MALCOLMX Oluşturma zamanı: Şubat 17, 2013 Paylaş Oluşturma zamanı: Şubat 17, 2013 Transhümanizme Giriş – 1 Okuyacaklarınız Transhümanizme Giriş adı altında topladığımız bir yazı dizisinin ilk kısmıdır. Gözlerimizin önünde hızla büyüyen bir sistemi nasıl olur da şimdiye kadar göremedik, duyamadık deyişimizin kelimelerle ifadesidir belki tüm yazdıklarımız. Bu kadar aşikâr, ama bir o kadar da örtülü bu sistemin terminolojini ve neleri amaçladığını anlamak ve sizlere aktarabilmek ana hedefimiz olacaktır. Transhümanizme Giriş Transhümanizmin ne olduğunu ele almadan önce hümanizmin ne olduğunu ya da ne olmadığını hatırlayalım: Hümanizm, insana dair konulara dinlerin ya da inanışların ve bunlarla ilişkili kavramların ışık tutmasını istemeyen, bunu yaparken herhangi dini karşısına almayan, kavgaya tutuşmayan bir akımdır. Kaynaklar onun için doğaüstü güçlerin varlığıyla ilgilenmeyen etik tabanlı bir görüştür der. Türkçemize insancılık olarak tercüme edilmiştir, otorite karşısında insanı özgürleştirme olarak da tanımlanır. Daha iyi bir dünya hedeflediği iddia edilen hümanizm, agnostisizme (bilinemezcilik) hatta ateizme (tanrıtanımazlık) daha yakın duran bir görüştür aslında. Oysa birçok insan hümanist kelimesini sadece insancıl, diğergâm, insanları sevme ülküsü olan anlamında tanımlamakta ya da algılamaktadır. Bir açıdan bakıldığında, transhümanizm, hümanizmin bir sonraki adımı olarak görülebilir, ancak konuya farklı disiplinleri birlikte değerlendirerek bakmak gerekmektedir. Transhümanizm, bilim ve teknolojinin tüm imkânlarının transhuman kelimesi ile tanımlanan dönüşmüş bir insan için seferber edildiği bir sistemdir. Transhuman, yani bu dönüşmüş insan posthuman adı verilen daha sonraki bir evre için geçiş mahiyetindedir. Posthuman ise bize göre daha güçlü ve sağlıklı, yaşlanma etkileri azaltılmış (hatta ortadan kaldırılmış), fiziksel-zihinsel-duygusal kapasiteleri çok üst düzeye çıkartılmış bir öte-insandır. Bu noktada belki Nietzsche’nin Übermensch kavramını hatırlamakta yarar var. Übermensch Almanca’dan dilimize üst-insan, insanüstü, süperinsan, öte-insan ya da insanötesi olarak tercüme edilebilir. Biz yazımızda Übermensch yerine üst-insan terimini kullanacağız. Nietzsche üst-insanı şu şekilde tanımlıyor: “İnsan, hayvan ile üst-insan arasına bağlanmış bir halattır, öyle bir halat ki, bu halat bir uçurumun üzerinde yer alıyor. ” (“Der Mensch ist ein Seil, geknüpft zwischen Tier und Übermensch, – ein Seil über einem Abgrunde.”). Başka bir tanımlamasında “Maymuna oranla insan neyse, insana oranla üst-insan da odur” der Nietzsche. Yine bir başka yerde Nietzsche “İnsanlık içinde, ortalama insandan başka, daha yüksek ve daha güçlü bir insan türünün gerçekleşmesi gerekir.” demiştir. Öte yandan 1871 yılında Fransız oryantalist ve dinbilimci Ernest Renan’ın “Nasıl insanlık hayvanlıktan ortaya çıktıysa, ilahlık da insanlıktan ortaya çıkacaktır” fikri dikkat çekmektedir. Bu fikir günümüz transhümanistlerinin “bizler tanrılar olacağız” deyişi ile büyük benzerlik göstermektedir. Bu öte-insandan (posthuman), uzayda koloniler kurması, süper zeki makinelere dönüşmesi, fiziksel varlığından sıyrılarak sanal gerçeklikte yeni bir hayata yelken açması gibi özellikler beklenmektedir. İnsanoğlunun bu dönüşümü sürecinde kullanılan bilim ve teknolojinin imkânları NBIC (Nano, Bio, Info, Cogno), yani nanoteknoloji, biyoloji, iletişim ve cognitive (bilişsel) başlıkları altında ele alınmaktadır. Transhümanizm disiplinler arası (interdisciplinary) bir sistemdir, zira filozoflar, fütüristler (gelecekçiler), hippiler, bilim adamları, hukukçular, sosyologlar, tıp doktorları, mühendisler, sanatçılar, edebiyatçılar, psiko-farmakologlar, genetikçiler, teknoloji merkezleri, şirketler, bürokratlar transhümanizmin başarısı için faaliyet göstermektedirler. Sadece birkaç on yıldır kendini göstermeye başlayan bu sistemin başarısı için kimileri yüzyıllardır hazırlık yapıyordu. Bu yazıda bu sistemi daha yakından tanımaya çalışırken sürekli geçmişe dönmek durumunda kalacağız. FM-2030 “Geleneksel isimler bir kişinin soyunu, etnik kimliğini, milletini ve dinini tanımlar. Ben ne on yıl önceki ne de yirmi yıl sonraki kişiyim. FM-2030 ismi 2030’lu yılların ne denli büyülü zamanlar olacağına dair inancımı yansıtıyor. 2030’da yaşsız olacağız ve herkesin sonsuza kadar yaşayabilecek mükemmel bir şansı olacak. 2030 bir düş ve bir amaç…” - FM-2030 Bu ifade 2030 yılında sonsuz hayatı yakalayacağına inanarak ismini FM- 2030 olarak değiştiren Feridun M. Esfandiary’e ait. http://www.her-an.org/wp-content/uploads/2012/11/FM2030.jpg FM-2030 (1930 – 2000) Esfandiary Ekim 1930’da İran’lı bir diplomatin çocuğu olarak Brüksel’de dünyaya gelir, babasının vazifesi dolayısıyla çocukluğu birçok ülkede geçer, öyle ki 11 yaşına gelene kadar 17 ülkede yaşama fırsatı bulur ve bu fırsatı bir ailenin çocuklarına verebileceği en güzel hediye olarak tanımlar. İkinci Dünya Savaşı’ndan hemen sonra 1948 Londra olimpiyatlarında Iran milli basketbol takımında yer alır. 70’li yıllarda tüp bebek, tele-konferans, tele-alışveriş, tele-tıp gibi kavramlardan söz eder. 1989 yılında CNN’de Larry King ile söyleşisinde uzayda kolonileşmeden ve ölümsüzlükten bahseder. Larry King programında Esfendiary’nin yeni çıkan “Are you a transhuman?” başlıklı kitabını da izleyici ile tanıştırır. Kitabında “Sen bir transhuman mısın?” diye soran Esfandiary, The New School’da verdiği dersler esnasında transhuman kelimesini “yeni evrimleşen varlıkların ilk tezahürü” olarak tanımlar. http://www.her-an.org/wp-content/uploads/2012/11/areyoutranshuman-197x300.jpg “Are You Transhuman?” Kitabı Transhuman kelimesini Türkçemize geçiş insanı olarak çevirebiliriz. “Sen bir geçiş insanı mısın?” sual-cevap biçiminde 25 test içeren okuyucu ile etkileşen bir kitap. İlk test “kelime hazineniz ne kadar güncel” üzerine kurulu. Bilim ve teknolojinin kelimelere yüklediğimiz anlamları nasıl değiştirdiğini, ya da zihnimizdeki kavramları ne tür yeni kelimelerle ifade ettiğimizi ele alıyor. Değişimin kelimelere yüklenen anlamlar, yeni üretilen kelimeler ya da evrilen kelimeler ile başladığını vurgularcasına… İkinci test telefon bankacılığı, elektronik bankacılık gibi araçları ne kadar kullandığınızı sorguluyor. Seksenlerin sonunda günümüzün elektronik ticaretini görür gibi FM-2030. Okulun bir sonraki safhası tele-eğitim, hastanenin bir sonraki safhası tele-tıp diyor… Daha da ileri bir görüş sergileyerek her insan üzerinde ve içinde alıcılar vericiler içererek sisteme bağlanmış olacak diyor. Testler devam ediyor ve son test “Sen bir geçiş insanı mısın?” başlığı ile veriliyor. Esfandiary, dünyaya Feridun ismi ile gözlerini açar ancak 2000 yılının Temmuz ayında pankreas kanseri sebebiyle FM-2030 olarak tekrar gözlerini yumar. Hayal ettiği 2030’a ulaşamasa da bedeni Arizona’da ALCOR merkezinde ileride “yeniden canlandırılmak” üzere muhafazaya alınır. Oğuz Aksakal Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
MALCOLMX Yanıtlama zamanı: Şubat 17, 2013 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Şubat 17, 2013 [h=1]Transhümanizme Giriş – 2[/h] Yazımızın ilk bölümünde “transhümanizm, bilim ve teknolojinin tüm imkânlarının transhuman kelimesi ile tanımlanan dönüşmüş bir insan için seferber edildiği bir sistemdir” demiştik. Bu dönüşümün bir safhasında robotik konusunun önemli bir rol oynayacağı önermesini yapalım ve yazımızın bu bölümünde önermemizin doğru olup olmadığını tespit etmeye çalışalım: Robotlar sanayide, arama-kurtarma operasyonlarında, madenlerde, bomba imhası gibi insanların yaralanma veya hayatlarını kaybetme risklerinin olduğu sahalarda kullanılan elektromekanik düzeneklerdir. Günümüz robotlarının tümüyle otonom hareket ettiğini, verilen görevi insan müdahalesi olmaksızın yerine getirdiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Yukarıda bahsi geçen alanlarda kullanılan robotlar ya bir platform üzerinde sabitlenmiş ya da palet veya tekerlek mekanizmaları ile bütünleştirilerek yürür hale getirilmiştir. Bu türden bir robotun insan gibi iki ayaklı olmasını gerektirecek hiçbir sebep yoktur. Ancak yapılan çalışmalar robotları dış görünüş olarak git gide bize benzetirken, biz de duygusal anlamda git gide robotlaşmaktayız, bu yakınsama sonunda kaçınılmaz olarak insan makine bütünleşmesi önümüze bir reçete olarak konacaktır. Transhümanizm bunun altyapısını her alanda planlı ve programlı bir biçimde hazırlamaya devam etmektedir. http://www.her-an.org/wp-content/uploads/2012/12/robot-sanayi.jpg Robotların sanayide kullanımına dair bir örnek Tasavvufta râbıta olarak bilinen ve bağ anlamına gelen bir kavram vardır. Sevilene karşı muhabbeti sürekli kılabilmektir râbıta, muhabbetin sürekliliği ise alâkaya ve yakınlığa dönüşür. Yine muhabbetin yoğunluğu ile ilintili olarak zamanla sevilenin özellikleri sevende belirir öyle ki sevilen ne kadar çok hatırlanır, yâd edilirse muhabbet o denli artar. Sevilenin hâliyle hâllenme de diyebiliriz bu sürece. Râbıtaların kaynağı el-Vedud olan Allah’tır (C.C.). Velhasıl, el-Vedud sıfatı kâinatta tecelli etmeseydi robottan bir farkımız kalmazdı. Râbıta ve Robot ses olarak birbirine ne kadar yakın ama anlam olarak ne kadar da uzak iki kelime öyle değil mi? Robot kelimesini ilk olarak Karel Čapek 1920 yılında kaleme aldığı R.U.R. (Rossum’s Universal Robots) adlı oyununda kullanmıştır. Bu oyun 1927 yılında Halit Fahri Ozansoy tarafından Âlemşümul Suni Adamlar Fabrikası olarak dilimize de çevrilmiştir. Robot kelimesi Çek dilinde çalışmak anlamına gelen robota’dan gelmektedir. Čapek oyununda okyanusun ortasındaki bir adada ucuz işgücü amacıyla robot üreten bir fabrika merkezinde gerçekleşen olayları anlatır. Robotlara bir ruh verme arzusunu oyunla ilgili anahtar kelimelerden biri olarak kabul edebiliriz. Robotiğin öncüleri olarak Bağdatlı Beni Musa Kardeşleri gösterebiliriz. Dokuzuncu yüzyılın ortalarında kaleme aldıkları Kitab el-Hiyal (Book of Ingenious Devices) adlı eserlerinde otomatik kontrolün ve mekaniğin öncü çalışmalarına rastlanır. Robotik alanındaki en esaslı çalışmalar ise El Cezeri’ye aittir. (Uzun künyesi: Bediuzzaman Ebu’l-İzz İbn İsmail İbnü’r-Rezzaz) Cizreli bu bilim adamınızın 1206 yılında bir anlamda ilk programlanabilir otomatı yaptığı bilinmektedir. 13. yüzyıl başında ilk robotun Anadolu’da El-Cezeri tarafından yapıldığını bilmek insanı heyecanlandırmaktadır. Elbette robotiğin temelini teşkil etmesi açısından Ctesibius, Philo ve en önemlisi Heron gibi bilim adamlarının milattan yaklaşık 250 yıl önce başlayıp milattan sonraki ilk yüzyıla kadar süren bir zaman dilimi içinde attıkları adımları da unutmamak gerekmektedir. Hz. Mûsâ (aleyhisselâm) devrinde yaşanan Altın Buzağı hadisesini hatırlayacak olursak, robotiğin temellerinin çok daha gerilerde aranması gerektiğini anlarız. El Cezeri’den sonra göze çarpan ilk robotik uygulaması 1495 yılında Leonardo da Vinci’nin Mekanik Şövalyesidir. Çoğu kez gözden kaçan bir hadisedir ki, Leonardo da Vinci devrin Osmanlı Padişah’ı II. Beyazıd’a Istanbul’daki eserlerin projelerini yapmayı teklif eder. II. Beyazıd Han bu teklifi geri çevirir, zira kendi milli ve dini mimarimizin şekillenmesini istemektedir. İşte bu uzun ufuklu görüş ilerleyen yıllarda Mimar Sinan’ı ve muhteşem eserlerini doğuracaktır. Osmanlı Sultan’ı II. Abdülhamid Han tarafından (1888 – 1889 yılları arasında) yaptırılan ALAMET isimli robotun günümüz robotiğine en yakın, ilk ve öncü tasarım olduğu yapılan son araştırmalar neticesinde artık bilinmektedir. Unutulan bu tasarımı tarihin tozlu raflarından indirip milletimiz adına bir iftihar vesilesi olarak sunanlara teşekkürlerimizi arz ederiz. Robotlar kendilerini 1928 yılında W. H. Richards’ın çalışması ERIC ve 1939 yılında Westinghouse firmasının geliştirdiği ELEKTRO ile yeniden gösterirler. 1940’lardan sonra robotik konusundaki çalışmalar, yoğunluğu nedeniyle, burada kapsam dışı bırakılmıştır. Sinema dünyasında ise robotik konusunu içeren ilk yapım –bildiğimiz kadarıyla– 1926 yılında gösterime girmiş olan Metropolis filmidir. http://www.her-an.org/wp-content/uploads/2012/12/metropolis.jpg Robotiğin sinema dünyasındaki ilk örneği 1926 yapımı Metropolis 1926 yılından (Metropolis’ten) bu güne kadar çevrilmiş –içerisinde robotik/sibernetik unsurlar barındıran– filmlerin bir listesine gerçi http://www.androidworld.com/prod07.htm#1920s gibi çeşitli sitelerden ulaşılabilir. Ama gelin hep beraber, kronolojik kaygı gütmeden ve ilave araştırmalar yapmadan hafızalarımızı biraz zorlayalım, robotik kapsamında neler hatırlıyoruz görelim: 1962 yapımı bir çizgi film olan Jetgiller’i (Jetsons), yaşadıkları geleceğin dünyasını ve hizmetçi robotları Rosie’yi hatırlıyoruz değil mi? Yakında mağazaların hizmetçi robotlar bölümlerinde göreceğimiz türden bir robot olan Kojiro’nun ( http://www.youtube.com/watch?v=UfPHYpR4jUs ) yüzünü biz 2004 yapımı “I, Robot” filmindeki robotlarınkine benzettik. http://www.her-an.org/wp-content/uploads/2012/12/jetgiller.jpg Jetgiller, hizmetçi robotları Rosie, hizmetçi robot Kojiro Başrolünde Yul Brynner’in yer aldığı 1973 yapımı Westworld filmini yıllar önce TRT’de izlemiştik, konusunu hatırlayalım dilerseniz: Zengin tatilciler için tasarlanmış bir eğlence parkında istediğiniz insansı robotu (humanoid robot) istediğiniz amaçla kullanabileceğinizi hayal edin, hayalinize göre programlanmış bu robotlar size aradığınız mükemmel tatili sunacak olsunlar. İki tatilci bir vahşi batı macerası yaşamak isterler ancak bilgisayar programın çökmesi sonucu robot Gunslinger tatilcilerin korkulu rüyası olur. http://www.her-an.org/wp-content/uploads/2012/12/westworld.jpg Yul Brynner 1973 yapımı Westworld filminde robot Gunslinger rolünde 1974 yılında The Six Million Dollar Man, 1976 yılında The Bionic Woman dizileri gösterime girer ve 1978 yılına dek gösterimde kalırlar. Her iki dizi de biyonik iki kahramanın maceralarını konu edinir. http://www.her-an.org/wp-content/uploads/2012/12/bionicwoman.jpg Biyonik Kadın ve Altı Milyon Dolarlık Adam 1978 yapımı Battlestar Galactica dizisinde insanların robot saylonlara (cylon) karşı verdikleri hayati mücadeleyi takip etmiştik. 1984 yılı yapımı Terminator (yok edici) ve 1987 yapımı RoboCop (robot polis) filmlerinin konularını sanırız çoğumuz biliyoruz. http://www.her-an.org/wp-content/uploads/2012/12/robots1.jpg Battlestar Galactica, Terminator ve RoboCop filmlerinden Bir de RoboCop’un savaştığı ED-209 modelini hatırlayalım: Filmde, ED-209 uyuşturucu bağımlısı bir suçludan çıkartılmış beyin ve omurilik tarafından sevk ve idare edilen bir robottur. Öte yandan doksanlı yıllardan hatırlayacağımız Ninja Kaplumbağalar çizgi filminde bir karakter vardı; Krang. Yapay bir bedeni sevk ve idare eden bir beyindi Krang. Yine doksanlı yıllar, birçoğu niteliksiz, bir dizi Cyborg filmleriyle de hatırlanabilir. http://www.her-an.org/wp-content/uploads/2012/12/robocop.jpg RoboCop filminden ED-209 ve onu sevk eden beyin, Ninja Kaplumbağalardan Krang 2001 yılı yapımı AI (Artificial Intelligence – Yapay Zekâ) filminde gerçek duyguları olan yapay çocuk David ile tanıştık, “annesi” Monica’ya karşı beslediği büyük sevgiyi gördük. http://www.her-an.org/wp-content/uploads/2012/12/ai.jpg 2001 yapımı AI -Artificial Intelligence- filminden David ve Gigolo Joe karakterleri1977 yapımı Star Wars filminden android C3PO ve robot R2D2 David’ten çok önceleri duyguları öğrenmeye çalışan bir androidimiz vardı değil mi? Star Trek serilerinden hatırlayacağımız “Data”. Yine Star Trek dizilerinde bizi Borg ırkı ile tanıştırmışlardı. Borglar sibernetik organizmalardı, kolektif bir şuura sahiptiler, küp biçiminde bir uzay araçları vardı, bu küp karşımıza bir bilgi deposu olarak Transformers (2007) filminde, bir labirent olarak Cube (1997) filminde de çıktı. http://www.her-an.org/wp-content/uploads/2012/12/cube.jpg Küpler: Star Trek, Transformers ve Cube filmlerinden Konumuzdan çok uzaklaşmadan Borgların felsefesi neydi hatırlayalım: “yaşam kalitesini yükseltmek” (quality of life). Yaşam kalitesinin yükseltilmesinden anladıkları, Star Trek evrenindeki canlı organizmalara sibernetik implantlar vasıtasıyla müdahale etmekti. Kısacası bu canlıları, robotlaştırıyor, makineleştiriyorlardı, bundan da öte, onları ortak bir şuurun parçası kılıyorlardı. Tek bir şuur vardı ortada, bu amaçla bireysellik yok ediliyor, özgür irade ortadan kaldırılıyordu, işte bu asimilasyona onlar yaşam kalitesinin yükseltilmesi diyorlardı.Bu ortak şuurun merkezinde Borg Kraliçesi (Borg Queen) bulunuyordu. İnsan birey olmaktan çıkıyor, sürünün kendi varlığından habersiz ya da şöyle böyle haberdar bir üyesi oluyordu. http://www.her-an.org/wp-content/uploads/2012/12/strek.jpg Star Trek dizisinden android Data ve Borg Kraliçesi, Mad Max filminden Master Blaster Star Trek – Voyager serisi bizi yeni bir karakterle de tanıştırdı: Dokuzun yedisi (Seven of Nine). Seven of Nine asıl adı Annika Hansen olan bir insandır, vücudunun 18%’ i sibernetik implantlardan oluşmaktadır. Hayat hikâyesine kısaca göz atacak olursak, anne ve babası biyolojik evrim ve geleceğin evreninde yaşamın nasıl olacağına yönelik alanlarında araştırmalar yaparlarken Borglar konusunu ele almak isterler, aslında Borgların sunduğu bir nevi sonsuz hayat onları cezbetmektedir. Filmin bir sahnesinde altı yaşındaki kızları Annika’nın “Baba, Borg olunca canım acıyacak mı?” sorusuyla karşılaşırsınız. Sonunda Borglar’ı bulurlar ve onlar tarafından asimile edilirler. Annika daha sonraları Star Trek’in doktoru tarafından implantlarının büyük kısmından kurtarılacak ve gemi mürettebatına katılacaktır. http://www.her-an.org/wp-content/uploads/2012/12/7o9.jpg Seven of Nine önce ve sonra O seride bir sahne vardır, Borg kraliçesi Data’ya “ben kaosa düzen getireceğim” (I’ll bring order to chaos) der. Order out of chaos – ordo ab chao. Tekrar edelim, Borglar ortak bir şuur ile hareket ediyor, bir görevi kolektif biçimde yerine getiriyor ve kendi aralarında bir şekilde haberleşiyorlardı. Borglar aslında yazının birinci bölümünde söz ettiğimiz NBIC (nano, bio, info, cogno) ürünüydü. Peki, günümüzde Borgların bu kolektivizmini barındıran çalışmalar yapılıyor mu diyecek olursanız, birkaç örnek verebiliriz, bunlardan bir tanesi yapay zekânın karınca kolonilerini örnek aldığı bölümü. Buradaki felsefe karınca kolonisi optimizasyonu (ant colony optimization) olarak adlandırılıyor ki bu konuyu sürü zekâsı (swarm intelligence) kavramına genişletebiliriz. Diğer bir örnek sürü robotiği (swarm robotics) olarak gösterilebilir. Bu noktada çizgi dünyadan birkaç örnek hatırlayalım: 2005 yılında Robots çizgi filminde canavarlaşan robotlara karşı etik değerleri olan robotlarla karşılaştık. 2008 yılında gösterime giren Wall-E’de robotların birbirlerine duydukları muhabbet gözlerimizi yaşarttı. http://www.her-an.org/wp-content/uploads/2012/12/robot_3d.jpg Robots, Wall-E İki filmden daha söz etmek istiyoruz, 2009 yapımı Surrogates ve yine aynı yıla ait Gamer. Surrogates’te insanlar evlerinden kendi adlarına bir cyborg’u dışarıda dolaştırıyor, bu anlamda sevk ve idare ediyorken, Gamer filminde insanlara nanoteknolojik eklentiler yapılmış bir dönem anlatılmakta, öyle ki sizi başka birisi idare ediyor, Mad Max filmindeki Master Blaster’in evden (uzaktan) sevk edilenini düşünün… http://www.her-an.org/wp-content/uploads/2012/12/surrogates.jpg 2009 yılı yapımı Surrogates filminden bir sahne http://www.her-an.org/wp-content/uploads/2012/12/gamer.jpg 2009 yılı yapımı Gamer filminden bir sahne, Kable karakteri bir genç tarafından sevk ediliyor Avatar filminde atkuyruğu şeklindeki uzuvlar bir çeşit USB portu gibi kullanarak çevredeki nesnelere bağlantı yapılıyordu, değil mi? Bunun bir transhümanist simge olduğuna dikkatlerinizi çekmek istiyoruz. http://www.her-an.org/wp-content/uploads/2012/12/avatar.jpg Avatar filminden bir sahne Yukarıda değindiğimiz transhümanist simge gibi birçoğu Avatar’dan onlarca yıl önce Star Trek serisinde bir neslin bilinçaltına gönderilmişti. Bu mesajları daha ilk Star Trek serisinde bile bulabilirdiniz örneğin mürettebattan bir kadın subay Kaptan Kirk’e “ben bir android vücut istiyorum, ölümsüzlük istiyorum, sonsuza dek yaşayacağım, hep genç ve güzel olacağım” diyordu. 1995 yılında başlayan Star Trek: Voyager serisinde birliğin uzay gemilerinden USS Voyager, 75000 ışık yılı uzağa, uzayın Delta Çeyreği olarak adlandırılan bölgesine sürüklenir. Bu bölgede Borglar baskın unsurdur. USS Voyager ekibi bir çıkış rotası belirler ancak bu sefer karşılarına ayrı bir tür çıkar; 8472 ırkı. Bu yeni tanıdıkları ırkı bertaraf etmek için Borg’larla birlik olurlar. Bu birlik sırasında biz izleyiciler nöro-alıcı/vericiler ile karşılaştık, bu cihaz iki canlının sinir sistemlerini birbirine bağlıyor, tek bir ortak şuur oluşturuyordu. 1960 yılında yapım hazırlıklarına başlanan 1966 yılında gösterime giren Star Trek (Uzay Yolu), yirmi yıl önce ortaya atılan transhümanist kavramları alt yapısında barındıran filmlerden biri olarak göze çarpmaktadır. Bu arada 2009’da Gelecek Başlıyor (The Future Begins) sloganıyla yeni bir Star Trek filmi gösterime girdi. Yönetmen tanıdık bir isim: J. J . Abrams. Öte yandan ismini vermeden geçemeyeceğimiz kişilerden biri de Eugene Wesley Roddenberry’dir; Star Trek’in arkasındaki ilk adam, Star Trek’in babası, külleri uzaya gönderilmiş bir hümanist… http://www.her-an.org/wp-content/uploads/2012/12/8472.jpg 8472 ırkı, Eugene Wesley Roddenberry ve J. J. Abrams 1926 yılından (Metropolis’ten) bu güne kadar çevrilmiş –içerisinde sibernetik unsurlar barındıran– filmlerin bir listesine http://www.androidworld.com/prod07.htm#1920s adresinden ulaşılabilir. Robotların, biyonik yaşamların, öncü transhümanist öğelerin televizyon ve sinema aracılığı ile hayatımıza girdiği, bilinçaltımıza yerleştirildiği daha birçok örnek geliyor aklımıza, eminiz ki siz bu listeyi daha da uzatabilirsiniz. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
ArpiA Yanıtlama zamanı: Şubat 17, 2013 Paylaş Yanıtlama zamanı: Şubat 17, 2013 Seni yeniden görmek güzel. Geleceğin dünyasına alışmamızı kolaylaştırıyorlar. Hayatının kolaylaşmasını herkes ister tabi bize ne gibi zararları olur ilerde göreceğiz.. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
MALCOLMX Yanıtlama zamanı: Şubat 17, 2013 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Şubat 17, 2013 Teşekkürler Yeniden Burada Olmak Çok Güzel:) Özlemişim:) Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Who Yanıtlama zamanı: Şubat 17, 2013 Paylaş Yanıtlama zamanı: Şubat 17, 2013 Geniş yelpaze ile ele alınmış konu enine boyuna araştırılarak güzel yerlerden örnekler ve olabilirliği mantığa yatkın kanıtlarla hazırlanmış paylaşım, geleceğin ve gelmiş olan yeni yaşamın bu boyutu . Bu konuda daha da araştırma isteği uyandırdı teşekkürler. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
ptahba Yanıtlama zamanı: Şubat 18, 2013 Paylaş Yanıtlama zamanı: Şubat 18, 2013 Daha önce de bu forumda yazmıştım insanlığın tarihin başından beri en büyük hayali hep ve her zaman ölümsüzlüğe kavuşmak olmuş. Bunun en azından şimdilik telomerlerin kısalmasını engellemek dışında bilinen biyolojik bir yöntemi yok ama başka birşey var. Beynimizdeki tüm bilgi ve anıları yani bizi biz yapan her şeyi robot bir beyne aktarmak ve işte size ölümsüzlük. Üstelik minimumda kaynak tüketerek (yeme içme ihtiyacının olmadığı bir dünya düşünün kıtlık, susuzluk, açlık yok). Hepsinin yanısıra beyninizin aktarıldığı yapay beynin kapasitesi çoık yüksek olacağından dolayı insanoğlunun teknolojik gelişmesi kelimenin tam anlamıyla çağ atlayacak ve bizi evrende gezebilen ırklardan biri haline getirecek. Şimdi dediklerime gülebilirsiniz aynen 1865'te Jules Verne tarafından yazılan aya seyahat veya 1870 yılında yazılan Denizler Altında 20.000 Fersah kitaplarının zamanında sadece bilimkurgu diye okunup dikkate alınmadığı gibi. Bundan 500-1000 sene sonra çok farklı bir insanlık olacak, iyi mi olacak kötü mü olacak bilemem ama bilimsel açıdan heyecan verici olacağı kesin. Zira insanlık bu şekli ile fazla gitmez, dünya kirlendi, içme suyu sıkıntısı büyük, açlık ciddi boyutlara ulaşmış durumda, endüstriyel kirlilik insan hayatını tehdit eder duruma geldi ve üstelik durmadan çoğalmaya devam ediyoruz, babalarımız için bu dünya daha güzeldi, çocuklarımız için daha çirkin ve zor olacak. Bu arada ben bu yazıyı araştırırken onaltı yıldız denen ultra acayip web sayfasında gördüm ki o sayfayı ne zaman okusam ya sinirleniyorum ya da gülmelere doyamıyorum. Yazı fena değil ama o sayfada yer alması çok talihsiz olmuş. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Schnitzel Yanıtlama zamanı: Şubat 18, 2013 Paylaş Yanıtlama zamanı: Şubat 18, 2013 Birşeyin "komplo" olması için onun gizli ve kötü olması gerekmez mi? Ben iki unsuru da göremedim yazıda. Transhümanizmin gelişi her bilim dergisi ve blogunda açık açık ilan edilen birşey. Ayrıca yaşlanmamanın, bütün insanlığın bilincine bağlı olmanın, sonsuza kadar güçlü ve sağlıklı olmanın da kötü bir yanını göremiyorum. Yine teknoloji dahil herhangi birşeyin gelişimini istemeyen bir yobazın yazısı gibi geldi bu bana. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Önerilen Mesajlar
Sohbete katıl
Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.