nevermore Oluşturma zamanı: Eylül 8, 2014 Paylaş Oluşturma zamanı: Eylül 8, 2014 Richard S. Broughton Parapsikoloji Enstitüsü’nün Araştırma Başkanı, parapsikolojinin geleceği konusunda bazı fikirlerini sunuyor. 1. Gelecekten Haberler New York- Önde gelen firmalardan Mind Matters Inc. (Zihinsel Konular A.Ş.) tarafından yakınlarda patenti alınan “psişik santrali”nin uygulamaya yönelik geliştirilmesi için, çok uluslu bir sağlık ekipman şirketi ile bir sözleşme müzakeresi yaptıkları konusunda söylentilerin yayılmasından sonra, Wall Street borsasının zihinsel teknoloji hisselerinde muazzam bir artış kaydedildi. 2. Gelecekten Haberler Chicago- Bugün, Amerikan Bilimi Geliştirme Birliği’nin üyeleri arasında bulunan parapsikoloji derneğini üyelikten çıkarma kararından sonra bir dönemin sonu gelmiştir. Son on yıl içerisinde üye sayılarında büyük bir düşüş kaydeden PD’nin son kalan üyelerinden fazla itiraz gelmedi. Birliğin bir sözcüsü, oylama sonucunda alınan kararın, ülkede bilimsel eğitinim gelişmesini yansıttığını belirtti. Geleceği Tahmin Etmek Eğer parapsikologlar öngörüşlerinin düş güçleri tarafından yönlendirilmesine izin verirlerse, Birinci Geleceğin, parapsikologların geleceği olacağını tahmin edebilirler. Daha şüpheci arkadaşlarımız ise ikinci geleceğin, parapsikolojinin sonu demek olduğunu düşünebilir. Parapsikologların kendilerinin de geleceği tahmin etmede başkalarına kıyasla hiçbir farkları yoktur. Düş gücümüze güvenmek ise iyi dileklerimizi belirtmekten öteye gitmemektedir. Ve tabii ki, bir medyoma başvurmak da pek güvenilir bir yöntem olmaz. Dolayısıyla sıkıcı akademik bir tavır alıp, parapsikolojinin geleceğini bulunduğu mevcut durumdan değerlendirmem gerekir. Bugünkü Parapsikoloji Parapsikolojinin bugünkü durumu bazı garip çelişkiler içermektedir. Parapsikolojinin alt yapısı dediğimiz olanaklar (laboratuarları, eğitim programları ve finanse edilen araştırmaları) belki de son yirmi yıla göre en kötü durumdalar. ABD ve Avrupa’da bazı parapsikoloji laboratuarları finansman yetersizliğinden dolayı kapanmak, diğerleri ise programlarına kısıntı getirmek zorunda kaldılar. Bu kısmen ABD ve diğer ülkelerde bilimsel araştırmaların finansmanına getirilen kısıntıya bağlı olabileceği gibi, ABD’li CSICOP kuruluşunun güçlü propaganda kampanyasının etkisi olduğu da şüphe götürmez. Ufak da olsa çelişkilerin biri de, Batı’da parapsikoloji gerilerken, eski Sovyetlerde ve Çin’de bilim adamları arasında parapsikolojiye yönelik bir patlama vardır. Her ne kadar, eski Sovyetlerde bu ilgi artışı büyük çapta yeni bir bilimsel hürriyet anlayışının gelişmesine borçlu ise de, finansal desteği de yoktur. Oysa Çin’de sessiz ama güçlü bir devlet desteğinin kanıtları ortaya çıkmaktadır. Ayrıca Japonya’da bir ilgi artışı gözükmektedir. Ancak orada parapsikolojiye bulaşanların büyük şirketler olduğu da anlaşılmaktadır. Şüphesiz parapsikolojideki mevcut durumun başlıca çelişkisi de, alt yapısının zayıf olmasına rağmen, parapsikolojinin araştırma verileri her zamankinden daha güçlü gözükmesidir. Eğer buna hayret ediyorsanız, bu konuda yalnız değilsiniz, çünkü birçok parapsikologda hayret etmektedir. Ancak son gelişmelerden etkilenenler sadece parapsikologlar değildir. Ortak Olgu Parapsikolojinin bugünkü verilerine güç katan ortak olgu meta-analizdir. Meta-analiz, bireysel deney bulgularının zayıf ve belirsiz olduğu yerlerde, araştırma alanlarının sayısal incelenmelerini sağlayan ve sosyal bilimlerde geliştirilen bir tekniktir. Bu konuda fazla söz edilmediği halde, genel psikolojinin birçok dalları zayıf buluşlar, aynı sonuçlar elde edememe ve hatta çelişkili buluşlarla doludur. Hatta bir gözlemci savına göre psikologların ve sosyologların parapsikolojiye karşı bu denli husumetli tepkilerinin sebebi de, bu konunun onlara kısmen kendi alanlarındaki yetersizliklerini hatırlatmasına dayanır. 1970’li yılların ortasında ihtilaflı konularda az çok objektif bir değerlendirme sağlamaya yönelik prosedürler geliştirildi. Meta-analizde nispeten direkt istatistik işlemlerin ve tek bir konuya yönelik değişik deneyleri ve araştırmaları birleştiren temel kuralların derlemesidir. Meta-analiz, araştırmacılara, araştırmanın gerçek bir etkiyi ele alıp almadığı konusunda daha açık bir yanıt vermekte, değişik deneylerin sonuçlarını daha objektif ve kantitatif sonuç verebilecek bir şekilde birleştirilmelerini sağlamaktadır. Meta-analizin diğer önemli özelliği de, araştırmacıların dikkatlerini, araştırılan olayın etki alanı veya hacmi üzerine yoğunlaştırmasını sağlamasıdır. Psikologlar ve özellikle parapsikologlar “p değeri” konusuna veya sonucun rastlantı olabilmesinin olası dışı kalmasına önem vermeyi adet edinmişlerdir. Birçok deneyde amaç çok küçük bir “p değerini” elde etmekti, böylece sonuçlarının bir açıklaması olarak, basit bir rastlantı varyasyonu dışlanmış olacaktı. Ancak p değeri bir etkinin gücü konusunda çok az şey söylemektedir ve bu bilgi olmadan da belirli bir etkiyi tekrarlamak için gerektiği kadar akılcı bir karar alabilmek zordur. Dikkatlerini etki hacmi üzerine yoğunlaştıran araştırmacılar, inceledikleri fenomenlerin gücünü daha iyi değerlendirebilmekte ve oluşması zayıf fenomenleri yaratma olasılıkları artmaktadır. İlk başta, meta-analiz itilaflı psikolojik buluşların bazı ikincil alanlarına uygulanmaktaydı, ancak son yıllarda bu teknik sosyal bilimlerde de büyük bir sıçrama kaydetmiştir. Tabii ki, meta-analiz herhangi bir araştırma işleminde olduğu gibi eksiksiz ve dikkatli bir şekilde yürütülmelidir. Yıllar boyunca, mesleki literatürde çeşitli meta-analiz işlemlerinin uygun kullanımı konusunda bol miktarda tartışma olmuştur. Ancak meta-analiz sosyal bilimlerde çok elverişli bir araç olduğu görüşü gittikçe yayılmaktadır. O halde meta-analiz parapsikolojik araştırmalara uygulandığında neler olmaktadır? Sonuçları size şaşırtıcı gelebilir. Ben de dahil olmak üzere, birçok parapsikoloğun şaştığı da kesindir. Meta- analizin uygulandığı üç farklı Psi araştırma alanı vardır. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
nevermore Yanıtlama zamanı: Eylül 8, 2014 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Eylül 8, 2014 KONU 1: Ganzfeld Halinin PSI Araştırması Ganzfeld, süjenin rahatladığı, görsel ve işitsel uyarılardan uzaklaştırıldığı ılımlı bir duyu izolasyon halidir. Süje bu halde iken belirli bir hedefle ilgili bilgi edinmeye çalışır. Genelde bu resim, sanatsal baskı veya şimdi daha yaygın olarak kullanılan bir film veya karton filminden bir klip olmaktadır. Tabii ki, süje hedeften uzak tutulur ve aklına gelen düşünceleri, imajları, hatıraları vs. anlatarak yanıt vermektedir. Bu prosedür 1960 yıllarının DDA- rüya çalışmalarının ürünüydü ve bu deneylerin yürütülüp değerlendirilmesi için geçen yıllarda uygun prosedür ve istatistik yöntemlerde gelişmiştir. Ganzfeld DDA için uygun şartları azami duruma getirmek için tasarlanmıştır. Değişik laboratuarlarda daha da çok deneyler yapıldıkça, elde edilen sonuçlar bu savın yürüdüğünü göstermiştir. Dolayısıyla meta-analizin parapsikolojide uygulanmasıyla ilk seçilen ve uygulananlar arasında yer almıştır. O zamana dek 42 ganzfeld çalışmasının 80’li yılların başında, ganzfeld deneylerinde gerçekten DDA kanıtları olup olmadığı konusunda Ray Hyman ve parapsikolog Charles Honorton arasında bir tartışma başladı. Genelde bu çalışmaların yüzde elli beşi hayret edici olumlu sonuçlar veriyordu (rastlantı oranı ise yüzde beş olarak beklenebilir). Hyman bunun mübalağa edilmiş bir hata olduğunu ve istatistik değerlendirmedeki farklılıklar ve deneydeki kusurlar ele alındığında bu oranın rastlantı oranına düşeceğini iddia ediyordu. Honorton ise Hayman’ın kusur analizinin kusurlu olduğunu savundu (ki bir istatistik uzmanı da bunu teyit etti) ve standart bir deney yöntemi kullanan bütün çalışmalar (10 değişik laboratuarda 28 çalışma) incelendiğinde, sonuçlar halen etkileyici bir sayı olarak % 43 oranının elde edildiğini gösterdi. Bu tartışma, “Journal of Parapsycology”nin 1985 yılındaki cildinde basıldı (cilt 49, No. 1, sayfa 3-91). Yaklaşık bir yıl sonra bu dergide tartışma konusunda parapsikologlar, eleştirmenler ve (ister inanın ister inanmayın) tarafsız gözlemciler tarafından hazırlanmış bazı yorumlar yayınlandı (1986, Cilt 50, No. 4). Bunların arasında en dikkat çekici, meta-analizin uygulanması konusunda tanınmış bir uzman olan Harvard Üniversitesi’nden Robert Rosenthal’ın yazdığı bir yorumdu. Rosenthal meta-analizin istatistik araçlarını kullanarak, ganzfeldde gerçek puanlama oranının % 33 olabileceğini hesapladı. Rosenthal, yorumunu ganzfeldde bir şeylerin olduğu kanısı ile bitiriyordu. [bu analiz, Rosenthal’in bir meslektaşı ile birlikte, “Olağan Dışı İnsan Performansı”nı araştıran ABD hükümetinin Ulusal Araştırma Komitesi’nin (NCR) isteği üzerine hazırlanmıştır. Sonradan araştırma komitesinin başkanı, parapsikolojiyi araştırmakla yükümlü alt-komitenin sonuçları ile çalıştığı için, Rosenthal’a, parapsikoloji ile ilgili kısmını geri çekmesi talebinde bulundu, ama Rosenthal bunu kabul etmedi. Ray Hyman o alt komitenin başkanı idi.] Derginin aynı sayısı oldukça ilginç bir belge içeriyordu. Hyman ve Honorton “Ortak Bir Bildiri”yi birlikte hazırladılar. Her iki yazar ganzfeld buluşları konusunda fikir ayrılıklarına sahipti ama her ikisi de bir parapsikoloji araştırmasının içermesi gerektiği ayrıntılı kriterler konusunda anlaştılar. Bu önemlidir, çünkü bir eleştirmen ve bir parapsikolog eleştirmeni tatmin etmek için nelerin gerektiği konusunda ilk kez uyuşuyorlardı. Psi araştırmalarının geleceğine bir göz attığımızda ise şunları görebiliriz: Bilim adamları parapsikolojinin içerdiği bir konudaki geçmiş araştırmalara bakabilirler ve benzeri deneylerin genelinde ne tür etkinin bulunduğunu hesaplayabilirler. Sonra da, eleştirmenler ile gerekli araştırma ve raporlama standartları konusunda önceden anlaşmış olan parapsikologlar, daha da başka deneyler yapmaya devam ederler. Her ne kadar bunlar bilimsel gelişmenin neredeyse ideal bir tablosu gibi gözükse de, bu sadece geleceğin bir düşü değildir. Şimdiden yaşanmaktadır ve gelecekte daha sık olarak yaşanacaktır. Hyman ile karşılıklı kabul edilen şartları izleyen Honorton ve araştırmacı ekibi, on bir yeni ganzfeld çalışması yaptı ( 358 celse). Bu çalışmalardan onu, ortalama yüzde 34 isabet oranı ile olumlu sonuç verdi. Bu oran Rosenthal’ın hesapladığı ile neredeyse eşittir. Honorton çok açık bir şekilde, işini bilen bir araştırmacının elinde ganzfeldin en çetin eleştirmenlerin taleplerini karşılayabilen ve tekrarlanabilen bir deney olduğunu göstermiştir. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
nevermore Yanıtlama zamanı: Eylül 8, 2014 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Eylül 8, 2014 KONU 2: Mikro-PK Yirmi yılı aşkın bir süre önce, Helmud Schmidt parapsikolojiye önemli bir etkisi olacak yeni bir psikokinezi araştırma dalının önderliğini yaptı. Schmidt, fiziksel bir işlemin sonucunun (ilk deneylerinde değişik lambaların yakılması) gerçekten rasgele doğal bir işlem ile belirlendiği bir aygıt geliştirmişti. İlk deneylerinde hangi lambanın yanacağı, bir Geiger-Müller tüpündeki stronsiyum- 90’dan çıkan bir beta parçacığının gelişi ile belirlenmekteydi. Lambalar, fiziğin bilinen kurallarına göre tam eşit yanma olasılıklarına sahiptiler. Schmidt, bazı süjelerin, olasılıkları sadece şuurları ile değiştirebileceklerini göstermiştir – normalde bir şans eseri olması gereken olayların olasılığını değiştirebiliyorlar. Böylece, cisimleri hareket ettirme diye bilinen daha eski PK’den ayırt etmek için ‘mikro-PK’ denilen araştırma alanı doğmuştu. Shmidt’in çalışması, psikokineziye bakış açımızı değiştirmesi veya en azından ona yeni bir boyut katması dışında, parapsikoloji laboratuarına yöntemler açısından yeni bir seviye getirdi. Deneyler büyük çapta otomatikti ve kayıtları mekanik olarak yapılırdı. Cihazların karmaşıklığı (genelde çoklu veri kaydetme ile) süjelerin olası sahtekarlığını hemen bertaraf etmiştir. Yöntemler açısından bu deneyler, eleştirmen C.E.M. Hansel’in ortaya koyduğu kriterleri çok aşmıştı bile ve Ray Hyman, Schmidt’in çalışmaları için şöyle demişti: “Benim gibi eleştirmenlerin şimdiye dek karşılaştığı en zorlayıcı çalışmalar”. Daha sonra, Schmidt radyoaktif kaynağının yerine, olayların gerçekten rasgele oluşunu sağlayabilmede aynı potansiyele sahip elektronik gürültüye getirdi. Bundan hemen sonra, başka araştırmacılar da onun yolunu izleyerek benzeri deneyler geliştirdiler. Zamanla miko-PK deneyleri yerleşik kontrol testleri ve müdahaleye karşı korunmaları içeren bilgisayarlara tabi oldular. 1989 yılında Princeton Üniversitesi’nden iki bilim adamı, Dean Radin ve Roger Nelson, bulabildikleri bütün mikro-PK çalışmalarının bir meta-analizini yaptılar. 579 deneysel çalışmayı açıklayan 152 rapor ve 68 değişik araştırmacıdan gelen 235 kontrol çalışmasını buldular. Bütün deneysel çalışmaların ortalama bileşik sonucu, şans unsurunun bir açıklama olabileceğine karşı muazzam ve ezici bir üstünlük göstermişti: yaklaşık bire karşı 10³5 . Ne kadar dikkat çekici olursa olsun, bu Radin ve Neslon’un analizinden çıkan en yararlı buluş olduğu anlamına gelmez. P değerinin arkasında çok küçük bir etki hacmi vardı. Bir fenomen olarak mikro-PK aslında çok zayıftır ama ortadadır. Bu buluşları tekrarlamak isteyen araştırmacılar için bu çok önemli bir bilgidir. Radin ve Nelson’un meta-analizi, eleştirmenler tarafından ortaya atılan bazı iddialara yanıt vermek için kullanmamaları daha da önemli idi. Parapsikologların, yöntemlerini geliştirdikçe beklenen etkinin ortadan kaybolduğu görüşü eleştirmenlerin özdeyişleri haline gelmiştir. Başka bilim adamlarının da yardımıyla, Radin ve Nelson her bir çalışma için ayrı ayrı tanımlanıp uygulanabilen 16 kalite ölçüsü geliştirdi. PK sonuçları kalite açısından incelendiğinde, Radin ve Nelson, incelemenin kalitesi ve sonuçları arasında herhangi bir ilişki bulamadı. Eleştirmenlerin, PK sonuçlarının yarım yamalak yöntemlere dayandığına dair iddiaların kökü kurutulmuştu. Ayrıca Radin ve Nelson, sonuçlarının sadece birkaç araştırmacıya ve birkaç olağanüstü deneye dayanmadığını gösterdiler. Mikro-PK buluşları çok sayıda deneye ve araştırmacıya dayanmaktadır. Mikro-PK araştırmaları sırasında, parapsikolojinin geleceğine ait diğer bir tarafının doğum sancısını görmekteyiz. Bu araştırmadan çıkan tabloda insanların bir nevi “zihinsel güç” ile değil de, zihnin direkt hareketleri ile etrafındaki ortamlarını etkiledikleri gözüküyor, yani olayların olasılıklarını değiştirebilen bilgiye dayalı bir tür işlem ile. Bunlar herhangi olaylar değil, içlerinde önemli oranda bir rasgelelik olan olaylardır. Ama bunun, PK olayını parapsikoloji laboratuarının garip ve yapay dünyasıyla sınırlandırdığını sanıyorsanız, bir daha düşünmeniz gerekecektir. Dünya rasgeleliklerle doludur. İnsan beyninden tutun, modern teknolojinin yelpazesine dek her şey rasgele unsurlar içermektedir. Tabii teknolojik ürünlerin çoğu, örneğin arabanız veya fotokopi makineniz rasgele çalışmaya göre tasarlanmamıştır, ancak elektronik parçalar aşınmaya başlayınca veya tasarlandığı amacın dışında kullanıldığında neler olur? Atomik seviyede rasgele özellikler kazanabilirler. Mikro-PK bazı bakımlardan bir tür sinyale benzemeye başlamıştır. Olasılıklı sistemlere belirli veriler girip (ancak çok az bir miktarda) sonucu yönlendirdiği gözükmektedir. Bu durumda, bu zayıf etkiyi saptamaya ve belki de güçlendirmeye yönelik daha hassas teknolojileri üretmek mümkün olacaktır. “Zihinsel bir etki”nin saptanıp güçlendirilmesi mümkünse, bu etki değerlendirilip kullanılamaz mı? Bilim adamları mikro-PK teknolojisini yapay zeka yazılımında elde edilen en son gelişmelerle bir arada yürütmeye çalışıyorlar. Bu tür hususlar parapsikolojinin geleceğinin bir parçasını oluşturacaktır. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
nevermore Yanıtlama zamanı: Eylül 8, 2014 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Eylül 8, 2014 KONU 3: Tarihsel Kayıt Ganzfeld’den önce, çok iyi bilinen DDA sembollerini kullanan kart deneyleri vardı ve Schmidt’in rasgele-olay jeneratörlerinden önce de zar atma deneyleri vardı. C.E.M. Hansel’in Duke Üniversitesi’ndeki kart tahmin etme testleri konusunda kuvvetli bir düş gücüyle çizdiği (ancak tamamen irtibattan düşmüş) tabloya inanacaksak ve bu çalışmaların DDA araştırmalarının tamamını içerdiğini düşünürsek, bu konunun fazla elle tutulur bir tarafı olmadığı kanaatine varabiliriz. Ben de dahil olmak üzere, birçok parapsikologlar bile, bir iki müstesna deney dışında, aslında kart tahmin etme deneylerinde fazla bir şey olmadığını hissediyorlardı. Açıkça söylemek gerekirse, meta-analizin bu manzarayı değiştireceğini ben bile düşünmüyordum. 1989 yılında, Charles Honorton ve Diana Ferrari, 1935 ve1987 yılları arasında yapılan zorunlu seçim deneylerinin (kart tahmin etme türü ki çağdaş testler bilgisayarla yapılıyor) bir meta-analizini yaptılar. Analizlerini tahmin edecek hedeflerin, süjeler tahminlerini kaydedene kadar seçilmediği prekognisyon tarzı deneylerle sınırlandırdılar (böylece Hansel’in önerdiği türden duyusal imalar ve hile bertaraf edilmiş olur). 62 yazar tarafından rapor edilen ve 50 bin süjenin 2 milyondan fazla deneme yaptığı 309 çalışma buldular. Çalışmaların yaklaşık yüzde 30’u istatistik açıdan ve istatistik değerlendirmenin genel ortalaması tesadüfe dayalı bir açıklamanın aleyhinde, astronomik bir ihtimal oranı verdi. Etkinin hacmi yine küçüktü, ama mikro-PK çalışmalarına kıyasla da oldukça büyüktü. Honorton ve Ferrari, bu işin en yaygın eleştirisine cevap vermek için meta-analiz kullandılar. Her bir deneyi sekiz bağımsız kritere göre sınıflandırdılar ve DDA sonuçları ile çalışmanın kalitesi arasında çok az ilişki olduğunu, (sadece başarılı çalışmaları rapor etmenin) sonuçlara bir açıklama getirmediğini ve bunların sadece birkaç müstesna deneye dayanmadığını da gösterdiler. Bir kez daha, şüphecilerin efsaneleri meta-analizin elinde yenildi. Ancak meta-analiz sadece eleştiriye karşı korunma için kullanılmamalıdır. Belki de meta-analizin en güçlü tarafı geleceğin araştırmalarında incelenmesi gereken verilerdeki önemli eğilimleri tanıma yeteneğidir. Honorton ve Ferrari’nin analizi, bu tekniğin, geleceğe yönelik uygulamasının mükemmel bir örneğini oluşturmaktadır. DDA sonuçlarıyla sistematik bir ilişki bulunan dört değişkeni saptamayı başarmışlardı. Geçmişte iyi sonuçlar veren süjeleri kullanan çalışmalar, normal süjelerin kullanıldığı çalışmalara nazaran daha başarılı idi. Süjeler DDA testlerinde elde ettikleri sonuçlarını bildirme durumu, bildirmeme durumuna kıyasla daha iyi sonuç veriyordu. Bütün bu buluşlar ne anlama gelmektedir? DDA ispatlandı mı? Hayır. Ama Honorton ve Ferrari’nin ortaya çıkardığı şeyleri uygulayan bilim adamlarının gelecekteki DDA araştırmalarında, artan başarılar sağlayan bir formül anlamına gelir. Son olarak da zar atma PK deneylerinin meta-analizi gelmektedir. Bu kez, 1935 ve1987 yılları arasındaki deneyleri incelemek üzere Radin ve Ferrari ile işbirliği yaptı. Radin projeye başlamadan önce, kapsamlı bir etki bulabileceğini sanmadığını itiraf etti, ancak çalışmanın eksik bir şey bırakmama açısından önemli olduğunu düşünmüştü. Radin ve Ferrari, süjenin zarın belirli bir yüzünün “irade gücüyle” gelmesine uğraştığı 148 deneyi ve bu tür etkinin aranmadığı 31 kontrol çalışması daha incelediler. 2500’den fazla süje 2,5 milyon zar atışından fazlasını etkilemeye çalıştılar. Çalışmaların yüzde kırk dördü önemli sonuç verdi (tesadüflerde beklenen sonuç yüzde beş olurken) ve şans aleyhinde ortalama oranı bire karşı 10(üzeri 70) gibi inanılmaz bir değere ulaşmıştı. 31 kontrol çalışması ise sadece tesadüfü sonuçlar verdi. Zar deneylerinde kalite hep bir sorun olmuştur. Zarların elle atılmasının, sonuçları etkilediği olasılığı (en azından) her zaman olmuştur. Makine ile atma başlatıldığında bile, bütün o sayıları kaydetmek bir sorun olabilmekteydi. PK araştırmasının, Schmidt’in kolay otomatikleştirilen mikro-PK araştırmasını geliştirmeden önce yavaş gitmesine şaşmamak gerekir. Ancak deneyciler sürekli olarak zar atma deneylerini bile daha da geliştirmeye çalışarak, sonuçta bir film makinesi tarafından kaydedilen zar atma makinelerini geliştirdiler. Radin ve Ferrari zar verileri üzerine bir kalite değerlendirmesi yapabilmişlerdir. Bu vakada, daha kaliteli çalışmaların daha küçük etkiler ürettiği konusunda kanıt vardı. Ancak, çalışmalar kalite unsuru ile “tartıldığında” etki hacmi sadece yarı yarıya azalmıştı. Bu da son derece önemlidir. Önceki meta-analiz durumu gibi, etki bütün deneylerde genel olarak dağılmıştı ve belirli araştırmacılarla veya deneylerle sınırlı değildi. Yine tekrar etmek gerekirse kanıtlar eleştirmenlerin önerdikleri sıradan sebeplerle örtbas edilmeyecek, zayıf ama sürekli bir etkiye işaret ediyordu. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
nevermore Yanıtlama zamanı: Eylül 8, 2014 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Eylül 8, 2014 Geleceğe Karşı Güven Özellikle, artık hemen hemen hiç kimse zar atma deneyleri düzenlemediğine göre, bu en son meta-analizin, parapsikolojinin geleceği ile ilgisi olabileceğini düşünüyorsunuzdur. Aslında o da bütün parapsikolojik meta-analizler gibi gelecek üzerinde çok önemli bir etkiyi paylaşmaktadır. Bu da, tek bir sözcükle “güven”dir: geçmişimize güven, geleceğimize güven. Şahsen, benim için ve birçok arkadaşlarım için meta-analize gelen açıklamalar geçmişimizi boşa harcamadığımız konusunda güven aşılıyor. İnsan bilinci ve etrafındaki dünya arasında kural dışı bir iletişim vardır. Daha da önemlisi, gelişmenin mümkün olduğunu gösteren veri örnekleri görmekteyiz. Bu vesile ile geçmişten bir şeyler öğrenebiliriz daha iyi deneyler yapabiliriz, daha iyi sonuçlar elde edebiliriz ve bekli de neler olduğunu çözebiliriz. Dolayısıyla kendine güvenen fakat işsiz parapsikologların olduğu bir geleceği mi düşlüyorum? Doğrusu hayır. Parapsikolojiye olan zayıf destek aslında geçicidir. Bizim dalımızın her zaman iniş ve çıkışları olmuştur ve günümüzde parapsikolojinin yeni ve daha güçlü verilerinin etkisini görmekteyiz. Yine de parapsikolojinin yakın gelecekte marjinal bilim rolünü aşacağını sanmıyorum. En iyi olasılık olarak birazcık hava raporuna benzeyen bir tahminde bulunmam gerekir: verilerin güçlenmesi ile artan bir düzelme. Psi araştırmalarının eğiliminde bir değişiklik seziyorum ve bu sayede gelecek de dalımız için bir değişim sağlayabilir. Çünkü tarihimiz boyunca, parapsikoloji fenomenleri bilim ile bilimin ulaşamadığı bir dünya arasına yerleşmiş esrarengiz bir özellik içermekteydi. Bilim tarafından incelenebilirdi, ancak bilimin işlediği dünyanın içerisinde bulunmamaktaydı. Bu durum değişiyor. En azından araştırmaları yapan parapsikologlar artan bir oranda Psi fenomenlerini olağanüstü insan yetenekleri olarak görmektedirler. Onların az anlaşılan yetenekler olduğu kesindir, ancak kabul etmemiz daha kolay olan (yaratıcılık gibi) başka yetenekler içinde bu geçerlidir. Tabii ki, onlar mucizevi gözükmektedir, ancak belki de insan bilincinden daha mucizevi değildirler. Bu görüş değişikliğinin pratik imaları da aynen öyledir: pratik. Eğer Psi fenomenleri yetenekler gibi insan varlığına eşlik eden olgularsa, o zaman bir amaçları olmalıdır, faydalı olmalıdır. O halde, bakalım onları kullanabilir miyiz? Bu da eminim ki, parapsikolojinin geleceğinin bir parçası olacaktır, ancak aynı zamanda bugünkü durumunun da bir parçasıdır. “Zihinsel teknoloji” bilim kurgu malzemesi olmakla beraber, halen ABD ve diğer ülkelerde, şirket araştırmaları ve geliştirme departmanlarında tartışılmaktadır. Hayır, size parapsikolojinin geleceği I’dir ya da II’dir veya bu tahminlere yakın bir şeydir bile diyemeyeceğim. Ancak güvenle diyebilirim ki parapsikolojinin geleceği vardır ve yukarıda söz ettiğimiz üç konuyla iç içe dokunmuş olacaktır. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Önerilen Mesajlar
Sohbete katıl
Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.