nevermore Oluşturma zamanı: Aralık 4, 2013 Paylaş Oluşturma zamanı: Aralık 4, 2013 http://img-3.onedio.com/img/719/bound/2r1/515f0f4735d4d3874a000047.webp A Clockwork Orange – Otomatik Portakal (1971)Sinema tarihine adı altın harflerle yazılan bir Kubrick distopyasıdır A Clockwork Orange. Tüm zamanların en psikopat film karakterlerinden biri olan Alex DeLarge, hem ismiyle hem cismiyle unutulmaz sinema anılarımız arasında kendine özel bir yer bulmuştur. Karanlık bir gelecek aracılığıyla günümüzün sistem çarklarını sert bir biçimde eleştiren film, bağımlılık üzerine de dikkate değer söylemlerde bulunur. Kubrick’in dehasıyla yarattığı kendine has rahatsız ediciliği de, bazıları için tam anlamıyla şok edicidir. http://img-0.onedio.com/img/719/bound/2r1/515f0f4735d4d3874a000048.webp Pink Flamingos (1972)Pink Flamingos da kıyıda köşede kalmış, mide kaldıran kültlerden birisi aslında. Kara mizah unsurlarını daha önce denenmemiş bir biçimde kullanan film, ağızda biraz acı biraz tatlı bir tat bırakmaktadır. Ensestten giren, yamyamlıktan çıkan ve bu esnada da hayvanlara eziyet etmekten geri kalmayan Pink Flamingos, gösterildiği her yerde seyirci kitlesini ikiye bölmüştür. Zaten rahatsız edici herhangi bir filmin üzerinde uzlaşmaya varmak zordur. http://img-1.onedio.com/img/719/bound/2r1/515f0f4735d4d3874a000049.webp The Last House on the Left – Soldaki Son Ev (1972)Peşinden birçok gore filmi sürükleyen, intikam öykülerinin korku-vahşet sineması alt türü olmasında büyük etkisi olan bir Wes Craven filmi Soldaki Son Ev. Sapık bir çeteye kurban giden kızlarının intikamını almak isteyen bir ailenin öyküsünü anlatıyor film. İçerdiği şiddet nedeniyle sansür süzgecinden geçmekte çok zorlanan, bazı ülkede tamamen yasaklanan bazılarında ise bir kısmı kesilip ancak öyle gösterime giren bu kült film, Craven’ın sinemadaki yolculuğunun başlangıç noktası. http://img-2.onedio.com/img/719/bound/2r1/515f0f4735d4d3874a00004a.webp – Salo, or the 120 days of Sodom –Sodom’un 120 Günü (1975)Hakkındaki tartışmalar hiçbir vakit dinmeyen ve Pasolini’nin ölümüne neden olduğu konuşulan Salo, sinema tarihinin belki de en sert faşizm eleştirisini içerisinde barındırıyor. 9 kız ve 9 erkek tutsağın 120 gün boyunca maruz kaldığı psikolojik, fiziksel ve cinsel vahşeti anlatan film, faşizmin tüyler ürperticiliğine aynı şekilde yanıt verdiği için ilginç tartışmaları da beraberinde getiriyor. “Gore” tanımına yeni cümleler ekleyen bu ürkütücü film, üzerinden geçen yaklaşık 40 seneye rağmen rahatsız ediciliğinden hiçbir şey kaybetmemiş durumda. Zaten bir Marquis de Sade uyarlaması olduğunu söyleyince, film kafanızda iyiden iyiye şekillenecektir. http://img-3.onedio.com/img/719/bound/2r1/515f0f4735d4d3874a00004b.webp Eraserhead (1977)David Lynch’in ilk filmi, haliyle Lynch’in zihnine ve bilinçaltına ilk yolculuk… Birkaç ironik istisna dışında neredeyse tüm filmlerinde bizi rahatsız etmeyi kendine görev edinen David Lynch, tüm zamanların en iyi ilk filmlerinden birinde üstlendiği görevi en etkili biçimde yerine getiriyordu. Hiçbir zaman grotesk karakterlere olan sevdasını ve “öteki” anlatımını saklamayacak olan üstad, Henry Spencer ve onun karanlık dünyası ile kabuslarımızın değişmez başrollerinden birini üstlendi yıllarca. http://img-0.onedio.com/img/719/bound/2r1/515f0f4735d4d3874a00004c.webp Day of the Woman (1978)Yine intikam kelimesinin hakkını veren, sözlük anlamıyla “mide bulandıran”, kanlı mı kanlı bir vahşet filmi… Çizdiği kadın kahraman portresiyle kısa bir sürede kült olarak anılmaya başlanan Day of the Woman, “I Spit on your Grave” adıyla yakın dönemde yeniden çevrilmiş ve Hollywood plastikliğine yenik düşmüştü. Orijinal filmin etkisi ise elbette ki eskiliğinde ve bu eskiliğin yarattığı atmosferinde yatıyor. Tecavüze uğrayan bir kadının kanlı geri dönüşünü anlatan Meir Zarchi eseri, şiddetin sinemadaki çarpıcı tezahürlerinden birisi. http://img-1.onedio.com/img/719/bound/2r1/515f0f4735d4d3874a00004d.webp Cannibal Holocaust (1980)Blair Witch Project ile hatırlanan ve sonrasında da Rec, Cloverfield, Paranormal Activity gibi yakın dönem örnekleriyle de popüler hale gelen bir alt türün öncüsüdür Ruggero Deodato’nun sahte-belgeseli. Zaten “sahte” dediğime bakmayın, görüntüler o kadar gerçekçidir ki, Deodato oyuncularının gerçekten kazıklara saplanmadığını mahkemede kanıtlamak zorunda kalmıştır ve ancak bundan sonra beraat edebilmiştir. Vahşet algısını genişleten ve birçok insanın psikolojisine kalıcı tesir eden Cannibal Holocaust, rahatsız edici filmlerin en iddialılarından biri. http://img-2.onedio.com/img/719/bound/2r1/515f0f4735d4d3874a00004e.webp Videodrome (1983)David Cronenberg’in kabusları filme alma yetisi, yönetmenin ilk dönem sinemasından haberdar bir sinemasever tarafından zaten bilinmektedir. Videodrome’da yönetmenin gerçek ile sanrı arasındaki çizginin yitip gitmesi üzerinden hareket ettiği, imgesel manada çığır açıcı unsurlarla dolu, sürreal bir tablosudur. Ayrıca teknolojiye tapınmaya başlayan dünyaya getirilen çarpıcı bir eleştiridir aynı zamanda. http://img-3.onedio.com/img/719/bound/2r1/515f0f4735d4d3874a00004f.webp Hei tai yang 731 – Man Behind the Sun (1988)Japonların İkinci Dünya Savaşı döneminde yaptığı tıbbi deneyleri anlatan ve istismar filmi kategorisinde ayrı bir yeri bulunan son derece ağır bir filmdir Hei tai yang. İnsanı en derin korkularıyla yüzleştirmesinin yanı sıra ekrana bakması çok zor anları da içerisinde barındırır. Akla hayale gelmeyecek işkence yöntemlerini sadizm terminolojisine yılmadan ekleyen film, sinema tarihinin en hastalıklı vahşet filmlerinden biri… http://img-0.onedio.com/img/719/bound/2r1/515f0f4735d4d3874a000050.webp Funny Games – Ölümcül Oyunlar (1997)İnsanın kötücüllüğünün kronik olduğu ön kabulüyle film yapan bir yönetmen Michael Haneke. Bu nedenle bu başyapıtında “sebepsiz şiddet”i odak noktasına alması hiç şaşırtıcı değil. Çıktıkları tatil başlarına musallat olan iki psikopat tarafından heba edilen bir aile, korkulu ve engellenemez bir vahşet ile karşı karşıya kalır. Funny Games’de şiddet o kadar kesindir ki, kader yalnızca kötü şeyler olmak üzere olduğu zaman gerçektir sanki. Duygusal hasar yaratma ihtimali taşıyan, müthiş bir filmdir Funny Games. http://img-1.onedio.com/img/719/bound/2r1/515f0f4735d4d3874a000051.webp Happiness (1998)Tek kelimede ironinin tanımını yapan ismiyle, aile üzerine çekilmiş en rahatsız edici ve en “hardcore” filmlerden biri olan Happiness, Todd Solondz’un başyapıtı olarak kabul görüyor. Amerikan ailesinin zayıflıklarına acımasızca saldıran film, yaptığı gerçekliği acıtan tespitler ile tam bir “dost acı söyler” vakası. Filmin herhangi bir karakterine sempati duymak neredeyse imkansız, “empati”den ile hiç söz etmiyorum bile. Fakat filmin rahatsız edici filmler listesinin sinemasal anlamda en doyurucu işlerinden biri olduğu aşikar. http://img-2.onedio.com/img/719/bound/2r1/515f0f4735d4d3874a000052.webp Odishon – Audition – Ölüm Provası (1999)Japonların sevilen yönetmeni Takashi Miike’nin intikam öykülerini seven bir coğrafyaya hediye ettiği stilize vahşet filmi, hassas bünyeleri sinema salonlarında çok zorlamış hatta kimilerini bayıltmıştı. İşin ilginci şu an bırakın filmi, filmin yazısından bile çekinen ülkemizde bu vahşi kült ticari gösterim şansı bile bulmuştu. Karanlık bir geçmişe sahip olan Asami’nin tüyler ürperten intikam hikayesini anlatan film, genel atmosferiyle de oldukça etkileyici ve hatırda kalıcı bir sinema deneyimi. http://img-3.onedio.com/img/719/bound/2r1/515f0f4735d4d3874a000053.webp Irreversible – Dönüş Yok (2002)Orta metrajlı denemesi Carne ve ilk uzun metrajı I Stand Alone ile bizi ileride çok rahatsız ettireceğini baştan hissettiren Gaspar Noe, janra tam oturmamasına rağmen çekilmiş en iyi gerilim filmlerinden birini çekti 2002’de. Film henüz gösterilmeden hakkında okuduklarımız, sinema salonunun ışığı kararır kararmaz diken üstünde hissetmemize yol açmıştı zaten. Kurguyu tıpkı Nolan’ın Memento’sundaki gibi tersine çeviren ve hiçbir anında sözünü sakınmayan Noe, eleştirel bir şiddetten çok kuvvetli bir başyapıt çıkarıyordu. http://img-0.onedio.com/img/719/bound/2r1/515f0f4735d4d3874a000054.webp The Human Centipede (2009)Yakın dönem istismar sinemasının önemli örneklerinden biri olarak kabul edilen ve hastalıklı bir bilim adamının yaptığı korkunç deneyleri anlatan filmin tüm ipucu aslında isminde yatıyor. Tabii ki oluşturulmaya çalışılan yaratığın ilk anda hafızanızda oluşan kadar mizah içerikli bir görüntü olmadığı kesin. İşte biz de bu filmi mide bulandırıcı ve rahatsız edici olarak addediyoruz. Tom Six’in hiç vakit kaybetmeden ikincisini çektiği ve üçüncüsünü de çekeceğini açıkladığı The Human Centipede, vahşet sinemasının yeni neferlerinden. http://img-1.onedio.com/img/719/bound/2r1/515f0f4735d4d3874a000055.webp Srpski Film – A Serbian Film (2010)Gösterildiği ya da gösterilmediği her yerde irili ufaklı infiallere neden olan bu yakın dönem “korkunç”luğu beyazperdede görülmüş en ağır ve en net otorite eleştirisi olarak kayda geçti. Hem görselliğiyle hem de nasıl bir hayal gücünün ürünü olduğu meçhul fikirler vasıtasıyla hissettirdikleriyle izleyenin içine işleyen bir kara tecrübeydi A Serbian Film. Eski bir porno yıldızının, mesleğine geri dönmesinden yola çıkan Sırp yapımı, erotizme eklediği gore miktarını fazla kaçırmasıyla yalnızca psikolojik değil cinsel zararlar bile verebilir izleyenine. Kaan Karsan Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Balcan Yanıtlama zamanı: Aralık 5, 2013 Paylaş Yanıtlama zamanı: Aralık 5, 2013 A Clockwork Orange ve Cannibal Holocaust izlenmeye değer duruyor diğerleri pek sarmadı Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
nevermore Yanıtlama zamanı: Aralık 5, 2013 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Aralık 5, 2013 Freaks (1932) – Tod Browning http://i2.wp.com/eksisinema.com/wp-content/uploads/2012/05/freaks.jpg?resize=499%2C284 Yapım yılına ve filmin üzerinden geçen 80 seneye aldırmayın. Freaks, halen sinema tarihinin en rahatsız edici, en hastalıklı filmlerinden biri. Browning’in gerçek ‘ucube’leri son derece gerçekçi bir şekilde kullandığı filmi toplum tarafından dışlanmışlığın nabzını tutarken, seyircinin tozpembe beklentilerini pek de önemsemiyor. Zaten bu nedenle de dahi bir yönetmenin tepetaklak giden kariyerinin başlıca sebebi oluyor Freaks. Kesile kesile 60 dakikaya indirilen kolay ulaşılabilir versiyonunda bile genel rahatsız edici atmosferini yansıtabilen film, sinema tarihinin hem en önemli hem de en rahatsız edici filmlerinden biri. The Holy Mountain (1973) – Alejandro Jodorowsky http://i0.wp.com/eksisinema.com/wp-content/uploads/2012/05/holy.jpg?resize=500%2C215 Jodorowsky’nin gerçeküstü bir tavırla insana dair mevcut olan birçok kavramı ağır bir şekilde patakladığı filmi anlaşılmaz sularda gezinen fakat genel tabloda incelenebilir olan bir imgesel taarruzdan başka bir şey değil. Seyircinin zihnine görsellerle egemen olan Jodorowsky’nin bu izlemesi ve katlanması zor; unutması ise imkansız olan rahatsız edici filmi sinemanın hem görsel hem de işitsel kuvvetinin zirvelerindendir. ‘Psychedelic’ kültürünün sinemadaki en seçilebilir tezahürlerinden biri olan film, derinlemesine eleştirelliğiyle zaman ve mekan ötesi bir değer kazanmasının yanı sıra sert ve dayanılmaz sahneleriyle kekremsi bir anı olarak zihinlerde yer ediniyor. Sweet Movie (1974) – Dusan Makavejev http://i0.wp.com/eksisinema.com/wp-content/uploads/2012/05/sweeeet.jpg?resize=560%2C272 Sinema tarihinin en rahatsız edici filmlerinden birisi olduğu gibi sinema tarihinin en ironik film isimlerinden birine de sahip olan Sweet Movie, Dusan Makavejev’in hastalıklı düşüncelerini bütünsel bir yapıdan ziyade parça parça görselleştirdiği bir sinemasal deneyim. Politik bir eleştirelliğin etrafına dizilen ve seks ve cinayet gerçekselliğinden gücünü alan rahatsız edici unsurlar tipik bir iticilikten çok daha fazlasını oluşturuyorlar. ‘Başyapıt’ ve ‘çöp’ temelli olarak iki farklı koldan değerlendirilebilen bu tartışmalı ve can sıkıcı film hem tuhaflığıyla hem de kendine özgülüğüyle her bakımdan göz kamaştırıyor. Caligola (1979) – Tinto Brass http://i0.wp.com/eksisinema.com/wp-content/uploads/2012/05/calog.jpg?resize=576%2C272 Sinemanın kült yönetmenlerinden Tinto Brass’ın hiç utanmayıp bilindik ‘soft porno’larının içine şiddeti de kattığı ve bir döneme ‘kendince’ gerçekçi bir şekilde odaklandığı filmini şen şakrak bir ortamda izlemek ne mümkün… Roma İmparatorluğu’nun en psikopat, en gaddar ve elbette ki en sapık liderlerinden biri olan Caligula’nın kan, şehvet ve uzuv dolu hayatı Tinto Brass’ın temize çekmesiyle beraber sinema perdesinde küçük çaplı bir krize sebebiyet vermişti. Meşhur Penthouse Productions adına çevrilen filmin dozu kaçmış erotizmi ve şiddeti her daim derin rahatsız ediciliğini muhafaza etmektedir. Begotten (1990) – E. Elias Merhige http://i1.wp.com/eksisinema.com/wp-content/uploads/2012/05/begotten02.jpg?resize=512%2C273 ‘Türler-üstü’ tanımını yerle bir ederek tam bir ‘türler-altı’ filmi olan Begotten’ın adını duyunca kaçacak delik aramadığımız kabahat… İmgesel bir karmaşayı tam bir ‘huzur-bozan’ olarak kullanan filmin sanat aleminin güçlü bir derebeyliği olan sürrealist akımla birebir örtüştüğünü söylemek boynumuzun borcu… Sırtını sadece görsellerine dayayan ve tanrıların ölümü ve yeniden dirilişi üzerinden gerçeküstü bir öykü anlatan bu karanlık masal, yalnızca rahatsız ediciliklerden zevk alabilen bünyelere yönelik bir deneyim vaat ediyor. Sinema tarihinin ‘yeraltı’ filmlerinden biri olan Begotten, bu listedeki birçok film gibi, yalnızca bazı şeyleri göze alabilenlere öneriliyor. Seul contre tous (1998) – Gaspar Noé http://i1.wp.com/eksisinema.com/wp-content/uploads/2012/05/seul.jpg?resize=550%2C285 Rahatsız bir adamın çektiği bir film elbette ki rahatsız edici olacak… Sinemanın en kendine özgü ve en ‘öteki’ şahsiyetlerinden biri olan Gaspar Noe’nin meşhur kısası Carne’sinin devamı ve bütünleyeni konumunda olan Seul contre teus, hiçbir şeye benzemeyen dinginliğiyle ve fırtına öncesi sessizliğiyle canımızı bir güzel sıkıyor. Ensest gibi bir hastalığa dirsek temasında duran filmin tuhaf ironisi de oldukça rahatsız edici bir deneyim sunuyor. Noe’nin bizi rahatsız etmekten yorulmayan sinemasının ilk ürünlerinden biri olan film, tuhaf bir yönetmenin alabildiğine tuhaf bir filmi; zaten bu da güzel olmasının başlıca nedeni. Baise-moi (2000) – Virginie Despentes, Coralie http://i0.wp.com/eksisinema.com/wp-content/uploads/2012/05/baise-moi.jpg?resize=599%2C197 Sinema tarihinin en gerçekçi tecavüz sahnelerinden birisini izlemeye hazır mısınız? Bizce olmamalısınız. Tecavüze uğrayan iki kadının cümle alemden aldıkları intikamı anlatan film, ‘performe edilmemiş; yaşanmış’ sevişme sahneleriyle ve ‘yaşamışlığa yakın’ cinayet sahneleriyle seyredenini duvardan duvara çarpıyor. Sınırları güzelce çizilememiş gerçekliğiyle zihinlere kazınan ve bir senelik kabus bilincinizin rızkını sağlayan korkunç tecavüz sahnesi ise, unutulması şart anılarınızın arasındaki yerini alıyor. August Underground’s Mordum (2003) – Jerami Cruise & Killjoy & Michael Todd Schneider & Fred Vogel & Cristie Whiles http://i2.wp.com/eksisinema.com/wp-content/uploads/2012/05/august-underground-mordum.jpg?resize=576%2C231 Kurgu yok; müzik yok; hatta senaryo bile yok… Var olan bir şey varsa o da dibine kadar vahşet, dibine kadar ‘gore’… Tüm zamanların en hastalıklı filmlerinden biri olan August Underground’s Mordum sinema yapma hevesinden çok vahşet sunma hevesiyle dikkat çekiyor. Bu şekilde sinema bir kez daha vahşilerin ve kötücül düşüncelerin elinde istismar ediliyor. Bebek cinayetleri, nekrofili, ensest, tecavüz ve daha birçok manyaklık tek bir videoda karşımıza çıkıyorlar ve kişisel psikolojimiz insancıllıktan çok daha uzaklara savruluyor. Bir kere izlemek bile, çok fazla… Murder Set Pieces (2004) – Nick Palumbo http://i1.wp.com/eksisinema.com/wp-content/uploads/2012/05/murderset.jpg?resize=607%2C225 Tüm zamanların en rahatsız edici filmlerinden biri olduğu gibi tüm zamanların en kötü filmlerinden de biri olan Murder Set Pieces, bir moda fotoğrafçısının ‘hardcore’ dünyasına eğiliyor. Filmin ne kadar kötü ya da ne kadar kanlı olduğundan bahsetmeye gerek yok. Seyircinin görsel algısını bir güzel istismar edip, insanın kötücüllüğünün enginleştirdiği denizden yararlanan Murder Set Pieces, kişiyi sinemanın bir sanat olup olmadığından şüphelendirebilecek kadar plansız ve ne idüğü belirsiz. Cache (2005) – Michael Haneke http://i1.wp.com/eksisinema.com/wp-content/uploads/2012/05/cache.jpg?resize=500%2C281 Sinemanın en rahatsız edici yönetmenlerinden biri olan Michael Haneke’nin ekonomik ve derin bir şekilde izleyenini rahatsız ettiği başyapıtı Cache, özellikle unutulmaz intihar sahnesiyle hatırlanıyor. İnsan doğasının bencilliğinden güç alan rahatsız ediciliğini çok gerçekçi bir şekilde perdeye yansıtan ve sırf yaşananların gerçekliği nedeniyle bile yeterince rahatsız edici olan bu derin ‘soykırım’ filmi, göstermeyi değil de hissettirmeyi seçiyor. Haneke sinemasına aşina olan seyircilerin hiç de yabancılık çekmeyeceği bu şaheser, Haneke’nin meşhur ‘rahatsız seyirler diliyorum’ sunumuyla galasını yapmıştı. Taxidermia (2006) – György Pálfi http://i1.wp.com/eksisinema.com/wp-content/uploads/2012/05/taxidermia1.jpg?resize=574%2C269 Macar sinemasının son dönemlerdeki yüz aklarından biri olan Taxidermia üç neslin hikayesini isminden de anlaşılabilen tema üzerinden bağlayan ve cesaretiyle göz kamaştıran bir başyapıt yarısı. Mastürbasyondan hayvanlarla sekse; açık ameliyatlardan kusmalara geniş bir yelpazede türlü mide bulandırıcılıklar bahşeden filmin müthiş bir sinemasal algıyla kotarıldığını da belirtmek gerekiyor. Sadece marjinal olmak için marjinal olmayan ve sıra dışılığının içerisine doğallığını da katan bu enfes film, duygularından arındırılmış bir bireyin bile içini acıtabilecek görsellerle bezeli. À l’intérieur (2007) – Alexandre Bustillo & Julien Maury http://i2.wp.com/eksisinema.com/wp-content/uploads/2012/05/laint.jpg?resize=599%2C223 Yeni dönem Fransız korkularının vahşete, kana ve şiddete bolca sırt yasladığı zaten aşikar. Fakat gelin görün ki, À l’intérieur eğilimi belli olan bir ülke sinemasının içinde bile kan kırmızısıyla daha bir parlıyor daha bir rahatsız ediyor. Sinemanın en kanlı deneyimlerinden birine şahit olmak, elbette ki epeyce zor. Yakın bir dönemde eşini kaybeden hamile bir kadının doğumuna yalnızca bir gün kala uğradığı vahşet dolu ‘gasp’ı anlatan film sözünü sakınmaz bir şiddetin elçilerinden biri. Çocuklara, hamilelere, kalp hastalarına yasak; insanlara ise önerilmez. Kynodontas (2009) – Yorgos Lanthimos http://i2.wp.com/eksisinema.com/wp-content/uploads/2012/05/dogtooth.jpg?resize=551%2C231 Gitgide daha bir ekolleşen Yunan sinemasının bu konuda bayrak taşıyan filmi olan Dogtooth, post-modern olarak adlandırabileceğimiz değişik bir sinemanın da muhatabı… Yorgos Lanthimos’un dört duvar arasındaki bir distopyayı oldukça rahatsız edici sahnelerle, cesurca yansıttığı ve ters yapısına rağmen Oscar’a Yabancı Dil Dalında aday gösterilen filmi, bir modern başyapıt olarak addedilebilir. Doğumdan itibaren yapayca şekillendirilince ters tepkiler veren insan doğası, en katıksız haliyle, rahatsız edici bir şekilde karşımızda. Antichrist (2009) – Lars von Trier http://i1.wp.com/eksisinema.com/wp-content/uploads/2012/05/antichrist.jpg?resize=576%2C245 Belki hiç sevilmez; belki de çok sevilir; ancak şu bir gerçek ki Lars von Trier sinemanın en arıza yönetmenlerinden biridir. Sırf kendisiyle daha rahat çelişebilsin diye yazdığı ‘Dogma 95’ saçmalığını bir kenara bırakıp da Antichrist’a odaklanırsak da, ‘evet, bu film rahatsız edici’ diyebiliriz. Lars von Trier’in kadın düşmanı tavrı zaten kendi başına alabildiğine rahatsız ediciyken bir de bunun üstüne eklenen mide bulandırıcı birtakım görseller, şenliğe şenlik katıyor. Sonuç olarak ya bir başyapıt ya da bir rezalet olan Antichrist, mümkün mertebe can sıkıyor. Michael (2011) – Markus Schleinzer http://i0.wp.com/eksisinema.com/wp-content/uploads/2012/05/michael.jpg?resize=649%2C266 Haneke’nin donuk ve soluk görüntüleriyle nam salmış pek sevgili görüntü yönetmeni Markus Schleinzer’in pedofiliye odaklandığı ve sıradan adam üzerinden hastalıklı bir psikolojik yapıyı deştiği filmi yorumsuz bir şekilde öyküsünü anlatırken epeyce rahatsız ediyor. Yer yer ‘pedofili’ temelli rahatsız ediciliğini salondaki seyirciyi kıvrandırmak için iyice uzatan ve yavanlaştıran film, heyecan uyandırıcı bir yönetmeni müjdelemiyor. Başından sonuna dek durağan temposundan taviz vermeyen Michael, kağıt üstündeki kadar rahatsız edici olmasa da, perdede de rahatsız edici aslında. bunları da listeye almış arkadaş Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
cyaxeres Yanıtlama zamanı: Aralık 5, 2013 Paylaş Yanıtlama zamanı: Aralık 5, 2013 Bu kadar zahmete gerek yoktu. Direkt olarak 'top 50 disturbing movies' listesini verebilirdin. İlk kez görecek olan arkadaşlar için güzel paylaşım, teşekkürler... Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
serpentine Yanıtlama zamanı: Aralık 5, 2013 Paylaş Yanıtlama zamanı: Aralık 5, 2013 Kim Ki-Duk'un Moebius filmini izleyen var mı? Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
c1han42 Yanıtlama zamanı: Aralık 6, 2013 Paylaş Yanıtlama zamanı: Aralık 6, 2013 Srpski Efsane ^_^ Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
charles dexter ward Yanıtlama zamanı: Aralık 8, 2013 Paylaş Yanıtlama zamanı: Aralık 8, 2013 Genel hatlarıyla bilindik, namı olan filmler toplanmış. Meraklısı varsa bu filmler yeterince rahatsız edici. Tabii bir çoğu dönemi göz önünde bulundurduğunda o etkiye sahip. Misal Last House On The Left veya I Spit On Your Grave (Day Of The Woman) bugün izlediğinde pek bir şey ifade etmiyor. İkisinin de yeniden çevrimleri mevcut hatta. Kaldı ki Wes Craven'ın yeri bende ayrıdır. Bilgi olsun diye de şunu ekleyeyim, The Last House On The Left, Ingmar Bergman'ın Jungfrukallan - Virgin Spring filminin bi uyarlamasıdır. Bu listeye o film de girmeyi hak ediyordu. Herşey tamam da ben o A l Interieur'u bu listeye yakıştıramadım. Diğer filmler dönemleri açısından ayrı bi sınıflandırmaya tabii. Audition günümüz sinema anlayışında Hostel filan kafasında ama Guinea Pig serisi hesabı salt gore bişey. Fakat A l Interieur sıradan, tipik Fransız kesmeli biçmeli, kanlı bıçaklı, çığlık atan kadınlı bir film. Tamamen kurgusal ve dönemi içinde de (maks 10 sene) şiddet dozu kafa ağrıtacak boyutta değil. Aynı dönemde Frontieres'ler, Haute Tension'lar, Martyrs'lar mevcut. Tabii bunlar benim fikirlerim. Meraklısı için gayet yeterli bi liste. Dediğim gibi, fazlası da var. Ne demiş Lars von Trier "Sinema ayakkabıya giren taş gibi olmalıdır" Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
thenightmare Yanıtlama zamanı: Aralık 8, 2013 Paylaş Yanıtlama zamanı: Aralık 8, 2013 cannibal holocaust'u izlemeyi düşünürüm...... Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
apocalypse Yanıtlama zamanı: Aralık 8, 2013 Paylaş Yanıtlama zamanı: Aralık 8, 2013 The Holy Mountain benim için efsane filmdir. Diğerleri arasından Freaks ilgimi çekti. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
charles dexter ward Yanıtlama zamanı: Aralık 9, 2013 Paylaş Yanıtlama zamanı: Aralık 9, 2013 cannibal holocaust'u izlemeyi düşünürüm...... Found-footage filmlerin atası olduğu için izlenir. Artı Hollywood sinemasında pek bulamayacağın istismar atmosferi mevcut. Fakat genel olarak pek de rahatsız edici bir atmosfer bekleme derim. Etkisini çoktan yitirdi. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
charles dexter ward Yanıtlama zamanı: Aralık 9, 2013 Paylaş Yanıtlama zamanı: Aralık 9, 2013 The Holy Mountain benim için efsane filmdir. Diğerleri arasından Freaks ilgimi çekti. Freaks rulez diyorum. On numara beş yıldızdır. Ayrıca izlemedinizse Videodrome'u mutlaka görün derim. Diğer filmlerin girdiği rahatsız edici kategorisine girmez. Bu listeye dönemi içinde anca girebilecek seviyede görsel filan rahatsız edicilik olarak. Ama Cronenberg'de zaten bundan daha fazlası var. Fakat kafa olarak mutlaka görün derim. Videodrome benim bayıldığım filmlerden biridir. Şiddetle öneririm. Sık sık etrafa önerdiğim filmlerden biri zaten. Criterion Collection'dan çıkan Dvd'sinde şöyle de harika bi afişi mevcut (Filmden bir kare ayrıca): http://www.jdmfilmreviews.com/images/videodrome-dvd1.jpg Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
apocalypse Yanıtlama zamanı: Aralık 9, 2013 Paylaş Yanıtlama zamanı: Aralık 9, 2013 Videodrome uzun zamandır aklımdaydı zaten. İlk fırsatta izleyeceğim. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Lee Yanıtlama zamanı: Aralık 9, 2013 Paylaş Yanıtlama zamanı: Aralık 9, 2013 Eraserhead i izledim ne değişikti öyle Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
charles dexter ward Yanıtlama zamanı: Aralık 10, 2013 Paylaş Yanıtlama zamanı: Aralık 10, 2013 Eraserhead i izledim ne değişikti öyle David Lynch bundan çok değil 10 sene filan önce fırtınalar koparan, etrafında harıl harıl kavgalı gürültülü tartışmalar döndüren, sadece sevenleri ve nefret edenleri olan tam anlamıyla popüler bi yönetmendi sinefiller arasında. Eraserhead'i o dönemlerde izlemiştim. İki sahneyi birbiriyle bağdaştıramadığım, sadece bütününde değil, o an gözüken planda bile ne olduğunu anlamakta zorlandığım değişik bir filmdi. Mullholland Dr'la birlikte yollum pek kesişmez oldu kendisiyle. Zaten sonradan sözlüklerde de "Düğün videosunu David Lynch'e çektirmek" diye espiriler türedi. Ben de size kendi kızını oynattığı bi kısa filmini paylaşayım. Rahatsız edici mi? Bence evet =) http://www.youtube.com/watch?v=lpxXx5Qf4HA Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
tzinatzan Yanıtlama zamanı: Şubat 24, 2014 Paylaş Yanıtlama zamanı: Şubat 24, 2014 Island of Death (1976) - IMDb Ada keçi yavrusuna yumuluyor azgınlıktan.O derece. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
PLaZMa Yanıtlama zamanı: Şubat 24, 2014 Paylaş Yanıtlama zamanı: Şubat 24, 2014 Face of Death mı ne vardı iğrençti film izleyemedim bile Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Önerilen Mesajlar
Sohbete katıl
Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.