Guest saphire3259 Oluşturma zamanı: Eylül 3, 2006 Paylaş Oluşturma zamanı: Eylül 3, 2006 PARAPSİKOLOJİ NEDİR ? 1930’ lı yılların başında A.B.D de Duke üniversitesinde J.B.Rhine ve eşi L. Rhine tarafından yürütülen çalışmalarda psişik çalışmaları belirtmek için almanca parapsychologie terimini kullanmışlardır. Alışılagelmişin dışı farklı psikoloji anlamına gelmektedir. Bu yılarda telepati, telekinezi ve durugörü çalışmalarının yoğun olduğu ve isimlendirmelerde özellikle durugörüdeki hadiselerin Extrasensory perception adlandırdıkları (duyu dışı algılamalar) görülmektedir. Duyu dışı algılamaları geçmişi,şimdiki zamanı ve geleceği algılama diye önce üçe ayırmışlardır. Duke üniversitesi labaratuarlarında zihnin madde üzerindeki fiziksel etkileri araştırıldığında bulunan sonuçlar zihinsel devinim anlamında yeni bir terimin kullanıldığını görmekteyiz Psikokinesis kısaca PK yani zihnin maddeye hakimiyeti yine bu dönemlerde spirit çalışmalarda hassas deneklerin meydana getirdiği fenomenleri inceleyen bilim adamları medyom kelimesinin yerine PSİ yetenekleri adını vermişlerdir. Fransa’da 1900 lü yılların başında Alan Cardec in ve ABD de EDGAR CAYCE isimlerinin Trans altında çeşitli algı ve kehanetlerini işte bu PSİ yetenekleri ile izah etmeye çalışmışlardır. Parapsikoloji araştırmacıları bu isimlerin yanında yine aynı dönemlere rastlayan bir dönem sovyetler birliği ve doğu bloku araştırmacılarının ESP yerine psikotronik veya biyoiletişim PSİ yerine bioenerji /bioplazma kelimelerini kullanmışlardır. Sovyet ideolojisi bu fenomenleri biokimyasal hadiseler olarak ele almıştır. Psikotronik, Yunanca psişe ve elektron sözcüklerinden gelmektedir. İlk kez 1968’de Dr. Z. Reydak başkanlığında bir grup Çek bilim adamı tarafından Moskova Uluslararası Parapsikoloji konferansında parapsikoloji sözcüğü yerine kullanıldı. Bu bilimadamları parapsişik olaylarda sözü edilen enerjinin yapısını keşfetmek amacında olduklarını belirtmişlerdi.psikotronik enerji paranormal olayların temelini oluşturabilir. Bu enerji birimi ise psikotron olarak adlandırılmaktadır. Dr. Rejdak, psikotronik ile ilgili olarak özde insanla ilgili olan bir biyonik bilimdir. Biz, PSİ olayını öncelikle insanda ikincil olarak ta tek başına bir enerji şeklinde tanımlamaya çalışıyoruz. Amaç ya ara bağlantı olarak insanı yada insanı saf dışı bırakarak yapay bir sentezi kullanarak (elektromanyetik,çekimsel yada diğerleri gibi bilinen enerji biçimlerinden hiçbirinin bu olguda geçerli olmadığı bir kez kanıtlandığında ,insanın telepatik nakil sırasında kullandığı enerjinin bir üretecini meydana getirmek yoluyla), bu konuyla ilgili sorunların uygulamalı sonuçlarını arayıp bulmaktır der. Psikotronik denemelerin bu gün hangi boyutta olduğu bir gizemdir.Amerika da Meşhur bir Philedelphia deneyinden söz edilir burada bir geminin su üzerinden demateryalize edilerek enlem ve boylamı önceden belirlenen başka bir alana nakil yaptırıldığı söylenir. Psikotronik enerji ile ilgili çalışmalar parapsikolojinin en dinamik alanlarından biridir. Eski dönem mısırda bu enerjilerin kullanıldığına dair savlar vardır. Yine tarih içinde parapsikoloji gezimizde 1939 yılında, Sovyet mühendis Semyon Davidoviç Kirlian’ın geliştirdiği yüksek frekans alanlı bir fotoğraf tekniğini görürüz. Bu yöntemle canlı ve cansız nesnelerin çekilen fotoğraflarında cisimlerin etrafında gözle görünmeyen renkli bir alanın varlığının ispatlandığını görüyoruz.teşhis ve tedavide araç olarak kullanılan bu teknik günümüzde kullanılmaktadır. Sovyet bilimadamları enerji beden üzerindeki çalışmalarını ilk kez 1968 de Kazakistan devlet üniversitesince basılan Kirian etkisinin biyolojik etkinliği başlığını taşıyan ve ayrıntılı bir rapor halinde bilim dünyasına sunmuşlardır. Buna göre bu fotoğraflarda görülen biyo-ışıldama organizmanın elektriksel bir hali olmayıp biyoplazma tarafından oluşturulmaktadır. Bizim kendi kültürümüzde ölmekte olan bir kişiyi algılayan insanların onun ışığını göremiyorum.Ferri sönmüş tabiri ve hıristiyan kilisesinin ve hinduist budist inanışlarında baş bölgelerine çizilen ışıkların biyoplazma olduğunu 1968 yılında söyleyenlerden sonra 2000’lere girerken biz olabilir diyebilir miyiz? Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Guest saphire3259 Yanıtlama zamanı: Eylül 9, 2006 Paylaş Yanıtlama zamanı: Eylül 9, 2006 sizlerdende katılım bekliyorum.... Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
vhercle Yanıtlama zamanı: Eylül 9, 2006 Paylaş Yanıtlama zamanı: Eylül 9, 2006 yarın bu konuya katkıda bulunacağım sağol paylaşım için Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Guest saphire3259 Yanıtlama zamanı: Eylül 9, 2006 Paylaş Yanıtlama zamanı: Eylül 9, 2006 ALINTI(vhercle @ 10 09 2006, 01:10 ) 11141[/snapback] yarın bu konuya katkıda bulunacağım sağol paylaşım için [/b] teşekkür ederim.katkılarını merakla bekliyoruz... Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
vhercle Yanıtlama zamanı: Eylül 10, 2006 Paylaş Yanıtlama zamanı: Eylül 10, 2006 PARAPSİKOLOJİ VE DİN Algıladığımız zaman diliminde 2000 dünyasında yedimilyar insanın varolduğu gezegende dinler ve mezhepler adını verdiğimiz ve yorumlamaktan kaçındığımız bir çok inanç sistemi mevcuttur. Yer kürede bilinen tarihte bir çok inanç sistemi milyarlarca inançlısıyla süregelmektedir. insan düzenini yaşam biçimini kardeşliği ve birlikte sevgi paylaşımlarını amaçlayan dinler bilinen tarih düzeninde çok önemli sosyal toplumsal olayların ivme kazanmasında önemli rollere sahiptir. Din ve ruhsal inançadını verdiğimiz bu sistematiği kronolojik açıdan incelemek sayfalar dolusu bilgiyi içerir. Tartışabilirmiyiz? Bu da bakış perspektifimize bağlıdır. Günümüz küresinin ekonomik ve sosyal hakimiyetini sağlamış toplulukların inanç sistemleri bizi yerkürenin ve batı kartezyen biliminin doğuşunu hazırlayan tanıdığımız bir inançla başlayalım 2000 yılını kutlamakta olduğumuz Hırıstiyan bilimi ve inancı Kökenini eski mısır ve musevilikten alan bu teoloji insanı tanrılaştıran ve her insanın tanrının tanrının bir parçası sayan bir dindir. Rama da ve Krişna da olan üçlü(TESLİS) inancını insanlara anlatmaya çalışmıştır. Tanrının görüntüsü olan insan İsa bir çok mucizeler gerçekleştirmiştir. Ölümden sonra dirilmiş, yiyecekleri çoğaltmış,öleceği günü bilmiş,ölüleri diriltmiş,hastalara şifa vermiş Ona ihanet edecekleri bilmiş,evren ,tanrı(baba)hakkında hakkında sonsuz bilgi sahibi olmuş bir TANRISAL yaşam sürmüş binlerce paranormal olay ve bilgi yükü imanlıları Matta,Markos,Luka ve yuhanna ismindeki tanrı İSA nın şakirtlerinin yazdıkları ile tanımışlar ve iman etmişlerdir, İslam inancıyla bu inanç mensupları arasındaki temel çatışma ve inkar konusuna değinmek istiyorum. HIRISTİYAN imanlısına göre MESİH İSA Tanrının bir görüntüsüdür.Yani kendisidir.Yer küreye insanın günahlarını ödemek üzre tekrar insan bedeninde tezahür etmiş bir görüntüsüdür.Ezelden beri vardım diyen isa gibi veya ete kemiğe büründüm YUNUS diye göründüm diyen derviş benzeri, Dolayısıyla ölümünden sonra onun ağzından dökülen kelamı kaleme alan bu dört şakirt dünya kiliselerince Tanrının sözlerini kaleme almışlardır.Yani eklenen ve abartılı yalan yalnış veya değiştirilmiş bir kelam ortada yoktur. Kilise bu dört şakirtin kitaplarına islam inancındakinden faklı bir gözle bakar, ve onları tanrının yani MESİH İSANIN sözleri olarak kabul eder. Günümüz dünyasında politika siyaset ve ekonomide önemlibir yer tutan Hırıstiyan imanlılarının biliç altlarında Musevi,Müslüman ve diğer din mensuplarının zavallı,aciz,ve inançsız günahkarlar olduğu bilinci yatmaktadır. Bu toplulukların kollektif şuuraltları diğer imanlılarla paylaşma bilincinden uzaktır. Ve savaşlar kan dökmeler sadece politik ve siyasi olmamaktadır. Yukarıdaki anlatmaya çalıştığım bir dinin imanlısının dininden çıkardığı gerçeklerdir. fakat okuduğu,kiliselerde işittiği,annesinden,anneannesinden duydukları ve bazen yaşadıkları bu inancı güçlü ve tartışılamaz yorumlanamaz ve eleştirilemez konuma getirmiştir. Yaşanmış bireysel olaylar diyorum çünkü İSA imanlısı inancıyla isa imanıyla iyileşmiş,uyşturucu batağından kurtulmuş, Savaş kazanmış.Hırıstıyan azizlerini yardıma ihtiyacı olduğu anda karşısında görmüş. Kiliselerde körlerin gözü açılmış,felçli insanlar kalkıp yürümüş,Tanrı İSA karşısına çıkmış,Kutsal bakire MERYEM iSPANYA FATİMA sında görünmüş ve anlatılan binlerce paranormal yani tanrısal olay. işte o zaman siz bu insanlara nasıl aptal yalnış ve zavallı yalnış inanç sahipleri dersiniz. Çünkü o Tanrısının ve tanrısal imanının gücünü gördü. Ve Ulusal bayraklarına, parlementosuna,mahkemelerine tanrısı MESİH isanın sözlerini ve yasalarını sembollerini taşıdı. Ve siz onun 2000 yıllık sembollerini ve yaşanmış olaylarını nasıl parapsikolojik hadislerdir diye anlatabilirsiniz. işte onu anlatmaya çalışacağız. Mevcut kitab-ı MUKKADDES zaman yolculukları, telekinetik, teleportasyon,psikometri,psikokinesis,düşünce aktarımları bioenerji,dış zamanı algılama,rölativite,ve kuant mekaniğini içeren hadiselerde ve örnekleri ile doludur. Günümüz Hırıstiyan paranormal olaylar sergileyen bireyleri tanrısal mekanizmaya yorumları oalyları yaşarlar.ve bunları Tanrının ve imanı gücüne yorumlarlar. Avrupa ve amerikada EMMANUEL SWEDENBURG kilisesi tamamıyla paranormal olaylarla doludur.Kısaca değinecegim.SWEDENBURG,EMANUEL KANT döneminde yaşamış isveçli bir durugörü medyomudur.Yüzlerce paranormal olay yaşamış ve bunları tanrısal düzlemde bağdaştırmış ve günümüz dünyasında milyonlarca imanlısı tarafından peygamber olarak algılanan bir aziz dir. ilgilenenler bu AZİZ hakkında daha geniş bilgi, sahibi olabilirler. PARAPSİKOLOJİ VE HİPNOZ Ülkemizde bilimsel çalışma imkanı olmayan fakat son yıllarda gerek görsel gerek yazılı basında gündemde olan bu iki konu hakında hazırlanan bu sayfalarda türkçe ve ingilizce bilgi sahibi olma imkanı olabilirsiniz. 21yy girdiğimiz bu dönemde ülkemiz üniversitelerinde kürsüleri olmayan bu iki alan başta A.B.D ve birçok ülkede araştırmacıların yoğun olarak gelişmeler kaydettiği bilimler olmuştur. Gelen yüzyılın tıp psikoloji ve diğer bir çok bilim dalında devrim niteliğinde bir takım değişimlerin doğumunu yapacak olan bu bilimlerin ülkemizde de bir çok dürüst ve saygınlığı olan araştırmacı ve bilim adamının ilgi alanına girmiştir. Fakat bilimsel otoritenin soğuk ve alaycı tavırları 1999 Türkiye’sinde kişilerin yalnız kalması ve desteklenmemesi ile bölük pörçük çalışmalarla kalmıştır. Ülkemizde bu konu ile 1950’ li yıllardan beri bu alanlarda çalışma ve emek veren Türk araştırmacılarını bu sayfalardan saygı ile anıyorum. Dr. Bedri Ruhselman, Dr.Hüsnü Öztürk, Dr.Recep Doksat, Dr.Tahir Özakkaş ve daha ismini sayamadığım bir çok yürekli araştırmacı, zamanlarının bilinmeyen ve anlaşılırlığı olmayan büyücülük ve doğa üstücülük kavramlarıyla tanımlamaları ile karşılaşmışlar deneyimlerini ve bilgilerini kendileri ile paylaşabilmişlerdir. Dürüst ve yürekli kişilerdi diyorum. Çünkü deneyleri ve yaptıklarını bir çok ilgiliyle paylaşmalarına rağmen hiç bir destek görememişlerdir. Mücadeleleri bilimsel ve akademik alana yayılamayan bu araştırmacılar umuyorum 21yy Türkiye’sinde diğer arkadaşlara umut olurlar. PARAPSİKOLOJİ VE FİZİK Son yirmi yıl içerisinde, önerilen çeşitli Psi modellerinde fiziğin çeşitli kavramlarının kullanılmasında hatırısayılır bir gelişme kaydedilmiştir. Buna da parapsikologların, esin kaynakları olarak öncesi fiziği bırakıp kuantum çağı fiziğine sanlmaları yol açmı~ bu tezimizde, bazı parapsikologların bu iki araştırma alanının (psi ile fizi ğin] sorunları arasında var olduğunu varsaydıkları ilişki derecesinin gerçekte geçerli olup olmadığını inceleyeceğiz. Ortaya atmak istediğmiz soru şudur: Acaba bu ilişkinin ne kadarı sırf modern fiziğin egzotikliği üzerine kurulmuş, ne kadarı da fizikteki yeni fikirlerin parapsikolojiyle ilişkilendirilmesi suretiyle açıklığa kavuşturulmuştur? İlk olarak, fizikteki modern gelişmelere dayalı teorik düşüncelerin bollaşmaya başlamasından önce bu sahada görülen tıkanıklığı gözden geçirelim Gertrude Schmeidler’ın’ PK teorileri üzerindeki araştırmasında belirttiği gibi, «1940’lı yıllarda ve hatta 1960’lı yıl] eleştirnıenler, parapsikolojinin teorisi olmayan gerçekllrden bahsettiğini söylüyorlardı. «Bunu, genelde, kuşkularını örtmek için eleştirmenlerin kullandıkları ‘bir özür olarak kabul’ etsek bile, 1930’lu ve 40’lı yıllarda DUKE Üniversitesi’nde büyük çapta üretilen türden deneysel donelerin teorik bir çerçeveden tamamiyle yoksun olmaları halinde önemlerini yitirdilkleri hususunu da yabana atamayız. Psi’yi açıklayan veya hiç olmazsa bir açıklık getiren ve yeni deneylerin belirli bir esasa~ bağlanmasınısağlayan bir teoriye gerçekten de gereksinim vardı..Yüzyılımızın ilk’ yarısında, parapsikolojik fenomenleri fizik yasalarıyla uyuşmaktan uzak fenomenler olarak değerlendirme eğilimi, parapsikolojiye ilişkin düşüncelerin üretilmesini engelliyordu. Bu da birinin ya da diğerinin tümüyle reddedilmesini gerektirmekteydi. Gene Schmeidler’e kulak verirsek, «bir diğer ciddi sava göre de fizik, parapsikolojik donelerin geçersiz olduğunu göstermekteydi.. Psi fenomenlerinin fizikle ya da en azından ‘maddecilikle’ görünürdeki uyuşmazlığı, gerçekten de sık sık gündeme getirilen bir kavramdı. Üstelik, bu konuya değinenler sadece eleştirmenlerden ibaret değildi. Rhine, kendinden emin bir ifadeyle Telepatinin kanıtlanması... maddeciliğin başarıyla çürütülmesi olacaktır»,derken, H.U. Price da benzer bir iddiada bulunuyor ve «Maddeci bir evrende telepatiye yer yoktur,» diyordu. Bu tür görüşlerin kuantum teorisinin ortaya konulduğu bir zamanda ifade bulmasına rağmen, sözkonusu uyuşmazlığın zihinlerdeki kesenkesliğini kuantum öncesi dönemin katı ve tutarlı yapılarının insanların zihinleri üzerindeki etkisinden kaynaklandığını söyleyebiliriz. - (Her şeye rağmen, bu türden genelleyici ifadelere bugün dahi rastlamak mümkündür. John Taylor «Bilim ile doğaötesi fenomenlerin çoğu arasında açık bir çelişki vardır.»)Bu tür bir uyuşmazlığı farkeden birçok parapsikolog da, güçlükleri tekrarlamakla yetinerek, Psi fenomenlerine ilişkin teoriler. üretmekten kaçındı. Özellikle ayakbağı olan (ve hala olmayı sürdüren) bir husus da, Psi fenomenenlerinin, örneğin ‘ters kare yasası’ gibi bir uzaklık yasasına bağlı olmamaları, hatta uzaklık, zaman veya ESP ya da PK hedefinin niteliği gibi fiziksel faktörlerden tamamen bağımsız olmalarıydı.Ne var ki, kuantum teorisinin ortaya çıkışindan bu yana teorik parapsikolojide bir gelişme kaydedilmiş bulunmaktadır. Getrude Schmeidler’in, araştırmasının sonunda belirttiği gibi; bu gelişme ‘insanı neredeyse şaşırtan bir teorik zenginliğe’ yol açmış ve ‘vaktiyle parapsikolojiye karşı öne sürülen belli başlı savlar artık müzelik olmuşlardır.’ Bu ifadenin doğruluğunu kabul edebilmezden önce, sözkonusu gelişmeyi, modern fizikte ortaya çıkan ve yolu aydınlatan yeniliklerin ışiğında ve çok dikkatli bir şekilde ele almamız gerekmektedir. Bu yüzyyıln başlangıcında klasik fiziğin elektrodinamik ve siyah cisim ışınımı iki alanda çatlatnaya başlamasından itibaren, fizik bilimi derin bir kargaşa içine düşmüş bulunmaktadır. Fizikçilerin, benzeri görülmemiş bir çalışma temposu içinde, teorik çalışmalarının esasını oluşturan temel yasalar ile kavramları bir daha gözden geçirmeleri gerekmiştir. Teorik fizikteki tüm klasik kavramların hemen hepsinin önemli revizyonlara gereksindikleri ortaya konulmuş veya en azından belirli durumlarda kuşku altında kalmışlardır: Uzayın geometrisi, uzay ile zaman arasındaki ilişki, zamanın yönlülüğü, maddenin niteliği, temel olaylar ile süreçlerin niteliği, bir sistemin hali ile o halin ölçümü arasındaki ilişki, vb. gibi önekler olarak verebiliriz. (Bu örnekler, laf aramızda, modern fiziğin sözde uygulamacı yaklaşımıyla pek bağdaşmayan bir eğilimini, yani çarpıcı bulguları arasında ‘metafizik’ denilebilecek türden unsurlara rastlama arzusunu ışığa çıkarmaktadır.) Sözgelimi, her elektronun diğerinin aynısı olduğunu ima eden, elektronların istatistiki kurallara uyduğu gerçeği, ayırt edemediğimiz bir şeyin ayrı bir kimliği olamayacağı ilkesini desteklemek için kullanılmıştır. Elektronların birbirinden ayırt edilemezliğinin bu şekilde yorumlanması yeterli bir açıklama oluşturabilse dahi, gerekli bir açıklama olmadığı da bir gerçektir. Belirsizlik ilkesi’ni tanıtmakamacıyla sık sık başvurulan düşünce deneyi de aynı şekilde yanıltıcı olmaktadır. Bu deneyde, bir elektronun konumu ile hızını belirlemek amacıyla elektronun tek bir• foton tarafından ‘aydınlatıldığı’ tasavvur edilir Halbuki, Belirsizlik ilkesi’nin doğrudan, ölçme ile ilgili olan deneysel değerlendirmelerden kaynaklandığı gibi (yanlış) bir anlayış getirilmektedir.yukarıdaki örneklerde olduğu gibi, nispeten üzerinde durulmamış olan yanlış yorumlamaların yanısıra, kuantum teorisinin kendine özgü bazı paradoksları da vardır: Schrödinger’in kedisi ile Einstein, Podolsky ve Rosen’in Paradoksları bunların en ünlüleridir. Ayrıca, kuantum mekaniğinin bugünkü haliyle yetersiz olduğu kabul edilen bazı sahalar da varir: Örneğin, küçük mesafelerde veya yüksek enerjilerde Olduğu gibi.mevcut teorinin daha da geliştirilmesi sayesinde bu tür anomalilerin düzeltilebileceğini, çünkü bunların pek sık görülmeyen şartlar altında ortaya çıktıklarını düşünmek yanlış olacaktır. Ve tabi fizikçiler arasındaki görüş ayrılığını da unutmamak gerekir. Meslektaşlarınin aksine, .ezoterik tradisyonlar uğruna’ klasik kavramları hemen bir kenara atmaya yanaşmayan fizikçiler de vardır. Einstein aşırı reaksiyoner fizikçilere örnek verilirken, David Bohm gibi bazı çağdaş fizikçiler de kuantum .teorisindeki gerçek saptayıcı niteliği haiz değişken antitelerin henüz keşfedilmeyi beklediklerini düşünmektedirler özellikle kuantum teorisinin yapısındaki muhtemel gerilimleri gösteren ikinci bir husus da, bazı çevrelerde, her ne zaman ortaya çıkarsa. çıksın, anlaşılmazlığa büyük bir değer verme eğilimidir. Bu kimseler, sözkonusu sahalarda soru sorulmasını bilim dışı olmakla suçlarlar. Orneğin, Prof. Eisberg ), kuantum teorisindeki dalga işlevini açıkladıktan sonra dalgalanan nedir ve nerede dalgalanmaktadır’ gibi soruları asla yanıtlamamamız ve hatta sormamamız gerektiğini ileri sürer., turmalin kristali üzerine düşen bir fotonla ilgili bir deneyi tartışırken, bu fotona ne olabileceğine ilişkin gayet haklı soruları sınırlama yoluna gitmektedir: «Fotonun kristalin içinden geçip ge~meyeceğine neyin karar verdiğime ve gerçekten geçtiğinde de polarlama yönünü nasıl değiştirdiğine ilişkin sorular deneylerle yanıtlanamayacağı için, bu tür sorularıbilimin alanı dışında tutmak gerekir. Psi konusunun giderek daha özgür, daha az kısıtlayıcı bir hale geldiği ve artık eski moda gereksinimlerin boyunduruğuna girmediği duygüsu giderek yaygınlaşmaktadır. (Üstelik, bu duygu, yeni fiziği zen, Tao, meditasyon, vb. gibi konularla bağlant~larıdırma hevesi içinde olan bazı kitaplarda oldukça garip bir şekilde dışavuruınlar olmuştur.) İşte, eski kuralların gevşetilmesi sonucunda ‘da inanılmaz .‘ sayıda yeni kavramsal yaklaşım oitaya çıkmıştır. ŞAMAN: ŞİFACI ve PSİKOTERAPİST Stanley Krippner STANLEY KRİPPNER; her ikisi de San Fransisco,’da bulunan Saybrook Enstitüsü ‘nde Psikoloji Profesörü ve California Entegral Çalışmalar Enstitüsü ‘nde Ord. Profesördür. Maimonides (Brooklyn, New York) Tıp Merkezi’ndeki Rüya Ldboratuvarının eski yöneticisi ve Kent (Kent, Ohio) Eyalet Üniversitesi’ndeki Çocuk Araştırma Merkezinin ‘yöneticisi olan Krippner; Insanın Olasılıkları:SSCB’de ve Doğu Avrupa’da Akıl Üzerine Araştırmalar adlı kitabın yazarı ve Rüya Telepatisi, Rüya Çalışması, Şifa Durumları, Şifa Alemleri ve Kişisel Mitoloji adlı kitapların da yardımcı yazartdır. Şamanlar; toplumsal olarak kabul gören, dikkatlerini gönüllü olarak ayarlayarak, normalde alınamayan bilgilere girebilen, bunu cemaatlerinin üyelerinin ve cemaatin bütününün ihtiyaçlarına hizmet etmek üzere yapan pratisyenlerdir. Bir başka deyişle, şamanlar; onlara şamanik statüyü veren toplumsal grubun yararı için kullanabilecekleri gücü ve bilgiyi sağlamak için “ruhlar dünyası”na girdiklerini iddia ederler. Şamanın bütün rolleri arasında en çok görüleni şifacılıktır. Şamanların işlevleri çeşitli mahallerde farklılaşabilir ama hepsi de hastalığı önceden tahmin etmek ve önlemek veya hastalık oluştuğunda teşhis ve tedavi etmek için çağrılrlar. Çağdaş psikologlar gibi şamanlar da şifaya dört noktadan yaklaşırlar: rahatsızlığın yapısı, hastamn yapısı, mahallin yapısı ve tedavinin yapısı. Şamanların rahatsızlığın yapısını kavramlandırışları, yerden yere ve pratisyenden pratisyene değişir. Bazıları hastalığı doğal sebeplerden (biyolojik ve/veya psikolojik) ve metafiziksel sebeplerden olanlar diye ayırırlar. Son kategori daha da alt kollara bölünebilir, örneğin, dezekarne varlıklar tarafından meydana getirilenler ile büyücülerin meydana getirdikleri arasında; bir kişinin yaptığı yanlış işlerden kaynaklananlar ile bir aile üyesinin suçundan dolayı meydana’ gelenler arasında; geçmiş bir hayattaki küçük suçlardan kaynaklananlar ile hastanın şu anki enkarnasyonundaki faaliyetlerinden kaynaklananlar arasında. Yardım arayan kişinin durumu da kavramlandırmada değişiklikler gösterir. Birçok geleneksel şifa sistemi, “fiziksel” ve “mantal” hastalıklar arasında ayrım yapmaz; insan organizmasını tek bir parça olarak görürler. Yine de hastanın ailesinin veya kabilesinin, hastalığın bir parçası olarak düşünülmesi de pek görülmedik bir şey değildir çünki birey ve cemaat arasındaki çizgiler kesin biçimde çizilmemiştir. Bazı sistemler ise, örneğin yaş, cinsiyet, toplumsal pozisyon veya inanç sistemini temel alarak başka farklılıklar meydana çıkarır. Mahal de önemli bir değişkendir. Bazı mahallerin güç yerleri Olduğu ve bu mahallerin ihlalinin hastalık getirebileceği düşünülur. Diğer yandan, hastanın terapisine, kutsal bir yerin ziyaret edilmesi de eklenebilir. Terapik karşılaşmanın mahalli, hastanın evi, pratisyenin işyeri veya pratisyen tarafından belirlenmiş belirlenmiş bir yer olabilir. Tedavinin yapısı ise bir hayli değişkendir. Bazı geleneksel şifa sistemleri tedaviyi; ilaçla, büyüyle ve mistik kategoriler diyerek ayırırlar -birincisi,bitkisel ilaçlar ve fiziksel müdahaleleri; ikincisi; rahatsız eden “büyü”ye veya “lanet”e karşı gelen ayinleri ve nesneleri (büyülü bitkiler ve onlardan çıkartılanlar) içerir; üçüncüsü, dezekarne varlıkların yardımını isteyerek veya hasta, değişmiş bir şuur haline girdiğinde ruhlarla karşılaşma kapasitesini kullanarak yapılır. Amerikalı bir psikiyatrist olan E. Fuller Torrey için etkili biri tedavinin yapısı, ister bir şaman tarafından ister başka pratisyenler tarafmdan uygulansın, kaçınılmaz biçimde dört temel ilkenin bir veya daha fazlasmı içermelidir: Bunlar (1) teşhis ve ad koyma sürecine anlam sağlayan paylaşılan bir dünya görüşü, (2) pratisyenin, hastanın iyileşmesini kolaylaştıran kişisel nitelikleri, (3) hastanın, iyileşmeye yardımcı olan pozitif beklentileri (yani ümit, iman, “plasebo etkisi”) ve (4) hastadan beklenen, güçsüzlüğü yenebilme yetisi. Paylaşılan Bir Dünya Görüşü Adlandırma süreci hertipteki şifanın en önemli bölümlerinden biridir. Hastanın durumunda bir fikir birliğine varılması, hastayı; birisinin onun rahatsızliğını anladığına, bu durumda olan tek kişinin kendisi olmadığına ve bir iyileşme yolunun olduğuna ikna eder. Rahatsız edici faktörün tanımlanması tamamlanmma, kesinleştirme ve genel katarsis üreterek hastanın aklında bir dizi ilişkili fikri harekete geçirebilir. Rogers (1982), şamanın bir şifacı olarak etkililiğinin “çoğunun, onun doğaüstüne ait kavramlanyla, hastasınınkilerin aynı olup olmamasına bağlı olduğunu” belirtir. Eğer pratisyen ve hasta, aynı dünya görüşünü paylaşmıyorlarsayorlarsa, tedavi yürümeyebilir veya engellenebilir. Cassel (1955), birçok tartışmadan sonra en sonunda tüberküloz olan kızının hastahaneye yatmasını kabul eden bir Zulu babanın hareketlerini anlatır. Ama tam o anda doktor, bir hata yapar. Hastasının durumunun bulaşıcı olduğunu ve başka insanların da ondan tüberküloz kapacağuu söyler. 0 zaman baba teşhisi inkar eder ve kızının hastahaneye yatmasını reddeder. Kızının bir taşıyıcı olması fikrini kabullenmek demek, onun bir büyücü olduğunu da kabullenmek olacaktır çünki babanın kültüründe, ancak böyle kötü bir kişinin bulaştırıcı gücü olur. Kleinman (1980) illeti ikiye ayrır hastalık ve rahatsızlık. “Hastalık” sözcüğü, biyolojik ve/veya psikolojik süreçlerin işleyişinin bozulmasını anlatırken, “rahatsızlık” sözcüğü psikososyal deneyimi ve algılanan hastalığın anlamını belirtir. Rahatsızlığı hastalıktan inşa etmek, sağlık bakım ~sistemlerinin merkezi fonksiyonudur ve şifanın ilk safhasıdır. Rahatsızlık aynı zamanda hastanın hastalığa karşı olan tepkilerini; dikkat, algılama, bilme, değerlendirme, duygusal tepkime ve kişinin kendi ailesi ve toplumsal şebekesiyle iletişimi açılarınıda içerir. Rahatsızlık; hastalığı, bireye, cemaate ve kültüre özgü davranış ve deneyimler şekline sokar. Bir hastanın kendi hastalığına tepkileri; bu hastalığa anlamlı bir açıklama şekli ve birçok durumda, kontrol ve iyileşme şekli de Sağlar. Bir doktor, belirli türden bulaşıcı hastalığı olan bir. hastaya penisilin verebilir ve bu hasta da muhtemelen iyileşecektir -çoğunlukla da rahatsızlık, hastalığa dönüşmeden önce. Penisilinin etkili olabilmesi, ortak bir dile veya paylaşılan bir dünya görüşüne bağlı değildir. Yine de şamanik kültürler çoğunlukla Batılı tıbbın ve psikoterapinin kabul etmediği hastalıklardan söz ederler; örneğin, “kötü hava “yin” ve “yang” güçleri arasında bir dengesizlik, “ruh tasalluttu”. Aynı hastalık; bir kültürden diğerine çok farklı bir biçimde kavramlaştırılabilir ve tedavi işlemleri de, kültüre olduğu kadar çok büyük bir biçimde hastaya da özgüdür.türler arasında çok geniş biçimde çeşitlilik gösterebilir. Levi-Strauss birçok şamanın ve psikoterapistin; hastada şuursuz biçimde kalmış olan çatışmalara ve direnmelere şuurlu bir seviye getirmek çabasında olduklarını gözlemlemiştir. Ad koyma süreci de, ters giden şeyin sembolü olarak sözcükleri kullanmayı içerir. Etkisi, sadece sözcüklerin aktardığı bilgi sebebiyle değildir. Bu bilgi belirli bir deneyimin meydana gelmesine de izin verir, bu deneyim sırasında hastalar çatışmalarını çözümleyebilirler. Orneğin, Pasifik Kuzeybatı Kızılderili kabileleri arasındaki “ruh hastalığı”, Batı kültürlerindeki nevrotik depresyona benzemektedir. Her ikisi de uykusuzluk, baygınlık nöbetleri, ağlama krizleri, nostaljik keder ve sana gibi psikosomatik belirtiler taşır. Şamanlar durumu tipik bir posesyon olarak vasıflandırırlarken, Batılı psikoterapist depresyonun psikodinamik sebeplerini arar (örneğin, bir ilişkinin bitişi, iş kaybetmek>. Baygmlık, iç çekme ve zor nefes alma gibi çoğunlukla depresyonu karakterize eden şeyler; Batı’da psikosomatik “dönüşüm tepkileri” olarak vasıflandırılırken, şamanlar bunu, “posese olmuş” kurbanın etrafındaki havanın yokluğunu yansıttığı biçiminde görürler (Jilek, 1982). Tayvan’daki, birçoğu tang-ki veya şaman olan yerli şifacılar üstüne yapılan bir çalışma; bunların kategorizasyon sistemlerinin, geleneksel Çin tıbbınm modellerine bağlı olduğunu bulmuştur. Sonuç olarak, hastaların çoğunun hastalığı; kozmostan bireye uzanan karşılıklı etkileşme sistemindeki, nihayetinde ise bedensel organları ve chi’yi veya hayat enerjisinin akışını etkileyen uyunısuzluktan kaynaklanır tarzda görülmektedir. Diğer sebepsel faktörler büyücülük, kalıtım, yanlış davranışlar ve kötü şansı içerir -ama bunlar bile en soAunda uyum meselesine bağlanır. Kleinman’ın (1980) konuştuğu Tayvanlılar, “hayatı tehdit edebilecek hastalıkların konrolü için Batılı tipteki doktorlara” ve “rahatsızhkların kişisel ve kültürel biçimde anlamlı tedavisi için tang-kilere” gittilderiııi söylüyorlardı. Orneğin, “korku”nun, kültürel bir rahatsızlığın tedavisi için Batılı doktorlara değil, bu rahatsızlık için kültürel kabul gören tedaviyi uygulayacak olan yerli pratisyenlere gidiyorlardı. Navajo şamanları (veya hataalii), akıl hastalıkları için üç ana teşhis kategorisi oluşturmuşlardır. “Pervane çılgınlığı’; kontrol edilemeyen davranış (örneğin, bir pervane gibi ateşe atılmak), kasılmalar, öfke ve şiddet nöbetleri ile meydana çıkar ve akıl hastalıklarının ana tiplerinden biridir ve akrabalar arası cinsel ilişki faaliyetlerine bağlanır. “Çılgın şiddet”in de aynı dış tezahürleri vardır ama alkolizme bağlıdır. “Hayalet hastalığı” ise büyücülüğe bağlanır, hoş olmayan rüyalarda, iştah kaybmda, sersemlik hissinde, şaşkınlık, panik ve aşırı endişe halinde tezahür eder. Bir kişi bilerek veya kazara tabuları çiğner veya tehlikeli güçleri rahatsız ederse, evrenin doğal düzeni tahrip olur ve “enfeksiyon” veya ‘zehirlenme” oluşur. Büyücüler; ensest yaparak, ölüleri soyarak veya güçleri akılsızca kullanarak (Sandner, 1979) toplumsal düzeni ihlal ederler. Navajo hataaili tarafından duyurulan sağlık ve hastalık kavramında evren; hem iyi ve hem de kötü güçlerin dengeli ve düzenli bir ilişki içinde birarada var olduğu karşılıklı bağlı olan bir bütündür. bu ilişki bozulduğunda uyumsuzluk oluşur, bu da hastalığı üretir. Oyleyse hastalığın sebebi temelde metafizikseldir; hastalık, birey ya da grup, doğal ve doğaüstü güçlerle uyumun dışında çıktığında oluşur (Topper, 1987). 1980’de Maria Sabina’yı; Oaxaca Meksiko’daki, kendisinin ve hastasının, gizli bir törende şuur durumunu değiştiren mantarları birarada nasıl yediklerini açıklayan bir Mazatek şamanım ziyaret ettim. Bu, hastanın fiziksel, psikolojik veya ruhsal sorununu tanımlamak çabasıyla yapılıyordu. Rogers (1982), “şamanın sıklıkla, cemaatine göre üstün mertebeli bir kişi olabildiğini” belirtir. “Bedenen güçlü aklen işine bağlı, kendini kontrol etme gücüne sahip cemaatindeki birçok kişinin ötesinde bir mantal çabakapasitesine sahip olmalıdır.” Ama Rogers, bazı şamanların” şarlatan ve belki de nevrotik ama şifada başarı gibi şamanik imajları, kendi güçlerinin gelişimi ve cemaat içinde ya edinme uğruna, kullanacak kadar gerçekliğe yakın” olabildiklerinden de kuşkulanmaktadır. Genelde, “şamanlar bir bilgi, otorite, önceden biliş ve güç imajı aktarmalıdırlar”; eğer “imajı korumayı başaramazlarsa, şifalı güç yok olabilir ve cemaate olan yararı da yok olur”. Şamamın tahayyül vasıtaları, rüyaların, vizyonların diğer tahayyül süreçlerinin; insan Sağlığı ve hastaliğı hakkında hayati bilgi kaynağı olduğunu düşünen Achterb (1985) tarafından vurgulanmıştır. Sembollerin ve metagorların şifa verici gücü bu bilgilerin arasındadır, bunların arasında da “yaralı şifacı”nınki. Eğer bir şaman veya potansiyel şaman, kişisel bir felaketin, hastalığın veya kuvvetten duşuren bır durumun üstesinden gelirse, cemaati çoğunlukla buna saygı bahşeder ve bu etkileyici başarıya hürmet eder. Aynı zamanda şamanın başarılarının listesi potansiyel hastaları etkilemekten daha da fazlasını yapar ve başarılı bir tedavi için psikolojik temel Sağlar. Şamanm mantal güçleri de çoğunlukla etkileyicidir Sibirya Yakut şamanları 12.000 adedin üstünde (bilinen Yakut söz dağarcığınm 4.000 kelime olmasıyla kıyaslanırsa) sözcük içeren şiirsel bir dile sahiptirler (Furst, 1973-1974). Navajo hataaili, bir Wagner operasını ezberlemeyle kıyaslanabilecek bir şifa törenini ezberlemelidir (Kluckholn ~r Leighton, 1962). Kültürel mitleri hatırlama yetenekleri; .gelenekleri ve kabile bilgeliğini genç nesillere aktaran bir öğretmen rolü için zorunludur. Genellikle güçlerini artıran şifa törenlenni uygulamada çok gelişmiş bir oyunculuk yeteneği gösterirler; bazen yeteneklerini cemaate daha çok göstermek için bu törenlerde, zekice el çabuklukları da kullanılır (Rogers, 1982). Kakar (1982), Hindistan’da şamanlarm hastalarını incelemiş ve genelde bunların, “şifa sürecini belirleyen önemde olan Şeyin” şamanın kavramsal sistemi veya kendine özgü teknikleri değil de, şifacının kişiliği olduğuna inandıklarını bulmuştur. Şamanlar ve hastaları arasındaki etkileşimi gözlemledikten sonra Kakar, hastanın “kültürel biçimde saptanmış olan ideal şifacı imajına ters düşüp düşmediğini veya ne kadar uyduğunu saptamakla meşgul olduğu” sonucuna varmıştır. Hintlilere içmeleri için verilen şifalı suyun Müslüman bir şamandan gelmesi veya bu suyun Kuran’dan ayetler okunarak “işleme tabi tutulmuş olması” da mesele değildir çünki “hastalığın kardeşliği gerçekten de, sağhğın kardeşliğinden daha da kucaklayıcı görünmektedir”. Berndt (1964), Avustralyalı yerli şamanlar üzerine 1 yaptığı çalışmasında, bunların ününün temelinde gücün olduğunu çünki bunun, bu şamanlarm hareketlerinin doğaüstü bir desteği olduğunu gösterdiğini belirtmiştir. sonuç olarak, başka insanlara açık olmayan bir güçten beslenebilirler. Vancouver Adası’nın Nanaimo Kızılderilileri şamanlarmın, şifanın oluşması için gerekli hami ruhların bededenlenmesi için bir tören esnasında şuursuz halde baygın düşmesiıü beklerler (Jilek, 1982). 1989’da Aldwin Scott ile, Trnidadlı bir ruhçu şifacıyla görüştüm. Afrikalı, Hıristiyan ve Doğu geleneklerinden bir “ruhsal rehberler” ordusuyla çalıştığını iddia eden Scott, hastanın hür iradesini vurgulamıştı. Bu “rehberler’ öğüt ve öneriler sunuyordu ama onların önerdikleri dua, otlar ve/veya~ hayırli işler tarzındaki tedaviyi izlemek hastanın sorumluluğundaydı. Scott’un hastalıktan mustarip, kasabadan bir kişiyle çalışmasını gördüm ve izlenimim, Scott’ un hasta için bakım ve ihtimam gösteren bir yumuşaklık ve hoşgörüyü yüksek bir oyun gücü ile birleştirdiği idi (Krippner Sr Welch, 1992). Geleneksel toplumlarda şamanlar toplumsal biçimde belirlenmiş pratisyenlerdir. Her bir kültürün kendi prototipik şifacı imajı vardır: Bir şaman bu prototipe uymaya ne kadar yaklaşabilirse, muhtemeldir ki sonuçtaki tedavi o kadar başarılı olur. Eğer bir şaman, bir hastanın ve/veya bir toplumun şifacı bir pratisyene atfettiği vasıflara uyan’ kişisel niteliklere sahip değil ise, aradaki ilişki yine de değerli sonuçlar verebilir ama bu, şifa sürecindeki diğer faktörlerin bir veya birden fazlasına bağlı olacaktır. Frank, “Hastanın beklentileri, şifacının kişisel vasıfları, kültürel biçim belirlenmiş şifacılık rolü veya tipik biçimde her ikisi tarafından harekete geçirilir.” diye çıkarmıda bulunur. Hastanın Pozitif Beklentileri Hastanın beklentilerinin önemini gösteren birçok araştırmadan elde edilen kanıtlar boldur. Bir kişinin şifadan ne beklediği, eğer beklenti yeterince güçlü ise, meydana gelecek olan şeydir. Weil (1983), “Tıp tarihi aslında plaseboya tepkinin tarihidir” diyecek kadar ileri gider. En azından herhangi bir ilacın etkililiğinüı %50’si plasebo tep kisine bağlıdır; diğer bir deyişle, doktorun, hastanın veya her ikisinin beklentilerine. Kertenkele kanı ve domuz dişi gibi umarların bilinen hiçbir tıbbi özelliği yoktur ama yüzyıllardır işe yaramışlardır, anlaşılan hastalar bunların işe yaramasını beklemişlerdir. Frank, her türden ideolojiyi ve metodu temel alan şifa yöntemlerinin aşikar başarısını, inancın şifa verici gücünün; nesnesinin geçerliliğinde değil, hastanın kafasında olduğunu gösterdiği sonucuna varır. Şifayı ileten bir şuur durumu, “hastanın ümidini ayaklandırmadaki, kendine değer verişini artırmadaki, onu duygusal çalkantıya sokınadaki ve onun, destekleyici bir grup ile olan bağını güçlendirmedeki’ yeteneğinde yatmaktadır. Dolayısıyla, hastanın pozitif beklentilerini artırma çabaları, belirgin terapi teknikleri kadar terapiktir. Torrey (1986) hastanın beklentilerini üreten birkaç faktörü tanımlanuştır: umut, iman, güven ve duygusal uyanma. Frank ve Frank (1991>, çoğu psikoterapinin duygusal uyanmayı; yeni gelişen yetenek ve tavırları güçlendirmeyi sistematik biçimde izleyen tarzda terapinin başında veya terapinin son kısmında, önceki terapik seansların kazançlarını kristalize ederek, tedavinin bir parçası olarak kullandığım belirtir. Kiev (1964), halk psikiyatrisi araştırmasında, her tipteki psikoterapinin etkinliğinde hastanın imanının önemini vurgular. Berndt’e göre (1964), Avustralyalı yerli margidbu’nun temel gereksinimi, bir hastanın imanlı olmasıdır. Bu nokta, halk arasında bilinen bir Gunwinggu hikayesinde de izah edilir: Ay ve Benekli Kedi, birlikte yol alırlarken, ciddi biçimde hastalanmışlar. Kıpırdayamadıklarından veya yemek yiyemediklerinden, ikisi de güç bela yaşayabiliyorlarmış. Sonunda Ay, kendini tekrar canlandırmayı başarmış. Ayağa kalkmış. Gökyüzüne gitmeden önce Benekli kediyi de canlandırmaya çalışmış ama bunu yapamamış çünki Benekli Kedi ona güvenmemiş. Bu mitsel hikaye, ölümün orijinini de açıklamaktadır. Eğer Benekli Kedi Ay’a güvenmiş olsaydı, yeryüzünde kimse ölmek zorunda kalmayacaktı. Ay, güçlü bir margidbu olarak görülür; ölüyor gibidir ama hep geri döner. insanlar da, eğer imanları güçlü olsaydı, aynısını yapabilirlerdi. Opler (1936), Apaçi şamanlarını araştırmış, onların hastanın beklentilerini ‘maksimum hale getirme tarzlarını açıklamıştı. Bu pratisyenler tedavi etmek istedikleri vakaları seçiyorlardı, şüpheci ve durumu ümitsiz olanları reddediyorlardı. On ödeme talep ediyorlardı, hastanın iyileşmesi için ek baskı yapıyorlardı. Hastalara ve ailelerine şamanik statünün nasıl kazanıldığını anlatıyorlardı. Ayrıca hastalarının hayatlarını da araştırıyorlar, çoğunlukla hastaya, sanki şamam bir durugörücü gibi gösteren bilgiler veriyorlardı. Leighton ve Leighton (1941), Navajo hataaliinin hastalarının beklentilerini zenginleştirmek için giriştikleri çabaları tarif etmişlerdi. Hataaliinin “ev vizitesi” için aileye, detaylı hazırlıklara girmeleri talimatını veriyorlardı. Eve vardıklarında, hastaya kesinlikle iyileşeceğini söylüyorlardı. Hastanın hayatındaki en önemli insanlar şarkıya katılarak, hastanın iyileşeceği inancını tasdikliyorlardı. 1974’te, bir Hristiyan ruhçu şifacı olan Nemesio Taylo’ yu, Manila’da çalışırken gözlemledim. 0 günkü ilk hastası yaşlıca bir kadmdı; “Zavallı büyükanne. Aklını kaybetti. Isimlerimizi hatırlamıyor! Kötü ruhlar onu ele geçirdiler!” diye ağlaşan akrabaları tarafından odaya sokulmuştu. Taylo onu bir masaya yatırmalarım istedi ve parmağındaki kocaman elmas yüzüğü, kadının ayak parmakları ve el parmaklarının ucuna ve alnına yaklaştırmaya başladı. Taylo’ nun yüzüğü vücuduna yaklaştıkça, kadın acıyla gözünü yumuyordu. “Evet, bu bir posesyona benziyor,” diye mırıldandı Taylo ve akrabalar fikir birliği içinde başlarını sallandılar. Birkaç dakika boyunca Taylo yaşlı kadının vücudunun çeşitli kısımlarına, kollarını ve ayaklarım yukarı ve aşağı hareket ettirerek masaj yaptı. Sonra Isa Mesih’e dua etti ve yüzüğünü tekrar hastanın parmaldarına ve ainma yaklaştırdı. Bu kez kadın hiç tepki göstermedi; onun yerine, akrabalarına gülümsedi ve Taylo her birini işaret ettiğinde, doğru isimlerini söyledi. Aile. zafer ifadesiyle tapınaktan çıktığında Taylo bana fısıldadı: “Evet, belki de kadını bir ruh ele geçirmişti. Veya sadece biraz ilgiye ihtiyacı vardı.” Bu vakada, teşhisin ve pratisyenin şahsi nitelikleri-nin birbirine uyması, hastanın durumunda en azından geçici bir iyileşmeyi üretecek pozitif beklentiyi yükseltmişti Hastanın beklentilerinin fizyolojisi üstündeki çalışmalar henüz başlamaktadır. Plasebo etkisi, yıllardır süren ihmalden sonra, hem geleneksel ve hem de alternatif şifanın önemli bir veçhesi olarak önem kazanmaktadır. Ama yüzyıllardan beri şamanlar (hem kazara ve hem de bilerek) hastalarının beklentilerini ve ümidini artırmanın yollarını bulmuşlardır. Oğrenme ve üstatlık, şifanın önemli bölümleridir. Ek olarak, “tedavi etmek” (bir marazın belirtilerini ortadan kaldırmak ve hastanın sağlığını eski haline getirmek) ile “şifa vermek” (cemaat, kozmos, kişinin bedeni, aklı, duyguları ve/veya ruhu ile bütünlüğünü veya uyumunu sağlamak) arasındaki farkı da gösterirler. Bir başka deyişle, bir hasta, hastalığının kalıcı olması sebebiyle tedavi olamıyor olabilir. Mamafih bu hasta zihinsel, duygusal ve ruhsal olarak, pratisyenin öğrettiği biçimde hayatını gözden ge çirmesi, onda bir anlam bulması ve ölümle uzlaşmasının sonucu olarak şifa bulabilir (Achterberg, 1985). Torrey (1986), şaman-hasta ilişkisinin sınırları içinde var olabilen etkileşimlerin çeşitliliğine dikkat çeker. Gana’da ve Sierra Leone’de hasta pratisyenin evine taşmabilir ve onunla her gün uzun zaman geçirebilir. Hasta, kendisi gibi beş veya on kişiyle birlikte, bir yıl veya daha fazlasını, sürmekte olan tedavide geçirebilir. Sarawak’ta bir pratisyen, hastayı kendi evinde, kısa rnaraton şifa seansları için ziyaret edebilir. Pratisyen-hasta ilişkisi ister uzun vadeli ister kısa vadeli olsun, Frank (1973), “hastanın üstesinden gelme hissinin artışı”nın, bütün başarılı psikoterapilerin doğrudan veya dolaylı bir etkisi olduğunu iddia eder. Şamanlar hastalarını güçlendirmek için çok çeşitli metotlar kullanırlar, örneğin, kutsal şarkılar söyleyerek, sembolik ayinler yaparak, hastalığa sebep olan nesneyi bedenden uzaklaştmyormuş gibi yaparak, yatıştırıcı ruhları çağırarak, rüyaları yorumlayarak ve şifalı otlar uygulayarak (Rogers, 1982). Hastanın gittikçe ortaya çıkan üstesinden gelme hissi, onu, gelecekte hayatın terslikleriyle başa çıkmakta neler yapılması gerektiğinin bilgisiyle donatır. Fiziksel bir hastalıkta, hasta kendini daha iyi hissedebilir ve çalışmaya geri dönebilir. Ek olarak hasta, şikayetin tekrarlanmasım önlemek için kendini düzenlemeyi, diyet ve egzersiz reçetelerini ve diğer hastalık önleme teknklerini öğrenebilir. Psikolojik sorunlarda ise hasta, kötücül ruhlara karşı duran uygun duaları ve tılsımları, depresyona ve endişeye karşı duran sağlıklı tavırları veya kişisel güçlenme sağlayan rüya yorumlama tekniklerini öğrenebilir. Katz (1982), Botswana’nın !Kung avcıları ve toplayıcılarım ve Fiji adalarının balıkçılık ve çiftçilik yapan topluuklarını incelemesinde, cemaatin üyelerinin güçlenmesindeki sinerjinin önemi karşısında şaşırmıştır. Bu güçlenme özellikle, bütün gece yapılan dansların değişmiş şuur halleri ürettiği törenler esnasında “kaynayan enerjinin” (veya n\um) şifacının teninden diğer cematin üyelerinin bedenlerine geçtiği şifa törenlerinde açıktır. Hastalığın, ölü ruhların, kişileri kendi alemlerine çekmeye çabalamasından kaynaklandığı düşünülür. Ama şifacılar, cemaate dokunulmaması dileklerini ifade ederler. Eğer şifacının n\um’u yeterince güçlü ise ruhlar geri çekilecek ve gruptaki hasta üyeler yaşayacaklardır. Kabiledeki erkeklerin % 5Osi ve kadınların %1O’undan fazlası şifacı olurlar ama kişileri belirten bir işaret yoktur çünki bunlar da törende başka roller oynarlar. Katz, mana nın, n\um gibi, cemaatle paylaşılan bir şifa vasıtası olduğu Fiji’de de benzer güçlerin işlediğini bulmuştur. Fiji’de, değişmiş şuur halleri, yagona’nın, kutsal bitkilerin yenmesi ile sağlamr. Topper (1987), Navajo pratisyenlerinin, hastalarının şuurdışı süreçleriyle bağlantı kurmak için semboller kullanılışının dört tarzını tarif eder: dualar, kum resimleri, arınma ayinleri, maskeli dansçılar. Orneğin, kutsal mısır poleni, bir dua sırasında adanır. Bu, hastayı iyileştirmeleri için ruhların etkisini getirmenin en direkt ve en yoğun yolu-dur; ayin mükemmel biçimde ve kapalı kapılar ardında yapılmalidır. Karartılmış hogan’ın (toprakla örtülmüş ahşap bina) kapısı “duanın kaçmasını önlemek için” kapatilır. Hem hastadan ve hem de hogan’dan kötülüğü çıkartmak için sivrileştirilmiş çakmaktaşları kullanılır. Topper, bu işlemlerin; cemaatin toplumsal ve duygusal durumunu stabilize etmeleri sebebiyle aynı zamanda hastanın belirtilerini de azalttığmı savunur. Uygun tıbbi umarlar da bir hastayı güçlendirebilir. 1925’te bir Nijeryalı babalawo veya “gizemlerin babası’ psikotik bir duraklama deneyimleyen seçkin bir Nijeryalıy tedavi etmesi için Ingiltere’ye çağrılmıştı. Babalawo hasta- sını, rauwolfia kökü ile başarılı bir şekilde tedavi etti; bu ot herhangi bir Ingiliz psikiyatristin elindeki ilaçlardan çok daha iyiydi ama ancak 1950’de Reserpine adı ile, bir sakinleştirici olarak Batı tıbbına tanıtılabildi (Frank, 1973). Rogers (1982>, şamanik şifa işlemlerini sekiz kategoriye ayırmıştır: büyüyü geçersizleştirme (tılsımlar, danslar, şarkılar); nesnelerin çıkartılması (emme, tarama, şamanik “cerrahi”); zararlı varlıkların çıkartılması (varlıkla savaşma, varlıkla savaşması için bir ruh gönderme, varlığı rahatsız etme); kayıp ruhların geri alinması ( “ruh yakalayıcı”larla, şamanik yolculukla); itiraf ve kefaret (şamana, cemaate); rahatsızlıkların aktarımı (bir nesneye, bir “günah keçisi-ne”); öneri ve ikna (akıl yoluyla, ayin kullanarak); ve şok (ani ısı değişikliği, ani fiziksel saldırı). Tüm bu işlemlerde semboller, renkler, hikayeler ve ayinler (özellikle grup katılımını sağlayanlar) önemli bir rol oynayabilirler. Hastalığın yapısı, hangi tedavi biçiminin uygun olduğunu belirleyecektir. Hastanın durumunun yapısı, hastalığın tedavi edilmesi veya şifa verilmesi durumunu belirleyecektir. Ortamın yapısı; hastanın iyileşmesine, gelişmesine veya bütünleşmesine yardım için ne kadar kültürel ve aileyi destek olduğunu belirleyecektir. Tedavinin yapısı da dört temel şifa ilkesinden kaç tanesinin biraraya gelebileceğini belirleyecektir. şamanik şifada, “şifa işlemleri genellikle halka açıktır: birçok akraba ve arkadaş ayine katılabilir. Toplumsal güçlendirme normal olarak önemli bir öğedir. Şaman ruhlar adına konuşur veya ruhlar onun vasıtasyla konuşur. Sembolizm ve sembolik yönlendirnıe hayati öğelerdir. Şifa sınırlı bir süredir, çoğunlukla birkaç saat, nadiren de birkaç gün sürer’.Bütün şifa pratisyenleri bir modelden yola çıkarak iş yapar. Şamanik modeller genelde, doğaya, kişinin bedeni-ne ‘ve kişinin ruhsal gelişmesine bir yakınlık içermeleriyle, Batılı zıt tedavi modelinden ayrılırlar. dahası bunlar, uyum ve bilgi ideallerini yansıtan biçimde hayat kararları almak üzere insanları teşvik ederler. Şamanik modeller, bir kişinin (veya cemaatin) akıl ve beden arasında, ruhsal ve cismani arasında sık sık meydana gelen kopukluklar kadar dünya ile bağlantısındaki parçalanmaları tamir etme çabasında olan şifacılığa, yapılanmış ve düşünceli bir biçimde yaklaşırlar. Şamanik şifa modeli “geçerli” midir? Kişi benzer bir soruyu, psikoanaliz gibi Batı sistemleri için de sorabilir. Torrey (1986) psikoanalizin ana temelleri için deneye dayanan desteğin yokluğunu işaret eder; yani rüya teorisi, sabit psikoseksüel safhalar fikri, kişinin sorunlarının çözümünde içgörünün değeri üstünde duruşu gibi. Yine de, “bilimsel temelin yokluğu, psikoanalitik psikoterapinin etkisiz olduğu anlamına gelmez... Bütün psikoterapi tiplerinin etkili olduğuna dair güçlü kanıtlar vardır. Diğer tipler için olduğu gibi psikoanalitik tip için de, muhtemeldir ki etkili parçacıklar, bilimsel olmayan temel kısınılardır” paylaşılan bir dünya görüşü, pratisyenin kişisel nitelikleri, müşteri beklentileri, öğrenmeyi ve üstesinden gelmeyi artıran etkileşimler. “Bir Grönlandli Eskimo veya bir Tanzanyali Kadının bile psikoterapi inanç sistemleri, kesinlikle aynı bilimsel temele sahiptir”. Malezya’da, Akıl Sağlığı Dünya Federasyonunun bir atölyesi üniversitenin psikiyatri bölümü ile geleneksel bomoh pratisyenlerl arasında bir işbirliğini önerdiğinde, psikiyatristler; böyle bir hareketin sadece, tıp okulundaki diğer bölümlerin psikiyatriyi bilim dışı olarak düşünme önyargılarım teyit edeceğini iddia ederek, reddettiler (Carstairs, 1973). Ama Batı psikoterapisi gibi zıt tedavi tıbbın kökleri de şamanizmde bulunmaktadır ve hala bilgece sezgiler ve pratik uygulamalar içeren bir şifa modeli ile potansiyel işbirliği yollarını araştırma ihtiyacındadır. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
vhercle Yanıtlama zamanı: Eylül 10, 2006 Paylaş Yanıtlama zamanı: Eylül 10, 2006 PARAPSİKOLOJİ, PSI ve MODERN DUNYA GORUŞU Genelde modern bilimin, son yüzyıllardaki felsefi düşünüş üstünde büyük etkisi olmuştur ve bu durum 20. yy için de geçerlidir. Bu yüzyılın ilk başlarında bazı felsefe gruplarının, fenomenoloji, varoluşçuluk ve analitik felsefe gibi kendilerini bilimden ayırmak isteyen hareketlerin egemenliğine girmesine karşm, bütününde felsefi düşünce; bilimsel keşiflerin ve teorilerin etkileriyle büyük ölçüde değişime uğramıştır. Bu sadece sözde doğal bilimler -termodinamiğin ikinci yasasının etkisi, kuantum fiziği, evrimsel teori moleküler biyoloji ve ekoloji hemen akla gelenler- için değil, aynı zamanda sözde sosyal bilimler için de geçerlidir -insan burada hemen Marksizm, Freudçuluk ve bilimin sosyo-tarihi incelemesinde ortaya çıkan paradigma teorilerinin etkilerini düşünüyor. Ancak, parapsikoloji bilimi, en azından “psişik araştırma”lar bir yüzyılı aşkın bir zamandan beri var olmasına karşın, felsefi düşünüş üstünde daha pek etkili olamamıştır. Gerçekten de, Parapsikoloji Kurumu 1969’dan bu yana Amerikan Bilimini Geliştirme Kurumu’nun bir üyesi olmasına karşın, birçok bilimci ve filozof; açık bir ret veya sırf üstünde hiç düşünmeme yoluyla, bunu hala bir bilim olarak görmemektedirler. Parapsikolojinin bu durumu için çoğu kez aleyhinde olanlar tarafından ileri sürülen sebepler şunlardır: (1) Parapsikolojinin öne sürülen etkileşimlerinin; felsefi ve bilimsel topluluklar tarafından önceden farz edilen dunya görüşunun -parapsikolojinin iddia ettiği veriler hariç, neredeyse her şey için mükemmel işleyen bir görüş- (çoğunlukla, C.D. Broad’ın analizini izleyerek “temel sınırlayıcı ilkeler” diye adlandırılan) belirli temel varsayımlanım ihlal eder; (2) Parapsikoloji şüphelidir çünki “okült’ ile ilişkilidir; (3) Parapsikoloji sağlam biçimde tekrarlanabilir deneyler üretmeye muktedir değildir. Belli bir tekrarlama elde edilse bile bu, öne sürülen sonuçların bilimsel topluluğun geri kalanı tarafından kabul edilmiş olan birçok temel ilkeyle tutarlı olmadığı ele alindığmda yeterli değildir; sıra dışı iddialar sıra dışı kanıtlar gerektiir; (4) Parapsikoloji topluluğu; bu etkiler arada bir ortaya çıktıklarında, eğer çıkıyorlarsa, nasıl ve niçin çıkıyorlar sorusuna dair yaygın biçimde kabul görmüş, denenebilir bir teoni üretmemiştir. Devrimci Bir Bilim Olarak Parapsikoloji; Parapsikolojinin bu durumu, parapsikoloji topluluğundan birbirine zıt önerilerin çıkmasına yol açmıştır. Geniş bir tavır yelpazesi olmasına karşın, ben iki ana eğilimden söz edeceğim: tutucu ve devrimci. Tutucu tavır, ilk başta, genelde bilimsel topluluk ve parapsikoloji topluluğunun dünya görüşü arasındaki çelişkinin ortaya çıkışını en aza indirgemeyi içermektedir. parapsikologlar, bilimlerinden devrimci bir biçimde söz etmemeleri için zorlanırlar. Parapsikologlar tarafından incelenen nedensel etkileşimin görünürde normal ötesi olan tiplerine “anormallikler” denir; bu, bunların bir gün geleneksel nedensellik teorileniyle açıklanabileceğini ima etmektedir (bazıları; en favori “geleneksel” teori olan kuantum fiziği ile bunların çoktan izah edilebilir olduğunu önermektedirler). Hatta nedensellik teorilerinden, en azından geçici olarak, vazgeçilebileceği de ileri sürülür. Bazı parapsikologlar incelenen çeşitli fenomenlerde işe dahil olan nedensellik tipleri hakkında hiçbir hipotezi akla getirmeyen terimler kullanılmasını savunmaktadırlar; daha ziyade, bu terimlerin negatif biçimde veya fenomenistik biçimde tanımlanması gerektiğini söylemektedirler. “Psi” terimi, bütün fenomenlerle ilgili olan böyle bir terimdir (Bu terimi kullanacağım ama fenomenalist anlamda değil). İkinci bir tutucu eğilim ise, “parapsikolojiyi” saygınlaştırmak, kendiliğinden vakaları da inceleyen “psişik araştırma”dan dolayı bir laboratuvar bilimi olarak anlaşılmasını sağlamak ve parapsikolojiyi, ölümden sonra hayatın kanıtlarını ve materyalizasyonlar gibi daha da garip görünen psişik fenomenleri incelemekten çıkartmak, dolayısıyla parapsikoloji ve okült arasındaki ilişkiyi koparmaktır. ikinciye çok yakın olan üçüncü bir tutucu eğilim ise, incelenen fenomenlenin gerçekliğine öteki bilimcileri ikna etmek için yeterince tekrarlanabilir bir deney bulmaktır. Uçüncüye çok yakın olan dördüncü tutucu bir eğilim de, psi etkilerinin üretilmesinin ardındaki dinamiği anlamayı denemek için süreç-yönelimli incelemeler yapmaktır. Yelpazenin zıt ucunda devrimci tavır durmaktadır. Bu tavır; eğer parapsikologlar tarafından incelenen etkileşim tipleri gerçek ise, o zaman telepati, psikokinezi ve prekognnosyon gerçekten meydana gelmekte ve bu da modem bilimin ve felsefenin geleneksel dünya görüşünün tamamen yetersiz olduğunu göstermektedir der. Kolaylıkla tekrarlanabilen bir deneyin keşfi, para psikolojiyi sonsuza dek kurtarabilecekken, bunün yokluğu, bu alana karşı olanların yoğunluğunu izahta yetersiz kalmaktadır. Bu yoksunluk diğer alanların (yani psikoloji) bilimsel biçimde yasal olarak kabul edilmesine kesinlikle engel olmamıştır. Hayır, muhalefet; daha çok parapsikolojinin birbirine çok yakın iki özelliğinden kaynaklanıyor gibidir: temel bilimsel varsa yımları tehdit edişinden ve kökeninin okült ile ilişkisinden. Bu iki neden -temel varsayımları tehdit edişi ve okült ile ilişkisi- o kadar “birbirine yakındır: “modem bilimsel dünya görüşü”nün, parapsikolojinin kanıtları tarafından meydan okunan ilkeleri aslında tam olarak, büyük çapta, “okült” fenomenleni geçersiz saymak için benimsenmiştir. Dolayısıyla bu ilkelere meydan okumak, kaçınılmaz biçimde, modern dünya görüşü savunucularma göre, “okült”ü desteklemektir. 17. yüzyılda muzaffer biçimde ortaya çıkan doğaya ait yeni felsefenin merkezinde, mekanik bir doğa doktrini bulunmaktadır. Bu durum, aslında, çoğunlukla “yeni mekanik felsefe” olarak adlandınılır. Bu doğa görüşünün iki temel boyutu vardır; her ikisi de bütün “okült” niteliklerin ve güçlerin doğadan yok edilmesi talebinin örneklenidir. Bir boyut; bütün kendiiğindenliğin, kendi kendine hareketin veya kendi kendini tayin etmenin -özellikle de bir ideal sonuç (son nedensellik) anlamında herhangi bir kendi kendini tayin edişin- doğadan ayıklanmasıydı; bu determinizm olarak sonuçlandı. Mekanizmin ikinci anlamı da uzaktan aksiyonun olamayacağıydı: Bütün nedensel tesir, temas ile olmalıdır. Richard Westfall’ın bir yorumu, bu iki noktayı güzelce özetlemektedir Hepsi (mekanik felsefeler), küçük düşürücü bir tavırla “okült etkenler” dedikleri şeyin olasılığını doğadan dışlayan ve doğal fenomenleri, değiştirilemez fiziksel süreçlerin ürünleri olarak sunan bir düalizm biçiminde fikir birliğine vardılar... Hepsi doğal felsefenin programının, doğanın fenomenlerin in; birbirleri üstünde sadece doğrudan temas ile etkiyen madde parçacıklarının karşılıklı oyunları tarafından üretildiğini göstermekte yatt ğında hemfikirdiler. Uzaktan aksiyonu zamanında bu kadar önemli bir mesele yapan faktörlerden biri de; bazı tarihçilerin zamanın en büyük toplumsal sorunu olarak gördükleri, 16. ve 17. yüzyillardaki “cadı çılgınlığı” idi. Cadilık suçlamaları; insan zihninin diğer insanlara ve mal mülklerme doğrudan zarar verebileceği fikrini önceden önermişti. Descartes ve Mersenne’in mekanik felsefeleri, herhangi bir uzaktan aksiyonun oluşabileceğini inkar ederek, daha da belirgin biçimde, aklın uzaktaki nesneler üzerinde etki uygulayabileceğini inkar ederek (Descartes’in felsefesi, zihnin kendi bedenini nasıl olup da etkileyebildiğini anlamayı da zorlaştırdı) cadı olaylarının içinden çıktığı düşünce dünyasını yok etti ve yerine kendileri tahta çıktı. Eşit derecede önemli olan ikinci bir teolojik-toplumsal sorun da “mucizeler”in yorumunu içermekteydi. Hem Aristoculuk ve hem de mekanik felsefe ile rekabet eden birsürü Yeni-Eflatuncu, Hermetik, Kabalistik ve natüralist felsefe; 15. yy’da Italya’da başlaıyıp kuzeye doğru yayılmaya başlamıştı. Bu felsefelerin bazıları ‘büyülü” idi, uzaktan aksiyona izin veriyorlardı. Özelliklede insan zihninin uzaktan etki uygulaması ve tesir almasına izin veriyorlardı -örneğin, “sempati” yoluyla. Bu felsefeler Yeni Ahit’teki mucizelerin (ve Katolikler için, sürüp giden Hristiyan geleneğinin) tamamen doğal etkiler olduğunu, diğer geleneklerde meydana gelen sıra dışı olaylardan farklı olmadığını ve herhangi bir doğaüstü müdahaleye gereksinmediklerini ima ediyorlardı; hatta bazı savunucuları bunu açıkça iddia ettiler. Hristiyanhğın savunucuları bu felsefeleri büyük bir tehdit olarak gördüler çünki Hristiyanlığın tek gerçek din olarak kurulmasına dair Tanrı’nın işaretleri olan mucizelerin cazibesi; Hristiyan ilahiyatımn merkezi öğesidir. Dahası birçok kişi, Hristiyan Kilisesi ve devlet arasındaki yakın ilişki ele alındığında, bütün toplumsal dokunun dengesinin bu noktaya dayandığına inanmaktadır Mekanik felsefe birçok kişi tarafından, mucizelerin natüralist yorumlanmasına karşı bu geleneksel Hristiyan tutumun en iyi savunması olarak görüldü. Orneğin, Fransa’daki bilimsel, felsefi ve teolojik gruplarda mekanik felsefenin kurulmasında -Descartes ile, birçok açıdan Descartes’tan daha da önemli- merkezi bir figür olan Rahip Marin Mersenne mekanik felsefeyi bu sebeple savunmuştur. Uzaktan herhangi bir tesirin doğallıkla oluşamayacağını gösterdiğinden, Yeni Ahit’te ve sonraki Hristiyan tarihinde oluşan mucizeler gerçekten mucizeydiler -yani, Tanrı’nın doğa ötesi müdahalesini gerektiriyorlardı. (Oteki geleneklerde meydana gelen benzer ölayların, Şeytan tarafından üretildiği söylendi. Şeytan’ın güçlerinin tamamen doğa ötesi olduğu söylenmemesine karşın, bu güçler, mucizeyi etkileri taklit eden güçleri içermekteydi.) Doğanın mekanik doktrinini tercih etmenin bazı teolojik-sosyolojik nedenleri ise bu doktrinin diğer anlamını içermektedir -maddenin kendi kendine hareket kapasitesinin inkarı. Bunlardan biri ölümden sonra hayata inanma ile ilgiliydi. Ancak, yukarıda sözü edilen Rönesans felsefelerinden bazıları maddeye, kendi kendine hareket eden ve belki de kendi kendini organize eden olarak bakmaktaydı. Maddenin kendi kendine hareket ettiği fikri taraftarlarının bazıları açıkça, beden öldüğünde ruhun da öldüğünü söyleyen “mortalizm”i öne sürdüler. Bunu, bedenin kendi kendine hareket eden şeylerden bileşik olduğu ama yine de ölümle çürüdüğü, buna göre, ruhun kaderinin bundan farklı olacağını söylemek için bir neden olmadığını temel alarak savundular. Bu aykırı görüş; kilisenin otoritesini ve dolayısıyla toplumsal düzeni savunanların gözünde de son derece tehdit ediciydi. Çoğu insan, , kilisenin otoritesinin aslen “krallığın anahtarına” sahip olmada, yani öldüklerinde insanların cennete veya cehenneme gideceklerini tayin etme gücünde yattığında hemfikirdi. Eğer ölümden• sonraki hayata duyulan inanç ufalanıp giderse, kilisenin otoritesi de giderdi. Modern dünya görüşü, uzaktan aksiyon ve parapsikolojinın tartışmalı ve dolayısıyla potansiyel devrimsel yapısı arasındaki iişkidir. Eğer parapsikolojinin görünüşte psi ilişkilerini incelediğini söylüyorsak, o zaman “psi ilişkileri”, onları diğer fenomenlerden tefrik edebilmek için tam olarak tanımlanmalıdır; uzaktan aksiyon özelliği ise merkezi olmalıdır. Parapsikologlar tarafından olay türlerinin en belirgin özelliğiııin bu olması, kullanılan birçok terim tarafından ima edilmektedir: telepati, telekinezi teleportasyon, uzaktan izleme, retrokognisyon ve prekognisyon. (Bazen uzaklık zamansaldır, bazen mekansal ve bazen her ikisi de) Uzaktan tesir fikri, dahası, parapsikologlar veya psişik araştırmacılar için uygun olduğu düşünülen diğer fenomenlerde en azından savunulabilir biçimde barizdir. James Wheatley gibi birçok filozof, “psi olgularının ne olduğuyla ilgili sezgisel fikrimizi” “pozitif bir tanımlamayla” ifade edebileceğimiz ümidini dile getirmişlerdir. Psi’nin yapısının bu pozitif tanımlaması; uzaktan tesir fikrini de içermelidir. Psi’nin bu biçimde pozitif tanımlanmasına, birçok parapsikolog direnmektedir. Bu direncin en önemli nedenlerinden birisi şudur: Eğer psi bu şekilde tanımlanırsa ve parapsikoloji, psi olaylarının bir incelemesi olarak tanımlanırsa, o zaman eleştirmenlerin parapsikolojinin konusu şüpheli olduğu için, geçerli bir bilim olamayacağı iddia etmeleri kolaylaşacaktır. Ancak bu sorunu çözmenin uygun yolu, psi’yi negatif veya fenomenik biçimde tanımlamak değil, sadece parapsikolojiyi, John Palmer’in önerdiği gibi, bariz psi olaylarının incelemesi olarak tanımlamaktır (Palmer “bariz psişik olaylar” demiştir ama ben psi’yi tercih ediyorum).’ 0 zaman parapsikolojinin açıkça bir konusu olacaktır. Dahası Palmer’ın önerisi PSİ nin gerçekten oluş tuğuna inananların ve inanmayanların da kabul edebileceği bir tanım sağlar ve dolayısıyla bir parapsikoloğun mutlaka psi’ye “inanan biri” olduğu önermesini ortıtdan kaldırır. 0 zaman parapsikoloji, bariz psi olaylarının, yani ayrı ayrı kesinleştirilmelerine rağmen bir tür uzaktan nedensel tesir içeriyor gibi görünen olayların bilimsel incelemesidir. Parapsikolojinin kaçınılmaz biçimde potansiyeli olan devrimci bir bilim olduğu yönündeki iddiam; analizimi, Brian ve Lynne Mackenzie’ninkine yaklaştırmaktadır. Onlar, parapsikoloji tarafından incelenen “normal ötesi” olayların, “dünyanın bilimsel kavramlarıyla çelişki içinde olan belirgin bir olaylar sınıfı” anlamında sırf “anormal” olmadığın haklı olarak söylemişlerdir. Daha ziyade “bunlar, bilimsel kavramın vücut buluşuyla normal ötesi ölarak saptanmışlardır ve bundan ayrı tanımlanabilir değillerdir... ‘Normal, ötesi’, doğadan tamamen dışlananlar olarak saptanmıştır.” Buna göre, şöyle derler: Para psikolojinin modern bilimle uyuşmayışı ne kazaradır ve ne de son yıllarda meydana gelmiştir ama modern bilimin varsayımcı temeli üstüne kurulmuştur. Para psikolojinin hedeflerinin ve iddialarının bu varsayımcı temel ile ‘son derece güçlü bir biçimde çatışmasından dolayıdır ki bu alan bu kadar çok saldırı çeker. Aynı neden sebebiyle, eğer kabul edilirse, para psikoloji; Rhine ve diğer para psikologların sık sık ısrar ettikleri gibi, devrimsel belirtilere sahip olacaktır. Mackenzie’lerin parapsikolojiyi bariz doğa ötesi olayların değil, ama sadece doğa ötesi ilişkilerin incelemesi olarak tanımlamasi bir yana, analizleri doğru görünmektedir. Dahası, bu gerilimin yapısını tanımlayışlan da isabetlidir. Bu konuyu, George Price’ın, fikrini değiştirmeden önce söylediği ünlü sözlerini alıntılayarak sunarlar: “Bilimin özü, mekanizmadır. Majinin özü ise animizmadır.” Modern dünya görüşüne göre, başka bir deyişle, “bilimsel” açıklamalar mekanik açıklamalardır halbuki parapsikoloji, mekanik açıklamaların olası görünmediği fenomenleri işaret etmektedir. Ancak bu noktanın ötesinde, Mackenzie’lerin analizi revizyona ihtiyaç duymaktadır. Modern bilimin 17. yy’da kuruluşunu anlatışlarında Mackenzie’ler “matematiğin somutlaştırılması” ve bunun sonucunda ortaya çıkan birincil ve ikincil nitefikler şemasında odaklanırlar; buna göre, sadece matematiksel terimlerle tarif edilebilen fiziksel varlıkların doğada nedensel etkinliği olduğu söylenir. Bu hareket net biçimde merkezidir ve bu doğa görüşünün, zihin ve doğa arasında bir ikiliği ima’ ettiğini haklı olarak g6sterirler. Zihin; dünyanın matematiksel olarak tarif edilemeyen bütün özelliklerinin yığıldığı yer haline geldi. “Zihinsel ve diğer matematiksel olmayan fiziksel varlıklar ve kuvvetler, bilimsel şemada tolere edilebilirler... ancak sadece doğanın düzenli gidişine müdahale edemeyecekleri yerde, yani bireysel organizmaların fiziksel olmayan zihinleri içindelerse.” Bunların hepsi, en azından bir eğilim olarak, doğru olsa da, Mackenzie’ler “mekanik” dünya görüşünün bu özelliğini, “doğa ötesi” fenomenler tarafından ihlal edilen asil özellik olarak ele almakta yanılmışlardır. Mackenzie’ler için ‘parapsikolojik gelenek” diye geniş biçimde adlandırdıkları şeye ait olan bütün hareketlerin özelliklerini tanımlamak; “bunların hepsi, dünyadaki bir tür indirgenemeyen ve matematiksel olmayan fiziksel öğelerin varlığını ve nedensel etkililiğini az ya da çok açıkça gösterme çabalarını içerirler” demektir. Parapsikoloji “fiziksel sistemlere değil ama kişilere açık bir tür indirgenemeyen etkilik...~’ üstünde ısrarlıdır. Eğer hepsi bundan ibaretse, o zaman, baş mekanikçi Descartes, zihnin beyni etkilediğini, bunun da insanın bedeninin ötesindeki dünyadaki etkileri ürettiğine inandığından, “parapsikolojik geleneğe” dahil olmalıydı. Elimizle bir kaşığı hareket ettirmeye karar verme ve sonra bunu yapma deneyimimiz; birisinin sadece düşünerek bir kaşığı bükmesine tanık olduğumuzda yaşadığımız kadar hayranlık duygusunu yaratırdı. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
vhercle Yanıtlama zamanı: Eylül 10, 2006 Paylaş Yanıtlama zamanı: Eylül 10, 2006 parapsikoloji nedir? Parapsikoloji, klinik bulgularla ölçümlenebilen psişik fenomenlerin dışında kalan alan üzerinde araştırma yapan bir bilim dalıdır. Günümüz Parapsikolojisi, modern psikoloji ve modern tıbbın verileriyle, doğu bilgeliğinin verileri arasinda köprü olusturan bağımsız bir bilim dalıdır. Bizler, dünya beşeri olarak; genellikle fizik yapımız üzerinde durmuş, ruhsal yanımızı tamamen gözardı etmişizdir. Oysa, biyolojik yapıda ortaya çıkan her türlü aksak1ık, bugüne kadar gözardı ettiğimiz ruhsal yapıdan gelmektedir. İnsan, Ruh ve Madde ikilisinden olusmus bir yapıdır. O halde bireyi incelerken, ruhsal yanını da dikkate almak zorundayız. Yüzyıllar boyu gelişen bilim, sadece madde dünyasının uygulamalarını, etkilerini ve özelliklerini incelemekle yetinip, bireyin içsel yapısından sürekli kaçtı. Fakat son 50 yılda bilimin kısırlığı anlaşıldı ve içe dönülmeye başlandı. İste bu yeni anlayışla yapılan araştırmalar ve deneyler, evrende fizik, kimya ve biyolojinin ortaya koydugundan baska ilke ve yasaların varlığını da göstermistir. Bizler, dışımızdan gelen bilgilerin algılanmasında, yalnızca bes duyumuzun araç olduğu fikrine kendimizi alıştırmışızdır. Eger bu anlayışı günlük, basit yaşam içerisinde degerlendirirsek doğrudur. Fakat, bazı koşullarda bu yeterli olmamaktadır. Yani, bazı algılarımızı baska duyumuzla da yaptığımiz oluyor. İste, son yıllarda kuşkulandığımız bu duyumuzun varlığını, bilim kanıtlamış bulunuyor. Bu, 'altıncı duyu' dediğimiz olgudur. Dış dünyayı algılarken; bilerek ya da bilmeyerek, zaman zaman beş duyumuzdan farklı bir duyumuzu da kullanıyoruz. Hatta bazı nadir kişiler bu duyusunu o derece kontrol a1tında bulundurabiliyor ki, onu istediği zaman istediği amaçlarla kullanabiliyor. İste, herhangi bir organla çalışmayan, bilinen duyulardan farklı ve insanın dış dünyayı algılama yeteneğine kısaca, Duyular Dışı İdrak (DDİ) ya da Duyular Dışı Algılama (DDA) diyoruz. Ancak halk arasında bunların tümüne, "altıncı duyu" demek, adet olmustur. Bugün bu olguyu, "parapsikoloji" adı altında incelemekteyiz. “parapsikoloji” sözcügü, (para: yanında, ötesinde,psychische: ruh anlamına gelmektedir) Oesterreich tarafindan ortaya konmustur. Ancak, bazı bilgilere göre de, Dr.Rhine'nin hem D.D.I terimini, hem de "parapsikoloji" deyimi ortaya koyduğu söylenmektedir. Prof.Rhine, 1930'larda başlamak üzere; A.B.D.'de Duke Üniversitesi'nde parapsikoloji okutmuştur. Parapsikoloji, klasik Psikolojinin sınırlarıötesinde fenomenleri inceleyen bir araştırma dalıdır. California'daki J.F.Kennedy Üniversitesi'nin parapsikoloji bölümünün tanımına göre: Parapsikoloji, tüm canlılar ve bunların çevresi arasındaki belirli etkilerin, bilimsel olarak incelenmesidir. Bu alanda yapılan çalışmalarda hemen herkeste 6-7 ve daha fazla duyuların varlığıni ortaya koymuştur. Fakat bunların varlığından pek az kimsenin haberi vardır. D.D.İ' nin doğasında hem kendiliğindenlik, hem de beklenmediklik vardır. Farkında olsak da olmasak da, doğustan getirdiğimiz bu yetenek, hayvanlarda da bizde de vardır. Bunlardan: - Telepati - Durugörü - Duruişiti - Ipnoz - Psikometri - Psikokinezi / Telekinezi - Derma Optik Algılama - Radyestezi - Beşeri Aura - Medyumluk - Ruhsal Şifa - Obsesyon - Beşeri Aura - Neştersiz ameliyatlar - Ekminezi - Nazar - Poltergeist (eşyaların hareketleri / tekinsizlik) gibi bazılarını, bundan sonraki yazılarımızda sizlere sunmaya çalışacağız. Şurası muhakkak ki, günümüzün maddeci bilimi, parapsikolojiye fizik ötesini de bilimsel bir açıklama getirememektedir. Bakış açısı, olaylara yaklaışm anlayışı değismediği sürece de, bunu başarabileceğini pek sanmıyoruz. Elimizdeki bilgilerle açıklayamadıklarımızı inkar etmek ya da dudak büküp geçmek, gerçekte bilimselliğe de ters düşen bir tutum olmaktadır. Ancak gerçek anlamda özgür düsünceli, bilginin sonsuzluğuna inanan kimselerin yapması gereken; geçmişe dönerek, o zamanın olaylarını, o zaman olağan dışı kabul edilen olayları inceleyerek bir fikre varmaktır. T.Edison elektrik ampulünü bulduğunda bütün uzmanlar kendisiyle alay etmişlerdi. Prof. A.Bickerton, aya gitmeyi sersemce bir fikir olarak niteliyordu. Clarke bile, 1947 yılında; dünya insanın Ay' a ayak basması için en erken tarihi, 1978 olarak vermişti. Ünlü fizikçi Lord Rutterfor, atom enerjisinden yararlanabileceğimizi söyleyen kişilerle alay etmişti. Galile, Dünya'nın Güneş çevresinde döndügünü söylemesi üzerine, engizisyon mahkemesinde yargılanmıştı. Su sözlere de bakalım: - Radyonun geleceği yok. (Lord Kevin - İskoçyalı fizik bilgini) - Artık yeni hiçbir sey yok. İcat edilebilecek hersey icat edildi. (C.H.Duell Amerikan patent dairesi başkanı) - Atlar her zaman kullanılacaktır, otomobil ise ancak geçici bir moda olabilir. (Henry Ford'un kredi talebi üzerine otomotiv sektörünün geleceği üzerine ekspertiz veren bir banka müdürü) - Uçaklar hos oyuncaklar, ama askeri değerleri yok. (Maresal F.Foch, 1.Dünya savaşında Fransız Orduları Başkomutanı) Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür. Beşerin yapısında, her nedense, yeniliklere karşı bir tepki, bir tedirginlik vardır. Tüm bunlara karşın, İngiltere'de ilk Ruhsal (Psisik) Araştırma Derneği kuruldu. Daha sonra Fransa, Amerika ve dünyanın çeşitli yerlerinde bu tür derneklerin kuruldugunu görmekteyiz. Bugün Rusya'da pek çok üniversitede Parapsikoloji bölümleri bulunmakta olup, bu konuda A.B.D.'nin daha ileride olduğu belirtilmektedir. Halen, Dünya'nin pek çok ülkesinde D.D.İ. ile ilgili araştırmalarını sürdüren ve lisansüstü eğitim sunan pek çok üniversitenin, Parapsikoloji bölümü kürsüsü bulunmaktadır. Bu bilim yuvalarında, bilimin ortaya çıkardığı en duyarlı cihazlarla, D.D.A. deneyleri, ölçümleri yapılmakta ve bunların hangi yasalara göre ortaya çıktığı araştırılmaktadır. Bu çalışmalara parapsikoloji içinde "psikotronik" çalışmalar da denilmektedir. Bu çalışmalar entellektüel bir merak konusu değil, kendi yapımızı bilmeye, tanımaya yönelik çalışmalardır. Jacques Bergier'in "Gizli Parapsikoloji Savaşi" adlı eserinde, parapsikolojinin uluslararası değerinin ve geleceğinin ne kadar parlak olacağını, gerçek ile gerçeğin arkasındaki olayların önemini kesin çizgilerle vurguladığını görüyoruz. O halde, ön yargılarımızı bir yana bırakıp, konuyu ciddiyetle araştırmalıyız. Ünlü bilimci Einstein; "Evrenin yaratıcısına olan inanç, bilimsel araştirmaların en asil, en itici gücüdür." demiştir. Beşeriyet tarihinin en uzak çağlarından bu yana, bireyde bugün "olağandışı" olarak kabul etmek durumuna düstügümüz bir takım yeteneklerin var olduğunu gösteren kanıtlar mevcuttur. Büyük bir potansiyel olusturan bu yeteneklerin, bu güçlerin harekete geçirilmesi, tüm düsünce yapımızda bir devrim gerektirecektir. Fakat sonunda da, insan varlığına yepyeni ufuklar açilabilecektir. Bilim adamlarının günümüzde olağanüstü diye nitelendirdikleri söz konusu yeteneklere gösterdikleri büyük ilgi, bunun kanıtıdır (Akupunktur, Bioenerji, şifacılık v.b. gibi). Olağandışı olayların bilimsel araştırması, A.B.D. 'li bilimci Joseph B.Rhine'la başladı denilebilir. 1920'li yıllarda konuya merak saran Rhine, ömrünün büyük bölümünü, yetenekli kişiler üzerinde yaptığı araştırmalara verdi. Böylelikle, yeni bir bilim dalı olan Parapsikoloji kurulmus oldu. A.B.D. Bilimler Akademisini Parapsikoloji'yi tanımasıyla, bu yeni bilim dalı hak ettiği yeri almış oldu. Bu şekilde, Rhine'i eleştiren bilim adamları da, daha sonra yanılmış oldukları açıkladılar. New York'lu bir bilim adamı olan Hans Halzer, "Bilim sadece, taninmis, güvenilir araçlarla bilginin toplanmasıdır." diyor. Bununla beraber, araçlar zamanla değişebilir. Geçmişin güvenilir aracı, zamanımızda güvenirliğini yitirmiş olabilir. Ya da gelecekte güvenirliği yitirebilecek olabilir. Bunun tersine, geçmişte kullanılmayan araç ve yöntemler bugün kullanılabilir. Yani, bilimi; yerinden oynamaz, şekli değişmez bir duvar gibi kabul ederek, bu duvara yaslanıp rahatlığı aramak, gerçeğe ters düser. Her sey bir değişim halinde oldugu gibi, bilim de bir değişim halindedir. Bu konuda Batı ve Doğu'nun bakış açılarını dile getirmek gerekirse; Batı dış dünyayı, Doğu ise insanın iç dünyasi incelemiştir. Kısaca, Batı analizci, Doğu sentezci olmuştur. Batı, olayları ufak parçalara ayırarak incelemeyi ilke edinmiştir. Örneğin: İnsan bedeninde belli bir miktar su, hidrojen, oksije karbon ve başka elementler bulunduğunu saptamıştır. Bu ilginç görünebilir ancak bu maddeleri bir araya yığmakla insan elde edilemez. Önemli olan, bu maddeler arasındaki ilişki, bağlantı ve örgütlenmedir. Önemli olan, bu parçalardan çok, bunların nasıl olup da bu bütünlügü oluşturduğudur. İste Doğu bunu incelemiş, yani bütünleşmeyi ele almıştır. Özetle söyle söylenebilir: Parapsikoloji alanına giren tüm olayların psikolojik değil, psişik olduğu bir gerçektir. Yani bunlar, beden dışı, ruhsal bir güce, yeteneğe dayanmaktadır. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Dolunay Yanıtlama zamanı: Ocak 11, 2007 Paylaş Yanıtlama zamanı: Ocak 11, 2007 META-TERAPİ:Ruhsal sorunlarınıza klasik psikoloji yöntemlerinden farklı olarak geliştirdiğimiz Meta-terapi yöntemiyle çözüm sunuyoruz.Meta-terapi de esas olan ruh yapısının işlevsel foksiyonudur.Psikoloji davranış bilimi olarak,ruhsal hastalara psiko-terapi ve anti-depresan ilaçlarla çözüm sunmaktadır.Meta-terapi ise ruhsal sorunlara ilaçlı tedavi yönteminden ziyade,yaklaşımcı ve olgucu yaklaşımlarla analitik bakış açısı oluşturmaktadır.Psikoloji bilimi asla ruh bilimi değildir.Ruh bilimi daha geniş daha kapsamlı özellikleriyle kendini spirütüalist açılımlarla geliştirmiştir.Bazı ruh hastalıkları davranışa yansısa da,asıl itibariyle ruhun bedenden bağımsız olarak gösterdiği tepki mahiyetidir.Ruh tepkimesinin karekterstik özellikleri aşırı artığında davranışta kendini deşifre eder.Bazı ruh hastalıkları davranışa yansımadığından,ruhun yaydığı doğal enerji ölçümleriyle gerekli çözümler Meta-terapide yer almaktadır. Diye bişey gördüm internette.Neymiş bu meta terapi?Ayrıntılı bilen varsa söylesin..... Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
buskas Yanıtlama zamanı: Ocak 11, 2007 Paylaş Yanıtlama zamanı: Ocak 11, 2007 Bilim'in metafizik fenomenleri kabul etmesi için kurduğu bir altyapı , bunca zaman rededikten sonra bir anda kabul edilemiyor tabiki önceden sözde bir araştırma yapılacak sonrada aaa bulduk gerçekmiş denilecek. Bu yaptığınada bilimsel duruş denicek. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Önerilen Mesajlar
Sohbete katıl
Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.