Jump to content

Şamanların Sırra Erme Rüyaları


nevermore

Önerilen Mesajlar

Hastalık - Sırra Erme

Kimi hastalıkların, az çok patolojik rüya ve esrimelerin, şamanlık durumuna ulaşmanın birer yolu alabildiklerini gördük. Bu tekil ve benzersiz yaşantılarekimi zaman yukandan gelen bir "seçilmenin'' işareti olmaktan başka anlam taşımazlar ve adayı yeni "vahiylere" hazırlamaktan başka bir işlev görmezler. Fakat çoğunlukla, söz konusu hastalık, rüya ve esrimelerin kendileri başlı başına birer sıraetme olayı niteliğindedir, yani "seçiliş'ten önce kutsallıkla ilişkisiz sıradan biri olan aday kişiyi bir "kutsallık teknisyeni" haline dönüştürebilirler. Elbette bu esrime yaşantısının ardından, her zaman ve her yerde, yaşlı eski ustalarca verilen bir kuramsal ve uygulamalı eğitim gelir; ama bu durum söz konusu yaşantının belirleyiciliğini hiç azaltmaz, çünkü "seçilen" kişinin dinsel statüsünü kökünden değiştiren, asıl bu yaşantıdır.

Biraz aşağıda göreceğimiz gibi, şaman olacak kişinin bu göreve "çağrılmasını" belirleyen bütün esrime olay ve yaşantıların, bir sırra-erme (initiaiion) töreninin geleneksel ögelerini - şemasını- gösterir: acı çekme, ölme ve dirilme. Bu açıdan bakılınca, herhangi bir "çağrı hastalık" bu sırra-erdirme rolünü üstlenebilir, çünkü hastalığın verdiği acılar sırra eriş sırasında çekilen işkenceye karşılık gelir; "seçilmiş hasta'nın ruhsal yalıtilmışlığı, sırra erme törenlerindeki ritüel yalıtılmışlığın ve yalnızlığın bir görünümüdür; hastanın, ölümün kapıda olduğunu duyumsaması (can çekişme, bilinç yitimi, vb.) ise gene sırra ­erme törenlerinin çoğunda yer alan simgesel ölümü anımsatır. Aşağıda vereceğimiz örnekler bu hastalık/ sırra-erme benzerliğinin nerelere kadar gidebildiğini gösterecektir. Çekilen bazı fiziksel acılar, örneğin adayın (= hastanın) bedeninin parçalara ayrılması gibi, sırra-erme anlamı taşıyan (simgesel) bir ölüm şeklinde" dile gelebilmektedir; bu tür esrime yaşantıları ya "çağrı-hastalık" yüzünden çekilen gerçek acılar sayesinde, ya bazı ritüel ve törenlerle ya da rüyalar yoluyla gerçekleştirilebilmektedir.

Girişte yaşanan bu esrime deneyimlerinin içeriğine gelince, bu içerik hayli zengin olmakla birlikte, şu temalardan biri veya birkaçı mutlaka burada yer, alır : bedenin parçalanması ve ardından tüm iç organların yenilenmesi; Göğe çıkış ve ruhlarla veya tanrılarla konuşma; Yeraltına iniş ve orada da gene ruhlarla, bu arada ölmüş şamanların ruhlarıyla, konuşma; çeşitli dinsel ve şamancıl açıklamalara (vahiylere) muhatap olma (meslek sırları). Bütün bu temaların sırra-erme nitelikli oldukları kolayca görülebilir. Bazı belgelerde bunların tümüne birden tanıklık vardır; bazılarında ise sadece birinin veya ikisinin (bedenin parçalanması, Göğe çıkış) adı geçer. Ayrıca, kimi sırra­erme temalarının belgelerde görünmeyişi, hiç değilse kısmen, elimizdeki bilgilerin eksikliğinden ileri geliyor olabilir; bu olaylarla tanışan ilk budunbilimciler genellikle ayrıntısız, özet bilgilerle yetinmiş olabilirler.

Ne olursa olsun, belli bir durumda bu temaların varlığı veya yokluğu, ilgili şamancıl tekniklerin belli bir dinsel doğrultuya girmiş olduğunun da göstergesidir. "Göksel" şamancıl ' sırra-erme ile, bazı çekincelerle "Yeraltılık'' denebilecek olan sırra-erme arasında hiç kuşkusuz fark vardır. Gökteki bir Yüce Varlığın şamarıcil esrime yeteneğinin bağışlanmasında oynadığı rol ile, buna karşıt olarak ölü şamanların ruhlarına veya "cinlere" verilen önem, ayrı ayrı yönelimleri gösterir. Bu farklılıkların ayrı ayrı, hatta karşıt, dinsel tasarımlardan ileri gelmeleri pekala olasıdır. Ne olursa olsun, bunların uzun bir evrim sonucu oluştukları ve kesinlikle bir tarihleri olduğu söylenebilir; araştırmalarımızın bugünkü durumunda, bu tarihi ancak varsayımsal ve geçici olarak, ana çizgileriyle ortaya koyabiliyoruz.

Şimdilik bu sırra-erme tiplerinin tarihiyle uğraşmak durumunda değiliz ve anlatımızı daha da karmaşık duruma getirmemek için, adı geçen büyük mitseli ritüel temaları (adayın bedeninin parçalanması, Göğe çıkış ve Yeraltına iniş) birer birer ve ayrı ayrı sunacağız. Fakat hiçbir zaman gözden kaçırmamak gerekir ki bu ayrımlar pek seyrek olarak gerçeklikle çakışır; biraz sonra Sibirya şamanlarında da göreceğimiz gibi, bu üç belli başlı sırra-erme teması bazan aynı bireyin yaşantılarında bir arada bulunabildiği gibi, hemen her durumda aynı dinin içinde birlikte yer alabilir. Bundan başka, bu esrime yaşantılanrun, asıl sırra-ermeyi oluşturmakla birlikte, her zaman hayli karmaşık bir geleneksel eğitim sistemiyle bütünleşmiş olduklarını da hesaba katmak zorundayız.

Şamancıl sırra-erme olayının betimlenmesine, esrimeli tipi sunarak başlayacağız; çünkü bize göre bu hem en eskisi, hem de -yukarıda sayılan mitseli ritüel temaların hepsini içine alması anlamında en tamamıdır. Bu sunuşun hemen ardından, Sibirya ve kuzey-doğu Asya dışındaki bölgelerde de rastlanan aynı tip sırra-erme olaylarından örnekler vereceğiz.

Yakut Şamanlarının Sırra Erme İşlevli

Esrime ve Görüleri

Önceki bölümde, hastalık şeklinde kendini gösteren "şarnanliğa çağrı" olaylarına ilişkin'bazı örnekler verdik. Kimi durumlarda, söz konusu olan, tam anlamıyla bir hastalıktan çok, hal ve gidişte yavaş yavaş kendini gösteren bir değişikliktir. Şaman adayı dalgınlaşır, yalnız kalınağa çalışır, çok uyur, olup bitenle ilgisiz görünür, gaipten haber veren düşler görür, bazan da nöbetlere tutulur-, Bütün bu belirtiler, aday farkında olmaksızın kendisini bekleyen yeni hayatın ilk adımlarını oluşturur. Adayın tüm davranışı da zaten, bütün dinlerde aynı olan ve burada üstünde durulmasına gerek olmayacak kadar iyi bilinen, ilk mistik çağrılma belirtilerini hatırlatır.

Ama kısa zamanda bir şamanın kariyerini belirleyen "hastalıklar", nöbetler. rüyalar ve sanrılar da vardır. Bu patolojik esrimelerin gerçekten yaşanmış mı, yoksa kafadan uydurulmuş mu ya da en azından, sonunda geleneksel şamanlık mitolojisinin çerçevesine girmiş folklor ögeleriyle sonradan şişirilmiş mi oldukları bizim açımızdan önemli değildir. Bize göre asıl önemli olan, böyle yaşantılara katılınması. bunların bir şamanın seçilmesine ve sihirseli dinsel güçlerine gerekçe oluşturmaları, köktenci bir dinsel rejim değişikliğinin geçerliliğinin akla gelebilecek tek tanığı olarak gösterilmeleridir.

Örneğin, bir Yakut şamanı, Sofron Zateyev, şaman adayının öldüğünü ve çadırda o gün yemeden içmeden yattığını ileri sürüyor. Eskiden parçalara bölünme töreni üç kez tekrarlanırmış. Bir başka şaman, Pyotr İvanov, bu tören hakkında daha uzun bilgi veriyor. Adayın bedenini oluşturan tüm parçalar demir bir kancayla biribirinden ayrılır, bütün etler kazmarak kemikler temizlenir, tüm vücut sıvıları boşaltılıp atılır, gözler yuvalarından çıkarılırmış. Bu işlemden sonra kemikler yeniden bir araya getirilip demirle biribirine bağlanırmış... Timofey Romanov adlı bir başka şamana göre, bu' parçalanma töreni 3 ile 7 gün sürermiş: bu süre içinde aday ıssız bir yerde, hemen hiç soluk almadan ölü gibi yatarmış.

Yakut Gavriil Alekseyev, her şamanın bir Yırtıcı-Kuş Anası olduğunu söylüyor.Bu "Ana" demir gagalı, çengel pençeli, uzun kuyruklu büyük bir kuşa benzermiş ve sadece iki kez kendini gösterirmiş: şamanın manevi doğumunda ve ölümünde ... Doğumda şamanın ruhunu alır, Yeraltına götürür ve orada, bir yalancı akçam dalında, olgunlaşmağa bırakırmış. Ruh olgunlaşınca kuş yeryüzüne döner, adayın vücudunu küçük parçalara bölüp hastalıkları ve ölümü temsileden kötü ruhlara dağıtırmış. Her kötü ruh kendisine düşen parçayı yutar, bunun sonucu olarak da şaman olacak kişi ileride bu ruhların eseri olan hastalıkları iyileştirme gücünü kazanırmış. Kötü ruhlar böylece bütün vücudu yedikten sonra oradan uzaklaşırlarmış. Bunun üzerine Kuş Ana kemikleri bir araya toplayıp yerli yerine koyar, şaman adayı da derin bir uykudan uyanır gibi kendine gelirmiş.

Gene Yakutlardan gelen başka bir bilgiye göre, kötü ruhlar şaman adayının ruhunu Yeraltına götürüp orada bir evde üç yıl (alt sınıftan şamanlar için sadece bir yıl) kapalı tutarlarmış. Şaman da asıl sırra-erme olayını burada yaşarmış : Ruhlar önce onun başını kesip bir kenara koyarlarınış (çünkü adayın, vücudunun parçalanmasını kendi gözleriyle görmesi gerekirmiş); sonra bedenini kuşbaşı gibi parçalara bölüp çeşitli hastalıkların "ruhlarına" dağıtırlarmış. Şaman ancak bu koşulla hastalıkları sağıltma gücünü kazanabilirmiş. Bunun ardından kemikleri taze etlerle kaplanır, bazı durumlarda vücuduna yeni kan da verilirmiş".

Yine Ksenofontov tarafından derlenmiş olan (Legendy i rasskazy, s. 60 dev. veya Schamanengeschichten, s. 156 dev.) bir başka Yakut söylencesine göre, şamanlar Kuzeyde doğarmış. Orada, dallarında yuvalar taşıyan ulu bir akçam yükselirmiş. Büyük şamanlar en üst dallarda, orta sınıftakiler orta dallarda, en küçükler ise en alt danarda yuvalanırmış'', Bazılarının anlattığına göre, başı kartal başı ve tüyleri demirden olan Yırtıcı-Kuş Ana bu ağaca konar, yumurtlar ve kuluçkaya yatarmış. Yumurtalardan büyük şamanların çıkması üç yıl, orta şamanların çıkması iki yıl, küçüklerin çıkması ise bir yıl alırınış.

Ruh yumurtadan çıkınca Kuş Ana bunu alır, yetiştirilmek üzere tek gözlü, tek konu ve tek kemikli dişi bir şeytan-şamana emanet edermiş", Bu dişi şeytan, şaman adayının ruhunu demirden bir beşikte sallar ve pıhtılaşmış kanla beslermiş. Bunun üzerine üç kara "şeytan" çıkagelir ve bedeni parça parça doğrar, kafaya bir kargı saplar, et parçalarını da sunu olarak dört bir yana dağılırlarmış. Başka üç "şeytan" da, ileride sağıltmak durumunda kalacağı her hastalık için bir parça olmak üzere, adayın çene kemiğini keserlermiş. Son hesapta bir kemik eksik çıkarsa, bunu tamamlamak için şamanın ailesinden birinin ölmesi gerekirmiş. Bazı durumlarda, ölen akraba sayısının dokuzu bulduğu bile olurmuş".

Bir başka anlatıma göre ise, adı geçen "şeytanlar" adayın ruhunu, onların tüm bilgisini özümleyinceye kadar yanlarında alıkoyarlarmış. Bütün bu su.re boyunca aday yatağında hasta yatarmış. Ruhu ya bir kuşa ya da başka bir hayvana, hatta bir insana dönüşürmüş. Adayın "gücü", bir ağacın yaprakları arasındaki bir yuvada saklanırmış ve şamanlar -hayvan biçimleri altında- biribirleriyle döğüştükleri zaman, hasımlarınm yuvalarını yıkmağa çalışırlarmış (Lehtisalo, op. dt. s.29-30).

Bir başka Yakut söylencesine göre (Legendy i rasskazu, s. 63; Schamanen­geschichten, s. 159), şamanların ruhları Dzokuo Dağında bir akçam ağacında doğar. Bir başka inanış da, doruğu dokuzuncu göğe erişen Ijik-Mar Ağacından söz eder. Bu ağacın dalları yoktur; şamanların ruhları bunun budak düğümlerinde bulunur (ibid.). Belli ki burada, Dünyanın Göbeğinde yükselen ve üç kozmik kuşağı (yeraltı, yeryüzü, gökyüzü) biribirine bağlayan Evren Ağacı söz konusudur. Bu simge bütün kuzey ve orta Asya mitolojilerinde önemli bir roloynar.

Orta Asya ve Sibirya mitolojilerinde sık sık rastlanan şeytansı bir figür. Karş.

Bütün bu örneklerde, bir sırra-erme töreninin merkezi temasıyla karşılaşıyoruz: şamarı çırağının bedeninin parçalanması ve organlarının yenilenmesi; ritüel olarak ölme ile onu izleyen dirilme ve ulaşılan mistik olgunluk. Evren Ağacının dallarında, şamanları doğurmak üzere kuluçkaya yatan dev Kuş motifi de dikkate ve kayda değer; bu motif kuzeydoğu Asya mitolojilerinde, özellikle şamanlık söylencelerinde, büyük önem ve ağırlık taşır.

Semoyed Şamanlarının Sırra Erme Rüyaları

Lehtisalo'ya bilgi veren Yurak-Samoyedlere göre, asıl sırra­erme süreci davulukullanmanın öğrenilmesiyle başlar, çünkü ruhları görmek ancak bu yolla ve bu vesileyle başarılabilir. Şaman Ganykka bir gün ona, davulunu çalarken ruhların gökten inip, bütün vücudunu parça parça kestiklerini anlatmış; ruhlar bu arada onun ellerini de kesmişler. Kendisi de yedi gün yedi gece bilinçsiz olarak yerde yatakalmış. Bu sırada ruhu ise Gökte imiş; Gökgürültüsü Ruhu ile birlikte geziyor, Tanrı Mikkulai'yi ziyaret ediyormuş".

A. A. Popov Avam-Samoyedlerden bir şamarı hakkında şunları anlatıyor? : Çiçek hastalığına yakalanan bu şaman üç gün bilinçsiz, ölü gibi yatmış; öyle ki üçüncü gün az daha ölü diye gömüıüyormuş. Sırra-ermesi de bu süre içinde olmuş. Denizin ortasına götürüldüğünü hatırlıyormuş. Orada Hasta lığın (yani çiçek hastalığının) sesini işitmiş; kendisine şöyle diyormuş : "Suyun Efendilerinden şamanlık yapma yetkisi alacaksın; şamanlık adın da huottarie (Dalgıç) olacak." Sonra Hastalık denizin suyunu bulandırmış. Şaman sudan çıkıp bir dağa tırmanmış.

Orada çıplak bir kadına rastlayıp memesini emmeye başlamış. Olasılıkla Suyun Hammı olan bu kadın ona şöyle demiş: "Sen benim çocuğumsun, bu yüzden seni emziriyorum. Pek çok güçlükle karşılaşacak ve çok yorulacaksın." Sonra, Suyun Hammının kocası Yeraltının Beyi, onu Yeraltı dünyasına götürmek üzere, bir kakımla bir fareyi yanına kılavuz olarak vermiş. Yüksekçe bir yere varınca kılavuzları ona tepeleri yırtık yedi çadır göstermişler. İlk çadıra girmiş ve orada Yeraltının insanlarıyla ve büyük Hastalığın (frengi) adamlarıyla karşılaşmış. Bunlar onun yüreğini koparıp bir tencereye atmışlar. Öteki çadırlarda Deliliğin Beyiyle ve bütün sinir hastalıklarının Beyleriyle tanışmış: ayrıca orada kötü şamanlara da rastlamış. Böylece, insanlara acı çektiren çeşitli hastalıkları tanımayı öğrenmiş!",

Şaman adayı bundan sonra, gene önünde kılavuzları olduğu halde, kadın şamanlar ülkesine varmış; bunlar onun boğazını güçlendirmiş ve sesini gürleştirmişler. Sonra, Dokuz Denizin kıyısına götürülmüş. Bu denizlerden birinin ortasında bir ada, adanın ortasında da Göğe kadar yükselen ulu bir kayın ağacı varmış. Toprağın Beyinin ağacıymış bu; yanında da dünyadaki bütün bitkilerin ataları olan dokuz ot bitiyormuş. Ağaç denizlerle çevriliymiş ve her denizde bir kuş türü yavrularıyla birlikte yüzüyormuş. Birkaç tür ördekle bir kuğu, bir de atmaca varmış. Aday bu denizlerin hepsini gezmiş; kimisi tuzluymuş, kimisi de o kadar sıcakrnış ki kıyısına bile yaklaşamamış. Denizlerin hepsini dolaştıktan sonra başını kaldırmış ve Ağacın tepesinde birçok ulustan insanlar'? görmüş: Tavgı Samoyedler, Ruslar, Dolganlar, Yakutlar ve Tunguzlar ... Kulağına sesler gelmiş : "Bu Ağacın dallarından yapılmış bir davula (aslında, tokmağa) sahip olmana karar verildi':'." Sonra denizlerdeki kuşlarla birlikte uçmağa başlamış.

Kıyıdan uzaklaşırken Ağacın Beyi ardından seslenmiş : "Dallarımdan biri düştü; onu al ve kendine ömrün boyunca işine yarayacak bir davul yap!" Söz konusu dal üç çatallıymış ve Ağacın Beyi ondan üç davul yapmasını buyurmuş. Bu davullar üç kadın tarafından korunacak ve her biri ayrı bir törende kullanılacak­mış : Biri lohusalara yardımda, biri hastalıkları sağıltınada, sonuncusu da karda kaybolan kimseleri bulmakta işe yarayacakmış.

Ağacın Beyi ayrıca tepesindeki bütün insanlara da dallarından vermiş. Ama insan biçimine girip yarı beline kadar Ağacın gövdesinden sarkarak şunu da eklemiş: "Sadece bir dalım var ki onu şamanlara vermiyor, insanların geri kalanına saklıyorum, ta ki onunla evlerini yapabilsinler ve öteki ihtiyaçlarını karşılayabilsinler. Ben bütün "insanlara hayat veren Ağaç'ım." Aday dalı sımsıkı tutup havalanmaya hazırlanırken tekrar bir insan sesi duymuş; bu ses ona yedi bitkinin şifalı özelliklerini öğretmiş ve şamanlık sanatına ilişkin bazı açıklayıcı bilgiler vermiş. Ayrıca, üç kadınla evlenmesi gerektiğini de eklemiş (o da su çiçeğinden iyileştirdiği üç yetim kızla evlenerek bu buyruğu yerine getirmiş).

Daha sonra uçsuz bucaksız bir denizin kıyısına gelmiş ve orada ağaçlar ve yedi de taş bulmuş. Taşlar sırayla ona bir şeyler söylemiş. Birinci taşın ayı dişi gibi dişleri ve sepet biçiminde bir kovuğu varmış; şaman adayına, Toprağın "bastırma taşı" olduğunu açıklamış: Rüzgar alıp götürmesin diye tarlaların üzerine bütün ağırlığıyla çöküyormuş. İkincisi ise demiri ergitıneye yarıyormuş. Aday yedi gün bu taşların yanında kalıp onların insanlara hangi bakımıardan yararlı olabileceklerini" öğrenmiş.

İki kılavuz, kakımla fare, onu daha sonra yüksek ve yuvarlak bir tepenin üzerine çıkarmışlar. Önünde bir mağara ağzı görmüş ve buzlarla kaplı, ortasında ateşe benzer bir şey bulunan gayet aydınlık mağaraya girmiş. Çıplak, ama ren geyiği gibi kıllarla kaplı iki kadın görmüş, Sonra içerde ateş filan yanmadığmı, aydınlığın tavandaki bir açıklıktan geldiğini farketmiş. Kadınlardan biri ona gebe olduğunu ve iki ren geyiği doğuracağını söylemiş : Biri Dolgan ve Evenklerin, ötekide Tavgıların kurban hayvanları olacakmış. Ayrıca ona, renlere şamanlık yapmak durumunda kaldığında işine yarayacak bir de kıl vermiş. Öteki kadın da aynı şekilde iki ren doğurmuş; bunlar insanlara her işlerinde yardım edecek ve besinlerini de sağlayacak olan hayvanları simgeliyormuş. Mağaranın biri kuzeye öteki güneye bakan iki kapısı varmış. Kadınlar her kapıdan, ormandaki insanların (Dolgan ve Evenklerin) işlerine yarayacak birer genç ren geyiği göndermişler. İkinci kadın da ona bir kıl vermiş. (Şaman şimdi şamanlık yaparken içinden bu mağaraya doğru dönüyormuş.)

Daha sonra şaman adayı bir çöle varmış ve çok uzaklarda bir dağ görmüş. Üç gün yürüdükten sonra dağa yaklaşmış ve bulduğu bir kovuktan içeri girmiş. Kocaman bir ateşi körüklemekte olan bir adama rastlamış. Ateşin üstünde "dünyanın yarısı kadar" bir kazan varmış. Çıplak adam onu görür görmez kocaman bir kerpetenle kavramış; çırak şamarı ancak "Öldüm!" diye düşünecek zaman bulabilmiş. Adam onun kafasını kesmiş, bedenini küçük parçalara bölüp hepsini birlikte kazana atmış ve böylece bütün vücudunu üç yıl süreyle pişirmiş.

Mircea Eliade

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...