Jump to content

Dracula (Vlad Tepes ) Kimdir ?


beelze

Önerilen Mesajlar

Biaraz uzun kusura bakmayın elimden geldiğince kısalttım

 

Dracula” kelimesini duyduğumuzda istisnasız hepimizin aklına siyah kıyafetler içinde, uzun boylu, soluk tenli,siyah geriye taranmış saçları olan, kendi boyu kadar uzun bir pelerine sarınmış keskin bakışlı biri gelir aklımıza.Her nekadar bu karakterin hayal ürünü olduğunu bilsekte hepimizin beynine kazınmış bir Dracula imajı vardır.Ama kimdir bu Dracula? Gerçkten yaşamış mıdır böyle biri???

Dracula bizim hayalimizdeki gibi biri olmasada 1400’lü yıllarda yaşamış bir Romanya hüküdarıdır.Yani tamda Dracula isminin çağrıştırdığı gibi Transilvanya’yıda içine alan bir bölgeyi yönetmiştir.(Transilvanya’nın kelime anlamı “Ormanın ötesindeki ülke”dir.Bu bölge için Avrupada bir zamanlar “Siebenbürgen” ismide kullanılmıştır.

Bu noktdan sonra Dracula isminin nereden geldiğini açıklayabiliriz; Asıl kahramanımızın babası Vlad 1431 yılında Nünberg’te yapılan bir toplantıyla amacı kutsal Roma-Germen imparatorluğunu korumak ve Katolik mezhebini yaymak gibi amaçları olan Ejderha Tarikatına kabul edilir.(Buradaki “tarikat” kelimesinin bizim bildiğimiz anlamından daha farklı bir anlam taşıdığına dikkatinizi çekmek istiyorum)Pekte küçümsenecek bir olay değildir bu, çünkü bu tarikatın tüm üyelerinin sayısı 24’ü geçmez, ve tüm üyeler soylu kişilerden oluştuğu için bu tarikata kabul edilmek Vlad için kuşkusuz büyük bir onurdur.Ejderha tarikatının üyelerine ölene kadar boyunlarında taşıyacakları, değerli taşlardan yapılmış ejderha şeklinde birer kolye (öldüklerinde de mezarlarına konulacaktır) ve biri yeşil biri siyah iki pelerin verilir.

Yıllar sonra Vlad ülkesine dönüp tahta geçtiğinde onun Ejderha Tarikatına üye olduğunu bilen az sayıdaki kişi ona Dracul (ejderha) ismini takarlar.Tarikattan habersiz olanlar ise Vlad’ın kalkanındaki ve bastırdığı sikkelerdeki ejderhalara bakarak ona aynı ismi takarlar.

Daha sonra Vlad’ın çocukları olduğunda onlarada Dracul’un oğlu anlamına gelen Dracula ismi verilir.

Vlad Dracula’yı günümüze taşıyan şey ise caniliĝi,ülkesi için savaşırken sergilediĝi dehşettir.

Hepsinin arasında en çok göze batan tutkusu kurbanlarını kazığa oturtmasıdır.(Kazıklı Voyvoda ya da Lord Impaler isimleri buradan gelir)İnsanları asmak ya da kafalarını uçurmak yerine kesinlikle daha acı verici olan bu yöntemi kullanıyordu.Kurbanların çoğu sivri kazıkların üstüne oturtuluyor bazıları ise karınlarına ya da sırtlarına batacak şekilde kazıkların üzerine bırakılıyorlardı.

 

Yinede bu Dracula’nın caniliğini sergilediği tek alan değildi; Bir gün Vlad’ın sarayına (daha doğrusu şatosuna) İtalyan elçiler gelir ve huzuruna çıkmak isterler.Elçiler içeri kabul edilir ve saygı gereği diz çöküp şapkalarını çıkarırlar ve Vlad Dracula’nın önünde başarını eğerler.Ama o zamanki gelenekler göre İtalyanlar şapkalarının altına küçük takkeler giymektedirler ve Vlad’ı selamlarken bunları çıkarmazlar.Dracula başlarındakinin ne olduĝunu ve niye çıkarmadıklarını sorar.Elçiler ise bunun bir gelenek olduĝunu ve eğer Dracula bu geleneğe saygı gösterirse sonsuza dek onun hizmetinde olacakları ve gittikleri tüm ülkelerde Vlad’ın ne kadar iyi bir hükümdar olduĝundan bahsedecekleri cevabını verirler.Bunun üzerine Dracula ayağa kalkar onların bu geleneğini tanıyacağını ve daha da geliştireceğini söyler.Elçilerin yanına gediğinde elindeki çivileri teker teker takkelerinin üstünden elçilerin kafalarına çakar

 

Darcula'nın bir diyer caniliği ise bir gün ülkesindeki tüm fakirleri dilencileri toplayıp bir yemek werir kendisi bu yemeğe katılmaz herkez geldikten sonra yemek odasının kapılarını kapattırıp herkesi yaktırır

 

Darcula’nn Kazığa oturtma tutkusuna karşı uzmanlar tek bir konuda birleşiyorlar; iktidarsızlık.Ve bu savı destekleyen başka bir dehşeti ise :Cariyelerinden biri bir gün Vlad’ın bu yönüyle alay eder.Bunun üzerine Dracula bıçağını çeker ve kadının vücudunda bacaklarının arasından başlayıp göğüslerine kadar uzanan bir yarık açar.Ve “Tüm dünya ne kadar ileri gidebildiğimi görsün” der.

 

Tamam ama tüm bu Vampirlik hikayeleri nereden geliyor?

Gerçek şu ki Dracula tam olarak bir vampir değildi.Ancak hayatı incelendiğinde tüm bu Vampir hikayeleri için gerekli malzeme bulunabilir: zeka, soyluluk, canilik...ama kan emicilik?

Anlatılanlara göre Dracula büyük katliamlarından birinde, etrafında yüzlerce kişi kazığa geçirilirkenkendisi bir masada oturmuş hem katliamı izliyor hemde yemek yiyordu.Yemek esnasında ekmeğini kurbankardan akan kana banarak yemeye başladı.Ve buyazarlara çok büyük bir esin kaynağı oldu.

Dracula isminin Vampirlikle özdeşleştirilmesinin ardında ise ünlü yazar Bram Stoker yatar.Stoker yazdığı romanda Vlad Dracula’yı ölümsüzleştirir ama bunu yaparken Vlad Dracula’ya ait olmayan özellikleride ona maleder.Stoker ilk Vampir romanı yazan yazar değildir ama şu bir gerçektir ki bu edebiyat türünde doruğa Stoker’ın Dracula’sıyla ulaşılmıştır.

Son olarak Stoker’ın Dracula’sı ve Vlad Dracula arasındaki farklarıda iyice düşünerek şunu rahatlıkla söyleyebilirim; ben Vlad Draculanın eline düşmektense Vampir olmayı tercih ederdim

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Bunun üzerine Dracula ayağa kalkar onların bu geleneğini tanıyacağını ve daha da geliştireceğini söyler.Elçilerin yanına gediğinde elindeki çivileri teker teker takkelerinin üstünden elçilerin kafalarına çakar

 

Artık sapkalar kalıcı:)

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

bir başka "benim duyduğuma göre" vlad özünde iyi bir insan fakat halkı ve yakınlarının osmanlıyı karşısına alması için yaptığı baskı kafayı yemesine sebep olur...osmanlı'ya vergi vermeyi keser.Fatih can dostunu uyarır ters hareketler yapmaması için ama vlad çoktan kafayı yemiştir ve tersler gel zaman git zaman fatih orduları hazırlar ve kuşatır vlad'ın kalesini fakat her ne hikmetse vlad o kuşatmadan kaçmayı başarır(kim bilir belki fatih son anda bırakmıştır gizliden gizliye)...hikayenin gerisini bilmiorum ya fatih en sonunda kafasını kestirip halka gösteriyodu ya da vlad kendini bi şatoya hapsedip orda ölümünü bekliyodu.

 

dracula adına gelince yine duyduuma göre dracul babasının savaşta yaptıklarından dolayı kendisine verilmiş takma ad tarzı bişi anlamı ise "şeytan" sonradan vlad'a da şeytan'ın oğlu anlamına gelen dracula adı takılıyo...

 

dediğim gibi bunlar duyduklarım:D

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

"Şeytan'ın oğlu" saraya gidiyor

Türkler, 1431 yılında Orta Romanya'daki Sighişoara kasabasında dünyaya gelen Vlad'ın hayatında, henüz küçücük bir çocuk olduğu günlerden, savaş meydanında son nefesini verdiği ana dek daima en belirleyici unsur oldular. Buna belki de "alınyazısı" demek daha doğru olur.

Macar kralı Vladislav'ın seçkin birliklerinde yer alan babası Vlad Dracul cengaverliği ve acımasızlığıyla ünlenmiş bir şovalyeydi. Soyadı olarak kullandığı lakabı "Dracul"un Romencede "şeytan" anlamına gelmesi de ona yönelik kitlesel korkunun somut bir ifadesiydi aslında.

Vladislav'a bağlı diğer bütün seçkin şovalyeler gibi, kılıcında ve zırhında bir ejderha figürü bulunan baba Vlad, giriştiği savaşlarda uçurduğu yüzlerce kafaya rağmen, oğlu doğduğunda bütün babalar gibi pamuk kalpli bir adama dönüştü ve sevinçten bayram etti. Evladını el bebek gül bebek büyütebilmek için de bütün imkanlarını seferber edecekti namlı cengaver...

Romenlerin "Wallachia" olarak andıkları bu topraklar Sultan 2'nci Murat'ın amansız akınlarının ardından Eflak ve Boğdan adlarıyla Osmanlı'ya bağlanınca, baba Vlad da Türklerin o dönemdeki başkenti Bursa'ya ister istemez bağlılığını iletmek zorunda kalıyordu.

Osmanlıların fetih politikasında, kazanılan yeni topraklara, merkezden o yöreye yabancı yöneticiler atamak pek sıklıkla başvurulan bir yöntem değildi. Devlet, bunun yerine daha akıllıca bir yola başvuruyor ve ele geçirdiği her yeni diyara yine o bölgelerde doğup büyümüş sadık yerel liderler tayin etmeyi tercih ediyordu. Bu doğrultuda Wallachia'nın sözü geçen soylularının geniş bir istihbaratını yaptıran Sultan Murat Han, onlar arasından Vlad Dracul'un adının ön plana çıktığını görecekti. Bunun üzerine şovalyenin küçük oğlu ile kızı, bizzat babalarının rızasıyla, yetiştirilmek üzere başkent Edirne'ye getirildi. Ablası sarayda "prenses" statüsünde ağırlanırken, gelecekte Eflak ve Boğdan Voyvodası (Osmanlı'da geniş yetkilerle donatılmış, bir çeşit genel valilik rütbesi) olması planlanan küçük kardeş Vlad da seçkin çocuklara verilen özel bir eğitim programına alınıyordu.

"Ölünceye dek kardeşiz"

Küçük Vlad, Edirne'yi ve Osmanlı saray hayatını kısa sürede benimser. Murat Han da sarayının koridorlarında ablasıyla birlikte koşturup duran bu küçük konuğun üzerine titremektedir. Gelecekte Osmanlı'nın Balkanlardaki uçsuz bucaksız topraklarını kendisi adına sadakatle yönetecek olan bu zeki Romen çocuğunun her açıdan kusursuz bir eğitim almasını arzulamaktadır Sultan. Türkleri sevmesi için çok geçmeden onun yanına bir de arkadaş verir. Bu kişi, sonradan "cihan fatihi" olarak anılacak olan sevgili oğlu Mehmet'tir.

Şehzade Mehmet, kendisinden yalnızca bir yaş küçük olan Romen arkadaşıyla yıllar boyunca omuz omuza çok sıkı bir eğitimden geçer. Birlikte en seçkin hocalardan yabancı dil dersleri alır, kılıç kullanmayı, ata binmeyi ve devlet yönetiminin türlü inceliklerini öğrenirler. Zamanla arkadaşlıkları iyice derinleşecektir iki çocuğun. Büyüdüklerinde birbirlerini hiç unutmayacakları ve kanlarının son damlasına kadar destek olacaklarına dair karşılıklı yeminleşir, ardından da kesik parmaklarını birleştirerek "kan kardeşi" olurlar.

Yıllar geçecek ve yedikleri içtikleri ayrı gitmeyen bu iki arkadaşın yolları zorunlu olarak ayrılacaktır. Vlad seçkin bir yönetici adayı olarak anavatanına geri gönderilir. Babasının 1451 yılındaki ölümü üzerine genç yaşında tahta geçen Sultan Mehmet ise 1453 yılında, İslam aleminin öteden beri en büyük hayali olan İstanbul'un fethini gerçekleştirerek yüce peygamberimizin hadis-i şerifindeki övgülere mazhar olur.

Onun bu büyük askerî başarısını, yıllar sonra geri döndüğü ülkesinden hayranlıkla izleyen Vlad da yeni başkent İstanbul'a siyasî bağlılığını bildirir. Genç lider bunun üzerine 1456'da Sultan Mehmet Han tarafından Eflak ve Boğdan'a resmen "Voyvoda" olarak atanacaktır.

Başlangıçta herşey yolunda gitmektedir. Bölgeyi büyük bir başarıyla yöneten Vlad, Osmanlı'nın çıkarlarını içtenlikle korumakta ve devletin vergi gelirlerini düzenli olarak tahsil edip merkeze yollamaktadır. Bunun karşılığında saray da ona her Voyvoda'ya tanınmayan düzeyde çok geniş bir özerklik alanı sunmuştur.

Ancak, zaman geçtikçe Vlad'a bir haller olmaya başlar. Romen soyluları arasında esen miliyetçilik rüzgarları, İstanbul'a bağlılığı kuşku götürmeyen onu da adım adım etkilemeye başlamıştır. Bölge bağımsızlık hareketleriyle için için kaynarken, herkes Voyvoda'dan bu yeni dalgaya önderlik etmesini beklemektedir. Bu noktada babasının efsanevî savaşçılık kariyeri de sık sık önüne konulur ve aklını başına toplaması istenir. Bir tarafta gönülden bağlı olduğu Fatih, öte tarafta ise bağımsız Wallachia'ya kral olma hayali...

Vlad giderek öylesine büyük bir açmaz içinde kalacaktır ki bu durum onu kısa sürede alkole düşkün biri haline getirir. Sabah akşam içmekte ve emirlerine uymayanlara akıl almaz işkenceler yapmaktadır. Bu arada Voyvoda babasının bölgede efsaneleşmiş olan soyadı "Dracul"u da "Draculea" (Eski Romencede "şeytanın oğlu") şeklinde kullanmaya başlar. Eflak ve Boğdan'a egemen olan huzurlu ortam bir kaç yıl içinde yerini tam bir cinnet atmosferine bırakacaktır.

Adalet duygusunu tamamen yitirmiş vaziyetteki Vlad, kendisine zalimane bir de meşgale bulmuştur: "Kazığa oturtma işkencesi... Sarayının çevresini binlerce sivri kazıkla donatan Voyvoda, suçlu olarak gördüğü kişileri canlı canlı bu kazıklara oturtmakta ve kurbanlarının bazen günler süren can çekişmelerini büyük bir keyifle izlemektedir. Bu arada, halkı arasında, onun şeytanî bir güç kazanmak amacıyla düşmanlarının kanını içtiğine dair söylentiler de yayılmıştır.

Eflak ve Boğdan'da bunlar olup biterken, Voyvoda'nın sapkın davranışları İstanbul'a, Fatih'in kulağına dek ulaşır. Bölgede yaşanan kargaşanın merkezinde çocukluk arkadaşı Vlad'ın olduğunu öğrenen Sultan, duyduğu bu korkunç haberlere ilk anda inanmak istemez. Ancak, hem vergileri toplamak hem de olup bitenleri araştırmak üzere gönderdiği diplomatik temsilcilerinin başına gelen korkunç bir olay, cihan hükümdarını radikal bir karar almaya sevkedecektir.

Ruhsal dengesini tümüyle yitirmiş durumdaki Vlad, İstanbul'dan gelen elçiler sarayına ulaştığında hayatının hatası sayılabilecek bir adım atar. Konuklarını tutuklatır, onlara bizzat kendi elleriyle işkence yapar ve sonunda da -ellerinde Fatih'in mührünün bulunduğu ültimatom mektupları taşıyan- bu kişilerin hepsini kazığa oturtur.

Fatih, elçilerinin akıbetini duyduğunda uzun uzun ne yapacağını düşünür. Başka hiç kimseye göstermeyeceği bir tahammülle Vlad'a son bir mektup daha gönderir. Cihan fatihi, çocukluk arkadaşına aklını başına toplamasını ve bu tür vahşet gösterilerinden vazgeçerek Saray'a bağlılığını yinelemesini emretmektedir. Vlad'ın bu son uyarıya verdiği karşılık ise onu geri dönülmez bir yola sokacaktır. Voyvoda artık İstanbul'un otoritesini tanımadığını bildirerek bağımsızlığını ilan eder. Kardeşlik yemini artık sona ermiştir.

"Geliyorum deyyus Vlad!"

1462 yılı ilkbaharında emrindeki büyük bir ordu ile Balkan seferine çıkan Fatih için artık tek bir hedef vardır. İbret-i alem için Vlad'ı yok etmek. İsyana destek olan bütün yerel yöneticileri etkisiz hale getirerek Eflak ve Boğdan'ın içlerine doğru ilerleyen kızgın komutan, en büyük hedefi durumundaki Vlad'ı ise Poeinari Kalesi'nde kıstırır. 900 metre yükseklikteki sarp bir dağın zirvesine kurulmuş bulunan Poeinari Kalesi, erişilmezliğiyle tam bir kartal yuvası görünümündedir. Bu haliyle de aşağıdan bir saldırıyla düşürülmesi bir hayli güçtür. Ancak, hiddetinden yanına yanaşılamayan Fatih'i hiç bir zorluk durduramaz. Birlikleriyle kalenin çevresini kuşatan Sultan, Vlad'a son mesajını gönderir: "Artık işin bitti! Geliyorum deyyus Vlad!"

Her iki komutan da birbirlerinin huyunu suyunu çok iyi bilmektedirler. Vlad bu avantajını kullanarak, kıstırıldığı yüksek kalede aylarca direnmeyi başarır. Buna karşılık, lojistik desteği tam olan Osmanlı ordusu da hiç acele etmemekte ve kalenin dibinde sinir bozucu bir sabır içinde kamp yapmayı sürdürmektedir. Öyle ki sırf kaledekilerin direniş gücünü yıkabilmek için zaman zaman askerî bandonun kılıçların şakırdadığı gösteriler düzenleyip gürültülü savaş marşları çaldığı bile olur. Fatih, kendisine karşı sergilenen bu büyük ihaneti muhatabını aşağılayarak cezalandırmaktadır. İnatçı bir adam olan Vlad Fatih'in taktiklerine direnir direnmesine, ancak kalede kendisiyle birlikte mahsur kalan sevgili eşi Elizabetha ise onun kadar güçlü değildir. Genç kadın bu sinir savaşına daha fazla dayanamaz ve kuşatmanın ilerleyen haftalarında kendisini kalenin burçlarından aşağı bırakarak intihar eder.

Wallachia, İstanbul Fatihi'nin bağımsızlık peşindeki prense verdiği bu ağır dersi anlatan öykülerle kaynamaya başlamıştır. Vlad'ı kendi egemenlik bölgesinde siyasî olarak bitiren Fatih, isyancı bir Voyvoda için İstanbul'u bu kadar uzun süre sahipsiz bırakmanın riskli olacağına karar verir ve hasmının yakalanmasını beklemeksizin birliklerinden bir kısmını yanına alarak merkeze geri döner. Giderken Eflak'a yeni ve sadık bir Voyvoda atamayı da ihmal etmeyecektir. Eşinin intiharıyla psikolojik olarak çökmüş olan Vlad, kurtulmak için son bir hamle daha yapar. Fatih'in yokluğunda bir ölçüde gevşemiş olan kuşatmayı yarmayı başaran devrik Voyvoda, kendisine yardım eden bazı Rumen köylülerinin de yardımlarıyla bir gece komşu Macaristan'a kaçar. Romen tarihçiler, Vlad'ın kaçışını haber alan Fatih'in buna çok da fazla öfkelenmediğini söylüyorlar. Bugün için büyük Sultan'ın o anda neler düşündüğünü elbette ki net olarak bilemiyoruz, ancak olayların gidişatı onun çocukluk arkadaşına ülkeyi terketmesi için yine de son bir şans tanıdığı kanısını uyandırıyor bizlerde. Malûm, "kan kardeşliği" yeminini öyle bir çırpıda silip atmak kolay değil...

Son çırpınışlar ve ölüm

Macaristan'ın Vishegrad ve Pest kentlerinde tam 14 yıl sürgünde kalan Vlad, ülkesinde yönetimi ele geçirebilmek için yıllar sonra son bir deneme daha yapar. 1476'da Macar Kralı Matei Corvin ve Moldova Prensi Büyük Stefan'ın yardımlarıyla yeniden Wallachia prensliğini eline geçiren eski Voyvoda, İstanbul'dan gelen özel bir emirle bu kez ölümüne köşeye kıstırılacaktır. Osmanlı istihbaratı onu hiç unutmamış, Fatih'in özel talimatı üzerine, tehlikeli bir isyancı olarak faaliyetleri yıllarca dikkatle izlenmiştir. Bu kez emir titizlikle yerine getirilir ve bölgeyi yöneten yeni Voyvoda Radu, selefi Vlad'ı yanında bulunan az sayıda destekçisiyle birlikte Transilvanya ormanlarında kıstırıp öldürür. Bu arada prensin başı da yine sarayın isteği üzerine İstanbul'a gönderilecek ve binlerce Türk'ün katili olarak kentin sokaklarında dolaştırılacaktır. Hem de tıpkı onun düşmanlarına yaptığı gibi, bir kazığa saplanmış vaziyette! Prensin başsız gövdesi ise Bükreş kenti yakınlarındaki bir gölün üzerinde kurulu bulunan Snagov Manastırı'na gömülür.

Saray açısından bu eski hesap artık tümüyle kapanmıştır.

Peki ya, prensin ülkemize getirilen başına ne oldu? Bunu hiç kimse bilmiyor. İstanbul'da günlerce halka teşhir edilen kesik baş, sonunda kentte bir yerlere gömülür. Ama nereye?

Siz İstanbullular, bundan böyle hafriyat yaparken çok dikkatli olun. Bir gün bahçenizden ya da inşaat alanınızdan tüm zamanların en korkutucu adamının kafatası çıkabilir. Hele bir de Stoker'in ünlü öyküsünü dikkate alırsak, ertesi sabah boynunuzda iki küçük diş iziyle uyanmanız işten bile olmaz, ona göre!

Kazıklı Voyvoda'yı Kont Dracula'ya dönüştüren adam: Bram Stoker

Gerçek bir insan olan "Kazıklı Voyvoda" ile roman ve sinema kahramanı "Kont Dracula" arasındaki bağlantı, edebiyatla ilgisi sınırlı bir çok kişi için hala son derece muğlak bir konu. Dilerseniz bu alandaki bulanıklığı biraz aydınlatalım...

Geceleri mezarlarından çıkarak insanların kanını emdiğine inanılan vampirler, ilk olarak Slav ve Macar kökenli halk masallarında ortaya çıktılar. Zamanla dilden dile yaygınlaşıp Asya ve Afrika'nın uzak kültürlerinde de boy göstermeye başlayan bu efsaneyi popüler kültüre kazandıran kişi ise hayal gücü oldukça geniş bir İrlandalı yazardı. 1890'larda Dublin Şatosu'nda devlet memuru olarak çalışan Bram Stoker (1847-1912) boş zamanlarını Avrupa tarihi üzerine kitaplar okumakla geçiriyordu. Türklerle Romenlerin giriştiği mücadeleleri incelerken Kazıklı Voyvoda'nın ilginç öyküsünü de öğrenen Stoker, özellikle Prens'in kazık işkenceleri ve kan içme merakından bir hayli etkilenmişti. Voyvoda'nın bu alışılmadık tarzı, ona bir süre sonra kendi muhayyilesinde ürettiği özgün bir kahraman için de ilham kaynağı oldu. Görev yaptığı kasvetli şatoda ölümsüz vampir "Kont Dracula" romanını yazmaya başlayan Stoker, öyküsüne mekan olarak ise o güne kadar hiç gidip görmediği Romanya'nın Transilvanya bölgesini seçecekti.

İlk kez 1897 yılında İngiltere'de yayımlanan "Dracula" romanı, piyasaya çıkar çıkmaz edebiyat dünyasını birbirine kattı. Gerçek bir tarihsel kişiliğin bozunuma uğratılmasıyla ortaya çıkan bu yeni kahraman, zamanla bütün dünyada en çok tanınan korku edebiyatı figürü haline geldi. 1920'lerden itibaren defalarca sinemaya da uyarlanan "Dracula"yı aralarında Bela Lugosi, Klaus Kinski, Christopher Lee ve Gary Oldman'ın da yer aldığı bir çok ünlü aktör başarıyla canlandırdı. Bunlar arasında özellikle İngiliz oyuncu Christopher Lee, gerek sert fiziği gerekse güçlü oyunculuğuyla Kont'un karanlık dünyasıyla adeta özdeşleşecekti.

Günümüzde hemen bütün dünya dillerine çevrilmiş bulunan "Dracula", geçmişteki onca uyarlamasına karşın sinemacılar tarafından da hala verimli bir kaynak olarak görülüyor. En son 1992'de yönetmen Francis Ford Coppola eliyle bir kez daha beyazperdeye aktarılan roman, her yönetmenin elinde farklı bir biçim alan esnek yapısıyla sinemacılara günümüzün ultra teknoloji çağında bile son derece ürkütücü gotik filmler yapma fırsatı veriyor.

Çağdaş Romen gençleri ülkelerinin Stoker'ın romanı ve ondan uyarlanan filmler sayesinde uluslararası bir üne kavuşmasından memnunluk duyarken, geleneğe bağlı yaşlı Romenler ise bu durumdan pek hoşnut değiller. Çünkü, onlara göre Vlad, yönetimi sırasında sergilediği bazı acımasız uygulamalara karşın, sonuçta ne yaptıysa ülkesinin bağımsızlığı için yapmış ve bu uğurda kanının son damlasına kadar çarpışmış bir yurtseverdi. Nitekim, bu yaklaşıma Snagov gölünün üzerindeki manastırda Vlad'ın mezarını görüntülerken en çarpıcı biçimiyle tanık olduk. Manastırın tam ortasındaki mezarda çekim yapmamıza uzun süre direnen Ortodoks papaz, tatlı dilimiz ve güler yüzümüzle kendisini ikna edene dek, "Şu adamın ruhunu artık rahat bırakın!" diye bağırıp durmuştu ekibimize: "Siz gazeteciler, onu kan içen vampir olarak göstermekten vazgeçin! Vlad, halkı için ölen talihsiz bir kahramandı!"

Tarih, insanoğlunun ürettiği en sübjektif bilim dalıdır. O papaz belki kendi açısından haklıydı, ama bizim açımızdan hiç değil!

 

alıntıdır

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Eflak Voyvodası Vlad... Macarlar’ın “Drakul(Şeytan)”, Ulahlar’ın “Çpelpuç(cellat)”, Türkler’in de “Kazıklı Voyvoda” isimlendirdiği 15. yüzyılın vahşisi.

Vlad’ın en sevdiği eğlence kazık işkencesi idi. Kazıklara vurulmuş ve işkencelerle can vermekte olan Türkler’den oluşan kalın bir dairenin ortasında, sarayının halkı ile birlikte yemek yemekten büyük haz duyardı. Eline türk esirleri geçtiğinde, ayaklarındaki derinin yüzülmesini ve meydana çıkan kırmızı etlerin tuz ile oğuşturulmasını, ondan sonra da elem ve azabın artması için keçilere yalattırılmasını emrederdi. Kendisine gönderilen Osmanlı elçileri, başları açık olarak kendilerini tanıtmak şartını kabul etmeyince, sarıklarını üçer çivi ile başlarına çaktırmıştı. Bir gün memleketin bütün dilencilerini büyük bir ziyafete çağırarak, iyice doyurduktan sonra, sofra masasını ateşlettirip hepsini yaktırdı. Kadınların memelerini kestirerek, onların yerlerine çocuklarının başlarını yapıştırmaki çocukların annelerinin ateşte kızartılmış etlerini yemeye zorlamak, insanları sebze gibi doğramak ve çömlek içinde pişirmek sıkça yaptıklarındandı. Bir gün eşşek üzerinde rasladığı bir papazı eşşeğiyle beraber kazıklattı. Başkasının malına el dokundurulmamasını öğütleyen bir rahip, Drakul’un kendisine ayırdığı bir ekmek parçasını almış olmasından dolayı, hemen orada kazığa vuruldu. Lisan öğrenmeleri için Eflak’a gönderilmiş olan dörtyüz Macar ve Transilvanyalı gencin hepsini birden ateşte yaktırmış, altıyüz Bohemyalı taciri Pazar yerinde kazığa vurdurmuştu. Yaklaşık 20 bin Türk ve Bulgar’ı kazığa vurdurduğu ya da çarmıha gerdirdiği bir gün, analarının yanında çocuklar da kazığa vurulmuş, kuşlar çocukların bağırsaklarının üzerine yuva yapmıştı.

 

kazıklı voyvodaya drakula diyerek artist biadam yaptılar,

--------------------

tabii fatihte onu kazıga oturttu:D

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Vlad III the Impaler Voyvoda III. Vlad, Drakula ya da Kazıklı Voyvoda (Rumence: Vlad Tepeş) 1448, 1456-1462 yılları arası ve 1476 yıllarında Eflak beyliğinin voyvodası (prens) idi.

 

Voyvoda III. Vlad düşmanlarını (özellikle esir aldığı Osmanlı askerlerini) kazıklara çakarak işkenceyle öldürmesiyle tarihe geçmiştir. Sonradan Bram Stoker'ın Drakula romanına ve Drakula filmlerine konu olmuştur.

 

Osmanlılar'a yenilen Vlad'ın babası onu rehin olarak Osmanlılar'a vermişti. Yaşamının bir kısmını Osmanlılar'ın elinde tutsak olarak yaşadı. Osmanlılar'ın egemenliğini kabul ederek Eflak'ın başına geçti. 1462 yılında Fatih Sultan Mehmet Eflak seferine çıkarak Vlad'ın ordularını yendi ve Eflak'ı Osmanlı Devletine yeniden bağladı. 1476'da Vlad tekrar baş kaldırdı ama gene Osmanlı ordularına yenildi. Bu sefer öldürüldü ve kesilen başı öldürüldüğünü ispat etmek için İstanbul'a gönderildi.

 

Kral Corvinus Voyvoda Vlad'a kızıp Eflakı işgal etti ve 1462-1466 yılları arasında Voyvodayı BUDA da hapsetti.Ama sonra serbest kaldı yine eflaka döndü ve kral oldu.Ayrıca voyvoda avrupada çok değişik silah diyebileceğimiz bir taktik kullandı. bu silah şöyle ortaya çıkmıştır: Fatih Sultan Mehmet voyvoda nın bazı kaynaklara göre 20.000 türkü öldürmesi üzerine kızar ve Targoviste kalesini bizzat kendi sefere çıkarak işgal eder.Voyvoda Vlad kaçar, bulunduğu yerde taş üstünde taş bırakmamak ve kazığa geçirilmiş müslümanların cesetlerini bırakmak siyaseti uygular. terkettiği topraklardaki kuyuları zehirledi, ekinleri yaktı. tüm hayvanları bile öldürttü. hapishanelerdeki mahkumları, cüzzamlı ve vebalıları salıverdi ve türklerin arasına karışmaya teşvik etti.bu şekilde vebalıları salması ile yeni bir taktik ve silah oluşturmuştur.ayrıca: Mahmut Paşa'nın hatıratına göre çok uzun mesafeler boyunca asker içilecek bir damla bile su bulamadı.Sıcak dayanılır gibi değildi.

 

Türk askeri Targoviste'ye ulaştığında Sultan Mehmed'in gördüğü manzara ""yaklaşık 5 kilometre boyunca kazıklarla dizili insanlardır. alan yaklaşık üç kilometre boyunda bir kilometre enindedir. yerde uzun kazıklar dikilidir. yaklaşık 20 bin kadar insan erkek, kadın, ve çocuk olmak üzere kazığa geçirilmiş durumdadır. bu kadar çok insanı kazıkta gören türk askerinin maneviyatı bozulur aklını kaçıracak duruma gelir.pek inandırıcı gelmese de voyvoda vlad ın ölümüne dair şöyle bir söylenti vardır: 1474 yılında komutasına geçtiği bir askeri birlikle eflak beyliğini tekrar ele geçirmek üzere harekete geçer. kuzeni Stefan Cel Mare de yanındadır. ancak bu olay Vlad'ın şimdi bile tam açıklığa kavuşmamış gizemli bir şekilde ölümüyle sonuçlanır. ölümü şöyle hikaye edilmektedir: "dracula'nın ordusu türkleri amansız bir şekilde keyifle öldürmeye başlamıştı. dracula türkleri öldürmekte olan askerlerini daha iyi görebilmek için bir tepeden aşağı doğru(askerleri ve arkadaşlarından ayrı bir şekilde) inmekte iken bazı askerleri onu türk sanmıştır. biri mızrağını saplar. kendi askerlerinin kendisine saldırdığını gören dracula kılıcıyla suikastçılarından beşini öldürür.Ancak aldığı çok sayıda mızrak darbesiyle sonunda öldürülür.

 

Drakula'nın şatosu olarak bilinen Karpat dağlarındaki Bran Şatosu Veliaht Dominic Von Habsburg'a Romanya'da törenle 26 Mayıs 2006'da geri iade edildi. Romanya 1948 yılında şatoya el koymuştu.

 

Daha sonra Bram Stoker Vlad III'den esinlenerek Dracula adlı kitabı yazmıştır.

 

Kaynak=Vikipedi.

 

Yazıda çok fazla imla hatası vardı elimden geldiğince düzeltmeye çalıştım. Yine de imla hataları varsa affola..

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Fatih sultan mehmetin üvey kardeşidir aslında isyanının nedenide fatihin kız kardeşine aşık olması ve fatihin vladı kardeşinden uzak olması için eflak boğdan beyline atamasıyla başlar ha vlad gerçekten kan içerdi ve severdide düşmanlarına hem gözdağı hemde ordusuna güç verirdi bu.vlad savaşta yada diğer yollarla ölmedi bu arada.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...