Jump to content

Mitokondriyal Havva


Topal Kırkayak

Önerilen Mesajlar

Ocak 1987'de Allan Wilson ve Kalifornia Üniversitesi, Berkeley'den meslektaşları Rebecca Cann ve Mark Stoneking, Nature dergisinde "Mitokondrial DNA ve İnsan Evrimi" başlıklı bir inceleme yayımladılar. Bu biyokimyacılara göre, yaşayan tün insanların genetik özelliklerinin bir kısmı, yaklaşık 200 bin yıl önce Afrika'da yaşamış bir dişi bireye dek izlenebilir. Bu incelemeyle ilgili olarak, bir gazetede " Hepimizin Anası-Bir Bilim Adamının İddiası" başlığıyla çıkan bir yazıda İncil'deki Havva'ya gönderme yapıldığından, haber hem bilim çevrelerini hem de bilim-dışı çevreleri aynı ölçüde sarsmıştı. Böylece, bugünkü insanın kökenlerine ilişkin tartışmalarda önemli yer tutan "Mitokondriyal Havva" doğmuş oldu.

 

Az ilerde değineceğimiz nedenlerle, Wilson, arkadaşları ve diğerleri, bugünkü insanın evrimindeki gizi çözebilmek umuduyla, insan hücresinde enerji üretimini üstlenen mitokondrilerdeki DNA'nın yapısını inceliyorlardı..

 

 

 

Dünyanın her tarafından 147 insana ilişkin bilgiler içeren bu çalışmada, bugünkü insanın kökenleri sorununun çözüldüğü ileri sürülmüştür. Wilson ve arkadaşlarına göre, Mitokondriyal DNA ( mtDNA ) verileri, "arkaik toplumların modern Homo Sapiens'lere dönüşümünün yaklaşık 100 bin- 140 bin yıl önce ilkin Afrika'da gerçekleştiğini ve günümüzdeki tün insanların bu Afrikalı toplumdan geldiğini" ortaya koymuştur. Başka bir değişle, bu veriler, çok geçmeden, Mitokondriyal Havva varsıyımı olarak da anılacak olan Afrika'dan çıkış modelini de destekliyordu. Nature dergisinin aynı sayısında çıkanbir yorumunda Oxford, Radcliffe Kliniği'nden Jim Wainscoat, Berkeley'de gerçekleştirilen bu çalışmayı, "bu Afrikalı toplumun -bugünkü insanın- atası olduğundan yana, şimdiye kadarki en güçlü moleküler kanıt" olarak değerlendirmiştir.

 

Bugünkü insanın kökenleri sorununa mtDNA verileri kullanarak yaklaşan ilk bilim insanlarının, Berkeley ekibini oluşturanlar olmadığını pek az kimse biliyordu. 1983'te Stanford Üniversitesi'nde, şimdi ise Emory Üniversitesi'nde çalışmalarını sürdüren Douglas ve arkadaşları, Wilson'unkilerle temelde aynı sonuçları veren bir inceleme yayımlamışlardı. Berkeley ekibinin incelemelerinin geniş ilgi görmesinin ( ilk çalışma ilgi uyandırmamıştı ) nedeni, sonuçlarının iddialı biçimde sunulmasında yatıyordu. Öte yandan mtDNA sonuçları, konuya ilişkin tartışmaları çözüme bağlamaktan çok, tarafları daha da uç noktalara taşıdı. Genetik bulguların geçerliliği konusunda çok farklı görüşleri savunan antropologlarla biyologlar karşı karşıya geldiler. Buna karşılık, bugünkü insanların kökenleri sorununun "temel olarak çözüldüğünü" ileri süren Wilson, bu tartışmaları yok sayarak kendisini eleştirenler hakkında, "bunlar ya verileri anlamıyorlar ya da onları özenle incelemeyi göze alamıyorlar" demiştir. 1992 başlarında mtDNA testlerine ilişkin kimi sonuçların yeterli olmadığının anlaşılması üzerine tartışmalar doruğa tırmandı. Mitokondriyal Havva modeline karşı olanlar, bu varsayımın geçersiz olduğunu ilan etmekte gecikmediler; modelin yanında yer alanlarsa, onun sapasağlam ayakta durduğunu savunuyorlardı.

 

Devam edecek...

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Saatin Tik-takları Hızlanıyor

 

Özellikle insanın kökenleri bağlamında çelişkili görüşlerin varlığı, Wilson'un alışık olmadığı bir durum değildi. Berkeley Üniversitesi'ndeki meslektaşı Vincent Sarich'le birlikte, insansıların kökenlerinin örüntüsü ve zamanın ilişkin önerileri ile ilgili olarak, antropolojik çevrelere karşı 20 yıl kadar önce girdikleri on beş yıllık savaşım, sorunu tartışan her iki tarafta da kuşku ve öfke yaratmıştır. Wilson ve Sarich'in savları, kan serumunda çözünmüş albüminler, proteinler arasındaki farklılıkların basit, bağışıklıksal ölçülerine dayanıyordu. Çağdaş moleküler biyolojide kullanılan araçlar, genleri DNA dizisinin temel düzeyinde analiz edebilir. Wison ve Sarich'in yararlandığı, proteinin bağışıklıksal tepkisine ilişkin veriler, yüzeysel bir ölçüydü. DNA dizisindeki çoğu farklılar, bağışıklıksal olarak saptanabilen protein yapısındaki farklılıklara yansımaz; bu nedenle daha önceki yöntem, farklı proteinler arasındaki evrimsel ilişki konusunda ortaya koyabileceği veriler bakımından sınırlıdır. Bununla birlikte, çeşitli genlerin DNA dizilerinin incelenmesini de kapsamak üzere, evrimsel geçmişi irdelemeye yönelik yeni moleküler yöntemlerin geliştirilmesini amaçlayan çalışmalarda, Wilson'un labaratuvarı hep ön cephede yer almıştır. İki ayrı türe ait bir genin DNA dizisinin karşılaştırılması, bunların evrimsel geçmişini izleyebilme olanağının üst sınırını temsil eder. Sonuç olarak Wilson, insan mtDNA'sını incelemeye iki nedenle karar vermiştir. Birincisi, bireyin anneden de babadan da aldığı çekirdeksel DNA'nın (kalıtsal bilgi) tersine, mtDNA yalnızca anne eşem hücresinden geçer. Bunun nedeni, mitokondrinin çekirdek-dışı protoplazmada yer almasıdır. Erkek ve dişi eşem hücreleri (Sperma ve yumurta) memelilere özgü döllenme sırasında birleştiklerinde, sperma, yeni oluşmuş zigota yalnızca kromozomlarını verirken, yumurta (ovum), onları çevreleyen kromozonları ve sitoplazmayı verir. Bu nedenle, cinsiyeti hangi yönde gelişirse gelişsin, büyüyen embriyoya aktarılan mitokondriler yalnızca yumurtanın sitoplazmasından, dolayısıyla anneden kaynaklanır. Çekirdek DNA'sı yoluyla soyağaçları oluşturmaya çalışan genetikçiler, anne ve baba genlerinin her bireyde kaynaşmasından kaynaklanan karmaşık sorunlarla yüz yüze gelirler, bununla birlikte, mtDNA salt anneden büyük anneye, büyük büyük anneye.. doğru izlenebildiğinden, soyağaçlarının oluşturulması açısından daha kolay değerlendirilebilen veriler sağlar.

 

İkincisi mtDNA, bireyler arasındaki genetik farklılıkların ölçülmesinde, çekirdek DNA'sından daha duyarlı bir moleküler saat olabilir. Her iki toplum ne denli uzun süre birbirinden ayrı kalırsa, aralarında birikecek genetik farklılık o denli büyük olur. Bu çekirdek DNA'sında görece yavaş bir süreçtir. Ne var ki, mtDNA'nın küçük, dairesel molekülü, çekirdek DNA'sının uzun, çizgisel moleküllerinden 5-10 kat daha hızlıbiçimde mutasyon biriktirir: Her milyon yılda bir, 100 nükleootitte 1-2 nükleotit değişikliği. Sonuç olarak, mtDNA'daki mutasyonlar, görece kısa evrimsel süreleri (bir kaç yüz bin yıl) kaydetmek için kullanılır.

 

Bunların tümünün altında yatan varsayım, ortalama olarak, mutasyonların düzenli bir hızla biriktiğidir: Öyleyse belirli miktarlardaki mutasyon birikimiyle, geçen belirli zaman dönemleri arasında bir ilişki kurulabilir. Bu nedenle, mutasyonların düzenli, kararlı birikimi, saatin düzenli tik-taklarına denktir, çünkü türler arasındaki genetik farklılık, bunların birbirinden ayrışmalarından bu yana geçen evrimsel süreyle denkleşir.

 

Devam edecek...

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sınanan Öngörüler

Wallace ve Wilson ekibi, DNA'yı çözümlemek için başlangıçta, DNA iplikçiğini parçalayarak haritalama olarak adlandırılan bir yöntem kullanmışlardır. Bu yöntem, DNA'yı restriksiyon enzimlerine tabi tutarak, bu enzimlerce belirlenen noktalardan yine bu enzimlerce kesilip parçalanmasına dayanır. DNA'nın bu tür bir işlemden geçirilmesiyle farklı boyutlarda parça örüntüleri oluşur. İki bireyin DNA'ları özdeşse, enzimle parçalanma sonucu özdeş parçalar oluşur. Ancak bir kesi yerindeki dizilim, restriksiyon enzimin artık onu tanıyamayacağı ölçüde mutasyona uğramışsa, farklı parça örüntüleri oluşur. Enzimle parçalama yöntemi yalnızca kesi yerlerindeki DNA dizisine ilişkin bilgiler verdiği için, incelenmekte olan DNA kesiminin (segmentinin) yalnızca sınırlı bir parçasını örnekler. Wlson ve Wallace'ın labaratuvarlarında yapılan deneylerde bu sayı, insan Mitokondriyal DNA'sını oluşturan 16,569 nükleotit'lik dizinin yaklaşık %9'u idi (Tam dizilimi şimdi artık bilinen insan Mitokondriyal genomu, en küçük mtDNA moleküllerinden biri olup 37 geni kodlar. Buna karşılık, insan genomu-çekirdeksel DNA'nın tümü- 3 milyar nükleotit çiftine denk varır ve 100 bin geni kodlar; fakat bu dizilimin çok küçük bir kesimi bilinmektedir) .

 

Enzimle parçalayarak haritalama yöntemiyle az sayıda toplum örneği incelense bile, büyük ölçüde bilgi elde edilebilir. ilke olarak, toplumların enzimle parçalanmış mtDNA'larından iki çeşit bilgi sağlanabilir. Birincisi, tüm coğrafi toplumlar arasındaki DNA farklılığının kapsamı, bu toplumların birbiriyle karşılaştırılmasıyla, bugünkü insanın geçmişi konusunda genel bilgiler verir. Bu bilgiler bugünkü insanın kökeninin yanı sıra, bu toplumlardan, hangisinin en uzun süre ayakta kaldığı -eğer kaldıysa- ile ilgilidir. İkincisi, toplumların farklı mtDNA örneklerinin ayrıntılı biçimde karşılaştırılması, modern insan toplumlarının evrimsel geçmişini kusursuz olarak sergileyecek bir soyağacını yaratabilir.

 

Bugünkü insanın kökenlerine ilişkin iki güncel kuram bağlamında, mtDNA verileri çok farklı olurdu. Çokmerkezli Evrim modeli, bugünkü toplumlarda kapsamlı mtDNA değişiklikleri olduğunu, dolayısıyla da bunların en az bir milyon yıl önce Afrika'dan göç eden Homo erectus'larla ortak bir kökenden geldiklerini yansıtırdı. Dahası, tüm bugünkü insan toplumlarında pek az mtDNA değişikliği olduğunu, bu nedenle de bunların yakın geçmişte ortaya çıktığını, en kapsamlı değişikliklerinse Afrika'lılar arasında olduğunu ortaya koyardı.

 

Wilson ve Wallace'ın ayrı ayrı yürüttüğü çalışmalar, modern toplumlar arasında, Afrikalı insansı maymunlar arasında görülenin ancak onda biri oranında mtDNA çeşitliliği göstermektedir. BU veriler modern insanın kökeninin yakın bir geçmişi olduğunu gösterir niteliktedir (Aynı zamanda modern toplumların hücresel genomlarındaki çeşitlilik pek azdır; yine Afrikalı insansı maymunlarınkinin yaklaşık onda biri. Bu durum mtDNA verilerini doğrulayan bir kanıt olarak yorumlanabilir). Wilson'la Wallace'ın ekipleri, Afrikalı toplumda diğer herhangi bir toplumda sergilenenden çok daha fazla farklılık bulunduğu konusunda da görüş birliği içindeydiler. Berkeley ekibi bu durumu modern insanın Afrika'da ortaya çıktığının ve diğer coğrafi toplumların ataları olduğunun bir göstergesi olarak değerlendirdi. Wilson ve arkadaşlarına göre ise, bu veriler, bugünkü insanın Afrika'da yakın geçmişte ortaya çıktığını göstermiştir.; bu görüş, Mitokondriyal Havva varsayımının temelini oluşturuyordu.

 

Wallace'la arkadaşları bu verileri ilkin kuşkuyla karşıladılar, çünkü öyle görünüyordu ki, mutasyonlar tüm toplumlarda benzer bir oranda birikseydi, 220 bin yıllık bir Afrika kökeni gerçekten söz konusu olabilirdi. Ancak bunlar, Afrikalılar arasındaki çok sayıda mtDNA farklılığının, daha uzak geçmişteki bir atalıktan değil, görece yüksek orandaki mutasyondan kaynaklandığını, bu durumda da köken yerinin Asya olarak belirdiği sonucuna vardılar. Bu kanıyı doğuran nedenlerden biri, insandışı primatlarda da bulunan "8. Tip" adlı bir değişikliğin, Asyalı toplumlarda saptanmış olmasıydı. Söz konusu 8. Tip değişikliğinin primatlarda paylaşılması, Asyalıların, atalık konumuna daha yakın olduğunu ve bunlardan türeyen kuşakların bu değişik özelliği yitirdiğini ortaya koyar görünüyordu; başka bir değişle, Asyalılar en eski modern toplumlar olarak görünüyorlardı.

 

1983 tarihli incelemelerinde, Wallace ve meslektaşları, köken olarak Afrika'nın da Asya'nın da, kuşkuya yer bırakmayacak biçimde desteklenemeyeceğini, çünkü her iki değerlendirmenin güçlü noktalarının yanı sıra zayıf noktalarının da bulunduğunu belirtmişlerdir. Bundan 10 yıl sonra Wallace, farklı coğrafi toplumlar arasında farklı mutasyon oranlarına ilişkin hiç bir kanıtın bulunmadığını söylüyor. Bunu sınamanın yöntemlerinden biri, değişik coğrafi toplumlara özgü mtDNA dizisini şempanzelerdeki dengiyle karşılaştırmaktan geçiyordu. Bir insan toplumundaki mutasyon hızı diğerlerininkinden farklı olsaydı, bunun dizilimi şempanzelerdeki dizilimden önemli ölçüde farklı yönde gelişirdi. Gerçekte bugüne dek sınanan tüm insan DNA'sı dizileri, şempanzelerinkinden eşit uzaklıkta olup, tüm insan toplumlarında denk bir mutasyon hızının varlığını göstermiştir. Bu ve buna benzer diğer test sonuçlarına dayanarak, Wallace şu sonuca varıyor: Başkalaşım konusunda, günümüzde 3065 insanı kapsayan, kendi bulguları ve Wilson'ın sağladığı sonuçlar (ki bunlar da büyük ölçüde genişletilmiştir) , bugünkü insanın yakın geçmişte Afrika'dan kaynaklandığını açık bir biçimde göstermektedir.

 

mtDNA verilerini çözümlemenin ikinci yönü, yani soyağacı oluşturmakla ilgili olanı daha da dolambaçlı olup, ilerde değinileceği gibi, son zamanlarda derin görüş ayrılıklarına yol açmıştır. Sorun, örneklemdeki her bireyin DNa dizisi konusunda bilinenleri irdelemek ve dizideki benzerliklerle farklılıklara bakarak, birbirleri arasında nasıl bir evrimsel ilişki bulunduğunu belirlemektir. Sonuçta, ortak bir atadan bugünkü çeşitliliğe dek çağlar boyu sürüp giden bir mutasyon çizgisini izleyerek, modern insan toplumlarını simgeleyen bir soyağacı oluşturulur. Gerçi tarih öncesi dönemde yalnızca bir soyağacı oluşmuştur ama eldeki mtDNA dizisi verilerinin çözümlenmesiyle, birçok başka ağacın gerçekleştirilmesi olasıdır. Sorun, gerçek soyağacını ya da ona en yakın olanı bulmaktır.

 

1980'lerin başlarında, Champaign, İllinois Doğa Tarihi Aaraştırma Kurumu'nda sistematist David Sworfford, en az sayıda mutasyondan yararlanarak en olası soyağacını oluşturmayı amaçlayan bir yöntem PAUP (phylogenetic Analyisis Using Parsimony=Kesitme Yoldan Filojenetik Analiz) geliştirmiştir. uygulamada, bu tür bir çalışma yılgınlık yaratacak kadar güç olabilir; çünkü tüm Mitokondriyal genomu enzimle parçalayarak haritalamakla edinilen verilere, ya da son zamanlarda olduğu gibi, onun bir parçasına ilişkin dizi verilerden yararlanarak, 100-200 bireyi kapsayan bir örnekleme göre oluşturulacak olası soyağaçlarının sayısı bir kaç yüz bini, hatta belkide milyonları bulabilir Bu soyağaçlarından kimilerinin gerçekleşme olasılığının diğerlerinden yüksek olmasına karşın, bu denli çok sayıda olası ağaç arasından en olası olanı belirlemenin kesin bir yöntemi yoktur. Araştırmacılar, oluşturmak istedikleri ağaçların sayısı ve genel biçimi konusunda karar vermek durumundadırlar.

 

1987'de, 147 birey üstüne enzimle parçalayarak haritalama verilerine dayanarak, en olası evrimsel ağaç olacağına inandıkları bir soyağacı oluşturmayı amaçlayan Berkeley ekibi, biri yalnızca Afrikalı türleri, diğeri ise tüm türlerin bir karışımını kapsayan iki belirgin dalın yer aldığı, günümüzde ünlü at nalı biçiminde, bir şema oluşturmuşlardır. Bu araştırmacılar, "En kısa boylu ağaçtan çıkardığımız sonuca göre, insan Mitokondriyal gen havuzunun olası kaynağı Afrika'dır." demişlerdi. Başka bir değişle, PAUP yöntemiyle gerçekleştirilen genetik çözümleme sonuçları, genetik çeşitliliğe dayalı görüşü destekliyordu. Sorun, Afrika'daki mtDNA havuzunun, yani ilk bugünkü insanın, ne zaman oluştuğu noktasında düğümleniyordu.

 

Wilson'la meslektaşlarına göre, bu evrimleşme 140 bin-290 bin yıl önce gerçekleşmişti (Bu sonuç ayrı ayrı iki grubun Mitokondriyal DNA'ları arasında gözlenen %2-4 oranındaki başkalaşımlara dayanıyor; grupların her birindeki basit mutasyon hızının iki katı. Wilson, bu başkalaşım oranını insansı maymunlar, atlar, gergedanlar, sıçanlar, fareler, kuşlar, balıklar ve insanlara ilişkin bilgilere göre yapmıştı. Wallace ve arkadaşları da, ayrılma oranına yönelik testlerin sonucunda %2-4'lük orana ulaşmışlardı) . Gerek çeşitliliğe, gerekse soyağacının biçimine dayalı mtDNA verileri, bugünkü insanın görece yakın geçmişte Afrika'dan kaynaklandığı görünüşünden yana açık seçik sonuçlar ortaya koyuyordu. Çokmerkezli Evrim modelinde öngörüldüğü gibi, (geniş ölçüde çeşitlenmiş mtDNA türleri biçiminde) derin genetik köklere işaret eden hiçbir bulguya rastlanmamaktadır.

 

Devam edecek...

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Havva Üstüne Yanıltıcı Öykü

 

Afrika'dan Çıkış kuramının baş savunucusu Christopher Stringer, bu mtDNA verilerini doğal olarak sevinçle karşılamıştı. Doğa Tarihi Müzesi okulundan arkadaşı Peter Andrews'le birlikte, Mart 1988 tarihli Science dergisinde yayımladıkları bir yazıda şu satırlara yer vermişlerdir: "İnsansıların kökenlerine yönelik çalışmada olduğu gib, insan toplumlarının akrabalığı üstüne gittikçe çoğalan genetik kanıtları gözardı eden paleoantropologlar, kendi görüşlerine zarar verme pahasına böyle davranmayı sürdüreceklerdir". Buna karşılık, Çokmerkezli Evrim modelinin ateşli yandaşlarından Milford Wolpoff ve arkadaşları, yine Science dergisinde, "Gittikçe çoğalan paleoantropolojik verileri, kendi görüşlerine zarar verme pahasına yoksayan paleoantropologların böyle davranmayı sürdüreceklerini belirtmek yerinde olacaktır" diye yazarak Stringer ve Andrews'e nazire yapmışlardır. Bu karşılıklı atışmalar, antropoloji ile genetik alanındaki eski anlaşmazlığın sürmekte olduğunu göstermektedir.

 

Mitokodriyal Havva'yı yaratan genetik veriler ortaya çıkar çıkmaz, birkaç yönden eleştiri yağmuruna tutuldu. Wilson ve arkadaşlarının yararlandığı, mutasyonlarının birikim ritminin (moleküler saatin tik-taklarının) , aşırı ölçüde hızlı olduğu ileri sürüldüğü gibi,soyağacının kökeninde "ortak bir ata"nın bulunduğu savı da eleştirilmiştir. Bu konuda Wilson, "Ta baştan beri, söylediklerimiz üzerine bir anlaşmazlık vardı; ne yazık ki durum yalnızca güncel basınla da sınırlı değildi; Kimi meslektaşlarımız da buna katkıda bulundular" diye yakınıyordu. Bu katkı belki de Berkeley ekibince, 140 bin-290 bin yıl önce Afrika'nın bir yerinde yaşadığı varsayılan tek bir dişi bireye gönderme yapılması biçiminde oluyordu ( Çeşitli teknik nedenlerden, bu tarihlerin sınırları o zamandan bu yana daraltılmıştır; bu süre konusunda günümüzde yaygın olarak biçilen yaş, 200 bin yıldır) . Bu araştırmacılara göre, günümüzde yaşamını sürdüren her birey, mitokondrisini Wilson'un sık sık "Şanslı Ana" diye andığı ortak bir atadan almaktadır.

 

Afrika'lı Havva imajının albenisine kapılan çoğu kimse, araştırmacıların sözcüğün tam anlamıyla bir "gerçek-Ana"dan (Adem'i ile birlikte), yani ilk bugünkü insandan söz ettiklerini sanmışlardı. Bu konuda Wilson şunları söylüyor: " Bilinmelidir ki, Mitokondriyal DNA çizgisini incelemekle, neredeyse bugünkü insanın kökeninin de öncesine dek gidiyoruz. Mitokondriyal HAvva belki de arkaik sapiens'lerin bir üyesiydi". Bunun da ötesinde, Mitokondriyal DNA'nın anne yoluyla geçişi genetik tablonun yalnızca bir yönünü yansıtır. Dolayısıyla Wilson, "O bizlerin hepimizingerçek anlamda anası değil, tüm Mitokondriyal DNA'larımızın kaynaklandığı bir dişiydi yanlızca, çekirdeksel genlerimizin pek çoğunu başka dişilerden ve başka erkekelrden lamış olmalıyız" yargısına varıyor. Sonuç olarak "Havva", bugünkü insanın evrimsel kökenini oluşturan bir toplumun pek çok bireyinden yalnızca biriydi.

 

Nature dergisinde çıkan yazısını Wilson'un, "Hücresel ve Mitokondriyal DNA farklılıklarını karşılaştırarak, insan toplumlarının boyutunda, geçici ya da kalıcı bir daralmanın ( darboğazın ) evrimsel kökenimize eşlik edip etmediği saptanabilir" biçiminde bağlamasıyla, karışıklığın nasıl ortaya çıktığını anlamak kolaylaşıyor.

 

Devam edecek...

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Biyologlar, doğal yaşam ortamındaki aşırı bir değişiklik gibi herhangi bir nedenle bir toplumdaki birey sayısının azalışını -ki bu sonradan yine artabilir- bir darboğaz olarak değerlendiriyorlar. Bu darboğazın yarattığı sonuçlardan biri, yeni toplumdaki genetik değişikliğin ilkine oranla büyük ölçüde azalmasıdır: Başlangıçta var olan genetik başkalaşımın ancak çok küçük bir bölümü yeni topluma yansımaktadır. Evrim olgusunu konu edinen biyologlara göre, darboğazlar yeni türlerin ortaya çıkışı ile ilintili olabilir; ilginin Homo Sapiens'lerin kökenine odaklanmış olması da bundandır. Söz konusu darboğaz, kuşkusuz, sonuçta tek bir çift kalana dek sürecekti ( Havva ile Adem gibi ). Wilson'un Nature'da çıkan yazısına yönelik yorumunda Jim Wainscoat, "Atasal Mitokondriyal DNA tipi'nin ortaya çıkışını toplum boyutundaki aşırı bir daralmaya bağlamak çekici geliyor" , demiştir. Mitokondriyal Havva'nın, toplumu kuran ilk çiftin yarısı değilse bile, küçük boyutlu bir toplumun bir üyesi olduğunu söylemek istiyor gibiydi.

 

Wilson ve arkadaşlarının çalışmalarına ilişkin yazı 1987'de Nature'da yayımlandığı zaman, darboğaz kavramı büyük ölçüde güncelleşmişti. Gerçekte, Berkeley laboratuvarı ekibinden Wesley Brown bu düşünceyi Haziran 1980'de ortaya atmıştı. İnsan Mitokondriyal DNA'sı üstüne kimi ilk çalışmaları değerlendirdiği yazısında Brown, "Sonuçlar gösteriyor ki, insanoğlu görece yakın geçmişte son derece yoğun bir toplumsal darboğazdan geçmiş olabilir" diye yazmıştır. Şimdi Michigan Üniversitesi'nde görevli olan Brown, bunun, verilerinin yalnızca bir yönünü yansıttığını, ancak bu arada kimi diğer değerlendirmelerin yazıdan çıkarıldığını, böylelikle darboğaz kavramının sağlam bir biçimde yerleştiğini söylemektedir.

 

Wilson laboratuvarında Nature'da yayımlanan yazıdan sadece bir yıl önce, Wainscoat ve Oxford'daki arkadaşlarınca, konuya ilişkin başka türden veriler de yayımlanmıştı; bunlar, sekiz ayrı insan toplumuna ait, bir kaç kan proteinini kodlayan betaglobin kümesini oluşturan hücresel gen bölgesindeki değişiklikleri kapsar. İncelenen değişiklikler, restriksiyon parça uzunluk polimorfizm, yani protein düzeyinde kendini gösteren ya da göstermeyen belirli yerlere ait DNA dizilerindeki değişiklikler olarak bilinmektedir. Bu değişikliklerin saptanmasında, daha önce anlatılan, mtDNA'yı enzimle parçalayarak haritalama yöntemindeki aynı ilkelerden yararlanılır. Bu durumda, betaglobin bölgesinde beş adet restriksiyon enzim kesi yeri incelenmiştir. Bu kesi yerlerindeki değişikliklerin tümü, taranan 600 bireyde, yalnızca 14'ünün oluşturduğu 32 olası örüntüyü (haplotip) ortaya koymaktadır.

 

Tarama kapsamına giren sekiz toplum arasındaki haplotip örüntüsü, Afrikalı ve Afrikalı olmayan toplumlar arasında, temel bir bölünme olduğunu göstermiştir. Haplotiplerin sınırlı sayıda oluşuna bakarak, Wainscoat ve arkadaşları, Afrika’daki modern toplumların kökeninde bir darboğaz yaşanmış olduğu sonucuna da varmışlardır. Bu araştırmacılar, “Kurucu Atasal Toplum küçüktü” dedikten sonra, bunların, buradan Eski Dünya’nın diğer yörelerine yayıldıklarını söylemişlerdir. Londra Üniversitesi genetikçileri Steve Jones’la Shahin Rouhani tarafından sunulan başka bir yorum da, “Darboğaz Ne ölçüde Dardı?” başlığını taşıyordu. Bu soruya kendilerinin verdiği yanıta göre, bu sayı 40 bireye denk düşüyordu.

 

Moleküler biyologları ve antropologları da kapsayan çoğu gözlemciler, insanın geçmişinde, toplum boyutu bağlamında darboğazların hiç yaşanmamış olduğu kanıtlanabilseydi, Mitokondriyal Havva varsayımının çürütülmüş olacağı yargısına varmışlardır. Gerçekte, Tübingen’de, Max-Planck Biyoloji Enstitüsü’nden Jan Klein ve arkadaşlarından kaynaklanan bu tür bir kayıt yoldaydı. Bunların çalışmaları, vücudun bağışıklıksal kimliği ve yanıtlarına ilişkin çok sayıda proteini kodlayan temel doku uyuşumu kompleksi (MHC) genlerinin incelenmesine yönelikti. Çok sayıda oluşları ve protein düzeyinde kolayca saptanabilmelerinden ötürü bu genler, toplumların genetik yönden incelenmesinde çok elverişli işaretleyicilerdir.

 

Klein ve meslektaşlarına göre, MHC genlerindeki başkalaşımlar, insanlarla şempanzeler arasında geniş ölçüde paylaşılmış olup, insanlarla Arkikalı insansı maymunların ortaklaşa sahip olduğu MHC değişiklik kapsamını daraltacak bir toplum darboğazının, insanın geçmişinin herhangi bir evresinde gerçekleşme olasılığının bulunmadığını göstermiştir. Ocak 1990’da Klein, “ Hepimizin ilk ve tek ‘şanslı’ anası olduğu varsayılan bir Havva’nın 200 bin yıl önce yaşamış olduğu düşüncesi, bu nedenle terk edilebilir” sonucuna varmıştır.

 

Klein, çalışmalarının sonuçlarını ilk kez, Steve O’Brien ve Michael Clegg tarafından UCLA’de düzenlenen moleküler evrim konulu sempozyumda açıklamıştır. Toplantıya egemen olan duygu, Havva varsayımının bittiği yolundaydı. Klein’ın sunduğu veriler insan toplumunun hiçbir zaman yaklaşık 10 bin bireyin altına düşmediğini ortaya koyar görünüyordu; dolayısıyla Afrikalı bir Havva ( minik bir toplumu oluşturan bir çiftin dişisi) söz konusu olamazdı. UCLA sempozyumunu Trends in Evolution and Ecology’de değerlendiren Minnesota Üniversitesi’nden Craig Packer bu konudaki düşüncesini, “Anlaşılan Cennet Bahçesi bayağı kalabalıkmış” biçiminde dile getirmiştir.

 

Cennet Bahçesi ne denli kalabalık olursa olsun, Mitokondriyal Havva Kuramı bundan etkilenmemiştir çünkü gerçekte bir toplumsal darboğaza gereksinim duymamaktadır.

John Avise’ın 1983’te yayımladığı bir bildirisinde açıkladığı gibi, büyük boyutlu ve geniş ölçüde Mitokondriyal DNA çeşitliliği barındıran bir toplumdan, benzer büyüklükte olmakla birlikte, geldiği toplumun tüm değişik özelliklerini taşıyan ama temelde tek örnek bir topluluğa geçiş olanaklıdır, hatta kaçınılmazdır. Avise, “Wes Brown’ın insan Mitokondriyal DNA’sı üstüne 1980 tarihli incelemesini gördükten sonra, bu sorunu irdelemeye yöneldim” demektedir. İlk bakışta tersine bir değerlendirme gibi görünse de, “Michael Clegg’in bana önerdiği gibi, sorunu soyadları bağlamında ele almak en kolayıdır” sonucuna varıyor Avise.

 

Aile adının (soyadının) erkeklerce taşındığını varsayalım. Tüm ailelerin erkek çocukları olmayabileceğine göre, kimi zaman bir soyadı ortadan kalkacaktır. Kuşaktan kuşağa aynı boyutta kalan bir toplumda, çok kısa sürede bir örüntü gelişir. İlk kuşakta çiftlerin dörtte birinin, soyadını her birinin sonraki kuşağa taşıyacağı ikişer oğlu olması beklenir.; çiftlerin dörtte ikisinin birer oğlu ve kızı olacak ve soyadını tek erkek çocuk sürdürecektir; öte yandan, diğer dörtte birininse ikişer kızı olacağından, soyadı kaybolacaktır. Bu durum, kuşaktan kuşağa böylece sürüp gider. Belirli bir dönem sonunda ( ilk kuşaktaki dişi bireylerin yaklaşık iki katı kuşak sonra) , yalnızca bir soyadı kalır. Böylelikle, rastlantısal kayıplar ( stochastic loss ) yoluyla, çok sayıda değişik ad, bire indirgenmiş olur. Aynı durum mitokondriler için de geçerlidir, ancak bunların aktarılışı dişi soyçizgisi yoluyla gerçekleşir.

 

* Mitokondriyal DNA yalnızca anne aracılığıyla geçer. Bu nedenle, hiç kızı olmayıpta yalnızca iki oğlu olan bir annenin Mitokondriyal DNA’sı yok olur. Kuşaklar geçtikçe, biri dışında tüm diğer Mitokondriyal DNA tipleri, salt rastlantısal nedenlerle ortadan kalkar, atalığı ise geriye kalan tek mtDNA tipi üstlenir.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...