Deaths_Expulsion Oluşturma zamanı: Haziran 21, 2007 Paylaş Oluşturma zamanı: Haziran 21, 2007 Occam’lı William İngiliz Fransiskan Occam’lı William, yaklaşık 1280 yılında doğmuştur. Büyük bir olasılıkla Oxford’da Duns Scotus’un öğrencisi olmuş ve Paris’te birkaç yıl öğretmenlik yapmıştır. Kilise ile devlet arasında sürtüşmelerin yaşandığı dönemde milliyetçilerin safında yer almış ve 1347 yılında ölen Bavyera’lı Louis’in savunmasını üstlenmiştir. Kitapları arasında, Sentences dört kitabı;.Summa totius logices; Quodlibeta sentem: Centiloquium theo logicum; ve Devlet ve Kilisenin gücü üzerine yapılan çalışmalar bulunmaktadır. Occam’lı William’a göre, yalnızca tikeller var olmaktadır ve bütün bilgilerimiz onlarla başlar. Sezgi duyum olarak adlandırdığımız şeylerin önemi onu izlemektedir. Bir şeyin varlığından haberdar olur ve onu yargılama ile ifade ederiz (ac his intellectus). Tikel nesnelerden soyutlama yaparak onlar için ortak olan niteliklere ulaşırız. Zihin ya da usun bunun için özel bir niteliği yoktur; bize sunulan iki benzer nesneyi doğal olarak soyutlarız. Böylece tümeller yalnızca zihindeki düşünceler ya da idealar olarak var olurlar ve sözcüklerle ya da benzer pek çok şeyi gösteren geleneksel işaretlerle ya da daha çok terimlerle (termini) ilgilidir. Bir terim, bir sözcük artı onun anlamından oluşmaktadır. Bu, değerlendirmelerimizin yalnızca idealar ile ilgili olduğu anlamına gelmemektedir; onlar ayrıca şeylerle ilgilidirler. Sonuç olarak, tümeller, zihnin dışında varlığa sahip değildirler ve onlar şeylerin içinde kendiliğinden bulunmazlar; gerçekçilerin yaptıkları gibi, extramental tümeller göz önünde bulundurulduğunda soyutlamanın saçmalığının tüm türleri içinde buluruz kendimizi. Entia non multiplicanda praeter necessitatem: Varlıklar ya da ilkeler, gereksiz olarak arttırılmamalıdır. Bu ilke “Occam’ın Usturası”olarak bilinmektedir. Çünkü Peter Aureoh tarafından daha önce belirtilmiş olduğu gibi gereksiz tümelleri traşlamaktadır. Tümeller, Tanrı’nın zihninde töz ya da varlıklar olarak var olmazlar; bizde olduğu gibi, o da, tikel şeylerin bilgisine sahiptir. Bunlar tek başına gerçek bır varlığa sahiptirler. Sezgisel bilgi, duyum algılamasının yanı sıra, birinin kendi içsel durumlarının bir bilgisini içermektedir—istenç, neşe, üzüntü eylemi—bunlar duyum algılamasından daha belirgindirler. Biz, bu şekilde ruhun doğasının bir bilgisini kazanamaz, yalnızca onun etkinliğini gözlemleyebiliriz. Sahip olduğumuz bu tür doğrudan bilgiye ek olarak, Occam’ın soyutlayıcı (abstractive) olarak adlandırdığı bilgi bulunmaktadır. 0, bununla tümdengelimsel uslamlama ya da tasım ile kazandığımız bilgiyi ifade etmiştir. Tartışmamızın temelini oluşturan ilkeler tümevarım ile deneyimden meydana gelmektedir. Öyleyse deneyim, tüm bilgimizin kaynağıdır ve deneyimden aşkın olan tüm bilgiler, yalnızca bir inanç konusudur. Tanrının varlığını Anselm’in varlıkbiçeminde varlıkbilimsel olarak ya da deneyim ile kanıtlamak olanaksızdır. Deneyim yontemi olasılıktan öteye geçemez. Tanrının varlığı, ussal düzlemde olanaklıdır. Burada inanç, usa karşı bir oluşum olarak düşünülmektedir. Hıristiyan dogmalarının uslamlandırılması olanaksızdır; yapabileceğimiz tek şey onlara inanmaktır. Tanrıbilim, gerçek anlamda bir bilim değildir, bizler, bütünüyle din doğrularının belirliliğine bağlıyızdır. Felsefe ve tanrıbilim artık birbirlerinin alanına girememektedir. Tanrı, her şeye gücü yeten bir oluştur. Hiçbir kanunu bağlı değildir, düşünce, istenç ve eylemde özgürdür. Ortaya koyduğu ahlak kurallarından daha farklı kuralları da kurmuş olabilirdi. Onlarda belirgin olan bir şey yoktur. Onlar, Tanrı öyle istemiş olduğu için bizim üzerimize yüklenmiştir. Onun içinde olduğu gibi, bizim içimizde de istenç, zihinden daha üstün bulunmaktadır. Gerçekçiliğe karşı adcılık Bu görüşlerde, tüm skolastik düşüncenin temel ilkelerinden ayrılma görülmektedir. Skolastizmin ereği, Hıristiyan inancının uslamlandırılması, felsefe ile tanrıbilim birliğinin sağlanması olarak belirlenmişti. Şimdi tüm bu anlayış faydasız olarak değerlendirilmektedir; skolastiktanrıbilim, sahte bır bilimdir. İnancın tüm kavramları, usa uyarlanamaz bir yapıdadır. Bu düşünceleri yürürlüğe koyan dindar Fransiskanlar ve onun öğretisini bir bütün olarak kabul edenler, tanrıbilimin enkazı içinde inançlarına daha fazla sıkı sıkıya sarılacaklardır; ancak farklı görüşe sahip olan insanlar, evrenlerini uslamlama girişiminden vazgeçeceklerdir. Thomas’cılar ve Scotus’cular arasındaki tartışma, şimdi yerini gerçekçiler ve adcılar arasındaki tartışmaya bırakmıştır. 1339 yılında, Paris Universitesi Occam’ın kitaplarının kullanımını yasaklamış ve 1340 yılında adcılığı reddetmiştir; yüzyıldan daha fazla bir zaman sonra, üniversitedeki bütün öğretmenler, gerçekçiliği öğreteceklerine ant içerek görevlerine başlıyorlardı. Ancak kurulan diğer üniversitelerde adcılar düşüncelerini ifade etmek için geniş olanaklar bulacaklardır:1349’de Prag,1365’teViyana 1386’da Heidelberg, 1388’de Cologne: ve tartışma yüzyıl sonra sona erecektir. St.Thomas Aquinas Aquino Kontu’nun oğlu olan Thomas, Naples yakının da tarihi bir köşkte 1225 ya da 1227 yılında doğmuştur. Monte Cassino Manastırının keşişleri tarafından eğitildi. Erken bir yaşta iken, babasının karşı çıkışlarına karşın Dominikanlar saflarına katıldı. Çalışmalarını Albertus Magnus’un öğrencisi olacağı Cologne ve Paris’te sürdürdü. Akademik öğrenimini tamamladıktan sonra Cologne, Paris, Bologne, Roma ve Naples’te tanrıbilim ve felsefe dersleri verdi. Bu seyahat ve öğretmenlik döneminde kendisini katolik düşüncenin en büyük dizgesinin oluşumuna adadı. 1274 yılında ölmüştür. Çağdaşları tarafından melek gibi doktor (doctor angelicus) olarak bilinmektedir ve 1323 yılında Papa John XXII tarafından kutsanmıştır. St.Thomas çok sayıda felsefi ve tanrıbilimsel monogram ve Aristo üzerine yorumlar yazmıştır.Başlıca çalışmaları şunlardır. Sunıma thelogiae; Summa contra Gentilles; De regimine principum; Felsefe ve Tanrıbilim Onun temel amacı tanrısal bir vahiy olarak evrenin ussallığıdır. Genel çizgileri Augustian metafiziği ile uyum halindedir ve öğretilerin yönlendirici ilkelerini kabul etmesi açısından Kilisenin kalıtına dönüşmüştür. Ancak o Aristo’nun yöntemini benimser ve işlemlerini Aristocu anlayış ile yürütür: actus purus, biçim ve özdek, gerçeklik ve gizillik dört neden ve diğer Peripatetik açıklama ilkelerini yeniden işitiriz. Henüz Kilise dogmalarını zayıflatmak için hiçbir eğilim yoktur, Arısto’nun doğalcılığı, Hıristiyan düşünce şemasının doğaüstücülüğüne karışmamaktadır. Böylece St. Thomas’ın katı ortodoksluğuna karşı hiçbir şikayette bulunulamaz. St. Thomas’a göre felsefe, olgulardan Tanrıya geçmektedir, tanrıbilim ise Tanrıdan olgulara geçer Us ve inanç ayırımı konusunda Albertus Magnus’u izler. Uçluluk, Yaratılış, İlk Günah, dünyanın zaman içinde yaratılması, Ayinler doğal us ile kanıtlanamaz, onlar felsefe nesneleri değil, inancın konularıdır—usun ötesindedirler fakat usa karşıt değildirler. Onları kanıtlayamayacağımız gibi çürütemeyiz de. Yalnızca onlara yapılan itirazları çürütebiliriz. Örneğin, dünyanın zaman içinde yaratılması öğretisine ilişkin hiçbir kanıt ortaya konamaz, bu bir vahiy durumudur, öyle olmasaydı bunu bilemezdik; fakat bu öğreti içinde ussal olmayan hiçbir şey yoktur. İnanç konularında yalnızca bunun ussallığı, zihinselliği ve olanaklılığı konuşulabilir. Dinin gizemlerine ussal bir kanıt uygulama girişimi inancı sarsacaktır. Çünkü onun us ile kanıtlanmasına yönelik hiçbir belirti yoktur. İnanç, bir istenç durumudur; istenç,kabullenmeyi öngörmektedir; St. Thomas bu zorlamayı içsel bir içgüdü olarak açıklamaktadır. (Tanrı bizi inanmaya davet etmektedir) ya da bu bize bir mucizenin sonucu olarak hiçbir şey olmadan geliyor olabilir. Vahiy yoluyla öngörülen tanrıbilimin, doğal ya da ussal tanrıbilim ve felsefeden ayırımı resmi olarak Paris Üniversitesi tarafından kabul edilmiştir. Hiçbir felsefe öğretmeni, özel olarak tanrıbilimsel sorunlarla ilgili çalışma yapmayacaktır. Bu düşünce Protestanlar için olduğu kadar ortodoks Hıristiyanlığı ve Katolik düşünce için de geçerlidir. St. Thomas, felsefi tartışma konularının bir kısmını tartışma dışı tutarak felsefeye büyük bir hizmette bulunmuştur. Duna Scotus ve takipçileri bir adım daha ileri giderek, Tanrı ve inanca ilişkin tüm sorunları ussal ve doğal teolojinin dışına taşıyacaklardır. BİLGİ KURAMI St. Thomas’ın bu konu hakkındaki tavrı, bilgi kuramı ve yöntemi açıklamalarında kısmen yeralmaktadır. O, büyük ölçüde Aristo’yu izlemektedir. Gerçek bilgi, kavramsal bilgidir. Kavramlar, duyum algılamalarında temellerine sahiptir: Duyumda ilk olmayan zihinde hiçbir şey yoktur. Ruhun farklı işlevleri ya da nitelikleri bulunmaktadır; duyum niteliği, etkin zihin niteliği (inteliectus agens) ve gizil zihin niteliği (intellectus possibilis) niteliği farklı yollarla işlevini yerine getirmektedir. Ruhun her bir niteliği, değişime uygun bir yapıya sahiptir. Duyum aracılığı ile, ruh, “duyumsal türler” olarak adlandırılan tikel nesnelerin biçimleri ya da kopyalarını algılayabilir. Yapıdan bütünüyle bağımsız olan gizil zihin ile algılanabilen ya da bilinebilen duyumsal kopyanın, özdeksel ya da yapısal olan her şeyden bağımsız olması gerekmektedir. Bu,etkin zihin tarafından yapılmıştır. Zihinsel kopya ya da St. Thomas’ın deyişiyle zihinsel türler, gelişigüzel özellikler ve uzam ve zaman içinde bir tikel nesnenin kopyası değildir, ancak yalnızca özsel nitelikler içerilmektedir, onun aracılığı ile, gizil zihin, şeyin tümel sanısını bilir ya da algılar Zihin, duyum için olmadıkça, onu bilmeyecektir. St. Thomas’ın öğretileri bilgimizin hem duyumsal hem de kavramsal görünümlerini kavranabilir bulacaktır. Thomas Aquinas, ayrıca düşüncemizin etkin ve kendiliğinden olan doğasını vurgulayacaktır. Bu onun önsel özyapısının kaynağıdır Zihin, belirli yollarla eylemini ortaya koymaktadır; bilgi Zihinde kapalı olarak bulunmaktadır ve Zihin, duyum aracılığı ile eylemini gerçekleştirdiği zaman o açığa çıkacaktır. Ruhtaki dışsal nesnelerin eylemi aracılığı ile, bilginin ham maddesi, zihnin daha yüksek nitelikleri tarafından, kavramsal bilgiye yönelik olarak algılanır ve işlenir. Gerçek bilgi ya da bilim (scientia), duyum algılamasında, deneyimde tümellere sahip olduğu için, biz yalnızca hangi deneyimde bulunduğumuzu bilebiliriz.Sonuç olarak, felsefecinin, açıklamasının başlangıç noktası olarak, deneyim dünyasını belirlemesi gereklidir. Böylece, deneyim çözümlemelerinden, şeylerin ilkelerine ya da özüne yükselebilecektir. Böyle bir oluşum bilimi metafiziktir. Metafizik tikel nesnelerin ortak niteliklerinden yola çıkarak, tümeller terimleriyle düşünür. Çünkü yalnızca tümellerin bulunduğu yerde bilimden bahsedilebilir. Dolayısıyla tüm tinsel oluşumlar kendilerinin bir türüdür, t.nsel oluşumların hiçbir tumel sarusı yoktur ve onlar hiçbir gerçek bilgiye sahip değildirler. Roger Bacon. Roger Bacon, ortaçağ ile çağdaş bilimadamlarının karışımı sayılabilir. Fransiskan bir keşiş olan ve eğitimini Oxford ve Paris’te sürdüren Bacon, kendisini özellikle matematik çalışmalarına (bu dal bütün bilimlerin temeli olarak kabul edilir ve aritmetik, geometri, astronomi ve müzik alanlarını da içerir) ve fizik bilimlerine—bunlar arasında perspektif, simya, tarım, tıp, astroloji ve sihir bulunmaktadır- adamıştır. Bunun yanı sıra Yunanca, İbranice, Arapça ve Arami (Chaldean) dilleriyle ilgilenmektedir. Bunların tanrıbilim ve felsefeden ayrılamaz olduğunu düşünmektedir. Metafiziği, ilk nedenin bilimi olarak tanımlamaktadır. Bacon düşüncelerini ansiklopedik bir çalışma olan Opus Majus’da toplamıştır. Bacon, bilginin iki yönteminin kanıtlama ve deneyim olduğunu söylemektedir. “Deneyim olmadan hiçbir şey yeterince bilinemeyecektir.” “Deneyim, iki katlıdır: Dışsal duyumlara bağlı olan insan ya da felsefe ve içsel görünüm ya da tanrısal esinlenme. Böylece, bilgi, yalnızca tinsel şeyler değil, aynı zamanda yapısal konular ve felsefe bilimleridir” sonucuna ulaşılmaktadır. Böyle içsel deneyim aracılığı bir esrime ya da gizemli bilgi konumuna ulaşılır. Bacon’un bilimsel tutumu, çağdaş bilimin ruhundan farklıdır. Bir yığın fantastik idea ile boşinanlar bulunmaktadır:astroloji, astronomi ile karışmıştır, büyü ile mekanik, simya ile kimya için de aynı şeyler söylenebilmektedir; ve iki katlı deneyim öğretisi, deneysel bilimlerin gelişimine zararlı olanaklılıkların tüm çeşitlerine kapılarını açmaktadır; Bacon doğayı gözlemlemekte ve çalışmalarını bu doğrultuda sürdürmektedir. John Duns Scotus Yaklaşık 1274’de doğan John Duns Scotus İngiltere ya da İrlanda yerlisi ve bir Fransisken mezhebi üyesi idi. Doğum yeri ve tarihi tam olarak bilinmemektedir. Oxford’daki eğitimi sırasında matematik alanındaki yeteneğini gösterdi ve Oxford, Paris ve son olarak 1308’de öldüğü yer olan Cologne’de öğretmen oldu. Diyalektik yeteneği ve eleştirel kavrayışı sayesinde üne kavuşmuştır. Roger Bacon ve Hales’li Alexander’dan etkilenmiştir ve St. Augustine ve St. Anselm’i en yüksek otoriteler olarak kabul etmektedir. Fransiskenler onu kendi mesleklerinin doktoru yapmıştır. İnanç ve Bilgi Duns Scotus’un felsefesi aşağıdaki öngörülere dayanmaktadır: Dogmalar, tartışmanın ötesindedir; inanç, en yüce doğruluğun temelidir; sevgi, temel erdemdir: İnanç ve sevgi, istenç temeli üzerinde bulunmaktadır ve onlar Tanrının görünümü durumundadır; istenç, zihinden daha üstündür. St. Thomas’ın inancın doğruları ile usun doğruları arasında hiç bir çatışmanın olamayacağı düşüncesini paylaşmaktadır; ve kendisi de, kuramlarını desteklemek için felsefi bilgilerden faydalanmaktadır. Onun düşüncesine göre us, dinin gizemlerini açıklamak konusunda yetersizdir ve inanç tarafından desteklenmelidir. Ancak Duns Scotus, usun alanının sınırlamada St. Thomas’ın ötesine geçmiştir; matematik alanında çalışmaları gerçek tanıtlamanın nasıl oluştuğunu ona öğretmiştir. Tanrısal oluşun ussal tanıtlamaya uygun olmadığını ortaya koymaktadır. Böyle konularda yalnızca inanca bağlı kalınması gerekmektedir. İnanç, kuşkuyu tamamen önleyemez fakat en azından kuşku tarafından ikna edilmeyi önleyebilir. Tanrıbilimin ereği, kuramsal değil, pratiktir. Tanrıbilime ilişkin açıklanan bir öğreti olmaksızın, Tanrının insan oğluna yönelik ereğini bilemeyiz. Bilim bunu bize söyleyemez. Tanrıbilimin kendine özgü ilkeleri vardır ve olası en yüksek nesne olan Tanrı tüm bilimlerin üzerinde bulunmaktadır. Felsefenin de kendine özgü ilkeleri vardır; o, bağımsız bir bilimdir ve hiçbir şekilde tanrıbilimin yerini tutma iddiasında değildir. Vahiy yolu ile ortaya konan tanrıbilim ile felsefe arasında açık bir ayrımın yapılması felsefeyi, hizmetinde bulunduğu tanrıbilimden ayırmaktadır. Duns Scouts, inanç konusunda yaptığı ayırımda felsefeye bir özgürlük yolu açmaktadır. O, vahiy yolu ile ortaya konan doğruluğa önem vermektedir. Uygun bir şekilde kullanıldığında felsefenin din ile uyum içinde olması konusunda başarısız olunmayacağına inanmaktadır. Usun, dogmaları tanıtlayamayacağı doğrudur fakat tersi olarak ordan çürütemez. İnanca Scotus’tan daha az bağlı olan düşünürler, başka olanaklılıkların olduğunu düşünmektedir; us, dogma ile çatışarak sonuçlara ulaşabilir: Ardından, hem us hem de inancı kabullenebildiği gibi, dogmanın kendisini de terkedebilir. Bu alternatiflerin her biri dönemin bazı düşünürleri tarafından seçilmiştir Tümeller Öğretisi Duns Scotus, tümeller öğretisinde, St. Thomas’ın da kabul ettiği, dönemin kuramını büyük ölçüde izlemiştir. Tümeller, Tanrının zihninde biçimler olarak şeylerden önce vardırlar; öz ya da genel doğalarında olduğu gibi, şeylerin içinde bulunurlar; ve bizim zihnimizdeki soyut kavramlar olarak şeylerden sonra vardırlar. Tümeller, yalnızca, sonlu zihindeki idealar değildirler. Kavramsal bilginin gerçek bir nesnesi vardır. Eğer tümellerin hiçbir extramental gerçekliği yoksa, bütün bilimlerin yalnızca mantığa indirgenmesi gerekmektedir. Duns Scotus’u yönlendiren ilke, düşünce ve gerçekliğin uzlaşım içinde olmasıdır. Mantıksal sanılar ve ayırımlar yalnızca düşünce eylemleri değildirler, fakat onlara uygun bir gerçekliğe sahiptirler. Bu durumda bilgi ile nesnelerin özdeş olma gerekliliği bulunmamaktadır. Tikel nesnelerden başlamadan bu konuda fikir yürütemeyiz; tikellerden yola çıkarak tümel terimlere ulaşırız. Tür ve cins arasındaki mantıksal ayırımı kabul ederek cinsin, türleri kapalı olarak içinde barındırdığı sonucuna ulaşırız. Türler de, bireyleri kapalı olarak içermektedir. Bireyler arasında ayırt edici kişisel farklılıklar bulunmaktadır. Ayırım oluşumu bireyden daha öteye geçemez çünkü;mantıksal olarak bireyi bölemeyiz; her birey ya da tikel şey bölünebilir bir birlik, nihai bir gerçeklik, mantık sınırı ve metafiziksel bir ayırımdır. Bu, ilkel bir birey oluşturan bireysel farklılıktır; cinsler, cins artı özgün farklılıktır, bu durumda, birey, cins artı bireysel farklılıktır. Evrensel doğa ya da öz ya da nelik-whatness (quidditas), burada bireysel doğa tarafından buluk-thisnes (daha sonraki yazarların ifa de ettiği şekliyle haecceitos) tarafından tamamlanmıştır. Mantıksal olarak insanoğlu, hayvana insanlık özel farklılığı eklenerek ortaya çıkmıştır. Sokrates ise bireye özgü Socratitas özyapısının eklenmesiyle ortaya çıkmıştır.Duns Scotus, bireysellik ilkesinin, St.Thomas’ın öğrettiği gibi özdekte değil, bu bireysel farklılık içinde bulunduğunu ortaya koymaktadır. İlkel şey neyse odur. Bunun nedeni özdeği değildir— eğer böyle olsaydı aynı cinslerin üyelerinin hepsi aynı olurdu—bunun nedeni onun bireysel doğası, bireyselliğidir. Bireysel farklılık, bir şey (res) ya da bir nesnenin genel özyapısına eklenen bir varlık değildir. Bu yalnızca mantıksal bir farklılık değil, genel özyapı ile uyum halinde bulunan bir nitelik ya da karakterdir. Tümeller ya da genel kavramlardan aşağı inerek sonuçta bireylere ulaşırız; fakat karşıt yönde ilerlendiğinde tümel ya da aşkın kavramlara, yaradılışın (ens) en yüksek düzeyine ulaşırız. Yaradılışın yanı sıra, diğer aşkın kavramlar bulunmaktadır—birlik, iyilik, doğruluk; özdeşlik ve çeşitlilik; belirsizlik ve gereklilik; gerçeklik ve gizillik. Peter Abelard ve 12.yy. Skolastizmi Bütün bir okulcular arasındaki en ilginç kişilik Peter Abelard’dır (Abaelardus ya da Abeillard). 1079 yılında Pallet’te doğmuş, kilise ile çok sayıdaki çatışmalardan sonra 1142 yılında Paris’te ölmüştür. Çok ilgi çekici yetenekleri bulunan ve döneminin en göze batan öğretmeni olan Abelard, her bir önemli sayı karşıt fikirler ile ortaya koyan (dicta pro et con tra) ve sorunun çözümünü okuyucunun kendisine bırakan bir yöntem izliyordu. Bu arada, sorun hakkında karar vere-bilmesi için çeşitli önerilerde bulunuyordu. Öğrencisi Peter the Lombard bu yöntemi Theology (Tannbilim) kitabında uygulayacaktır. Bu çalışma daha sonraki tüm ortaçağ düşünceleri için örnek oluşturacaktır. Abelard’ın çalışmaları: Epistolae: Introductio ad theologiam; Ethica; Sic et non; Dialogus inter philosophum, Judaeum et Christianum; Abelard, Röscelin’in adcılığı ile Champeaux’lu William’ın gerçekçiliği (her ikisi de öğretmeni olmuştur) arasında bir orta noktada bulunuyor gözükmektedir. Ancak sorunun çözümü için belirli bir çözüm önerisinde bulunmaz. Tümellerin, Tanrı’nın zihni dışında gerçek varlıklar olduğu şeklindeki gerçekçi görüşe karşı çıkar: Bir şeyi, bir şeyle doğrulayamayacağımız için, çok sayıdaki şeyi tümel olarak kabul edemeyiz; çünkü bir tümel, yalnızca, bir sözcük olamaz. Abelard, aynı şekilde tümelin yalnızca bir sözcük olduğunu iddia eden Adcıları da reddetmektedir; tümeller, sözcükler (voces) değildirler, kavramsal yüklemlerdir (sermones). Belki de, tümel idealar ifadesi ile nesnelerin bir sınıfının ortak özelliklerini anlatmak istemiştir. Onlar zihnindeki kavramlardır ve bu kavramları ifade etmek için kullanılan terim ya da sözcükler seımones’dir. Bu, kavramcılık (conceptualism) olarak adlandırılacaktır. Ancak bunun tam olarak yeterli olduğu söylenemez: Abelard şeyler arasında özsel farklılıklar bulunduğunu belirtmesine karşın, tümellerin, şeylerden ayrı varlıklar olmadıklarını söyleyecektir. Abelard’ın kendisi bile doğruyu söylediğinden emin değildir; belki de hem Platon’a, hem de Aristo’ya duymuş olduğu hayranlık nedeniyle her iki yargının da doğru olduğunu düşünmektedir. Introduction to Theology (Tanrıbilime Giriş) adli çalışması 1140 yılında Sens Konseyi tarafından kınanmıştır. Abelard, bu çalışmasında körü körüne inanmış olmamak için inançlarımızın incelenmesinin gerektiğini ortaya koymaktadır; bu sonuca mantık ve tanrıbilimdeki mantıksal yöntemleri kullanarak ulaşır. Us, inancın yerine geçmemeli, onun önünde bulunmalıdır. Dogmaların kesin mantıksal kanıtlarının açık bir şekilde ortaya konulamayacağını düşünmektedir. Bu konu da özgür istencin varlığını kabul etmektedir. İnsanlar, inanç düzlemindeki bilgi ile gelecek yaşantılarında ödüllendirilecektir. Abelard, skolastik yöntemleri sıkı sıkıya bağlı kalmaktadır. Düşüncelerinde bağımsız olmak yerine skolastik görüşe bağlıdır. Bir dogmaya ne denli güvenilirse güvenilsin, us ile onu sorgulamadan kabul edemezsiniz demektedir; bir konu hakkında kuşkuya düşmeniz ve onu sorgulamaya başlamanız, onun artık size anlamlı gelmediğini göstermektedir. Onu tam olarak kabul etmeniz için, zihninizde onu tam olarak yargılamanız gerekmektedir. Introduction to Theology kitabının kınanmasına yol açan en önemli bölüm, Üçlülük öğretisidir. Üçlülük’te Babanın Bir ya da İyilik olduğunu söyler; Oğul, Logos ya da Tanrının zihnidir, ideaları içerir; ve Ruh-ul-Kudüs, Dünyaruhudur. Aynı zamanda üç kişiyi Tanrının gücü, usu ve iyilik istenci olarak karakterize edecektir. Abelard, törebiliminde, iyilik istencinin önemini vurgular. “Bir eylemin doğruluğu ya da yanlışlığı derinlerde değil, niyette yatmaktadır; Tanrı ne yapıldığını değil, onun hangi tinsel duyum içinde yapıldığını göz önünde bulundurur. “Ahlaklılık bilincin bir özdeğidir. Kişi, bilincine uygun olarak davrandığı zaman doğru yaptığını düşünür. Bu durumda hata yapıyor olsa da günah işlemiş olmayacaktır. Onun eylemi tamamen erdemlidir çünkü yaptığı şeyin doğru olduğunu düşünmektedir. Onun öznel yargısı, nesnel doğruluk ilkesi ile uyum içindedir.Abelard, öznel ahlak ile nesnel ahlak eylemleri ayırımını yapmaktadır Geruş anlamda düşünüldüğünde, doğruluğun karşıtı olan her şey günahtır; fakat dar anlamda yalnızca bilinçli ve isteyerek yapılan kötülük günahtır. Neden, yanlış olduğunu bile bile yapılan davranışlar günah olmaktadır? Çünkü böyle bir davranış Tanrıyı küçümsemek anlamına gelmektedir. Tanrısal istence boyun eğmeme tüm günahların en büyüğüdür. Canterbury’li Anselm Canterbury Başpiskoposu Anselm (1033-1109), Roscelin’in Platon ve Aristo düşünceleri üzerine temellendirdiği bir dizge içindeki adcılık düşüncesine karşı çıkmıştır. O, tam bir okulcudur; dogmaların doğruluklarına sıkı sıkıya bağlıdır ve güçlü bir felsefi düşünceye sahip değildir. Usun, otorite tarafından kabul edilmesi gerektiğini tanıtlamaya çalışmıştır. İnancın gerçekleştirilmesi girişiminde, yalnızca Tanrı’nın varlığı konusunda değil, Kilisenin kurtuluş öğretisi, Üç lülük, Yaratılış ve insanın kurtuluşu konularında genel önermelerine tanrıbiliminde yer verecektir. Katolik öğretiye inanmak zorundayız—bu tartışılmazdır—fakat aynı zamanda inandığımız şeyin ne olduğunu ve onun neden doğru olduğunu anlamaya çalışmalıyız: Us konusunda başarısız olunduğunda bunun bizi inanca götürdüğünü her zaman hatırlamalıyız. Anselm’in çalışmaları arasında, Monologium; Proslogium; Cur Deus Homo? sayılabilir. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Önerilen Mesajlar
Sohbete katıl
Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.