adEda Yanıtlama zamanı: Aralık 5, 2017 Paylaş Yanıtlama zamanı: Aralık 5, 2017 ... Ya siz, Nasıl bilirdiniz çocukluğunuzu ey cemaat? Nasıldı Öldürdüğünüz birinin cenaze namazını kılmak? ... -Didem Madak Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
arecrateria Yanıtlama zamanı: Aralık 21, 2017 Paylaş Yanıtlama zamanı: Aralık 21, 2017 Her şey küçük bir soğuk algınlığı ile başlamıştı. Ve sonra git gide daha kötü bir hal alıyordu bu hastalık. Öncelikle normal hayatına devam edebilirmiş gibi geliyordu. Daha karanlık ve soğuk yerlere çekiliyordu adeta içgüdüsel olarak. Oysa bu davranışı kendisini daha hızlı yaklaştırıyordu sona, ancak bunun bilincinde değildi. Siz bunu yapabilir miydiniz? Ölümün her zerresini, her an daha çok içinize giriyor oluşunu hissederek yaşamaya devam edebilir miydiniz? Bir köpek olsaydınız herhangi bir yerde ölmeyi bekleyebilirdiniz, ancak bir kediyseniz kendi başınıza, karanlık, gözlerden uzak ve normalde asla barınmayacağınız bir yerde üstesinden gelmeye çalışırdınız ve asla başaramazdınız. Belki de bundandır bütün o asi tavırlar, başına buyruk şık hareketler. Ölmeyi bile en yüksek dozda alıp, iliklerine kadar hissetmeyi istemek bir kediye yaraşır olmamalıydı. En dibe vurmak dedikleri tam anlamıyla bu olsa gerek. Neden sona yaklaştığını bile bile yaşamaktan kaçıp, karanlık bir kuytuda ölmeyi beklersin ki? İçgüdülerin seni son hız buna itiyor olmalıydı ve sen buna asla karşı koymazdın. Kediydin işte... (İçimden neler geçiyordu ancak yazamadım daha fazlasını) Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
BayParadoks Yanıtlama zamanı: Aralık 22, 2017 Paylaş Yanıtlama zamanı: Aralık 22, 2017 ---------- Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
FORNEUS Yanıtlama zamanı: Aralık 27, 2017 Paylaş Yanıtlama zamanı: Aralık 27, 2017 asdkfaşksdjfsadkfaskdflakfeofdkcksfjdlkdjf2322sakdjajslkdas Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
arecrateria Yanıtlama zamanı: Ocak 19, 2018 Paylaş Yanıtlama zamanı: Ocak 19, 2018 Önümdeki fincana uzanıp, elindeki demlikten bir şeyler doldurmak için uzanmıştı. Teni beyazdı, damarları yer yer seçilebiliyor ve teninin kokusu bütün ahengiyle yüzüme vuruyordu. Derin bir nefes alıp yüzümü onunkine çevirdim. Yüzündeki ifade, hafif yana kayan dudaklar, azıcık kabaran elmacık kemikleri ve gözlerindeki o eşsiz parıltı, o tebessüm. Bardak dolduğunda, bu eylemi aynı şekilde geriye doğru sardırıyormuş efekti ile kayboldu önümden. Porselen fincan önümde duruyordu işte, içinde bir kaşıkla beraber. Bir kaç patırtı kütürtü sonrasında karşımda oturuyordu tam olarak. Önündeki tabağa bir şeyler alıyor, beraberinde yemek ile ilgili bir şeyler anlatıyordu. Bir yandan onu dinlerken diğer yandan hareketlerini seyrediyordum. Dans, bale, bir enstruman belki de piyano çalıyor olabilir diye düşündüm. Ya da çayına şeker atıp, karıştırmakla ilgili özel ders alıyor olmalıydı. Hareketleri çok zarif ve o narin görünen bedenine tıpatıp uyuyordu. Ters gidecek bir şeyler olmamasını umuyordum. O sırada bana seslendiğini duydum. Zaman durmuş ve öyle donmuşçasına bana bakıyordu. Yeniden akmasına izin verecek komutu verdim sonra, 'efendim' diyerek. 'Kime anlatıyorum sence ben bunları?' diye sorduğunda, 'ben' diyebildim sadece, gülümseyip devam ederken yemeğine. 'senden çok hoşlanıyorum galiba' dedim. Bir an duraksayıp, 'biliyorum' dedi ve devam etti. Ben etmedim. Yemek boyunca hayran hayran onu seyredip durdum. 'Önceden şekerlere emdirdiğim kimyasal bir kaç saat içerisinde etkisini gösterir,' geçti aklımdan. Çayımı alıp masadan kalktım, bir kaç adım ötedeki koltuğa oturdum. Sigara ve çay iyi gider diyerek çayımdan bir yudum aldığımda fark ettim şeker atmadığımı. Tekrar masaya gidip çayıma şeker atmasını rica ettim. Aynı nazik tavırlarla isteğimi yerine getirdi. İkimizin şansı da onun ellerindendi artık. Bir rus ruleti oynuyorduk belki. Peki karşınızdakinin haberi yoksa, bu rus ruleti sayılabilir miydi? Veya tercihleri sizin için bile o yapıyorsa, bu adil olabilir miydi? 1 Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
masal perisi Yanıtlama zamanı: Ocak 20, 2018 Paylaş Yanıtlama zamanı: Ocak 20, 2018 sonsuz iyilik tehlikelidir.zamanla görev gibi üstüne kalır..kimse önemsemez,değersizleşir... Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
arecrateria Yanıtlama zamanı: Şubat 10, 2018 Paylaş Yanıtlama zamanı: Şubat 10, 2018 Sonunda ezan sesi ile birlikte horozlar ötmeye, arabaların sesi daha sık gelmeye başlamıştı. Uyanıyordu şehir. Eğer koca bir şehirseniz öyle pattadanak uyanamazsınız. Bize göre çok yavaştır uykusunun açılma süresi. Hatta bazı şehirlerin hiç uyumadukları filan rivayet edilir. Eğer uyurlarsa geri uyanamazlarmış ve o an ölürlermiş artık. Hayaletleri hep kalırmış ama, asla terk etmezlermiş yerlerini.Sokaklarında yürürken kaldırım taşlarının çizgilerine, ayak tabanım ve topuğumun arasına denk getirmeye çalışıyorum. Etrafımda bulunan plakalara bakıp, sayıların arasında bir bağlantı kuruyorum, anlam katıyorum falan. En büyük derdim bu. O sebepten olacak, dalgınlığıma gelmiş. Sağ kenarında ufak bir kısmını kullandığım şeridin ortasına doğru kaymaya başlamışım. Farkına varmam öncesinde, uzun bir klakson sesi zıplattı beni içerden. Hemen toparlayıp kenara çekildim. El kol hareketleri yaparak bir insanımsı hızlıca geçti yanımdan. Epey İlerde ışık yeşil yanıyordu. Varana kadar nasılsa kırmızı olurdu. Normal seyrimde devam ettim yoluma. Işıklara vardığımda bekliyordu az önceki elli kollu şey. Biraz arkasında bisikleti yolun kenarına bıraktım ve aracına yaklaştım. Arka kapıyı yokladım, açılmıştı. İçeri girerken çok şaşırmış bir halde bir şeyler gevelerken, tek kelime etmeden elimi cebime atıp bisiklet telini çıkarmış ve boynuna dolamıştım çoktan, koltuğun başlığı ile birlikte. Önce can havliyle karşı koymaya çalıştı. Bir süre debelendi durdu koltukta. Çok hızlı nefes alıp veriyor bunun başına bela olacağını bilmiyordu. Birden nefesi kesilmişti. Zaten sayılı olan nefeslerini bir çırpıda kullanmıştı. Oysa ilk gördüğü anda soğukkanlı ve aklı başında biri gibi görünmüştü. Hatta aracında tedbir amaçlı, elinin altında bir silah veya benzeri bir şey bulundurduğundan emindi. O yönde bahis oynamıştı ve tam şu anda kaybetmişti. Kendiyle girdiği bu tür iddiaları kaybetmekten hiç hoşlanmazdı. Şimdi yine bütün gün susmazdı. Araç milim milim geriye doğru kaymaya başladığında, ne yapacağını bilemedi önce. 2 saniye sonra el frenini çekmek için hamle yapmıştı. Aferin. Bazı kontrolsüz zamanlarda kontrollü davranabiliyordu. Bugün onun günü olmalıydı. Aracın içinden etrafı kontrol edip kapıyı açtım. Kimse görünmüyordu. Dışarı çıkıp ne yapsam diye geçirdim kafamdan. El frenini indirsem, o gerisini hallederdi. Araç geri doğru kaymaya başladığında ben bisikletime doğru yol alıyordum. Yattığı yerden kaldırdığımda araç bayağı bayağı gidiyordu. Artık bariyerlere mutlaka çarpardı. Peki çarpıp durur muydu? Yoksa aşabilir miydi? Onun aksi yönüne giderken bunu düşündü. Bir kaç saniye sonra o alışık olmadığı seslerden bir grup rahatsız edici sesler topluluğu kulaklarımı tırmalamaya başladı. Uzanıp kulaklıkların sesini açtım ve sürmeye devam ettim. Pixies, where is my mind? söylüyordu. Bense her zaman olduğu gibi soruların yanıtlarını arıyordum. Eğer bir soru işareti varsa, cevabın sonuna konan noktadan yükselen, dolambaçlı bir şey olmalıydı. Ve ben nerede olduğu bilinmeyen bir akıl arıyordum. Belki de çoktan hastalanmış bir akıl. Bir akıl hastasında, hemde bir hastanede. Kim bilir? Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
arecrateria Yanıtlama zamanı: Şubat 24, 2018 Paylaş Yanıtlama zamanı: Şubat 24, 2018 Boş sokaklar yerini tek tük arabalara bırakırken, ofisine varmıştı. Önce asma kilidi açmalı, sonra kapının kilidini açmalıydı. Diğer türlü fazladan bir eylem daha yapmasını gerektiriyordu ve bu artı zaman demekti. Her gün 5 saniye kazanıp, uzun vadede bunlarla neler yapabileceğini düşündü. Günlük 5 saniye lik bir farkla neleri, veya onu nelerin kaçırdığını da her gün bir kez aklından geçiriyordu. Günlük rutin yükün gelmiş olduğunu gördü ve birkaç dakika soluklanmadan gazeteleri bisiklete yüklemeye başladı. Yarın ki gazeteyi düşünüyordu. Yüklemeyi bitirince şapkasını değiştirdi, üzerine bir önlük giydi. Dışarı çıkıp bu kez önce kapıyı sonra asma kilidi kilitledi. Normalde içeride olması gereken kedi ayakucunda dikilmiş, ona göz atıyordu. Mıırr layıp gözlerini kıstığında, boşuna kedinin adını mır koymamışım diye düşündü. Önlüğün cebinin derinliklerinde bir kaç kuru mama kalmış olmalıydı. Kedi toktu ama buradan canlı çıkması için ona bir avanta vermesi şarttı. 4 tane mama çıktı cebinden. 3 tanesini kedinin önüne koyup, bir tanesini ağzına attı. Mır koklayıp dili yardımıyla ağzının içine aldı mamayı. Sonrasını anlatmak gereksizdi. Artık gidebilirdi. Bisikletine atladı ve 5 sokak boyunca gazeteleri dağıtmaya başladı. İlk 3 gazete sorunsuz bir şekilde teslim edilmişken, 4. Evin bahçesindeki dobermanla mutlaka bir göz göze gelirdi. Bahça kapısının yanına usulca gazeteyi bırakıp, sakince uzaklaşacağı sırada sokaktan bir aracın kendisine doğru gelmekte olduğunu fark etti. Dobermana yeniden döndüğünde onun da çoktan o tarafa dikkat kesildiğini gördü. Bisikletle araca doğru giderken bugün sabah yolda el kol yapan adam ve arabası olduğunu anladı. Hiç bozmadan devam etti yoluna. Aracın yanından geçerken adam onu fark etmemişti bile. Diğer sokağın başında nasılsa yakalarım diyordu kendi kendine. Kendiyle bir iddiaya daha girmişti bile. Var gücüyle pedallara asılıp bir sonraki sokağın dönemecinde bisikleti yolun ortasına yatıracak ve adamın bir şekilde durmasını sağlayacaktı. Sonra arka kapıdan binip, bisikletin fren telini boğazına dolayacaktı koltuğun başlığı ile beraber. Çırpınışnda tek kelime etmeyecekti. Peki ya sonra. Sonra ne yapacaktı? Nasıl ortadan kaldıracaktı? Diye düşünürken kenarda arabanın gelişini seyrediyordu. Birazdan köşeyi dönüp bisikleti ezmemek için duracaktı. Sonra planı harfiyen uygulayacaktı. Araç köşeyi döndü bir an yavaşlayıp yön tayin etmeye çalıştı. Sonra bisikletin arka tekerleğinin üzerinden geçip gitmişti. O sırada meydana gelen çatırtıları içinde hissetmişti. Bu olmamalıydı. Araç gittiğinde bisikletinin yanına gitti ve kırılan, eğilen, bükülen parçalarına baktı. Ayağa kaldırırken gazeteler umrunda bile değildi. Şimdi bir de bisikleti eve kadar taşımak zorundaydı. Ee her zaman bisiklet onu taşıyacak değildi. Biraz da o bisikleti taşısındı. İşte adalet diye ben buna derim. Ama kendisine sorsanız bisikleti kırılmasaydı, yine de onu sırtında eve kadar taşırdı. Bu düpedüz yalandı. Daha önce yüzlerce kez yakınlarına park etmişti oranın. Kaçında bisikleti sırtına alıp eve kadar taşımıştı. Hiç birinde. Peki neden şimdi öyle diyor? Çünkü pişman. Peki neden sağlam bir bisikleti insan sırtında taşısın? Aklı mı karışmıştı yoksa? Yoo. Ee neden sağlam bisikleti taşımaktan falan bahsettin? Dedi ya işte pişmanlık falan. Diye diye yolu yarılamıştı. Acaba gerçekten deli miyim diye sordu kendine? Bu soruya gülüp geçti sonra. Kenarda biraz dinlensindi bedeni. Az kalmıştı, sabretsindi. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
AurorA Yanıtlama zamanı: Mart 12, 2018 Paylaş Yanıtlama zamanı: Mart 12, 2018 Hayat ne yaparsak yapalım hep aynı hızda ve aynı tınıda yükselip alçalan bir melodi gibi, birbiri ardına süzülürken ruhumdan içeri, hiçbir şeye acelem yok. Her ne kadar geçmiş olsa da ömrümün en güzel günleri… Düşünceler, ilkbahar valsının piyano tuşları üzerindeki gezintisi gibi, serçe telaşıyla konudan konuya geçişler yaparken, huzurlu bir dinginlikle dinleniyor ruhum. Huzurlu bir dinginlikle dinliyor ruhum, içinden geçip gidenleri… Sevgiyle kucaklayıp, buruk bir hüzünle uğurluyorum herkesi. O dalgalı nehirde teknelere doluşuyor tüm evren, beni bana bırakıp giderken. Ben ise durmaksızın kendime alçalıyor, kendime batıyorum. Kendimden yükseliyor, kendime doğuyorum. Tekrar ve tekrar… Güneş ve ay… Tekrar ve tekrar, ölüp yeniden doğuyorum. Kalabalıklar, yalnızlıklar… Altı çizilmiş, vurgulanmış cümleler ve sessiz kalınmış, hissizmiş gibi saklanılmış olanlar… Bütün bu döngünün içinde, ruhumun içinde, hücrelerimde… Bir bahar valsında, dans ederek şafak vakti pembeleşmiş o kızıl bulutlara karışırlar. Aslında anlaşılmış olmanın hiçbir önemi yok. Onaylanmanın, dans etmenin ya da vaz geçmenin hiçbir anlamı yok. Var oluş bu. Nasıl vuku bulduğunun hiçbir önemi yok. Herkes bilse de… Kimse fark etmese de… Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
arecrateria Yanıtlama zamanı: Mart 18, 2018 Paylaş Yanıtlama zamanı: Mart 18, 2018 Arabanın arka koltuğuna oturmuş bir çift doberman çok net seçilebiliyordu. Kadın markete doğru yönelmiş yürüyordu. Kendini daha iyi hissetmeye başlamıştı artık. Yiyecek içecek epey işe yaramıştı. Daha önce kararlaştırılan restoran a gitmeden önce ennazından bir gömlek almalıyom diye geçiriyordu aklından. Pek sevmese de belki bir kravat. Sağa sola arayan gözlerlr bakınırken kırık bir bisiklet çarptı gözüne. Bir kaç saat önce ezdiği bisikletti sanırım. Bir dükkanın önünde öylece duruyordu. Yanına gidip arabayı park etti. Dükkanın kapısı açık. Ancak tabela gibi belirteç bir şey yoktu. Çocuk içerde olmalıydı. İçeri girmenin mantıksız olduğunu bilse de kendini alamadı. Kapıdan seslenerek içeri girdi. Ama cevap yoktu. Belki de burada değildi çocuk. İçeride yavaş yavaş dolaşıyor etrafa göz atıyordu. Birden girdiği kapı gürültülü bir şekilde kapandı, ışıklar söndü ve zifiri karanlıktı artık her yer. Lanet olsun sövgüleriyle kala kaldı. Gözü karanlığa alışacaktı ama bu biraz zaman alırdı. Derken bir ses duydu hemen arkasında alçaktan gelen bir mır sesi. Kediydi işte. Ama haksızlıktı bu kedi onu görebiliyor ama o kediyi göremiyordu. Birden yüzünde bir spot ışığı patladı ve kör olmasa da, bir süre görebileceğini de pek düşünmüyordu. Derken etrafında dolanan geniş sanayi tipi streç filme sarılıyor olduğunu anladı ama çok geçti artık. Kundaklanmış bir bebek gibiydi. Çok hızlı gelişmişti herşey. Şimdi ise bir tırtıl misali yerde yatıyor. Avaz avaz sövüyordu. Spot ışık yüzüne vurmuyordu artık. Yavaş yavaş görmeye başlayabilirdi. Gazeteci çocuk elleri belinde bağlı biçimde tepesinde dikiliyordu. Bu ürkütücü görüntüye nasıl oluyorsa kedininki de ekleniyor ve bir hayli katlanıyordu etkisi. Nasıldı yani? Bisikletini ezdiği için öldürecek miydi çocuk onu? Bir odaya sürüklendi kapısı kapatıldı ve hücre tipi bir yerde yalnız olduğunu anladı. Hışırtılı sesler duyuyordu ve biraz sonra kapının üzerinde ufak bir hareket çarptı gözüne. Yönünü o tarafa dönüp tırtıl gibi hareket ederek kapıya yaklaştı. Bir kağıt vardı ve üzerinde "intikam" yazıyordu. Nasıldı yani gerçekten öldürecek miydi. Söyleseydi ona yepyeni gıcır gıcır bir bisiklet alabilirdi. Neyse nasılsa gelir bir pazarlık yaparız diye telkin etti kendini. İş görüşmesine de geç kalacaktı. Aklından herşey düşünce hızıyla geçerken uykuya daldı. Rüyasında kabuslar görecekti. Uyandığında ise bir daha hiç bir şey eskisi gibi olmayacaktı. Uyandığında sallanır buldu kendini. Bir ağaca asılmış başaşağı dururken. Neler oluyordu böyle? Burası da neresiydi? Altında odunlar ateşe verilmek üzere hazır, çatılmış bekliyorlardı. Etrafta giyinik sayılmayan tek tük insanlar dolaşıyor anlamadığı dilde bir şeyler fısıldaşıyorlardı. Bir den davul sesleri gelmeye başladı ve etrafını sarmaya başladı insanlar ateşin. Derken ateş parladı birden. Sıcaklığı hissediliyor ancak henüz can yakmıyordu. Birkaç dakika içinde epey sıklaştı kalabalık. Davullar aynı ritmde gidiyor aralıksız devam ediyordu. Bir ıslık sesi geldi ve durdu davullar. Önce ince tiz bir ses intikam diye bağırdı. Sonra koca bir kalabalık koro halinde tekrarladılar ve davullar yeniden başladı. Etrafta dans eden insanlar çoğalıyordu. Kendisi de git gide ateşe mi yaklaşıyordu ne? Derken bacağına bir ok saplandı. Görüşü bulanıklaştı ve kendinden geçti yine. Kendine gelmeye başladığında başı ve eklem yerleri ağrıyordu. Bacağında garip bir sızı vardı. Ancak arabanın içinde olduğunu fark etti. Bu nasıl mümkün olabilirdi? Önünde durduğu dükkan kapalı ve bisiklet de yoktu görünürde. İnip dükkanın kapısını çalsa da kilit asılıydı dışardan. Olanlara anlam vermeye çalışırken iş görüşmesi geldi aklına. Saatine baktı. Tam vaktinde yetişecekti. Hatta bir gömlek alıp biraz gecikecekti. Hafif topallayarak arabaya bindi. Yol üstünde bir mağazadan gömlek ve bir kravat aldı. Giyinip iş görüşmesi için restorana doğru yola çıktı. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
adEda Yanıtlama zamanı: Mart 21, 2018 Paylaş Yanıtlama zamanı: Mart 21, 2018 Çok sık uğrar oldum deniz kıyısına. Kısa süre önce, bir köşeyi tanrıya atfettik bir yabancıyla. Çok büyük laflar da ettik. Bu bir gerçeklik değil tabii, ama bir gerçeklik üstü kapalı bir biçimde sezdirilebilir böyle makaralarla. Öyle bir gerçeklik sezdik ki birbirimize hiç de yabancı olmadığımıza, yabancı olsak çok yazık olacağına kanaat getirdik. Titreyen ciğerlerin derin bir nefes alışı ve ardında yüreğin çok daha sakin bir tavırla salınışı... Kaygıların yoğuşup denizin sularına yağmur olarak yağması ve ciğerleri tehdit etmeyi bırakması... Yüklerin azalması, pes eden açık hava basıncıyla nabzın özgürce atışı... Derin bir nefes almaya olanak tanıyan eşsiz bir doğaya bürünmesi her şeyin... Bazı şeyler sahiden de mümkündür. Ayaklarım bazen yoruluyor olsa da, yürümeye devam ettiğim olur. Yaşamak alışkanlığı da sanıyorum ki böyle bir şeydir. Çok uzun mesafeleri nefes nefese kat edebilirim. Bilindik bir şehirde yürünen bunca mesafe sık sık bana da anlamsız gelir oysa. Yürümek bir eylemden çok, bir eylem motoru olduğunda değerlidir aslında. Benim için yürürken konuşacak bir şey bulmak çok daha kolaydır, öyledir ki yürümek hayatın yeni deneyimler sunduğu gibi yeni manzaralar sunar insana. Yorulsam da yürümek daha iyidir sanırım, çünkü karanlığımda oturup kendime savaş açtığımda bazen adeta bir yumruya dönüşürüm kendi boğazımda. Bayıltıp kendimi zorla uykuya daldığım zamanlarda gördüğüm düşlere anlam veremem. Geçenlerde uzun zaman sonra ilk kez tek başıma gittim deniz kıyısına ve tam da günümüz insanının sapmaz profilinden esinlenerek oluşturduğumuz tanrının önünde oturdum. Tanrı keyfine düşkün bir herif olduğundan, en güzel manzara ona atfedilendi. Arkamı kalabalığa döndüğümde, o kalabalığın varlığını unutma çabamda başarıya ulaşıncaya kadar, bu kadar çok insanın eylemlerine şahitlik etmenin amma da can sıkıcı olabileceğini düşündüm. Açıkçası tanrıya biraz üzüldüm. Yine de böyle düşünebilmek beni gülümsetti. Biraz düşünüp, dinlenmek için gitmiştim. Bu kalabalık aklıma dahi gelmemişti, o yüzden onunla karşılaştığımda arkamı dönüp unutmaya çalıştım. Basit bir insan olmayı öğrenmek gerektiğini ve ensemdeki canavarların karmakarışık anlamsız yaşantılarının, onlara kulak kabartmaya değecek kadar bile değerli olmadığını anladım. Sol tarafta bir kuş uçtu. Onu izlerken bir kaç insan görüş acıma girdi, ancak o zaman onlar da benim gibi göründüler. Böyle düşünebiliyor olduğum için şanslı hissettim. Böyle düşünebilen birine denk gelmiş olduğum için şanslı hissettim. Bir an için onun da yanımda olmadığına üzüldüm, ama olduğu zamanlar da vardı elbette. Bu yeterli gelmeliydi. Böyle düşünebildiğim için şanslı hissettim. * Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Moterda Olisya Yanıtlama zamanı: Nisan 28, 2018 Paylaş Yanıtlama zamanı: Nisan 28, 2018 [video=youtube_share;fHAi_-DOy40] Eğer kalmadıysa başka şansın, Birleştireceksin ruhunu şeytanla. Çıkaracaksın kalbini keskin bir hançerle, Saklayacaksın dehlizlerin en karanlığında. Fedakarlık gerektirir karanlık, Acı ve yalnızlık vardır yolunda. Eğer ki dayanamazsan bunlara, Çürütür ruhunu her dakika. Yürü şimdi karanlığın ortasına, Şafak sökmez asla kararmış ruhlara. Teslim et kendini büyük bir zevk ile, Hissedeceksin gerçeği tüm benliğinde. Yeni bir varoluştur sanki bu, İşler kalbine her saniyede. Hissediyorsun bedeninde şimdi, Hissediyorum bedenimde şimdi. Yaklaş ve dokun bana, Karanlığın öpücüğünü hissettireceğim sana. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
adEda Yanıtlama zamanı: Nisan 28, 2018 Paylaş Yanıtlama zamanı: Nisan 28, 2018 Take me somewhere nice where the blue birds fly. I think it wouldn't be an escape. It would be revolution, wouldn't it? Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
NizaL Yanıtlama zamanı: Nisan 29, 2018 Paylaş Yanıtlama zamanı: Nisan 29, 2018 Her makamın iki ilmi vardır: Kavranabilen ve kavranamayan, yani bilinen ve bilinemeyen. Hallacı Mansur Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
NizaL Yanıtlama zamanı: Mayıs 1, 2018 Paylaş Yanıtlama zamanı: Mayıs 1, 2018 Ölmeyi öğrendiğinde yaşamayı da öğrenmişsin demektir! Kurucularını çoktan toprağa vermişlerdi. Artık birbirlerini görmüyorlardı bile... "En küçükleri"nin ölüm döşeğinde buluştular son kez... Kim bilir nelerden konuştular. Çıkan ikili, gözyaşlarını sildi gizlice... Kalan, ölüm için saat saymaya devam etti. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Heretik Yanıtlama zamanı: Mayıs 5, 2018 Paylaş Yanıtlama zamanı: Mayıs 5, 2018 gökten firar eden tanrılara lanet... bilinçaltı putlarına akın eden yeraltı iblisleri ve durmak bilmeden çalan tam tamları. astral savaş en çetin dönemlerine gelince orion parazitlerine muhteşem bir ziyafet çekmek düşer. her an her nefesin varoluşsal bir terör içinde eriyip zamanın ve insanların murdarlığıyla çürümesi. kemiklerde ve ette yankılanan entropinin gizemli nefesi. gezegenlerin korkunç çarpışmasıyla doğan virütik mikro adacıklar. lovekraftiyan dönem yeniden hortladı. vantuzlu yabancı kötülük insanların nefretinden güçlenerek hevesle parmaklarını şapırdatıyor. yalnızca belirli bir zihinsel frekansın üstündekiler, nasıl bir görünmeyen istilanın içinde olduğumuzu anlayabilir. onlar herkesin sıradan bir dünyevi koşuşturma gördüğü yerde milyonlarca karanlık parazitin mekanik çarklarda negatif duygulardan oluşan bal havuzunda bıcı bıcı yaptıklarını tiksinerek izlerler. internet hatlarında yaşayan milisaniyelik cinnilerin yaydığı elektronik kokularla mest olup astral alemlerin ortasını eterik kılıçlarıyla yararlar. az kaldı bitiyor. dönüyorum izmire. bu kötü günlerin sonuna. sonra kim bilir yine hangi mistik, karmaşık, kompleks dönüşümlere devam... Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Moterda Olisya Yanıtlama zamanı: Mayıs 23, 2018 Paylaş Yanıtlama zamanı: Mayıs 23, 2018 Ne zaman bağlanır kader iplikleri ? Var mıdır daha doğrusu böyle bir şey. Tanrı terk eder mi, yalnız bırakır mı insanoğlunu ? O kadar çok acı yatar ki bazı suretlerin ardında, imkansızlıkla ve kayıplarla sınanmışlardır onlar. Körü körüne bağlanır ve bile bile yanarsın. Aciz kulplu hayatlar anlayamaz asla bunun ehemmiyetini, onlara göre de bunlar acizliktir. Kurduğun hayaller her saniye yıkılır. Belki bir umut vardır diye beklersin ama asla olmadığını bilirsin. O kadar basit gelir ki diğerlerinin hayatı, hepsinden tiksinirsin. Farklı olmak, dışlanmak, çağlar boyu süren cehalet katliamı. Tanrının bir hediyesi mi, yoksa kırıp geçen insafsızlığı mı. Yalnızlık laneti, mutsuzluk. Bir süre sonra hayattan soğutur seni. Ne güvenecek gücün kalır, ne de dayanacak duvarın. Belki etrafın kalabalıktır ama yalnızsındır hep. Gölgelerin içinde ki yalnızlık. Değer verdiklerin, yardım ettiklerin ipe götürür mesela ilk seni. O lahımdan farksız çenelerini seni yaralamak için açmaya cürret ederler. Günler gelir, aylar geçer. Alışırsın ve güçlenmeye çalışırsın. Zaman seni eğitir, zaman seni güçlendirir. Onların dar basma kalıp zihinlerinin alamayacağı bir şeydir bu. Her ne kadar güzel giyinmeye çalışıp, zehir zemberek sözler saçsalar da incitemezler seni. Dış bir katman oluşturur ve korunursun. Belki sessiz kalır ve onlara katlanırsın ama asla unutmazsın. Seninle gelir o sözler, seninle gelir o hisler. Küçük bir çocuğun nefesinin kesilmesi gibidir. Hem huzur verir hem içini acıtır. Onların sorunları hep acizlik olur artık senin için. Zayıf, çelimsiz mahlukatlar. Artık onlardan daha beter bir hale gelmişsindir. Kin tohumları sarar kalbini. Onlar sürünürken/acı çekerken derin bir nefes alır ve hazzını yaşarsın. Işıklar nereye kadar sönük kalır, sesler ne kadar boğuklaşır. Zayıflığın ne kadar benliğinde taşınır? Çok uzun değil. Değişirsin, yenilenirsin. Tıpkı bir yılan gibi derini güçlendirirsin. Asla anlayamazlar bunu, asla muhteşemliğin farkına varamazlar. Değişim başlar.. Ve kimse onu durduramaz. İşte onlar, bunu bile anlayamaz. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
PiaA Yanıtlama zamanı: Mayıs 23, 2018 Paylaş Yanıtlama zamanı: Mayıs 23, 2018 Tınısına kapılırsın, kokusuna ölür, gülüşüne yanar, yokluğunda jiletten masallar anlatırsın kendine, bakışlarından dağlar yapar zirvesine varmadan ölmem dersin. Parlament mavisi bir gökyüzünü tuval sanarda davranırsın fırçana, bir köşesine güneş çizer geceyi gündüz edersin önce, sonra ılık bir sonbahar rüzgarı kondurursun kırmızı ağaçlı sokaklara... Ressam ne anlatmak istemiş deseler aşık olmuş insanlar susar, gerisi konuşur öylesine, boş. Öyle aşık olursun işte. Kendini kendi ellerinle paramparça eder onun bedeninde ona layık tekrar yaratırsın kendini. Sen balık olursun o okyanus, kıvrılır kıvrılır yaşarsın kadife nefesinde...Ağaçların arasında dolanır rüzgar, çarptığı her yaprakta başka bir celtic müzik dinletisi yaşatır sana. Kelebeklerin kanat seslerinden senfoniler yazarsın da yinede onun sesi güzel gelir sana... Aşk. Rengarenk. 1 Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Moterda Olisya Yanıtlama zamanı: Mayıs 24, 2018 Paylaş Yanıtlama zamanı: Mayıs 24, 2018 Kar yağardı bir gece yarısı, Usulca bırakırdı kendisini gökyüzünden aşağı. Sesler sabitleşir, Zaman durgunlaşırdı. Bir çift göz kalırdı geriye, Karanlık gecede umut arayan. Yorgun yaşlı havada, gençliğini arayan. [video=youtube;XS-fBWGtd5s] Ne ışık vardı, ne de umut. Dökülüyordu hala inci gibi karlar. Derin bir nefes aldı kadın. Kar taneleri her geçen saniye biraz daha sarıyor, Altın sarısı saçları yerini saf bir beyazlığa teslim ediyordu. Ve sonra cam gözlerini göğe çevirdi kadın, Teninde hissediyordu kendini teslim eden kar tanelerini, İnat edermişçesine daha da odaklandı. Karanlığın ve kızılın karışımı ile doluydu bulutlar .. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
NizaL Yanıtlama zamanı: Mayıs 25, 2018 Paylaş Yanıtlama zamanı: Mayıs 25, 2018 İçine sığamadığım yokluk, Varlığın en uç noktasında yırtıldı ! 1 Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
arecrateria Yanıtlama zamanı: Temmuz 20, 2018 Paylaş Yanıtlama zamanı: Temmuz 20, 2018 Ilık yatağa bastırıyorum kendimi, serinlemesine olan hava akımında bekletiyorum biraz. Renklerim açılsın diye. Değişik acılarla terbiye etmeye çalıştığım hayat, fazla mı komplike geliyordu? Birbirine uymayan yapboz parçalarımı mı uydurmaya çalışıyordum yine? yine mi kulaklarım sadece dip gürültülerimi duyuyordu? Yine mi yanlış çizgilerimden ütüleniyordum? Kafam mı karışmıştı yine? Yoo, gayet nettim yataktan kalkmadan evvel. Ne değişti peki? Oda sıcaklığı. Uyuyamıyor musun yine? Hayır. Uyur yazar oldum yine. Fark etmedin mi? Belli oluyor. Hadi kalk, yerine yat. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
BayParadoks Yanıtlama zamanı: Temmuz 22, 2018 Paylaş Yanıtlama zamanı: Temmuz 22, 2018 .......... Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
adEda Yanıtlama zamanı: Ağustos 5, 2018 Paylaş Yanıtlama zamanı: Ağustos 5, 2018 ben seni severim sevmesine de toplum buna hazır değil ... seninle benim yan yana oturacağımız çekyata ne ilahi adalet sığar ne de diyalektik -Ali Lidar Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
arecrateria Yanıtlama zamanı: Ağustos 16, 2018 Paylaş Yanıtlama zamanı: Ağustos 16, 2018 Bileklerimde bir acı hissettim önce, sonra birbirine kenetlenmişliklerini. Gözlerimi açtığımda bir silah doğrultulmuş olduğunu gördüm, namlu tam 2 kaşımın arasına dayanmıştı, dolayısıyla pek bir şey göremiyordum oturur pozisyonda bağlandığım sandalyeden. 'sakın korkma' dedi telkin edici ve tok bir ses tonu, 'korkma, yoksa gittiğin yerde ilelebet korkarsın'. Alnımdan akan terler gözlerime doluyor ve gözlerimi açmakta git gide zorlanıyordum, yanıyordu. Ağzıma tıkalı lanet fantezi topu sayesinde yalnızca bazı sesli harfler çıkar gibi olsa da, hiç birine benzemiyordu. Bir yandan çırpınmaya çalışıyor diğer yandan lanet topun hijyenini düşünüyordum ve deliklerinden saçılan salyalarımı. Birden aklıma sakin olmam gerektiği geldi, o sırada donup kalmış olmalıyım. Sonrasında tiz bir çınlama duymaya başladım. Hepsi bu. 1 Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
electronicalev Yanıtlama zamanı: Ağustos 18, 2018 Paylaş Yanıtlama zamanı: Ağustos 18, 2018 Yazmak istiyorum bu gece. Bütün hayatımdaki travmaları çamaşırlarımın suyunu balkondan akıtırmış gibi yazmak istiyorum. Bir yandan her şeyi ama her şeyi yazmak istiyorum kusarak, bütün olayları kendi bakış açımdan sunmak istiyorum size. Yine de, içimdeki garantici ruh, buna izin vermiyor. Diyor ki, bir gün yazar olursan, bir ihtimal, tanınan bir yazar, bunlar senin karşına çıkacak. Bir yanım ufak bir kız çocuğu iken, başka bir yanım tekinsizliğe doğru koşuyor. Bir gece çok tuhaf bir rüya görmüştüm, rüyam soluk kahverengi tonlarında idi, kahverengi bir masanın etrafında tekinsiz insanlar ile oturuyordum, hepsi ruhsuz ve cansızdı, sanki bedenden ibaretmiş gibilerdi, bana şunu soruyorlardı "Günün nasıl geçti?", olabildiğine ruhsuz bir ses tonuyla. 5'i birden bu soruyu sordu ve rüyamdaki gergin ortam beni uyanmaya zorladı. 2 dakika bile uyanık kalamadan yine yenik düştüm uykuya. Yine aynı mekan. Aynı masa. 5 farklı insan sureti. Aynı ruhsuzluk, aynı soru. Alerji oldum bu tekinsizliğe ve yeniden uyandım. Yeniden yattım, yine aynı mekan, aynı masa, yine 5 farklı insan. Nedense hep 5. Devamını biliyorsunuz zaten. En az 10 kere uyandım, yattığım gibi farklı insanların alemine doğru gittim ve sadece suretler değişiyordu, çok rahatsız edici bir gece idi. O günden sonra farkettim ki, gerçeklik en az bir o kadar bunun gibi, her yer böyle idi. Sorun bendim belki de. Avm'nin son katında yemeğini yedikten sonra mağaza mağaza gezen ve milkshake içerek cumartesi'yi harcayan bir tip olmadım hiç. Hiç voleybolda başarılı bir kadın olamadım mesela, beden eğitimi dersini hep köşede oturup vakit öldürerek geçirdim. Veya hiç bir ortama girdiği gibi herkesin meraktan çullandığı biri olmadım, aksine hep başta itici bulunup sonra çeken tiplerdendim. Hiç uzun ilişki yürütemedim, sevgilisi ile fotoğraflarını bütün sosyal medya hesaplarına yükleyen, sevgilimden başka hiçkimsem yokmuşçasına sadece adama odaklanmış bir şekilde bir hayat kurmadım mesela. Gerçi öyle olmasın da zaten. Bunları hayıflandığımdan veya üzüldüğümden yazmıyorum şu an, aksine bilgisayarın başında bu satırlara bakarken gayet duygusuzum. Hiç bir şeye hemen alışamadım mesela, çoğu şeye alışmam hep gider ayak oldu. Hiç sağlıklı bir insan olmadım mesela. Hep bir yerlerimi üşüttüm, 2 kere ameliyat oldum, tiroidim var, ellerim titriyor mesela sürekli olarak, tabi mide hastalıkları ve de aşırı vitaminsizlik cabası. Psikolojik olarak sorarsanız, aslında hepten bitik, en az 30-35 doktora gitmişimdir 8 sene içinde, ağırlıklı olarak depresyon nöbeti yazıyordu raporlarımda, bu imkansız, değildim. Anksiyete, sosyal fobi.. Bunların hiçbiri uymuyordu bana. Gerçi ben hiçbir zaman doktorlara doğruları söylemedim. O da var. Ben sabahları kahvaltı etmem mesela, içim almaz, ya hiçbir şey yemeden akşamı ederim ya da 1 bardak kahve içerim. Kahvaltı edince zihnim çalışmıyor, ya da ben saçmalıyorum ve üşengeçliğimi bu tarz kılıflarla örtüyorum. Saks mavisini çok severim mesela, her rengin birer tonu favorimdir, ama kırmızı benim tek sevgilimdir. Düşünmemek adına rahatlatması için ağırlıklı olarak elektronik müzik dinlerim, dımtıs dımtıs nidaları eşliğinde kafayı yerim. Kışı çok severim mesela. Motorsikletin üstünde çığlık atmayı, yürümeyi, ıslanmayı, sözlük okumayı, özellikle de düşünmeyi epey bir severim. Günlük hayatımda çalışkan olsam da, eğitim-kariyer konusunda başarısızlığı kendime yediremem. Bu tarz bir şeyde başarısız olunca krizlere girer, kafayı yerim. Bu ise beni en çok kamçılayan şeydir. Bugün sahip olduğum her şey, kaliteli ve zeki arkadaşlıklar, kendime ait bir ev, çalışmaya olan düşkünlük bunun sayesindedir. Yine de iyi huylarım ne kadar çoksa kötü huylarım da o kadar çoktur. Saçmasapan bir alınganlığım vardır mesela. Çabuk gaza gelir, çabuk sönerim. Bugün A dediğim, yarın benim için B olabilir. Kindarımdır. Öfkemin kurbanı olmak benim için bir kaçınılmazdır. Karşımdakine karşı çaktırmasam da, ona karşı aşırı saplantı duyabilirim. Maalesef, nispet yapmayı seviyorum. En çok da bundan nefret ediyorum. Ama açık ara farkla kesinlikle her b.ku ertelemek beni kendimden nefret ettiren şeydir. En gereksiz şeyi erteler, sırtımı yük bindirir, sonra da abartırım. Her haltı uçlarda yaşadığım için mutluluğum sanki dünya'yı ele geçirmiş gibi, mutsuzluğum dünya'daki her şey mahvolmuş gibi vuku bulur bende. Çok zor sever, çok kolay nefret ederim. Sinirlenince belden aşağı vururum. Alakasız yerlerde tartışmışlığım çoktur. O kadar çok hayal kuruyorum ki, kendimi bildim bileli, 2. bir dünya'ya sahibim ve artık her şeyin detayının detayının detayının ve daha nice detaylarının hepsi kafamda ve bu yüzden genelde başım çok ağrıyor, doğruyu bile bile hep yanlışı seçtiğim için aslında kendime aptal da diyebilirim, ya da aptal olduğumu düşünenin kendisi aptaldır, ne diyeyim. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Önerilen Mesajlar
Sohbete katıl
Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.