biggang Oluşturma zamanı: Temmuz 10, 2007 Paylaş Oluşturma zamanı: Temmuz 10, 2007 eh burasi Gnoixs Cafe burada komik seylerden bahsedelim... Bunlarin cogunun gercek payi nedir bilinmedigi icin burada paylasmak istedim Paranormal Olaylar Formu yerine. Bu olay 10 yıl kadar önce Çapa Tıp Fakültesi'nde olmuş. Tahsin adında bi doktor, ihtisasının 4. yılında yeni bir ameliyat tekniğini etüd etmek için bi kadavraya ihtiyaç duymuş. Çapa'da da kadavralar çok zor elde edilirmiş. Tahsin anatomi kürsüsüne başvurmuş; uzun bir naz-niyazdan sonra tam bir vücut değil ama bir kafa (erkek kafası) vermeye razı olmuşlar. Bizimki daha uygun bir paket malzemesi bulamadığı için kafayı büyükçe bir pasta kutusuna koymuş. Kutuyu da naylon poşete yerleştirip Nöroloji - Nöroşirürji binasının en üst katındaki asistanlar odasına çıkartmış. Bu odada da külüstür bir buzdolabı varmış. Pakedi o buzdolabına yerleştirmiş. Tam o sırada, ruhsal problemlerinden ötürü uzunca bi süre hava değişimine yollanmış ve de tatili taze bitmiş olan bölüm hademelerinden Niyazi odaya girmiş. Tahsin, Niyazi'nin pakedi karışıtırmasından, beklenmedik bir anda kesik kafayla karşılaşıp korkmasından ve de maazallah kendini yedinci kat penceresinden atmasından falan çekinerek, "Niyazi, bu kutuyu kat'i surette açmıyorsun, tamam mı?" diye defalarca tembih etmiş. Niyazi de, "Tahsin Beyimin emri başım üstüne. Ne açarım, ne açtırırım" yollu teminatlar vermiş. Tahsin nisbeten ferahlayarak odadan ayrılmış. İşlerini yapmak üzere Nöroşirürji katlarından birine inmiş. Kısa bir süre sonra bölüm başkanı, genç doktoru çağırtarak, "Oğlum ne yaptın, ne ettin?" diye başlayan bir fırça seansına girişmiş. Meğer Niyazi, Tahsin odadan ayrılır ayrılmaz, buzdolabından kutuyu çıkarıp kafayı bulmuş. Ama korkmak şöyle dursun, kafayı kaptığı gibi koşa koşa "Tahsin Bey adam öldürmüş, Doktor Tahsin adam kesmiş diye!" diye naralar atarak Nöroloji asistanlarının odasına dalmış. Elindeki kafayı da o sırada orada bulunan üç hanım asistanın önüne atmış. Kızlardan ikisi oracıkta fenalık geçirmiş. Kendilerine gelince de Tahsin'i şikayet etmişler. Olayın altında yatan gerçek ortaya çıktığında Tahsin, olayı küçük bir disiplin cezası ile atlatmış. 17 Ağustos gecesi Adapazarı'nda yaşlı bi teyze, gece saat 2 buçukta ana caddedeki apartmanlardan birinin zillerini çalmaya başlamış. Kimse kadına kapıyı açmamış, hatta uyandırdıkları için, camı açan bağırıp çağırmış. Üst katlardan bi adam, "Gecenin bu saatinde ne istiyosun teyze?" diye sormuş. Kadın, "Karnım aç oğlum. Bi parça ekmek var mı?" deyince adam, "Yok, yok. Allah Allah, gecenin bu saatinde ne bu yahu?" demiş. Yatağa döndüğünde karısı, yaşlı kadının aç olduğunu öğrenince, "Keşke verseydik" demiş. Teyze zillere basmaya devam etmiş. En üst katta yeni evli bi çift oturuyomuş. Kadının ne istediğini öğrenince kapıyı açıp yukarı çağırmışlar. Evin hanımı, hemen yiyecek bi'şeyler hazırlamış. Kadına eşlik edip beraberce yemişler. Yemek bitince kadıncağız, "İçimde bi huzursuzluk var. Bi an evvel dışarı çıkalım" diye yalvarmaya başlamış. Genç çift, sırf kadını kırmamak için sokağa inmiş. Daha dışarı adım atar atmaz da her yan sallanmaya başlamış. Depremde o kocca apartman yerle bir olmuş. O binada oturanlardan sadece yeni evliler ve kocasına, "Keşke yemek verseydik" diyen kadın ölümden kurtulmuş. Onu da 3 gün sonra enkazın altından çıkarmışlar. Titanic'in sahibi The White Star Line diye bi şirketmiş. Bu firmanın ortaklarından olan Sir James Cole'un babası, vakti zamanında, Mısır'da Ramses mumyasının kazılarına katılan 70 kişiden biriymiş. Bu yüzden ailesiyle birlikte sonsuza dek lanetlenmiş. Mister Cole, kazılardan kısa bi süre sonra diğer arkadaşları gibi esrarengiz bi şekilde hastalanıp ölmüş. Üstelik cenazesini taşıyan gemi de Akdeniz'de kaybolmuş. Oğlu James ise hayatı boyunca bu lanetten nasibini almış. Annesi ve kız kardeşini evlerinde çıkan bi yangında kaybetmiş. 18 yaşına kadar yetiştirme yurdunda yaşamak zorunda kalmış. Yine de başarılı bi iş adamı olup, The White Star Line adlı bir deniz taşımacılığı şirketine ortak olmuş. Ancak babasının katıldığı kazının 20'inci yılında şirketin gemileri tek tek talihsiz kazalar geçirmeye ve batmaya başlamış. Şirket bi türlü kazaların önünü alamamış. Üstelik basın da üzerine geliyor, her gün boy boy eleştiri yazıları çıkıyomuş. Şirketin zararı feci boyutlara ulaşmış. The White Star Line son kozunu oynamaya karar vermiş. Tüm mal varlığını üç büyük, süper lüks gemiye yatırmış. Bu gemilerin adları Olympic, Titanic ve Britannic'miş. Bu üç geminin de üzerinde bi lanet varmış. İlk gemi Olympic, 1911'de, Atlantik Okyanusu'nda bi buzdağına çarpmış. Tamir için getirildiği tersanede çıkan bir yangında da tamamen yanmış. Titanic illegal bir şekilde mumya taşıdığı söylentilerine rağmen 1912 yılında ilk seferine çıkmış. Titanic'in trajik hikayesini herkes bilir; onun da yoluna bi buzdağı çıkmış. Britannic ise 1. Dünya Savaşı sırasında Atina açıklarında, 1916 yılında meydana gelen bi patlamada batmış. Kısa süre sonra The White Starline şirketi denizcilikten çekildiğini açıklamış. James Cole'un babasının katıldığı kazıda mumyası çıkartılan Ramses'in laneti ise şöyleymiş: "Beni yerimden oynatan herkesi sulara gömeceğim". Sevgililer sinemada güzel bi film seyrettikten sonra arabalarına binmişler. Erkek sevgilinin libido faaliyetleri süpper olduğundan kız arkadaşını eve bırakmak yerine arabayı şehrin hemen dışındaki ormanlık araziye sürmüş. Kız, "Dur, nolursun, istemiyorum, eve gitmem lazım" dese de çocuk arabayı ağaçların arasında sota bi yere çekmiş. Ve ufak saldırılarla harekete geçmiş. Kız hala, "Ayyy Jim, hayır dedim sana, hayırrr!" diyormuş. Libido sahibi genç de, "Off Janet. Bak ne kadar güzel bir dolunay var. Radyoda mükemmel bir müzik çalıyor ve ikimiz başbaşayız. Bundan daha uygun bi an olabilir mi sevişmek için" diye ikna çalışmaları yapıyomuş. Tam bu sırada, radyodaki müzik kesilmiş ve flaş haber girmiş. Spiker endişeli bi sesle, "Önemli bir haberi vermek için yayınımıza ara verdik. Şehrimizin akıl hastanesinden çok tehlikeli, katil bir hasta kaçmıştır. Onu, sağ eline taktığı, eski korsanların kullandığı kancadan tanıyabilirsiniz. Manyak katil en son 81 numaralı otoyolda görülmüştür" diye anons yapmış. Bu otoyol tam da bizimkilerin olduğu yermiş. Kız panik olmuş taabi. "Jimmm, Oh Jesus, niye geldik buralara. Çabuk. Çabbuk gidelim bur'dan!" Çocuk feci bozulmuş. "Abartıyolar yaa. Hey Tanrım. Sana da bahane çıktı. Öyle olsun, gidelim bakalım" diye sinirle wrommm diye gazlamış. Kızın evinin önüne geldiklerinde Jim bütün kızgınlığına rağmen, kızın kapısını açmak için arabadan inmiş. Sağ tarafa geldiğinde de kapının kolunun üstündeki kancayı görmüş. Gözleri faltaşı gibi açılmış tabii. Bilekten kopmuş bir kolmuş bu. Kanlar hala şıp şıp damlamaya devam ediyomuş. Anlaşılan bizimkiler tammm zamanında kurtarmışlar paçayı! Olayın geçtiği yer Beyoğlu, Asmalımescit Sokak 50 numaralı evdir, olayın geçtiği tarih ise 1912-1914 yılları arası, olayın kahramanı ise bu yazarın (Giovanni Scognamilla) büyükannesi, adı ile Mariana Filipucci. Ailenin oldukça dar bir gelirle yaşamakta olduğu o yıllarda (Birinci Dünya Savaşı öncesi ya da başlangıcı) bir kış sabahı evin geniş avlusunu süpürmekte olan, kara kara düşüncelere dalmış büyükanne Mariana üst kat merdivenlerinden birinin inmekte olduğunu, yaklaştığını görmüş, dönmüş bakmış ve hayretler içinde kalmıştı. Merdivenlerden inen ve yaklaşan, evde hiç görmediği bir zenciydi, alımlı, kır saçlı ve fesli. “Bir paşa gibi giyinmiş, sırmalarla süslenmişti” diye anlatırdı büyükanne. Zenci önünde durmuş, eğilip selam vermiş sonra da redingotunun cebinden bir kese çıkatıp Mariana’nın eline bırakmış ve kapıdan çıkıp gitmişti. Büyükanne hayretten dona kalmış, bir süre sonra kendine gelmiş, keseyi açtığında ise içinin altınlarla dolu olduğunu görmüştü. Tam o sırada sokaktan kızı (annemiz) Elisabetta gelmiş büyükanne de sormuş ona sokakta böyle bir zenciyi görüp görmediğini. Hayır, kızı böyle bir kimseyi görmemişti, ne o ne de başka birileri. Sanki birden cisimlenmiş, büyükannenin parasal sorunlarını bir çırpıda halletmiş ve de kayıplara karışmıştı. Kesin olan bir şey varsa o da o gün, o evde herhangi bir zencinin kalmadığı, daha önce ve daha sonra hiç gelmediği görünmediğidir. Ancak o evde, dört-beş yıl sonra, bir ruh çağırma seansı esnasında üç bacaklı yuvarlak bir masanın dört kat merdiven boyunca indiği seansa katılanlar tarafından görüldü! Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
deniz77 Yanıtlama zamanı: Temmuz 10, 2007 Paylaş Yanıtlama zamanı: Temmuz 10, 2007 vay bee kancalı olayı çok tuhaf olmuş ama... adamın libidosu hiç bi karayolunda yukselmiyodur artık Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Ametist Yanıtlama zamanı: Temmuz 10, 2007 Paylaş Yanıtlama zamanı: Temmuz 10, 2007 supernatural diye bir dizi vardı o dizide bu şehir efsaneleri işleniordu..kancalı adam da bi bölümünün konusuydu hatta.. güzel paylaşım;) Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Önerilen Mesajlar
Sohbete katıl
Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.