Jump to content

Güneş İmparatorluğu


nevermore

Önerilen Mesajlar

Hans Stephan Santesson

http://www.spiritualizm.com/A1/kitap/kitapkapak/kitapres/mu-kayip-ulke-semboller0001.jpg

Ana Vatan'dan, Mısır'a koloniler gönderen bu Güneş İmparatorluğu'ndan söz etmeden önce, imparatorluğun simgesini, Mu Kraliyet Arması'nı gözden geçirelim: Armanın sekiz ışınlı güneşini C. İngiliz Kolombiyası'ndaki Kootenay Hintlileri'nde, Maoriler'de, Nevada ve Yeni Meksika gravürlerinde, Yukatan, Honduras, Guatemala, San Salvador Harabeleri'nde, bugün Gobi Çölü olan yerde bulunan Kara-Kota yıkıntılarında keşfetti.

Mu arması, (Şekil: 1) c.'a göre aşağıdaki öğelerden yapılmıştır:

A - Arma, Mu'nun hiyeratik alfabesine!eki M harfi şeklindedir. Ayrıca, simgesel harfidir. Gerçekten bu harf. C’ın "M harfi, Mu dilinde Mu olarak söylenir." demesine rağmen, onun (kıtanın) ismidir.

B - Bu hiyeroglif, armanın merkez şekli olarak ifade edilmiştir ve U-lu-umil diye okunur, ki"... nın İmparatorluğu" demektir.

C - Hiyeroglifi çevreleyen daire, Güneş'i temsil eder; "Güneş İmparatorluğu" denebilir ikisine. Her üçü birden "Mu Güneş İmparatorluğu" anlamına gelir.

D - Sekiz köşeli-ışınlı yıldız,sekiz temel noktayı simgeler ve Mu'nun dünyanın her yanına hâkim olduğunu ifade eder.

E - Sekizli yıldızı çevreleyen daire, bir evren sembolüdür. "Bu evren insana hasredilmiştir, insanın evreni, toprak (dünya)." O hâlde bir kez daha, Mu'nun ışınlan, etkisi bütün insanlığa ulaşmıştır, denmek isteniyor.

Mu Kraliyet Arması, C.'a göre, bize, tüm dünya insanlarının Mu'ya bağlı olduğunu öğretmektedir. Mu, Cortesianus Kodeksi'nde, yeryüzünün hâkimi olarak ifade olunmuştur.

Mu, Hiyeratik Başlı bir imparatorluk olunca, Kral-İmparator olarak seçildi. Dinsel metinlerde, Hiyeratik Baş tanrısallığı temsil ediyordu. Ra denen Güneş, bu tanrısallığın kolektif ve en yüksek sembolüydü. Sonuç olarak Güneş'in, bu Krallar Kralı'nın sülâle sembolü hâline gelmesi, oldukça normaldir.

İmparator-Kral ilk kez seçildikten sonra Hiyeratik Baş. Ra (Güneş) unvanını aldı. Bu unvana, toprak, Mu eklendi ve Kral'ın eksiksiz İsmi meydana geldi: RA-MU. Daha sonra bu toprak, Güneş İmparatorluğu oldu.

Güneş İmparatorluğu hangi tarihte başladı bilinmiyor, ama muhtemelen, en az 50.000 sene önce olabilir. Mu hâkimiyeti altına giren bazı uluslar, 35.000 seneden daha ötelere çıkarlar, ama bu ilişkilerin kökeni hakkında hiç bir belge ve gelenek mevcut değildir.

Mu kolonileri, kendilerini yönetecek kadar önemli ve kudretli hâle gelince, imparotorluğa bağlı (teba) krallık durumuna gelirler. Dünya, bir tek efendiye bağlı uluslardan kurulu büyük bir aile gibiydi. Kolonilerden biri kral­lık olunca, ilk kral Ana Vatan'ın kraliyet ailesine katılır, bazı hâllerde kendi kendine isimlendirilirdi. İsim olunca, yeni kral Güneş'in Oğlu sülâle ismini kabul ederdi. İlk krala RA-MA deniyordu ve timsali, doğan güneşti, yani ufuktan yarı yarıya yükselmiş bir güneş. Doğal olarak, Güneş'in Oğlu deniyordu. (C., Udepur Mihracesi'nin bu Ra -Ma soyundan geldiğine dair bir geleneğin olduğunu hatırlatır.)

Mayax (ya da Mayak), koloniden kraliyete geçen Mu kuruluşlarından biriydi. Sonra bağımsız imparatorluk oldu. Can sülâlesinden evvel Mayax'ta hüküm süren on iki sülâleyi içeren, el yazmalarındaki hükümdarlar, Mısır, Kaide, Peru ve diğer memleketlerde olduğu gibi, "Güneş'in Çocukları" diye isimlendiriliyorlardı. Bu ilk sülâlenin birleşik kralları 18.000 senelik bir devreyi kaplamıştı. Troano El Yazması'na dayanarak, son Can Kralı' nın 16.000 sene evvel yaşadığını biliyoruz. En azından altı kralın Can sülâlesinin ismini kullandığını farz edersek, C'ın yaptığı gibi, ilk Maya Kralı'nın 35.000 sene evvel hüküm sürdüğü sonucunu çıkarabiliriz. Amerika'da bu tarihten daha önce, uygar veya öyle sayılabilecek insanların mevcut olduğunu kabul etmek yerinde olacaktır.

C, Kuzey Amerika'da, üçüncü çağa kadar çıkan, büyük buzul devrinden binlerce yıl önceleri kapsayan izlerin mevcut olduğunu çok doğru olarak müşahede etmiştir. Gerçekten de, Kuzey Amerika'daki bu izlerin tarihleri, batı dağ dizilerinin şekillenmesinden öncedir. Sadece Batı Devletleri'nde, Trogloditler ile Hindistan'dan gelmiş olanlardan evvel, birçok ülkelerin yerleşmiş olduğu dört ayrı uygarlığın izleri bulunmaktadır. Trogloditler ile Hintlilerin, dağların yükselmeleri sırasında kurtularak geriye kalanların soylarından gelmiş olmaları pek mümkündür.

Biz burada, Kuzey ve Güney Amerika'daki Fenike ve Roman kuruluşlarıyla ilgilenmediğimiz gibi, Tennessee, Mississippi, Guyane'da bulunan insan ve hayvan izleriyle de ilgilenmiyoruz. Ayrıca, 1775'te Kentucky'de, Hintliler'e ait bir şehir mezarlığının keşfedildiğine inanan yerli halk tarafından yıkılan duvar-mezarlarındaki mumyalar da bizi alâkadar etmiyor. Yerli halk, yüzlerce mumyayı açık havaya çıkardılar, sargılarını kopardılar, tekmeleyerek yerlere savurup yaktılar. (*)

Hayır. C. bazen, bu eski uygarlıkların yaşadığı yeri kesin olarak ifade etmeye çalışmadan, fiilen Mu kolonilerinden ya da felâketten sonra geriye kalanların soyundan gelip gelmediklerini bile söylemeden, en eski kültürlerin izleriyle ilgilenmiştir.

Önce Oregon'da Lake Fosili denen yere gidelim; orada, en eski uygarlıklardan birinin kalıntıları bulundu. Orada bulunan tarih öncesi hayvan kalıntılarına göre, bu göl mezozoik devirde mevcut olabilir. Bu Fosiller Gölü, büyük Oregon Çölü'nün ortasında bulunuyor; vaktiyle dağların yükselmesiyle yüzeydeki suların yönü değiştiğinden, çölleşmiştir burası. Eski hayvan fosilleri kurumuş göl yatağı civarında, dinozor kemikleri ve diğer mezozoik hayvanlar daha derin tabakalarda, mastodont ve diğer pleistosen memelilerinin kemikleri de yüksek tabakalarda bulundular. Bunların arasında mızrak uçları, volkan camından yapılmış saplı baltalar da çıkmıştır.

O zaman C., "yüzlerce, hatta binlerce" el yazmasına döndü. Batı Devietleri'nde bulunan kaya ve yarlar üzerindeki yazmalardı bunlar. Görünüşe göre, Nevada'dan gelen mağara insanlarının duvar resimlerinden belli bir kısmını seçti ve anlamlarını verdi. (Şekil: 2)

A - Etrafı ışınlı, yükselmiş Güneş. Evvelce de gördüğümüz gibi. Mu simgelerinden biridir.

B - Bütün tarih öncesi insanları tarafından bu anlamda kullanılan, bir yükselen Güneş'in simgesi.

C - Gene eski çağların insanlarınca ortaklaşa kulla­nılmış olan, Güneş'in meridyendeki durumunun simgesi.

D - Ufkun arkasına geçen, batan Güneş. Genellikle ışınsız, sade bir daire ile temsil edilmiştir. Bu hâlde, siyah bir disk biçimindedir. C. bunu, gün ışığından ebediyen mahrum, kaybolmuş bir şeyin temsili olarak yorumlar.

E - Bu simgenin, ebediyen karanlığa gömülmüş Mu'yu temsil ettiği sanılmaktadır. Mu'nun ismi, siyah diskin tepesine yerleştirilmiş üç sayısıyla belirlenmiştir.

F - C'a göre, bu vinyet Mu Kıtası'nın güneşin battığı yönde Okyanus'u geçerek yayıldığını gösterir. Yılan, Khanab Okyanusu'nun, büyük suların simgesi Khan'dır (Plongeon, Can-Kan olarak yazmıştır.). Yılanın tepesindeki yarım daire, batı ufkunu temsil eder. Mu ismi de, ufukta gözüken üç tüyle, üç simgesel sayı ile ifade edilmiştir.

G - U-Luumil diye okunan hiyeroglif "....nın İmparatorluğu" anlamına gelir. Mu'nun kraliyet sancağındaki merkezî şekildir.

H - Lotus tomurcuğu. Ana Vatan'ın kutsal ve kraliyet çiçeğidir.

Gı - Tek kafalı ve süssüz yılan, suların simgesi olarak kabul edilmiştir.

Hı - Suların bir başka simgesi.

I - Dört asal yönü, noktayı göstermek için bazen kare yerine kullanılan basit bir haç.

K - Ana Vatan'ın hiyeratik alfabesindeki ilk harf, ah diye okunur. Bir sayısını da ifade eder, o zaman heun diye okunur. Anlamı, Krallar Kralı Kral Ahacı'yı ifade etmek içindir.

http://www.spiritualizm.com/A1/kitap/kitapkapak/kitapres/mu-kayip-ulke-semboller0002.jpg

L - Hiyeratik alfabede -n- harfi.

M - Çukur, y,adi ya da çukur simgesi.

N - Hiyeratik alfabede -z- harfi.

O - Hiyeratik alfabede -u- harfi, ters dönmüş.

P - Mu'nun batışından sonra ortaya çıkan ağaç ve yılan simgesi.

Q - Yaratılış simgesi; aynı zamanda 9 sayısı olarak kullanılmıştır.

R - Uygur-Maya dinsel simgesi. İlerideki bölümlerde Uygurlar'ı inceleyeceğiz.

S - Uygurlar'ın hiyeratik -h- harfi.

T - Bin tüy ya da funda olabilir.

U - 100 sayısının simgesi.

V - Dağların simgesi, çok eski değil.

W - C, Kuzey, Orta ve Güney Amerika'nın batı kıyılarını gösteren bir harita demiştir.

X - Dünyanın her yerinde, mağara duvarlarına çizilmiş böylesi eller bulunmuştur.

Y - Bu haç şekliyle tabiattaki aktif ve pasif unsurlara atıf yapılmaktadır.

AA - Bir hayvan postu.

BB - Mısır ve başka yerlerdekine benzer başlar bulunmaktadır. C.'a göre, boynuzlan süslü olan bu hayvan, bazı kurban ve ayinlere mahsustur.

CC - Genellikle sivri uçları aşağı doğru olan üç uçlu şekil, çokluğu simgeler.

DD - Yolcuya, gidilecek yolun yön ve süresini bildiren çanaklı gösterge.

C.'ın tezine göre, mağara adamlarının bu yazıları, onları yazanların Ana Vatan'dan geldiklerini göstermektedir. Ayrıca şunu da ekleyebiliriz ki, bu insanlar, felâketten geriye kalanların soyları idiler; Mayalar ile, en azından kültürel ilişkileri vardı.

Sonra, Grapevine Canyon (Nevada)'da bulduğu ilginç bir resmi inceliyor. (Şekil-.3)

http://www.spiritualizm.com/A1/kitap/kitapkapak/kitapres/mu-kayip-ulke-semboller0003.jpg

Ona göre Mu'nun, Ana Vatan'ın anısına yapılmış cilan bir mabedin plânı söz konusudur. Mabedin iç çevresinin ortasında bulunan dörtgen, bir sunağı ya da azizlerin azizini temsil etmektedir. Bu sunağın ya da sunak simgesinin merkezinde, tersine duran bir -m- görülmektedir. Mabedin Mu'ya adanmış olduğunu ve artık mevcut olmadığını göstermektedir.

İki yanda, iç salon ya da "sunak, azizlerin azizi" olarak göz önüne alabileceğimiz bölmeler var; bunlar, avluya ya da ortadaki sahaya bakan salonlar olabilirler. C, diyagramın ortasında simgesel olarak bulunan bu salonlardan, iman edenin dinsel bilginin üç derecesini aldığı üç salonu temsil ettiği anlamını çıkarmaktadır. İlâve hiyeroglifler sayesinde bu resmi çözüyor ve şöyle yorumluyor: "Mu milyonlarca ruh ile sulara gömüldü. Artık güneş onun üzerinde parıldamıyor. Karanlıklara daldı. Öldü." (*)

Ve sonra, Beatty'de (Nevada) Gold Gulch kayası var. "Binlerce yıl önce insanlar tarafından yolculukları esnasında kullanılan doğal oluşumlardan biridir."

Tasvirine göre, kaya, büyük bir üzüntü içinde çökmüş ve bitik bir adamın, belli belirsiz karaltısını temsil etmektedir. C.'ın, "eski mançu stili" olarak ifade ettiği, büyük bir harmaniyeye sarılı, matem oturuşundaydı bu adam. Tepede, aşınmış bir taş, karaltının başını temsil ediyor. Gözlerin bulunduğu yere chi-pe-zi kelimeleri oyulmuş ve boyanmış. Şu şekilde çevrilebilir: "Bir ağız açılıyor, ateşler dumanlarla fışkırıyor, toprak parçalanıyor ve kararıyor." Sekiz ışınlı bir Güneş ve karaltının içerdiği kayıt şu anlamda olabilir: "Ahan, Kral, Büyük Kral, Büyük Şef." İsim, muhtemelen felâketten sonraki kralın ismidir. Harfler Uygur-Maya tarzı olduğundan, C., bu halkın Güneybatı Amerika ile Moğol kolonilerinden olması gerektiğini farz etmektedir. Piosen devrine kadar çıkan bu yerleşmeler, Meksika'daki yerleşme bölgelerinin yıkıldığı devirde afetlerle ortadan kalktı.

İlk koloni dalgasını bir ikinci, hatta üçüncü koloni dalgası izledi. (Buna rağmen C., ikinci ve üçüncü dalgaların yerleşme yerleri ve kültürleri hakkında yeterli kanıt göstermemiştir.) Bu yerleşme yerleri, Colorado, Arizona ve Nevada topraklarının büyük bir kısmını çöl hâline getiren büyük dağ dizilerinin dağılmaları ve büyük afetler nedeniyle yıkılmışlardır. C.'a göre, Trogloditler "Mu topraklarından gelen son kolonicilerdir", ama pek muhtemelen, onlar Mu'nun sulara gömülüşünden soma dağılmış olan geriye kalanların soylarıydılar. Ama Maya dili konuşan Trogloditler, Amerika'ya gelip Colorado'ya yerleştikleri zaman dağlar orada mevcuttu; dağlar yok olmadan evvel İlk koloniler gelmişti.

Bu son uygarlık dalgalarının kalıntıları, Colorado Irmagı'ndan içerilere doğru ilerleyerek, bugün Arizona, Yeni Meksika, Utah, Nevada ve Wyoming dediğimiz yerlere yerleştiler. Arizona'da, Hava Supai Kanyonu'ndaki bir mastodont deseni göz önüne alınırsa, (ki tarihi M.Ö. 10.000 senelerine ancak çıkar) bu yerleşme 12.000 yıldan daha eski değildir.

Eğer Pueblolar'ı incelersek, onların Amerika'ya geldikleri devirde çok uygar ve aydın bir halk olduklarına, tam anlamıyla inanmamız gerekir.C, Ana Vatan'dan Kuzey Amerika'ya gelenler arasında, en eski belge ve gizli öğretilere sahip olanların onlar olduğunu söylemektedir. Ana Vatan ile ilişkileri tartışmasız olarak mevcuttu, demiştir. Gizli gelenekleri bize, Amerika'ya Mu'dan geldiklerini öğretmektedir. Bütün dinsel ilhamları insanın ilk dinine kadar uymakta ve kutsal simgeleri de Mu simgeleri olmaktadır.

Örnek olarak, Zuni ve Hopiler'e ait insanlığın kaderini çizenler olarak kabul edilen iki ilâh zikredilebilir. Bu ilâhlara, kutsal olduklarından tapınılmaz, Hristiyan azizleriyle kıyaslanabilirler.

Ahainta ve Matsailema denen bu iki ilâh, Güneş Tanrı'nın ilk çocukları olarak ifade edilir.

Hopiler, Tanrı'nın kolektif simgesi olan Güneş ile Tanrı'nın kendisini ayırdılar ve ilk erkek ile ilk kadının, bizzat Tanrı'nın çocukları olduğunu ve O'nun çocuklarının, hiç bir hâlde Güneş'i simgelemediğini müşahede ettiler.

Hopi Yerlileri, erkek ve kadının Güneş'te hüküm süren Büyük Tanrı'nın çocukları olduğunu ve neticede doğanın zürriyeti olmadığım savunmaktadırlar. C, bu "ilk çocukların" isimlerindeki anlamda ek kanıtlar görmektedir. Ahainta, A-ha-inta kelimelerinden, Matsailema da,

Ma-tsai-le-ma kelimelerinden oluşmuştur. Bu kelimeler Ana Vatan dilindedir. Bu birleşik iki isim şu anlama geliyor: Tanrı, ilk erkek ve kadını, toprağı işlesinler diye yarattı. Bu "Tanrı'nın ilk çocukları" bütün insanlığın atasıdırlar.

Pueblo Yerlileri'nin konuştukları dilde, ana dilin birçok seslileri vardır ve diğerleri de kök olarak aynı kaynaktan gelmektedir. Bir efsaneye göre, onların ataları, gemilerle, güneşin battığı yönden, denizin ötesinden Amerika'ya gelmişlerdir.

Kuşkusuz, geldikleri sırada yüksek düzeyde uygar bir toplumdular, oysa az evvel sözünü ettiğimiz ilk gelenler öyle değildiler. Güneybatıda, dağların yükselmesinden önce ve sonra gelen birçok koloni dalgaları mevcuttu. Bu koloniler aynı kökten olabilirler, mitleri vasıtasıyla bunu belirlemek olanağı vardır. Bazıları, yıkılan Ana Vatan'dan geriye kalanların soyları olabilirler. Uzak geçmişin tüm folklorik anılarının mitlere dönüşmesi için yeterli derecede açlık ve yoksulluk dolu yüz yıllar geçirilmiştir. Hopis ve Zunis gelenekleri, aksine bize, geriye kalanlar ya da onların soyundan gelenlerden çok kolonicilerle karşılaştığımızı göstermektedir; bu da tamamen farklı bir durumdur.

Zuni geleneğine göre: "Dünya, vaktiyle tamamen suyla örtülüydü ve hiç toprak gözükmüyordu."

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Bir mit mi?

Bir başkası da şöyledir: "İnsanın yeryüzünde görünmesinden evvel zemin öyle hareketli ve suya gömülmüştü ki, insan yürüyemiyor, ayaklan yere batıyor ve sonucunda zemin üstünde yaşayamıyordu."

Kuşkusuz, üçüncü devrin ilk hayvanlarının ayak özelliklerini, biçimlerini (geniş ve perdeli) bilmeseydik, eğlendirici bir mit der, geçerdik. Başka bir Zuni geleneğinden şunları öğreniyoruz: Uzak geçmişte garip yaratıklar, vahşî hayvanlar vardı, tırnaklı pençeleri ve korkunç dişleri müthişti. "İri puma, suyun öte yanında ancak bir köstebekti. Sonra Yukarıdakiler bu hayvanlara: "İnsanlara kötülüğünüz olmasın ve onlara yardımınız olsun diye, hepiniz taş olun. Böylece, biz sizi ebedî kayalar yaptık."

'Yeryüzü böylece sertleşti ve her türden bir yığın hayvan taş hâline geldi. İşte böyle, her yerde onları bulmamız vaki oldu. Kayaların şekilleri bazen onlara benzer şekilde pek büyüktür. Sık sık, artık mevcut olmayan hayvanlardan kayalar arasında görüyoruz. Bu durum bize. Dünya' nın başlangıcının ne kadar farklı olduğunu gösterir."

Bir efsane mi acaba? Belki, ama o zaman, bundan 12.000 sene evvel Arizona'da, Hava Supai Kanyönu'nda, kaya üzerine çizili bir "tiranazor"u acaba hangi meçhul el çizdi diye sorabiliriz. Bu dev kertenkelenin mevcudiyetini yüz seneden beri bilmiyorduk.

Zuni geleneklerinde bizi özellikle ilgilendiren bir konuya geldik: TUFAN.

Çok eski zamanda Zuniler, çok kötü ve balıkçı bir kavimdiler.

YUKARIDAKİLER'in yaptıkları uyarılara rağmen, hatalı yolda gitmekte ısrar ediyorlardı. Sonunda Gölge Halkı, onların yok edilmesine ve yeryüzünden kovulmasına karar verdi.

Bunun için Dünya suyunun iki büyük kaynağı açıldı ve salıverildi: Yağmurların düşüp geldiği depo ile tüm kaynakları, ırmakları, nehirleri ve dereleri besleyen derinlerdeki depo serbest bırakıldı.

"Sıçramalar, sarsılmalar oldu ve yağmur boşaldı, su akıntısı yükseldi. Zuniler o zaman, Tanrılar'ın gazabına uğradıklarını anladılar. Aceleyle, Taiyo-al-la-ne'ye (Gök gürültüsü Dağı'na) kaçtılar. Orada balıkçı ve münkirler arasından en genç olanları, gülerek, göklerin sağanakları ve derinliklerinden kaynayıp gelen suların buraya asla gelemeyeceklerini düşündüler."

"Ama, sular ağır ağır yükseliyordu; giderek yükselen suların karşısında alay edenler sus pus oldular ve ruhlarını korku kapladı. Çeşitli kardeşliklerin rahipleri dans ediyor, şarkı söylüyor, dua edip tütsüler yakıyorlar, büyü yapıp kurban kesiyorlardı. Ama, boşuna ... YUKARIDAKİLER'in ölkesi geçmiyordu."

"Nihayet, rahiplerin reisi dağın tepesinde sakin bir yere çekildi ve orada derin düşünceye daldı, dua etti ve halkı için şefaat diledi. Geriye dönünce, YUKARIDAKİLER'in öfkesinin bir tek şekilde dineceğini bildirdi. En güçlü ve en yakışıklı erkekler ile en güzel ve tatlı genç kızların kurban edilmeleri ve sonra özel merasim yapılarak sulara fırlatılmaları gerekiyordu. Böylece Tanrılar'ın öfkesi geçecekti."

"Halk, hüzün dolu bir durumda dinledi ve sonra, kurban edileceği tespit için tartıştılar. Genç bir adam bulundu; genç, bir Tanrı kadar güzeldi. Atletik, sağlıklı, etkiliydi, herkesten daha ahenkli ve sevimli yüz hatları vardı. Sonra, bu kararı ona söylemeye kimse cesaret edemedi. Herkesin zihnine, kurbana lâyık genç kızın, saygıdeğer Cacique'in tek ve sevgili kızı olabileceği düşüncesi geldi. Halkın seçmiş olduğunu görmek için gözlerini kaldırdığı zaman, karşısında artık genç kız yoktu."

"Gözleri yaşardı. Güzel kızım kendine doğru çağırdı ve ona bazı sözler mırıldandı, kız başı yerde, saygıyla onu dinliyordu. Cacique, kızın elini tuttu ve genç erkeğin yanına götürdü, herkes kurban zamanının geldiğini anlamıştı."

"Genç çift en güzel merasim elbiselerini giydiler, başlarına taç kondu, kol ve parmaklarına mücevherler takıldı. Ve soma, ağır ağır ve yumuşak şekilde söylenen hüzün dolu ölüm şarkısı giderek güçlendi. Ve sonra Cacique onları kutsadı; YUKARIDAKİLER'den af dilerken, çok ıstıraplı bir bedel ödeyerek, onları kaynayan sulara attı."

"Tam zamanıydı, zira herkes tepede, etrafı suyla çevrili bir ince kara parçasının üzerindeydi."

"Bir saat kadar sonra, en yüksek seviyeye ulaşmış bulunan sular alçalmaya başladılar. Günler ve haftalar geçti, vadi kurudu ve halk tövbekar olarak tekrar yuvalarına döndüler."

C.'ın, Zuniler'in bu tufan efsanesinde kabile reisini belirtmek için, Kişe-Maya dilindeki Cacique'i kullanmalarını müşahede etmiş olması çok ilgi çekicidir. Zira, bu son manyetik felâkette suların (hatırlanacağı üzere) Amerika'nın jeolojik olarak getirdiklerinin ötesine yayılmış olduğunu göstermektedir.

Çeşitli gelenekleri, lisanı, kutsal sembolü ve diğer kanıtları, Hint Puebloları'nın Mu kökenli olduklarını göstermektedir. Mu kıtası 12.000 sene önce sulara gömüldüğünden, Pueblolar'ın atalarının 12.000 sene önce gemileriyle Amerika'ya gelmiş olmaları, ilk depremlerden sonra buraya sığınmış bulunmaları gerekir.

Pueblo lisanında birçok Kişe-Maya kelimesi vardır ve onların gene birçok orijinal kavramları, Kişeler' in kavramlarıyla aynıdırlar: Bu da gösterir ki, gerek Ana Vatan'da, gerekse Amerika'ya geldikten sonra, coğrafya bakımından birbirlerine çok yakındırlar. Örneklersek, esas olarak Parjarito Park yöresinde bulunan "Tüylü Yılan" Kuetzalcoatl sembolünün müşterekliği gösterilebilir.

Kentucky'de Blue Lick Springs'de, bir mastodonta ait kemiklerin çok altındaki toprak seviyesinde bulunan kaldırım taşlarını ve Nebraska'da, üçüncü devre ait bir uygarlığın kalıntılarını zikreder, C. Hududun güneyinde, şimdiye kadar tahayyül ettiğimiz zamanların çok ötesinde de uygarlığın mevcut olduğunu gösteren pek şaşırtıcı kanıtlar bulunmaktadır.

William Niven'ın Meksiko Vadisi'ndeki bulguları, dağların yükselmesinden binlerce sene önce, üçüncü devirde, orada bir uygarlığın varlığını ortaya çıkarmıştır. Yani, binlerce yıldan beri, Hintliler'in Amerika'ya gelmelerinden çok önceleri, burada insanlar yaşamış ve ölmüşler, uygarlık ve kültürler gelişmiş, zamanla dağların yükselmesiyle beraber ortaya çıkan büyük alt üst oluşta dağılıp, yok olup gitmişler.

Bir mineral uzmanı olan Niven, bu vadinin kuzey­batısında, genişliği on üç, uzunluğu otuz kilometre olan bir bölgede araştırma yaptı. İki uygarlığın izlerini, iyi korunmuş, birbirine kenetli döşeme taşlarından üç zemin keşfetti; her biri, sanki büyük bir şehre aitmiş gibi gözüken, Soutenu (Yüce, Soylu) bir çağa aitti. Bu kaldırımlar, iki ile yirmi metre derinlikte bulunuyorlardı.

Birincisinin üstünde küçük taş, çakıl ve kum birikintisi vardı, vadinin ekime elverişli zemininde otuz santimlik bir tabaka buldu. Bu çok yeni sert zeminin yaşını belirlemek için, toprağın belli bir seviyesinde, otuz santimlik bir kısmın birikmesi için ne kadar zaman geçmesi gerektiğini bir düşünmemiz gerekir.

Niven, kum ve çakıllar arasında çömlek parçaları, pişmiş topraktan küçük şekiller, diorit incileri, ok uçları, mızrak, öreke sapı ve hemen hepsi kırık başka eşyalar buldu.

İkinci zemin ya da kenetlenmiş döşeme taşları, birincinin bir-iki metre altında bulunuyordu. Muhtemel bir deprem sonucu meydana gelen çatlakları vardı. Bu iki döşeme arasındaki mesafe içinde Niven'ın, ne çanak çömlek kalıntılarına, ne de oralarda yaşamış insanlara ait izlere rastlamamış olması ilginç bir durumdur.

Niven, bu ikinci seviyenin altında, 1.60 cm kalınlığında, oldukça muntazam bir kül tabakası buldu. Tahliller, bunların volkanik küller olduğunu göstermiştir. Küllerin tam altında sayısız bina, iz ve kalıntılar buldu; yüzlerce kil çukuru içinde, birbirine benzer, büyük ama düzgün boydaydılar.

Bütün bu evler harabeydi, duvarları küller altında yuvarlanıp gitmiş enkaz halindeydi. Bir defasında, bir ağaç kapı buldu. Bu ağaç sertleşmiş, âdeta taş hâline gelmisti. Kapı, kemer şeklindeydi, kalınlığı on santimlik bir ağaç kütüğünü saracak şekilde yapılmışa benzer söke başlığı vardı.

Kemer şeklinde yapılmış birinci kuşak, Meksika harabelerinde bulunacaktı. Ağaç kuşak işlemeli olmalı, çünkü evin taş duvarları, taş kadar sert beyaz bir çimento ile örülmüştü.

Niven bu kapıyı yerinden çıkardı ve yıkıntıda, oldukça temiz volkan külleri ile örtülü, boyu on metre kadar gelen bir salon buldu. Taş ve çimentodan yapılmış olan düz çatı, toprak, kül ve üzerini örten taşların basıncı altında parçalanmıştı, fakat bu damın büyük düz parçalarının kenarları kemerler şeklindeydi. Küller içindeki küçük çukurlarda sayısız eşya vardı. Vaktiyle orada oturan insanların bıraktığı kanıtlar, toz bulutu içinde düşüp kalan insanlara ait çeşitli kemikler bulunuyordu.

Eşik, en azından iki metre derinlikteydi. Yerde, kapıdan beş metre uzaklıkta komple bir kuyumcu âleti, elli santim yüksekliğinde pişmiş kilden bir ocak buldu. Ocağın üst kısmı, otuz santim çapında bir koni şeklinde yükseliyor ve fırının çevresini sarıyor. Üzerinde hâlâ saf altın parçalan yapışıktı, kilden yapılmış iki yüzden fazla kalıp vardı, ama uzun zamandan beri taş kesilmişlerdi. Burası bir kuyumcunun ya da mücevhercinin evi olmalıydı.

Bu kalıpların bazılarının kalınlığı on santimden daha azdı; altın, gümüş ve bakırdan yapılmış baş, göğüs, kol ve topuklara takılan, zamanın modasına uygun süs eşyalarının yapılmasına yarıyorlardı.

Her kalıp san ve parlak demir oksit (pas) tabakası ile örtülüydü; kuşkusuz döküm sırasında erimiş madenlerin gravüre yapışmasını engellemek için kullanılıyordu.

Bir süre sonra Niven, Pabenk ve Mitla'da bulunmuş olanlardan tamamen farklı karakterde süslemeler ve altından, ince bir göğüslük buldu. Niven'a göre, işçilik kıymetliydi, maden fevkalâde parlaktı, İspanyollar'ın gelişinden önce Aztekler'in ulaşmış oldukları uygarlıktan daha yüksek bir uygarlık derecesini yansıtıyordu.

Niven'a en çok etki eden, salon temizlendikten sonra bulduğu duvar süslemesiydi.

Kuyumcu, atölyesini, evinin giriş yeri arka tarafta olduğundan evinin önüne kurmak zorunda kalmıştı. Bu kısımda kırmızı, mavi, sarı, yeşil ve siyah renkli freskler vardı; daha önce kopyalarını gördüğü bu türden Grek, Etrüks ve Mısır freskleriyle boy ölçüşecek güçte olduğuna hükmetti.

Duvarın fonu açık maviydi. Beş metre yükseklikteki tavanın on iki santimlik kısmını koyu kırmızı ve siyah bir friz çevreliyordu. Bir çeşit balmumu ile cilalanmış görünümünde olan bu friz, renk ve motif olarak mükemmel şekilde korunmuştu. Yalnız, damın yıkılması sonucu harap olan üç duvarınkiler bundan hariçti. Bundan dolayı, ancak gün ışığında görülebiliyorlardı. Friz, kuşkusuz, bir çiftçinin çocukluğundan ölümüne kadar geçen hayatını temsil ediyordu.

Kemikler, dokununca toz hâline geliyordu,ama Niven'ın ifadelerine göre, çok ilginç başka şeyler de vardı: Kilden yapılmış 125 küçük "put", figürler, heykelcikler, çeşitli tabaklar mezarın dibine güzelce dizilmişti.

Bu cisimlerin en göze çarpanı, yere bağdaş kurarak oturan kilden bir erkek figürüydü, elleri dizleri üzerindeydi, Fenikeli ve Samîler gibi... En ilginç tarafı da başıydı, oyulmuş ve oynaktı, gövdesinden ayrılabiliyordu. Kafatasının dip kısmındaki kertiğe konulan, ustaca düşünülmüş kırık bir tenon. vasıtasıyla boyun üzerine yerleştirilmişti. (Şekil: 4)

http://www.spiritualizm.com/A1/kitap/kitapkapak/kitapres/mu-kayip-ulke-semboller0004.jpg

Kilden, binlerce, küçük figürler de bulundu, yüzleri Orta Asya ırklarına benziyordu; ilk yerleştikleri yerin birkaç kilometre yakınında bulunmuştu. Çömleklerin kalitesi ve zeminden yedi-sekiz metre derinlikte bulunan heykelcikler o kadar etkileyiciydiler ki, gelecek kuşağın arkeologları, bilimsel bir buluş yaptıklarını, hiç kuşkusuz, ileri sürmekten çekinmeyebilirler. Bu halkın mabet ve saraylarını, Milta, Palenk ve Kişen İtza halkının mabet ve saraylarıyla kıyaslanabilecek, seviyede bulacaklardır. Altlarında, kocaman şehirleri bozulmadan muhafaza eden kül yığınları bulacak olan arkeologlar, onların binlerce sene sonra ortaya çıkarılan Pompei ve Herküla' nın şehirleri kadar mükemmel korunmuş olduklarım göreceklerdir.

Gene Aztekler'in son önemli soy olduğunu ve Meksika'da hüküm sürdüklerini bulacaklardır.

Niven, Meksika Ulusal Sarayı'na otuz kilometre mesafede, Haluenpantla yakınında, San Miguel Amantla'daki bir mezarda yapılan hafriyat sırasında bir Çinli tasviri buldu. Ölünün boyu yüz altmış santim kadardı ve kafatası Moğol tipindeydi. İskeletin boynunda, yeşim ve inciden yapılmış bir gerdanlık vardı. Niven, bulunan bu yeşimin Meksika'ya ait bir maden olmadığını müşahede etti. Bedenin yanında, 597 adet küçük deniz kabuklarından yapılmış bir gerdanlık vardı; ölünün servetini gösteren bir sembol olabilir.

İskeletin yanında, boyu on dört, göğüs genişliği yedi ve karın kalınlığı üç santim gelen bir heykel buldu. Kolları kopmuştu. Bu heykelciğin yapıldığı kilin iç kısmı kırmızıydı, ama dış bölümü çizilemeyecek kadar taşlaşmıştı. Yüzeyden on metre derinlikte bulunmuş olduğu gerçeğini hesaba bile katmasak, şu belliydi ki, heykelcik Aztekler tarafından yapılmamıştı. Kuşkusuz, bu bölgenin en eski halklarından biri tarafından yapılmıştı. (Şekil: 5)

http://www.spiritualizm.com/A1/kitap/kitapkapak/kitapres/mu-kayip-ulke-semboller0005.jpg

Ama ne zaman?

Bu ölü odasındaki freskler belki bir belirti sağlıyordu. Auguste Le Plongeon, bu yüzyılın başında ifade ettiği gibi (*) Mayax sülâlesinden Prens Coh, 26.000 sene evvel, daha soma Chichen İtza denilen bu yere gömülmüştü; hayatı, onun için yaptırılan anıtkabirin duvarlarına freskler hâlinde resmedilmişti. Chichen İtza'yı 1842'de ziyaret eden John L. Stephens tarafından ilk kez sözü edilen bu freskler, doğumundan ölümüne kadar, Coh'un hayatını temsil ederler.

Bu en eski şehirlerin yaşını araştırırken şunu unutmamak gerekir ki, tarih öncesi bir şehrin kalıntılarından söz ediyoruz. Deniz seviyesinden 2.300 metre yükseklikte kurulan bu şehir, zeminden on metre derinlikte bulundu.

Şehir, daha doğrusu kalıntıları,kilometrelerce uzaklıktaki dağın çevresinde bulunuyordu.

Volkanik bir kül tabakası, bu eski şehrin harabelerini örtmüştü. Şehrin -ya da kültürün- üstünde bir başka şehrin kalıntıları vardı. Bu kültürlerin üstünde de kaya, kum ve çakıldan bir örtü vardı. Daha yukarıda üçüncü bir kültürün, daha yeni bir kültürün, kalıntıları vardı ve o da kum, çakıl ve kayalarla örtülüydü.

Bugün Niven şehirlerinin (C. şehirleri de deniyor) kalıntıları, deniz seviyesinden 2.300 metre yüksektedir. Niven, en alttaki şehrin volkanik küllerle örtülü olduğunu söyler, ama hiç bir şekilde lâvların varlığından söz etmez; bu durumda, volkan lâvının en alttaki şehre kadar ulaşmadığı varsayılabilir.

Şehri örtecek kadar çok büyük miktarlarda kül yağdığına göre, volkan ya da volkanların çok yakında olacağı açıkça bellidir. Oysa bugün olduğu gibi, arazi ova olmalıydı; volkanik bir koni oluşmuştu. Güney Afrika'da, Güney Denizleri'nde görüldüğü gibi... Bir parça lâvın fışkırmış olması da mümkündür.

Aynı zamanda unutmamak gerekir ki, sadece küller, Niven'ın da belirttiği gibi, bütün bir yıkıma sebep olamazdı.

Duvarların yıkılması, damın çökmesi için başka bir sebep olması gerekirdi. Sebeplerden biri, volkan patlamasından önce ve patlama devamınca bütün binaları yıkan ve yeri alt-üst eden depremler olabilirdi. Cortesianus Kodeksi'nde grafik hâlinde bir tasvir, Lhassa belgesinde de tekrar edilmiştir: 'Yer sallandı, fırtınadaki ağacın dalları gibi titredi."

Şimdi de ikinci kültüre, aracı kültüre geçelim. Yukarıda, takriben bir buçuk-iki metre kalınlığında küçük kaya, çakıl, kumlu çakıl ve kumdan meydana gelen bir tabaka bulunuyordu.

Burada bir sorunumuz var.

Küçük kayalar, kum ve çakıllardan meydana gelen yığın, C.'ın gözlemlediği gibi, taşları geçitlere yığan ve yuvarlayıp getiren deprem dalgalarının ve devasa su baskınlarının yüzünden olmuştu.

Böylece, bu kaya ve çakıllar yuvarlanıp yığın oluşturdular; en ağır taşlar dipte, kumlu çakıl üstünde ve en üstte de kum, çatlayıp kükreyen dalgaların amansız gücüyle sürüklenip yığıldılar. Üstteki kültürleri örten kaya, çakıl ve kum tabakası okyanusun dalgalarıyla getirilmişlerdi, elbette ki.

Güzel. Ama ne var ki, biz bu kültürleri 2.300 metre yükseklikte, pek ulu dağların çepeçevre sardığı bir ovada bulduk.

Hiç bir deniz baskını, hiç bir deprem dalgası ve hiç bir uğursuz dip dalgası, Meksiko Vadisi'ni oluşturan platoya ulaşacak kadar yeterli güce sahip olamaz ve vadiyi çevreleyen dağları aşamaz. Böylesi bir okyanus patlaması, tüm dünyayı yıkar! Aşıp geçen dalgaların ardında, canlı hiç bir şey kalmaz. 70-80 metre yükseklikteki bir dalganın volkanik sarsıntıyla oluştuğunu söylemek imkânsız değildir.

O hâlde, okyanustan gelen iki dev dalganın, kuşkusuz binlerce senelik fasılalarla, her türlü hayat biçimini yerle bir ederek, bu bölgede patlayıp yayılışıyla karşı karşıya bulunmaktayız. (*)

Milyonlarca varlık, ilk kez telef oldu. (Şehrin 80 km karelik bir alana yayıldığı sanılıyor.) Bu kültür yıkıldı ve sonra, ondan sonraki ve nihayet en yenisi de yok oldu.

Bu kum, çakıl ve kaya yığınının oluştukları çağda, bu toprakların deniz seviyesinden birkaç metre yükseklikte bulunduğu, itiraz edilemez şekilde kanıtlanıyor. Böylece, bu kültürlerin devrinde, orada ne dağlar, ne de okyanus ile Meksiko arasında dağ zincirleri olamazdı ve Meksiko'nun kurulduğu düzlük, şimdiki seviyesi olan 2.300 metreye yükselmemişti. Meksiko, muhtemelen o zamanda düz bir şehirdi ya da denizden 30-40 metre yükseklikteydi. Bu uygarlıkları toprağa gömen tabakanın başka bir açıklaması yoktur.

Bu durumda, gerçeği aşıyoruz: Meksiko'da, dağların püskürmesinden önce uygar insanlar yaşıyordu ve biz üçüncü devirde mevcut olan insan topluluklarıyla karşı karşıyayız demektir. En derinlere gömülüp giden kültür, en azından 50.000 senelik olmak zorundadır.

Şimdi, bu insanların nereden geldiklerini sorabiliriz.

Mu'dan mı?

Neden olmasın?

Şu sorulabilir: Eğer Niven'ın öteki buluşları ve Meksiko Vadisi'nde, en azından 12.000 yıllık 2.600'den fazla taş tablet göz önüne alınırsa, başka nereden gelebilir?

Dağların yükselmesinden önceki zamanlara ait olması gereken, şaşırtıcı harabeler söz konusu değildir. Aksine, sembolik desenli tabletler vardır ortada; bunlar, söylenenden elbette ki daha eskidir ve sembolik dil unutulmadıysa çözümlenebilir, Mu'yu bilenler bilir.

Öncelikle şunu göz önüne alalım ki, C, 2.50 metre yüksekliğinde, 1.60 metre genişliğinde, 0.45 metre kalınlığında ve bir ton ağırlığında bir Mihrap Resmi'nden söz eder; Niven'a göre, bir mihrabın parçasıdır. Yazıt, Dört Kutsallar'a, Yaradan'dan çıkan İlk Dört Güç'e adanmıştır. C, yazıtı şöyle yorumlamaktadır: Mabet (mihrabın bulunduğu yer), Zatı'ndan yayılan İlk Dört Büyük Güce (Dört Büyük Temel Güç) kumanda eden Ulu Yaradan'a adanmıştır.

O'nun buyruğu üzerine, evrende ve yaratılmış olan her şeyde, yasa ve düzen kuruldu. Mabet, Ana Vatan Mu' nun Büyük Rahip ve Kralı Ra-Mu'nun yasama hakkına sahip Ulu Yaradan'ın sözcüsü olduğunu ifade eder. O hâlde mabet, Mu'nun batışından önce inşa edilmiştir.

Böyle bir sonuca nasıl ulaşıldığını biraz inceleyelim. (Şekil: 6-7)

http://www.spiritualizm.com/A1/kitap/kitapkapak/kitapres/mu-kayip-ulke-semboller0006.jpg

Önce Taç ismi verilen kısmı ele alalım: Dört mazgaldan meydana gelen bağımsız süsleme ya da C.'ın deyimiyle 1, 2, 3 ve 4 numara ile gösterilen "kare biçimli dört nakış". Dikkat edilirse, Taç'ın iki ucuna; A ve B ile belirtilen yerlere hiyeratik H harfi, bir hizada olmak üzere konulmuştur. Taç, kırmızı renktedir.

H, Dört Kutsallar'ın alfabetik sembolüdür. DÖRT, Dört Kutsallar'ın sayısal sembolüdür. Başka bir ifadeyle, Taç, Yaradan'dan yayılan İlk Dört Büyük Gücün simgesidir.

http://www.spiritualizm.com/A1/kitap/kitapkapak/kitapres/mu-kayip-ulke-semboller0007.jpg

Tüysorguç: Tüysorguç, Taç'ın önüne konulan bir süslemedir. Yedi ışın ya da san renkli tüyden oluşmuştur. Böylece, bu renkteki tüylerin bir krala ait olduğunu anlıyoruz. ©

Vücut: Vücut, M hiyeratik harfini meydana getiren bir dikdörtgendir. Eğer hatırlanırsa M, Mu'nun alfabetik simgesiydi. O hâlde san renkli Vücut, Mu'nun simgesi oluyor. (D)

Baş: Bu, dikdörtgenin üst kısmında stilize edilmiş bir insan başı var ki, Mu'nun Kral ve Büyük Rahibi olan Ra-Mu'yu temsil edebilir. (E)

Ra-Mu ismi, etrafı ışınlı güneşler hâlinde, kulak süslemeleriyle verilmiş.

Boyun Süslemeleri: Görüleceği üzere, ışınlı üç güneşle şekillendirilmiştir. Üç'ün Mu'ya ait sayısal simgesi ve ışınlı güneşlerin de hanedan armasının simgesi olduğunu biliyoruz. (F)

Kollar: Stilize edilen kollar kırmızı renktedir, İnşacı'yı belirten hiyeroglifi biçimlendirir. (G)

Kemer: San renkteki bir bel kemeri, gövdeyi alttaki organlardan ayırıyor. Diz üstü çöken insanın el parmakları görülüyor. Beş, Küllî İlâhîliğin sayısal simgesidir. (H)

Önlük: Önlük, Büyük İnşacı'yı belirten hiyeroglifte dizleri birbirinden ayırmıştır. (İ)

Hiyeratik H Harfi: Ellerin altında, her iki yanda, İlk Dört Büyük Gücü simgeleyen hiyeratik harf, H bulunmaktadır. Onlar da sarı renktedir. (K)

Üç Daire: Bu Naga hiyeroglifi, Mu'nun simgesi olan Üç sayısı için kullanılır. Kırmızı renktedir. Gövdenin altına geçen bacaklar beş parmaklıdır, el parmaklarıyla aynı anlamlıdır. (L)

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...