Jump to content

Cinnet Çarşısı - Attila İlhan


fairytale

Önerilen Mesajlar

1.cinnetsaray

 

ömer haybo’yu konforpalas oteline almadılar:kravatı ve bagajı yoktu. üstelik,ellerine karanlık bulaşmıştı. gece katibinin gözü tutmadı. almadı. başka bir otelin kapısı önünde neonlar çığlık çığlık yırtılırken,viyanalı bale artistleri,bütün sa majeste butlarıyla burnuna güldüler. ömer haybo bir tarihte bunlardan bir ikisini avuçlarında çabucak buruşturup kağıt sepetine attığını hatırlıyordu. oysa şimdi. gölgesini kaldırımdan kaldırıma vurup bu geceki yatağını hiç bir otelde bulamazken ona yirmi dört ayar güleceklerdir:geceye yenilmiş bir ömer haybo:sarhoş,parası boşalmış ve otelsiz’

 

yarı geceden sonra beyoğlu’nda otel bulmak,hiç değilse altın dişlerini uzata uzata horlayan taşralı küçük tüccarların odasını paylaşarak sabaha gidebilmek ne türlü zordur,bilirse bilenler bilir. her gece katibi sizi uykusuzluğunun en kuşkucu gözleriyle delik deşik edecek,nerenizden olursa olsun,mutlaka olmaz bir yerinizden tutarak karanlığın kaldırımlarına dökecektir. şaşmaz. meğer ki abbas gibi içlerinden birinin ya da birkaçının yıllık yolcusu olun; ya da şehirlerarası telefonunuz sizden bir kaç yirmi dört saat önce oralara uzansın! yoksa haliniz hiç bir şekilde ömer haybo’dan hallice olmayacaktır. hiç bir şekilde cüzdanınızı ve tabancanızı yastığınızın altına koyup mütareke istanbul’unu hatırlatan bu eski otellerden kötü gurbet uykuları çalamayacaksınız.

14,18 ve 24 numaralı odalarda beşer yıllık bekarlıklarını bozdurmaya gelmiş,doğu’nun çilekeş memurları; hayal kırıklığının taşlarıyla,gecelerini öğütüyorlar. 58 numaralı odada stuttgartlı bir alman,tırnaklarını yiyerek birkaç saatte ihtiyarlıyor. 19 numaralı odayı geç! 4 numaralı odayı,lafı adamakıllı bol bahşişi adamakıllı kıt,erzurumlu bir politikacı kapatmış. ya 121 numaralı? evet,ya haliç’in en arka uçlarına bakan yüksekteki 121 numaralı oda? işte tam mütareke istanbul’u: geceleri yağmur camları çizer bozarken,uzak uzak,üst üste çekilmiş fotoğraflar gibi general harrington’ın ve franchet d’esperay’nin fransız ve ingiliz “zabitan”ı görünüp kayboluyorlar. evet,tutulmuş her oda,her kat! ömer haybo defolup haylaz gecesini başka bir yerde boğmalıdır.

 

otelde bir gece,bilemedin üç gece geçirip;yeniden ev rahatlıklalarına,yani tutulan havluya,mutfaktaki bildik yemek buğusuna dönmek başka,otel yaşamak başka! bir başka çeşit kimseler,öğle üstleri,en uykulu yüzlerini sirkeci ve tepebaşı’ndaki otel aynalarında bırakıyor;sabah üstleri yorgun argın ve bir kaç parça gelerek,takınıp yatıyor. ceplerinde çek defterleri ve tükenmez kalemler eski mektuplar,kullanılmış sinema biletleri ve kürdanlar, kaloriferleri dinleye dinleye ısınıyor. yürek içlerinde mekansızlığın gizli ağrısı. rüyalarında yaşantılarının(ne hikmetse) hep de en temiz,allah belasını versin,hep de en unutulmaz dakikalarını ilmik ilmik aranıyor ve bulamıyorlar. otelleri yaşamak bir bakıma değişmek. ve değişken. her gün irade dışında bir başkasına eklenmek; her gece başkalarının pis kokulu trenine katılarak yepyeni (ama nasıl yepyeni,hiç görülmemiş) bir gelecek aramak! belki de,bu. ha,ne dersiniz? belki de bu otel “milleti” aslında geleceklerini ellerinden kaçırmış bir çeşit insan “haşeratı”. şimdi tırtıllar gibi oda oda kıvranıyor; biri öbürünün,hepsi birbirinin geleceğine sulanarak,yaşadığı anı berbat ediyor. çünkü yok aslında yaşadıkları an: pratik olarak,günlük ve “sufli” gerçek olarak mevcut değil. yalnız yoğunlaştırılmış gelecek hayalleri halinde; bir de olsa olsa konserve edilmiş geçmiş hayalleri halinde var. evet,evet: geçmiş hayalleri: otel halkının büyük bir yüzdesi; belki piç edilmiş olduğundan,belki kirlendiğinden; geçmişini de gerçekte olduğu gibi değl,istediği gibi düşünmeyi sever,çevresiz ve tanıdıksız olma her otelde başka bir adam,her otelde başka bir geçmişin kahramanı olabilmenin garantisidir. büyük şehirlerde oteller,yabancılara yalancı ev olayım derken,farkında olmayarak,içlerinde bir yirminci yüzyıl kirini biriktiriyorlar; lavabolarına her gece ve her sabah,diş macununuzun aydınlık tüten köpüğünü tükürüyor; bir yerde (asansörden indiğiniz,salona girdiğiniz anda mı,ne bileyim) kendinizden öncekilerin çamuruna ekleniyorsunuz. sonra gelsin anahtar gözlerindeki neuilly(seine) damgalı mektuplar. gelsin garsonların bahişişten arınmış tertemiz elleri. şehirlerarası ve milletler arası telefon. gelsin kendine benzetip benzetip emin olamadığın aklının içindeki çürük adam. (affedersiniz,ben burada bir yabancıyım.) yabancı olmadığın bir yer var mı ki, ömer haybo?

zil. bir daha zil. birkaç kere daha. arayan 108 numaradır: garsonun ceplerine buruşuk liralar doldurup,yarından itibaren,kahvaltısıyla birlikte bütün sabah gazetelerini isteyecek. yüzü küf rengi. gözlerinin akı,sarı. geceleri,tramvay vınıltıları,ok yılanları gibi atlayıp atlayıp geçerken,o,(allah rızası için olsun) iki parmak uyuyabilsin diye,durmaksızın luminal alıyor,yine de,sinirleri tel tel gerilmiş ve dudakları mosmor uyuyamıyıp cıgara üstüne cıgara içiyor. her gün,yerde boylu boyunca ölüsünü bulacaklarını sanıyor garsonlar,yok öyle şey! bir başka zil: uzun uzun,ısrarlı ve emredici: 98,hiç olmadığı ve olmayacağı kadar,98. yani yalancı büyüklük,sahte ehemmiyet. otelde bile bilmem ne umum müdürlüğünün,ya da ithalat şirketinin büyük makamında oturuyor; old master pürolarını kül ettiği yetmezmiş gibi,yeni ve yapay bir yaşama gücü olarak,haig and haig viskilerini,en çabuk ve en hızlı yollardan kılcal damarlarına akıtıyor. yarın almanlarla işte uyuşabilirse arabasını bir mercedesbenzle değiştirecek. bir başka zil: 74. kesik,kararsız,varla yok arası. hani o kadın:hani benim,senin,ömer haybo’nun ve her erkeğin,doğumundan ölümüne bir deprem önsezisiyle beklediği,ince kadın. beklediği ve bulamadığı şefkat. beklediği ve bulamadığı iç mutluluğu ve huzuru. eğer saçlarını gevşek bir topuz halinde toplayıp,siyah kazağının üzerinde nefti bir deri ceketle,merdivenlerden iniyorsa;üzülme,hiç de umutsuzlanma: geceleyin siyah nylon bir yağmurluğa sarınarak,muhakkak uykularına gelir. evet,hiç değilse uykularına gelir. evet,hiç değilse uykularına gelir ve artık bütün ziller,sabahlara kadar,kulak diplerinde çırpınıp durur.

sonuncu zil,ömer haybo. otelinin en gölgeli pencerelerini iki balgamla kapatmış,bira köpükleriyle yükselen bir iç öfkesini,yakası açılmadık küfür ya da tabanca mermisi olarak çıkmadan,zaptetmeye uğraşıyor. otele indiği an,ıssızlığın avaz avaz tuzağına yuvarlandığı an değil mi? lavabo,karyola ve koltuk yabancılığı;pencere ve perde yabancılığı;abajur ve telefon yabancılığı derken yaşantısının bir bam noktasındaher şey bütün bütün yabancılaşıyor.ve o,ihtiyar köpek ve mekansız kurd yani,az aydınlatılmış koridorlarda,cıgara ve kızgın yağ kokan yemek salonlarında yanlış yanlış dolaşarak,kendisini kendisiyle tanıştıracak bir bildik aranıyor. hepsi gitmişler. allah allah,hepsi ve tamamen gitmişler. onu ona tanıştıracak ne gazetelerin birinci sahifelerinden otuz iki tebessümlü bir film yıldızı kalmış, ne de ortadoğu pullarından kovulma dört dörtlük bir kral!

 

otel yaşamak,yaşamamak mı:kararlılık duygusunu kaybetmek,aileden soğumak,yarın kaygılarını sürgün etmek mi? abbas bunu dengine getirip de,eğer milano’da borghese oteli’nde,ya da erzincan’da yenişehir palas’da anlayamadıysa;ne yapıp yapıp,bu sefer ya bristol oteli’nin,ya da garpalas’ın merdivenlerini ökçeleriyle mühürleye mühürleye anlayacaktır. haliç’in şıpın işi boğan sabaha karşı sisleri,en aykırı bizans yapılarını bile balmumuna çevirirken;değil mi ki kallavi sokağı’nın oralarda,hala daha otelini edinememiş gece köpekleri dolaşıyor,oldu bu iş: cinnet çarşısı’nda otel gerçeği,bir yaşamak gerçeğinden çok,bir yaşamamak hevesi: şehir ve ülke içi,ülkeler ve şehirlerarası bütün ilişkilerinizi,ifrit bir kuklacı titizliğiyle oteldeki odanızdan düzenliyor,fakat kendinizi (namusum hakkına) bu düzene katmıyorsunuz. hah,hah,hah! ben 70 numaralı odadayım ve merih’teyim. rize’den bin şu kadar sandık portakal vapura yüklensin! atina’daki african boys revüsü,tropikal hergeleleri ve ısınmış gergin tamtamlarıyla hellenic line’nin bir gemisi üzerinden,beyruttaki elkeyf pavyonuna aktarılsın! münich’den istanbul’a bin kutu agfa negatif göndersinler. ben daima ve kuklacının tekmil rahatlıklarını giyinmiş olarak,70 numaralı odadayım ve merihteyim:kurduğum ve bozduğum ilişkiler kullanılmış bir jilet kadar olsun hayatıma girmiyor. gidip gözlerimi pencerelere vurdum mu çileli tramvaylara,akşamüstü memurlarına,dört beygirlik bar fahişelerine toslayıp;(evet,evet,evet,) yaşamadığımı anlıyorum. ben bu iç odalardan,ağrılı telefon zillerinde ürkütücü saat başlarında uzayıp giden bir şikayet miyim ne? biraz taşaradan devrilmiş badem bıyıklı memurların “bertafsil” şikayeti. biraz fakültelere gelmiş kalmış liman çocuklarının sinamaskop şikayeti. fakat asıl,büyük ve önemli,kendi kurduğumuz ilişkiler düzenine bir yırtığından olsun bir türlü(hay allah kahretsin) sahiden katılıp acısı ve şenliğiyle ciddi ciddi yaşayamamak şikayeti!

 

aynı otelde ömer haybo’yu ve abbası’ı kıstırıp,birini evcilleştirip ötekini hınzırlaştırarak,bir ve aynı adam kılabiliyor musun? al sana yaşamak! oysa onlardan,hangisi hangi otelin kapısına saplansa,ötekisi ya koltuk altında iki ağızlı kamalarla derisini delmek için hazırlanıyor,kanına susamış;ya da kendini yangın merdivenlerinden sokaklara dar atıyor,bıkmış usanmış! biri dakikalarını sıkıştıra eze yaşayan (hem de it egoizmin yaşayan) otel yırtıcısı;ötekisi zaman ve uzaya,sağduyu ve sağbeni halinde dağılmış insan evcili. birinin kopardığını öbürü bağlıyor. ömer haybo haklı ya da haksız (önemli değil) her zaman bir actiona bitişik,hiçbir zaman düşüneyle bağdaşamamış; abbas her zaman evlere şenlik bir düşünce doğurganlığını yaşıyor. doğurduklarını öldür allah kendi dışında etkili eylemler kılamayarak. öyleyse o otel senin bu otel benim. hayır bu otel de senin. hayır o otel de benim. sen şimdi (benim bir diş fırçası ve bir daktilo halinde defolup bıraktığım) güneş ve gökyüzü görmez bir şubat odasından, az sonra yemeğe inecek;anlaşılmaz bir kolaylıkla,kumar düşkünü bir aktrisin kauçuk dudaklarını,(sevmezsen) bir liseli kızın evlilik kurgularını yiyeceksin. ben lozan oteli’ndeyim. hayır,garpalas’tayım. on bininci sartre’ı okurken limonlu bir coca-cola ve barutu çok dumanlı bir yalnızlık patlatıyorum. seni o otelden,beni bundan kovuyorlar. ben ona gidiyorum sen aynı anda buna geliyorsun. ölmek işten değil. delirmek. sırtsırta oteller,yağmur geceleri akan,kar geceleri üşüyen. serseri ve kurtlar yatağı. oteller,oteller,oteller. birinden ötekine,ötekinden berikine yayından kurtulmuş bir mekik hızıyla dolaştığım. hanginizden ömer haybo’ya,yani kendime,telefon edebilirim? söyleyin bana,hanginizden?

 

-2.rock’n’ rol köpekleri

 

bu başka bir sonbahar saçlarını boyatmış bir

nylon sarışınlığını çekmiş vitrinlerine

hiç tanımadığım akşamüstleri sarhoş geliyor

boenig uçaklaryla valizlerini barda bırakarak

adamakıllı geliyor simsiyah balkan otellerine

 

midhadpaşa stadında bir maç beşiktaş yeniliyor

açık tribünlerde yamyamlar ağlayarak

 

hadi sen de gel viyolonsel gibi çök yanıma

mavi beyaz bir ruj aksın dudaklarından

salem cigaraları aksın tebeşir beyazı

rock’n’ roll köpekleri bir üç beş akşamıma

hadi sen de gel tak en uzun kirpiklerini

alnından bitmesin kaşların gri çekilmiş

iki büyük parabellum unuttuğum memelerin

hadi sen de gel viyolensen gibi çök yanıma

yeşilköy’de bırakıp fransız güzelliğini

on bir buçuk dolarını ve yarım ingilizceni

 

istanbul radyosunda kaç kere çardaş fürstin

büyük postaneden kaçıncı telgraf çekiliyor

piyasa durgun stop artık mal göndermeyin

 

bir citroen çözülmesin londra asfaltına

girip içine şehzadeler gibi boğulduğum

yamayassı bir citroen gecenin basıncından

trafik polisiyle arası hiç düzelmemiş

ben demek burda değilim ben artık yoğum

büyün buluşmalarımdan tekrar vazgeçilmiş

çünkü beni bir yerde baudelaire bekliyor

yepyeni şiirler yazmış ambalaj kağıdlarına

sıcak bir yağmur akıyor yeşil saçlarından

 

burası 48 41 60 beyrut’la görüşmek istiyorum

 

afiş kapılarındaki kırmızılar deliriyor

öyle yanlış kırmızılar ki toulouse-lautrec

ressam sakallarının bilerek kabul etmediği

acı bir absent gibi ansızın içilmiş

marcel carné’den bir yağmur bekleyerek

 

wagons-lits cook yataklı vagonlar şirketi

 

aksi tesadüf bir kere daha toulouse-lautrec

 

-3. bir de manhattan olursa

 

sen de dudaklarını boyadığın zaman orlean düşesi

ben hangi filme gitsem sonunda ölüyorum

bu şehrin en büyük yanlışı galata kulesi

onu cinnet çarşısında bile hiç kimse sevmiyor

 

müslüman meyhanelerinde ssarhoştan geçilmiyor

 

onları ben biliyorum asıl ben biliyorum

durup durdukları yerde sanki kayboluyorlar

ikiler ve buçuklar üzerinde acı siyah

içip soyunuyorlar korkularından bazıları

kenar çizgileri titrek içleri bozulmuş

bir gece beni şişli’de bulmuşlardı hani bir

bekçi yırtılıyordu cebinde yüz beş kuruş

sonra denize girmişlerdi sabah sabah

onları ben biliyorum asıl ben biliyorum

iç suratlarına tükürüp duruyorlar hanidir

dudaklarında çetrefil kadın yazıları

gecenin avuçlarına her biri ayrıca kusulmuş

 

bir tramvay çiğnedim midem hala bulanıyor

 

sekiz on beşte durmuş bütün meydan saatleri

gece mi yoksa gündüz mü iyice anlaşılmıyor

 

başım nasıl dönüyordu yüzüm ne kadar sarı

çünkü saat başlarını koynuma saklamıştım

çünkü bismarck bir kere daha batıyordu

lindberg’in oğlunu bir kere daha kaçırdılar

yolda yeşil bir ford su gibi akıyordu

kalın bir yağmur camlarında kırılıyor

akşam üzerleri zehir zemberek acıydılar

yalnız bir zil çalıyordu tenha koridorlarda

niye çaldığını bir türlü anlayamadığım

zaten orada değildim bir uykuya saklanmıştım

bütün pencerelerimden deliler bakıyordu

 

cezayir’de her gece sokağa çıkma yasağı

bir ağaç öldürülmüş galiba sonbaharda

yabancılar lejyonunda izinler kaldırıldı

 

onları ben biliyorum asıl ben biliyorum

zenci seviciler hiç kimsenin anlamadığı

erkek pantolonlarına simsiyah kurulmuş

yalnız pipo içen bir de manhattan olursa

gece sokaklarında bıçak bıçağa bulduğum

 

ansızın birbirinden dehşetli soğumuş

onları ben biliyorum asıl ben biliyorum

cep radyolarında count bessy çıldırıyor

bir yumrukta dağıtmışlar kanıyor dudağı

bir de çocuk kirpiklerini boyar arasıra

esrar kaçakçısı mı ne polisin tanımadığı

 

cinnet çarşısında her gece büyük bir kuş

lacivert kanatlarıyla bastıran ömer hayboyu

her gece yalnızlığında klaksonlar parıldıyor

silahşör karakolunda boğazlıyorlar uykuyu

 

-4. sirkeci garpalas32

 

elektrik çiçekleri açıldı mı sayaç dönüyor

ben de dönüyorum sirkeci garpalas 32

birisi neuilly’den iki uçak mektubum var

hangisini açsam birkaç satır daha yalnızım

 

çocukluk serüvenlerim tüccar horn filmindeki

 

hangi kız yüzüme baksam mutlaka parasızım

yıldız falımda mutlaka yolculuk görünüyor

benim için bir şey yapın suçlu değilim ki

kimin kapısını çalsam elin tutacak olsam

kendiliğinden atıyor bütün sigortalar

şehrin bütün ışıkları bir anda sönüyor

ben de sönüyorum sirkeci garpalas 32

birisi neuilly’den iki uçak mektubum var

 

yine bir radyo ıslığı sızıyor kulaklarıma

şimdi baylan’a gitsem hiç kimseyi bulamam

iki kırk beş seansı başladı üstelik yağmur

 

yoksa seni için sıra çok mu hızlı yaşadım

uzak olduğumuz halde ne oldu bilmiyorum

aramızda her şey bitti artık gelmesen de olur

bana yazmasan da olur seni hiç sevmiyorum

halbuki gelip gelip rüyalarıma giriyor

o çocuk yüzlü siyah trençkotlu kadın

aylardır bir plak arayan sayanora ismindeki

onu yüksek kaldırımda akşamları görüyorum

siyah bir lale gibi yorgun boynu bükük

yarı yarıya yabancı yarıdan fazla uykusuz

kim olduğunu bilmiyor ne yaptığını bilmiyor

bir vitrin aydınlığında gizlice bakışıyoruz

rahmaninof’un piyano konçertosu saat dokuz

nargile meraklısı kadınlar emirganda tek tük

yine her satırbaşında vlamincek’e dönüyorum

yırtıcı bir kuş gibi yalnız bulutlar içindeki

ne kadar ampül varsa beyoğlu’nda kör kütük

kirli bir sis ıslak elleriyle hepsini örtüyor

yine konyak sarısı yumuşak bir sonbahar

herkes ümitsizliğini sırtlamış evine götürüyor

ben de götürüyorum sikeci garpalas 32

biri neuilly’den iki uçak mektubum var

 

nerdesin inge nerdesin nerede değilsin ki

 

-5.eller yukarı

 

gece soğuktan diken diken ürpermiş bir meydan saati gördüm:bir,diyordu. tramvay rayları bilenmiş,gizli yağmurların hınzırlığından,kaldırımlar incecik ıslanmıştı. nikotin ve alkol sonra kolkola girdiler,hayalet taksilerin sabaha doğru aktığı köşebaşından,büyük parmakkapı sokağına devrildiler. bayrakları yırtılmış bir geceydi bu:her pasajında hain namluları saklanmış,her telefon zilinde ölüm haberleri parlayan;yıldızları dönük,yenik bir gece. arka beyoğlunda,allah bilir,her on dakikada bir kadın yırtılıyordu. birazdan orman bıyıklı çöpçüler,sokak aralarından,siklamen rujlu dudaklar,balgam tabiatında gözler,kesik memeler süpüreceklerdi. halbuki ömer haybo,iç cebinde,neuilly(seine) damgalı mektuplar;birbiir ardınca bitmez tükenmez cıgaralara biniyor,gecenin sabaha bulaştığı yerde asıl kaybettiğini,yani kendisini arıyordu:çirkin,tutkulara tutkun ve en önemlsi ulaşılmaz hergele! aslında ömer haybo kim? doğudan bakarsan yaşaması en yüksek S. saatinde bozulmış yarı gavur bir batılı;batıdan bakarsan hiçbir vakit gerçek kimiliğini “ibraz edememiş”uyurgezer bir doğulu! bütün bunların dışında cinnet çarşısının dişlileri arasında,(kim ne derse desin),ölümle alışverişi olan,yarı insan yarı alkol bir hayal!böyle böyle çarşımızın gerçeğine ulaşıyoruz:bir saatinden tut bir başka saaatine git,işte bu beyoğlunda ölünmekle çürünmek arası bir kirlilik yaşanıyor; tek tek,boyanmış dudak,kırık diş,traşlı ense ve bozuk böbrek olarak!

ama dur,önce beyoğlu kim? benim,yani beyoğluyum. piçim,bir rivayete göre bir bizans tekfurunun piçiyim,bir başkasına göre soho’nun ve st-germaindes-pres’nin. tünelin oralarda galip dede caddesinden başlıyorum; bar bar,otel otel,meyhane meyhane,bir alkol yalnızlık ve nikotin ağacı gibi açılıp,taksim meydanında bitmiyorum. nasıl bitebilirim? sıcak konyak ağzı keskin bardaklara dolup boşalıyor. paçavra banknotlar,en aşalığık ****** huylarıyla,bir gecede belki yüz el değiştiriyorlar. havagazı musluklarında o ince yılan ıslıkları. buğulanmış 1919 camlarında intihara fevkalede kabiliyetli beyaz ruslar! sonra ben,allah belamı versin,yani pera,gözlerimi kilitleyip ciğerlerimi takımı ile nasıl boşaltarak nasıl bitirebilirim? istesem de olmaz! çene kemiklerimi kanırtarak tam asmalımescitteki yeraltı barlarını diş diş çektiğim sabah ayazında,ansızın,topraklüle sokağındaki randevu evlerini ve saklı kumarhaneleri görüp çıkarırsam! küçük fahişelerimi ve cinsiyeti belirsiz çocuklarımı sileyim derken,kürk mantoları ve avanak tavus kuşu halleriyle yüksek tiyatro yıldızları ve köçekler,hususi arabalarda bekleyen yüzüklü tüccar avuçlarına boşalırsa! midemle yüreğim arasında değil mi ki bu çamur pazarı kurulmuş; ne yapsam,ne etsem: kafamı hangi haliç boğuntusuna soksam,kurtulamam! yüzyıllık çirkefimi yenileye yenileye piçliğimi ve dehşetimi yaşayacağım. yaşamaksa! kötü bira köpüklerini üfleyip,vitrin arkalarından,uzak bir gökyüzünde bir mendillik temiz bulut,iki parmak kirlenmemiş mavi arayacağım: gözlerimi dinlendirebilmek için. dinlenirse! dinlenebilirsem! siz bir şehir midesinin,sıfırdan sonsuza doğru ürkek kibrit aydınlıklarını öğüterek,ölmesini yaşaması ne demektir bilir misiniz? nasıl bir dev yorulmasıdır,bu! nasıl,yemyeşil yosunlar büyüterek terlemektir! dinlenmek,hah,dinlenmek ne kelime?

gece devriyeleri ömer hayboyu en son küflüçıkı sokağı’nın köşebaşında görmüşler: yere bilmem kaç köşeli bir yalnızlık atmış,üzerine bir balgam çivilenmiş. demek ki sarhoş.karanlığın bu sinsi celladını tanıyamıyor: yalnızlığı,yalnızlık önce kral. sonra ve daima cellat. boynunu vurmadığı,sıfıra indirmediği hiç bir maddi varlık,hiç bir manevi değer kalmamış. gecenin bir saatinden sonra içinizdeki yalnızlığı tanıyamazsınız: iki ağızlı bir balta mıdır,yoksa indi inecek bir giyotin bıçağı mı? artık romanlardaki ve şiirlerdeki beşeri görevinden kovulmuş,kirli ahlaksız ve gangster bir yalnızlığın zehirli dairesi tamamlanacak,kurşun diktası kurulacaktır: bu yirmisindeki kızın üstüne limon sıkıp yiyebilmek için,heh heh heh,on beş yalnızlık gecesi kafi. cellat nerdesin? sabahın kaldırımlarına,ürkek ve yalnız bir bakireden acemi ve yine yalnız bir ****** dökmek kimin işi? cellat,hadi ya! göçük milyonerin en siyah frakının en olmadık yerinde(ne sihir ne keramet) bir browning kılıfı olmayacak mısın? ol,ol! ayrıca ingilizler hesabına çalışan bir çek mültecisinin bir apartman terasında bilek damarlarını seninle açması; hem de nasıl,gözlerinin kuytularında prag üniversitesi’nden kalma bir ümit çığlığıyla açması; daha daha lübnan’lı beyaz zehir kaçakçısı ermenilerin (varuşak ve haygazyan mı?) kanun dışı tansiyonlarını,ölüm sınırlarına seninle ulaştırması,biraz daha hınzırlığını ve mel’unluğunu,fakat en çok merhametsiz heybetini artırır. sen yalnızlık insanın çocuğu ve celladı; bu cinnet çarşısının cigara külü,tuzlu fıstık ve kötü parfüm kokan rezil avuçlarında al capone gibi gezindikçe,daha çok devriyeler,daha çok yıldırım ekipleri; ömer haybo’yu,gözlük diye siyah itlikler takınmış olarak,çılgınlığın eşiğinden toplayacaklardır. meğer ki alkol tutmaya!ya,ya,meğer ki alkol,kulak memelerinden yengeçler gibi kıstırmaya!

garson,bu bira kudurmuş ısıracak: kaldır şu bardakları! bana bir duble hınzır konyak getir: çizgisi ince çekilmiş,zehiri tamam,itliği bol olsun! bana ustura aydınlığında bir duble rakı ve aşağılık leblebi! bana bozuk can sıkıntısı,kullanılmış serserilik,heyecan dozu adetay’ı aşmayacak kadarcık da serüven getir! alkol,işini bilen haydut yamağı,gece ve geceler boyu durmaksızın o gırtlaktan o gırtlağa koşturuyor; adamına ya da kadınına göre unutuşlar,aşklar,acılar; daha doğrusu ve sahicisi,hayal sistemleri dokuyor. işi bu. bir işi de bu: gerçekte olmamışı,olmayacak olanı teselli ve zaaf örgüleri halinde bulutlu bir sarhoşlukta olduruvermek! her sarhoş,ilk yudumuyla son yudumu arasında,kaç yüzyıllık bir serüven yoğurur bir bilseniz! oysa öbürü,yani alkol bütün hainliği ve kayıtsızlığıyla binlerce karaciğeri,kilometrelerce insan damarını,bilmem kaç sinir sistemini (allah allah) alışkın ıslaklığının ve acılığının öfkesine tutup yakıyor. bir cellat da bu: ikinci cellat. şişede durduğu gibi durmayan: katiyyen hiç bir şekilde durmayan,en perfect lady’den en yılışık ve bayağı kaldırım sürtüğünü ,en gentleman salon adamından en sulu köşebaşı zamparasını küt diye çıkarıveren! seni ilkokul heveslerine uygun,çelik ve beton köprüler kurucusu yalçın bir mühendis;onu başbakan,berikini büyük komitacı,öbürünü haftalığı yüz bin liraya gelen beygir kalçalı alaturka şarkıcı yapıveren acı su! içmek bir bakıma en kötü intihar şekli,bir bakıma en pahalı delirmek midir; olsun,öyle gece köylüleri var ki her an içlerinde kezzep buhurları tüten bir alkol gölü biriktiriyorlar; böylelikle önlerinde beliren günü daha doğmadan boğazlamış oluyorlar. içmek herhangi bir action’u tasarıdan uygulamaya geçirmeden; tembeli,uyuşuğu ve miskini,yapmış ve bozmuş olmanın hüznüne öylesine çarpıyor ki,hemen hemen büyün büyük içiciler saçmayla yokluk arasında çatır çatır eziliyorlar. aslında bir ağır ölmek de bu!

içmek,gündelik ve çıplak gerçekten,dumanlı bir hayalistan’a kaçmaksa; şehvet daha başka ve daha aşağılık bir kaçmak: hayır aşk değil,sevişmek bile değil hatta: sadece en hayvanca,en arınmamış,en sapık eğilimleriyle şehvet! kardeşinin karısına niyetlenmek,dostunun nişanlısına göz koymak! ömrünce görmediğin bir kadınla ömrünce bir daha göremeyeceğini bile bile rezil avuntular kaypak teselliler için ilk insanlığın barbar şehvetine gitmek! bir yarım,bir yitikseniz ensenizi burgu gibi oyan tamamlanmak arzusu sizi belki de cinsel eklenmelere itecek duracak; her defasında ya daha başlamadan tiksineceksiniz ya sonraki yıkılışınız öncekilerden birkaç misli daha ağır olacak,bozulacaksınız. çünkü alkolün yalnızlığın ve karanlığın krallığında,düpedüz aşk bile beşeri ve yüksek bir tamamlanma olmaktan çıkmış;adamın ayağını bütün bütün kaydıran,yosunlu,kirli,hayasız bir oyun olmuştur: daha çok paranın,en çok alkolün,bilmem ne kadar züppeliğin ve gösterişin sırtında dönen yüzde seksen yalan,yüzde on aldatmaca,yüzde on kirletmece olan bir oyun! hadi artık gözler bozuk yumurta kıvamını bulsun,bulansın! burun delikleri büyüsün: tünelden taksime doğru yarı geceden sonra beşeri görevinden koparılmış şehvet yeryüzüne nesiller üretecek bir öldürgenliği mi temsil ediyor? işte bir cellat da bu. üçüncü cellat. saat: sıfır iki,ben şehvetim,uyruklarımı bir bir tanırım: caron pudrasının,dior tuvaletinin,rhodia kravatlarının gerilerinden bir yerde şaşırtıcı bir kolaylıkla en hayvan çizgilere yaklaşır; sutyenlerini ve yaka düğmelerini eğreti bir medeniliğin askısında unutup; harcanmış hayatlarını,hiçliklerini,bunalımlarını ağlayarak avuçlarıma kusarlar.

elbet şu ömer haybo,her duvarı ayrı ayrı ve özellikle kirletilmiş gecenin ve abbasın izlemesinden sıyrılacaktır;bulanık alkolün,iğrenç şehvetin ve gemi azıya almış yalnızlığın! onunla ben,yani abbas;yani bir yarı geceden öbürüne iç şimşekleri ve soluklanmalar halinde aktarılan; hem korkumuzun kalleş bıçakları ellerimizde ezici saklambacımızı oynayacağız; hem de ufak ufak bir cinnet çarşısını öğütüp eriteceğiz. bunun için ne lazımsa akıl cebimizde ve mide cebimizde hazır: fare tiksintisi,elektrik tuzu,colt mermisi,yalnızlık ve yalnızlık zehirleri,kullanılmış kadınlar ve taze can sıkıntıları. aklınıza ne gelirse,ne gelmezse! yalnız limanı ve garları alıp götürün. beyoğlunu yüksekkaldırımdan be taksimden tıkayın. hah şöyle! şimdi gel ömer haybo,yalnızlığını iyice destele alkolünü midenin termosuna doldur,şehvetini dişli kurt köpekleri gibi ardına tak ve gel! seni kalyoncukulluk’ta camlarına gün ve namus aydınlığı,yaşama sevinci vurmuş herhangi bir berber dükkanı önünde bekliyorum. hadi gel! erkesen! saat: sıfır üç! tahtakurusu gibi duvarlara yapışarak mı geliyorsun? hah hah! zarar yok,öyle gel. ben katı,sıhhatli ve sağlamım. ben abbas’ım. eller yukarı!

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...