tola Oluşturma zamanı: Nisan 30, 2013 Paylaş Oluşturma zamanı: Nisan 30, 2013 3 Mayıs 1944 Milliyetçilik Olayı Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Türk milliyetçisi asker ve sivil kadroların, Türk milliyetçiliğine dayanarak sürdürdükleri Türk İstiklal Harbi’nden sonra, kurucu ideolojisi Türk milliyetçiliği olarak Ziya Gökalp’ın temel çerçevesini çizdiği bir zeminde büyük Türk milliyetçisi Mustafa Kemal Atatürk tarafından kurulmuştur. Bu devletin birçok özelliği vardır. Hukuk devleti olması, sosyal devlet olması, laik devlet… Ancak bu devletin en temel özelliği bir Türk devleti olmasıdır. Mustafa Kemal Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti’nin bütün yaşam alanlarını, bütün menfaat ve tehdit tanımlamalarını Türk milliyetçiliği zemininde gerçekleştirmiştir. Türk Milleti, onun döneminde Türk olduğunun bilincine yoğun bir şekilde varmış, Türklüğü ile gurur duymasının en doğal hakkı olduğunu öğrenmiştir. Mustafa Kemal Atatürk’ün Türk milliyetçiliği konusundaki kesin, katı ve tavizsiz tavrı, milli kimlik zaafı içinde olanların başlarını önlerine eğmelerine, Onun gibi düşünüyor davranmalarına yol açmıştır. Çünkü Atatürk, Türklüğün üstün vasıfları konusunda en ufak bir tereddüt içinde gördüklerini asla affetmemiştir. Atatürk’ün kaybından sonra Türk milliyetçiliği devlete ve topluma hakimiyetini sürdürmeye devam etmiştir. Bu 1944’e kadar devam etmiştir. 1944’te Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, Türk milliyetçiliği konusunda 2. Dünya Savaşı’nda Rus-Alman muharebelerindeki gelişmelere bağlı olarak geri adımlar atmaya başlamıştır. 3 Mayıs 1944’te Türk gençliği İnönü’nün politikalarına karşı ayağa kalkmıştır. 58 senelik bir sürecin sonunda bugün içinde bulunduğumuz durumun esas nedeni, ekonomik geri kalmışlıktan PKK terörüne uzanan ağır meselelerin kökeni, 3 Mayıs 1944 ile 19 Mayıs 1944’te aramak gerekiyor. 3 Mayıs 1944, ağır diktatörlük koşulları altında bile Türk gençliğinin İsmet İnönü’nün Atatürk’ün tanımladığı Türk milliyetçiliğinden sapmasına tepki vererek sokağa çıktığı gündür. Atatürk döneminde ilk, orta ve lise öğrencisi olarak, keskin ve ileri bir Türk milliyetçiliği eğitimi almış olan üniversite gençliği, İnönü döneminde bir şeylerin yolunda gitmediğini anlamış ve nihayet 3 Mayıs 1944’te dönemin küçük Ankara’sında 10 bin üniversite öğrencisi Türk milliyetçiliğine İnönü iktidarı tarafından yapılan saldırılara “hayır” diyerek sokağa çıkmıştır. 3 Mayıs 1944’te sarsılan Cumhurbaşkanı İnönü, 12 Kasım 1944’ten beri sürdürdüğü politikayı bu tepki üzerine 19 Mayıs 1944 törenlerinde verdiği nutuk ile açığa dökmüştür. İnönü’nün 19 Mayıs 1944 nutkunun özeti şudur: “1923’ten bugüne değin Türk milliyetçisi olmak her Türk vatandaşı için bir görevdi. Artık bu bir görev olmaktan çıkmış ve tercih olmuştur.” İnönü’nün bu mesajını alan ve Atatürk döneminde susmuş, sinmiş veya milliyetçi görünmüş çevreler derhal Türk milliyetçiliğine karşı bir kültür savaşı başlatmışlardır. O günden bugüne Türk milliyetçiliği adım adım geriletilmeye çalışılmış, önce içi boş bir bürokratik milliyetçiliğe dönüştürülmüş, sonra içinde Atatürk’ün zerresi olmayan bir “Atatürk milliyetçiliği” ortaya atılmıştır. Varılan nokta artık devletin Türk karakterinin başbakan seviyesinde tartışıldığı bir noktadır. Türkiye Cumhuriyeti, kuruluş felsefesi olan Türk milliyetçiliğinden ayrıldığı gün, rotası bozulduğu için bugün hala bu noktadayız. 1940’LI YILLARIN GENEL MANZARASI -ORDU İYİ BESLENMİYORDU; Türk Silahlı kuvvetleri donanımı ve silahları modern değildi. Ordunun büyük kısmı 1941 yılının ağır kış şartlarını eskimiş, miyadı dolmuş çadırlarda geçiriyordu. Bu çadırları ısıtmak için er başına bir kg odun veriliyordu. Bu askerin ısınmasına yetmediği gibi soğuktan zatürree ,aztürcemp gibi öldürücü hastalıklar penisilinin (1943’te üretildi,1946’da kimyasal yapısı çözüldü.)bulunmadığı o günlerde askerimizi kırıp geçirmişti. Sadece bu iki hastalıktan şehit olan vatan çocuklarının sayısı on binleri geçmişti. Kafi miktarda elbise ve potin olmadığı verilmediği için bir kısım erler yalın ayaktı. İkmal işlerindeki vasıtalarımız; manda arabası, öküz arabaları, atlı arabalar, deve kervanları, eşek kolları ve katır kolları idi. -MİLLET İYİ BİR DURUMDA DEĞİLDİ; Memleket derin bir sefalete gömülmüştü. Halkın en zaruri ihtiyaçları ekmek, şeker, patiska(pamuklu bez), basma hatta kefen bezi vesikaya bağlanmıştı. Rahat yaşayabilenler sadece Milli Şef ve ona yaklaşabilenlerdi. Vekiller, Mebuslar, Halk Partisi kodamanları, sivil ve askeri hiyerarşinin en üst kademeleri pek rahat bir hayat sürebiliyordu. Saraçoğlu şeker zamlarını; “ Şeker lüks maddedir. Parası olmayanlar yemeyiversinler, ne yapalım.” Şeklinde izah ediyordu. Milli şef bütün istihbaratı kontrolü altına almış, şirret bir hafiye şebekesi kurmuştu. Radyosu ile köleleştirdiği basınla saltanatını sürdürüyordu. -ORDU İLE SİYASETİN ARASI BOZUKTU.Siyasiler her alanda askerleri aşağılıyordu.yaşam şartları ,toplumdaki konumları oldukça kötüydü. 3 MAYIS’IN SEBEBİ Başbakan Şükrü Saraçoğlu TBMM konuşmasında; “ Ben Türkçü bir başbakanım. Türkçülük bizim için bir kültür meselesi olduğu kadar bir kan meselesidir.” demişti. İnönü’nün Cumhurbaşkanlığı döneminde üniversitelerde ders kitabı olarak okutulan “Atatürk İhtilali” kitabının 447. Sayfasında “Türk ihtilali öz Türklerin elinde kalmalıdır. Başkalarının eline geçerse millet istiklalini kaybeder. Örnek mi; Abbasiler, Endülüs, Osmanlılar gibi.” İfadeleri yer almakta idi. Bu sıralarda Hasan Ali Yücel Milli Eğitim Bakanı idi. Memlekette ise teröre ve baskıya dayanan bir dikta rejimi bütün şiddetiyle hüküm sürmekte idi. İşte bu hava içinde komünistler ve solcular yüksek makam sahiplerinin çeşitli zaaflarını kullanarak üniversitelere, okullara ve önemli müesseselere sızmışlardı. Tanınmış Türk düşünürü, alim, yazar, şair, tarihçi sayın Nihal ATSIZ bu sırada Boğaziçi Lisesinde Edebiyat öğretmenliği yapmakta ve Orhun Dergisini yayınlamaktaydı. Milliyetçi bir dergi olan Orhun’da Nihal ATSIZ Başbakan Şükrü Saraçoğlu’na hitap eden iki açık mektup yayınladı. Tarihe not düşen bu iki mektupta Atsız Saraçoğlu’na özetle şunları söylüyordu; “Memlekette açıktan açığa komünist propagandası yapan dergiler çıkarılmaktadır. Bu dergiler Milli Eğitim Bakanlığının emri ile ve devlet parası ile satın alınarak bütün okullara dağıtılmaktadır. Ankara Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesinde, Devlet Konservatuarında ve daha birçok önemli mevkilerde memleketimizi komünistleştirmek isteyen ve bu uğurda çalışan insanlar var. Bursa Cezaevindeki Nazım Hikmet’e Milli Eğitim Bakanlığı tarafından el altından paralar verilmektedir. Bir vatan haini olduğu bilinen Sabahattin Ali Ankara’da Devlet Konservatuarında öğretmendir. Buradaki gençler bu adamın tesirinde yetişmektedir.( Sabahattin Ali daha sonra Bulgaristan’a kaçarken öldürüldü) Milli Eğitim Bakanı bunları görmüyorsa gaflettedir. Bilerek yaptırıyorsa ihanet içindedir. Bu affolunacak bir hal değildir. Derhal görevden alınmalı ya da istifa etmelidir.” Bu açık mektubun metninde bu adamların listesi neşredildi. Bu kadar ufak bir çıkış saman kaplı bir köy kulübesinden farksız olan Halk Partisi kalesini fena sarsmıştı. Herkes biliyordu ki Saraçoğlu da Hasan Ali de sadece birer kuklaydı. Emirleri İnönü veriyordu. Ve 19 Mayıs 1944 Nutku ile kurbanlarını işaret etti. Meşhur nutku aşağıdaki gibidir: “Turancılar, Türk milletini bütün komşuları ile onarılmaz bir surette derhal düşman yapmak için bire bir tılsım bulmuşlardır. Bu kadar şuursuz ve vicdansız fesatçıların tezvirlerine, Türk milletinin mukadderatını teslim etmemek için elbette Cumhuriyetin bütün tedbirlerini kullanacağız. Fesatçılar genç çocukları ve saf vatandaşları, aldatan fikirlerini millet karşısında açıktan açığa münakaşa edemeyeceğimizi sanmışlardır. Aldanmışlardır ve daha çok aldanacaklardır. Şimdi vatandaşlarımdan iki suale zihinlerinde cevap bulmalarını isteyeceğim: Irkçılar ve Turancılar gizli tertiplerle teşkillere başvurmuşlardır. Niçin? Kandaşları arasına gizli fesat tertipleri ile fikirleri memlekette yürür mü? Hele doğudan batıdan ülkeler, gizli Turan cemiyeti ile zapt olunur mu? Bunlar o şeylerdir ki devletin kanunları ve esas teşkilatı ayak altına alındıktan sonra başlanabilir. Şu halde yaldızlı fikirler perdesi altında doğrudan doğruya Cumhuriyetin, Büyük Millet Meclisinin mevcudiyetinin aleyhinde teşebbüsler karşısındayız.” Bu konuşmanın akabinde başta Türkçü mütefekkir Nihâl Atsız olmak üzere çeşitli milliyetçi aydınlar ve genç kurbanlar, aylar boyunca en ağır zulümlere tâbî tutuldukları tabutluklara, işkence odalarına, zindanlara gönderilmişler ve hayali suçlamalarla engizisyon cezası çektirilmişlerdir. Aralarında üniversite profesörü, öğretmen, subay, doktor ve üniversite öğrencileri bulunan sanıklar, sorgulama adı altında çeşitli işkencelere maruz bırakıldıktan sonra, 7 Eylül 1944 günü yargılanmaya başlanmıştır. “Irkçılık-Turancılık davası”” adı verilen ve haftada 3 gün olmak üzere 65 oturum devam eden mahkeme, 29 Mart 1945 tarihinde sonuçlanmış ve Atsız Beğ 6,5 yıl hapse mahkûm olmuştur. Atsız Beğ, bu kararı temyiz etmiş ve Askerî Yargıtay, 1 Numaralı Sıkıyönetim Mahkemesi”nin kararı esastan bozmuştur. Böylece Atsız, bir buçuk yıl kadar tutuklu kaldıktan sonra, 23 Ekim 1945 tarihinde tahliye edilmiştir. Kısa bir sessizlikten sonra Ankara’nın taarruz planı belli oldu. Komünist Sabahattin Ali’ye “kendisine vatan haini dendi” diye Nihal Atsız aleyhine hakaret davası açtırdılar. Nihayet Ankara’da açılan davanın mahkeme günü geldiğinde Atsız bir akşam trenine bindi ve ertesi sabah Ankara’ya vardı. Kimseye haber vermeyen Atsız Ankara Garına ayak bastığı anda adeta yer yerinden oynadı. Üniversiteli gençler çiçek buketleri ile etrafını sardı. Kalabalık kafile etrafı çınlatmaya başladı. “Kahrolsun Komünistler, Çok Yaşa Atsız, Yaşasın Milliyetçi Türkiye” gibi sloganlar ve milli marşlar söyleyerek Atsız’ı omuzlarında gardan çıkardılar. Sevgi gösterileri ile bir otele görürdüler. Gençler otelden ayrılınca gösteriler devam ettiler. Sabahattin Ali ve Nazım Hikmet’in kitaplarını meydanlarda yaktılar. Cumhurbaşkanının köşkünde Başbakan, İçişleri Bakanı, Milli Eğitim Bakanı toplanıp durumu gözden geçirdiler. Emniyet umum müdürü, Ankara Emniyet Müdürü ve Ankara Valisi fırçayı yedi. İlk olarak Atsız’ın kaldığı otelin etrafı sarıldı. Sabahattin Ali de bir tacize maruz kalmasın diye polisçe korumaya alındı. Ordu, Jandarma ve polis alarm duruma sokulmuştu. İlk kez Milli Şefin müsaade etmediği bir gösteri yapılmıştı. Orhun Dergisinin başyazarı Nihal ATSIZ, Ankara’da 3 Mayıs günü hâkim huzuruna çıktı. Bütün yasaklara rağmen adliye binasının içi tıklım tıklım olmuştu. Gençler Atsız’ı alkışladı. Atsız’ın vakarı, sadeliği, herkeste saygı uyandırmıştı. Halkın da katılımıyla bu gösteri Ankara sokaklarını sardı. Bu üniversite gençlerinin üzerine büyük kuvvetle hücum edildi. Merhametsiz bir şekilde gençler kıyasıya dövüldü. Kafa yardılar, göz patlattılar, kollar, kaburgalar kırılıncaya kadar dövdüler. Atsız tutuklandı. Mahkeme ertelenince adliyeden ayrılırken siyasi polis tarafından gözaltına alındı. Oteldeki eşyaları, İstanbul’daki evi darma duman edildi. Kitaplarına, yazılarına el konuldu. O kadar insafsızlardı ki Atsız’ın 4 yaşındaki çocuğunun üzerine kapı çekilerek bırakıp gitmişlerdi. 14 asteğmen gözaltına alındı. 250 Harbiyeli hakkında tahkikat açıldı. Orhun Dergisine abone olanlar, bu dergide yazıları çıkmış olanlar, Nihal ATSIZ’a bir defa selam vermiş olanlar, mektup gönderenler tutuklandı. Bunlardan biri de Alparslan TÜRKEŞ’ti. Türkcülük, Turancılık adıyla bilinen, bu davada tutuklananlar, kaçakçılar, uyuşturucu kullanıcıları, komünistler, casuslar, katiller ve hırsızlarla bir aradaydı. Dört ay sonra sorguya alındılar. İfadeleri sırasında onlara “Yeminli ve gizli bir cemiyet” bulunduğundan, cemiyetin gayesinin, mevcut iktidarı devirmek olduğundan bahsedilerek bilgi isteniyordu. Türk milliyetçiliğinin tehlikeli ve zararlı olduğu fikri okullarda, gazete sütunlarında ve çeşitli toplantılarda işleniyordu. Kendilerini Rusya’nın dostu ve Ruslardan daha çok Turancılık düşmanı olarak gösterip İnönü sayesinde büyük bir tehlikenin atlatıldığını ilan ediyorlardı. Hasta olan hapisteki Türk milliyetçileri mecburen hastaneye sevk edildiğinde sevk zarflarının üzerinde “Dikkat, siyasi suçludur. Irkçı ve Turancıdır. Başkaları ile teması ve konuşması yasaktır” yazılar büyük harflerle yazılarak gönderiliyorlardı. Yapılan işkencelerde Reha Oğuz Türkkan bir gözünü kaybetti. Prof. Zeki Velidi Togan’a çeşitli işkenceler yapılarak boş kağıtlar imzalattırılıp iftiralarla doldurmuşlardı. Mehmet Kulahlıoğlu dayaktan tüberküloz olmuş, yıllarca tedavi görmüştü. Bu işkencelere maruz kalan milliyetçilerden bazıları; Hüseyin Nihal ATSIZ, Alparslan TÜRRKEŞ, H. Ferit CANSEVER, Orhan Sair GÖKYAY, İsmet TÜMTÜRK, M. Zeki SOFUOĞLU, Necdet SENCER, Hikmet TANYU, Fethi TEVETOĞLU, Hüseyin Namık ORKUN, Said BİLGİÇ, Osman Yüksel SERDENGEÇTİ ve daha birçok Türk milliyetçisi vardı. TABUTLUKLAR Tabutluk, 40cm genişliğinde 50cm uzunluğunda ve 2,5 m yüksekliğinde beton duvar içerisinde açılmış oyuklardır. İçerisine sokulan insan kapı kapanınca yere çömelmemesi için bel ve kollarından duvara bağlanan demir prangalar vurulmaktaydı. Ayrıca oyuğun tepesinde 500 mumluk ampul konulmuştur. Buraya koyulan insan 24 saat- 48 saat susuz bırakılıyordu. Bazı sanıkların tabii ihtiyacı için dahi kapı açılmaz ve rezil duruma düşmeleri sağlanırdı. Savcı Kazım ALÖÇ; İstanbul Emniyet Müdürü Ahmet DEMİR bu işkencelerde başrol oynuyordu. 1944 yılında Turancılık ve Irkçılık davasından yüzlerce kişi tutuklanmış 23 kişi mahkemeye verilmiş ve hepsi beraat etmişlerdir. Mahkeme 3 yıldan fazla sürmüştür. Bu davadaki 23 kişinin meslekleri şöyle idi; 2 Prof. ,2 doktor, 3 avukat, 4 subay, 5 öğretmen, 5 öğrenci ve 2 serbest meslek çalışanları idi. 3 Mart 1947 tarihinde 2 Numaralı Sıkıyönetim Mahkemesi sanıkları suçsuz bularak beraatlarına karar verir. Beraat Kararının Gerekçesi:187 sayfa tutan karar çok ilgi çekici ve ibret verici aynı zamanda da Türklük mücadelesinde tarihe şeref sayfası olarak geçecek bir karardır. Bakınız bu beraat kararında ne diyor: “- Bu nümayış (3 Mayıs 1944) milli bir ideolojinin, milli olmayan bir ideolojiye karşı tepkisinden ibarettir. O günden sonra Türk milliyetçiliği ve milliyetçiler devletten sürekli şekilde dışlanmışlardır. O günlerde devlete bulaşan virüs, Türk devletini milletin temel ülküleri doğrultusunda karar almasını daima bozar hale getirmiştir. Sovyetler Birliği çözülürken “hazırlıksız yakalandık” diyenlere sormak gerekir. Neden hazırlıksız yakalandınız? Sebebi nedir? hazırlıksız yakalanmanın ana nedenini 3 Mayıs 1944 öncesi ve sonrası hadiselerde aramak gerekir. Bu hadiseler 1944”ten sonra Türk Milliyetçiliğini devletten dışlamış, onun yerine EVRENSELİ koymuştur. Sonuçta da, EVRENSELİN kapısından önce millici olmayan; batıcılık ve Amerikancılık ile onun ekonomik anlayışı kapitalizm girmiş bu da yetmemiş ardından Marksizm girmiştir. Dünün Marksist hareketlerin yerine bugün aynı çizgide siyasi ümmetçiliği karşımızda görüyorsak bu Türkçülüğe devletçe 1944”ten bu yana sırt çevirmenin bir bedeli olması gerekir. Kaynakça; Nejdet Sançar, “İnönü ve Dış Türkler”, Ötüken Dergisi, sayı 98, sayfa 4-7. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Önerilen Mesajlar
Sohbete katıl
Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.