Jump to content

Hataların Değeri


nazirella

Önerilen Mesajlar

Burada üzerinde duracağımız nokta, hatanın gereği, değeri ve hatadan sakınmanın olası olup olmadığıdır. “Yüksek hakikatler” den dem vururken; çoğu kez, yanılmakta olduğumuza dikkat etmeyiz. Bir tartışmada, herkesin hakkı ve hakikati kendi tarafında görmesi ve kavgaların ortaya çıkması hep bu gafletin sonucudur. Herkes değilse bile, her gâfil, Mutlak Realite’ye ulaşmış gibi iddiakârlığa girişir ve bundan da hakikatin en yüksek tahtına oturduğunu zanneder; dinsel, felsefi, bilimsel, toplumsal, ahlaksal vb. “ekol sahipleri” ortaya çıkar.

Tüm bu ekolcüler aralarında boğuşurlarken, düşünmezler ki; hiç birisi inanışta, Mutlak Realite’ye ulaşmış değildir ve hepsinin az çok hatalı yanı vardır. Fakat işin asıl zor yanı şudur ki; hangi ekol sahibinin, hangi noktada ötekinden hakikate daha çok yakın bulunduğunu takdir etmeye az çok yarayacak ölçülerde herkesin kolayca kullanıp uygulayabileceği şeyler değildir. Bu durum, birçok aldanmaların sonunda doğacak önemli ve karışık bir çok zararlı olayların nedenidir.

 

İnsanın realite alanı ne kadar darsa, o kadar çok hata yapma olasılığı vardır. Bu duruma göre, denilebilir ki; en olumsuz bir duygu ve düşünce ile yaşayan bir kimsenin hükümlerinde inanışlarında hemen hemen yok denecek kadar az isabetler vardır. Üstat diyor ki, “Aşağı derecedeki ruhlar için olan realiteler de, daha yüksek derecelerdekilere oranla hata olasılığı daha fazladır. Ruh yükseldikçe bu olasılık azalır. Fakat hata olasılığından kurtulmak bizim gibiler için de söz konusu değildir.” Şu halde ruh, madde aleminde ne kadar yükselmiş olursa olsun, asla hatalardan arınmış değildir. bu hata, oran olarak “geri ruhlar” ın kine göre azdır ama hatasızlık söz konusu değildir. Üstadın aşağıdaki sözleri bu fikri tamamlar: “Yüksek düzeylere çıktıkça, görüş alanı genişler, hata olasılığı azalır ve bunun ikisi bir gider. Fakat sadece dünyada değil; maddeye bağımlı kaldığınız sürece, yani aracınızın noksanlığı içinde kaldığımız sürece, hatta az önce belirttiğim gibi, bizim dereceye gelenlerin bile, hatadan arınmış olma olasılığı yoktur.”

Bu sözlerin gerçek değerini takdir edebilmek için Üstad’ın tekamül düzeyi hakkında az çok bir fikir sahibi olmak gerek. Konumuz bu olmadığı için, şimdi bu nokta üzerinde durmayacağım. Ancak şu kadarını itiraf etmek zorundayım ki, yıllarca süren deneyim yaşamımız boyunca Üstad’ın bulunduğu gelişmişlik düzeyi, bizim tüm duygu ve düşüncelerimizin üstünde kalmış ve takdirimizin üzerine çıkmıştır.

Burada yanılıyor muyuz, bilmiyorum. Yalnız bugün benim için bir realite olan şey şudur ki, bizim şu andaki kabiliyetlerimiz bu yüksek plandaki varlıkların olgunluk düzeylerini takdir etmeye uygun değildir. Buna karşın, Üstad’ın birçok kez; “Bizler de hatadan arınmış değiliz.” demesi bizim için, belki çok kimselerin kavrayamayacağı derin anlamları içerir. Aşağıdaki tebliğler de aynı fikirlerin ayrıntılarını içermektedir.

“Şunu biliniz ki, dünyanızda, ne kadar yüksek olursa olsun, hatalardan arınmış bir fert yoktur. Her zaman bazı şeylerin hatalı tarafları olduğunu göz önünde tutunuz. Tüm hakikati anlayamazsınız.”

Hatta, dünyanın ağır yaşamından kurtulmuş ama henüz tüm maddesel bağlarını çözmemiş varlıkların bile hatadan arınmış olmayacakları düşünülürse; bizler gibi dünyada şimdi yaşayanların hatasız olacaklarını varsaymak gülünç olur.

 

Hata özellikle dünyamızdakilerin olgunlaşma yolunda geçirecekleri deneyim türlerinden biri olarak kabul edilebilir. Deneyim ve hata birbirini yürütür ve tamamlar / bütünler. Dolayısıyla hatasız bir deneyim yaşamının anlamı yoktur. Her hakikati, kolayca ve ceht sergilemeden ve hatasız bir şekilde elde edebileceğimize inandığımız anda, etkinliğimiz durur. Oysa ki, insanın madde evrenindeki varlığı, maddeler üzerindeki tesirliliğini arttırmak içindir ki, bu da, ruhun etkinliğini kullanmaya alışmasıyla olasıdır. Cehd etme gereğini duymayan bir ruh durağanlığa mahkumdur ve bu durum ruhun özünde bulunan tesirlilik melekesiyle asla bağdaşmaz. Ayrıca, unutulmamalıdır ki; insanın cehtini kamçılayan ve sürdüren en önemli etmenlerden biri de, aldanmaları sonucunda ortaya çıkan durumudur. Şimdi vereceğim tamamlayıcı tebliğler bizi bu konuda daha çok aydınlatacaktır:

“Siz dünyada hakikatlere nasıl bin bir güçlükle kavuşa biliyorsanız; o kadar güçlükle, bu ahret bilgilerine kavuşabilirsiniz. Yoksa varlık dünyadaki kuralların aksine hareket etmiş olur… Çünkü dünya işlerinde birçok aldanma vardır. Unutmayınız ki, sizin dünyanızda her şey bir çalışmanın ve bir cehdin meyvesidir. Siz, dünyanızdan çıkmış değilsiniz. Sizi görüp gözeten ruhlar da sizi hayata sürükleyebilir. Yeter ki, sizler dünyadaki kuralları ihlal etmeyesiniz.”

Bu son cümle hemen fikirleri alt üst edebilir. Nasıl ki, ilk işittiğimiz zaman, bizde de aynı şeyi yapmıştı. Çünkü insanların (“bedensiz” ) rehberleri ve yardımcıları tarafından hataya itilmesi fikri, böyle bir düşünce tarzına henüz alışmamış olanların zihnini karıştırabilir. İşte biz bu şaşırmışlık hali içinde Üstad’a şöyle bir soru yöneltmiştik: Bu son ifadenizi biraz açar mısınız? Aldığımız yanıt doyurucu olmuştu. Bu yanıt aynı zamanda şimdiye kadar aldığımız bilgilerin iyi bir özetini oluşturmuştu:

“Siz dünyasal yasalara bağımlısınız. Sizleri yasaların kapsamının dışına çıkararak kurtarmak lehinize olmaz. Başka türlü ifadesiyle, sizleri; cehitsiz ve hatasız he hakikate ulaştırmak hayrınıza bir şey değildir.”

Bu sözlerin iyice irdelenmesinden sonra, görüp gözetmenin, hataya sevk olunmakla ilgisi daha iyi anlaşılır. Üstad’ın açıklamalarını incelemeyi sürdürelim:

“Dünyada isabet ile hatanın yan yana gittiğini, hakikat ile sevabın birlikte gittiklerini de belirtim. Nasıl ki, aldanacaksınız ve hamle yapacaksınız… Böyle böyle aldanarak, hamleyi arttırarak aradaki fazla bilgiden yararlanacaksınız… Her zaman yinelediğim gibi, hakikatleri kolayca ve zahmetsizce tebliğ edemem. Bu sizin yararınıza olmadığı gibi, içinde bulunduğunuz dünyanın yasalarına da karşıdır… Yalnız size ufak bir gerçeği bildirmekte sakınca yok ama gelecekte cehitlerle ve hatalarla ortaya çıkaracağınız hakikatleri birer birer anlatacak durumda olmadığımı bir kez daha yinelemeliyim .”

Buradaki güçsüzlük, keyfi ya da rastgele bir durum gibi sanılmamaktadır. Yer yer geçen ifadelerden de anlaşıldığı gibi, bu doğa yasalarının değişmez bir sonucudur ve hiçbir varlığın iradesi bunun önüne geçemez. Fakat şunu da unutmayalım ki, her şeyde olduğu gibi burada da doğa yasaları sürekli olarak bizlerin gelişimimize yarayıcı sonuçlar doğurur.

 

Sonunda sevgili Üstadımız, bu konudaki son görüşmemizde, son celselerini yine bu konuyla ilgili tebliğleriyle kapatmışlardır: “….öteki bir kısım hatalar dünyamızda geçerli yasalar gereği olarak kalacaktır. Hatalar insanlara, yeni hamle yapmak ve daha büyük hatalara düşmemek gibi yararlar sağlar. Tebrikler, sevgiler, hoşça kalın.”

Zaten doğal yaşamımızın bize bu hükümlerin en canlı örneklerini bol bol verir. Hangi insanoğlu ta doğduğu günden itibaren tüm yaşam programını kesin olarak ve önceden bilmektedir? O bir kez gözü kapalı olarak yaşama karıştıktan sonra, yaşam koşullarının sonsuz, sürekli sarp ve dikenli yollarında yuvarlanmaya yürümeye çalışır. Yarın ne olacak, başladığı bir işin sonunda başına ne gelecek?

Tüm bunlar meçhul olmakla birlikte, o yürümeyi sürdürür. Burada ona güç ve cesaret veren bir tek etmen vardır; o da, genellikle aldatan ümit… Bununla birlikte, belki ümitler boşa gider, belki emeller gerçekleşmez ama bu yolda sarf edilmiş cehitlerin hiçbiri ziyan olmuş değildir. Çünkü esasen sergilenen cehitlerin amacı, kesinlikle gerçekleşmek olan, bizim asla düşünemediğimiz ve hatta tasavvur bile edemediğimiz daha yararlı hedeflere yönelikti. Dolayısıyla bir konuda cehtedilmiş ve bizim bilgimiz dışındaki amacı gerçekleşmiştir. Bunun, dünyasal anlayışların esareti altında beklediğimiz, görünüşte şu ya da bu sonucu vermemesi; olsa olsa ancak onların karşısında vereceğimiz tepkiler bakımından önemli olabilir. Görüldüğü gibi bu da bir aldanma..

 

Dünyadaki aktif ve yaratıcı insanların yaşamlarını araştırırsanız, istisnasız olarak onların kendilerini sıradanlıktan ve klasiklikten kendilerini kurtarmış olduklarını görürsünüz. Hata yapmaktan ve hatasını kabul ve itiraf etmekten korkanlara karşı ilim kapıları kapalı kalır; çünkü bu tutum kişiyi cesaretsiz ve uyuşuk yapar. Bunun yanı sıra, iyi niyetli ve iyilik için çalışan kimselerin düşeceği hatalar yükseltici kuvvetler içerir. Böyle bir hatayı itiraf ve kabul ederken, o kimse sıkılmaz sevinir. Bu sevinç, hataya düşmüş olduğu için değil, onu keşfedebileceği içindir; çünkü bu tutum, onun bir ilerleme adımı olmuştur.

 

Bir öğrenci, öğrenmek için birçok hata yapacaktır. Bir çırak elbette ki hatalar yapacaktır. Bunun gibi, uygulama alanı olan dünyamızın insanları da hatalar yapacaklardır. Yeter ki bu hatalar kasten ve kötü amaçla yapılmış olmasın; eğer böyle ise esasen onlar hata kapsamından çıkar. Şu halde tekamül yolunda hata yapmak kişinin hakkıdır; ona bu hakkı tanımayarak, özgürlüğüne yönelik saldırı, görünüşte iyi gibi olsa da, gerçekten zararlıdır.

 

Demek ki, akıllı bir kimse, kendisinden daha yüksek düşünen ve duyanlara karşı büyük bir saygı gösterirken, geri realitelerde yaşayan küçük kardeşlerine de geniş bir hoşgörü duygusu besler. Ayrıca da bilir ki, bu küçük kardeşi ne kadar hatalarda yuvarlanıyorsa, kendisi de o kadar hatadan kurtulmuş değildir.

 

Kaynak: Ruh ve Kainat

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...