nevermore Oluşturma zamanı: Ocak 6, 2013 Paylaş Oluşturma zamanı: Ocak 6, 2013 Mısır'da yüzyıllarca sürdürülen inisiyatik eğitimin dünya üzerinde birçok etkileri ve bu etkilerin çeşitli yansımaları olmuştur. Çünkü dünya üzerindeki birçok ülkeden kalkıp Mısır'a gelip inisiye edilen kişiler, daha sonra geldikleri ülkelere dönmüşler ve eğitildikleri merkeze ait bilgileri üstü örtülü bir şekilde kendi ülkelerinde dile getimıişlerdir. Böylelikle inisiyatik sırlar bilgisine ait gelenek, farklı yerlerde, farklı görünümler altında yeşerme imkânı bulmuştur. Bunların başında Antik Yunan Kültürü gelir. "Sayılar evrene hükmeder..." "KutsalMatematik'' ve "Sayılar Bilimi", Fisâgor tarafından işte tek bir cümleyle böyle ifade edilmişti... Evet... Antik Yunan Kültürü dendiğinde ilk akıllara gelen isim Fisagor'dur. Fisagor gerçekten de. Yunan Kültürü'nde çok önemli bir basamak taşı oluşturmuştur. Ancak Fisagor'a gelmeden önce Yunanistan'da yaşananları kısaca hatırlayalım... Böylelikle Mısır Kültürü ile Yunan Kültürü'nün bağlantılarını çok daha iyi gözler önüne serme imkânını elde edebileceğimizi düşünüyorum... FİSAGOR ÖNCESİ YUNANİSTAN Dişil Ay İnisiyasyonu'nun dejenere edilmiş hali olan "Baküs" ile Eril Güneş İnisiyasyonu'nun dejenere edilmiş hali olan "Apollon" dinleri Yunanistan'da bir arada yaşatılmaklaydı. Bunlar bir arada yaşamaktan ziyade, birbirleriyle sürekli çekişen ve birbirlerine üstünlük sağlamaya çalışan iki ayrı rahipler grubunun başını çektiği bir kaos ortamı içinde bulunmaktaydılar demek, aslında daha doğru olur. İşte bu dönemde (M.Ö. 800 - 700) Apollon Rahipleri'nin en büyük merkezi Delf Mabedi'ydi. M.Ö. 700'lerde bu iki grup arasındaki sürtüşme ciddi kıyımlara kadar ulaşmıştı. Azınlıktaki Apollon taraftarları, çoğunluğu ellerinde bulunduran Baküs taraftarlarınca yokedilrae tehdidi altında bulunmaktaydılar. İşte bu ortamda Örfe, Delf Mabedi'nin bakire rahibelerinden birinin oğlu olarak dünyaya geldi. Bu mabbette görevli rahibelerin bakire olması zarureti vardı. Bu nedenle söz konusu rahibenin, Tanrı Apollon tarafından hamile kaldığı iddiası halk arasında dolaşmaya başlamıştı. Benzer fenomenler bilindiği gibi başka dinlerde ve başka toplumlarda da ortaya çıkmıştır. Göksel Güçlerce hamile kalan bir bakire rahibeden doğduğu ileri sürülen Orfe'nin yaşamı tehlike altındaydı. Baküs taraftarlarının elinden kurtulmak için Örfe Yunanistan'dan kaçarak Mısır'a geldi ve Osiris Rahipleri'ne sığındı. Burada inisiye edilen ve Osiris Rahipleri arasında 20 yıl geçirerek "Sırlar Öğretisi"ni alan Orfe, Apolion Ögretisi'ni yeni baştan revize edip düzeltmek ve ona yeni bir çehre vermek göreviyle Osiris Rahipleri'nce ülkesine geri gönderildi. Mısır'a geldiği döneme kadar Yunanistan'da Apollon'un Oğlu olarak isimlendiriliyordu. Orfe ismi Mısır'daki eğitimini tamamlayıp Yunanistan'a döndüğünde kendisine verildi. Anlamı "Şifalı lşık". Bir zamanlar Osiris'in Atlantis'te yaptığı gibi, güçlü kişiliği ve bilgeliği sayesinde kısa sürede çevresine birçok yandaş topladı. Baküs Rahipleri'nin karşısına dikilecek kadar güçlenen Orfe taraftarları, halk üzerinde pozitif yönde büyük bir etki alanı yaratmayı başardılar. Orfe kendi ekolünü kurarken eski Yunan inançlarını reddetmedi. Eski inançlardaki Zeus, Diyonizos gibi ilâhlara ezoterik anlamlar yükleyerek Apolion Kültü'nün içinde bunları eritme ve bütünleştirme yöntemine başvurdu. Bir zamanlar Delf Mabedi'nde yaşatılan Apolion Kültü, Örfe tarafından revize edilip dejenere olmuş yönlerinden arındırıldıktan sonra Diyonizos Kültü olarak da anılan bir ekol yine aynı mabette yaşatılmaya devam ettirildi. Böylelikle ortaya "Zeus" ve "Diyonizos Kültleri" ortaya çıktı. Aslında Orfe'nin yaptığı yozlaşan eski inançlara ait sembollerin asıl anlamlarını kendi öğretisi içinde Yunan'a yeniden hatırlatmaktı. Örfe kendi öğretisini halka açıklarken Mısırlı rahiplerin yöntemini kullandı ve sırları perdeleyerek aktardı. Böylece Yunan Mitolojisi'nin ana öğeleri oluşmuş oldu. Ve bunu yaparken dejenere olmuş Ay İnisiyasyonu'nun bir uzantısı olan ve o dönemler Yunanistan'da hakim öğreti halinde bulunan Baküs Dini'ne karşılık Diyonizos Kültü'nü etkin kıldı. Halk'ın Orfik Öğreti'den anladığıyla, bu öğretinin asıl sırları hiçbir zaman aynı olmadı. Zaten aynı olmamasına bizzat Örfe özen göstermişti. Çünkü Mısırlılar'ın kuralı böyleydi ve o da kayıtsız şartsız bu kurala uymak zorunluluğundaydı. O da öyle yaptı... Orfik Öğreti'nin halka açıklanan kısmının özeti şuydu: http://img230.imageshack.us/img230/1012/pano05pf6.jpg Kendini Bil Bir zamanlar Delf Mabedi'nde yaşatılan Apollon Kültü, Orfe tarafından revize edilip dejenere olmuş yönlerinden arındırıldıktan sonra, Diyonizos Kültü ile birlikte yine aynı mabette yaşatılmaya devam ettirildi. Orfe'nin Diyonizos'u inisiyeler arasında "Tanrısal Işık" olarak sembolleştirilmişti. Bu ışığa ulaşabilmek için insanın kendi içinde gizli olan bu ışığa ulaşması gerekmekteydi. Bunun yolu ise insanın kendi sırlarını tanımaktan yani kendini bilmekten geçmekteydi. Bu nedenden dolayı da mabedin kapısına iki sözcükten oluşan şifreli bir cümle yazılmıştı: "Kendini Bil" Daha sonraları bu söz, Sufiler arasında da yayılarak, "kendini bilmeyen Rabbi'ni bilemez" şeklinde Anadolu'da da kullanılmaya başlanmıştır... Dört Dorik sütun üzerindeki üçgen bir çatıdan oluşan Delf Mabedi, sadece Ezoterik Öğreti'nin temellerini bünyesinde barındırmakla kalmamış, bu şekliyle de büyük bir sırrı içinde barındırdığını gelecek kuşaklara aktarmıştır. Çünkü mabedin üzerine inşa edildiği dört sütün, Mu İnisiyatik Kültürü'nün temelini oluşturduğu "Dört Büyük Kozmik Varedici Gücün" sembolleriydi. Bunlar Ruh Enerjisi, Zaman Enerjisi, Fizik Enerjisi ve Hayat Enerjisi'ydi. Dış halkaya ise bu sır: Ateş, Hava, Toprak ve Su sembollerine büründürülerek aktarılmıştır. Bu dört sütün aynı zamanda insanoğlunun varolduğu fizik ortamı yani dünyayı, bir başka deyişle mikro kozmosu da temsil etmekteydi. Dört sütunun üzerindeki, ucu yukarı, yani İlâhiliğe dönük olan üçgen tavan ise, insanın ulaşmaya çalıştığı Tanrısallığın yani makro kozmosun sembolüydü. Dört ana sütun ve tepesindeki üçgen biçimli çatısı bulunan Delf Mabedi'nin içinde ateş yanan Altın bir kaseyi başlarıyla tutan, birbirine spiral şeklinde sarih üç yılandan oluşan Bronz bir sütun bulunmaktaydı. Bu sütun daha sonraları Osmanlılar'ca İstanbul'a getirilmiştir. Halen, üst kısmı kırılmış durumda, İstanbul'un Sultanahmet Meydanı'nda bulunmaktadır. Örfe, Mısır'da öğrendiklerini aynen uygulamış kendi okulunu kurmuş ve kendi yandaşları arasından uygun gördüğü kişileri seçerek, onları sırlar öğretisine inisiye etmiştir. İşte o günleri zihnimizde daha iyi canlandırabilınek için gelin şimdi Delf Mabedi'nin içinde yaşananları hep birlikte izleyelim... Delf Mabedi'nde İnisiyasyon Rahipler meşalelerle aydınlatılmış sunağın çevresinde ilâhiler söyleyerek büyükçene bir halka oluşturacak şekilde sıralanmışlardı. Elinde kozalak başlı asası ve belinde ise ışıltılar saçan kristallerle bezenmiş, Altın'dan yapılmış bir kemer bulunan Örfe, üstüne giydiği beyaz keten elbisesiyle ağır ağır yürüyerek rahiplerin oluşturduğu halkanın tam ortasına gelip, heyecandan rengi solmuş ve hayranlıktan titremeye başlamış bir halde kendisini bekleyen müridinin yanına oturmuştu... Uzun bir süredir mabette eğitimi süren genç müride Delf in sırları az sonra Örfe tarafından rahiplerin huzurunda açıklanmaya başlayacaktı... Meşalelerin aydınlattığı mabedin sunağında rahiplerin söylediği ilâhi, Orfe'nin yerini almasıyla bir anda kesilmiş ve herkes bundan sonra olup bitecekleri beklemeye başlamıştı... Mabedin derinliklerinden gelen meditatif bir müziğin sesi, Orfe'nin sözleriyle tam aynı anda başlamış ve Orfe müridinin omuzuna elini atarak ilk sözlerine babacan bir tavırla şöyle başlamıştı: Hakikate ulaşabilmek için kendi iç aleminin derinliklerine gömül. Bedenini düşüncenin ateşiyle eritip yok et. Alev nasıl için için kemirdiği odundan ayrılıp serbestleşiyorsa, sen de maddeden aynı şeklide kopup serbestleş. Ruhun ancak bu takdirde Ezeli - Ebedi Sebeplere doğru yükselebilir. Şimdi sana Delf'e ait ilk sırları örtülü bir şekilde ifşa edeceğim... Bu sırların üzerindeki örtüyü açacak olan ben değilim. Bunu ancak sen yapabilirsen, mabedimizin sırlarına ulaşabileceksin. Önce şu yüce sırrı dinle: Yer ile Gök evlidir. Ancak Gök ile Yer arasındaki bu İlâhi Aşkı, özel yol mensubu olmayan kişi bilemez. Engin göklerde de, yeryüzünün derinliklerinde de Tek Olan Varlık hüküm sürmektedir. Bu varlık Zeus'tur. Çok latif aşk ve sevgi de odur, kudretli kin de odur. O hem eril hem de dişil ateştir. Hem Zevc'dir, hem de Zevce. Hem ilâhi Ana, hem de ilâhi Baha'dır. O yüce bir Kral yüce bir mürşittir. Bazen sevgisiyle yeryüzünü kucaklar bazen de oklarıyla yeryüzünü vurur. Ama O'nun rahipleri olan bizler, onun özünü biliriz. Biz onun oklarından korunabiliriz ve hatta bazen onları yönlendirebiliriz bile. Diyonizos ise O'nun Oğludur. Yani O'nun tezahür etmiş kelâmıdır. Bir zamanlar geldiği mekanı gökler ama şimdi yaşadığı mekanı ise yaşayan kalplerdir. O kalplerde uyuyan bir Tanrı'dır. Onu ancak özel yol mensupları uyandırabilir. Bunu sen de yapabilirsin... Sen de bizlerden biri olabilirsin. Gönül gözünle tüm bu anlattıkları seyredebilir ve kavrayabilirsin. Bizler ruhların kurtarıcılarıyız. Mıknatıslar misali biz insanları cezbederiz. Tanrılar da bizi. Tanrılar bizde ölür, bizde dirilir. İşte tam bu sırada Orfe'nin önünde diz çökmüş ve ellerini gökyüzüne doğru kaldırmış, vecd hali içinde mürşidini dinleyen müridin yanına gelen bir rahip, müridin başına ellerini koyarak güçlü manyetik enerjilerini aktarırdı. Böylelikle müridin vecd halini daha derinleşmesine yardımcı olurdu. Rahip ellerini müritten çekerken şunları söylerdi: Söze dile sığmaz Zeus ile, her üç alemde de yani ölüm ötesi derinlikerde de, dünyada da, göklerde de onun sırrını ifşa eden Diyonizos senin benliğini Tanrılar'ın ilmiyle doldursun. Bir süre sonra içine girmiş olduğu vecd halinden çıkan müritin çevresinde halka oluşturmuş bulunan rahipler, dönerek dans etmeye başlarlardı. Sırlar Ritüeli adı verilen bu ayinin sonunuda mürit sütünlu salondan çıkartılarak tek basma bir odaya alınarak birkaç saat dinlendirilirdi. Vecd halinden yeni çıktığı için buna ihtiyaç vardı. Gerekli olan dinlenme süresinin sonunda Oıfe yine o kendisine has heybetiyle müridin odasına gelirdi. Mürit yaşadıkları ve hissettikleri ile ilgili kısa bir açıklama yaptıktan sonra sözü yine Örfe almaktaydı. - Buradan Tanrılar'a doğru uzanan yol diktir, çetindir, zorlu bir yoldur bu. Önce çiçekli bir patika gelir. Ardından aşılması imkansızmış gibi görünen dik bir yamaç, sonra da muazzam bir mekanın ortasında yer alan yıldırımlı kayalıklar. Görücünün ve Elçi'nin yeryüzündeki kaderi budur evladım... Sen ovadaki çiçekli patikada yürü. Ötesini bırak. - Susuzluğumu giderdikçe hararetim daha da artmakta. Bana öğretmiş olduğun Tanrısal hiyerarşide yer alan varlıklan görmek mümkün mü? Onları bir gün görebilecek miyim? - Evet ama beden gözlerinle değil. Gönül gözünle. Fakat şu anda sadece beden gözlerinle görmeyi biliyorsun. Vecd'deki derinleşmen yeterli gözükmüyor. Gönül özünü açabilmen için uzun süre çalışman gerek. Büyük ıstıraplara katlanman gerek. Bu zorlu yola girmeye kendini hazır hissediyor musun?... Bu yolda ilerlemeyi seçip seçmemek tamamen müridin seçimine bırakılmaktaydı. Eğer bu zorlu yola girmeye mürit karar verirse, inisiyasyonun bir üst aşamasına geçilmekteydi ki, bu inisiyasyonun üçüncü ve son aşamasına karşılık gelmekteydi. Aynı zamanda bir sınav niteliği de taşıyan bu karşılıklı konuşma sonucunda eğer mürit devam etme kararı alırsa, Örfe sözlerini şöyle bitirirdi. - Madem ki istiyorsun, dinle öyleyse... Tesalya'daki sihirli Tampe Vadisi'nde özel yol mensubu olmayanlara yasak olan mistik bir mabet vardır. Özel yol ehline ve görücülere Diyonozos işte orada görünmektedir. Gelecek yıl seni orada düzenlenecek gizli ayine davet edeceğim. Orada sihirli bir uykuya dalacaksın, işte o sırada ben de senin gözlerini ilâhi Alem'e açacağım. Yeter ki, o güne kadar auran temiz kalabilsin. Aksi takdirde orada muhatap olacağın enerji karşısında felç geçirebilir hatta yaşamını dahi yitirebilirsin. Mürit o gün gelinceye kadar mabette tam bir arınma çalışmasından geçirilmekte ve kendisine mabedin gizli kitapları okutturulmaktaydı. Sedir ağacından yapılmış sandıklarda saklanan bu kitaplar papirüs rulolarından oluşmaktaydı. Bunların bir kısmı Orfe'nin Mısır'dan getirdiği papiılis rulolarıydı. Diğerleri ise mabedin yazıcıları tarafından Fenike ve Yunan dillerinde yazılmış olan papirüs rulolarından oluşmaktaydı. Yunan dilinde bizzat Orfe'nin yazdığı kitaplar da mabedin kütüphanesinde bulunmaktaydı. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
nevermore Yanıtlama zamanı: Ocak 6, 2013 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Ocak 6, 2013 Sağındaki ve solundaki patika yollardan birçok grubun aynı yöne doğru ilerlemekteydi. Sonunda tek bir yolda birleşen gruplar Tampe Vadisi'nde toplandıklarında, sadece Delf Mabedi'nin rahiplerinin değil tanımadığı birçok grubun burada yer aldıklarını gören mürit bunların kimler olduklarını sormuştu. Belli ki buraya başka inisiyatik gruplar da gelmişti... - "Burada gördüğün herkes bu akşam Diyonizos Sırlan'na inisiye olmaya gelmiş bulunuyor. Burada kimse kimsenin adını bilmez. Aksine herkes kendi adını unutur. Çünkü özel yol mensupları kendilerine tahsis edilmiş olan alana girmeden önce, kirli çamaşırlarını atıp yıkandıkları ve ardından da temiz keten elbise giydikleri anda asıl adlannı atıp yerine bir yenisini edinmektedirler. Bu insanlar yedi gün yedi gece boyunca değişime uğrayıp yeni bir yaşama geçmek için buraya gelmiş bulunuyorlar." Demek ki, burada tam yedi gece kalacaktı... Bu kendisine daha önce söylenmemişti. O bir gecelik bir ayine katılıp geri döneceklerini zannediyordu!... Artık büyük bir değişimin eşiğinde olduğunu çok iyi anlamıştı. Bunun şimdiye kadar katıldığı ayinlere hiç benzemediği ortadaydı. Bunu farkettiği an, içinin ürpermesine engel olamamıştı. Acaba kendisini burada neler bekliyordu?!... Tam bu düşünceler peşpeşe zihninden akıp gitmekteydi ki, havanın yavaş yavaş ağırmaya başladığını farketti. Artık büyük korteje katılan küçük gruplar çok daha iyi görülebiliyordu. Farklı noktalardan gelen gruplar bir alanda toplanmıştı. Kısa bir mola verildikten sonra biraz ileride elinde asasıyla beyaz keten kıyafetli Orfe'nin orada olduğunu gördü. Mürşidini görmek müridi hayli rahatlatmaya yetmişti. Tüm grupların gelmesinden sonra kortej Orfe'nin önderliğinde yeniden yürüyüşe geçti. O ana kadar kendisiyle birlikte yürüyen rahiple birlikte Delf mabedinin diğer rahiplerine katılmışlardı. Havanın da iyice aydmlanmasıyla, içindeki gizemli düşünceler dağılıp gitmişti. Oluşan kortejde sadece Yunanistan'daki inisiyatik gruplar değil, başka ülkelerden de gelen grupların bulunduğu anlaşılıyordu. Çünkü bazı grupların farklı lisanlarda konuştuklarını duyabiliyordu. Tampe Vadisi'ne ulaşıldığında vadide bulunan bir tepenin üzerine inşa edilmiş "Gizli Diyonizos Mabedi" tüm heybetiyle nihayet karşılarında belirmişti. Ağır adımlarla tepeyi tırmanan kortej sonunda mabede varabilmişti... Başlarındaki kukuletaları yüzlerinin büyük bir bölümünü gizleyen ve yeşil cüppeler giymiş bulunan oniki rahip, kendilerini avluda karşılamıştı. Bir platformun üzerinde bulunan oniki rahibin önünüde Örfe yerini alarak, mabede gelen korteje seslenmeye başladığında Orfe'nin tüm vücudunu bir ışık halesinin kapladığını herkes gözleriyle görebiliyordu. Mabette yaşanılanları tam olarak bilmiyoruz. Çünkü burada yaşananlar gerçekten de büyük bir sır olarak saklanmıştır. Ancak mabede gelindiğinde Orfe'nin korteje yaptığı şu konuşma mabette olanları adeta özetler niteliktedir. - Yeryüzü ıstıraplannın ardından tekrar doğmak üzere buraya gelmiş bulunan sizlere selâm olsun... Karanlıktan çıkmış olan ey özel yol mensupları, gelin mabedin nurundan kana kana için. Şu anda başlarınızın üzerine yansıtmaya başladığım ışık, Diyonizos'un arı ışığıdır. İnisiyelerin yüce güneşidir. Bu güneş ruhlarınızın derinliklerinde ışıldamaya başlayacak. Çünkü bu yolda sarfettiğiniz çabalarınızla bu yıkanmayı hakkettiniz. Bu size sunulan bir ayrıcalık ve rahmettir, Uzun bir karanlık yaşamlar dizisinden sonra bir gün bu ıstıraplı tekrardoğuşlar çemberinden kurtulacak ve hep birlikte Diyonizos'un ışığında tek bir beden ve tek bir ruh olacaksınız. Dünya'da bize rehberlik eden İlâhi Kıvılcım içimizde bulunmaktadır. O mabette meşale, gökte yıldız haline gelir. Göklerin enginlikleri burada size ayan beyan olacaktır. Muhatap olmaya başladığınız Diyonizos'un ışığı astralinizdeki tüm tortuları temizleyecek ve böylelikle herbirinizin gönül gözü açılacaktır. Bu gerçekten de size sunulan büyük bir ayrıcalıktır. Buraya arınmak için gelen ey özel yol mensupları... Arınmakla neyi elde etmiş olacağız? Evet.., Bu sorunun cevabını artık hepinizin bilmesini istiyorum. Ruhlar ışıklı aleme döndüklerinde astral bedenlerinin üzerinde geçmiş yaşamlarının tüm hatalarını lekeler halinde taşımaktadırlar. Onları silip atmak yani kefaretlerini ödemek için dünyaya tekrar doğmak zorunda kalmaktadırlar. Ancak annmışlar Diyonizos'un güneşine gitmektedirler. İşte arınmakla elde edilecek olan budur. Diyonizos'un ışığını üzerinize saçtığı şu an size diyorum ki, seviniz, çünkü her şey sevmektedir. Yeraltındaki Tanrılar da göklerdeki Tanrılar da... Seviniz. Ama karanlığı değil, ışığı seviniz. Şimdi Diyonizos'u daha da güçlü bir şekilde ışığını sizlere ulaştırması için davet ediyorum. Kendinizi ona teslim ediniz. Ve Evohe'yi terennüm ediniz... Bunun üzerine mabedin avlusunun dört bir yanında hazır bulunanlar hep bir ağızdan "Evohe!" diye haykırmaya başlamışlardı. - "Evohe!", "Evohe!", "Evohe!" Yüzlerce kişi tarafından aynı anda haykırılan bu çığlık vadiye dalga dalga yayılmış ve kayalıklarda yankılanmaya başlamıştı. Ve vadinin çevresinde koyunlarını otlatmakta olan çobanlar da bu çığlığa, -ne anlama geldiğini bilmeseler de- içleri ürpererek cevap vermişlerdi: - "Evohe!" Şifrelendirilen "Gizli Kod" Örfe ve taraftarlarının etkisi tüm Yunanistan'a dalga dalga yayılırken, belli bir süre sonra "Evohe" sözcüğü Orfeik İnisiyasyon'un gizli parolası haline geldi. Kutsal ayinlerde ve bayramlarda Evohe sözcüğü, yüzlerce katılan tarafından bir slogan gibi hepbir ağızdan haykırılmaya başlanmıştı... - "Evohe..., Evohe..., Evohe..." Bu haykırışlar, adeta yeri göğü inletiyordu. Neyi ifade ettiği sadece Orfe'nin gizli inisiyasyonundan geçenlerce bilinen bu şifreli sözcük, halk tarafından Orfe'nin Öğretisi'nin bir sembolü olarak benimsenmişti. Ne anlama geldiğini tam olarak bilmese de, bu sözcüğü tekrarlamak halk için Orfe'ye bir bağlılık ifadesi olarak görülmekteydi. Bu aslında Mısır'a ait kodlanmış şifreli hecelerden oluşan bir sözcüktü. Bu sözcüğü oluşturan hecelerin Mısır'daki orjinal telaffuzu "He vau he" şeklindeydi. Ayrıca Mısır'da bu sözcüğün başına bir de "lod" hecesi eklenmişti. Yani tam sözcük şu şekildeydi: "lod + He Vau He" Bu şifreli söz Mısır'ın, Orta Doğu'nun, Fenike'nin, Anadolu'nun ve Yunan'ın tüm inisiyelerine ait kutsal bir haykırış şekliydi, "lod He Vau He" şeklinde telaffuz edilen dört kutsal harf, Tanrı'nın varoluşu ezelden beri içten ve dıştan sarıp sarmalamış olduğunu temsil etmekteydi. Bu harfler varoluşun bütününü, yani evrenin tümünü kucaklamaktaydı. Mısır'da "lod" Osiris'e karşılık kullanılmış bir kotlamaydı. Her yerde ve her şeyde bulunan Ezeli-Ebedi Eril enerjiyi sembolize etmekteydi. "He Vau He " ise görünen ve görünmeyen formuyla. Ezeli- Ebedi Dişil enerjiyi ifade etmekteydi. Bu da İsis'e karşılık gelmekteydi. Mısır'da '"lod + He Vau He" şeklinde telaffuz edilen bu şifreli kodlanmış sözcük, Orfe'nin Öğretisi'nde "Evohe" halini almıştı Yani Örfe "lod + He Vau He" kalıbının içinden sadece "He Vau He " kodunu kullanmıştır ki, bu da İsis İnisiyasyonu'na karşılık gelmekleydi. Bu da aynı zamanda, Orfe'nin Mısır'daki geçtiği eğitimin derecesini göstemıekteydi. Mısır mabetlerinin derinliklerinde "He Vau He" şeklinde telaffuz edilen bu şifreli sözcük. Örfe taraftarlarınca küçük bir ses uyumuna uğratılmış ve ortaya "'Evohe" çıkmıştır: http://img362.imageshack.us/img362/4339/pano08jg9.jpg Görüldüğü gibi Mısır'da "lod + He Vau He" şeklinde teleffuz edilen kodlanmış bu sözcükten uyarlanan bir şifreyi Örfe kendi öğretisinin sembolü haline getirmiştir. Bu kodlamada gizlenen gerçek, öğretisinin aslında İsis İnisiyasyonu'nun perdelenmiş bir şekli olduğuydu. Aynı kodlama Musa Peygamber tarafından da kullanılmıştır. Türkçemize Yahova olarak geçen Tevrat'taki bu sözcüğün îbranice'deki karşılığı IEVE'dir. Burada I: Osiris'e, EVE: İsis'e karşılık gelir. Birleştirilmiş IEVE ise, Osiris-İsis İnisiyasyonları'na ve aynı zamanda varoluşun iki kutsal kutbuna karşılık gelir. Biz tekrar Gizli Diyonizos Mabedin geri dönelim... İnisiyatik Sırların Açıklanması Gizli Diyonizos Mabedi'nde Yedi gün yedi gece süren astral yıkanmanın yanı sıra, mabede gelen özel yol mensuplarına öğretiye ait gizli sırlar, bizzat Örfe tarafından mabedin yeraltındaki gizli odalarda aktarılmaktaydı: Yaradan bir ve tektir. Her yerde onun kudreti hükümrandır Ama Tanrılar sonsuz sayıda ve çeşittedirler. Uluhiyet ezeli-ebedı ve sonsuz-sınırsızdır. Yerkürelerin ve yıldızların kendi idareci ruhları vardır. Bu ruhların hepsi Zeus'un semavi ateşinden ve ilk ışıktan hasıl olmuşlardır. Gerçek mahiyetine vakıf olunamaz ve şaşmaz değişmez nitelikli olan bu yarı şuurlu ruhlar, düzenli faaliyetleriyle yüce bütünü yönetmektedirler. Bunlara yarı Tanrılar ya da ışık salan ruhlar da diyebilirsin. Bunlar bir zamanlar insan iken, alemler skalasından basamak basamak aşağılara inip, sonra da siklustan siklusa şanları ve şerefleriyle sıçraya sıçraya tekrar yukarılara tırmanmış ve böylece tekrardoğuş zaruretinden kurtulmuş olan İlâhi Ruhlar'dır. Onlar daha geri düzeyli varlık gruplarına kumanda etmekte, dünyaları yönetmektedirler. Uzaktan veya yakından bizi sarıp sarmalamış bulunan ancak özleri bakımından ölümsüz olmalarına rağmen, daima halklara, zamana ve bölgelere göre değişiklik arz eden kisvelere bürünmektedirler. Onları inkâr eden inançsız kişi neyi inkâr ettiğinin farkında değildir. İnançlı kişi de bilmeden tanımadan aslında onlara ibadet etmektedir. Ancak inisiyelere gelince... Inisiyeler onları kendilerine cezbetmekte ve görmektedir. Dipsiz derinliklerdeki karanlık güçleri alt etmek ve engin göğün yer ile evlenmesini sağlamak ve bu sayede yerkürenin ilâhi sesi dinlemesini mümkün kılmak için tüm ömrümü harcadım. Eğer onları bulmak için bu kadar uğraştıysam, eğer ölüme meydan okuduysam, eğer ölüm ötesi mekâna gittiysem hepsi bunun içindi... Yerin Gökle evlenebilmesi için yerin bu evliliğe hazırlanması gerekir, Bu adeta bir akort işi gibidir. Buraya gelen siz özel yol mensupları, burada akort edilecek ve gökyüzü ile yeryüzünün evliliğine şahit olacaksınız. İnisiyatik sırların aktarılışını çok özel ve çok gizli ayinler takip etmekte ve bu ayinlerde, yukarıda sözü edilen gökyüzünün "Işık Ruhtan" mabede davet edilmekteydi. Bu, inisiyatik bilgilendirmenin ve astral yıkanmanın en önemli anlarını oluşturmaktaydı. Ancak bu ayine mabede gelenler arasından bizzat Orfe'nin seçtiği sadece 10-15 kişi dahil edilmekteydi. Bundan sonrasını yine birlikte takip edelim: Örfe ilk olarak daha önce söz verdiği müridini çağırarak yeraltında özenle hazırlanmış bulunan ve ilk bakışta bir mezara benzeyen oyuğa uzanmasını istemişti. - Şimdi mistik bir deneyim yaşayacak ve Tanrıları sen de görebileceksin. Şu kayanın içine oyulmuş boşluğa uzan... Hiç bir şeyden korkma... Az sonra sana daha evvel söylemiş olduğum sihirli bir uykuya dalacaksın. Önce bir titreyeceksin. Ardından feci şeyler göreceksin. Ama daha sonra duyularını ve iç varlığını tatlı bir ışık duyulmadık işitilmedik bir mutluluk kaplayacak. Mürit kendisine söylendiği gibi oyulmuş kayanın içine uzanmış ve bundan sonra olacaklara, kendisini teslim etmişti. Bu sırada Örfe odadaki ateşin içine bazı kokular atmış ve elindeki asasını odada bulunan sfenksin yanına yaklastnaıak etkileyici bir ses tonuyla ruhsal irtibat ayinine başlamıştı: Kibele... Kibele... Ey yüce ana... Sesime kulak ver... Senin şimşekler çaktıran ışıklı hizmetkârlarını davet ediyorum. Ey evrensel ruh. Ey sinesinde ezeli-ebedi simgeleri saklı bulunduran Dünyaların yüce anası. Ey kadim Kibele... Gel... Gel... Sihirli Asam'ın ve "Semavi Varlıklarla ittifakın yüzü suyu hürmetine gel. Şu mağarayı ışığınla doldur. Gel ve yanımda duran evladına dünyanın ve göklerin ruhsal varlıklarını göster. Orfe'nin insanın tüylerini ürpertici bu sözlerinin ardından birkaç dakika geçmişti ki, derinliklerinde bulundukları dağ zangır zangır titremeye başlamıştı... Tam bu sırada müridin vücudundan önce soğuk bir ter boşalmış ve çevresini sarmaya başlayan garip bir sis perdesinin içinde kaybolmaya başlamıştı. Orfe'nin söyledigi sihirli uykuya yani transa işte böyle geçmişti. Bu transı sırasmda tekrardoğuş çarkında sıkışan ruhların ıstıraplarını ve daha sonra bu girdaptan kurtuluşlarını görmüş sonrasında ise, bu düzenin yönetici ruhları ile konuşma imkânını elde ettikten sonra uyandığında kelimenin tam anlamıyla sanki bambaşka biri olmuştu. Görünmeyen dünyanın kapıları kendisine açılmış ve gönül gözüyle bunları görmenin ötesinde, adeta bunların içinde yaşayarak, varoluşun büyük bir gizine şahit olmuştu. Transtan çıkarken ilk hissettiği şey, büyük bir ağırlığın kendisini sarmaya başladığıydı. Gözlerini açtığında karşısında Orfe'nin gülümseyen yüzüyle karşılaştığında ilk sözü "ben nerdeyim" olmuştu... Orfe, sihirli uykudan uyandığını ve artık mağrada bulunduğunu söylediğinde "ey sevgili mürşidim, bana neler oldu böyle" diye sordu. Buna Orfe'nin son derece kısa bir cevabı vardı: - Inisiyasyonun tacına nail oldun. Sen de artık bizlerden birisin. Mabedin Gizli Yeraltı Odaları Gizli Diyonizos Mabedi'ne geldiklerinde kendilerini karşılayan ve daha sonra da mabette sık sık gördükleri, yeşil kıyafetli çevrelerine ışıklar saçan oniki rahip kimdi? Bu konu hakkında hiç bir yerde bir bilgiye rastlanamamıştır. Ancak bu gizemli mabedin yeraltına açılan bir kapısının bulunduğu bilinmektedir. Bu açılan kapıdan uzanan yeraltı galerileri, dağların derinliklerine doğru uzanmaktaydı. Bu galerilerle ilgili de bilgilerimiz son derece kısıtlıdır. Bildiğimiz tek şey Orfe'nin zaman zaman bu galerilere yeşil cüppeli rahipler eşliğinde girip çıktığıdır. Elimizdeki kısıtlı da olsa bu bilgiler. Gizli Diyonizos Mabedi'nin büyük bir olasılıkla, Agarta Yeraltı Uygarlığı ile irtibatlı bir mekan olduğunu göstermektedir Orfe'nin Ölümü ve Sırlar Öğretisi'ne Büyük Parbe Mısır İnisiyasyonu ile başlayıp bunun çevre ülkelere olan yansıması dalga dalga yayılırken ,bir taraftan da içine girilmiş olunan Demir Çağ'ın bir zarureti olarak yıpratıcı ve dejenere edici koşullar da iyice artmaya başlamıştı... Bundan Orfe'nin ülkesi Yunan da nasibini alıyor ve negatif unsurlar güçlerini artırıcı ortamı kolaylıkla bulabiliyorlardı. Yine o günlere geri dönüyoruz... Gecenin zifiri karanlığını, düşen yıldırımlar aydınlattığında, Jüpiter mabedi tüm heybetiyle ortaya çıkıyor sonra yine karanlıklar arasında kayboluyordu... Fırtına gittikçe etkisini yükseltmekte ve mabedin pencerelerinde büyük uğultular kopartarak esmekteydi. Olacakların sanki bir ön işareti gibi gökyüzünden yıldırımlar her düşüşünde mabedin temelleri sallanıyordu. Zeus rahipleri sunağın kubbeli bir mahzeninde toplanmışlar ve yarım daire oluşturacak şekilde bronz koltukların üzerinde oturmuşlardı. Örfe ise sanki sorguya çekilecek bir sanıkmış gibi onlarm tam orta yerinde ayakta durmaktaydı. Benzi her zamankinden daha solgun ama gözlerinden aynı ateş çevresine yayılıyordu. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
nevermore Yanıtlama zamanı: Ocak 6, 2013 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Ocak 6, 2013 Rahiplerin en yaşlısı, yargıçları andıran bir tarzda sesini ciddi bir edayla yükselterek şunları söylemeye başlamıştı: - "Ey Apollon-un Oğlu Örfe... Seni büyük rahip ve kral diye adlandırıp sana Tanrı Oğulları-nın mistik asasını verdik. Buz ülkedeki Jüpiter ve Apollon mabetlerini sen yücelttin. Sır gecelerinde Diyonizos-un ilâhi güneşini sen ışıldattın." "Ama bizi şu an tehdit eden şeyden haberin var mı?..." "Sen ki korkunç sırları bilirsin. Sen ki bize kaç kez geleceği okumuşsundur Sen ki müritlerine hayal halinde görünerek uzak mesafelerden onlara hitap etmişsindir Ama galiba şu anda başında dönenleri bilmiyorsun." "Şu lanetli rahibeler, Bakantlar kara majiye dayalı dinlerini yeniden güçlendirmek için harekete geçtiler. Kandırdıkları bin Trakyalı ellerindeki meşalelerle mabedimizin bulunduğu dağın eleklerinde mevzilenmiş bulunuyorlar. Bu kara cüppeli karanlığın rahibelerinin tahriklerine kapılmış bin kişi yarın mabedimize saldıracaklar. Tüm bu olup bitenlere ne diyeceksin?..." Örfe bu soruya son derece sakin ve alçak bir ses tonuyla: -Hepsini biliyorum... Bütün bunların olması şarttı!..." diyerek cevap vermişti. Ama heyecana kapılmış rahip için bu cevap yeterli değildi: - "Madem biliyordun niçin bizi savunmak için bir şey yapmadın?" Örfe aynı sakinlikle dinliyor ve aynı sakinlikle cevaplıyordu: - "Şu an en zor anınızda sizinle birlikte değil miyim ki, bana bunu soruyorsunuz?!..." Rahiplerin arasındaki bir diğer ihtiyar kendisini tutamayıp söze atdmış ve şunları söylemişti: - "Evet geldin ama çok geç... Şimdi onları Jüpiter-in yıldırımlanyla mı, yoksa Apollon -un oklarıyla mı püskürteceksin? Neden çevre kentlerdeki sana bağlı müritlerini yardıma çağırmıyorsun: Orfe-nin ses tonu yavaş yavaş yükselmeye başlamıştı: - "Tanrılar silahla değil, kelâmla savunulur!... Alt edilmesi gerekenler Bakantlar-dır. Onlara tek başıma karşı çıkacağım. Endişeniz olmasın. Şu anda içinde bulunduğumuz mabede hiçbir yabancı giremeyecek. Kan dökücü kara maji ehli rahibelerin saltanatı yarın sona erecek. Kara cüppelilerin karşısında tir tir titreyen sizler şunu iyi bilin ki, Göksel ve Güneşsel Tanrılar muzaffer olacaklardır.-" Bu sözlerini tam bitirmişti ki, seri bir hareketle ihtiyar rahibe dönerek yüksek bir ses tonuyla sözlerini şöyle noktaladı: - -Benden şüphe eden ihtiyar... Sana gelince... Büyük rahip asası ile Başrahip tacını sana bırakıyorum..." Bu söz üzerine ihtiyar büyük bir kaygıya kapılmıştı. Titrek bir sesle: "Ne yapmayı düşünüyorsun" diye sordu. Orfe-nin cevabı bir anda mabedin duvarlarında patlarcasına yankılandı: - "Tanrılar-a kavuşacağım!... Hoşça kalın!..." Koltuklarının üzerinde şaşkınlık içinde donup kalan rahiplerin yanından ayrılıp avluya çıktı... İlk işi Delfli müridini bulmak oldu... - "Haydi bakalım... Trakyalılar-in karargahına gidiyorum... Düşpeşime..." Meşe ağaçlarının altında yürümeye başladıklarında Örfe sadık müridine son sözlerini söylemeye başlamıştı: - "Seni sırların sırayla yüz yüze getirdim... Taunlar sana hitap etti. Böylelikle onları görmüş oldun. Onları sen de duydun. Bu Dünya-daki son saatim yaklaştı. Az sonra olacaklara kendini hazırla..." - "Mürşidim!... Sana itaat ediyorum!... Ve seni dinliyorum..." - "Ruhun göğün evlâdı olduğunu artık net bir şekilde biliyorsun. Kökenini de gördün bu dünyadan sonra gideceğin yeri de... Kendininin kim olduğunu yaşarken hatırladın... Sen de biliyorsun ki, ruh bedene bağlanınca yukarının tesirlerini çok az nisbette alabilmektedir. Ama senin için durum farklı. Sen yeryüzünde gökyüzü ile birlikte yaşayabilmektesin." "Ben bir Apollon rahibesinden doğdum. İlk eğitimimi de burda aldım. Keten elbiseyi giydiğim ilk günden bugüne kadar kendimi yüce inisiyasyona ve münzevi yaşama adadım. Majiye nüfuz edişim, gizli mağaralardaki, piramitlerin derin kuyularında ve Mısır mabetlerindeki serüvenim hep bu aşkımdan dolayıydı. Tüm hayatımı ölümün içindeki gizlenmiş yaşamı anlamak için geçirdim. Bu süre içinde dünya bana dipsiz derinliklerini, gök ise ışıl ışıl mabetlerini bana sundu. Ayrıca İsis ve Osiris rahipleri de bana sırlarını ifşa etmişlerdi. Jüpiter-in ve Apollon-un kelâmlarını anlamamda onların büyük yardımları olmuştu." "Artık ölümün içinde gizlenmiş yaşama adım atmak üzereyim. Artık sana anlatacaklarım burada sona eriyor. Göğe yükselmeden önce yeraltı alemine inmem gerekiyor." Bu onun müridine aktardığı son inisiyatik bilgilerdi... Yeraltı aleminden kastettiği spatyomun alt seviyeleridir. Muhammed Peygamber de bunu kabir azabı olarak dile getirmiştir. Çünkü nasıl ki ruh varlığı en süptilinden en kabasına kadar kendi ışığını karartarak yeryüzüne inebiliyorsa, yukarıya çıkış serüveni de en kabasından başlamak zorundaydı. Daha sonra Örfe sadık müridiyle birlikte Trakyalılar-ın karargahına vardığında henüz daha hava aydınlanmamıştı. Nöbet tutan bir askerin yanına yaklaştıklarında Örfe yüksek sesle şöyle demişti: - "Ben Jüpiter-in elçisiyim. Reislerini çağır. Buraya gelsinler " Nöbetçi gözlerine inanamamıştı. Peşlerine düştükleri rahip, ayaklarına gelmişti... Hem de kendi karargahlarının tam Ortasına!... Nöbetçinin uyarısıyla bir anda tüm karargah ayaklanmış ve Orfe-nin çevresini sarmışlardı. Örfe çevresindekileri hayretler içinde bırakacak kadar kendisine güvenli ve bir o kadar da sevecen bir konuşma üslubuyla sözlerine başladığında, çevresini saran kalabalık olup biten karşısında ne yapacaklarını şaşırmışlardı. - "Trakya-nın kralları, reisleri ve savaşçıları size sesleniyorum. Işık Oğulları ile savaşmaktan vazgeçin. Jüpiter-in ve Apollon-un kutsiyetini kabul edin. Şu anda ağzımdan size, Göğün Tanrıları hitap ediyor." Tam o sırada ruhsal bir bağlantı içinde bir konuşma yaptığını anladığımız Orfe-nin sözleri o denli etkili olmuştu ki, tüm askerler adeta ipnoza girmiş gibi oldukları yerde donup kalmış ve büyük bir hayranlıkla kendisini dinlemeye başlamışlardı. Örfe kendisinden yayılan tesirlerle bir anda tüm karargahı etkisi altına almıştı. Olup bitenleri uzaktan izleyen kara majisyen Aglaonis kendi yarattığı negatif enerjilerin dağılmaya başladığını ve artık topluluğu etkisi altına alamayacağını farkettiği için yanındaki dört beş kişi ile birlikte derhal Orfe-nin yanına gelerek onun sözlerini kesmiş ve şöyle demişti: - "Hayır. Tanrı falan değil o! O sizi kandıran hir sihirbazdır!... Apollon-un oğlu ha?... Hem de büyük rahip?... Saldırın üstüne!...Tanrıysa kendisini korusun da görelim!..." Orfe-nin çevresini sarmış olan topluluktan bir kişi bile Orfe-ye saldırmamıştı. Fakat Aglaonis-in yanında negatif enerjilerle besleyerek etkisi altında tutmayı başarabildiği dört beş kişi, bir anda Orfe-nin üzerine çullanarak kılıç darbeleriy le onu delik deşik etmişlerdi. Orfe-nin sözleri karşısında adeta büyülenmiş bir şekilde donup kalan kalabalık, işlenen bu büyük günahın korkusuyla bir anda sağa sola koşuşmaya başlamış ve meydan bir anda bomboş kalıvermişti. Aldığı yaralar nedeniyle son nefesini vermek üzere olan Örfe, yanına gelen sadık müridine elini zorlukla uzatarak şunları söyleyebilmişti: - "Gerçi ben ölüyorum ama Tanrılar daima diridirler!... ANTİK MISIR ÖĞRETİSİ kitabından Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Papus Yanıtlama zamanı: Ocak 6, 2013 Paylaş Yanıtlama zamanı: Ocak 6, 2013 Eril___Dişil (İlkeler) ____________________________ ______Evohe (Eski Yunan) lod____he vau he (Eski Mısır) I______EVE (Yehova İbrani, Yehovah Hristiyan) yod____he waw he (Tetragrammaton Kabala) Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Papus Yanıtlama zamanı: Ocak 6, 2013 Paylaş Yanıtlama zamanı: Ocak 6, 2013 Delf mabedinde, bronzdan yapılmış birbirlerine spiral şekilde sarılmış üç yılan heykeli ve yılanların başındada altın bir tas içinde yanan ateş vardı. Bu heykel şuanda Sultanahmet Meydanında bulunuyor. http://lh5.ggpht.com/-gxdJIwoyORU/SXxW5Tw7d3I/AAAAAAAAC1o/8WVobyJ-eno/s640/DSCF0656.JPG Yılan başlarından biri şuanda İstanbul Arkeoloji Müzesinde bulunuyor. http://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/d/d6/Head_serpent_Hippodrome_Istanbul_Museum_%285%29.JPG http://www.buraistanbul.com/wp-content/uploads/2011/04/y%C4%B1lanl%C4%B1s%C3%BCtun2.jpg Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Önerilen Mesajlar
Sohbete katıl
Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.