rebelgoth Oluşturma zamanı: Eylül 7, 2014 Paylaş Oluşturma zamanı: Eylül 7, 2014 size bununla ilgili bir yazı paylaşacağım umarım severek okursunuz.ben 2 kez dergah dedikleri yerlere gittim.müslüman olanlar Allah a direk tövbe etmek yerine bir insan vasıtasıyla tövbe alıyor . şeyhlerini okadar yüceltiyorlar ki Allah a şirk koştuklarını bile farkedemiyorlar neyse bi yanlışım varsa söyleyin düzelteyim yazıyı da şöyle sunayım size... MENZİL TARİKATININ İÇ YÜZÜ MENZİL TARİKATININ İÇ YÜZÜ Sizlerle paylaşmak istediğim anılarım, düşüncelerim oldukça içimde birikti, bunları sizlerle paylaşmayı istedim. Umarım vaktinizi ayırıp okursunuz. Doğu Marmara da gelenekçi Müslümanların çoğunlukta olduğu bir şehirde yaşamaktayım şimdi bir derviş, bir mürit değilim 13 senenin ardından üyesi olduğum Nakşibendi (menzil) cemaatinden ayrıldım. Şu an şuan demek zorundayım inancımın tam olarak ne olduğuna karar veremiyorum. Bezen agnostik bazen deistim, tıpkı Müslümanların arada bir zihnini kurcalayan, Allah gerçekten var mı? Sorusu gibi, aslında çoğu insan kararsızlık inancındandır. Çoğu Müslüman çocuk gibi bende ailemin teşvikiyle kuran eğitimi almak için bir hocanın kuran dersine gönderildim. Benim hocam şimdi hayatta olmayan halamdı, Allahın yolundan gittiğim takdirde beni cennette inci dişli hurilerin bekleyeceğini vaat ederek gülümseyişi hayla gözlerimin önünde, eniştemin Atatürk karşıtı kabarık sayfalı bir kitabı okumam için bana doğru uzatmasını unutamam, nedendir bilmem o kitabı alıp okumamıştım sanırım kabarık sayfaları görünce cesaret edememiştim. İlkokula bizi denetlemeye gelen müfettişin “Atatürk ü Allahtan, peygamberlerden, kitaplardan daha çok sevmelisiniz” sözlerine tepki gösteren ben ve arkadaşlarımın okul çıkışı homurdanmalarımızı hayla hatırlıyorum. Ortaokulda evrimi savunan fen hocamıza sınıfça nasılda gülerdik, evrimin deli saçması olduğunu söylediğimizde hocamız bizlere Darwin’in yıllarca araştırmalar yaptığını,görüşlerini dikkate almak zorunda olmamız gerektiğini söylediği dün gibi aklımda, artık bende sürü psikolojisinden kurtulup çoğunluğun aksine dinsizliği seçtim, o mistik dünyanın hipnozundan sıyrıldım, eğer Hindistan da doğsaydım büyük ihtimalle ailemin dini olan Budist,Hindu,Sih dininden olma olasılığım İslam dininden olma olasılığından fazla olacaktı. Müslümanlara soruyorum kaç tanrı var? Zeus, Jüpiter, Yehova, God, Odin, Thor, El-ilah ve daha nice yaşayan ya da ölmüş tanrılar, Müslümanlar düşünüyorlar mı acaba diğer dinlere göre kendilerinin de kâfir olduğu? Yada Muhammedinde bir ateist olabileceği, kitabını kendisi hayattayken toplamayan kendisinden sonra ne olacağını umursamayan, kitabında kadınlara değer vermeyen bir kişinin nasıl Allahın elçisi olabileceğini. Sanırım Müslümanlar cehennem korkusundan yada işlerine geldiği gibi inanmasından ötürü bu tür soruları kendilerine sormazlar, çoğu maalesef çok cahildir İslam dini düşünmelerini ipotek altına almıştır, bir tek ayeti, inkarı bırakın şüphe bile etmeleri kendilerini ebedi cehenneme sürükleyeceği safsatası yüzyıllardan beridir onlara yutturulmuştur. Neden Müslümanlar diğer dinlere karşı düşmanca tutum içindeler (aslında 3 büyük dinde birbirlerine düşmandırlar)? Sorusuna en iyi cevap kurandaki cihat, ganimet ayetleri yeterlidir kanısındayım. Müslümanlar eski Endülüs(ispanya) ya da Malazgirt savaşıyla Anadolu ya saldırmalarında haksız olduklarını düşündüklerini hiç sanmam, sizde Hıristiyan ordusunda masum bir asker olabilirdiniz sizi bekleyen bir aileniz olabilirdi sizde bir savaşta Müslüman kılıcıyla kâfir damgası yiyerek Allah adına öldürülebilirdiniz, sonra sizi bir çukura atarlardı çürüyüp toprağa karışırdınız ot olurdunuz, böcek olurdunuz sonra sizi bal olarak bir kovandan alan Müslüman asker besmele çekerek sizi bir kere daha hazmederdi, hazin. Bir kez daha çocukluğuma gidiyorum bir yaz akşamı çocuk parkında oturup şehrimize nadiren gelen turistlerin eğlenmelerini seyrediyordum, genç erkek turist, çocukların oynaması için parkın içine bırakılan geniş su borularının birisine girip eğilerek öbür tarafa geçerken eliyle bir insan pisliğine bastığını hatırlıyorum, o pisliğin orda olduğunu hava kararmadan önce biliyordum kendim girmemiştim turiste oraya girmemesi gerektiğini söyleyemedim sadece seyretmek zorunda kaldım ve üzüldüm. Zaman dursaydı keşke bir şeyler yapabilseydim, kendimi suçlu hissediyordum genç turist arkadaşlarının yanında küçük düşmüştü eğer bir Müslüman Paris e tatil için gitse tatil yaparken elini o şekilde pisleseler kasıtlı ya da kasıtsız, İslam ülkelerindeki gazete yazarlarının köşe yazılarında ne derece tepki göstereceklerini tahmin etmek pek güç olmasa gerek. Müslümanlar hep gördükleri zulümden şikayet ederler, ya kendi yaptıkları zulümleri yada birbirlerine yaptıkları zulüm? Akıllı bir insanın işimidir tanka taş atmak yada mezhep ayrılığıyla dindaşlarının kanını dökmek, bu arada hak bir dinin mezheplere bölünmesi nasıl açıklanabilir, yoksa mezhep alimlerin ihtilafında rahmet mi var(alimlerin ihtilafında rahmet vardır.(Hadis) Sizlere Nakşi cemaatinde şahit olduğum olayları, konuşmaları paylaşmak istiyorum, kimdir bu Nakşiler İslam ın ilk yıllarında var mıydı? İslam dini Mekke den çıktığı halde Nakşibendilik neden Mekke den çıkmadı? ve neden Mekke ye giremedi? nereden geliyor? Bu sorulara cevap vermeye çalışacağım. Nakşibendilik, müritleri tarafından Ebu Bekir den gelen bir yol olduğu idda edilse de gerçekle hiçbir alakası yoktur. Ebu Bekir in ‘’tuvalette bile seni düşünüyorum ya Muhammed’’ şikayetini rabıtaya delil göstermeleri tutarsız bir görüştür, tuvalette rabıta yapılmayacağını her Nakşi müridi çok iyi bilir ve rabıtaya başlamak için 25 estağfurullah çekmek, abdestli olmak gibi zorunlulukları vardır. Nakşibendi lik Anadolu ya gelişi Süleymaniye kürdü Halid Bağdadi ile başlar. Bir gün onu ziyarete gelen Mirza Abdurrahim adında Hintli bir dervişin telkinlerinden etkilenerek 1810 yılında Hindistan (DELHİ) ye giderek Nakşibendi ruhanilerinden Abdullah Dehlevi’nin egzersizlerini ve fakirizm anlayışını benimseyerek Bağdat a döndü ve Halidiyye adında tarikatını kurdu bu tarikat ismi daha sonra değişerek bugünkü Nakşibendi adını almıştır. Tarikat in gerçek amacı mehdiye yol açmak ve dünya hakimiyetidir, ( bunu müritler anlamasa da) müritlerin amacı Allah a ulaşmak cennette hoşbeş etmektir, aslında müritlerin bazıları da dünya menfaati için tekkelerde bulunmaktadırlar. Osmanlı yönetimi Nakşibendiliğe önceleri çekimser baksa da daha sonra halka moral olma açısından desteklemiştir, kolay değildi o dönemde Osmanlı vahhâbilik ve askeri isyanlarla, savaşlarla çalkalandığı bir dönemde halidi bağdadinin tarikat i bulunmaz bir hint kumaşıydı. Nakşibendilik Anadolu,kuzey ırak,kuzey Suriye de yaygındır Arabistan da kabul görmemiş bir cemaattir.Olayları kısaca toparlamak gerekirse şöyle açıklanabilir Nakşibendilik bir dindir hint felsefesiyle İslam dininin karışımı bir dindir, nasıl ki Hindistan daki sih dini bir İslam ve hint dininin karışımıysa. (hatta Sihler tapınaklarına girerken ayaklarını su havuzuna sokup çıkarırlar aynı abdest gibi) Nakşibendilikte böyle bir dindir, dinlerin birbirlerinden etkilendikleri aşikardır, bunları cemaatten ayrıldıktan sonra mürit arkadaşlara anlattığımda yüzüme bön bön bakmalarını görmenizi isterdim. Onlara göre çoğunluk haklıdır, sürü psikolojisi ile hareket etmek mantıklıdır,müritler son derece cahiller, İnançlarının Hindistan’dan geldiğinin bile farkında değiller onlara göre Ebu Bekir’de aynı ritüelleri yapmıştı, sahabelerde mistikti, oysa sahabelerin yaşamları savaşmak, ganimet almaktan,cariyeler edinmekten, askerlik yapmaktan, ticaretle uğraşmaktan oluşuyordu. Abdullah Dehlevi ve üstadının yaşamı Muhammed den çok Budha gibi yarı çıplak ıssız yerlerde ot yiyerek geçirilen bir fakirizm yaşantısıydı ve aynen Nakşilikte az yemek az uyumak az konuşmak telkin edilse de, günümüzün müritleri dergahta yemek çıktığında birbirlerini çiğnercesine sofraya koşmalarını iyi anımsıyorum, bazıları yazdıklarımın mahalle dedikodusu olduğunu benimde mahallenin dedikoducu koca karısına benzediğim düşüncesinde olduklarını hissediyorum. Onların içinden geldiğim için onların ne düşündüğünü ne cevap vereceklerini iyi biliyorum o müritlerin şeyhleri dünya haritasının üzerinde Türkiye nin yerini bile bilmeyecek kadar cahil olduklarını söylemek istiyorum. Kendilerini seyyid(peygamber soyundan gelen) olarak tanıtan bazı doğu Anadolulu yada kuzey ıraklı sözde seyyidler kürttür, bunlardan biride Mesut Barzani ve soyudur, Nakşiliğin en cahil ve en ateşli savunucuları Adıyaman ili Kahta ilçesi menzil köyü(menzil kampı) içindeki Nakşi şeyhi ve müritleridir ne şeyh ne müritler inançlarıyla ilgili ne Hindistan bağlantısını bilir nede Hindistan a gidip araştırır. Onlara göre şeyh Allahın dünyadaki nurudur. Şeyh secdeye vardığında 18.000 alem onunla birlikte secdeye varır(nedense dünyadaki canlılar hatta evde uyuyan tembel sofiler bile şeyhi secdedeyken haberi bile olmaz) 18.000 alem madem sizlere uyuyor George Bush size neden uymuyor Tc. Devleti size neden uymuyor yoksa onlar sizlere uyuyor da uymuyormuş gibimi görünüyorlar? Aslında kısmen sizlere uyuyorlar a.b.d Müslümanlar ı dinle uyuturken hep Müslümanların ellerindekileri almıştır, siz Müslümanlar hayla mehdi hayalleriyle tekke köşelerinde pinekleyin, o tekkenizde ellerinizden gider bir gün, ne gariptir ki Nakşilerin Adapazarı tekkesi askeri tümenle dip dibedir ve karşısında imam hatip lisesi ve yanında da valinin evi vardır sanırım bundan herkes memnundur ve bu tekke çevre vakfı adı altında faaliyet göstermektedir ve müritler son derece cahildir insanlığa ve bilime hiçbir katkıları yoktur. Hatta bilim onlar için küfrün bir şubesidir, bir müride bilemediği bir soru sorduğunuzda topu şeyhlerine atarak ‘ben bilmem sadat (şeyhlerin toplamı, ölü yada yaşayan) bilir’ gibi saçma sapan bir cevapla karşılaşmanız normaldir. Bir ölüden bile kendini küçük gören bu insanlar dünya tarihinin kara lekelerindendir, bu topraklarda biz Türkler bu hint-iran-arap kültürünün içinde arabesk yaşantımızla bilimsellikten uzak olduğumuz için yok olup gitmeye en aday milletiz. Bunlara sohbetlerinde öyle yutturmaca telkinler veriliyorki hipnozda oldukları için içlerinden itiraz eden pek çıkmaz bir sohbette sohbetçi şöyle demişti ‘‘bir şeyh bir saat içinde hz. Muhammed’in ruhuylu 1000 kere görüşür, oysa biz müritler rüyamızda dahi onu göremiyoruz çok geriyiz çookkk’’ çok gülünç bir yalandı bu, madem bin küsür yıldır şeyhleriniz hz. muhammed’le görüşüyor neden ondan uydurma hadisleri öğrenip doğruların içinden ayıklamıyor? sormak isterim neden onunla görüştüğünüzde ihtilaflı konularda fetva almıyorsunuz? Ayrıca, sözde şeyhlerin ruhaniyeti ve hz. Muhammed!in ruhu birlikte manevi bir dünyada toplantı yapıyorlarmış, bu toplantıda bazı kararlar alınıp bazı insanların idamı onaylanıyormuş, fakat bakıyoruz dünyaya, idam edilen ezilenler nedense gene muhammeden resullallah diyenler, hatta uzay mekiği Chalenger ın düşürülmesi bile bu kurulun kararıyla neticelendiğini anlatanlarda vardır, peki bu kurulunuzda Iraktaki ABD savaş uçaklarının düşmesini neden karar almıyorlar? Yoksa Iraklılar hz. Hüseyin in öldürülmesine göz yumdukları için hayla Allahınız tarafından cezalandırılıyorlar mı(buda ayrı bir Müslüman kinciliği)? Peki Filistinliler neden zulüm görüyor? Cezayirliler, Bosnalılar,çeçenler neden ceza görüyor güvendikleri Allah onları neden terk etti? Bu sorulara Müslümanların gene kof cevapları olacaktır. Müritlerle şeyh arasındaki ilişkide çok ilginçtir mürit şeyhinin gözlerine sürekli bakamaz, mürit gözlerindeki manevi kirleri şeyhin temiz gözüne bulaştırmamalıdır. Elleri önde bağlı alçak sesle şeyhiyle konuşabilir şeyhi sıkıştıracak sorular sorulduğunda şeyhin yanındaki dalkavuklar tarafından hırpalanmanız olağandır. Bir keresinde tüp bebek konusunda fetva almak için gelen birisine şeyhin ‘‘alimlerinize danışınız’’ diyerek sepetlemesini unutamam, soruyu soran her ne kadar dalkavuklara ‘kaç km yoldan geldim bu kişi alim değimli’ diye çıkışsa da istediği cevabı alamamanın ezikliğiyle oradan ayrılmak zorunda kalmıştı, bazı evlenmek isteyen müritlerde evlenmesinin hayırlı olup olamayacağı konusunu şeyhlerine sorarak istişare ederler şeyh ona sözde manevi dünyadan aldığı cevapla evlen yada evlenme der. Evlenip mutlu olursa şeyhi bilmiştir, yok eğer şeyhi evlen dediği halde evlenip de mutsuz olduysa bu fitne çıkmasın diye gizlenir yada buda bir imtihandır diye yorumlanır, sofi üzülme cennetteki kadınlar dırdırcı olmayacaktır Eğer zengin yada güçlü sözü geçen bir mürit bir hata yaptığında bunun üstü bahanelerle örtülür. Daha dikkatli olması telkin edilir eğer hata yapan fakir güçsüz bir müritse ‘fitnemi çıkaracaksın sen!!! Hemen tövbe al şeyhinden!!’ gibi sözlerle azarlanır yada tard edilme denilen kovulma işlemi başlatılır Menzil kampında sofiler için manevi şifa olduğu iddia edilen bir çeşit buğday çorbası çıkartılır, fakir sofiler bunu yemek zorundadırlar oysa Ankara’dan gelen bürokratlara kıyı köşede kuzu çevrilir bu bahanenin adına da ‘’siyaset’’ denir. Bu kampta özellikle gençler hizmet adı altında genelde bedavaya çalıştırılır, benim bir arkadaşım 5 sene çalıştıktan sonra olayların iç yüzünü görünce cemaatten ayrıldı ve komünist oldu. sanırım bu seyyidler (peygamber soyundan gelen kişiler) dedeleri Muhammed in gerçek yaşamını biliyorlardı. Sapanca (dereköy)gölü kenarında şeyhin bir villası mevcut olup burası Türkiye’nin en güzide yerlerindendir diyebilirim, burada bahçede jet ski ve yüzme havuzu valeybol sahası görmüştüm, oraya hizmet için götürülmüştüm. Orada sözü geçen sofiler otururken, diğerleri kaba saba bir hizmetlinin aşağılamalarına maruz kalarak, kutsal bir iş yaptığı düşüncesiyle inşaat işinde çalıştırılıyorlardı. Hatta buraya şeyh geldiğinde şeyhin torunun yaş gününü kutlamak için Adapazarından bir müride yaş pasta sipariş edip temin etmişlerdir,müritlere şeriatı yaşatma yönünden nefes aldırmayan şeyh efendi Hıristiyan adeti olan yaş günü kutlamasını kendisinin tatbik etmesi büyük bir çelişkidir, bu anlattıklarım buzdağının sadece görünen kısmıdır gerisini siz tahmin edebilirsiniz.Menzil kampını ziyaret ettiğim bir gün hizmet için çağırılıp şeyhin akrabasının inşaat halindeki evine götürüldük. Tavanlar altın süsleme gibiydi altın rengi yada altından, tam bilemeyeceğim ince kağıtlarla bezeniyordu, tavanlar oymalı ve Dolmabahçe Sarayındaki tavanlara benziyordu duvarlarda çeşitli renklerde çok güzel mermerlerle süslüydü orada bulunan bir hizmetliye ‘’bu ne ihtişam bu ne şaşa’’ diyerek şaşkınlığımı belirttim oda bana ‘’şeyhin akrabaları bunu hak etmiyor mu onlar peygamberimizin soyundan geliyor’’ diye çıkıştı peki muhammed bu güzellikleri hak etmiyor muydu? sözde o çok mütevazi bir yaşam sürüyordu, hem de 13 eşiyle birlikte ganimetlerin 5/1 ini aldığı halde Yaş pastayı şeyhinin villasına götüren müritle şeyh arasında daha önce geçen şu telefon konuşması ilginçtir Mürit ‘’selamun aleyküm’’ Mürşit ‘’ve aleyküm selam’’ Mürit ‘’kurban artık bunaldım 7. İşimde de battım ne yapacağımı bilemiyorum bir gıda şirketi var bayiliğini alacağım ne dersiniz?’’ Mürşit ‘’bu sefer hayırlı olacak inşallah 10 misli 100 misli daha iyi olacak!! Ve konuşma böyle biter. Maalesef evini ipotek ettirerek bayilik alan bu mürit bu şirkete bayağı bir borçlanır alacaklarını da tahsil edemez. Bu seferde sonuç hüsrandır Görüldüğü gibi müritler şeyhlerinden hep yardım beklerler, Allah la aralarında bir aracı olarak görürler oysa kuranda ayet vardır _ben size şah damarınızdan daha yakınım der, Müslümanların Allah ı Müslümanlara. Oysa kuranda yazılanlar mutasavvıflara muhaliftir _Yahudiler Allah ı bırakıp hahamlarını, Hıristiyanlarda rahiplerini ve Meryem oğlu İsa’yı rab edindiler. Halbuki onlara ancak tek ilaha kulluk edinmeleri emir olundu. Ondan başka tanrı yoktur. O, bunların ortak koştukları şeylerden uzaktır(tevbe suresi.31. ayet) Müslümanlar peki kimleri rab edindiler? Müslümanlara soruyorum özellikle sofi takımına. Hıristiyanlar günah çıkartma işlemiyle rahiplerini rab edindiler peki ya menzil Nakşileri şeyhlerini Allah la araya koyarak tövbe almıyorlar mı? günahlarının da sevaba çevrileceğine inanmıyorlar mı ? Allah la bir insanı araya koymak şirk değil de ya nedir yoksa bu ayeti başka türlümü yorumlamalıyız, malesef kıvırma payınız boldur sizlerin… Tekke kafeteryasında zenginlerle fakirler ayrı masalarda oturur, hatta mühendis ve doktorların masaları bile ayrıdır, mütevâzilik kitaplarda geçen bir hikayedir onlar için, zengin olanlar fakir olanlarla bölüşmek istemez 30 senelik eski bir müridin evini taşırken eşyalarını dergahtaki işsiz sofilere taşıttıktan sonra 5 kuruş para vermeden ‘Allah sizlerden razı olsun sofiler hoşça kalın hadi himmetle’ diyerek sofileri baştan savması gizlenen bir skandaldır, o eski mürit kendini kullandırmıyor, kullanıyor! Bunu da din kılıfına gizliyor, hazin. Ortak iş kuran, para alış verişi yapan müritlerin anlaşmazlık sonucu birbirleriyle kavgaları hatta birbirlerini silahla yaralamalarına bile şahit oldum, eski şeyh sofiler birbirleriyle iş yapmasın demiş bir mürit şöyle demişti ‘’sofi birbiriyle iş yapmazsa kiminle yapacak peki?’’ kendi içlerinde bile bir çok tezat var, aynı cemaatin başka kollarında bile ayrılıklar vardır aynı cemaat in başka bir koluna gittiğinizde bile kendinizi yabancı gibi hissedersiniz, bu ayrı kollardaki müritlerin birbirlerinin dedikodularını yapmaları şeyhleri kızdıran bir durumdur. Aslında İslam da cemaatleşme adı altında bölünmüşlük vardır. Onlar bana çok kızacaklar gerçekleri söylediğim için, onlara göre ben bir münkirim bir münafığım benim sonum kötü olacakmış!’ imanım’ tehlikedeymiş şeyhin oğlu benim için böyle demiş, okuduğum kitaplar, yazılarda münafıklarınmış, düşünmeye başlayıp araştırdığınızda en kötü siz olursunuz ‘ben bilmem sadat bilir’sözü onlar için daha sevimlidir Mistik dünya içinde uçan şeyhler vardır(nedense şimdiki şeyhler uçamıyor, nedeni evrimsel geriye dönüş mü bu acaba?) Hatta imamı rabbaninin güneşi parmağıyla işaret ederek çivi gibi boşluğa çaktığı anlatılır. Nedense o gün sadece orda bulunanlar güneşin boşlukta asılı olarak durduğunu görmüşlerdir. Benimde şahit olduğum irili ufaklı kerametler oldu, bu mistik dünyanın bir ürünüdür bu papazlara da oluyor, hint fakirlerinde de oluyor nasıl oluyor tam olarak bilmiyorum. Fakat mistik bir dünyanın ürünü olarak hep karşımıza çıkacaklardır bir gece menzil kampında mescitte yatmaya hazırlanıyordum, içi para dolu olan cüzdanımı cebimden çıkarıp yastığımın altına koymak için davrandığımda arka tarafımda uyuyan bir sofinin birden sıçrayarak cüzdanımı tuttuğum elimi tutup, ‘’maddiyata önem verme sofi maddiyata!!’’ dedi, hemen akabinde uyku sersemi ‘’ne oluyor bana’’diyerek yeniden yatağına yattığına şahit oluşum aklımdan çıkmıyor, bu nasıl olmuştu, ne ben ne oradaki görenler anlayamadı, mistik dünyanın ürünü olan bu kerametler vardır. Şeyhlerden şu itiraf ı duymanız olağandır ‘’bizlere gelip kerametlerimizi anlatıyorlar hacda olmamamıza rağmen hacda bizimle konuştuğunu iddia edenler bile var, vallahi bizim haberimiz yok biz bir şey bilmiyoruz hepsi Allahtan’’görüldüğü gibi şeyhinde haberi yok oda Allah ı adres gösteriyor. Bilemediğimiz çözemediğimiz her olaya şahit olarak Allah ı göstermemiz bir gelenek gibi bir olaydır, acaba Allah dindarların kafasındaki Allah değil de daha başka bir Allah olabilir mi, ya da kerametleri kendi kafamızda mı yaratıyoruz. Kendini şartlandırma olayına en güzel kanıtmı?. Bir keresinde abdestsiz olarak namaz kılarken abdestliymiş gibi namazdan feyiz almıştım. Madem Allah her şeyi biliyor abdestsiz olduğumu neden bilemedi? Abdestsiz olduğumu biliyorsa neden feyiz verdi? Aslında feyiz veren yok kendini şartlandırma var, ilacımız beynimizin içinde. Bazı psikologlar hastalarına içinde hiçbir özelliği olmayan ilaçlar verirler. Bunları kullanan hastalar ilacın olmayan etkisiyle iyileşirler, durum tamamen psikolojik, hastanın kendisini şartlandırmasından ibaret bir durum. Tarikat ta feyiz almalar, kendinden geçmeler, cezbelenmeler, ruhani zevkler toplu halde olmalarının ve kendilerini şartlandırmalarının yarattığı etkilerdir. Yaratıcı bir papaza bir rahibe bir mollaya da ayrım yapmadan mistik dünyanın nimetlerini sunuyorsa bu adil bir yaratıcı olamaz, olamaz diyorum çünkü gerçek yaratıcı bir tek inancın tarafın da olmalıdır. Tanrıları sanırım biz kafamızda yaratıyoruz, onları bir çeşit kendini şartlandırma ve rahatlama ihtiyacı ürünü olarak düşünüyoruz ve o asla çıkıp ta ‘’Ben aslında yanıldığınız gibi öyle değil de böyleyim’’ demeyecektir. Yaratıcı eğer bizleri imtihan etmek için kendini gizliyorsa kendisine inanmayanları cezalandırmak yerine ödüllendirmesi gerekir inanmayanlarda suç yoktur, dinlerdeki çelişkiler oldukça inanmayanlar kârlı çıkacaklardır. Bir şeyi çok iyi biliyorum oda gerçekleri hiç kimsenin tam olarak bilemediğidir, fakat gerçeğe yakın olanı bilmemiz bizlerin elindedir. Sizlere sofilerin düşünce ve yaşam biçimlerinden, ayinlerinden bahsedeceğim. Sofilerin ortak karakteristik özelliklerinin başında hazırcılık ve tembellik gelir, Nakşibendi pirlerinden Abdulhâlık Gucdevani yüzyıllar öncesinden sofilere şu telkinde bulunmuştur ‘’dünya insanlarından uzak durun, dünya işlerinden uzak durun, dünya sohbeti yapmayın, kendinizi Allahın yoluna adayın’’ özelliklede günlerini dergahta geçiren işsiz ya da toplumdan kopmuş, dışlanmış, işleri bozulmuş argo tabiriyle _hayatlarına uçan daire çarpmış_ kişilikler, dergahta özlemle mehdinin çıkmasını beklerler. Mehdi onlar için bir kurtarıcıdır. Onun zamanında toprağa tohum ekmeden ürün verecek, onun bir işaretiyle on binlerce kâfir asker ölecek, kâfirlerin silahları çalışmayacak kılıçlar eskisi gibi şakıyacak hatta Bağdat caddesinden Marmara denizine on binlerce inançsız İstanbullunun kanı dökülecek, ganimetler ve cariyelerle mutlu bir hayat sürecekler, şimdi bu düşünce yapısında olan insanları kendisine, ülkesine, bilime ve insanlığa bir faydası dokunabilir mi? Bu saçmalıkları okuyan veya duyan bir Gayrimüslim Müslümanlar için iyi şeyler düşünebilirler mi? Dergahlarda yardımlaşmada olur, fakir sofilere bunalıp intihar etmeyecek kadar yardım yapılır yada umursanmazlar, fakat şeyh ve akrabaları (sözde) kutsal bir soydan geldikleri için imtihanları daha hafiftir. Sofiler cefadayken onlar sefadadır, hatta kalacak yeri olmayıp ta aylarca Devlet hastanesinin koridorlarında sabahlayan bir müride şahidim. 1994 senesinde dergâh da başkan seçilen emekli bir imamın (bu kişi şeyhinde onayı alınarak başkan seçildi) bazı müritlerin dergâha yaptığı arsa bağışlarını zimmetine geçirip bir daha dergâha hiç uğramamasını çok iyi hatırlıyorum. Nedense bu kişi sonradan hiç takip edilip hesap sorulmadı, beklide öyle yapılması gerekiyordu, beklide o bir piyondu. Bir insan bir cemaate neden katılır buna cevap verilecekse şöyle sıralanabilir, değişik şeyler görmek ve merak, Allahın rızasını kazanmak için, gidecek yeri olmadığı için, dünyevi menfaat sağlamak için. Özellikle büyük şehirlerde şehrin stresinden kasvetinden bunalmış insanlar için dergâhlarda yapılan mistik ayinler müthiş bir fırsattır ve gerçekten rahatlatıcıdır. Şimdi sizlere Nakşibendi müritlerinin yaptıkları ayinlerden bahsedeceğim, bu ayinleri yapmak için şeyh yada şeyhin vekilinden el tutup tövbe almanız gerekir, bu cemaate girmeniz için yapılması gereken ilk şarttır ve sadece bu cemaate özgüdür, daha sonra müridin tövbenin kabûl olması için boy abdesti alması gerekiyor. Bu işlem banyoda yapılır yıkanırken günahlarının suyla birlikte vücudundan akıp gittiği düşünülür bu işlem Hinduların günahlarından arınmak için kutsal ganj nehrinde yıkanmasına benzerlik göstermektedir. Neden sadece bu cemaatte bu yıkanma işlemine bu kadar önem verilir? Bunun cevabının Nakşibendi-hindu ilişkisine bağlanması normaldir. Daha sonra tövbenin kabûlü için 2 rekat namaz kılınarak geçmişte ki şeyhlerin ruhlarına ve şu an hayatta olan şeyhin ruhaniyetine 8 fâtiha okunur, ardından ölüm rabıtası yapılıp uyunur ve güneş doğana kadar konuşulmaz yenilmez, içilmez. RABITA = Arapça ‘’rabt’’ kökünden türetilmiş bir kelimedir. Sözlükte birleştirmek, bağlamak anlamındadır. Nakşibendi tarikati açısından bu kelime ifade ettiği anlam bakımından şöyledir, mürid akşam namazından sonra yerinden kalkmaz gözlerini kapar ve 25 estağfurullah çeker, sonrada şeyhinin nurdan bir taht üzerinde oturduğunu, şeyhinin alnından çıkan bir nurun ağzına girip bütün vücudunu kapladığını düşündüğü metafizik anlamda güç aldığını düşündüğü masum görünüşlü zehirli bir ayindir. Rabıtayı yapan müridler zamanla şeyhinin kölesi olurlar, bu bir tür mistik hipnozdur. Budizim deki karşılığı yogadır, yoga gibi ruhsal rahatlamadan başka bir faydası yoktur. 1810 senesinden önce Anadolu da bu ayini yapan Müslümanlar yoktu. Hiçbir ayette rabıtayla ilgili bir bilgi yok, hatta uydurma bir hadis bile yok, zaten bu tarikat e bağlanalar rabıta gibi bir ritüel in İslam da olup olmadığına dair merak eden soruları da yoktur. Rabıta bazı Nakşi kollarında ölmüş bir şeyhe’de yapılır, Müslümanlara göre en büyük ölmüş kişi Muhammed olduğuna göre ölmüş bir şeyh yerine Muhammed’e rabıta yapmaları gerekmiyor mu? Muhammed kendinse rabıta yapılması gerektiğini söylememişse neden öyleyse bu Müslüman gurup Muhammed’e muhalif ritüeller yapmaktadır. HATME-İ HACEGAN = müridlerin kapalı bir mekan da toplanarak yaptıkları tarikat in toplu zikridir. Müridler halka şeklinde yere otururlar ve dizdize verirler, gözler kapatılarak 25 estağfurullah çekilir taş dağıtıcısının ayine girenlerin eline verdikleri taş sayısı kadar, hatme imamının komutlarına göre dua okurlar. Bu ayin sırasında tüm peygamber ve evliyaların ruhlarının toplanılan yere gelip müridlere manevi hediyeler bıraktığına inanılır, hatme anında yerden havaya yükselenler görülmüştür. Tıpkı hint fakirleri veya Budistler gibi. Hatme, rabıta gibi stres ve sıkıntıya birebirdir. VİRD = Şeyhin en önem verdiği ritüelde vird’dir 25 estağfurullah çekilerek başlanan müridin kafasını ve kollarını kapatacak bir örtüyle örterek devam eden bu ritüel tarikat’e ilk başlayana 5000 adet Allah lafzıyla başlatılan sonradan bu sayının 121.000 e yükseltildiği, tesbih ile yapılan mistik ateşli bir ritüeldir. Vird’in yoga dilindeki adı mantra’dır belli bir kelimenin binlerce kere tekrarlanması ile olur Allah demek aslında şart değildir, bunları müritle bilemez onlar hipnozdadır ve bilinçleri bu ayinlerle sabitlendirilmiştir. Zikir sırasında gözlerde ya da kalpte yanma, uğultu duymak, mor, gri renkli yarı belirsiz ışıklar görmek kendini şartlandırmanın ve beynin oyunlarıdır, Allah’la hiçbir ilgi alakası yoktur. Zikir sırasında mürid kendinden geçebilir nara atabilir titreme gelebilir cezbelenebilir(cezbe=Allah tarafından ruh çekilmesiymiş) zikir sayısını arttırarak en sonunda Allaha kavuşacağını uman mürit zikir sayısını arttırarak dünya hayatından daha fazla uzaklaşmaya kendini insanlardan soyutlamaya başlar. Bu arada söyleyeyim mürşitin görevi müridini sözde Allaha götürmektir yani tasavvuf deyimiyle fenafillaha yani budizm’deki nirvanaya ulaştırmaktır. Fenâfillah = Allah’la bütünleşme onda erimek Nirvana = Evrensel ruhla bütünleşme Allah’la bütünleşilmez ve o görülmez kuranda yazdığı üzere Musa rabbini görmek istediğinde görememişti Allah ı dağda tecelli ettiğinde dağ paramparça olmuştu, oysa imamı rabbani isimli Hintli İslam şeyhine göre dünyada Allah görünür. Mutasavvıfların inançlarıyla Muhammed ve arkadaşlarının inançları arasında bir benzerlik yoktur. Tasavvuf olmayan bir dinin sapmış halidir ve mutasavvıflar gizli olarak kurana muhaliflerdir. Tarikatte yapılan ritüellerin bir amacıda nefsi(istekleri, bencilliği) terbiyedir. Fakat bazı sofilerden duyduğum ‘’zikir ehlinde daha fazla şehvet oluyor’’ sözü artık beni şaşırtmıyor. Nefis asla terbiye edilemez, sadece bir süre dizginlenir, eğer onu fazla kısıtlarsanız sonradan nefis de bir patlama olur, ve bu nedenle gazetelerde sapık imam gibi haberleri okumanız olağandır. Özellikle Nakşilere nasihat etmek istiyorum, Halid Bağdadi ölüm döşeğindeyken yazdırdığı vasiyetnamesinde neden acaba ‘’Zamanımda kurulmuş olan tekkelerin sayısını benden sonra çoğaltmayınız’’ şeklinde bir cümle koydurarak yaptıklarından derin pişmanlık duyduğunu belirtmiştir? Beklide O denildiği gibi bir İngiliz ajanımıydı? Nice tehlikelerle dolu hint topraklarına neden yolculuk etmişti? Üstelik Bağdat’ta iyi bir konumdayken. Bu soruların cevabı beklide sonsuza kadar bir sır olarak kalacaktır, şunu belirtmek istiyorum ki Nakşibendilik dünya tarihinde yer alan en büyük yutturmacalar dan biridir ve tarihte bir kara leke olarak anılacaktır (uyanalar için) umarım bu cemaatteki müritler, içinde bulundukları hipnozdan kurtulup gerçek dünyaya dönerler. Bilim en büyük dindir ve bilimle ilgilenmeyenlerin, dibi delinmiş bir gemi’nin yolcusu olarak tarih sahnesinde yol alması düşünülemez. Faydalandığım kaynak. Bizzat kendim ve ( Ferit aydın). Tarikatta Rabıta Ve Nakşibendilik. Süleymaniye vakfı yayınları ALINTI Alıntıdır sevgilerim ve saygılarımla Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
punitive Yanıtlama zamanı: Eylül 7, 2014 Paylaş Yanıtlama zamanı: Eylül 7, 2014 "Şeyhini, her şeyden çok, Allah'tan bile çok sevmelisin." dendiğini kulaklarımla duydum. Çünkü şeyhi sevmek Allah'ı sevmektir. Yersen... Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
rebelgoth Yanıtlama zamanı: Eylül 7, 2014 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Eylül 7, 2014 "Şeyhini, her şeyden çok, Allah'tan bile çok sevmelisin." dendiğini kulaklarımla duydum. Çünkü şeyhi sevmek Allah'ı sevmektir. Yersen... aynen öyle ve inan gerçekten tarikata gidenlerin çoğu çıkar için gitmektedir Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
punitive Yanıtlama zamanı: Eylül 7, 2014 Paylaş Yanıtlama zamanı: Eylül 7, 2014 Dinin esası, tek Allah'a inanmaktır. Felsefi bir tahlil yaptığınızda, tek Allah'a inanan tek bir mezhep ve tarikat yoktur. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
rebelgoth Yanıtlama zamanı: Eylül 7, 2014 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Eylül 7, 2014 Dinin esası, tek Allah'a inanmaktır. Felsefi bir tahlil yaptığınızda, tek Allah'a inanan tek bir mezhep ve tarikat yoktur. bir yahudi haham ı yahudilikte mezhep yoktur diyordu örneğin müslümanların kendi içlerinde bile mezhep savaşı vardır Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
punitive Yanıtlama zamanı: Eylül 7, 2014 Paylaş Yanıtlama zamanı: Eylül 7, 2014 bir yahudi haham ı yahudilikte mezhep yoktur diyordu örneğin müslümanların kendi içlerinde bile mezhep savaşı vardır Üç din de, Tek Tanrı inancından sapmıştır. Yahudilikte mezhep yok; fakat olnarın da bir sürü rabbileri var. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
memomw38 Yanıtlama zamanı: Eylül 7, 2014 Paylaş Yanıtlama zamanı: Eylül 7, 2014 Çok aydınlatıcı yazı bi kısmını okudum...Ne diyebilirim ki ben de artık bıktım gerçeği aramaktan tutunduğum her dalın çürük çıkmasından yoruldum belki bütün bu çabalarımız kafa yormalarımız hepsi boşadır! Belki gerçekten de bir matrix in içinde olabiliriz veya da durun çok gelişmiş bir uygarlığın denekleri (kaba tabirle hayvanları da olabiliriz) aa durun ama bitmedi saçmalıklarım ama yazmak tan da usandım artık tek fikrim yakın zamanda intihar edip iyi yada kötü gerçekle yüzleşmek. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
punitive Yanıtlama zamanı: Eylül 7, 2014 Paylaş Yanıtlama zamanı: Eylül 7, 2014 Çok aydınlatıcı yazı bi kısmını okudum...Ne diyebilirim ki ben de artık bıktım gerçeği aramaktan tutunduğum her dalın çürük çıkmasından yoruldum belki bütün bu çabalarımız kafa yormalarımız hepsi boşadır! Belki gerçekten de bir matrix in içinde olabiliriz veya da durun çok gelişmiş bir uygarlığın denekleri (kaba tabirle hayvanları da olabiliriz) aa durun ama bitmedi saçmalıklarım ama yazmak tan da usandım artık tek fikrim yakın zamanda intihar edip iyi yada kötü gerçekle yüzleşmek.Ulaşılabilecek tek gerçek var: Tek bir Yaratıcı vardır. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
memomw38 Yanıtlama zamanı: Eylül 7, 2014 Paylaş Yanıtlama zamanı: Eylül 7, 2014 Nasıl bu kadar emin oluyorsunuz tanrının birliğinden anlamıyorum. Belki tanrı olarak isimlendirdiğimiz varlık veya varlıklar başlı başına bir sınavdalar ve kendi üstleri olduklarından bile haberleri yoktur. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
punitive Yanıtlama zamanı: Eylül 7, 2014 Paylaş Yanıtlama zamanı: Eylül 7, 2014 Nasıl bu kadar emin oluyorsunuz tanrının birliğinden anlamıyorum. Belki tanrı olarak isimlendirdiğimiz varlık veya varlıklar başlı başına bir sınavdalar ve kendi üstleri olduklarından bile haberleri yoktur.Evrende insanı aşan bir bilinç var. Tanrı olarak adlandırmaktan başka bir şey gelmiyor aklıma. Söylediklerin sadece varsayım. Sonuca akıl yürüterek ulaşabiliriz. Düşüncenin labirentlerine dalarak değil. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
memomw38 Yanıtlama zamanı: Eylül 7, 2014 Paylaş Yanıtlama zamanı: Eylül 7, 2014 Bak bence sen bile hiç bir şey den emin değilsin doğrusu da bu zaten insanın fıtratı şüphe etmeyi gerektiriyor ama dinler de ise şüpheye düşmek dinde çıkmaya kadar gidiyor.Bence çok karışık bir oyun var ortada bu dünya da çözülmesi imkansız gibi bir oyun var ortada birileri veya biri çeşitli dinler yollayıp ortalığı karışıtırıp insanlara yüzlerce yasak getirip insanları bir çalışma temposuna mahkum edip gerçekleri düşünmeye vakit bırakmayacak şekilde yüz üstü bırakıp gitmişler. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
memomw38 Yanıtlama zamanı: Eylül 7, 2014 Paylaş Yanıtlama zamanı: Eylül 7, 2014 pardon yanlışlık oldu silemedim mesajı. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
lightshadow Yanıtlama zamanı: Eylül 7, 2014 Paylaş Yanıtlama zamanı: Eylül 7, 2014 Menzil tarikatı, batıni bir özelliğe sahiptir. Bu tür tarikatlarda şeyhe bağlılık esastır. Bu uzun bir konu. Metafizik bir durum. Tarikatları mezheplerle karıştırmayın. Mezhep farklı bir kavram. Bu tür yapılarda çember içinde çemberler vardır. Her çemberin kendine göre sırları vardır. Felsefi olarak şeyhe bağlılık, kendi nefsinden vazgeçmiş olmayı gerektirir. Şeyh bir sembol ve ara elemandır. Menzil tarikatı ise anadolunun daha çok kırsal ve az eğitimli kesimlerine hitap eden bir üslubu vardır. Mevlevi tarikatı nasıl kültürlü ve entellektüel kesime hitap ediyorsa Menzil tarikatı da kırsal kesime hitap ediyor. Şeyh kapıyı açan bir konumdadır ya da enerji alanını kontrol eden diyeyim. Bunu tasavvufta anlatılan bir örnekle şöyle açıklayabilirim. Şeyh müridi ile birlikte bir yolculuğa çıkar. Yol bir sahilde sona erer. Şeyh denize doğru yürür. Müridi şaşırır. Suyu yürüyerek nasıl geçeceklerini sorar. Şeyh derki " Ben dua edeceğim. Sen de Şeyhimin dediğine iman ediyorum diyeceksin. Sadece bunu söyle ve başka bir şey düşünme." Böylece Şeyh suyun üzerinde yürümeye ve dua etmeye başlar. Müridi de şeyhinin dediğini yapar ve hem şeyhimin dediğine iman ettim der hem de onu takip eder. Böylece epey bir yol alırlar. Bir ara mürid, şeyhin söylediği duayı düşünür. Şeyhinin öğütlediği sözü söylemeyi unutur veya kibre kapılır, şeyhin söylediği duayı tekrarlar. Bir anda suya gömülür. Dindeki takva denilen piramit yapısında her kademenin belli bir sırrı vardır. O kademede veya konumda olmadan o sırrı kullanamazsınız. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
punitive Yanıtlama zamanı: Eylül 7, 2014 Paylaş Yanıtlama zamanı: Eylül 7, 2014 Bak bence sen bile hiç bir şey den emin değilsin doğrusu da bu zaten insanın fıtratı şüphe etmeyi gerektiriyor ama dinler de ise şüpheye düşmek dinde çıkmaya kadar gidiyor.Bence çok karışık bir oyun var ortada bu dünya da çözülmesi imkansız gibi bir oyun var ortada birileri veya biri çeşitli dinler yollayıp ortalığı karışıtırıp insanlara yüzlerce yasak getirip insanları bir çalışma temposuna mahkum edip gerçekleri düşünmeye vakit bırakmayacak şekilde yüz üstü bırakıp gitmişler.Tabii ki, mantıkla emin olmak söz konusu değil. İnsan aklı gerçeğe ulaşma yeteneğine sahip değildir. Akıl, bu gerçeği görüp, gerçeğe en yakın noktanın Tanrı'ya inanmak olduğunu söylüyor işte. Daha ötesi yok. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
rebelgoth Yanıtlama zamanı: Eylül 7, 2014 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Eylül 7, 2014 Menzil tarikatı, batıni bir özelliğe sahiptir. Bu tür tarikatlarda şeyhe bağlılık esastır. Bu uzun bir konu. Metafizik bir durum. Tarikatları mezheplerle karıştırmayın. Mezhep farklı bir kavram. Bu tür yapılarda çember içinde çemberler vardır. Her çemberin kendine göre sırları vardır. Felsefi olarak şeyhe bağlılık, kendi nefsinden vazgeçmiş olmayı gerektirir. Şeyh bir sembol ve ara elemandır. Menzil tarikatı ise anadolunun daha çok kırsal ve az eğitimli kesimlerine hitap eden bir üslubu vardır. Mevlevi tarikatı nasıl kültürlü ve entellektüel kesime hitap ediyorsa Menzil tarikatı da kırsal kesime hitap ediyor. Şeyh kapıyı açan bir konumdadır ya da enerji alanını kontrol eden diyeyim. Bunu tasavvufta anlatılan bir örnekle şöyle açıklayabilirim. Şeyh müridi ile birlikte bir yolculuğa çıkar. Yol bir sahilde sona erer. Şeyh denize doğru yürür. Müridi şaşırır. Suyu yürüyerek nasıl geçeceklerini sorar. Şeyh derki " Ben dua edeceğim. Sen de Şeyhimin dediğine iman ediyorum diyeceksin. Sadece bunu söyle ve başka bir şey düşünme." Böylece Şeyh suyun üzerinde yürümeye ve dua etmeye başlar. Müridi de şeyhinin dediğini yapar ve hem şeyhimin dediğine iman ettim der hem de onu takip eder. Böylece epey bir yol alırlar. Bir ara mürid, şeyhin söylediği duayı düşünür. Şeyhinin öğütlediği sözü söylemeyi unutur veya kibre kapılır, şeyhin söylediği duayı tekrarlar. Bir anda suya gömülür. Dindeki takva denilen piramit yapısında her kademenin belli bir sırrı vardır. O kademede veya konumda olmadan o sırrı kullanamazsınız. güzel anlatmışsınız peki bu menzil tarikatındaki çoğunluk yanlışlarıda getirmez mi Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
punitive Yanıtlama zamanı: Eylül 7, 2014 Paylaş Yanıtlama zamanı: Eylül 7, 2014 güzel anlatmışsınız peki bu menzil tarikatındaki çoğunluk yanlışlarıda getirmez miYanlış olan, işi tanrısala bağlayıp, şeyhin, kendisini Tanrı seviyesinde görmesi. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
punitive Yanıtlama zamanı: Eylül 7, 2014 Paylaş Yanıtlama zamanı: Eylül 7, 2014 Sözün özü, tasavvufun ve tarikatın, din ile hiçbir ilgisi yoktur. Her tarikat başlı başına bir dindir. Dinlere yamanmıştır tarikatlar. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
rebelgoth Yanıtlama zamanı: Eylül 7, 2014 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Eylül 7, 2014 Sözün özü, tasavvufun ve tarikatın, din ile hiçbir ilgisi yoktur. Her tarikat başlı başına bir dindir. Dinlere yamanmıştır tarikatlar. bence eskiden tasavvuf daha düzgündü şimdi zamanla algı ve yapılan iş değişti eğer yazının hepsini okudularsa farkederler imamın üzerine evleri alıp ortadan kaybolmasını Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
punitive Yanıtlama zamanı: Eylül 7, 2014 Paylaş Yanıtlama zamanı: Eylül 7, 2014 bence eskiden tasavvuf daha düzgündü şimdi zamanla algı ve yapılan iş değişti eğer yazının hepsini okudularsa farkederler imamın üzerine evleri alıp ortadan kaybolmasınıTasavvuf, özü itibariyle, bir felsefeye iman etmektir ki; tek Allah inancına uygun değildir her şeyden önce. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
lightshadow Yanıtlama zamanı: Eylül 7, 2014 Paylaş Yanıtlama zamanı: Eylül 7, 2014 Sözün özü, tasavvufun ve tarikatın, din ile hiçbir ilgisi yoktur. Her tarikat başlı başına bir dindir. Dinlere yamanmıştır tarikatlar. Buna katılmak mümkün değil. Din genele hitap eder. Tarikatlar ise farklı bir bilinçlendirme yöntemi benimseyen dinsel yapılardır. Tüm dinlerde farklı türde tarikatlar vardır. Mesela hristiyanlıkta opus dei adında bir tarikat vardır. Yanlış anlaşılmasın bunları tarikatları savunmak adına söylemiyorum. Ben işin felsefi altyapısını inceliyorum. Bunlar ruhani amaçlı yapılar olmalı, aksi amaçlar doğrultusunda hareket eden yapılar son derece zararlı. Zararlı yapılar nedeniyle de tümden bir genelleme yapmak doğru olmaz. Bütün tek tanrılı dinlerde bu tür ruhani beslenme tavsiye edilmiştir. Dinlerin bir görünen boyutta sosyal ekonomik siyasal etkileri vardır, bir de bu tür ruhsal, fikirsel, bilinçsel yönleri vardır. Görünen boyutlara Zahir, görünmeyen boyutlara ise Batın denir. Batınilik, anlaşılması zor bir yoldur. Basamakları çıktıkça insan farklı bir boyutsal düşünceye geçiş yapabiliyor ve sonrasında "Enel Hak" diyebiliyor. Bu batıni boyutta bir sırra vakıf olma sonucu söylenmiş bir söz fakat zahiri boyutta yani sıradan insanlar arasında tanrıya şirk koşma olarak adlandırılabilinecek bir söz. Bu nedenle zahiri boyutta bu sözü söyleyen idam ediliyor. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
punitive Yanıtlama zamanı: Eylül 7, 2014 Paylaş Yanıtlama zamanı: Eylül 7, 2014 Buna katılmak mümkün değil. Din genele hitap eder. Tarikatlar ise farklı bir bilinçlendirme yöntemi benimseyen dinsel yapılardır. Tüm dinlerde farklı türde tarikatlar vardır. Mesela hristiyanlıkta opus dei adında bir tarikat vardır. Yanlış anlaşılmasın bunları tarikatları savunmak adına söylemiyorum. Ben işin felsefi altyapısını inceliyorum. Bunlar ruhani amaçlı yapılar olmalı, aksi amaçlar doğrultusunda hareket eden yapılar son derece zararlı. Zararlı yapılar nedeniyle de tümden bir genelleme yapmak doğru olmaz. Bütün tek tanrılı dinlerde bu tür ruhani beslenme tavsiye edilmiştir. Dinlerin bir görünen boyutta sosyal ekonomik siyasal etkileri vardır, bir de bu tür ruhsal, fikirsel, bilinçsel yönleri vardır. Görünen boyutlara Zahir, görünmeyen boyutlara ise Batın denir. Batınilik, anlaşılması zor bir yoldur. Basamakları çıktıkça insan farklı bir boyutsal düşünceye geçiş yapabiliyor ve sonrasında "Enel Hak" diyebiliyor. Bu batıni boyutta bir sırra vakıf olma sonucu söylenmiş bir söz fakat zahiri boyutta yani sıradan insanlar arasında tanrıya şirk koşma olarak adlandırılabilinecek bir söz. Bu nedenle zahiri boyutta bu sözü söyleyen idam ediliyor.Bana bunları anlatma. Biliyorum. Bu işin zahiri batını yok. "En el Hak" deyince, İslâm akidesine göre, dinden çıkarsın. Tevhide aykırıdır. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
lightshadow Yanıtlama zamanı: Eylül 7, 2014 Paylaş Yanıtlama zamanı: Eylül 7, 2014 Bana bunları anlatma. Biliyorum. Bu işin zahiri batını yok. "En el Hak" deyince, İslâm akidesine göre, dinden çıkarsın. Tevhide aykırıdır. Arkadaşım, Allah birdir deyip de milletin parasını cukkalayınca tevhide uygun bir iş mi yapılmış oluyor sence? Kavramları birbirine karıştırmayalım. Ameller niyetlere göredir deniyor değil mi? Kendi varlığını sıfırlamış bir bilinç sadece Tanrı'yı görür ve bu bilinç düzeyinde insan ya veli gibi davranır ya da deli. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
punitive Yanıtlama zamanı: Eylül 7, 2014 Paylaş Yanıtlama zamanı: Eylül 7, 2014 (düzenlendi) Arkadaşım, Allah birdir deyip de milletin parasını cukkalayınca tevhide uygun bir iş mi yapılmış oluyor sence? Kavramları birbirine karıştırmayalım. Ameller niyetlere göredir deniyor değil mi? Kendi varlığını sıfırlamış bir bilinç sadece Tanrı'yı görür ve bu bilinç düzeyinde insan ya veli gibi davranır ya da deli."Tarikatları savunmuyorum; inceliyorum." deyip, gelmiş bana tasavvuf propagandası yapıyorsun. Samimi ol her şeyden önce. Vahdet-i Şuhut bir felsefedir. Felsefe insan aklından çıkmıştır. İslâm'a göre, insan aklı ürünü olan bir fikre iman etmek şirktir. Tüm mistikler aynı şeyleri söylüyor; farklı felsefi ambalajlarda. Eylül 16, 2014 sirius tarafından düzenlendi haddini aşma düzeltildi Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
lightshadow Yanıtlama zamanı: Eylül 7, 2014 Paylaş Yanıtlama zamanı: Eylül 7, 2014 (düzenlendi) "Tarikatları savunmuyorum; inceliyorum." deyip, gelmiş bana tasavvuf propagandası yapıyorsun. Samimi ol her şeyden önce. Vahdet-i Şuhut bir felsefedir. Felsefe insan aklından çıkmıştır. İslâm'a göre, insan aklı ürünü olan bir fikre iman etmek şirktir. Tüm mistikler aynı şeyleri söylüyor; farklı felsefi ambalajlarda. İnsan aklı ürünü olan fikirleri tümden şirk olarak gören bir bağnaz düşünceyle paylaşabileceğim, tartışabileceğim bir şey olamaz. Akıl, insana düşünmesi ve fikir üretmesi için verilmiş bir şey. Ayrıca burası gnostik bir forum. Başka ne bekliyordun? Eylül 16, 2014 sirius tarafından düzenlendi Tartışma silindi Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
monalisa Yanıtlama zamanı: Eylül 7, 2014 Paylaş Yanıtlama zamanı: Eylül 7, 2014 En nefret ettiğim şeyde bir insanın seçtiği yolun yargılanmasıdır.Özelliklede bu yolun çok fazla topluluğu varsa.Haklı yada haksız onca insan aptal olamaz.Bir bütün insanlar aynı düşünemez.Din üzerinden bir insana mantıklı gelen daha marjinal olan insana ters düşebilir.Bu nedenle vardır tarikatlar.Ve bana doğru gelen sana yanlış gelebilir.Bu nedenle senin inandığın doğru değildir bana göre nasılki benim inandığım sana doğru gelmiyorsa. Nasılki yargılanmak seninde hoşuna gitmeyecekse sende yargılayamazsın.Birileri kandırılıyor diyenler size ne o insan bu duruma razı olmuş belkide siz kandırılıyorsunuz ona göre. Görüldüğü gibi bu durum tamamen kişisel bir tercih.Seçim yalnızca insanın iradesine kalmıştır.Zamanla doğru mu yanlış mı o karar verir.Yanlış yada doğru olduğu kimsenin tekelinde değildir. Sonuçta her dinde tarikat olmasa bile bir takım ayrılmalar mutlaka vardır.Çünkü her ruhta ve karakterde insan aynı şekilde düşünemez.Kendisine en yakın ve onu temsil ettiğini düşündüğü yolu tercih eder.Çünkü dinin de bir açıklaması olmalı.Yüzyıllar sonrasında bir insanın dini kendi başına çözmesi mümkün değil.Ki görüyoruz bunu yapmaya çalışanlar hala tanrı var mıdır yok mudur karmaşası içindeler. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Önerilen Mesajlar
Sohbete katıl
Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.