Jump to content

Karalama Defteri


KATA

Önerilen Mesajlar

Sonunda ezan sesi ile birlikte horozlar ötmeye, arabaların sesi daha sık gelmeye başlamıştı. Uyanıyordu şehir. Eğer koca bir şehirseniz öyle pattadanak uyanamazsınız. Bize göre çok yavaştır uykusunun açılma süresi. Hatta bazı şehirlerin hiç uyumadukları filan rivayet edilir. Eğer uyurlarsa geri uyanamazlarmış ve o an ölürlermiş artık. Hayaletleri hep kalırmış ama, asla terk etmezlermiş yerlerini.

Sokaklarında yürürken kaldırım taşlarının çizgilerine, ayak tabanım ve topuğumun arasına denk getirmeye çalışıyorum. Etrafımda bulunan plakalara bakıp, sayıların arasında bir bağlantı kuruyorum, anlam katıyorum falan. En büyük derdim bu. O sebepten olacak, dalgınlığıma gelmiş. Sağ kenarında ufak bir kısmını kullandığım şeridin ortasına doğru kaymaya başlamışım. Farkına varmam öncesinde, uzun bir klakson sesi zıplattı beni içerden. Hemen toparlayıp kenara çekildim. El kol hareketleri yaparak bir insanımsı hızlıca geçti yanımdan. Epey İlerde ışık yeşil yanıyordu. Varana kadar nasılsa kırmızı olurdu. Normal seyrimde devam ettim yoluma. Işıklara vardığımda bekliyordu az önceki elli kollu şey. Biraz arkasında bisikleti yolun kenarına bıraktım ve aracına yaklaştım. Arka kapıyı yokladım, açılmıştı. İçeri girerken çok şaşırmış bir halde bir şeyler gevelerken, tek kelime etmeden elimi cebime atıp bisiklet telini çıkarmış ve boynuna dolamıştım çoktan, koltuğun başlığı ile birlikte. Önce can havliyle karşı koymaya çalıştı. Bir süre debelendi durdu koltukta. Çok hızlı nefes alıp veriyor bunun başına bela olacağını bilmiyordu. Birden nefesi kesilmişti. Zaten sayılı olan nefeslerini bir çırpıda kullanmıştı. Oysa ilk gördüğü anda soğukkanlı ve aklı başında biri gibi görünmüştü. Hatta aracında tedbir amaçlı, elinin altında bir silah veya benzeri bir şey bulundurduğundan emindi. O yönde bahis oynamıştı ve tam şu anda kaybetmişti. Kendiyle girdiği bu tür iddiaları kaybetmekten hiç hoşlanmazdı. Şimdi yine bütün gün susmazdı. Araç milim milim geriye doğru kaymaya başladığında, ne yapacağını bilemedi önce. 2 saniye sonra el frenini çekmek için hamle yapmıştı. Aferin. Bazı kontrolsüz zamanlarda kontrollü davranabiliyordu. Bugün onun günü olmalıydı. Aracın içinden etrafı kontrol edip kapıyı açtım. Kimse görünmüyordu. Dışarı çıkıp ne yapsam diye geçirdim kafamdan. El frenini indirsem, o gerisini hallederdi. Araç geri doğru kaymaya başladığında ben bisikletime doğru yol alıyordum. Yattığı yerden kaldırdığımda araç bayağı bayağı gidiyordu. Artık bariyerlere mutlaka çarpardı. Peki çarpıp durur muydu? Yoksa aşabilir miydi? Onun aksi yönüne giderken bunu düşündü. Bir kaç saniye sonra o alışık olmadığı seslerden bir grup rahatsız edici sesler topluluğu kulaklarımı tırmalamaya başladı. Uzanıp kulaklıkların sesini açtım ve sürmeye devam ettim. Pixies, where is my mind? söylüyordu. Bense her zaman olduğu gibi soruların yanıtlarını arıyordum. Eğer bir soru işareti varsa, cevabın sonuna konan noktadan yükselen, dolambaçlı bir şey olmalıydı. Ve ben nerede olduğu bilinmeyen bir akıl arıyordum. Belki de çoktan hastalanmış bir akıl. Bir akıl hastasında, hemde bir hastanede. Kim bilir?

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

topuklu botlar ve dar pantolonlu kabusların arasında ezilip kuyruğundan diş fırçası yapan minik bir fare gibiydi gökkuşağının ucundaki kırmızı burunlu palyaçolar. tozlu bir tofaş şahin'inin içinden eski bir iskandinav tanrısı inmiş ve lanetli anamur sıcağında bir muz yemek için pantolonunun altın işlemeli kemerini satacak bir otantik antikacı aramaya çıkmıştı. gel gelelim örümcek tanrıçası ağlarını kader adı altında ilmek ilmek örmeye devam ediyordu. insan böbreklerinden yapılma asasını her vuruşunda orgazmla fışkıran vajinal sıvılar dünyanın dört bir yanında uğursuzca döllenip yabani ucubelerin doğuşuna sebep oluyor ve batıni satanik ritüellerde bu yeni doğan kafasız dört kollu ucubeler için insan kanıyla şaraplardan festivaller düzenleniyordu. yükselen ve yüksekliğin zirvelerinde hızla çürüyen konverse tipli ankara içinse metrolarda postane görevlileri sarı zarflara iğrenç kokulu pullar yapıştırarak üzerine tükürüyor ve ters takla atarak raylarda kendi ölümlerini bekliyordu. gnoxis hala bulunamıyordu ve kayıp serverın içinde yüzlerce üyenin ezoterik reenkarnasyon şifreleri saklı halde eski okyanusyanın derinliklerine gömülmüştü. kayıplar bile kayıplara karışmıştı. yemekte tavuk dürüm vardı ve eskişehir yolundaki tırların çıkardığı lastik izlerinde sümüklü bücüklerin parçalanmış vücutlarından akan irinler uzay boşluğundaki yapış yapış boşluğu bir rahim gibi döllüyordu. elektronların orbitallerindeki minik heretik ise tüm bu olan biteni alaycı bir dudak kıvırmasıyla izlerken birasını yudumluyor ve kafasını kestiği kozmik şakacının zilli şapkasını kafasına geçirmiş halde sonsuzluğun içinde döne döne yuvarlanıyordu.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

acaba diyorum şimdi bugün sınıfa girer girmez tüm "öğrenci"leri kılıçtan geçirip kazığa oturtup bağırsaklarını çıkarıp dillerini söküp gözlerini oyup anüslerine sopa sokup pipilerinin içerisinden dikenli teller geçirip iç organlarını fare zehiriyle soslayıp profesör adı altındaki sperm kokulu yürüyen akademik penislere mi yedirsem. onların keçi sakallarını yakıp dev yengeçler sahiline bağlayıp suların çekilmesiyle dev yengeçlerin onları kıtır kıtır yemesini mi izlesem. hmm fena fikir değil hani. yaşasın baphomet. sonra mesela okulu ateşe veriririm ve yanan etlerle birlikte çığlıklar eşliğinde açığa çıkan vahşet ve korku enerjisini içime emip Lucifer'e meditasyon yapsam bak bu daha da iyi olur. zihin dalgalarımı alfa seviyesine getirip üçüncü gözümü olanca karanlık yasaklı bilgilerin irin kokusuyla yıkasam paklasam eminim ki o iğrenç metasal çamaşır makinesi reklamlarından daha iyi bir sinerji yaratıp kendimden bir tane daha bastırılmış kişilik dünyaya getirebilir ve dünyayı biraz daha rahatsız bir yer haline getirebilirim. acaba acaba yolda giderken kampüsün koruluklarını yakıp ölen kuş ve böcekleri yemekhanedeki mercimek çorbalarının içine ince ince rendeleyip o adi sürüngenlere layık bir organik et aroması mı hazırlasam böylece doğal yemeğin ne olduğunu anlarlar. melek tavusun izinde luciferin kanatlarında iblislerin boynuzlarında mantığın ve rasyonelitenin dışında köşeli zihinlerin ve bir önceki nesilin, kendi ailemin de dahil olduğu bir türlü ölmeyen AHMAK ötesi iğrenç nesilin kabuslarında görüp altını ıslatarak uyanacakları egoları ve ünvanları kibirleri yerle bir eden felaketi beklerken ıslak rüyalar görüyor ve ağzımın sulanmasını izliyorum. bir gün gelmeli öyle değil mi. birileri bunca yıl sahip oldukları domine etmenin ve ezmenin cezasını çekmeli. tabi güzel hayaller bunlar. eski bir pagan tanrısının bir anda okulun erkekler tuvaletindeki klozet deliğinden çıkıp gelmesi kadar abzürd olasılıklar. ama zaten mantıklı olmam gerektiğini kim diyor ki. diyen varsa eğer dilini titanların topraklı elinin içindeki devasa tırnaklarının siyah mikropları yesin.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Bazen, kuyu mu derin, duvar mı yüksek? diye soruyorum kendime.

Kuyunun dibine inip,etrafımı çevreleyen, aşılması imkansız duvarlara bakıyorum. Sonra yüzeye çıkıp derin çukura bakıyorum. dibi görünmüyor, karanlık. Ses ediyorum ve ettiğim sesle cevap geliyor. Birden umutsuzluğa kapılıyorum. Sesim bile aşamıyorsa duvarları, ben nasıl üstesinden gelebilirim ki?

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Büyük bir su birikintisinin ufacık bir üyesiymiş önce. Sonra sıcaklık çok artmış olacak ki, sıvı formundan kurtulup gaz oluvermiş birden, yükselmiş ve yükselmiş sonra. Daha fazla yükselemeyeceğini anladığında, kendinden olanlara doğru ilerlemeye başlamış. Bir şekilde yol alıyorlarmış işte, rüzgar ne tarafa doğru eserse. Yeryüzüne hiç olmadığı kadar tepeden bakıyor, daha önce devasa görünen şeyler birden minnacık oluvermiş. Şehirler ve ülkeler arası sınırlar yokmuş buradan bakınca. Aptal insanların uydurduğu saçma bir kandırmacaymış bu. Günler ve geceler boyu gezinip duruyorlarmış hep birlikte. Zaman zaman birileri katılıyor, zaman zaman ayrılanlar oluyormuş gruptan. Ne kimseye bir çift laf etmiş, ne de kimse ona. Bir gün iyice koşar adım temposuna yükseldiklerinde garip biçimde bir üşüme hissetmiş. Yoksa hasta mı oluyormuş aniden. Birden bir ağırlık çöküvermiş ve karşı koyamamış buna. Yeryüzü git gide büyüyor, süratı de doğru orantılı olarak artıyormuş. Yere çakılmasına ramak kala durduruvermiş kendini. Çarpmamış o kızgın çöl kumlarına. Burada ne arıyormuş ki? Serap bile yokmuş etrafta. Yanlış gönderdiler herhalde deyip bir ağacın gövdesinde beklemeye başlamış. Bir karınca gelmiş yanına söylene söylene. O da arkadaşlarını kaybetmiş. Şu sayı sayma işini bir türlü öğrenememiş. Sonra mecbur olmuşlar birbirlerine. Birbirlerinden bihaber. Oradan oraya birlikte savrulup durmuşlar. Bir daha izlerine rastlayan hiç olmamış.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Hayat denen şarkının temposu göğsümüzde tikliyor aslında. Oysa herkes ritmi yakalayamamaktan şikayet ediyor. Aslında hızlı başlayıp git gide yavaşlayan bir şarkı bu. Yavaşladığı anlarda arada sırada kimi zaman doğal, kimi zaman doğal olmayan yollarla hızlandırdığımız bir şarkı. Günü geldiğinde yavaş yavaş sesi kısılıp sona eren şarkılar gibi değilde, böyle normal temposunda ilerlerken, birden pat diye sona ersin. Saçma sapan ritimlere bağlayıp şarkının sonunu hiç de etmesin, güzel bir son olsun. En azından o kısmı güzel olsun. Ayakta alkışlansın, şapka çıkarılsın. Beni götürüp gömmeyin, atıverin yakın bir ormana. Kurtlar kuşlar yesin. Afiyet olur. Hem şarkıya da yakışır bir son olur.

Sen de öyle mi düşünüyorsun?

Bilmem. Dinlemedim aslında.

Eyvallah madem.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

adım can(hayat,yaşam), ama en çok ölümü düşlerim , bir tanrıya tapacak olsam ölüme tapardım. olanca korkaklığıma rağmen yine de ölümü övmeye devam ederim. en iyi yaptığım şeyi yapar ve dış dünyaya susup düşlerimin içindeki yanmış harabelere sığınırım. güneşi lanetleyip sonsuz geceyi fısıldarım. çatlamış çorak topraklardaki kurumuş kemiklerin üzerine basarak yürürüm. paslı kılıçları mezarlıkların derinine saplarım. sarp dağların tepesinde ve en derin bataklıkların dibinde kutsallık karşıtı tüm küfürlere sarılırım. tüm tozların, kuru kafaların ve çürüyen leşlerin üzerinden durmak bilmeden yürürüm, ta ki unutulmanın ve sonsuz hiçliğin derinine kadar.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

mezar soyguncularını ve çamur yiyicilerini severim. kemikleri kemiren kertenkelelerin ruhsuz gözlerinde habisliğin batıni tadını bulurum. rahmaniliğin içine tüküren leş yiyici akbaba suratlı dehşetli korkuların gölgesine sığınırım güneşin yakıcı ışıklarından. yaşam sevici insansıların ruh matriksini insan kurbanlar ve toplu zihin manüpilasyonlarıyla yıpratır ve yıkarım. günlük yaşamın her yanında taptığımız obsesyonumun, kendi kendimi obsede etmenin çığrından çıkmış ritüellerini uygular, açığa çıkan negatif enerjileri piramidin tepesinde toplarım. farklı farklı personalara bölünürüm ve sirius ile pleiadesli sahte ışık timsali yoz kafalı paladinlerin çekiçlerini kendi kafalarında ufalarım. yırtık kanatlarımın içlerinden asitli sakatat sıvıları damlar ve her damlada toprağın kökünü çürütürüm. bilinçli halüsinatif alemlerde eterik titreşimlerin üstüne alaycı kahkahalarımla gülerim. 33. dereceli masonları ben ve kukuletalı dostlarımla kaotik düzensizliklerle hazırlanmış damalı zemin ritüellerimizde Eski Tanrılar'a kurban veririz. biz yıkımın rastgele düğümlenmiş tortulu enerjileriyle besleniriz. direk temasa girmez, uzaktan ipleri çeker ve kuklalığa kendini bırakmış aurası yarılıp zihni parazitlenmiş zombi kölelerimizle dünyaya ortadoğudan delik üstüne delik açarız. galaktik federasyonun içine sızar ve övündükleri yüksek spiritüel medeniyetlerinin üstüne yeşil kuyruklarımızla pentagramlar çizeriz. ölümü yüceltir ve çürümenin kapkara kokuşmuş doğallığında kendimizden geçeriz.topraktan fırlayan her iskeletle birlikte ölümsüz ordumuza bir yeni piyade eklenir. huzursuz ölüleri diriltir onları etli sperm kokan yaşam torbalarının üstüne salarız. kemikler ve kuru kafaların üstüne kurulu sonsuz krallığımızın yeraltı mezarlıklarında ışıkla olan bağımızı sonsuza dek koparmanın kafirane alemlerinde neşeyle kahkaha atarız.esasında bunların hepsi güzel hayallerdir bilirim. ama benim için hayalle gerçeğin farkı yoktur. hayallerim ve düşlerim gerçeklikten daha gerçektir.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Benimle aynı masada oturuyorsun, masanın bir kenarında duran çakmağımı alıp, başka bir yere koyuyorsun diyelim, aynı masa üzerinde. Bende dönüp sana bunu neden yaptığını soruyorum. Çünkü çakmağı çakmadın veya herhangi bir iş için kullanmadın(?) Sen ise çakmağı tekrar alıp eski yerine koyuyorsun. Ben sana onu eski yerine koy demedim oysa. Neden bana sebepsizmiş gibi görünen yer değiştirme eylemini gerçekleştirdiğini sordum. Nedenleri sorgulamak sebebinin büyük bölümünü kapsayan kendimle sohbet esnasında,

( aslında hiç susmuyorum da denebilir. ) kendimi neden, neden? Diye sorarken yakaladım. Nedenini soruyordum oysa ama neden?

Her şeye neden diye soran küçük çocuklar gibi hissettim.

Hani nerede mutlu, mesut, koca dünya?

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Ey Dileklerim, Ey umutlarım sizde mi karardınız. Biçare kaldığım dünyada sizde mi kazındınız.

Günler geçti, yıl oldu. Talihim döndü, kalbim soldu.

 

Kırmızı bir şal üstümde, Güçsüzlüğümü örtmekte.

En korktuğum hayaller gerçek olurken, İzliyorum kaderimi en önde.

 

 

Nerede şimdi güvendiklerim ve sığındıklarım, Nerede şimdi ruhumu açtıklarım.

Kayboldu ruhumun karanlığında, Işık diye tuttuklarım.

 

Uzağında uzağında, Karanlık bir sokakta. Kayboldum düşler dünyasında.

Ne kurtaracak biri var, Ne ışık tutacak ruhuma ..

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Hayat geçip gidiyordur ve parmaklarınızın ucundan dökülen kelimelerdir hissettikleriniz. Peki nedendir yazmak?

Benim için hiç bir zaman birileri okusun olmadı veya herhangi bir şey yazsınlar karşılığında diye değil. Kendime yazdım ben hep. Kendime sordum, kendime söyledim, kendim dönüp okudum, kendime cevap verdim. Kendimle ilgiliydi benim sorunlarım, bir başkasıyla olmadı. Ben kendime anlatamıyorken kendimi, sana nasıl anlatayım dı ki? veya kendimi anlamıyorken sen nasıl anlayayım dı? Hayat geçip gidiyor ve öldüğümüzde geçen günlerin hiç bir önemi olmayacak. O yüzdendir ki kulağımda kulaklıklar sokakta yol alırken bağıra çağıra şarkılar söylerim. sesim pek güzel değildir, insanlar dönüp ters tip bakarlar falan. Hiç aldırmam, ben keyif alıyorumdur yeterdir. Bir solo yüzünden yazıyorum tüm bunları aslında. Bir şey yapın diye değil. Yalnızca bil istedim.

 

[video=youtube;zRvhQ5Rf6-U]

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Ölmek, hepimizin beklediği son. Peki yaşam ile ölüm arasında geçirebilecek olduğumuz zamanı neden saçma sapan şeylerle uğraş neticesinde harcıyoruz. Son model bir cep telefonu ne işimize yarayabilir ki? veya neden kara taşıtlarına ihtiyaç duyuyoruz? Neden uçuyoruz? Neden aslında hiç olmadığımız ve olamayacağımız bir türmüşçesine yaşamayı deniyoruz. Neden yüklerinden kurtulup hafifleyemiyorsun?

Çünkü kafam bedenimden ayrılamıyor.

Peki seni onlarla birlikte olmak zorundaymışsın gibi hissettiren nedir?

Bazen çok yalnız hissediyorum ve bu hisse onlarda kapılsınlar istemiyorum.

Geçer merak etme, er ya da geç.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

duvara çarpıp bana geri gelen siluetime anlatıyorum. Hareketsiz dinliyor. Arada kalkıp oda da turlasa da taşkınlık yaratmıyor, sevdim. Demek ki o da benim gibi. İradesi sağlam, çatlaklara prim vermiyor. çünkü biliyor, sonrası durmuyor git gide büyüyor.

Kalk hadi birlikte turlayalım.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Önceden ne kadar aptallıklar yaptığımın farkındayım peki şuan ne kadar aptal olduğumun farkında mıyım?

Nereye baksam bir avuç aptal görüyorum peki ya yaptıklarım daha doğrusu yapmadıklarım benim daha büyük bir aptal olduğumu göstermez mi?

Evet aptal kelimesini çok kullanıyorum çünkü benim gözümden nasıll göründüğünüzü bilmiyorsunuz , dikkat çekmeye veya hava atmaya çalışan bir avuç aptal sürüsü işin kötüsü yaptığınız veya sahip olduğunuz iyi şeylerle değil kötü şeylerle övünüyorsunuz ve bunu bende yapıyorum.

Zihnim,zihnimde gerçekler sandalye kapmaca oynuyor ve genellikle hiç değişmediğim gerçeği oturuyor o koca götüyle , çocukluğumda depresif değildim diye kandırıyordum kendimi sonra başkaları oynadığımı ve iyi görünmeye çalıştığımı düşünür diye saçımla oynayamadığımı hatırladım ,

Aslında şuana kadar delirmediğime şaşırıyorum ve sadece duyduğum şu delirtici frekanstan ötürü değil ( siz zeki insanlar zihinlerinde pskiyatr kesilmeden önce şunu söyleyeyim bu frekans harbiden var sonic visualiser ile görselleyip sabit olan dalgalardan birinin frekansı buldum ve oynattım duyduğum frekansla aynı) galiba sürekli duyduğum için artık duymazdan gelebiliyorum.

 

Aslında söylenecek çok söz var fakat yeri bura değil , uzun süre görüşmemek dileğiyle.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Daha önceden yüz yüze görüşmemiş olduğum biriyle görüşme planları yapıyorduk. Son gün gibi zamanlarda hep bir pürüz yaşanıyor ve zaman zaman onun, zaman zaman benim yüzümden bir türlü görüşemiyorduk. Bu tür olaylar karşısında pek inat etmem, olmuyorsa olmuyor der ve s.ktrederim. Aynı türden tavırlar sergileyerek 'biz beceremeyeceğiz buluşmayı galiba, en iyisi boş vermek sanırım' dedim. O da karşılığında; 'zor olan şeyler güzeldir, demek ki harikulade bir buluşma bizi bekliyor lütfen vazgeçme' dedi. Eyvallah deyip fazla da üzerine düşünmeden günlerin geçip gitmesini seyrediyordum. Sonunda buluştuk. Kendimizce uzun uzun, becerebildiğimizce felsefe yaparken, konu zor ve güzel olan şeylere geldi. Ben o zamana dek üzerine pek düşünmemiş olmama karşın hazırlıksız yakalanmıştım. 'Bana kolay ve güzel olan bir şey söyle o halde' dedi. Bende düşünmeye başladım. Geceler ve günler boyu kendime sorular sorup, cevaplarımı düşünüyordum aynı süreler boyunca. En son gelip takıldığım soru idi 'Gitmek mi zor, kalmak mı?' olan. Neticede gitmekti zor olan bence. Çünkü kalan yine aynı yerinde, aşina olduğu yerde ve kişilerle birlikteydi. Dolayısıyla onun için daha kolaydı her şey. Giden hiç bilmediği yerlerde yapayalnızdı belki de. Her neyse bu yazıyı daha fazla uzatmak istemiyorum. Gnoxis karanlığına karşı koymak gerçekten bazen çok zor geliyor. Zor olan gitmekse, aynı zamanda güzelde olması gerekiyor. Görüşmek dileğiyle, esenlikler...

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Selam.

Bebekliğinde çıkamadığın, şu Atatürk büstünün arkasındaki küp şeklinde taş kütlesini kaldırmışlar artık. Büst ü de değiştirmişler, etrafı çiçeklerle kaplı falan değil artık. Her yanını taş döşemişler.

Seninle tanıştığım bu parkın defalarca kez değişimine seninle birlikte şahit olmuş, yeniliğine ayak uyduracak anılar bırakmıştık her köşesine. Neyse işte sende yoksun, parkın eski hali de. Uzun uzun yazmayacağım dönüp okuması çok acıtıyor.

Hadi kalk gidelim.

Görüşürüz.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...