nevermore Oluşturma zamanı: Kasım 23, 2012 Paylaş Oluşturma zamanı: Kasım 23, 2012 Spinoza ağırlıklı Panteizm algılayışına göre, Tanrı her şeydir ve her şey Tanrı 'dır. Tanrı-Evren-İnsan ayırımı yoktur, böyle bir ayrım aklın yanılsamasıdır. tanrıbilimsel olarak Tanrı, Evren, İnsan bir ve aynıdır. Aşkın bir Tanrı var olmadığı gibi, her hangi bir yaratmadan da söz edilemez. Spinoza 'nın bu görüşü, ailesinin göç ederek ayrıldığı Endülüs İspanya 'sındaki ünlü mutasavvıf Muhiddin-i Arabî 'nin etkisiyle oluşmuştur. Bilindiği gibi Arabî 'nin görüşü "Vahdet-i Vücut" olarak ileri sürülmüştü. Ancak bir çoklarının sandığının aksine, Spinoza 'nın Panteizmi ile Arabî 'nin Vahdet-i Vücut anlayışı birbirinin aynı değildir. Spinoza 'da Tanrı evrendedir ve evren kadardır. Arabî 'de ise Evren Tanrı 'dadır ve bu durum Tanrı 'yı sınırlamamaktadır. İngiliz düşünürü White Head 'e göre, Tanrı 'nın her türlü değişmenin ötesinde değişmez bir niteliği ve bunun yanında bir de değişen ve oluşan bir niteliği vardır. Tanrı değişmeyen yanıyla devinimi başlatmıştır ve Evrenin bilincindedir. Ancak Tanrı bu konumda kalmış olsaydı, ilk devindirici, özgür, öncesiz ve yetkin olarak kalacak ama varoluşa katılmamış olacaktı. Diğer niteliği ile ise Tanrı, değişme ve oluşma sürecinin içinde ve bilincindedir. Bu nedenle Tanrı 'nın evrende içkin (evrenin maddesine karışmış-içinde bulunan) olduğunu söylemek de doğrudur. Evrenin Tanrı 'da içkin olduğunu söylemek, Tanrı-Evren ilişkisinin karşılıklı olduğunun farkına varışın göstergesidir. Süreç felsefesi olarak da ifade edilen ve White Head 'le başlayan bu akıma Pan-enteizm ya da Diyalektik teizm denir. Pan-enteizme göre Tanrı, hem değişmeyen (mutlak), hem de değişen (göreli) dir. Hem zamanın içinde, hem dışında, hem sonlu, hem de sonsuzdur. Aynı zamanda hem tikel hem tümel, hem neden hem sonuçtur. Hartshorne Tanrı 'nın bir soyut bir de somut iki yüzü olduğunu söyler. Soyut niteliğiyle Tanrı, mutlak, etkilenmez, erişilmez ve değişmezdir. Somut yanıyla ise etkilenir ve değişir. Tanrı bu iki niteliğinde de yetkindir. Ancak bu yetkinlik klâsik Teizmdeki gibi değildir. Oradaki yetkinlik değişmeyen donmuş bir yetkinliktir. Buradaki yetkinlik değişir, ancak bu değişme tanrısal bir değişmedir. Yani yetkinliğe doğru değil, yetkinlik içinde bir değişmedir. Bu tanımla Pan-enteizm, hem Deizmden hem de Panteizmden ayrılır. Özet olarak; Panteizm ile Pan-enteizm arasında önemli bir fark vardır. Panteizmde her şey tanrıdır. Pan-entezimde ise, her şey Tanrı 'dan sudur etmiştir (oluşmuştur). Ruhun tek amacı, oluştuğu Tanrı 'ya dönmektir. Bunun da yolu tek evrensel yasa olan evrim/tekamül den geçmektir. alıntı Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
nevermore Yanıtlama zamanı: Kasım 23, 2012 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Kasım 23, 2012 DİYALEKTİK Diyalektikten, bazan, gizemli bir şey gibi sözedilir ve o, karmaşık herhangi bir şey gibi gösterilir. Diyalektik iyi bilinmediği için, ondan gelişigüzel sözedildiği de olur. Bütün bunlar, cansıkıcıdır ve sakınılması gereken yanlışlara neden olurlar. Sözcüğün kaynak anlamına bakıldığında, "diyalektik" terimi, yalnızca tartışma sanatı demektir, ve uzun uzun tartışan insan için kullanıldığında da bu anlam anlaşılır; ve (sayfa 139) gene sözün anlamı genişletilerek, iyi konuşan bir insan için de diyalektikçi (diyalektisyen) denir. Biz, diyalektiği, bu anlamda incelemeyeceğiz. Diyalektik sözü, felsefi bakış açısından başka bir anlam kazanmıştır. Felsefi anlamda diyalektik, sanılanın tersine, herkesin erişebileceği, apaçık ve gizemsiz bir şeydir. Ama, diyalektik herkesçe anlaşılabilirse de, gene de bazı güçlükleri vardır; işte bu güçlüklerin nedenini bilmemiz gerekir. El işlerinden bazıları basit, bazıları pek karmaşıktır. Örneğin, ambalaj sandıkları yapmak, basit bir iştir. Tersine, bir telsiz aygıtını monte etmek, parmaklarda çok daha ustalık, duyarlık ve kıvraklık isteyen bir iştir. Ellerimiz ve parmaklarımız, bizim için iş aletleridir. Ama düşünce de bir iş aletidir. Nasıl parmaklarımız her zaman irice, titizlik isteyen bir iş yapmıyorlarsa, beynimiz için de durum aynıdır. İnsan emeğinin tarihinde, insan, başlangıcında ancak kaba işleri yapmayı biliyordu. Bilimlerdeki ilerleme, daha belirli, daha kesin işlerin yapılabilmesine yolaçtı. Düşünce tarihi için de tam aynı şey olmuştur. Metafizik, parmaklarımız gibi, ancak kaba hareketleri yapabilme yeteneğinde bir düşünce yöntemidir (örneğin metafiziğin sandıklarını çivilemek ya da çekmecelerini çekmek gibi). Diyalektik, bu yöntemden ayrılır, çünkü çok daha büyük bir açıklık, incelik sağlar. Ve diyalektik, büyük bir açıklığa, inceliğe sahip bir düşünce yönteminden başka bir şey değildir. Düşüncenin evrimi de, tıpkı, el işinin evrimi gibi olmuştur. Bunun öyküsü de aynıdır, bu evrimde de hiçbir sır yoktur, her şey apaçıktır. Güçlükler şuradan gelmektedir: 26 yaşına kadar sandık çiviliyoruz ve sonra, birdenbire, bizi, monte etmek üzere telsiz aygıtının önüne koyuyorlar. Elbette çok güçlük çekeceğiz. (sayfa 140) Elbette ki, ellerimiz hantal, parmaklarımız beceriksiz olacaktır. Ancak zamanla yavaş yavaş kıvraklaşabilecek ve bu işi gerçekleştirebileceğiz. Başlangıçta bize çok güç görünen; sonra çok basit gelecektir. Diyalektik için de aynı şey. Eski metafizik düşünce yönteminin ağırlığıyla kafamız karmakarışık iken, diyalektik yöntemin kıvraklığını, inceliğini kavramamız gerekiyor. Ama göreceğiz ki, bunda da gene hiçbir sır, hiçbir karışıklık yoktur. II. DİYALEKTİK YÖNTEM NEREDEN DOĞMUŞTUR? Biz biliyoruz ki, metafizik, dünyayı donmuş şeyler kümesi olarak kabul eder, oysa, doğaya baktığımızda, tersine, her şeyin kımıldadığını, her şeyin değiştiğini görürüz. Düşünce için de aynı şeyi saptarız. O halde, bu saptamadan, metafizik ile gerçek arasında bir uyumsuzluk bulunduğu sonucu çıkar. Bunun için, yalın bir biçimde tanımlamak ve öz bir fikir vermek için denilebilir ki: "metafizik" diyen "hareketsizlik" demektedir, "diyalektik" diyen de "hareket" demektedir. Bizi kuşatan her şeyde bulunan hareket ve değişme, diyalektiğin temelinde yatan şeylerdir. "Doğayı, insan tarihini ya da kendi öz kafa etkinliğimizi düşüncenin incelemesi altına koyduğumuz zaman, bize ilk görünen şey, hiçbir şeyin olduğu gibi, olduğu yerde, olduğu biçimde kalmadığı, ama her şeyin hareket ettiği, değiştiği, olduğu ve yokolduğu sonsuz ve karşılıklı ilişkiler ve etkiler yumağı tablosudur."[51] Engels'in bu çok açık metninden sonra, diyalektik bakış açısından, her şeyin değiştiğini, hiçbir şeyin olduğu yerde kalmadığını, hiçbir şeyin nasıl ise öyle devam etmediğini, ve bu bakımdan bu görüşün gerçekle tam bir uyum içinde (sayfa 141) bulunduğunu görüyoruz. Hiçbir şey, bulunduğu yerde durmaz, bize hareketsiz görünse bile kımıldar; yerin, güneşin çevresindeki hareketiyle birlikte kımıldar, yerin kendi ekseni üzerindeki hareketiyle birlikte kımıldar. Metafizikte özdeşlik ilkesi, bir şeyin kendi kendisi olarak kalmasını ister. Oysa biz, tersine, hiçbir şeyin olduğu gibi kalmadığını görüyoruz. Hep aynı kalıyormuşuz gibi bir izlenimimiz vardır bizim, bununla birlikte, Engels bize "aynılar, farklıdırlar" diyor. Siz, özdeş olduğumuzu düşünüyoruz, ama daha bunu düşünürken biz değiştik bile. Çocuktuk, adam olduk, ve bu adam, fiziksel olarak, hiçbir zaman aynı kalmaz; günbegün yaşlanır. Demek ki, Elealıların savundukları gibi, hareket aldatıcı görünüş değildir; mademki, gerçekte, her şey kımıldar ve değişir, aldatıcı görünüş hareketsizliktir. Tarih de bize, şeylerin oldukları gibi durmadıklarını tanıtlıyor. Toplum hiçbir zaman hareketsiz değildir. İlkçağda, ilkin köleci toplum varoldu, ondan sonra feodal toplum geldi, onu da kapitalist toplum izledi. Bu toplumların incelenmesi, bize, yeni bir toplumun doğmasına yolaçan öğelerin, bu toplumların bağrında sürekli olarak ve yavaş yavaş, gözle görülmeksizin geliştiklerini gösteriyor. Bunun gibi, kapitalist toplum da, her gün değişmektedir ve SSCB'de artık varolmaktan çıkmıştır. Çünkü hiçbir toplum hareketsiz kalmaz, Sovyetler Birliği'nde kurulan sosyalist toplum da, bir gün, ortadan kalkmak durumundadır. Daha şimdiden gözle görülebilecek biçimde değişmektedir. Onun için, metafizikçiler, orada ne olup bittiğini anlamıyorlar. Hala kapitalist baskının etkisi altındaki insanların duyguları ile, tümüyle dönüşmüş bir toplumu yargılamaya devam ediyorlar. Bizim duygularımız da değişir, ki biz bunu pek az hesaba katıyoruz. Bir sempatiden başka bir şey olmayan şeyin bir aşka dönüştüğünü, sonra da bazan bir kin haline geldiğini görürüz. (sayfa 142) Her yerde, doğada, tarihte, düşüncede gördüğümüz şey, değişme ve harekettir. İşte diyalektik, bu saptama ile başlar. Yunanlılar, her yanda değişmeyle ve hareketle karşılaşılması olgusundan etkilendiler. Daha önce gördük ki, "diyalektiğin babası" denilen Heraklitos, bize, ilk olarak, diyalektik bir dünya anlayışı getirmiştir, yani dünyayı hareket halinde ve donmamış olarak tanımlamıştır. Heraklitos'un görüş tarzı, bir yöntem haline gelebilir. Ama bu diyalektik yöntem, ancak çok zaman sonra kabul edilebilmiştir. Diyalektiğin, niçin bu kadar uzun zaman metafizik yöntemin baskısı altında kaldığını görmemiz gerekir. III. DİYALEKTİK, UZUN ZAMAN, NİÇİN METAFİZİK YÖNTEMİN BASKISI ALTINDA KALDI? Diyalektik anlayışın, tarihte, çok erkenden doğmuş olduğunu, ama insanların bilgilerinin yetersizliğinin, metafizik yöntemin gelişmesine ve diyalektiğin önüne geçmesine olanak sağladığını görmüştük. Burada, insanların büyük bilgisizliğinden doğan idealizm ile diyalektiğin yeterince tanınmamasından doğan metafizik anlayış arasında, bir paralellik kurabiliriz. Bu, niçin ve nasıl olanaklı olabilirdi? İnsanlar, doğayı incelemeye tam bir bilgisizlik içinde başladılar. Saptadıkları olayları incelemek için, onları sınıflandırmaya başlıyorlar. Ama sınıflandırma tarzı, bir düşünüş alışkanlığı yaratıyor. Kategoriler yaparak ve bunları birbirlerinden ayırarak, aklımız, böyle ayırmalar yapmaya alışıyor ve biz, burada, metafizik yöntemin ilk özelliğini buluyoruz. Şu halde, metafizik, bilimlerin gelişmesinde yetersizlikten çıkıyor. Daha 150 yıl önce, bilimler birbirlerinden ayrılarak inceleniyordu. Örneğin, kimya, fizik, biyoloji, kendi başlarına, ayrı ayrı inceleniyordu ve aralarında hiçbir ilişki (sayfa 143) görülmüyordu. Bu yöntem, bilimlerin kendi içinde de uygulanıyordu. Fizik, sesi, ısıyı, manyetiği, elektriği inceliyordu ve bu çeşitli olaylar arasında hiçbir ilişki olmadığı düşünülüyordu; her biri, ayrı bölümlerde inceleniyordu. İşte burada da metafiziğin, şeyler arasındaki ilişkilerin tanınmamasını, aralarında ortak bir şey bulunmamasını kabul eden ikinci temel özelliğini çok iyi görüyoruz. Aynı şekilde, şeyleri durgunluk halinde kavramak, hareket halinde kavramaktan çok daha kolaydır. Örnek olarak fotoğrafçılığı alalım: Görürüz ki, ilkin, şeyler kendi hareketsizlikleri içinde (bu fotoğraftır), sonra, ancak zamanla, hareketleri içinde (bu da, sinemadır) saptanmaya çalışılır. Pekala! Fotoğraf ve sinemanın imgesi, bilimlerin ve insan zihninin gelişmesinin bir imgesidir. Şeyleri, hareket içinde incelemeden önce, durgun halleriyle inceliyoruz. Peki niçin? Çünkü, bilinmiyordu. Öğrenmek için de en kolay bakış açısı seçildi; çünkü hareketsiz şeyler, kavranması ve incelenmesi daha kolay şeylerdir. Kuşkusuz, şeyleri durgunluk halinde inceleme, diyalektik düşüncenin zorunlu bir anıdır - ama yalnız bir an, eksik, parçalı ve oluş halindeki şeylerin incelenmesiyle bütünleşmesi gereken bir andır. Bu anlayışı, örneğin, biyolojide, zoolojinin ve botaniğin incelenmesinde görüyoruz. Çünkü bunlar iyi bilinmiyorlardı; önceleri, hayvanlar, soy ve tür biçiminde sınıflandırıldı ve aralarında ortak hiçbir şey bulunmadığı ve bu durumun her zaman böyle olmuş olduğu düşünülüyordu (metafiziğin üçüncü temel özelliği). "Saptanımcılık" (fixisme) denilen (ve "evrimcilik"in tersine, örneğin, hayvan türlerinin bugün ne iseler her zaman öyle olduklarını ve hiçbir evrim göstermediklerini iddia eden) teori buradan gelir; demek ki bu, metafizik bir teoridir ve insanların bilgisizliğinden ileri gelmektedir. (sayfa 144) IV. 18. YÜZYIL MATERYALİZMİ NİÇİN METAFİZİKTİ? Mekanikçiliğin 18. yüzyıl materyalizminde çok büyük bir rol oynadığını ve bu materyalizme çok kez "mekanikçi materyalizm" dendiğini biliyoruz. Neden böyle oldu? Çünkü materyalist anlayış, bütün bilimlerin gelişmesine bağlıdır ve bilimler arasında ilk gelişmiş olan da mekanik bilimidir. Günlük dilde mekanik makinelerin incelenmesi, bilimsel dilde ise yer değiştirme olarak hareketin incelenmesidir. Mekanik ilk gelişen bilim olmuşsa, bu mekanik hareketin, en basit hareket olmasındandır. Ağaç üzerinde, rüzgarda sallanan bir elmanın hareketini incelemek, olgunlaşmakta olan bir elmanın içinde oluşan değişmeyi incelemekten çok daha kolaydır. Rüzgarın elma üzerinde etkisi, elmanın olgunlaşmasından çok daha kolaylıkla incelenebilir. Ama bu inceleme "kısmidir" ve böyle bir inceleme metafiziğe kapı açar. Eski Yunanlılar, her ne kadar her şeyin hareket olduğunu gözledilerse de, bu gözlemlerinden yararlanamadılar, çünkü bilgileri yetersizdi. O halde şeyler ve olaylar gözleniyor, sınıflandırılıyor, yer değiştirmenin incelenmesi ile yetiniliyor, bundan da mekanik ortaya çıkıyor; ve bilim alanlarındaki bilgilerin yetersizliği, metafizik anlayışı doğuruyor. Materyalizmin, her zaman bilimler üzerinde kurulu olduğunu biliyoruz. Bu çağda, bütün bilimler arasında en çok gelişmiş olan bilim, mekanikti. "Bunun için, diyecektir Engels, 18. yüzyıl materyalizminin metafizik, mekanikçi bir materyalizm olması kaçınılmazdı, çünkü bilimler de öyleydi." Şu halde diyeceğiz ki, bu metafizik, mekanikçi materyalizm, materyalistti, çünkü felsefenin temel sorusunu, birinci etken maddedir diye yanıtlıyordu; ama aynı zamanda metafizikti; çünkü, evreni, donmuş, kalıplaşmış ve mekanik şeyler kümesi sayıyordu, çünkü her şeyi mekanik aralığından görüyor ve inceliyordu. (sayfa 145) Bir gün gelecek, araştırmaların birikimiyle, bilimlerin de hareketsiz olmadıkları saptanacak. Kimyayı, fizikten ya da biyolojiden ayırdıktan sonra; tek başlarına birini ya da ötekini incelemenin olanaksız hale geldiğinin farkına varılacaktır. Örneğin, biyoloji alanına giren sindirimi, kimya olmadan incelemek, olanaksızdır. 19. yüzyıla doğru, bilimlerin birbirlerine bağlı oldukları anlaşılacak ve bunu, bilimler içindeki metafizik anlayışta bir geri çekilme izleyecektir, çünkü doğa hakkında daha derinleştirilmiş bilgilere sahip olunacaktır. O zamana kadar, fizik olayları ayrı ayrı incelenmişti; ama şimdi, bütün bu olayların aynı nitelikte olduğu kabul edilmek zorunda kalınıyor. Böylece, önce ayrı ayrı incelenen elektrik ve manyetik, bugün bir tek bilim: elektro-manyetik olarak birleştirilmiştir. Ses ve ısı olayları incelenirken, aynı şekilde, her ikisinin de, aynı nitelikte bir olaydan çıkmış olduğunun farkına varıldı. Bir çekiçle vurulurken bir ses elde edilir ve bir ısı oluşturulur. Isıyı oluşturan harekettir. Ve biz biliyoruz ki, ses, havanın titreşimleridir; titreşimler ise, onlar da harekettir. İşte yapısı (doğası) aynı iki olay. Biyolojide, giderek daha inceden inceye, titizlikle sınıflandırma yaparak, öyle türler bulunmuştur ki, bunları, artık ne bitkisel, ne de hayvansal olarak sınıflandırma olanağı yoktur. Ve incelemeler her gün daha ileri götürülerek, hayvanların, her zaman aynı olmadıkları sonucuna varılıyor. Olgular, saptanımcılığı ve metafizik zihniyeti mahkum etmiştir. Materyalizmin diyalektik olmasını sağlayan şimdi görmüş olduğumuz bu dönüşüm, 19. yüzyılda oluşmuştur. Diyalektik, gelişimleri sırasında, metafizik anlayıştan vazgeçen bilimlerin öz ereğidir. Materyalizm dönüşebildi, çünkü bilimler değişti. Metafizik bilimlere, metafizik materyalizm uygun düşüyordu; ve yeni bilimlere, yeni bir materyalizm, yani diyalektik materyalizm uygun düşüyor. (sayfa 146) V. DİYALEKTİK MATERYALİZM NASIL DOĞDU: HEGEL VE MARX Metafizik materyalizmden diyalektik materyalizme bu dönüşme nasıl oldu diye sorarsak, genellikle şöyle yanıtlanır:1. 18. yüzyılın metafizik materyalizmi vardı. 2. Bilimler değişti. 3. Bu arada Marx ve Engels geldi; onlar metafizik materyalizmi ikiye böldüler, metafiziği attılar, materyalizme diyalektiği ekleyerek alıkoydular. Şeyleri bu biçimde sunma eğilimi, şeyleri bir şema haline getirerek basitleştirmemizi isteyen metafizik yöntemden ileri gelir. Oysa biz, tersine, sürekli olarak, gerçeğin olgularının hiçbir zaman şemalaştırılmaması gerektiğini aklımızdan çıkarmamalıyız. Olgular, bize göründüklerinden ve bizim düşündüğümüzden daha karmaşıktırlar. Onun için metafizik materyalizmin diyalektik materyalizme dönüşmesi, o kadar basit olmadı. Diyalektik, gerçekte, bilimlerde meydana gelen değişmeyi anlamasını bilen idealist Alman filozofu Hegel (1770-1831) tarafından geliştirildi. Heraklitos'un eski fikrini yeniden ele alarak, bilimsel ilerlemelerin de yardımıyla, evrende, her şeyin hareket ettiğini ve değiştiğini, hiçbir şeyin ayrı, tek başına olmadığını, her şeyin her şeye bağlı bulunduğunu saptadı ve böylece diyalektiği yarattı. Hegel'den dolayı, bugün, dünyanın diyalektik hareketinden sözediyoruz. Hegel'in başta sezinlediği şey, düşüncenin hareketidir ve Hegel, buna, doğal olarak, diyalektik adını vermiştir. Ama Hegel idealisttir. Yani ruha birinci derecede önem verir, bu yüzden de, o, özel bir hareket ve değişme anlayışı yaratır. Ruhun değişmelerinin, maddedeki değişmelerin nedeni olduğunu düşünür. Hegel'e göre, evren, maddeleşmiş fikirdir (idée'dir) ve evrenden önce, ilkin ruh vardır ve ruh, (sayfa 147) evreni bulur. Özet olarak, Hegel, ruhun ve evrenin aralıksız değişme halinde olduğunu saptar, ama bundan maddedeki değişmeleri, ruhun değişikliklerinin belirlediği sonucunu çıkarır. Örnek: Mucidin bir fikri vardır, fikrini gerçekleştirir, işte bu maddeleşmiş fikir, maddede değişiklikler yaratır. Demek ki Hegel, pekala diyalektikçidir, ama diyalektiği idealizme bağımlı kılar. Ve işte bunun üzerine Hegel'in öğretilileri olan, ama materyalist öğretilileri olan ve materyalist olduklarına göre maddeye birinci önemi veren Marx (1818-1883) ve Engels (1820-1895), Hegel'in diyalektiğinin doğru ama tersine olumlamalar verdiğini düşünürler. Engels bu konuda şöyle diyecektir: Diyalektik, Hegel ile, tepesi üzerinde duruyordu, onu ayakları üzerine oturtmak gerekti . Marx ve Engels, Hegel'in tanımladığı bu düşüncenin hareketinin başlangıç nedenini, maddi gerçeğe geçirdiler ve Hegel'den aynı terimi alarak, buna, doğal olarak, diyalektik dediler. Onlar, Hegel'in düşüncenin ve evrenin aralıksız değişme halinde olduğunu söylemekte haklı olduğunu, ama fikirlerdeki değişmelerin şeylerdeki değişmeleri belirlediklerini iddia etmekle yanıldığını düşünürler. Tersine, bize fikirleri şeyler verir ve fikirler, şeyler değiştikleri için değişirler. Eskiden posta arabasıyla yolculuk edilirdi. Bugün trenle yolculuk ediyoruz; bizim trenle yolculuk etme gibi bir fikrimiz olduğu için değil, bu yolculuk aracı varolduğu için yapıyoruz. Bizim fikirlerimiz değişmiştir, çünkü şeyler değişmiştir. Şu halde, "Marx ve Engels'in elinde, bir yanda 18. yüzyıl Fransız materyalizminden gelen materyalizm, öte yanda da Hegel'in diyalektiği vardı, ve onlara, artık bu ikisini birbirine bağlamaktan başka bir şey kalmıyordu" demekten kaçınmak gerekir: Bu, şeylerin daha karmaşık olduklarını unutan dargörüşlü, (sayfa 148) şematik bir anlayış olur; bu, metafizik bir anlayıştır. Marx ve Engels, kuşkusuz, diyalektiği Hegel'den alacaklar, ama onu değiştireceklerdir. Materyalizm için de aynı şeyi yapacaklar ve bize, diyalektik materyalizmi vereceklerdir. (sayfa 149) Dipnotlar Friedrich Engels, Anti-Dühring Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
efIatun Yanıtlama zamanı: Kasım 27, 2012 Paylaş Yanıtlama zamanı: Kasım 27, 2012 bu flozof geçinen adamlar bir gün, her kelimenin başına diyalektik veya neo geçirirseler şaşırmam Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
HiDDeTxLG1 Yanıtlama zamanı: Aralık 3, 2012 Paylaş Yanıtlama zamanı: Aralık 3, 2012 Geçinenler demek bencede doğrudur.Antik Yunan dan 2 felsefi görüş duyan Filozof oluyor... Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Önerilen Mesajlar
Sohbete katıl
Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.