hayiS Oluşturma zamanı: Nisan 14, 2013 Paylaş Oluşturma zamanı: Nisan 14, 2013 Teknolojinin hayatımıza fazla girmediği, elektriklerin yersiz kesildiği, gaz lambası altında akşam yemeği yenip tatlı birkaç kelam edildiği zamanları hâlâ hatırlıyorum. Eskiden, bütün çocuklar toplanırdık. Bazen saklambaç bazen hırsız-polis bazen de çelik-çomak oynardık. Eskiden bir bebek doğduğunda evin en büyüğü, doğan çocuğa dedesinin ya da ninesinin adını verirdi. Teknoloji hayatımıza fazla girmemişti. Araziye çıkar çocukluğun verdiği eşsiz hayal gücüyle birlikte akla hayale gelmeyen oyunlar türetirdik. Cep telefonu olmadığı için insanlar, hasret gidermek için birbirlerini habersiz ziyaret eder, herkes ziyadesiyle mutlu olurdu. Yıllar önce her şey çok daha güzeldi. Lafım 90lardan öncesinedir. Canımız meyve istediğinde tek yapmamız gereken binlerce bahçeden sadece birine girip canımızın istediği kadarını ağaçların tepesinde yemek olurdu. Üç beş arkadaş bir araya geldiği zaman mahallede dedikodu başladı demekti. Erkekler köyün en güzel kızını tavlayabilmek için mahalleler arası volta turuna çıkardı. Kesişmeler, mendil atmalar, aracılar vasıtasıyla haber göndermeler vardı. Cep telefonları, Playstationlar, Bilgisayarlar, Plazmalar ve I-Podlar hayatımızda yoktu. Çünkü bunlara ihtiyaç yoktu. Özleyen özlediğini görmeye gider hoş vakit geçirirdi. Canı oyun oynamak isteyen mahalleye çıkar üç beş arkadaşını toplar, ister futbol oynar, isterse kavga çıkarırdı. Hiç gelmek bilmeyen elektriklerimiz vardı. Hele birde dinmek bilmeyen bir yağmur başladıysa tek yapabileceğiniz evinizde oturmak olurdu. Odanın içinde soba yanar üstünde de mutlaka pişen bir yemek olurdu. Dışarıda ağlayan gökyüzünü dalgın bakışlarla seyrederken, hayallere dalardık. Bir tarafta odun ateşinde pişen yemeğin kokusu, bir tarafta insanı gevşeten soba ateşi, dışarıda dinmeyen yağmur, tatlı uykulara hazırlardı herkesi. Teknoloji hayatımızda yokken çok mutlu ve mesuttuk. Eskiden, her zaman gidilmesi gereken yerler, keşfedilmeyi bekleyen gizemler olurdu. Ama bugün, elinde cep telefonu olan ya mesaj yazıyor, ya birileriyle konuşuyor ya da oyun oynuyor. Operatörden gelen Aradığınız kişiye şuanda ulaşılamıyor sözüyle birlikte, aranılan kişinin artık kendisini sevmediğini, eşiyse aldattığını, sevgilisiyle acaba cümleleriyle başlayan kuruntular içine düştüğünü görüyorum. Teknolojinin eksik olmadığı 2000lerde, gerçek hayatta gerçekleştirilemeyen hayaller sanal dünyada gerçeğe dönüşüyor. İstediğiniz arabayı alıp canınız istediği kadar kullanabiliyor hatta ölme riskiniz bulunmadığı için arabanızla delice hareketle yapabiliyorsunuz. Kendinize ait bir futbol takımı kurabilir hatta en sevdiğiniz takımın teknik direktörü ya da sahibi olabilirsiniz. Elinize aldığınız kanas keskin nişancı silahı ile canınızın istediği kadar kan akıtabiliyorsunuz. Nasıl olsa bu işlediğiniz suçtan dolayı hapis yatmanız gerekmiyor. Sanal dünyada, ölüm yok, suç yok, ceza yok, bol bol adrenalin, bol bol eğlence ve bol bol ödül var. Kendinize ait bir internet sitesi kurabilir, bir arkadaşlık sitesinde kendinize sevgili ya da geyik muhabbeti edebileceğiniz birilerini mutlaka bulabilirsiniz. Gerçek dünyadaki arkadaşlarınız gibi değildir sanal arkadaşlar. Onlarla argo konuşabilir, içinizi dökebilir, müstehcen konulardan konuşabilir, lak lak yapabilir, hatta sanal sevgili dahi edinebilirsiniz. Canınız sıkıldığında ise tek yapmanız gereken internetten çıkmak ve bilgisayarınızı kapatmak olacaktır. Sanal dünyada tanıştığınız kişilerle muhabbet bir başka olur hatta onlarla buluşmak hayatınızın en önemli anlarından biri gibi görünür. Sanal arkadaşınızla buluştuğunuzda tatmin edici olmayan bir görüntü, bir ses tonu, jest ve mimikler hatta seni rencide edici ifadelerle karşılaşabilirsin. Sanalda saran muhabbet gerçek dünyada sarmayacaktır. Hep yanınızda duran, en iyi arkadaşınızı, dostunuzu, seni sevenleri ikinci planda tutmanın yanlışlığını hiçbir zaman göremeyeceksin. Başını döndüren sanal dünya, gerçek dünyada yapamadıklarını önüne serdiği için bu rüyadan uyanmak istemeyeceksin. Gittikçe yalnızlaştığını bilgisayarın kapatma düğmesine bastığında göreceksin. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
AurorA Yanıtlama zamanı: Nisan 14, 2013 Paylaş Yanıtlama zamanı: Nisan 14, 2013 Sene 80'lerin başları... Almanya'dan içinde "Soğan" diyen plağı olan bir bebek getirilmiş bana -evdeki 8 kanallı televizyon ve pil ve elektrikle çalışan radyo-kasetçalardan sonra en teknolojik alet kendisi-... Siyah beyaz kameralar, merdaneli çamaşır makineleri ve gök gürültüsü gibi ses çıkaran hidroforlar, kömür ya da odunla çalışan termosifonlar, salonda da sobanın kurulduğu dönemler... Henüz hazır bebek bezleri yeni piyasaya sürülmüş... Düşünün insanların halini. Daha eski dönemleri de duyduğum kadarıyla anlatırım da; sizlere eziyet olmasın diye kendi yaşadığım dönemlerden gireyim dedim Salonun baş köşesinde kurulan soba yanılmıyorsam 87-89 arası yerini gazla çalışan Japon sobalarına bıraktı yavaş yavaş... Yine o dönemlerde kocaman kasetleri olan VHS videolar sarmıştı insanların evlerini... Eğlencemiz neydi? Dışarı çıkıp lastik oynamak, saklambaç oynamak, çok da azıtacaksak istop, kukalı saklambaç veya yakartop oynamaktı. Muhtemelen kutu kola - kutu gazoz yeni türemişti ki; o dönemlerde ergenliğe yeni adım atan ağabeyim bu kutuları odamızın bir köşesinde üst üste yığarak biriktiriyordu. Onlardan çıkan açma halkaları ise benim çantalarımın kenarlarına süs oluyordu -evet fazla hippi bir dünya... ama o zamanlar çok fazla marka olmadığından insanlar kendi modalarını kendileri yaratıyorlardı...- İşte o dönemlerde ağabeyimin BMX bisikletinden sonra evimize ZX Spectrum girdi... Bozma ihtimalime karşı benim dokunmam yasak olan bu bilgisayar çakması aleti kenardan izleyebiliyordum... İlk ne zaman dokunabildim biliyor musunuz? Prince of Persia oynuyordu ağabeyim... Ekranın -pardon televizyonun- kenarında o zamanlar bana hiçbir anlam ifade etmeyen kelimeler çıkmıştı... orada sadece L harfi dikkatimi çekti ve çaktırmadan L harfine bastım... Annem içerden "hadi yemeğe gelin artık!" diye bağırıyordu... Nasılsa birazdan terör esecek, ağabeyim bana kızmayacaktı yani Tuşa basmamla birlikte oyunun hiç gelemediğimiz bir bölümünde bulduk kendimizi... Prensesin dibindeydik neredeyse... Ama 15 sn.miz kalmıştı. Yine o dönemlerde küçük atariler çıkmıştı piyasaya... Gameboy falan değil ama... Bildiğiniz şu motosikletle dağ tepe gezdiğiniz, ya da tavuk kümesine girmiş bir tilki olarak yumurtaları toplamaya çalıştığınız türden oyunlar... Arkadaşlarla sıralama yapar, saatlerce oynardık.. Bahsettiğim dönemler hala 90'lar öncesi... Sokakların yeni yeni kirlenmeye başladığı, ailelerimizin "aman dışarıda kimsenin yanına gitmeyin, yabancılarla konuşmayın, bir şeyler verirlerse yemeyin" diye tembihlemeye özen gösterdikleri dönemler... İşte o dönemlerde zamanının en son teknoloji ürünü olan elektrikli daktilo girdi ailemize... Annemin ofisine gittiğimizde canımız sıkılır, eski daktilonun önüne oturur tüm tuşlarına aynı anda basarak hunharca eziyet ederdik o mekanizmaya. Yeni daktilo gelince hepten bizim elimize kalmıştı gariban... Ama o teknoloji harikası elektronik daktiloya dokunduğumu hiç hatırlamıyorum... 90'ların başında artık ergen olarak kabul edilen ağabeyime alınan Amiga500 ile tanıştık. O izin verdikçe akvaryumdan balık aşıran kedi oyununu oynayabilecek yaştaydım ben de... Ama yine de korkarak dokunuyordum Kısa bir süre sonra bizde kalmaya gelen kuzenim sayesinde de IBM ile tanıştık. Ama yine de ben dokunamıyordum bilgisayara bozarım da azarlanırım korkusuyla... Televizyonlar küçülmüş, kanallar bollaşmaya başlamıştı... Yavaş yavaş hayatlar hızlanmaya başlamış, bulaşık makinesi bile evlerde yerini bulmaya başlamıştı. -Hatta ben ortaokuldayken maalesef okuduğum lisede bazı arkadaşlar bulaşık makinesi ile resim çektirip okula getiriyorlardı bak biz ne aldık diye- İşte tam bu bahsettiğim dönemde parası olanla parası olmayan arasında fark oluşmaya başlamıştı. Ondan öncesinde kimin evine girerseniz girin fark bulamazdınız. Çünkü paranız olsa da alamayacağınız şeyler vardı... Daha doğrusu bazı şeyler yoktu 96-97 yıllarıydı... Internet artık evlere dağıtılmaya başlanmıştı. Filmlerde bilgisayara bir şeyler yazıp cevap alan gençlerin deli olduğunu ya da filmlerin fazla abarttığını düşünme dönemi bizler için kapanmıştı artık. Raksnet, Mirc32 ve sonra Pirch32... Derken ICQ, Yahoo Chat, MSN... Ben bu merete lise döneminde bulaştım ama, asıl kopma noktası Kıbrıs'ta okurken oldu... Tüm can sıkıcı olayları hiç tanımadığım insanlara anlatıp çözümler bulurken, gelişimim açısından yararlı felsefi konuşmaları yaparken, karşımdaki insanların sıkıntılarını dinleyip onlara çözüm ararken... İnanın ne zaman mezun olduğumu anlamadım Bana çok faydası oldu; çünkü - aileden uzak okuyanlar bilir - arkadaşlıklar her zaman dört dörtlük olmaz. Zaman zaman çok yakınınızdakilerin attığı o kocaman kazıklar sizi okulu bırakıp dönmeye kadar götürebilir. Sanal dostluklar -şimdiki kadar sığ ilişkiler yoktu aslında o zamanlarda- beni çoğu zaman yalnız olmadığıma inandırdığı için gayet rahattım. O zamanlarda chat odalarında kız avına çıkmış tilkiler ya da samimiyetsiz insanlar sulu şakalar bulamazdınız... Çünkü internetin henüz kirlenmeye başlamadığı, internet cafelerin gırla açılmadığı, her eve bilgisayarın giremediği dönemlerdi o dönemler... Konuştuğunuz insanlar sohbetiniz sırasında size kültürel ve kişisel gelişiminiz için gerekli olan eserlerden bahsederlerdi... Ve her şeyde olduğu gibi... Nasıl ki sokaklarımız kalabalıklaşıp kirlendiyse, nasıl ki komşularımız değişip yerlerine kaba saba insanlar geldiyse, aynı onlar gibi... Her şey gibi internet de kirlendi. Tüketim çılgınlığı içinde olduğumuz bu günlerde insanların insanları harcamasının bu kadar kolay olması ya da birbirlerine vakit ayıramamaları şaşırtmıyor beni. Artık 20 ya da 30 sene önceki gibi değil hayatlarımız. Bir şekilde alıştırıldık teknolojiye ve daha hızlı yaşamaya ve hatta daha fazlasını istemeye... Teknoloji ya da internet ya da sanal dostluklar kötü değil aslında. Değişim de her zaman kötü değil. Bana göre kötü olan içinde bulunduğumuz yüzeysellik, ciddiyetsizliktir... Her şeyi kirleten de bu değil mi zaten? Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Thyke00 Yanıtlama zamanı: Nisan 14, 2013 Paylaş Yanıtlama zamanı: Nisan 14, 2013 Sevgili Cem yılmazın dediği gibi bi tarafımızdan teknolojik bir şey uydurup sonradan bunlara bağımlı hale geliyoruz Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Önerilen Mesajlar
Sohbete katıl
Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.