ve dini hikayelerdeki senaryoların sürekli olarak tekrarlanması, bilinçdışı ikaz sisteminin devreye girmesi ile ilişkilidir. Bu şekilde normal bilinçle anlayamadığımız, kavrayamadığımız bir olaya, bilinçdışı olarak ilgi çekilmektedir. Aynı tip senaryoların, arketip kişiliklerin ortaya çıkışı, olacak olan büyük drama dikkatimizi çekmek içindir diye düşünüyorum...Ortak Mitosu Sahiplenmek ve Anlamak Çok büyük çoğunlukla araştırmacılar, kadim insanların, gökyüzünde yaşanan olayları mitlerine aktardıklarını söylerler. Görüşüne katıldığım Jung ekolüne bağlı düşünürler ise, mitlere giren hikayelerin önemli bir kısmının ortak arketipler olduğu inancındadırlar. Mitler, genel olarak insan psikesinin geçmiş iç yaşantısıyla, yine geçmiş göksel (dış) gözlem deneyimleriyle ilgili olarak görünür. Ben bir kısım mitlerin ise, yoğun bir sembolik koruma altına alınmış şekildeki gelecek bir zamanda yaşanacak olayları da içerdiğini düşünüyorum. Bütün dinler, mitler ve gizem kültleri, olayların (olacak olanlar dahil) şifrelenmiş hali gibidir.Simgelerin altında gizlenmiş başka simgelerin oluşturduğu sis bulutu, yoğun bir okültizmin perdelediği çok temel bir kozmik gerçeği saklama çabasıymış gibi görünür gözüme. Gerçek sır eğer biliniyorsa, (anlaşılır veya anlaşılmaz) bir avuç yönetici, rahip, gizem adamının tekelinde olmalıdır. Avamın (halkın) elinde ise simgeler ve sembollerle üzeri örtülüp anlaşılmaz hale getirilen mitler, efsaneler ve dinler kalmıştır ve onlarla avunuyordur. Hemen herkesin duyduğu Fatima'nın sırları da böyledir. Bu kız çocuğuna olağanüstü şartlar altında 3 büyük sır ifşa edilmiştir. Sırların en önemlisi ve sonuncusu olan üçüncü sır, halen Vatikan'ın tekelindedir. Israrla açıklanmıyor. Ve bu düpedüz bir haksızlıktır...http://www.spiritualizm.com/A1/kitap/kitapkapak/kitapres/mu.jpgKayıp Medeniyetler BilgeliğiBugün birçok araştırmacı, mitolojik hikayelerde, kutsal yazıtlarda şifrelenmiş halde yatan derin bilgeliğin, çok daha evvelki nesillerden kalma engin bir bilgi birikiminin kırıntıları olduğunu düşünürler. Mu ve Atlantis ismiyle bilinen kaybolan bir veya daha fazla uygarlığın eriştiği bilgi düzeyi en az şu anki seviyemiz kadar, hatta kuvvetle muhtemel daha da fazlasıydı. Dikkatle incelersek, kadim başarıların izlerini sihir, büyü ve kahramanlık öykülerinin içlerinde masal ve efsanelerde görebiliriz. Örneğin uçan halı, sihirli değnek gibi masal öğelerinden çok eski bir teknolojinin kokusu yayılıyor. Nobel ödüllü fizikçi Frederick Soddy, eski mitolojik kaynakları efsaneden çok öte görmüştü. Konuyla ilgili yorumunu okuyoruz: "Bu efsaneleri, yalnızca bizlerin son zamanlarda elde ettiğimiz bilgilere sahip olan değil, ayrıca bizlerin henüz sahip olmadığı güce sahip olmayı da başarmış, eskinin unutulmuş insan ırklarından birisinin teyidi olarak görmeyecek miyiz?" (Interpretation of Radium, 1909) Profesör Soddy'nin tespiti yerindedir ve arkasından bir sürü soruyu da sürükleyip burnumuzun ucuna getirir. Eskiler bu bilgeliye ne şekilde sahip olmuşlardı ve hangi talihsiz sebeplerden kaybetmişlerdi? Yaşam, ölüm, ilahi düzen ile ilgili neler biliyorlardı? Zaman gizeminin çözümüne ne derece yaklaşmışlardı? Varoluş gerçeğinin neresinde durmuşlardı? Evrim skalasındaki düzeyleri maddi sınırları ne derece aşabilmişti? Nasıl bir teknolojiye vakıf olmuşlardı? Gerçekten de bizlerden evvel, bizlerden çok gelişmiş uygarlıkların olduğunu farz edelim.Bu durumda, onların ulaştığı bilgi ve teknolojik seviyeyi, onları takip eden nesillere aktaramamış olduklarını kabul etmek durumundayız. Bizim kabaca 10 bin seneye dayanan uygarlığımız, medeniyet yolunu sil baştan yürümek durumda kaldı ne yazık ki. Fakat teknolojideki kayba rağmen, yaşadıkları altın çağa ait izlenimleri kısmen masal, mit ve dini hikayelere sokmayı başarmış olduklarını anlayabiliyoruz. Belki de bugün herkesçe büyük bir ümitle beklenen Altın Çağ döneminin, hatta daha da ileri gidersek, cennetin, kayıp Mu ve Atlantis'in hayalinin özlemi olduğunu öne sürebiliriz.Diğer yönden Jung'cu bakış açısından, var olan kadim medeniyet bilgeliğinin sembol ve arketip şeklini alarak bilinçdışımızın içerisinde yaşamaya devam ettiğini önerebiliriz. Bu durumda Kayıp Medeniyetlerin mirası olan bir takım imgeler, semboller, halen bilinçdışımız tarafından üretiliyor olabilir. Benim, senin, hepimizin bilinçdışı alanında, arkaik hafızada bu bilgelik hala muhafaza ediliyor olabilir. Zaman zaman da aramızdaki bazı zihinlerde bilince gelerek, yeniden yeni hikayelere, şiirlere, romanlara, kurgulara ilham olduğu söylenebilir. Hatta daha da ileri gidersek, ister eski medeniyet bilgeliğinden miras, ister ilahi bir kaynaktan empoze olsun, çok önemli birtakım şeylerin onları aktarmaya hazır olan beyinlerde vahyi halini alarak kendini açığa çıkarmaya çalıştığını iddia edebiliriz. Bu çok önemli şeylerin başında da, düşünen insanın eskiden beri en çok kafa yorduğu konuların başında olan zaman olgusu gelir.http://www.spiritualizm.com/A1/kitap/kitapkapak/kitapres/piramitler.jpgZaman TanrılarıZaman, kadim insanların zihnini en az bugünkü kadar meşgul etmişti. Zaman dışındaki diğer önemli evrensel kavramların efsane ve kutsal yazıtlarda anlaşılır fiziksel olgulara dönüştürülerek kişileştirildiği gibi, zaman da kendi mitsel kahramanlarını, tanrılarını yaratmıştı. Böylece şimşek ve gök gürültüsünün tanrıları vardı, rüzgar ve fırtınanın tanrıları vardı, denizin ve yer altı sularının tanrıları vardı...Bunlar gibi, zaman için de tanrılar icat edilmişti. Atalarımız için zaman kavramının ne şekilde anlaşıldığını, işte bu tanrılara bakarak çözebiliriz. Eski insanların zaman kavramını anladıkları biçim, masal ve mitoslardan, dinsel kaynaklardan, tanrısal figürlerden, kahramanlık öykülerinden bizlere göz kırpar. Genel şekliyle baktığımızda, zaman anlayışlarının döngüsel, tekrar eden bir yapısı olduğunu görüyoruz. Bunun yanında simetrik ve çift bir şekil aldığını gözlemliyoruz. Bugünün zaman anlayışı olan tek yönlü ve doğrusal zamanın tersine, kadim kültür dairesel, yineleyen ve ters akışlara fırsat veren bir zaman anlayışı geliştirmişti.Zaman tanrıları, özellikle Antik Yunan Mitolojisinde de göreceğimiz gibi, tersinerlik prensibi ile tanışık ve çok yerde çifte veya karşıt tanrılardı. Örnek verecek olursak Yunan zaman tanrısı Kronos'un kendi çocuklarını önce yutup öldürmesi, sonra da kusup hayata döndürmesi, zamanın kendi ürünlerini yok edip, tekrardan yaşama kazandırabilmesi özelliğinin en çarpıcı, en direk ifadesidir. Aynı zamanda şaşkınlık verici bir yalınlıkla zamanın simetriğine vurgu yapmaktadır. Şimdi zamanla ilgili olarak kıyamet, ölüm ve yeniden diriliş gibi bazı evrensel beklentilerle beraber, bilimin henüz yakın zamanda keşfettiği evrenin genişlemesi ve zaman tersinebilirliliği gibi olguların, mitlerdeki varlığını tespit ederek konuda ilerlemeye devam edelim.( Zaman Aynası - Renan Seçkin ) 1 Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
mona Yanıtlama zamanı: Temmuz 2, 2012 Paylaş Yanıtlama zamanı: Temmuz 2, 2012 Güzel konu , teşekkürler Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Khuizo Yanıtlama zamanı: Temmuz 2, 2012 Paylaş Yanıtlama zamanı: Temmuz 2, 2012 Bu şey her zaman kafamı kurcalamıştır zaten mitoloji-dinler arasındaki bağlantı.Konu süper sıkılmadan bitirdim bitirince sıkıldım Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Önerilen Mesajlar
Sohbete katıl
Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.