Jump to content

boggyhillocks&Depressive müzik tarihe yolculuk


Depressive

Önerilen Mesajlar

fanzinde bir hareketlilik göremedik ve ortak bir kararla güzel bir projeye imza atmaya karar verdik.. Burda belirli günlerde belirli müzik türlerini tanıtacağız arkadaşlar.. Ve tek dileğimiz sizin bu yazılara biraz ilgi göstermeniz. Çünkü vereceğimiz bilgiler sadece sitelerden alıntı olmayacak, kendi yorumumuzuda harmanlayıp sizlerin beğenisine sunacagız. Hepinize şimdiden iyi okumalar ve paylaşımlar dileriz..

 

 

70’lerin ilk Doom grupları

Doom metali şöye bir kelime olarak acarsak kötü kader, kötü yazgı, iç karartan metal olarak nitelendirebilirz. Bu türde yavaşlık ön planda.. riffler ve kulaga hoş gelen melodik vokal doom metali cok fazla etkiler.. Bu müzik türünde belkide en fazla ilgiyi Black Sabbath görmekte çünkü BS doom metalin cıkışını yapmıstır. BS yi kral yaptıkta şovalyelerini unutmayalım.. yoksa bana bu grupları söylemedigim için küfredersiniz bunu duyar gibi oldum birden içim ürperdi :D üç İngiliz Doom grubu: Paradise Lost, My Dying Bride ve Anathema.. ve bu türü biraz daha günümüze getirmeye calışalım...

 

Çoğu insan, Black Sabbath’ın tüm Heavy Metal ve alt gruplarını en çok etkileyen grup olduğuna katılır. Doom Metal grupları da bunun içindedir. İlk albümleri “Black Sabbath”, “Paranoid”, “Master of Reality”, “Vol.4”, “Sabbath Bloody Sabbath” ve “Sabotage” şüphesiz ki birer başyapıttır. Ve bu albümler olmasa da belki şu anda Doom Metal de (hatta genel anlamıyla metal) olmayabilirdi. Black Sabbath’ın çağdaşlarından çok ayrı bir müzik yaptığı ve metali bugünlere kadar getirdiği açık. Ama onlardan da önce, 60’ların sonları ve 70’lerin başlarında bazı Doom-Metal prototipleri bulmak ta mümkün. Bunlar tabiki gerçek anlamıyla Doom değildi, ama sonradan Doom Metal’i şekillendirecek sayısız riffler barındırıyorlardı. Bu tip şarkılardan biri de Iron Butterfly’ın “Inna Gadda Da Vida”sıydı. Black Sabbath’la aynı dönemde bulunan gruplardan biri, Pentagram ilk Doom grupları arasında sayılır. Pentagram’ın ikizi olarak gösterilen diğer bir grup Bodemon da “erken Doom Metal” için ilk ve en iyilerden biridir. Bu gruplar doğal olarak Black Sabbath’ın bir hayli etkisindeydi ama onlar daha çok müziğin “durağan ve kasvetli” kısmına odaklanmışlardı. Böylelikle de dünyanın ilk Doom Metal kayıtlarını oluşturmuşlardı..

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

O şimdi 65 yaşında, saçları da seyrekleşmiş, dökülmeye başlamış, hafifte yüzü buruşmaya başlamış…

fakat bu neyi değiştiriri ki? O yine sahnede binlerce fanını müziğiyle kendine hayran bırakan, sesiyle kendinden geçiren RoNaLd JaMeS DİO…yılların efsaneci sanatçısı,40 yılın bir metal devi…

Şimdi ise efsanenin hayatını anlatmaktansa müzik hayatına bir göz atalım..

 

Ronnie & Rainbow

Ritchie Blackmore, yada diğer adıyla “The Man in Black” ve Deep Purple’ın diğer elemanları güllük gülistanlık içinde olamadı. Ritchie, DP’den ayrılıp yeni bir grup kurmaya karar verdi. Roonie hakkında çok güzel şeyler duymuştu ve onu az çok tanıyordu. Kuracağı gruba katılmasını önerdi. Roonie de bunu kabul etti. Grubun adına “Rainbow” koydu Ritchie. Ilk albüm “Ritchie Blackmore’s Rainbow” idi ve ilk şarkı da “Man On The Silver Mountain”. Parça gerçekten bir klasik oldu. Albüm 1975’te yayınlandı. Ikinci albümden hemen önce Ritchie davulcusunu kovdu ve yerine Cozy Powell [R.I.P.] geldi. Ritchie bunu yaptı çünkü grubun “kendi” grubu olmasını istiyordu, kendisinin ELF’in içinde olmasını değil.

İkinci albüm için daha çok fantastik konulu sözler yazıldı ve Roonie’nin hayalgücüyle her şarkı birer kısa hikayeye dönüştü. Ve bu albüm tam anlamıyla bir başarı getirdi! Sözler harika, Roonie zaten harikaydı. Ve tabi Ritchie’nin mükemmel riff ve sololarını, Cozy’nin inanılmaz yeteneğini de unutmamak lazım. Beraber belki de hard rock//heavy metal tarihinin en iyi albümlerinden birini yaptılar. Stargazer, Roonie’nin uzun zamandır planladığı bir parçaydı. Bu planından Ritchie’ye de bahsetti ve beraber en mükemmel parçalardan birine hayat verdiler.

Rising-tour’un hemen ardında Rainbow bir live albüm yayınladı; “On Stage”.

Şimdi sıra yeni albüm çalışmalarına gelmişti. Albüm 1978’de bitti ve aynı yıl yayınlandı. Albümün adı “Long Live Rock N’ Roll” idi. Hali hazırda 2 stüdyo albümü yayınlamış olmalarına rağmen hiç single çıkarmamışlardı. Ama üçüncü albümle birlikte ilk single’larını da yayınladılar; Kill The King.

 

Sabbath Yılları

Roonie ve Ritchie birlikte çok mükemmel işler çıkarıyordu ama zamanla Ritchie asıl “amaç”tan uzaklaşmaya, daha ticari kaygıları olan bir tarza kaymaya başladı. Buna karşı olan Roonie, gruptan ayrıldı. Ama Ritchie’ye her zaman, o yada bu şekilde, bir teşekkür borçlu olduğunu düşünen Dio, ona kızmadı da kırılmadı da.

“Onunla çalışmak her zaman çok güzeldir. Hiç zorluk çekmezsiniz, hemen aklınızdan geçen fikirleri anlayıp size, sizden daha iyi anlatır. Ritchie ve ben, müzikal anlamda, aynı yoldaydık. Iyi de anlaşıyorduk ama onun kendi düşüncelerine ve planlarına karışamazdım. Ayrıldığımız bir nokta oluşmaya başlamıştı ve bunu tam zamanında sezdim. Ona kızaman, ne de olsa profesyonel anlamda başarı basamaklarını tırmanmamı sağlayan en önemli kişilerden birisi kendisi. Böyle bir adam hakkında nasıl kötü düşünebilirim? Bana karşı hiç bir zaman *içlik yapmadı.” Diye anlatıyor Rainbow ve Ritchie’li dönemleri. Yıllar sonra bile aynı samimiyette.

Roonie Rainbow’dan ayrıldıktan kendi grubunu kurma planları yaptı. Bir tesadüf eser Tony Iommi ile tanıştı; The Rainbow adlı bir barda ! [ tesadüfün iğne deliği ] Tony Iommi, Ozzy’den yorulmuştu. Son iki albümleri “Technical Ecstasy” ve “Never Say Die” iyi albümler değildi ve Ozzy kredisini giderek tüketiyordu. Tony, diğer Sabbath üyeleri ve Roonie ile bir görüşme ayarladı. Roonie ve diğer elemanları birbirinden etkilenmişti. Tabi bundan Ozzy’nin – henüz – haberi yoktu. Şartlar kesinleşti ve Ozzy, tabir-i caizse, şutlandı. Yerine ise çok önceden kararlaştırıldığı gibi Dio geldi.

Roonie ile birlikte yazdıkları ilk parça “Children Of The Sea” idi ve Dio’lu ilk albüm olan efsanevi Heaven and Hell’de yer aldı. ( 1980 )

Heaven and Hell ile birlikte Roonie, tekrar heavy metalin zirvesine oturdu! Rainbow Rising ile birlikte Heaven and Hell, Dio’nun en mükemmel çalışmalarından sadece iki tanesini teşkil ediyor.

 

Ilk single gerçekten bir klasik; Neon Knights

 

Ikinci single ise “Die Young” oldu. Roonie Heaven and Hell’I hayatının en unutulmaz başarılarından ve tecrübelerinden biri olduğunu söylüyor ve ekliyor;

“Giderek büyüyen ve hak ettiği yere oturan bir grubun parçası olmak gerçekten inanılmaz bir duyguydu benim için. Bunu hep beraber başardık; çünkü onlarda işler böyle yürüyordu. Hepsi gerçekten inanılmaz insanlar!”

Heaven and Hell’den hemen sonra Sabbath ve Roonie ikinci bir albüm yayınladılar; The Mob Rules. Albüm gayet iyiydi ama biraz da Heaven and Hell’in gölgesinde kaldı. Tamam.. Aslına bakarsanız albüm gerçekten çok harikaydı ama hakettiği yere gelemedi.

Albümden sonra Sabbath bir dünya turnesi düzenledi. Bu turne kayda alındı ve “Live Evil” olarak yayınlandı. Bu albümün stüdyo işleri sırasında Roonie ve Vinnie Appice Iommi ve Butler ile anlaşmazlığa düştü. Iommi, Roonie’nin grubu control etmeye başladığını düşünmeye başlamıştı ki Sabbath’ın kendi grubu olması gerektiğini düşünüyordu. Aynı zamanda taraflar (!) birbirini kendi enstrumanının sesini daha fazla açmakla suçluyordu.

 

Ronnie James Dio ve Kendi Grubu

 

Roonie ve Vinnie, Sabbath’tan ayrıldıktan sonra beraberce DIO’yu kurdular. Grup Roonie James Dio’nun solo çalışması değildi; sadece adı Dio idi ama neden ve nasılını bilemiyorum. Guitarist Vivian Cambell ve bassçı Jimmy Bain de gruba dahil oldu ve ilk kadro oturdu. DIO’nun ilk albümü o inanılmaz albüm Holy Diver oldu. 1983’te çıkan albüm özellikle Amerika’da çok büyük bir başarı kazandı. Albüm, fanlar için adeta bir DIO İncili niteliğindeydi. Albüm klasikleşmiş parçalarla dolup taşıyor, bir tane bile çürük parça çıkmıyordu. Adını aldığı parça, Holy Diver, belki de Roonie’nin bugüne kadar bestelediği en ünlü parça oldu. Stand up and Shout, Rainbow in the Dark, Straight through the Heart albümden çıkan klasiklerin birkaçı sadece.

Bir sonraki albüm, Last In Line da en az Holy Diver kadar mükemmeldi ve We Rock

One Night in the City, The Last in Line, Egypt and "Evil Eyes gibi harika parçaları içeriyordu.

 

Üçüncü albüm, Sacred Heart, DIO’nun belki de en zayıf albümü oldu. Bu albümün yayınlanmasından kısa bir sure sonra Vivian Cambell gruptan ayrıldı. Yerine ise Craig Goldie geldi. Craig 4. albüm olan Dream Evil’da çaldı fakat albüm o kadar başarılı olamadı. Bu da muhtemelen Vivian’ın ayrılmış olmasından kaynaklanıyordu; fanlar onun gitarına çok alışmıştı.

 

Dream Evil’ın ardında DIO, Look Up To The Wolves’u yeni bir guitarist eşliğinde yayınaldılar; Rowan Robertson. En inanılmaz nokta ise Robertson’ın, gruba girdiğinde sadece 18 yaşında olmasıydı !

 

Ronnie ve Black Sabbath Birleşiyor

Look Up To The Wolves’tan sonra Vinnie ve Roonie Sabbath’a, Iommi ve Butler’ın yanına geri döndü. Roonie, DIO’yu beklemeye almıştı. Beraber 1992 tarihli Dehumanizer’I kaydettiler. Albüm, Roonie’nin en mükemmellerden biriydi. Gerçekten çok güçlü bir albümdü. Iommi ve Appice gerçekten harikaydı. Ve Roonie de hiçbir “Rainbow” olmadan da harika işler yapabileceğini kanıtlamıştı =] Ama ne yazık ki bu reunion uzun süremedi; bir stüdyo albümü ve bir turne kadar ancak. Ozzy, Black Sabbath’a geri döndü ve Vinnie ile Roonie de ayrılarak DIO’yu tekrar diriltmeye koyuldu.

 

DIO Geri Dönüyor

 

Vinnie ve Roonie DIO’yu tekrar bir araya getirdi ve yeni gitaristleri Tracy G. oldu. Ve Dio, gerçeklik ve günümüz ile ilgilir şarkılar yazmaya başladı. Dehumanizer’daki gibi yada diğer albümlerdeki gibi fantastic konuları bir kenara bıraktı ve realist bir yol izledi. Yaptıkları albüm sadece iyi değildi; harikaydı. “Strange Highways”. Tracy G, Craig’den de değişikti ve çoğu fan bunu çok garip buldu ama albüm herşeye rağmen çok iyiydi. 1996’da DIO, yeni bir albümle; Angry Machines ile geri döndü. Bu Strange Highways’den de değişik bir albümdü ve fanlar arasında adı en az anılan DIO albümü ünvanını kazandı. Ama bana kalırsa bunun sebebini hala anlayabilmiş değilim; albüm de parçalar da gayet güçlüydü ve iyilerdi. Turnede kayıtlar da aldılar ve ilk “gerçek” anlamdaki live kayıtlarını gerçekleştirdiler. Daha önceden de bir live-lp yayınlamıştı DIO ama Roonie bunu beğenmemiş ve adını Intermission koymuştu. Bu live albüm ise 1998’in başlarında yayınlandı. Adı: DIO’s Inferno – The Last In Live.

 

Hemen ardından yeni bir turne geldi 1998’de ve “The Hull and Back Tour 1998” olarak yayınlandı.

DIO’nun fanları, Roonie’nin Holy Diver’ın özüne dönemsini istemeye ve hatta Tracy’nin de gruptan çıkmasını istemeye başlamıştı. Istekleri gerçek oldu ve Tracy ayrıldı. Ritm guitarist olarak grupta kalması önerildi ama kabul etmedi.

Böylece Roonie, Craig Coldy’yi gruba geri getirdi bir sonraki albüm için. Magica albümü 2000’de yayınlandı. Albüm konsept bir albümdü; Roonie’nin uzun zamandır yapmak istediği birşey. Ve albüm Holy Diver’ın ötesinde, kesinlikle inanılmaz bir albüm oldu! Tüm şarkılar baştan sona harikaydı.

 

Ronnie James Dio – Diğer Projeler

Kariyeri boyunca Dio, grup çalışmaları haricinde başka yan projeler yapma şansı da buldu.

Elf zamanında Roger Glover’ın bir projesinde “The Butterfly Ball” parçasını, birkaç tane çizgifilm için soundtrack seslendirdi ama bu çizgifilm projeleri hayata geçmedi, 1999’da “Love is All” diye çizgi-klibi seslendiren yine Dio idi.Butterfly Ball’u Deep Purple ile birlikte bir kez daha canlı olarak seslendirdi.

Ayrıca David Coverdale’in “Northwinds” albümünde konuk sanatçı olarak vokalleri paylaştı ve genç mültecilere destek ama “Children Of The Night” projesinde çalıştı.

1985 Roonie kendi projesine imza attı; “Hear N’ Aid”. Bir Heavy Metal yardım kampanyası. Birçok efsane isim bu kapsamda konser verdi ve burden gelen geliri Dio, Afrika’daki kıtlık ve yoksulluk için bağışladı.

---------------------------

 

evet belirli zamanlarda belirli türlere yer vermeyi düşünüyoruz, paylaşımlarınız olursa seviriiriz, öncelikle eskilerden başlamayı düşündük..(: kelt,irisih müziklerine de yer vereceğim..(: zamanla dilerim ki güzel bir konu ortaya çıkar..

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Black Saabth-Paranoid ( efsanevi parça) -coverlamayan kalmadı sanırım((:

 

Dio-Holy diver

( o zamanın teknolojisiyle pek bi güzel düşünülmüş, harika bir videodur, her seferinde bayılıorum..)

 

Dio -Rainbow in the dark (enfes parçalardan bir adet daha)

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

kendimce bir anathema yorumu yapıyım en büyük fanlarından biri olarak.. dramatik ve etkileyci bir ses olarak görmekteyim ben anathemayı.. kullandıkları sözcük secimi özellikle beni bu olgulara biraz daha yaklaştırmakta.. anlamlı cümleler ve böyle bir ses beraber olduktan sonra sonsuzlaga ulasacak bir grup görmekteyim.. verdigi konserlerde senfoni kullanması müziklerine ayrı bir tat katmakta bir keman bir violin sesi ile gitar birleşimi herzaman etkilemiştir beni..

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

kendileri neredeyse her yıl ülkemize gelir olmuşlardır, oldukça büyük bir fan kitlesine sahiptirler, cannibal corpse nin alt grubu olarak çıktıklarında büyük bir beğeni toplamışlardır,bakınız bir kaç şarkı sözünün türkçe çevirisi buyrun..

 

Angelica

Where are you tonight?

Neredesin bu gece?

 

wild flowers in starlit heaven

yıldızların aydınlattığı cennetteki vahşi çiçekler

 

still enchanted in flight

Hala büyülenmiş uçuyor

 

obsessions lament to freedom

takıntılar özgürlüğe ağıt yakıyor

 

A timeless word the meaning changed

zamansız bir kelime anlam değişti

 

But I`m still burning in your flames,

ama ben hala senin alevinde yanıyorum

 

Incessant, lustral masquerade,

sürekli, parlak kandırmaca

 

Unengaged, dilit love didn`t taste the same

tutturulmamış, tutukulu aşk aynı tadı vermedi

 

And I still wonder if you ever wonder the same

And I still wonder...

Ve ben merak adiyorum senin aynı şekilde merak edip etmediğini

Ve ben hala merak adiyorum

-------------------------

flying

yararsız bir arayışa başladım

bir maskenin ardında parlayan bir ışıkla onu bulmaya çalışarak

ve her bir yanımızda her yerde

eğer sadece görebilirsek paylaşabileceğimiz her şey

benim sınırlarımın dışındaki gerçeği hissederek

sonsuza dek değişen yaşam alın yazısını dokurken

 

ve senin üzerinde uçuyorum gibi hissederiyorum

gerçeği bulmak için öldüğümü hayal ederek

görünüşe göre beni aşağıya çekmeye çalışıyorsun

toprağa geri döndürmeye,toprağa geri döndürmeye

 

toz katmanları ve geçmiş günler

söyleyemediğim şeylerin pusu içinde soluyor şimşekler

buna rağmen ellerimin bağlı olduğunu söyledim

zaman değişti ve şimdi ilk sefer için özgür olduğumu keşfettim

herşeyle içiçe hissediyorum şimdi

zamanın içindeki yaşam ne kadar garip şimdi

 

 

ve senin üzerinde uçuyorum gibi hissederiyorum

gerçeği bulmak için öldüğümü hayal ederek

görünüşe göre beni aşağıya çekmeye çalışıyorsun

toprağa geri döndürmeye toprağa geri döndürmeye

----------------------------

Derin ' Deep '

 

Kalbimin yandığı hissediliyor

Derin içeride...Yanıp tutuşuyor

Geldiğini biliyorum

 

Bir zincire vurulmuş kalp,uyanıyor

Bir lekelenmiş gençlik,soluyor

Her şey arkada kalıyor

Yine çılgın gibi

Hislerimi büyülüyor

Ruhlar bir kez daha birbirine geçiyor

 

Bütün zamanımız gelecek

Unutkanlık araştırılıyor

Hiçbirşeyi terketmiyor ama

Senin bahşettiğin tüm şeylerin hafızaları

Onları sen arkada bırakacaksın

Akıllarının içinde

 

Uzak günlerde açık kahkahalar hakim

Sonsuz yıldızlar değişti

Aynı şekilde olamayacağını biliyorum

Bu gece senin için düş yok

 

Kalbimin yandığı hissediliyor

Derin içeride...Yanıp tutuşuyor

Geldiğini biliyorum

 

Bütün zamanımız gelecek

Unutkanlık araştırılıyor

Hiçbirşeyi terketmiyor ama

Senin bahşettiğin tüm şeylerin hafızaları

Onları sen arkada bırakacaksın

Akıllarının içinde

 

Ve zaman her gün uzaklaşıyor

Ruhunu araştırabilirsin ama göremezsin

Biz kabul eder gibiyiz ve uzağız biraz

Boş sonsuzluğa karşı

-------------------------------

Alone

 

I gave you my soul, you left me dying

(freezing in the cold wind that screams through the silence,

in the barren wastes of my heart)

Within the walls of my mind...

alone The winter serenade fell silent to me

 

Sana ruhumu verdim

Sen beni ölürken bıraktın

(Yüreğimin kısır israfları içinde sessizlik boyunca haykıran soğuk rüzgarda donuyorum)

Duvarları içinde

Aklımın....Yalnız

Kış serenadı

Bana sessizliği hissettirdi... diye devam etmekte, bu şekilde aşkı ve hüznü iyi yorumlayabilen bir gruptur..

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Deep purplede yer almakta olan gitarist steve morse, virtüöz kıvamında harika bir sanatçıdır..Kendileri 1954 Doğumlu olup, (yıllar onu eskitmemiş) Deep purplenin gitaristliğini yapması dışında Steve Morse Band adında kendi bir grubu da vardır.

"The Well-dressed Guitar" ve "Contact Lost" isimli enstrumantal parçalar, kendi imzasını taşımakla beraber dinlenmeye değerdir..

(kesinlikle izlenmeye değer bir video)

 

söz hazır steve morse den açılmışken bir Deep purple geçmişinide buraya koyalım..

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

birazda 80 lerden bahsedelim..

 

Rock, 20. yüzyılın sonlarında ortaya cıkmış, genellikle elektro gitar, bas gitar ve bateri gibi enstrümanlarla beraber vokal melodi tasıyan popüler müzik formudur. Organ ve piyano gibi klavyeli enstrümanlar da rock'ta sıkça rastlanılabilir. Saksafon gibi üflemeli çalgılar rock'ın ilk hallerinde oldukça sık kullanılmış olsa da yeni rock türlerinde nadiren görülürler. Rock tanımı oldukça genel bir tanımdır ve de sınırları kesin bir şekilde belirlenmemiştir. Birçok türü vardır ama, en tepede üç tür gezer. Bunlar hard rock, alternatif rock ve punk rock tır. Hard Rock ; karanlık,sert ve geneli ölümü ya da kötü şeyleri anlatan tarzdır. Hard rockçılar siyahı benimsemişlerdir. Siyah onlar için vazgeçilmezdir. Kısaca siyah hard rock ın rengidir diyebiliriz. Punk rock ise ; hard rock ın tersine renkli, hızlı ve çılgın bir tarzdır. Punk rock eğlence işidir. Punk rock çı olan insanları saçlarını rengarenk boyamış veya rengarenk giyinmiş olarak görebiliriz. Hard rock ın belirli müzik grupları ; Van Halen, Deep Purple, Guns N' Roses.. Punk rock ın belirli müzik grupları ; Sex Pistols, The Offspring.. tir.

 

Rock'ın oluşumunda rock and roll ve rockabilly gibi müzik türleri önemli rol oynamışlardır. İngiliz rock'ının 1960larda gelişmesiyle "rock müzik" tanımı yaygınlaşmıştır. "İngiliz Fethi" olarak adlandırılan bir akımla, bu müzik tarzı tekrardan Amerika'da yayıldı ve hatırı sayılır bir etkiyle uluslararasi bir fenomen haline geldi. Rock günümüzde birçok türü altında barındırarak oldukça yaygın olarak dinlenen bir müzik türü haline gelmiştir.

 

Pamuk tarlalarında ska, rock stady ve reggae ile birlikte duyuldu blues. Kara Afrika’nın hüznü, bu mavi tonlu müziğe yansıdı. 1930’larda Amerika kıtasına ulaştığında “Şeytan icadı” olarak görüldü. Kilisenin güdümündeki kimi bağnaz Amerikalılar’a göre blues müzisyenleri, Afrika dinlerini yaşatmaya çalışan büyücülerdi. Blues ustaları bu savların karşısına çıkma gereği duydular. Yerleşik düzene ilk başkaldırıyı, şeytanı öncü olarak seçmekle yaptılar. Sonraları rock’n roll’a kaynaklık eden blues, itilip kakılan alt kültür insanını hedef seçti. Aslına bakılırsa, yerleşik değerlerin, burjuva kültürünün dindar insanı zaten dinleyici kitlesi olamazdı.

 

50’li yılların gençliği tarihin en büyük acılarını çocukluğunda yaşayan, Hiroşima ve Nagasaki gerçeğine tanıklık eden bir kuşaktı. Sıcak savaşların peşi sıra nükleer tehlike gündemdeydi. Endişe ve korku en yoğun duygulanmalardı o sıra.

 

Bu gençlik savaşa karşıydı, savaşın en derin izlerini taşımaktaydı. Akademik değer yargılarına da karşıydılar. Çünkü savaşların nedenini akademik tartışmalara bağlıyorlardı. Böylece ortaya yerleşik düzenin tüm değer yargılarını, alışkanlıklarını, düşünce biçimlerini reddeden bir kuşak çıktı. Bu reddediş, devrimci bir yön taşımayan, safça bir iyiniyeti doğurdu ve kendi idolünü yarattı: Elvis Presley.

 

Elvis Presley ya da zamanın entelektüellerinin aşağılayıcı tanımlamasıyla Elvis Pelvis, kalçalarını sallayarak yaptığı garip şovlarla bir anda “Sosyolojik bir mit” halini aldı. Çok da içi boş bir mit değildi Elvis. Gitar, ritm gitar, bas ve davuldan oluşan klasik rock’n roll dörtlüsünü Beatles’dan yaklaşık 10 yıl önce kullanmıştı.

 

Bu sıralar Beatniklerin mesihi sayılan Jack Kerouac (ki o dönemin en sıkı yazarıydı), otostopla Amerika’yı boydan boya gezmekte ve çağın en ünlü “hobo”su olmak üzeredir.

 

Veee…60’lara gelindiğinde İngiltere’de Beatles fırtınası esmektedir. Bu, “kolejli çocuklar” görüntüsündeki medya ilahları, kısa sürede tüm dünya müziğini etkilerler. Rock müziğe dair ilk etkin çıkış ise hırpaniliğin kitabını yazan Rolling Stones tarafından gerçekleştirilir. Artık müziğin içine distorsiyonlu gitar girmiştir. Uzun yıllar önce şeytana ruhunu satan Robert Johnson’ın ardından, bu serseriler de şeytana sempati duymaya başlarlar.

 

Amerika cephesinde Kerouac’ın izinden giden Beat Kuşağı yerini çiçek çocuklarına bırakmaya başlamıştır. Elden ele dolaşan kitaplar yine Walt Whitman ve Allen Ginsberg şiirleri, Hermann Hesse ve Jack Kerouac’ın yapıtlarıdır. Greatfull Dead bu kavmin favori grubudur. Onbinlerce kişi, grubun konserleriyle Amerika’yı baştan başa katetmektedir.

 

Bob Dylan ile protest rock Yeni Dünya’da tam bir patlama yapar. (Oysa İngiltere konserlerinde ıslıklanmaktadır Dylan. Çünkü protest müziğe elektrikli gitarı sokmuştur ve hala eski kıtada gözde enstrüman akustik gitardır.)

 

Çiçek çocukları güzel insanlardı. Olağanüstü doğal giyim tarzları ve pasifist tepkileriyle bir döneme imza attılar. Tepkiselliklerine tutarlı bir politik yaklaşım katmadıkları için Woodstock konserleriyle hippyliğin cenazesi kaldırılmış oldu. Artık, uyuşturucuya tapınan “savaşma seviş” deyimini terminolojilere sokan bu sevimli kitle sahneden çekilmişti. İngiltere’de Beatles’tan kendini sıyıran John Lennon, sol söylemlerle aydın kesimin ilgisini çekmekteydi. Din, cinsellik ve TV ile uyutulan, kendisini akıllı, sınıfsız ve özgür sanan insanlara bir hiç olduklarını hatırlatmaktaydı Lennon. Yaşamın onurlu gerçekliğini “İşçi sınıfı kahramanı” olmakta görüyordu. Lennon bir başlama noktasıydı ve …başkaldırı başladı!

 

Golden Era of Rock (Rock’ın Altın Çağı) 70’li yıllardır. Lirini bir köşeye bırakıp gitara sarılan müzik tanrısı, henüz synthesizer ile tanışmamıştır. 68 kuşağı, artık eski çiçek çocukları kadar iyimser ve pembe düşler içinde değildir. Soğuk savaş rüzgarlarının estiği, Çekoslovakya işgalinin yankılarının sürdüğü 70’li yıllar, radikal ve sert politik olaylara sahne olur. Gençlik bu sert, acımasız yaşantıdan nasibini alır ve başkaldırının ruhu canlandırılır. Kapitalizmin yoz değer yargılarına ve burjuvazinin yerleşik düzenine karşı kitlesel bir çıkış yaşanır. Müzik artık daha bir elektrikleşmiş, ritmlerde sertlik başlamıştır. Pink Floyd bu ortamda bayraklaşan grup olur. Pink Floyd’un yanısıra, teatral rock’ı şovları ve görsel efektleriyle birleştiren Genesis, senfonik rock’ın öncüleri Moody Blues, Jethro Tull ve Yes, hard rock’ta Deep Purple, Who, Led Zeppelin ve Uriah Heep dönemin gözde gruplarıdır. Bu arada daha entelektüel bir dinleyici kitlesine sahip olan Byrds ve Renaissance da başkaldırının ateşleyicileri arasındadırlar.

 

60’ların simgelerinden Bob Dylan rock çizgisine kaymış ve hala çok popülerdir. Bu arada Kanada’lı ozan-şarkıcı Leonard Cohen ve Amerikalı protest şarkıcı Joan Baez giderek daha çok sevilmektedirler.

 

70’ler rock müziğin anti-tezinin de doğuşuna sahne olur. The Clash ve Sex Pistols’ın öncülüğünde anti-rock bir akım olan Punk filizlenmeye başlar. (Nitekim 70’lerin ikinci yarısında rock’ın isyankar misyonunu punk taşıyacaktır.) Bu arada Amerikalı garaj grupları ve New Wave akımı da ilk ürünlerini vermeye başlar.

 

Rock elbette 60’ların pasifist pembe görüşlerinden daha radikal bir tepki olarak çıkmıştır. Bir başkaldırının, yaşamı ve toplumsal baskıları, yerleşik düzenin yoz değerlerini sorgulamanın müziği olmuştur. Ama bütün bunlara dayanarak bir yaşam felsefesi olduğu çıkarımını yapamayız. Rock siyasal bir düşünce ya da teori değildir. Tepkiseldir ancak ciddi ve kalıcı çözümler üretme kaygısı taşımaz. Doğal olarak toplumsal değişimlere ayak uydurmuş ve kendi bünyesinde değişimler yaşamaya başlamıştır.

 

80’li yıllar daha az kitap okunan, şiirlerin rafa kaldırıldığı yıllardır. ABD’de Cumhuriyetçi Parti’nin muhafazakar kadroları demokratların yerine geçer. İngiltere’de demir cadı Thatcher iktidarı ele geçirir. Kapitalizmin tüm dünyayı sarmalamasıyla birlikte kitle iletişim araçları rock müziğe eskisi kadar yüz vermemeye başlar. Bu ortamda kılık değiştirmiş, kişilik erozyonuna uğramış, yeni bir rock müzik piyasaya çıkar. Köken olarak hard rock’a dayansa da hard rock’ın taşıdığı lirizmden çok uzak yeni bir tür olan metal müzik hortlatılır. Milliyetçi İngiliz grubu Iron Maiden, neo-faşist KISS (SS ayrı yazılmalı) ve ırkçı söylemin yeni ağzı WASP (White Anglo Saxon Protestans) popülerdir. Rock müziğin eski tarzının en popüler grubu ise yine bir sağcı gruptur: Queen.

 

80’ler müzik endüstrisinin de canavarlaştığı yıllardır. Yüreğimizin parçası saydığımız LP ‘ler, yerini yavaş yavaş CD denilen garip UFO’lara bırakır. Müzik elektronikleşmiş, synthesizer, prophet ve bilgisayar kullanımıyla artık DJ’ler bile müzisyenliğe soyunmuştur. TV izlemek, çılgınlık derecesine ulaşmış, müzik artık video-clip’lerle anılmaya başlamıştır. Ve müzik tanrısı klavye kullanmaya başlamış, gitarını çatı katında örümcek ağlarının arasına terketmiştir.

 

Çiçek çocuklarının doğallığı, rock ruhunun bilinçli tepkiselliği yok olmaya yüz tutmuş durumdayken, ürkünç görüntüleri, metal aksesuarları ve kara giysileriyle sokaklarda dolaşan gruplar türer. Alt kültür insanı olmaları dışında, eski gençlik grupları ile (hippyler, hobolar, modlar, punklar…vs.) en ufak bir benzerlikleri yoktur. Kitap okumayı anlamsız bulurlar, çok gerekirse Stephen King romanları ya da korku dergileri okurlar. Anarşist olduklarını sanacak kadar anarşizm ve felsefeden habersizdirler.

 

 

Medyanın uzağında başkaldırının sesi derinden derine sürmektedir aslında. Hard rock’ın sosyalist grubu Rush, IRA’nın açık destekçisi U2, Amerikan rock’ının yeni sol sesi Talking Heads, nitelikli ürünler ortaya koyarlar. İşsizlerden kurulu UB40, Bob Marley’in mirası üzerine popüler bir reggae sound’u yakalar.

 

Bu arada değinmediğimiz türler de vardır. Metal’e aptalca bir tavırla çıkan Acid, güzel vücutlu kızların tingildek müziği House, 70’lerde Georgio Moroder’in hortlattığı, Bee Gees’in popülerleştirdiği, düzeysizliğin ritmi Disco gibi türler gelip geçer müzik piyasasından…

 

Üstünde durulmaya değer iki tür görebiliyoruz. Birincisi daha önce kısaca değindiğimiz Punk akımı. Orjinal tipleri ve boyalı saçlarıyla punklar toplumun insani değerlere duyarsızlığını dile getirirler. Amatörlerin müziği diye adlandırılır punk. Oysa elektronik müziğe tapınıldığı sıralarda onurlu bir tavır olarak ortaya çıkıp alternatif bir kültür sunarlar. Komünal yaşantı ve uçuk tiplemeler geçitidir punk. Patti Smith ve Sex Pistols ile ivme kazanır. The Clash hala dinlenmektedir.

 

İkinci tür ise çağa ayak uydurmuş ve klavye kullanımının öne çıktığı new wave’dir. Depeche Mode, Eurythmics ve Human Leauge bu yeni dalgayı ayakta tutar. Aydın kitle için 80’lerin tek sürükleyici grubu vardır: Dire Straits. Knopfler biraderlerin birşeyler anlatma derdi, grubun müzikalitesi ile birleşmiş ve dönemin en güzel albümleri ortaya çıkmıştır.

 

80’lerin sonunda, böğüren vokalistlerin gürültüsü metale siyah bir alternatif çıkar: Rap. Ritm&Blues, Soul dönemlerinden sonra ilk zenci hegemonyasına neden olur rap. Varoşlardan gelen işsiz güçsüz zencilerin birbiri ardına inanılmaz bir hızla sıraladığı kelimelerin, plak kaydırma ve tek düze ritmle müzikleştirilme çabasıdır. Başkaldırı ruhunu sürdürmektedir ancak bu protest tavrı müzikal çöplük haline getirmeyi başarırlar.

 

90’larda tam bir müzik curcunası izliyoruz. Rap, hip hop ve metalin can çekişmesi, pop müziğin video klip erotizmiyle pazarlanışı, rock müzikte eskiyi arayış ve new wave‘de tekrarlar. Kirlenmeden kalan tek tür ise new age olur. Enstrümantal yapısını çağın dışında bir lirizmle oluşturan new age hiç bir zaman geniş kitlelerin müziği olmaz. Ama Andreas Vollendwider, Vangelis, Kitaro, Tangerine Dream, George Winston, Yanni, Enya…gibi bestecileriyle her daim dinlenebilirliğini korur.

 

90’lı yıllar her şeyin ambalajlar içinde sunulduğu bir dönemdi. Şiir ve genelinde yazın önemsenmemeye başlandı, tüm sanat dalları popülerliğe verilen tavizlerle yaralandı. Yaşanan her şey biraz plastik, biraz teknolojik. Bu ortamda techno adı verilen yeni bir ucube boy verdi. Teknoloji ve eğlence nevrozuna yakalanan 90’ların gençliği bu yeni türe sarıldı. Bu dönemde az da olsa ilaç mahiyetinde grup ve sanatçılara rastlıyoruz: Radiohead, Massive Attack, Dream Theater, Nick Cave…

 

2000’li yıllar yeni bir başkaldırının müjdecisi olacağa benzer. Gençlik yeni bir doğallık furyasına tutulmak üzere. Okumak yeniden önemsenmeye başlandı. Akustik gitarın hikmeti anlaşılmakta ve eski özlediğimiz rock, yeni kılığıyla dönüyor.

 

 

80 ler demişken QUEEN tanıtmamak olmaz tabi :D

 

1979 ‘da yayınlanan Crazy Little Thing Called Love sıngle’ı Queen için rock n roll müziğe nostaljik bir dönüşten fazlasını ifade ediyordu.Bir sonraki yıl çıkacak olan The Game albümünde de 1950’lerin rock n roll klasiklerini hatırlatan bir çok parçanın yer alması, disko müzik ile egemenliğini kazanan kolay tüketilebilir pop şarkıların öne çıktığı bir dönemde son bir karşı duruşu sembolize etmekteydi.Albümde yer alan ve grubun Amerika listelerinde bir numara olma ve o güne kadar toplamda en çok satılan sıngle olma özelliğini taşıyan Deacon imzalı Another One Bites The Dust kırkbeşliği bu anlamda Queen için bir dönüm noktası.

 

Brian May’ın sanki grubun içine düşeceği sıkıntıyı görürcesine bu funk disco karışımı parçayı çalmayı başta kabul etmediği bilinmekte.Grup bu parça ile ağırlığı olan özenle işlenmiş Queen parçalarından başka bir türe kayarsa da başarılı olacağı yönünde bir eğilime kayıyor.Bir sonraki albüm Hot Space’in grup üyelerince de açıkça kabul edilen başarısızlığı ise büyük bir yanılgı içine düştüklerini göstermekte.Bir sonraki albümleri The Works’tan çıkan ilk single olan Radio Ga Ga ise disko müzikten sonra bu kez syntshezier ağırlığının grubun müziğini içine girdiğini ortaya koyuyor.Another One Bites The Dust sonrası bu single’nın tam 19 farklı ülkede bir numara olması da şaşırtıcı mı?

 

Birçok başarıyı yakalamış her albümü belli satış rakamlarına ulaşmayı garantileyen Queen’in 80’lerin başında yaşadığı müzikal kimlik çatışması 80’lerin müzik piyasası ve günümüz pop-rock müzik yapısı incelendiğinde oldukça masumane gözükmekte.Grup sözü geçen bu dönemde iki yılda bir değil de belki birçok grup gibi daha büyük aralıklarla albümlerini yayınlasa belki hiçbir şekilde eleştiriye muhatap olmayacaktı.Under Pressure, It’s A Hard Life, Life Is Real, Man On The Prowl, Hammer To Fall, Is This The World We Created,Tear It Up,Las Palabras De Amor.Hot Space ve The Works albümlerinde yer alan, seksenlerin pop ağırlığından uzak klasikleşmiş Queen parçaları o dönemde aynı albümde yer alsalardı sanırız bu on yıllık dönemin an iyi albümlerinden biri seçilirdi.Yine aynı şekilde 1970’lerde belirginleşen grubun mükemmel canlı konser olgusu seksenlerle beraber dört dörtlük bir sahne şovunu da müjdeleyecekti.Grubun ilk dönem albümlerinde yer alan klasiklerini dinlemeye gelen insanlar değildi konserlerde stadyumları hınca hınç dolduranlar sadece.Grubun klasik olmuş parçalarının yanı sıra stüdyo çıkışlı ve pop ağırlı eleştirisine maruz kalan parçalarını da ( I Want To Break Free, A Kind Of Magic gibi ) konserlerinde başarılı ile yorumlamaları zirvede kalmayı niçin hak ettiklerini çok iyi açıklamakta.Birçok grup ve müzisyen pop müziğin ağırlığında hem kendilerini tekrar edip hem de oldukça uzun aralıklarla albüm yayınlarken ( ki bu albümlerde birçok eski şarkı yeniden yorumlanmıştır) Queen yepyeni şarkılarla bu dönemin müzik yapısı ile zor da olsa uyum göstermeyi başarabilmiş ve konser performanslarıyla Paul McCartney’in deyimi ile bir müzik okulu işlevini de beraber yürütmüştür. Rock müzik tarihinde bugün bile unutulmayan görüntüler Queen’in bu dönemdeki canlı performanslarında yer almakta.1976 yılında Hyde Park ile başlayan, Rock In Rio, Wembley ve Budapeşte konserleri ile tamamlanan bir halka.

 

Ulusal ve uluslararası piyasada son dönemlerde artan rock müziğin yeniden yükselişi yorumları yanıbaşımızda.Ne yazık ki bu yorumlara referans oluşturan grupların albümlerini yayınladıktan sonra uzun süre sessizliğe büründükleri rahatlıkla gözlenmekte.Açıkçası rock müziği kitlelere sevdirmekten çok daha farklı ticari kaygılarla hareket edilmekte.Başarılı olduktan sonra hemen yeni bir albüm çıkarıp, kendilerini geliştirmek yerine insanları rock müziğe boğmaktan korkan düşüncenin sahipleri; seksenlerin asıl misyonerleri onlar galiba.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Deep purple biyografisini ilk başta buraya koymayı düşündüm fakat, heryerde istenildiği zaman bulunabilecek bir biyorgrafı bu, bilinmelidir ki Deep purple gibi efsanevi bir müzik grubunun müzik tarihinin anlatımı değil bir kaç sayfaya ciltlere sığmamaktadır..

bu paylaşacağım alıntı ise metal müziğinin geçmişini iyi bir dille anlatmış..

metal müzik Tarihi

Heavy Metal ne zaman başladı? Buna yanıt vermek oldukça zor. Bu konuda isim yapmış Rock yazarlarının çoğu ilk Heavy Metal eserleri olarak Kinks grubunun "You Really Got Me" ve Who'nun "My Generation" şarkılarını gösterirler. 1964'e denk düşen bu parçaları Modern Heavy Metal parçaları ile karşılaştırıldığında aralarında çok büyük fark olduğu görülmektedir. Müzik yaşantısını hala sürdüren Alice Cooper (Gerçek adıyla Vincent Fournier), lise yıllarında kurduğu grubu The Spiders ile ilk gerçek Heavy Metal sanatçısı ünvanını tartışmasız bir şekilde alır. Gerçi Cooper'ın da günümüzdeki anlamıyla Metal yapmaya başlaması 1971 tarihli klasiği "Love It To Death" ile olur.

 

1966 yılı ile birlikte sözsel ve enstrümental sertliğini yavaş yavaş artıran Rock, kökleri olan Rock n'Roll ve Blues'dan biraz daha uç noktalara kaymış ve "Hard Rock" tabiri ilk defa kullanılmaya başlanmıştır. 1965 - 1970 yılları arasında müziklerine Hard Rock denilebilecek gruplar da doğmaya başlamıştır. Golden Earring, Cream, Jimi Hendrix Experience, Led Zeppelin, Vanilla Fudge, Iron Butterfly, Steppenwolf, Blue Cheer, MC5, Deep Purple, Grand Funk Railroad, Free, Uriah Heep, Mountain, Humble Pie, Bloodrock, Black Widow, Cactus ve Black Sabbath bu türün öncüleri arasındadır. Heavy Metal terimi ise ilk kez Steppenwolf'un ünlü parçası "Born To Be Wild"da, motosiklet gürültüsünü tanımlayan "heavy metal thunder" tamlamasında kullanılmıştır.

 

Cream ve Jimi Hendrix Experience, Heavy Metal'e ticari anlamda hayat veren ilk gruplardır. "Sunshine Of Your Love" ve "White Room"daki sert Eric Clapton gitarları ile Cream, yıllar sonra kurulacak metal gruplarını derinden etkilemiştir. Bir diğer efsanevi grup ise Heavy Metal'in en büyük efsanesi Jimi Hendrix'in taşkın gitarını temel alan Jimi Hendrix Experience'dır. "İnsanlar salamura gibi üstüste yığılmışlardı. Onları harekete geçirmek için gürültülü müzik yapmaya karar verdim" diyen Hendrix bir bakıma Heavy Metal'in de temel mesajını vermektedir. Iron Butterfly da 19 dakikalık unutulmaz klasiği "Inna Gadda da Vida" ile daha sonraları bu tarz müziğin önemli unsurları olacak davul ve gitar sololarına ilk örnekleri vermiştir.

 

ABD'de Bad Company ve UFO gibi gruplar patlama öncesi Heavy Metal'in temelini oluştururlarken, asıl patlamayı gerçekleştirecek gruplar İngiltere'de kurulma aşamasındadır. Deep Purple klasik müziğe de yakın tarzda ilk albümlerini yayınlarken, daha depresif söylemiyle Led Zeppelin Hard Rock ile Heavy Metal arasındaki ince çizgide durmaktadır. Ama bir grup vardır ki patlamanın tek başına ateşleyicisi olacaktır: Black Sabbath. 70'lerin başında Hard Rock / Heavy Metal tarzı müziğin kralları sayabileceğimiz bu üç İngiliz grubuna kısaca değinmekte fayda var.

 

Deep Purple, Rock dünyasında o ana kadar görülmemiş kompozisyonlar ve cesaret isteyen enstrümental teknikler getirmiştir. Bunda iyi bir klasik müzik dinleyicisi olan Jon Lord ile gerçek bir gitar ustası olan Ritchie Blackmore'un payı büyüktür; tabii bir de muhteşem sesiyle Ian Gillan'ın. Progressive Rock örnekleri sayabileceğimiz ilk üç albümünün ardından bir de Londra Senfoni Orkestrası ile klasik müzik konseri veren ve bunu albüme döken grup, biraz da Blackmore ve gruba yeni giren Gillan'ın baskıları ile daha sert müziğe döner ve muhteşem "In Rock" 1970'te yayınlanır. Bunu izleyen "Fireball" ve "Machine Head" gruba Hard Rock krallığını getirecektir. "In Rock"tan muhteşem "Child In Time" ve "Machine Head"den unutulmaz "Smoke On The Water" gruba tartışılmaz bir konum kazandırmıştır. "Fireball", "Highway Star" ve daha sonraki eserlerinden "Burn" gibi enerjik parçaların yanında "Lazy", "Mistreated" gibi depresif parçalar ile adlarını Rock tarihine yazdırmışlardır.

 

Led Zeppelin'in müziği Purple'ınki ile karşılaştırıldığında biraz daha serttir. Onda klasik müzik havası veren tuşlu çalgılar ve teknik isteyen ama sonu belli bir tarzdaki gitar soloları yoktur. Zeppelin'in gitar soloları daha uçuktur ve beklenmedik yönlere gider. Davul daha vurucudur, asla arka planda kalmaz. Sözler daha sert ve daha tabu konularla ilgilidir. Önceleri, Eric Clapton ve Jeff Beck gibi efsanevi gitaristler çıkaran Yardbirds'de çalan Jimmy Page ve solist Robert Plant'in önderliğinde oluşturdukları tarz ile Heavy Metal'e satanik damgası vurulmasına yol açacak ilk gruptur Led Zeppelin. Sonrasında grubun başarı için ruhlarını şeytana sattığı, bir çok şarkı sözlerinde gizli gizli şeytanı ve satanizmi öven sözler olduğu söylenecektir. Biraz da bunun ve isimsiz ilk dört albümün yarattığı gizemle grup hatırı sayılır bir kitleyi kendine bağlamıştır.

 

Reggae'den folka bir çok değişik müzik tarzını Heavy Rock potasında erittikleri müzikleriyle adlarının yanına "Tüm zamanların en çok bilinen Heavy Metal grubu" ünvanını da ekleyeceklerdir. Bunda hala bile ABD radyolarında en çok istek alan parça olan "Stairway To Heaven"ın da etkisi büyüktür. Bunun yanında "Whole Lotta Love", "Black Dog", "Dazed And Confused", "D'yer Mak'er" gibi klasiklerini de unutmamak gerekir. Daha geç dönem eserleri arasında da "Kashmir", "Achille's Last Stand" gibi uzun ve sağlam bestelerini saymak gerekir.

 

Grubun "rock till you drop" tarzı konserleri ise saatler süren ayinlere dönmektedir. Enerji ve adrenalin üst düzeydedir; bir de konser alanının üstünü kaplayan marihuana dumanı. Sonradan bir çok metal konserinde görmeye alışacağımız uzun gitar ve davul soloları ilk defa Zeppelin tarafından gerçekleştirilmiştir. John Bonham'ın kendini kaptırdığı konserlerde 1 saate varan davul soloları attığı anlatılır efsanelerde! Ve Black Sabbath. 30 yıl sonra dönüp bakıldığında ve günümüz şartlarına göre değerlendirildiğinde Deep Purple ve Led Zeppelin'e ancak Hard Rock grubu denilebilecekken, Black Sabbath tartışılmaz bir şekilde Heavy Metal'dir. Bu yüzden grubun Heavy Metal tarihindeki yeri eşsizdir. Yoğun, karanlık, uğursuzluk kokan müzikleri ve adeta çatırdayan gitarları ile yepyeni bir tarz getirirler Rock müziğe. Gitarist Tony Iommi ve grup arkadaşları Ozzy Osbourne, Geezer Butler ve Bill Ward, iki klasik albüm "Paranoid" ve "Master Of Reality" ile bunlarda yer alan klasikler "N.I.B.", "Paranoid" ve "Children of the Grave" ile Heavy Metal'e yön çizerler. Metallica ve Nirvana gibi yıllar sonra kurulacak gruplar müzikal yönelimlerini, üyelerinin gençliklerinde dinledikleri Black Sabbath klasiklerinden alacaklardır. Ciddi bir şekilde bakıldığında Black Sabbath öyle bir gruptur ki saf Heavy Metal'in, yetmişlerin sonunda patlayacak Punk/Metal tarzının, seksenlerin sonu doksanların başında Seattle'da patlayacak Grunge'ın, Kuzey Avrupa ülkelerinde çıkış bulacak satanik söylemli Black Metal'in temelinde durmaktadır.

 

Yetmişlerin ortalarında, yedi yeni grup sahneye çıkar ve farklı yönlere doğru giderek bir Heavy Metal yelpazesi oluşumuna katkıda bulunurlar. Judas Priest, bu tarz müzikte çift solo gitarist kullanan ilk grup olur. Aerosmith blues'a geri dönüş ile birlikte seks ve uyuşturucuyu da getirir. Thin Lizzy coşturucu ve eğlendirici bir tarzın öncüsüdür. "Bohemian Rhapsody" gibi bir şaheserin yaratıcısı Queen ise daha seçkinci ve adına uygun bir şekilde daha asildir. Kiss, Alice Cooper'ın makyajını ve sahnesini biraz daha ileriye götürerek Glam Rock'ın temellerini atar. Blue Oyster Cult ise 60'ların basit söz ve ritmlerini Heavy Metal'e katan gruptur. AC/DC'nin getirdiği ise Heavy Metal'in temel taşlarından olacak saldırganlıktır.

 

Bu yıllarda ortaya çıkmış olan bir çok grup, birer Heavy Metal devi olarak yerlerini sağlama alırken, Metal dışı olarak sınıflandırabileceğimiz bazı Rock grupları da bu tarzdan etkilenerek müziklerine Heavy unsurları da katmışlardır. Bunların en önde gelenleri olarak Physicodelic Rock tarzının öncüsü Pink Floyd'du, yine Progressive Rock grupları Genesis, Jethro Tull, Yes ve King Crimson'ı sayabiliriz. Hatta Jethro Tull, 80'lerde oldukça sert parçalar da yaparak Grammy ödülleri kapsamında 1989'da ilk kez verilen Heavy Metal Grubu ödülünü de kazanacaktır. Rush ve Marillion gibi daha geç dönem Progressive grupları da Heavy Metal öğelerini sıkça kullanmışlardır. Ne yazık ki yetmişlerin sonlarıyla birlikte Klasik Heavy Metal yıllarının da sonu gelmiştir. Aerosmith, Thin Lizzy ve Black Sabbath, üyelerinin uyuşturucu sorunlarına yenik düşmüştür. Kiss, işi ticarete dökerek ruhunu kaybetmiştir. Deep Purple eleman değişiklikleriyle kendi kendini bitirirken, baterist John Bonham'ın ölümü Led Zeppelin efsanesinin de sonu olmuştur. Judas Priest ve Queen, tarihlerinin en sönük eserlerini vermişlerdir. Metal ölüm döşeğindedir. Yine de çok az sayıda grup bayrağı taşımaya devam ederler. Okul çocuğu giyimli Angus Young'un değişik gitar tarzı ve Bon Scott'ın cehennemi çığlıkları AC/DC'yi Metal'in yeni lideri konumuna getirmiştir. Bununla birlikte ilk gitar kahramanlarından Ted Nugent'in adı sıkça duyulmaya başlanmıştır. Deep Purple'dan ayrılan Ritchie Blackmore da daha özgür ve sert takıldığı yeni grubu Rainbow'da tüm zamanların en iyi Metal solistlerinden Ronnie James Dio ile çalışma şansı yakaladığı iki albüm ile efsaneleşmiştir: "Rainbow Rising" ve "Long Live Rock n'Roll". Bu iki albüm aynı zamanda Heavy Metal dünyasının, konusunu mitolojiden alan eski efsaneler ile ilk tanışması olur. Dio, daha sonra kurduğu kendi grubunda bu epik tarza çok fazla yer verecek, 80'lerin sonuyla hayat bulacak olan Power Metal de, Dio'nun destanlardan, kutsal savaşlardan, şövalye ve kahramanlardan bahseden bu tarzını temel alacaktır.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

teşekkür ederim Depressive ((:

 

söz yine Deep purple a geliyor, güzel bir videolarını koymak istedim..

Deep Purple - Sometimes I feel like screaming

 

 

bu biraz daha eskilerden, fakat oldukça güzel..

 

Deep Purple - Ritchie Blackmore Guitar Solo (Live)

 

 

Steve Morse a taktım, yine ondan güzel bir video koymak istedim,

 

 

 

bu arada Steve Morse koymuşken buraya aklıma Jimi Hendrix geldi, onun hakkında da bilgileri en kısa zamanda buraya koyacağım

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

teşekkür ediyoruz mistik :D

--------------------

Progressive rock tarihinden bahsedelim simdide..

 

Progressive Rock müzikteki en gizemli türlerden biridir. Anlayanı azdır. Doğal olarak da az sevilir. Ancak sevenleri de bir ömür boyu vazgeçemez ondan. Öyleyse nedir bu PR (Progressive Rock)? PR birçok farklı müzik türünün harmanlanıp bir araya gelmesinden ortaya çıkmıştır. Rockla birlikte caz, folk ve klasik müziğin karışımıyla ortaya çıkmıştır. Bir diğer karakteristik özellik de deneyselliktir. Bir grup yada sanatçı bir konuyu, bir kişiliği veya bir olayı ele alıp onu kendi müziği doğrultusunda dinleyenlerine sunar. Bunun sonucunda da her grubun yaptığı müzik kendi ismiyle anılıp, diğerlerinden farklı bir konumda olur. Yani müziği dinlediğinizde "bu X grubun soundu" diyebilirsiniz.

 

PROGRESSIVE ROCK'IN KÖKLERİ

PR'ın tohumlarının ilk olarak efsanevi grup BEATLES tarafından atıldığı öngörülüyor. Grubun 1967 tarihli "Sgt. Pepper's Lonely Hearts Club Band" albümü herşeyin başlangıcı kabul ediliyor ve sayısız grubu etkileyip onların bu müzik türünde büyük başarılar elde etmesinin başlıca sebebi sayılıyor.

 

Bununla birlikte klasik PR konusunda en büyük öncülüğü yapan grup MOODY BLUES'dur. Grubun 1967 tarihli "Days Of Future Passed" albümü ilk senfonik rock ve konsept albümüdür. Yaşamdaki bir günü anlatır. Şafakta başlar ve geceyi anlatan ünlü parçaları Night

In White Satin ile sona erer. Moody Blues'un 1967 ve 1973 tarihleri arasında ürettiği 7 albüm de tam bir PR şölenidir. Bu da PR'ın temelini 2 önemli grup BEATLES ve MOODY BLUES'un attığını gösteriyor.

 

KLASİK PROGESSIVE ROCK'IN DOĞUŞU

60'lı yılların sonunda oldukça yeni ve fazla anlaşılmayan bir müzik türü olan PR ile özdeşmiş bir grup da KING CRIMSON'dı. Grubun ilk albümleri 1969 tarihli "IN THE COURT OF THE CRIMSON KING" senfoni, caz, R&B ve hard rock türlerinin bir karışımı olarak dinleyenleri hayrete düşüren bir şekilde ortaya çıktı. Grup 1974 yılına kadar çıkardığı yedi uçuk albümle dinleyenlerini oldukça nevrotik ve karamsar, zaman zaman duygusal bir boşlukta bırakmıştı.

 

PR arenasında bir başka çok önemli grup da PINK FLOYD'tu. Özellikle Roger Waters'ın yazdığı inanılmaz üst düzey liriklerle ve deneysel müziklerle PINK FLOYD bu türde tam bir devrim yaratmıştı. 1971 tarihli " Meddle " albümleri bir yüzüyle hoş,dugusal caz ezgileriyle

insanı rahatlatırken, diğer tarafı (23 dakikalık tek bir parça) Echoes ile "Ne oluyor burada dedirten?" bir ziyafet sunuyordu hayranlarına. Billboard listelerinden bir türlü inmek bilmeyen grubun efsanevi albümü "The Dark Side of The Moon", Syd Barret'a adanan David

Gilmour'un hüzünlü gitar sololarıyla bezeli emsalsiz "Wish You Were Here" ve karanlık, içine kapanık ama asla hakkı tam olarak verilmemiş "Animals ile Pink Floyd 1971-77 tarihleri arasında PR türünün eşsiz örneklerini vermişti.

 

Dönemin bir diğer süper grubu da bünyesinde Rick Wakeman, Steve Howe ve Jon Anderson gibi müzik dehalarını barındıran YES'ti. Grubun başyapıtı kabul edilen 1972 tarihli "Close To The Edge" albümü senfonik, karmaşık,tinsel, dokunaklı ve Chris Squire'ın sert ama ritmik bas gitar tınılarıyla dolu gerçekten eşi bulunmaz bir albümdü. Grubun, diğer "Fraglie(1971)",

"Tales From Topograghic Oceans(1973), "Relayer(1974)" ve "Going For The One(1977)" gibi albümleri PR tutkunları için her zaman demirbaş listesindeydi.

 

PR tarihinin en karmaşık, anlaşılması zor gruplarından biri de GENESIS'ti. Aynı grubun 80'lerde yaptığı "Invisible Touch" gibi art-pop albümler PR tutkunlarına elem ve keder verse de benim bahsettiğim GENESIS 1970-74 arası solistleri Peter Gabriel liderliğindeki gruptur.

"Tresspas(1970)"," Nursery Crime(1971)", Foxtrot(1972)", "Selling England By Pound(1973)" ve "The Lamb Lies Down Broadway(1974) gibi albümler senfonik, üzerinde çok uğraşılmış ve insanı uçuran lirikleriyle tam bir başyapıttılar.

 

PR serisinin en teknik ve aynı zamanda en abartılı grubu Emerson,Lake and Palmer'dı. Nice grubundan gelen Keith Emerson King Crimson'dan gelen Grek Lake ve Atomic Rooster'dan gelen Carl Palmer'ın oluşturduğu ELP oldukça cesur, yaratıcı, gösterişli ve agresif taraflarıyla dönemin en çok ses getiren gruplarındandı."Tarkus(1971)", "Pictures At Exhibition(1971)", "Trilogy(1972)" ve başyapıtları "Brain Salad Surgery(1973)" albümleriyle tanınmışlardı.

 

Zaman zaman PR kulvarlarına giren ünlü İngiliz grup Uriah Heep'ide unutmamak gerekiyor. Ken Hensley'in liderliğindeki grup "Salisbury(1971)", "Magician's Birthday(1972)" ve "Demons and Wizards(1972)" gibi hepsi gerçek bir PR örneği olan çok kaliteli

albümler üretmişti.

 

Alan Parsons Project de yaptığı konsept albümlerle PR'ın hakkını veren gruplarındandı. Ayrıca Van Der Graaf Generator, Gentle Giant ve Renaissance gibi ülkemizde pek tanınmayan gruplar da dönemin oldukça ses getiren topluluklarıydı. Ayrıca Macar grup Omega ve Almanların dev grubu Eloy da 70'li yıllarda PR alanında iz bırakan birçok albüm üretmişlerdi.

 

Benim bu dönemden bahsedeceğim son grup gerçekten çok sevdiğim ancak rock dünyasında bir türlü hak ettiği başarıyı yakalayamamış İngiliz grup Camel olacaktır. 1972 yılında Surrey

İngiltere'de Andy Latimer, Peter Bardens, Doug Ferguson ve Andy Ward tarafından kurulan Camel aradan geçen 30 yıla rağmen kalan tek orjinal üye gitarist Andy Latimer sayesinde yoluna devam ediyor. "Snow Goose(1975)", Moonmadness(1976)", Rain Dances(1977)"

ve "Stationary Traveller(1984)" gibi PR tarihinin en başarılı albümlerini üretmiş olan Camel Andy Latimer'ın insanı başka alemlere götüren naif flüt ve gitar ezgileriyle, Andy Ward'un başarılı davul tekniği ve geçtiğimiz Aralık ayında yaşama veda eden Peter Bardens'ın kendine

has klavye çalışı ile gerçekten bu alanın en başarılı gruplarından biriydi.

 

70'Lİ YILLARIN PROGRESSIVE HARD ROCK GRUPLARI

Bu kategoride 3 önemli grup göze çarpıyor. QUEEN, RUSH ve KANSAS. Bu üç grupta klavyeden ziyade klasik heavy metal sınırlarını zorlayan gitar soundlarıyla ve sıkı, özenilmiş düzenlemeleriyle türün gözdeleriydiler. Ancak kayda değer bir olgu da, bu grupların birkaç

başarılı radyo hitleri dışında PR tutkunları tarafından fazla dikkate alınmamalarıydı. Bu da anılan grupların az fakat kendilerine aşırı bağlı fanatik hayran kitlelerine sahip olmasına neden oldu.

 

Odukça fenomen olan QUEEN opera, metal,klasik ve görsel öğeleri fazla kullanan ve bu karışımlardan oluşan farklı müziği ile kendine bağlı bir hayran kitlesi oluşturmuştu. Freddie Mercury ve Brian May'in liderliğindeki grup, anlaşılması zor "QueenII(1973), farklı ancak sanatsal"Sheer Heart Attack(1974)", gösterişli, ses getiren "A Night At The Opera(1975)", oldukça sert "A Day At The Races (1976)" ve daha az progressive"News Of The World(1977)" gibi albümleriyle rock tarihinin unutulmazları arasındaki yerini alıyordu.

 

Kanada'nın bir numaralı grubu Rush ise oldukça sert, Alex Lifeson'ın gitarına ve baterist Neil Peart'ın uçuk şarkı sözlerine dayalı müzikleriyle bu alanda önemli bir yer tutuyordu. Grup "2112(1976)" ve "Hemispheres(1978)" gibi enstrümanların hakkının verildiği "Permanent Waves(1980)" ve "Moving Pictures(1981)" gibi daha dingin ve dengeli albümleri ile dikkat çekiyorlardı.

 

PR alanında pek fazla önemli grup çıkarmayan Amerika'nın başarılı temsilcisi Kansas gitarist Kerry Livgren liderliğinde önemli başarılara imza atmıştı. Zaman zaman çok sert, zaman

zaman da klasiğe yakın daha dingin, naif parçalarıyla Kansas bu alanın hatırı sayılır gruplarındandı. "Leftoverture(1974)" ve "Point Of Known Return(1977)" grubun en seçkin albümlerindendi.

 

GÜNÜMÜZDE PROGRESSIVE ROCK......HALA VAR MI?

Evet. Bazı başarılı rock grupları eskileri gibi olmasalar da hala bu müzik türünü günümüzde de sürdürmeye çalışıyorlar. 80'li yılların ortalarında kurulan İngiliz grup Marillion hem Fish ile birlikte hem de Fish'ten sonra yaptıkları kaliteli müzik ile 70'li yıllar sonrası bu alanda bayrağı taşıyan önemli bir gruptu. "Fugazi(1984)", "Misplaced Chidhood(1985)" ve "Brave(1994) gibi albümler grubun oldukça önemli yapıtları arasındaydı.

 

Her biri kendi enstrümanında tam bir uzman olan DREAM THEATHER'da progressive metal tarzı parçalarıyla türü devam ettirmeye çalışan gruplardan. Grubun 1999 tarihli "Metropolis Part2: Scenes From A Memory" albümü oldukça dikkat çekici.

 

Bu alanda bahsedeceğim son iki grup TOOL ve RADIOHEAD. Her iki grup da alternatif rock tarzı görüntüleriyle daha çok modern PR grupları olarak adlandırılabilirler. TOOL'un oldukça karanlık, düşündüren metal albümleri "Aenima(1996)" ve Lateralus(2001)" ile daha gözde bir grup olan RADIOHEAD'in "Ok Computer(1997) ve Kid A(2000)" gibi oldukça nevrotik, insanı bozan albümleri günümüzdeki PR müziğinin en etkili örnekleri sayılabilir.

 

Umarım verdiğim bu bilgiler bu türün tutkunlarına ve PR ile tanışmak isteyen diğer dinleyenlere biraz yardımcı olmuştur. Hangi dönem daha iyi diye soracak olursanız, benim gibi bu konuda tutucu olan biri olarak 70'li yıllardan şaşmayın derim.

--------------------

The beatles demeden gecemeyecegim

Aslında hepimiz ömrümüzde mutlaka en az 3 kez :D duymuşuzdur şarkılarını. Liselerde ögretilen temel şarkılardan birisi "hey jude".. İşte simdi bu grubu tanıtalım cıkısından dagılımına kadar..

 

The Beatles, İngiltere'nin Liverpool kentinde kurulmuş bir müzik grubuydu. The Beatles hem sanatsal hem de ticari başarılarıyla tarihte büyük bir üne kavuşmuştur. Modadan müziğe kadar geniş yelpazede bügünkü gelişime payları büyüktür. Grup, birçok satış rekorları kırıp elliden fazla şarkisıyla liste başarısı göstermiştir. Amerika'da büyük bir başarıya ulaşmış ilk İngiliz grubu olan the Beatles, sadece Amerika'da liste başı olan yirmi tane şarkı bestelemiştir. Bu olay, yirminci yüzyılın en büyük müzik akımı olarak görülmektedir. EMI, 1985'te grubun yaklaşık olarak bir milyarın üzerinde satış yaptığını hesaplamıştır. Grubun, Paul McCartney tarafından yazılıp söylenen "Yesterday" adlı şarkısı müzik tarihinin en çok coverlanan şarkısıdır.

 

The Beatles, kendi materyallerini besteleyen ve birçok müzik tarzını içeren (ezgi, ska, psychedelic müzik, blues, heavy metal, country müzik) ilk rock akımlarındandır. Birçok yeni müzik tarzına kapı açan grup aynı zamanda birçok yenilikçi prodüksyon tekniklerine de öncülük etmiştir. 1965 yılının Aralık ayında çıkardıkları Rubber Soul ve 1966'da çıkan Revolver popüler müzik için devrim niteliğinde iki albümdür. 1967'de çıkardıkları Sgt. Pepper's Lonely Hearts Club Band albümleri genel olarak ilk konsept albümü olarak görülür. Grubun giysileri, saç tarzları, müzik enstrumanı seçimleri, etkin oldukları dönemin modasını belirlemiştir. Grubun bu etkisi de, müzik sahnesini aşıp sosyal ve kültürel bir devrim niteliğine ulaşmıştır.

 

"Fab Four" (Türkçesi Muhteşem Dörtlü olarak çevrilebilir) olarak nitelendirilen the Beatles'ın üyeleri John Lennon (1940-1980), Paul McCartney (1942), George Harrison (1943-2001) ve Ringo Starr (1940)'dır. Grupta Harrison'ın bariz katkıları olsa da şarkıları genellikle Lennon ve McCartney yazmaktaydı. İlk albümlerinin prodüktörlüğünü üstlenen George Martin, Let It Be albümleri dışındaki tüm albümlerinin prodüktörlüğünü de yaparak grubun müziğinde açıkça etkili olmuştur.

 

The Beatles, 1963'ün sonlarında İngiltere'de sansasyon yarattı. Beatlemania olarak anılan bu çılgınlık 1964'ün başlarında Kuzey Amerika'ya da sıçradı ve daha sonraları tüm dünyaya yayıldı. Amerika'daki kariyerlerine eski Amerikan rock 'n' roll ve R&B öncülerinin şarkılarını coverlayarak başladılar. Elvis Presley, Buddy Holly, Bob Dylan ve Carl Perkins gibi beyaz sanatçılara saygı duymalarının yanında Chuck Berry, Little Richard, Ray Charles ve Larry Williams gibi siyahi sanatçıları da örnek aldılar. Kariyerlerinin başında bu sanatçıların stillerini örnek alırken daha sonraları kendi sanat fikirlerini ortaya çıkardılar. Müzik anlayışları beş yıllık bir sürede hareketli ve basit olan "She Loves You" ve "I Want to Hold Your Hand" gibi şarkılardan Sgt. Pepper's Lonely Hearts Club Band ve Abbey Road albümleri gibi sanatsal eserlere dönüştü. Kendi şarkılarını yazarak, kayıt stüdyolarının tüm olanaklarını genişleterek, kalite ve özgünlük için çabalayarak the Beatles popüler müzikte uzun yıllar süren bir etki yaratmıştır. The Beatles müzik kariyerlerinin dışında beş filmde de oynamışlardır (A Hard Day's Night, Help!, Magical Mystery Tour,Yellow Submarine, Let It Be). 1960lardaki gençlik akımlarının sembolü olmaları konusunda basından daha önce hiç görülmemiş bir şekilde tepki alan grup, 1970'de grup üyeleri arasında çıkan sorunlar yüzünden dağıldı.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...