AurorA Oluşturma zamanı: Haziran 22, 2014 Paylaş Oluşturma zamanı: Haziran 22, 2014 2012 yılı sonunda kıyametin kopacağına dair yapılan haberlerle çoğumuzun zihninde soru işareti bırakan Maya şehirlerinin İspanyollar tarafından işgal edilmesi ve buradaki hemen hemen tüm kitapların yakılıp yıkılması sonucu elimizde bu kültüre ilişkin pek bir yazılı kaynak ulaşamamıştır. Ancak Popol Vuh (Zamanların Kitabı ya da Olayların Kitabı) Kişe medeniyeti hakkında bilgi edinebildiğimiz yegane eser olmuştur. Popol Vuh, nesilden nesile aktarılan efsanelerin toplandığı bir kitaptır. Eserden alıntı yapmaya geçmeden önce bu halkın buraya doğudan göçle yerleştiği ve Türklerle aynı kökten geldiklerine inanıldığını, Maya-Kişe'nin Türkçe'de "Maya-İnsanı" anlamına geldiğini de söylemek gerekiyor. Bunu burada belirtme nedenimi daha ilerde konu ile ilgili kendi fikirlerimi açıklarken yazacağım. Şimdilik Popol Vuh'ta geçen hikayeye dönelim... Hun-Ahpu ile Xbalanque top oynamak için oyun sahasına giderler. Onların gürültüsünü duyan Xibalba'nın Efendileri şöyle der: "Tepemizde yine top oynayıp gürültü yapan da kim? Yoksa Hun-Hun-Ahpu ve Vukup-Hun-Ahpu ölmedi mi? Kim karşımıza çıkmak istiyor? Gidip çağırın onları hemen!" Sonra habercileri çağırıp onlara: "Oraya gittiğinizde hemen gelmelerini söyleyin onlara. Onlarla top oynamak istiyoruz burada; yedi gün içinde gelsinler" dedi efendiler. Haberciler Hun-Ahpu ile Xbalanque'nin evlerine giden büyük yola düştüler ve çocukların (Not: Burada hikayenin kahramanlarının çocuk olması Türk Mitolojisindeki bebek ve çocuk hikayelerini hatırlatıyor. Kahramanın henüz bilgisiz olduğu dönemi aktarır genelde Türk mitolojilerinde kahramanın çocuk olması...) büyükannelerinin önüne çıktılar hemen. "Hun-Ahpu ile Xbalanque hemen gelsin dedi efendiler" diye ilettiler mesajı ve sonra onlara gün verdiler. "Yedi gün içinde bekliyor onları efendiler". Yaşlı kadın "Tamam gelecekler" dedi ve endişelendi yaşlı kadın "Torunlarımı çağırmak için kimi göndereyim? Babalarını almak için gelen haberciler de bunlar değil miydi?" dedi yaşlı kadın. Ve çocukları çağırmak üzere kucağına düşen bir pireyi gönderdi. Pire çocuklara ulaşmaya çalışırken bir kara kurbağası ile karşılaştı ve kara kurbağası ona yardım etmek üzere yuttu pireyi, çocuklara daha hızlı varabilmek için. Sonra kara kurbağası Zakicaz adında bir yılanla karşılaştı ve yılan da kurbağaya yardım etmek için kurbağayı yuttu daha hızlı götürebilmek için mesajı... Sonra yılanı da Vac adındaki bir şahin yuttu, daha hızlı mesajı iletebilmek için. (Not: Burada ekolojik sistemi anlatmak üzere yazıldığını düşünmüyorum yazının bu kısmının.) Sonrasında şahin çocukların olduğu top sahasına vardı ve çocuklar onu gözünden vurarak aşağı indirdiler. Şahine neden geldiğini sorduklarında Şahin karnında onlar için bir mesaj taşıdığını, gözünü iyileştirmeleri halinde mesajı vereceğini söyledi. Çocuklar şahinin gözüne lotzquic (Orta Amerika yerlileri tarafından katarakt hastalığını iyileştirmek için kullanılan tropik bir bitki) koyup gözünü iyileştirdiler ve şahin yılanı çıkardı midesinden. Yılan da kurbağayı çıkardı ama kurbağa bir türlü pireyi çıkaramıyordu midesinden. Çünkü pire kurbağanın midesinde değildi, onu kandırmış, diş etinde saklanmıştı. (Not: Burada ezoterik hikayelerin göründüğü gibi olmadığına, pire gibi kurnaz ve/veya zeki kişiler tarafından kara kurbağası gibi fazla zeki olmayanlara aktarılmış, onlardan yılan tabiatındaki kişilere ve oradan da "kör" şahine aktarılmış olması ve sonunda bu bilgiyi alması gerekene böylece ulaşacağı anlatılıyor olabilir. Hatta mesajın büyükanne tarafından gönderilmesi de bu mesajların atalardan geldiğini aktarmak üzere kullanılan bir sembol olabilir.) Pire saklandığı yerden çıkarak çocuklara büyükannelerinin mesajını iletti. Hun-Ahpu ile Xbalanque mesajı aldıktan sonra büyükannelerinin yanına giderek ona veda etmek istediler. "Büyükanne sana veda etmeye geldik ama buraya kaderimizin bir göstergesi olarak işaret bırakacağız. ikimiz de buraya, evin ortasına birer saz ekeceğiz. Eğer sazlar kurursa, bu ölümümüzün işareti olacak. Sazlar filizlenirse yaşıyorlar dersin." Sazları evin ortasına, dağlara ya da nemli toprağa değil, kuru toprağa ekip evlerinin ortasında bıraktılar. Hun-Ahpu ile Xbalanque silahlarını da alıp yollara düştüler. Molay adı verilen kuşların arasından geçtiler, bataklık nehrini, Xibalba'nın Efendilerinin tuzağa düşeceklerini sandıkları kan nehrini ayaklarını suya değdirmeden geçtiler. Sonrasında siyah, beyaz, kırmızı ve yeşil dört yolun kesiştiği bir kavşağa geldiler. Kavşakta Xan adındaki sineği gönderdiler istedikleri bilgiyi toplaması için. Siyah yola, ağaçtan adamlara doğru uçtu sinek. Türlü takılarla süslenmiş bu adamlar ilk sırada oturuyordu. Üç adamı da teker teker ısırdı sinek. İlk ikisi hiç sesini çıkarmadı ama üçüncüsü; Hun-Came sinek ısırınca bağırdı. Sonra sırasıyla 4., 5. ve 6., 7., 8., 9. ve 10. adam sinek ısırığıyla bağırdı. Bu şekilde her biri adını söyleyerek kendilerini ele vermiş oldular. Ardından Hun-Ahpu ile Xbalanque yola koyuldular ve Xibalba'nın Efendileri'nin yanına ulaştılar. "Oturan Efendiyi selamlayın" dedi içlerinden biri onları kandırmak için. "Efendi değil o, tahta bir figür yalnızca" dedi çocuklar. Sonra sırayla onları isimlerini söyleyerek selamlamaya başladılar. Sıcak bir taş göstererek oraya oturmalarını istedi efendiler, ama çocuklar orasının sıcak olduğunu söylediler. Efendiler onları kandıramadı. "Evinize gidin hadi" dedi efendiler. Böylece çocuklar Karanlık Eve girdi. (Not: Burada inisiyasyon öncesi efendilerin dikkatini nasıl çektikleri açıklanıyor gibi... Karanlık Ev, mağara ve benzeri figürler zaten çoğu kültürde inisiye edilen yeri anlatır. Zaten hikayenin devamında da bunun sınavlar dizisinin başlangıcı olduğu açık.) Xibalba'nın ilk sınavıydı bu ev. Eve girer girmez onların yenileceğini düşünüyordu Xibalba'nın efendileri. Hun-Ahpu ve Xbalanque eve girer girmez çıra ve sigaralar verildi kendilerine. Ertesi gün sigaralarla birlikte çıraları aldıkları gibi geri getirmeleri istendi kendilerinden. Çocuklar çıraların ucuna kırmızı papağan tüyü, sigaraların ucuna da ateşböceği koyarak gece bekçilerini onları yaktıklarına ikna ettiler. Gece bekçileri de onların tuzağa düştüklerini düşünüyordu.Gidip efendilere haber verdiler. Efendiler "Nasıl böyle bir şey yapabilirler? Nereden gelmiş bunlar? Başımıza dert açıyorlar. Yaptıkları hiç de iyi değil bizim için. Yüzleri bir değişik, davranışları çok farklı" dediler. Sonra Hun-Ahpu ile Xbalanque'yi çağırdılar. "Haydi top oynayalım" dediler. Bir yandan da efendilerden bazıları onlara nereden geldiklerini sordular. Çocuklar sorulara cevap verdiler; "Nereden geldiğimizi kim bilir? Biz bilmiyoruz" dediler. Efendiler kendi toplarıyla oynamak istiyordu, çocuklar ise kendi getirdikleri topla oynanmasını istediler. Ama sonra efendilerin dediği oldu. Efendiler bir solucan için oynamak istiyordu, çocuklar ise bir aslan başı için... Efendiler "Henüz değil" dediler. (Not: Burada top oynamak bilgi almak ile eşdeğer olabilir. İnisiye adayının bilgisizliği nedeniyle kendi yöntemi ile öğrenmeye çalıştığını ve hevesini aktarıyor olabilir.) Efendiler oyunu başlattı ve topu Hun-Ahpu'nun önüne attı. Top yerde dönüp zıplamaya başladı. Çocuklar "Bu da ne? Bizi öldürmek mi istiyorsunuz? Bizi siz çağırmadınız mı? Habercilerinizi göndermediniz mi? Hemen gidelim buradan" dediler. Xibalba'nın Efendilerinin de istediği tam olarak buydu. Kardeşlerin hemen orada ölmelerini ve böylece onları yenmek istiyorlardı. Ama öyle olmadı; tam tersine kardeşler efendileri alt ettiler. Efendiler çocuklar gitmesin diye onların topuyla oynamayı kabul ettiler ve oyunda kardeşlere yenildiler. Efendiler yenilginin ardından dönüp çocuklara "Bize yarın sabah erkenden dört demet çiçek getirin. Bir demet kırmızı caka-muchih, bir demet beyaz zaki-muchih, bir demek sarı gana-muchih, bir demet de carinimak" dediler. Bunun üzerine gençler Xibalba'nın ikinci sınav yeri olan Mızrak Evi'ne girdiler. Gençler eve girdiklerinde kendilerine yönelen mızraklarla konuşup "Bütün hayvanların eti sizin olmalı" dediler (Not: İnisiyasyon süresince hayvan eti yenilmemesi gerektiğini anlatıyor olabilir) ve hiç kıpırdamadılar, bütün mızraklar yere düştü. Gece boyunca mızraklar evinde bunlar oldu. Sonra karıncaları çağırdılar ve onlardan çiçekleri getirmelerini istediler. Karıncalar böylece efendilerden Vukup-Came ve Hun-Came'nin bahçesine doğru yola koyuldular. Oysa bu iki efendi çocukların bu çiçeklerini göremeyeceklerini düşünüyorlardı ama yine de gece bekçilerine çocuklar gece gelip bahçedeki çiçekleri koparmasın diye talimat verdiler. Karıncalar sessizce bahçeye girdi ve bahçedeki bekçilerin kuyruklarını ve kanatlarını sessizce dişleriyle kestiler. Bekçiler bunu fark etmedi bile. Karıncalar topladıkları çiçekleri ağızlarında taşıdılar ve dört demet çiçeği hazır ettiler. Sabah gün doğar doğmaz haberciler Hun-Ahpu ile Xbalanque'yi çağırmaya geldiler. Gençler efendilerin huzuruna çiçeklerle birlikte çıktılar ve efendiler çiçeklerden çok etkilendi. Hemen bekçileri çağırdılar ve onlara kızdılar. Bekçiler bir şey görmediklerini, kuyruklarının da bu durumdan payını aldığını söylediler. Bunun üzerine efendiler bekçilere kızarak onların ağızlarını parçaladılar. O zamandan beri baykuşların ağzı bir yarık şeklindedir. Bu olaydan sonra tekrar bahçeye top oynamaya indiler. Bir süre oynadıktan sonra efendiler "yarın sabah tekrar oynayalım" dediler. Sonra Hun-Ahpu ile Xbalanque Buz Evi'ne girdiler. İçerisi dayanılmaz derecede soğuktu, dondurucu kuzey rüzgarının eviydi orası. Yaktıkları odunlar sayesinde içerisi ısındı ve buzlar eridi. Hayatta kalmayı başardılar. Ama Xibalba'nın Efendileri onların ölmesini istiyordu. "Nasıl olur da ölmezler!" diye bağırdı efendilerden biri. Hun-Ahpu ile Xbalanque'nin yaptıklarına şaşıp kalmışlardı. Sonra ikisini Kaplanlar Evi'ne gönderdiler. İçerisi kaplanlarla doluydu. Hun-Ahpu ile Xbalanque "Bizi ısırmayın. Yapmanız gereken başka bir iş var" dediler kaplanlara ve önlerine biraz kemik attılar. Kaplanlar evinden de dimdik ayakta çıktıklarında Xibalba'nın Efendileri "Ne biçim insan bunlar? Nereden geliyorlar?" diye sordu. Sonra Hun-Ahpu ile Xbalanque Ateş Evi'ndeki ateşin içine girdiler. (Not: Ateş, bilgi, öğrenmek olarak geçer çoğunlukla) İçeride ateşten başka bir şey yoktu. Ama onlar yanmıyordu, yalnızca odun ve kömür yanıyordu. Gün ağardığında bu iki kardeş yine sapasağlam çıktılar içeriden. Sonrasında Yarasalar Evi'ne girdiler. Bu ev karşısına geçeni kurutan Camazotz'un eviydi. Hun-Ahpu ile Xbalanque silahlarının üzerinde uyudular. Evdeki hiçbir şey dokunmadı onlara. Ancak bir süre sonra pes etmek zorunda kaldılar çünkü gökten başka bir Camazotz geldi. Yarasalar toplaşıp bütün gece Quilitz, quilitz diye uçtular sonra durdular. Hiçbiri hareket etmez oldu. Hun-Ahpu ile Xbalanque'nin silahlarına yapıştılar. Xbalanque, Hun-Ahpu'ya "Bak gün doğmaya başladı" dedi. Hun-Ahpu Güneş'in doğup doğmadığına bakmaya çalışırken Camazotz aniden Hun-Ahpu'nun kafasını kopardı ve kafası bedeninden ayrıldı. Hun-Ahpu'dan yanıt alamayan Xbalanque telaşlandı ve çaresizlik içinde "Kaybettik işte sonumuz geldi" dedi. Hikayenin devamında Hun-Ahpu'nun kafası oyun sahasına asılıyor. Sonra Xbalanque Hun-Ahpu'nun kafasını yeniden yapıyor ve hun-Ahpu yeniden konuşabilir hale geliyor. Güneş doğarken Hun-Ahpu yeniden canlanıyor. *Charles Etienne Brasseur de Bourgbourg tarafından yazılan Popol Vuh isimli kitap esas alınarak hazırlanmıştır. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Önerilen Mesajlar
Sohbete katıl
Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.