nevermore Oluşturma zamanı: Mart 11, 2013 Paylaş Oluşturma zamanı: Mart 11, 2013 Sözcüklerin bir dilden diğerine taşınması sırasında, birbirinin yerini alan bazı harfler var ki, P ve F de bunlardan. Çoğu kez, diller arası yakınlaşma ve alışverişlerde P ve F harfleri birbirlerinin yerine kullanılabiliyorlar: "Peri" sözcüğünün, "Fairy" ya da "Faée" haline gelmesi gibi. Az önce sözünü ettiğimiz, Pehlevi dilinde peri anlamı veren "Ferai" sözcüğü de bu tür bir değişimi yaşamış izlenimi veriyor. Eğer değişimi tersine çevirir ve hece düzenini Eski Mısır dilinin yapısına uygun hale getirirsek, "Per-Ra" sözcüğü çıkıyor karşımıza: Eski Mısır dilinde, "Ra'nın Evi". Rahmetli Sir Wallis Budge, bunu "Güneş Tanrısı'nın Evi" olarak çevirirdi büyük olasılıkla. Zaten Ra'nın bütünüyle "Güneş Tanrısı" kavramıyla yapışık hale getirilmesinin mimarlarından biri de bizzat Budge. Oysa "Ra" sözcüğü, zaman içinde güneş tanrısı için kullanılmakla birlikte, bir isim değil, bir nitelik ya da daha doğru bir deyişle, bir unvan. "Işıldayan", "Parlayan" ya da "Işık saçan" anlamlarını içeriyor Ra ve Eski Mısır dilinde "göksel" alanlar için, yani tanrısal nitelikleri vurgulamak üzere kullanılıyor. Bir başka deyişle, o kısacık tek hece içinde hem "ışık" hem de "yücelik" kavramlarını içselleştiriyor. (Ayrıca Yakındoğu kültürlerindeki “Efendi” kavramının da öncüllerinden biri.) Dolayısıyla Güneş için de sık sık yinelenen "Ra", yani "Yükseklerde Işıldayan" ünvanı, zaman içinde onun adı haline gelmiş. Yoksa Ra ne özel isim, ne de salt "güneş" anlamı veren bir sözcük. Bunu göz önünde bulundurarak sözcüğe yeniden baktığımızda, "Per-Ra", bir başka anlam daha kazanıyor bu kez: "Işıldayan Ev". Ama Eski Mısır dilinde "ev" sözcüğünün de, tıpkı Batı dillerinde olduğu gibi, fiziksel bir yapıyı belirtmenin yanı sıra "hanedan" ya da "sülale" anlamını verdiğini gözden uzak tutmamak gerek. Yani "Per-Ra", aslında tam olarak bir insan grubunu vurguluyor: "Işıldayan Hanedan" ya da "Parlayan Sülale" gibi bir şey. Bu noktada, Kelt kültüründeki o çok özel ırkın, Elf'lerin adıyla ciddi bir paralellik çıkıyor karşımıza. Peki Mısır'da böyle bir hanedan biliyor muyuz? Bütün firavun sülaleri kendilerini "tanrılar gibi ışıldayan" olarak nitelerler; zaten firavun anlamına gelen "Per-o" sözcüğü de aslında "Büyük Ev" demektir. Az önceki mantıktan gidersek, "Büyük Sülale". Ama Per-Ra'nın daha farklı bir "ışıldama"yı vurguladığını söylemek mümkün. Mısır'la ilgili kapsamlı tarih çalışmalarının en eskisi, Manethon'un İsa'dan önce dördüncü yüzyıl sonlarında kaleme aldığı "Mısır Tarihi". Bu yapıtın orijinali elimizde yok. Ama çeşitli yazarların yaptığı alıntılardan, Manethon'un Mısır tarihini yeniden eskiye doğru üç aşamada değerlendirdiğini biliyoruz. Bugün modern Mısır tarihçilerinin de kaynak kabul ettiği Torino Papirüsü ile belli paralellikler de taşıyan Manethon kronolojisine göre, Mısır'da hanedanlar, yani "insan-krallar" dönemi, günümüzden aşağı yukarı beş bin yıl önce, ilk firavun olduğu varsayılan Menes'le başlıyor. Onun öncesinde, Mısır'ın yarı-tanrılar ya da oldukça özel bir ırk tarafından yönetildiği bir "ara dönem" var. Mısır tarihinin ilk evresindeyse Manethon, ülkeyi uzun süre tanrıların (Neteru) yönettiğini anlatıyor. Tabii ki modern tarihçilerimiz son derece seçici davranarak, Manethon kronolojisi ve Torino Papirüsü'nde "Hanedanlar Dönemi"ne ilişkin verileri gerçek kabul edip, önceki iki evreyi bütünüyle "hayal ürünü" olarak değerlendiriyor ve "mitoloji" başlığı altında yarattıkları farklı bir çuvala dolduruyorlar. Yani aynı kaynağın yarısı "kabul edilebilir somut bilgi", diğer yarısıysa "fantezi ve düşgücü ürünü." Ejiptologların yaklaşımlarını tartışmanın yeri de bu yazı değil; o halde biz yolumuza devam edelim: Manethon'un kronolojisinde "insan krallar çağı"nın, yani Hanedanlar döneminin başlamasından önceki zaman dilimini oluşturan evrenin yöneticileri, farklı bir ada sahip: "Şemsu-Hor". Yani, "Horus'un İzleyicileri." Acaba bu, toplumsal bellekten izleri neredeyse tümüyle silinecek denli eski, insandan farklı, yetkin ve "kimliği meçhul" yöneticiler, Peri ve Elf kavramlarıyla paralelliği olduğunu düşündüğümüz "Per-Ra", yani "Işıldayanlar Hanedanı" olabilir mi? “Şem İnsanları” ve “Şemsu-Hor” Bu noktada belki Mısır kültüründen kısa bir süreliğine uzaklaşıp, Eski Ahit'in sayfalarını biraz karıştırmakta yarar olabilir: "O günlerde ve sonrasında, yeryüzünde Nefilim vardı. Bunlar eski zamanların güçlü adamları, ünlü insanlarıydı." (Tekvin 6:4) Bilindiği üzere bu ayetler, üzerinde her dönem yoğun tartışmalar yaşanan, Musa'nın ilk kitabı Tekvin'in (Genesis) oldukça kritik bir bölümünde yer alıyor: Yani, Tanrı'nın insanlığı Tufan'la cezalandırmasının hemen öncesini anlatan bölümlerde. Sümer Kral Listeleri'nde, Tufan öncesi ülkeyi yöneten, olağanüstü uzun ömürlü, hatta bir tür yarı-tanrı çağrışımı yaratan bir dizi hükümdar sıralanır. Benzer biçimde, Tekvin de bize garip bir ipucu veriyor yukarıya aldığımız ayette: "Eski zamanların güçlü adamları, ünlü insanlar". Hangi "eski zaman"dır bu ve söz konusu kişilerin "ünleri" nereden gelmektedir? "Ünlü" olarak diğer dillere çevrilen sözcüğün İbranice'de karşılığı, "adı bilinen, tanınan" anlamlarına sahip "Şem". Yani aslında Tekvin'deki ayette şöyle deniyor: "Bunlar, eski zamanın güçlü Şem insanlarıydı." "Şem" ile ilgili muammalar bu kadarla da kalmıyor: Yine Tekvin'de, ellerinde taş yerine kerpiç tuğlalar olan insanların Babil kulesini inşa etmeye çalıştıklarını anlatan ayette, bu sözcüğe bir kez daha rastlıyoruz: "Haydi gelin kendimize bir kent ve başı göklere erişecek bir kule inşa edelim, bir nam yapalım!" (Tekvin 11:4) Tufan sonrası yerleşilen Mezopotamya'da Babil kentinin kurulmasını dile getiren bu ayette, kentin kurucularının kendilerine bir "nam yapmak" istediklerinden söz ediliyor. Kutsal Kitap yorumcularına göre bu, kendilerine ün kazandırmak, adlarını ölümsüzleştirmek isteğini vurgulamakta. Ancak bizim için ilginç olan nokta, yine İbranice orijinalde "nam" ya da "ad" yerine, "Şem" sözcüğünün kullanılmış olması. "Adlandırılmak, adı bilinmek" kökünden gelen Şem, İbrani dilinde "ad, isim" olarak da kullanılmış. Ancak biraz dikkatli bir taramayla, söz konusu "ad"ın, fazlasıyla özel bir varlıkla, Tanrı'yla bağlantılı olduğunu görmek güç değil. Yani Şem, sıradan bir adı değil, "önemli" bir adı ifade ediyor. Sözgelimi, Şemiramot, İbrani kabilelerinden Levililerde kullanılan bir kadın ismi. Asurolog Eberhard Schrader, bu sözcüğün kökeninin, Asur dilinde bir kadın ismi olan Sammumarat'tan geldiğini ve bu ada en çok Nimrod'da, Nabu adına dikilen anıtların üzerinde rastlandığını belirtiyor. Ancak bir başka uzmana, Paul G. Hoffmann'a göreyse Şemiramot, bir yer adı. Anlamıysa, "Şemiram'ın İmgesi (Sureti)". Şemiram sözcüğünün açılımıysa, Ram'ın (yani "Yüce Olan"ın) Adı. Bu noktada, "yüce olan" anlamına gelen Ram sözcüğüyle, "yücelerde ışıldayan" Ra arasındaki paralelliği anımsatmanın gereği var mı? Mezopotamya ve yakındoğu kültürleri uzmanlarının çoğuna göre Şem sözcüğü, Akatça "Şumu"dan geliyor. Çevirisi "O'nun Adı" olarak yapılan bu sözcük, "en yüce tanrı" için kullanılan bir sıfat. Bu yaklaşım, İbrani kültüründe Tanrı'dan söz etme biçimine ilişkin bir gelenek ya da "tabu" ile de oldukça uyumlu. Bilindiği gibi Tanrı'nın adı (YHVH) çok ender ibadetler ve Kutsal Kitap okumaları dışında telâffuz edilmez; bu bir tabudur. Hatta, "halkın" okuduğu Kutsal Kitap'ların büyük bölümünde bu tabu geleneğine uygun olarak Tanrı'dan "Ha-Shem" olarak söz edilir: Yani, "O'nun Adı". O halde Şem sözcüğünün Tanrı Adı ile bağlantılı olduğunun altını çizebiliriz. Zecharia Sitchin, oldukça radikal bir teoriyi sunduğu ünlü "12. Gezegen" adlı kitabında, hem Nefilimlerin "ünlü insanlar" olarak nitelenmesine, hem de Babil kulesini inşa edenlerin "kendimize bir nam yapalım" dediklerinin ileri sürülmesine, "Şem" sözcüğü ekseninde itiraz ediyor. Oldukça akla yakın bir öneriyle ortaya çıkıyor Sitchin ve "Şem" sözcüğünün başta Akatça olmak üzere çoğu Sami dilinde karşımıza çıkan "Şamu" ve "Şamaim" sözcükleriyle akraba olması gerektiğine dikkat çekiyor. Her iki sözcüğün de anlamı, "gökyüzü". Ancak Sitchin bu saptamanın devamında iddiasını daha ileri bir noktaya götürüyor ve gökyüzü ile ilgili bir kavramın, "başı göklere erecek bir yapı inşa etme" bağlamında kullanılmasının ancak uzay araçlarını, yani "roketleri" kastetmiş olabileceğini ileri sürüyor. Dolayısıyla, Sitchin'e göre Tekvin'de Nefilimlerden söz eden ayet, "Şem insanları" nitelemesiyle "uzay gemisi kullanan bir halka" gönderme yapıyor. Benzeri biçimde, Sitchin'in yorumuyla Babil'de kule inşa eden insanlar da "Kendimize bir ad yapalım" değil, "Gelin bir uzay gemisi inşa edelim" diyorlar! Bütünüyle "saçma" deyip elimizin tersiyle bir kenara itemesek de, Sitchin'in yorumlarının fantastik olmaktan öte, biraz fazla "cüretkâr" nitelik taşıdığını düşünüyorum. "Şem" ile "Şamaim"in ya da "Şamu"nun dilbilimsel anlamda bağlantılı olduklarınaysa bir itirazım yok. Hatta belki bu bağlantı, izini sürdüğümüz "Elf" ve "Peri"lerin olası en eski kökenlerini anlamamıza da büyük oranda yardımcı olabilir. Yıldızları izlemek Şimdi yeniden Manethon'a ve eski Mısır kayıtlarına dönelim. Hanedanlar, yani "insan krallar" döneminin başlamasından hemen önce, Manethon kronolojisine göre Mısır'ı "Horus'un İzleyicileri" adlı, üstün bir ırkın yönettiğinden söz etmiştik. Sözcüğün Mısır dilindeki orijinaliyse, "Şemsu-Hor"du. "Şemsu" (Şmsw) sözcüğü, "izlemek" fiilinden (Şemsi/Şmsj) türetilmiş ve izleyen, takip eden anlamını veriyor. Horus içinse farklı tapınak kültleri ve inisiye okullarına göre değişen yorumlar söz konusu: Güneş (Ra ile bağlantılı) ya da Venüs (Osiris'le bağlantılı). Ufuk anlamına gelen "Akhet" sözcüğüyle yapılan oldukça ünlü bir tamlama var: "Hor-Akhti", yani "Ufuktaki Horus." Güneş kültünün öne çıktığı görece daha geç dönemlerin teolojisinde bu, doğmakta olan güneşi ve yenilenmeyi vurgularken; daha eskilere giden kimi astronomik ve dinsel kaynaklarda "Hor-Akhti" tamlamasıyla Venüs'ün sabah yıldızı halinin belirtildiğine ilişkin işaretler var. Her durumda Horus, mitolojilerdeki bütün rollerinin dışında, "göksel" ve "ışıldayan" bir varlık. Bu nedenle, Mısır astronomlarının gökyüzü gözlem kayıtlarının tutulduğu ve yıldız hareketlerinin incelendiği çizelgeler, Mısır'ın Büyük İskender'in işgali sonrasında Hellenistik hanedanlarca yönetildiği dönemlerde, Yunanca "Horoskop" olarak adlandırılmış; yani "Horus'un izlenmesi". Şimdi, eğer burada "izlemek" fiili, Türkçe'de (ve birçok başka dilde) olduğu gibi, "peşinden gitmek" dışında bir de "seyretmek" anlamını veriyorsa, bir başka deyişle "televizyon izlemek" fiilinde olduğu gibi Mısırlılar da "yıldızları izlemek, izini sürmek" anlamında "Şemsu" terimini kullandılarsa, Hanedanlar öncesi dönemin yöneticilerini belirtmekte kullanılan bu özel ad, (Şemsu-Hor) "Venüs'ün izleyicileri" de olabilir, "Güneş'in izleyicileri" de. Yine her durumda, "yücelerde olan, ışıltılı gök cisimlerinin" izlenmesinden söz ediyoruz. “Yitik Uygarlık” izleri mi? "Orion Gizemi" kitabının yazarı Robert Bauval ile "Tanrıların Parmak İzleri"nin yazarı Graham Hancock 'un ilk ortak çalışmaları olan ve Eski Mısır'ın ezoterik yıldız kültürünü sorgulayan "Keeper Of Genesis" adlı kitapta "Şemsu-Hor", doğrudan doğruya, kökü çok eski, bilinmeyen bir uygarlığa dayanan astronomi bilgeliğini yaşatanlar olarak ele alınıyor. Bir başka deyişle, Bauval ve Hancock'a göre "Şemsu-Hor", Heliopolis teolojisinin Hanedanlar öncesi dönemde yaşamış "bilge rahipler"i kastetmekte kullandığı bir özel ad. Peki kim bu rahipler hanedanı? Yazarlar bu çok eski ve engin astronomi bilgisinin sahiplerinin, günümüzde anıları neredeyse tümüyle belleklerden silinmiş, "yitik uygarlığa", yani Atlantis'e ait olduğunu düşünüyorlar. Giza piramitlerinden Karnak Tapınağı'na dek bütün görkemli Mısır yapıtları da, bu uygarlığın bize bıraktığı "zaman kapsülleri". Yine bütünüyle elimizin tersiyle itemesek de, "batık kıta" varsayımlarını (asla hafife almamak üzere) bir kenara bırakalım şimdi. Uygarlık tarihinin bilinen en eski "yönetici ırkı" olarak karşımıza çıkan ve yarı-tanrı imgeleriyle donatılan "Şemsu-Hor", büyük oranda gökyüzüyle, "yücelerde ışıldayanlar"la, bilgelik ve aydınlanmışlıkla kopmaz biçimde bağlantılı görünüyor. Ne kadarı mecaz, ne kadarı gerçek anlam içeriyor bilemiyoruz (büyük olasılıkla her ikisi de söz konusu) ama efsanevi "Şemsu-Hor", 1. Birçok bakımdan "sıradan" insanlardan üstün bir bilgeliği, olgunluğu ve aşkınlığı simgeliyor. Yani "ışıltı" ve "parlama"yı buluyoruz onların doğalarında. 2. Bir biçimde, "yüceler" kavramıyla, "gökyüzü" ile bağlantılı oldukları görülüyor. Bunun gökyüzüyle ilgili engin bir bilgiyi ve "Horus'u izleme" pratiğinin getirdiği ayrıcalığı mı, yoksa sözcüğün tam anlamıyla "göklerde gezinme"yi mi kastettiğiyse, belirsiz. (Eğer Mısır’da “Şemsu-Hor”la ilgili bulduğumuz verileri, Eski Ahit’teki ayetlere yeniden yansıtırsak, “Şem insanları” olarak adlandırılan Nefilimler, hem gökyüzüyle ilişkilendirilmiş oluyorlar, hem de bir “yıldız izleme kültünün temsilcisi” durumuna geliyorlar. Babil Kulesi ile ilgili ayette söylenense şu biçimi alıyor bir anda: “Haydi gelin kendimize göklere dek yükselen bir gözlemevi yapalım!” Yani, Ziggurat’ların ilk ve kusursuz örneklerini inşa eden bir topluma ilişkin ipuçları veriyor.) Bu yönleriyle, "Şemsu-Hor", sözünü ettiğimiz, "insan-kral" hanedanları öncesinde Mısır'ı yöneten hipotetik "Per-Ra" hanedanı için en uygun aday olarak çıkıyor karşımıza. Tıpkı, Pers kültüründeki "ferai" ve "peri" ya da Kelt-Töton folklorundaki Elf ve Albi'ler gibi. Belki de Albi kasabasında arınmayı ve "aydınlanma"yı vaaz eden, bu nedenle Kilise tarafından "sapkın" ilan edilen Cathar'lar da Tanrı'ya yakın olmak için "eski zamanlardan ünlü insanlar"ı kendilerine örnek almaya çalışıyorlardı, kim bilir? Tanrı'nın ışığıyla aydınlanma ve ışıldama, böylelikle eskinin kusursuzluğuna ulaşma iddiasındaki bu insanların karşısına Kilise, "Onlar Şeytan'ın uşaklarıdır" iddiasıyla çıkıyordu. İyi de, kimdi ki bu Şeytan? Kilise Babaları, ilkin İsa'yı baştan çıkarma görevi üstlenen, ardından "Tanrı'nın Düşmanı" kimliğine bürünen Şeytan'a "Lucifer" adını vermişlerdi. Bunun oldukça ilginç bir ironiyi içerdiğini söyleyebiliriz, çünkü "Lucifer" adının sözlük anlamı, "Işıldayan" ya da "Işık Getiren"dir! Tarih öncesi kültürlerin hemen tümünde baskın niteliği görünmesine karşın "insan-krallar" çağında ikinci plana itilen "Ana Tanrıça Kültü"nün geç dönemdeki kalıntıları içinde en ünlüsü, Sümer tanrıçası İnanna'dır; yani Babil'in İştar'ı ve Kenan'ın Astarte'si. Eski Yakındoğu'nun hemen her yerinde izlerine rastladığımız bu tanrıçayı simgeleyen maddeyse, "lapis lazuli"dir; yani "lacivert taşı". Dilimizdeki lacivert sözcüğü de, Farsça'da bu taşa ve onun yansıttığı renge verilen addan gelir. Adı üzerinde, parlak laciverttir lazuli taşı ve kendisi ışık vermese de, üzerine düşen ışığı, parıltılarla yansıtır: Yani, bir diğer adı da "ışıldayan taş"tır; tıpkı gökyüzü gibi! (Zaten bu nedenle eski dilde "Kubbe-i Lacivert" tamlaması, "gökyüzü" anlamını verirdi.) Şeytan Lacivert sever! Artık söylemeye gerek var mı bilmiyorum, Kilise Babaları'nın Şeytan'a layık gördükleri "Lucifer" adı, "Lacivert" ile aynı kökten gelir: Yani "Işık Getiren" ya da "Işığı Yansıtan"dan. Daha da önemlisi, lacivert, İnanna'nın, yani bir "tanrıça"nın, ezcümle, "bir kadın"ın taşı ve simgesidir. Lucifer, Şeytan'dır; ona taptığı ileri sürülenlerse, cadılar: Yani kalıtımsal olarak anadan kıza iletilen bir bilginin taşıyıcıları olan kadınlar. “Hekate” modelindeki “Bakire – Anne – Kocakarı” kimlikleriyle üç rolün ve evrenin tek varlıkta birleşmesini simgeleyen kadınlar. "Peri" dişi bir sözcüktür ve Kilise baskısı döneminde Şeytan'la bağlantılı düşünülmüş, hatta Cathar'lara aşağılama ve suçlama için "Periler" denmiştir. Kelt dilinde Elf sözcüğünün ilk kullanımı, dişil nitelik taşıyan Albi'dir. Bütün bunlardan sonra, ister istemez şu soru geliyor akla: Tektanrılı dinlerin erkek egemen ideolojileri içinde kadınların her zaman "günah"a ve kötülüğe yatkın değerlendirildikleri de göz önüne alındığında, acaba Kilise Babaları'nın "dirilmesinden" korku ve endişe duydukları eski kültür, tarihin en eski dönemlerinde bile izleri belirgin olarak karşımıza çıkan Ana Tanrıça Kültü müdür? Şeytan'la işbirliği yapmasından korkulan kadınlar, aslında kolektif bilinçaltındaki çok daha eski bir korkuyu mu çağrıştırmaktadırlar? Hepsi bir yana, "yüceler"le bağlantılı görülen şu "aydınlanmış" ırk... Yani, Elf'ler, yani Peri'ler, hatta şu Şemsu-Hor... Bunlar egemenliğin kadınların elinde olduğu, çok eski bir "üstün toplum"a ilişkin silik anılar mıdır? Dahası, böyle bir ırk gerçekten var mıdır, yoksa düşlerde yaratılmış bir ideal midir? Eğer gerçekten var idiyse, kimdir bunlar ve nereden gelmiş, sonra ansızın nereye gitmişlerdir? İnsanlık tarihinin bilinen en eski evrelerine varmaya çalıştığımızda, geçmişle ilgili ulaştığımız her aşamada, bir "şipşak" fotoğraf çekmeye çalışıyoruz. Bu fotoğraflarda, arka planda bir türlü kim olduklarını seçemediğiz birilerini görüyoruz hep; fotoğraf bir hayli flu çıkıyor çünkü. Bunlar Şemsu-Hor mudur, Peri midir, Elf midir, yitik uygarlık Atlantis'in bilgeleri midir, uzaydan gelen yabancılar mıdır, yoksa aslında bizim gibi "sıradan" insanlar mıdır? Yoksa yoksa, aslında arka planda bir şey yoktur da biz sağdan soldan uzayan gölgeleri birtakım siluetlere mi benzetmekteyizdir? Ne olursa olsun, bu fotoğrafın netleşmesini sağlamanın, kim olduğumuzu anlama sürecinde kilit öneme sahip olduğunu düşünüyorum ben. Ve ne derseniz deyin, elimde değil, o fotoğrafın çekildiği bölgeden hep bir "kadın kokusu" alıyorum. Koruyucu, kollayıcı, bilge, sevecen, üretken, sıcak, baştan çıkarıcı ve sağduyulu bir kadın kokusu. Burak Eldem Kaynak: http://www.derki.com Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Northice Yanıtlama zamanı: Mart 11, 2013 Paylaş Yanıtlama zamanı: Mart 11, 2013 Never senin açtığın konuları bir solukta okuyorum vesselam eline sağlık Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
ArpiA Yanıtlama zamanı: Mart 11, 2013 Paylaş Yanıtlama zamanı: Mart 11, 2013 Çok sürükleyiciydi, kitap olsa okunur Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Önerilen Mesajlar
Sohbete katıl
Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.