Jump to content

Çocuk Cadılar Ve Çocuk Cadı Avı


nevermore

Önerilen Mesajlar

Barbara Frölin Vakası (1654)1

 

 

Otuzyıl Savaşları’nın sona ermesinden altı yıl sonra, imparatorluk kenti Augsburg yeniden çocuk cadı olaylarına sahne olacaktır. Barbara Frölin ve Anna Schäffler vakası aslında bir cadı davasıdır. Ancak konu, Frölin ve Schäffler’in,bu davanın görülmesine neden olan ve Maria Pihler’in ölümüyle sonuçlanan egzorsizmden sorumlu tutulmaları ve daha sonra ağır işkence altında yargılanarak yakılmaları nedeniyle bu bölümde değerlendirilecektir.

 

Ücretli bir asker olan Pihler, kızı Maria ile Augsburg’un birkaç kilometre dışındaki Haunstetten’de yaşamaktadır. Pihler’in karısının ölümünden sonra, 1653 yılında yeniden evlenmesiyle, kızı evi terk ederek Lechausen’de ikamet eden dul Seehofer’in yanma hizmetçi olarak girer. Ev sahibesinin daha sonraki aylarda mahkemede verdiği ifadeden Maria’nın dindar, işine sadık ve çalışkan bir hizmetçi olduğu anlaşılmaktadır. 1653 yılının Noel günlerinde (Inden Weihnachtstagen)Maria ev sahibesinden ailesini ziyaret edebilmek için izin alır. Maria, Haunstetten’e geldiğinde, ailesini ziyeret etmek yerine önce terzi çırağı sevgilisiyle buluşmayı tasarlar. Ancak buluşma gerçekleşmez ve kız umutsuzluk içinde gece Lechhausen’e doğru yola çıkar.Yolunu ormandan kısaltarak yapmayı amaçlayan Maria,bura da terzi çırağı sevgilisine şeytan kılığında rastlar. Şeytanla yapılan bu gece gezintisini daha sonra sorguda inkâr edecektir.Ancak bilinen bir gerçek vardır ki, o da genç kızın Haunstetten’e bitkin, bezgin ve hasta bir halde dönmüş olmasıdır.

 

Mariageridöndüğü günün sabahı ev sahibesinden yatak odasındakitavaları kaldırması için yalvarır; bu tavaların içine çömelip oturmuş şeytan onu uyutmamaktadır. Ev sahibesinin bu garip isteği yerine getirmesine,hatta genç kızın yatağını başka bir odaya taşımasına karşın Maria sakinleşmez.Genç kız sağlık durumundaki kötüleşme üzerine 7 Ocak 1654 günü Haunstetten’deki kız kardeşine getirilir. Burada görevli papaz, herhangi bir iyileşme belirtisi görülmeyen kızın hastalık belirtilerini çok şüpheli (sehrverdächtig) bulduğu için akıl almak üzere Augsburg’daki Aziz Ulrich Manastırı’nın başpapazına ilk gözlemleriyle başvurur. Maria’nın bedeni sanki bir azap içindedir; genç kız, ağzı kramplarla kasılmış,gözleri sanki aklını oynatmış gibi dönmüş (verdreht)bir vaziyette kollarını birbiri ardına savurarak huzursuzca kıvranmaktadır. Tanrı’mn inayetiyle bu zavallıyı biraz olsun sakinleştirme girişimlerine hiç bir olumlu yanıt alınamamıştır.Ancak rahip, kızın ağzındaki (çift) çatallı dili(zweispitzrigeZunge) görünce,Maria’nın büyülenmiş (verzaubert),şeytan tarafından tutsak edilmiş (vomTeufel besessen)olduğuna karar verir. Yöredeki diğer din adamlarının da, kötü ruh tarafından kıza çektirilen acıların sonlandırılması ve kızın tedavi edilmesi konularında herhangi bir yardımları olamamıştır.

 

Büyük olasılıkla Maria’nın ev sahibesi Seehoferde,zavallı kızın sağlığına kavuşması için çaba sarfetmiştir.En azından Aziz Ulrich Manastrı’na başvurarak akil ve bilge adamlardan (dortigengelehrten und weisen Herren)bir bilmece haline dönüşen kızın davranışları hakkında görüşlerini almak istemiş, muhtemelen onlar da kızı gördükten sonra bir karar verebileceklerini söylemişlerdir. Maria ile Aziz Ulrich Manstın’nda yapılan görüşmeden sonra onun için hemen bir oda hazırlanır;amaç, hazırlanacak dinî bir arındırma programıyla kızı şeytanın tacizinden tamamıyle kurtarmaktır. Ancak manastırdaki bu zorunlu ikametin de, beklenen sonucu getirmediği anlaşılmaktadır. Maria’nm çok daha derinleşmiş bir melankolik ruh haliyle evine (Haunstetten)dönüşü,daha sonra yaşanacak bir dizi dramatik olayın başlangıcını oluşturacaktır.

 

Maria’nm babası Michael Pihler,muhtemeldir ki kızının kötüleşen durumunu da göz önünde bulundurarak bakım ve gözetimini yapmaları amacıyla güvenilir iki kadını (zweiWeibspersonen)görevlendirecektir.Bunlardan biri henüz on altı yaşındaki Michael Pihler’in kuzini Barbara Frölin’dir. Frölin daha önce büyük kuzini Pihler’in yanında bir süre hizmetçi olarak çalışmıştır.İkinci yardımcı ise, Maria’nm üvey annesi, Michael Pihler’in ikinci karısının akrabası olan altmış dört yaşındaki Anna Schäffler’dir.2

 

Böylece Lechhausen’deki ev sahibesinin yanında hiç bir iyileşme belirtisi göstermeyen cinlenmiş Maria Pihler,on altı yaşındaki Barbara ve yaşlı Schäffler eşliğinde Augsburg’a getirilir. Aziz Ulrich Manastırı’nda,dili bağlanarak (fürstumm gehaltene) tutsak edilen kızın içine girmiş şeytan kovulacaktır. İlk seans 4Şubat 1654 günü Aziz Ulrich Kilisesi’nin levazım odasında, büyü çözme ve şeytan çıkarma işlerinde uzmanlaşmış Karmelit rahip Franciscus ve başrahip vekili tarafından yapılır. Ancak egzorsistler tarafından şeytanı kovmak amacıyla yapılan çok sayıda azap verici girişimden(angehaltenund gepeinigt) bir sonuç alınamaz ve kız tekrar Haunstetten’e geri gönderilir.Takip eden günlerde Maria,Ausgburg’ayeniden getirilir ve aynı ekip kızın ruhunu tutsak eden şeytanı kovmak için tekrar acımasız yöntemlerini devreye sokar; kızın saçları yolunur, tüm bedeni yumruklanır, tekmelenir ve nihayet domuz dışkısı karıştırılmış su içirilir; egzorsistler den biri Satan’maslında kızın dilinde oturduğunu ve ancak bu yöntemle kovulabileceğine inanmaktadır.

 

Aynı yoğunlukta ikinci bir seans 9 Şubat günü yapılır; acı içinde kıvranan kızın ağzından sadece, JesusMaria, sözcükleriçıkar. Takip eden günlerde Maria,yanındaiki gözetmeni de olduğu halde, Kilise’nin levazım odasında tutulmaya devam olunur. 12 Şubat 1654 günü genç kız bu kez, daha çok küçük çocukların egzorsizm ritüelinde kullanılan Kilise sunağı üzerine yatırılır, ancak şeytan bu duruma öfkelenerek tepki gösterir. Buna karşın rahip Franciscus ve diğer ruhban mensupları cemaatın Kilise’de olduğu bir anda egzorsizm seansına başlarlar. Tüm bu sabırlı, ancak giderek acımasız girişimlerine karşın uğradıkları başarısızlık, egzorsistleri çok sinirlendirecektir; ettikleri dualara, yaptıkları ilâve ibadetlere karşın kızın bendindeki şeytanı kovamamamış olmalarının arkasında, başka tekinsiz güçlerin olduğuna inanmaya başlamışlardır. Tüm çabalarına karşın başarısızlıkları iyice ortaya çıkmaya başlamıştır ki, beklenmedik bir gelişme onları kurtaracaktır; Maria Pihler ertesi gün (12.02.1654) odasında dermansız (kraftlos),ölü bulunur.

 

Maria Pihler’in ölümünden şeytan çıkarma yöntemlerini zalimce uygulayan egzorsistler sorumlu tutulmaz tabiatıyle. Ortada iki şüpheliden çok, iki zanlı vardır; Maria’nın sağlığından ve bakımından sorumlu olan Barbara Frölin ve Anna Schäffler. Maria’nm öldüğü gün her ikisi de zincire vurularak (indie Eisen gelegt)suçlarını itirafa zorlanırlar. Ertesi gün Aziz Ulrich Kilisesi rahibi kürsüye çıkar ve toplanan cemaate ölen Maria Pihler’inbir cadı olduğunu söyler; bu gerçeği ona şeytanla ilişkiye giren kızın kendisi itiraf etmiştir. Yine Maria kendisine,halen hücrede tutulan, genç Barbara ve yaşlı Anna Schäffler hakkında itirafta bulunmuş ve her ikisinin de cadı olduğunu söylemiştir.Aziz Ulrich Kilisesi rahibi sözde, Maria Pihler’i şeytanın tutsaklığından kurtarabilmek için tüm dinsel yöntemleri (vongeistlichen Zeremonien),bir prosedür dahilinde, denemiştir. Ancak diğer iki cadı bu yöntemlerin başarıya ulaşamaması için karşı büyü yapmışlardır. Bu nedenle rahip, Barbara Frölin’den yaptığı tüm cadılıkları bir bir itiraf etmesini istemiştir; hatta onu yola getirebilmek için cellâdın kızgın maşasıyla korkutması bile gerekmiştir. Bunun üzerine Barbara Frölin, Maria gibi,kendisinin ve hatta Anna Schâffler’in de birer cadı olduklarını itiraf etmiştir.

 

Böylelikle rahip Franciscus kendisini aklamanın (exkulpiert)m bir yolunu bulacaktır; uyguladığı şeytan çıkarma yönteminin bir kişi yerine (Maria Pihler), üç kişiye uygulanması durumunda başarılı olmayacağını söyler. Daha sonra da suçlamalarına esas olan delilleri sayıp dökmeye başlar; üç cadının kaldığı odadaki ocağın arkasında bir ocak çengeli (Fewrhaggen)bulunmuştur; bunun üzerine binen üç cadı birlikte gece yolculuklarına çıkmışlardır. Yine bir çanağın içinde acayip şeyler bulunmuştur; bunlar cadıların kara büyü sanatını icra edebilmeleri için her zaman ellerin altında olması gereken, eski bir post parçası ve mermer bir uğur getiren bilye (Klucker)vb şeylerdir. Rahip üç sapkını yapacakları yolculuktan alıkoyabilmek amacıyla, sadece kendisiyle birlikte dua etmeleri durumunda onları kurtarabileceğini bile söylemiştir. Ancak cadılar çığlıklar atarak fütursuzca rahibi reddetmişlerdir.3Bu ifadeler Augsburg’un yetkili makamlarını harekete geçirecek ve derhal sanıklar hakkında dava açılacaktır.

 

Takip eden günlerdeki sorgusunda on altı yaşındaki Barbara, ölen Maria Pihler’in gerçek bir cadı olduğunu itiraf eder. Cinlenmiş(Besessene)Maria gözetim altında bulundurulmak için kendi evine getirildiğinde eline verilmek istenen haçı ve azizlerin resimlerini yere savurur. Maria’nın gözlem altında tutulmasından (Stubemvache)sorumlu olan Barbara Frölin kızı yaşadığı satanist hezeyanlardan alıkoymakta başarılı olamaz. On altı yaşındaki Frölin büyük bir olasılıkla bu cinlenme olayında şahit olduklarını kendisi yaşamışcasına üstlenir ve şeytanla girdiği ilişkiyi anlatır; Maria’yı gözetim görevi yaptığı bir pazar akşamı şeytan(böserGeist)ona kapkara bir erkek kılığında görünür. Barbara’ya göre,içinde bulunduğu bu durumda Tanrı ona yardım edememiş ya da yardım etmek istememiştir; ancak yine de Tanrı’yı inkâr etmekten vazgeçmez. İlişkiye girdiği şeytan (Sauriefiel)kızın bedenindeki edep bölgelerini gizli işaretiyle damgalayacatır.4Şeytan genç kızla üç kez ilişkiye girmiş ve beraberce daha başka utanç verici ilişkiler (Sodomia)yaşamışlardır.5Şeytan daha sonra başka yerlerde Barbara’nın karşısına,simsiyah bir köpek veya alev alev yanan bir ışık (feurigerStrahî) olarak tekrar çıkacaktır.

 

Augsburg şehir meclisinin önde gelen Katolik şahsiyetlerinin (StattSecretario)katılımıyla daha sonra yapılan sorgulamalarda uygulanan işkence ve eziyet(TorquierenundMartern)başarılı sonuçlar verecektir. 18 Nisan 1654 tarihli görüşme belgelerinde protokol altına alındığına göre, zanlı sorgulanmasında,işkence uygulanmadan, iyilikle (gütlich)herşeyi anlatmaktadır. İtirafları arasında onun Tanrısı’nın Satan olduğu, Kutsal Üçlü Birliği, Kutsal Meryem’i ve tüm aziz ve azizeleri reddettiğini itiraf etmiştir. Tüm ısrarlara karşın dua etmekten kaçınmış, sadece şeytandan ve onun uşaklarından yardım istemiştir. Barbara’ya göre yaşlı Anna Schäffler’in cadılık sanatını (Hexenhandwerk)öğrenmekte çok istekli olmuştur. Ancak şeytan da, onları bu sanatı öğrenmelerine tehdit ve baskıyla zorlamıştır.6Bu arada üç kafadarın ocak önünde duran uzun sopanın(Schirhagen)7üzerine binerek kara büyü ayinlerine uçtukları anlaşılmaktadır.Bir keresinde yaşlı Schäffler’in uzun bir Schirhagen üzerine araba

dingil yağı görünüşlü bir cadı merhemini (Unholdensalbe)sürmüş ve yaşlı cadı önde, cinlenmiş Maria ortada,Barbara en arkada oturmuş olduğu halde kara büyü ayinine katılmak için havalanmışlardır. Olayların akışından anlaşıldığı kadarıyla yaşlı Schäffler soruşturmayı yürüten kıdemli teologların ve egzorsistlerin bir numaralı düşmanı (spinnefeind)haline gelmiştir.

 

Üç cadının marifetleri Barbara’nın ifadeleriyle iyice ortaya çıkmaktadır; Barbara yaşlı cadının Maria Pihler’ede zarar verdiğini iddia edecektir. Bir seferinde başlarına gelen olay bunu teyit eder niteliktedir; üçü birden Schirhaggen üzerinde Aziz Ulrich Manastırı’ndan,önlerinde şeytan (BöserFeind)olduğu halde uçmaya başladıklarında Maria birdenbire halsizleşir ve yere düşmemek için Barbara’ya sarılır. Ancak yaşlı cadı Schäffler,genç kızların hedefledikleri yere yolculuk yapmalarına engel oldukları gerekçesiyle, bu duruma çok kızar. Yine de yaşlı cadı kararlıdır; iki kızın yaşamı pahasına da olsa bu yolculuk mutlaka yapılacaktır. Barbara’nın ifadesine göre bir başka yolculuk (Ausfahrt)denemesi Maria’nın yaşamına malolacaktır. Aşırı bitkinlik nedeniyle halsiz olan kız Schirhaggenüzerinden dengesini kaybederek yere düşmüş, daha sonra da odasında ruhunu teslim etmiştir.

 

Yaşlı Anna Schäffler’in tüm bu suçlamalar nedeniyle, Barbara Frölin’in tersine,acımasızca (peinlich)yürütülen bir işkence altında sorgulanacaktır. Yapılan ağır işkenceye karşın, ne cadı olduğunu ne de şeytanla bir ilişkisi olduğunu kabul eden yaşlı kadına karşı sorgucuların tavrı giderek dahada sertleşir. Kısa sürede amaç hâsıl olur; altmış dört yaşındaki yaşlı kadın cadı olduğunu kabul etmekle kalmaz,şeytanla nasıl işbirliğine gittiğine kadar tüm yaptıklarıma yrıntılarıyla anlatmaya başlar. Schäffler hiçbir zaman şefkat ve yardım görmediği Tanrı, Kutsal Meryem ve tüm aziz ve azizlere8inanmayı reddetmekte ve efendisi olarak sadece şeytanı tanımaktadır. Bunun için de gereken yemini etmiş ve edep yeri şeytan tarafından damgalanmıştır.9Bu acı veren işlem sırasında sızan kanla, bir kâğıt üzerine zorla bir şeyler yazmak zorunda bırakılmıştır; ancak ne yazdığını kendisi de bilmemektedir, çünkü ne okuması ne de yazması vardır. Nihayet şeytanla yaptığı anlaşmanın (Pakt)mührü olarak onunla yatması gerekmiştir.

Bu olaydan sonra şeytan yaşlı cadıyı hemen her gün gündüz veya gece ziyaret eder. En büyük amacının, baş şeytanı (Luzifer)bizzat tanımak olduğunu Gânsdreckisimli siyahlar giyinmiş, şapkasında beyaz bir tüy taşıyan aracı şeytana (Buhlteufel)iletmekle birlikte, ondan red cevabı almıştır.10Cadıların kara büyü ayinlerine katılmak için Schirhaggen üzerinde en son yaptığı yolculukta, Maria ve Barbara aşağıya düşmüşlerdir. Her ikisi de Aziz Ulrich Manastırı’nda ki odalarına iniş yapmışlar, ancak Maria ertesi sabah odasında ölü bulunmuştur.

Olayın yaşandığı döneme ait bir başka kaynakta yer alan bilgilerden anlaşıldığı üzere (Rau 2003), cinlenmiş Maria Pihler’in,şeytan çıkarma sonucu veya Schirhaggen’’den düşmek suretiyle yere çakılarak ölmemiş; bakımından ve gözetiminden sorumlu olan yaşlıAnna Schäffler tarafından zehirlenmiştir. Zehir yaşlı cadı tarafından Maria’nm ya toz halinde çorbasına karıştırılmış ya da farklı yöntemlerle11ona yutturulmuştur.

Augsburg Şehir Meclisi 18 Nisan 1654 tarihinde aldığı bir kararla, Barbara Frölin ve Anna Schäffler’i cadılık suçundan (Hexenverbrechen)mahkûmeder. Mahkûmiyet kesin olmakla birlikte, on altı yaşındaki Barbara Frölin’e uygulanacak infaz prosedüründe sorun çıkar.Yürürlükte olunan İmparatorluk Hukuku’nun,12‘Büyücülük Yapmanın Cezası’ başlıklı 109. maddesine13göre büyücülük (cadılık) suçunu işleyenler canlı canlı yakılacaklardır:

“109.Itemso jemamdt den leuten durch zauberey schaden oder machtheyl zufügt,soll man straffen vom lebem zum todt, vmnd man solche straff mit demfewer thun. Wo aber jemandt zauberey gebraucht, vnnd damit niemantschaden gethan hett, soll sunst gestrafft werden, nach gelegenheitder sach, darinnen die vrtheyler radts gebrauchen sollen, wie vomradt suchen hernach geschrieben steht”14

Ancak Barbara’nm henüz on altı yaşında olması, infazın aynen uygulanması hususunda şehir meclisini sıkıntıya sokar. Bunun üzerine, 109. Maddenin Barbara’ya nasıl uygulanması gerektiği konusunda hukukçulardan görüş alınır. Sonunda meclis,Barbara’nm genç olması ve Tanrı tanımazlığının kısa süreli bir günah olması gibi iyileştirici nedenleri göz önünde bulundurarak önce kafasının kılıçla kesilmesi ve daha sonra bedenin yakılması konusunda karara varır;böylece Barbara gençliği sayesinde canlı canlı yakılmaktan kurtulur, ancak infazdan kurtulamaz.15İşbirlikçisi altmış dört yaşındaki Anna Schäffler ise önce kızdırılmış demirle damgalanır; onun da genç kız gibi önce kafası kılıçla kesilir, daha sonra bedeni yakılır.Muhtemeldir ki, Barbara’yı gençliği canlı canlı yakılmaktan kurtarırken, Anna’nın da yaşlı olması nedeniyle infazı yumuşatılmıştır.

1 Kurt Rau, Barbara Frölin Vakası ve Maria Pihler’in ölümüne ilişkin mahkeme tutanaklarının Augsburg Şehir Arşivi’nde bulunamadığını, bu dava sürecine ilişkin ayrıntıların farklı kaynaklardan derlendiğini ve bunun neticesinde kimi ayrıntıların ortaya çıkarılmasında zorluklarla karşı karşıya kalındığını belirtmektedir (Rau: 2003).

 

2 Rau, Anna Schäffler hakkındaki bu bilgilerin doğruluğunun, çalışmasında esas aldığı en önemli iki kaynaktan biri olan Haidsche Quelle tarafından teyit edilmediğini belirtiyor. Yukarıda da vurgulandığı gibi, sadece bu vakaya özgü olmak üzere, bilgiler mahkeme kayıtları dışı kaynaklardan derlenmiştir (Rau 2003).

 

3 “Laßt uns fliehen, der Priester ist gar zu hoch geweiht, wir können ihm nit zu “(Rau 2003).

 

4 “das Täufflische Unholden Zeichen an heimlichen Orte eingedrückt" (Rau 2003).

 

5 hernach noch dreymal Unzucht getrieben vndt die abscheuliche Sodomiam begangen" (Rau 2003).

 

6 “weil sie ihn selbst vielmal aus Zorn erschröklich unda uf eine Zeit insonderheit gewünscht, daß der Teufel kommen, und sie zerreissen solle ” (Rau 2003).

 

7 Schirhaggen (Schierhaggen, Schürhaggen, Fewrhaggen); Büyük ev ocaklarını veya şöminelerdeki ateşi karıştırmaya yarayan ucuna metal takılmış, süpürge sapı benzeri, uzun ağaç parçası.

 

8 “vorderst Gott, der Mutter Gottes, und allen Heiligen” (Rau 2003).

 

9 “in das innerliche ihrer Scham mit Schmerzen eingedrückt ” (Rau 2003).

 

10 “Es werde schwerlich gehen, weil dieser mit viel anderen vornehmeren Leuten beschäftigt sei und nicht überall umkommen könne ” (Rau: 2003).

 

11 “Auf dem Kissenzeug verabfolgt “ (Rau 2003).

 

12 Des allerdurchleuchtigsten großmechtigsten vnüberwintlichsten, Keyser Karls des fünfften, vnd des heyligen Römischen Reichs peinlich gerichts Ordnung

 

13 Straff der zauberey

 

14 http://histor.ws/hexen/txt/carolina.pdf 2007.

 

15 Verruef für die Barbara Frölin von Rieden ratione Veneficij.

“Gegenwärtige Barbara Frölin von Rieden gebürtig, so hierunden gefangen vnd gebunden, ist ohn längsten zu Haußstötten in das abschewliche Laster der Hexerey geraten. [...] Ob nun wol si Barbara Frölin vermög peinlicher Halßgerichts Ordnung Kayser Carls deß fünfften vnd den beschribnen Kayserlichen rechten nach wegen ihrer Hexerey [...] mit dem Fewr vom Leben zum Todt hinzurichten wäre, hat doch ein Ers. Raht. auß bewögenden Vrsachen, insonderheit aber in ansehung ihrer blühenden Jugendt [...] auß Gnaden mit Vrthel zu recht erkennr, dass sie Barbara Frölin mit dem Schwerdt vnd blutiger Hand vom dem Leben zum Todt hingericht, vnd ihr Cörper zu Aschen verbrennt werden solle“ (Rau 2003).

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Cinlenmiş Maria Barbara Kürner Vakası (1666)

Neustadt papazı Johann Jakbus Wolflus ve Weisenberg Valisi(Vogt) Philipp Vischer, Württemberg DüküEberhard’a hitaben 1666 yılının 1 Mayıs günü, birlikte kaleme aldıkları mektuplarında, Eberstadt’lı on yaşındaki Maria Barbara Kümer’in ruh ve bedeninin şeytan tarafından işgal ve eziyet edildiğini (vondem LaidigenTeüffel übelgeplagt) yazarlar.Maria bazen konuşmakta, işitmekte ve hatta yürümekte zorluk çekmektedir.Papaz, okul müdürü ve okuldan arkadaşları kızı her gün ziyaret etmekte ve onun için sürekli dua edip Mezmurlar söylemektedirler. Ne zaman Hz. İsa’dan, Kutsal Üçlü Birlik’ten söz edildiğini duysa, kız garipleşmekte, nöbet halinde(paroxismo)kendini oradan oraya atmakta, vahşî bir biçimde çırpınmaktadır. Gündengüne bu krizler sıklaşmakta ve süresi uzamaktadır. Bu arada Barbara’ nın iki kardeşinde ve köydeki bir diğer gençte de benzer tutulma belirtileri (schlegelnund werffen)görülmektedir.Ancak Barbara’ nın tersine, diğer çocuklarda Tanrı’nın bağışlayan (GottLob)isminin duyulmasıyla krizler kesilmektedir.

Maria Barbara’nm içinde bulunduğu durum, başta onunla yakından ilgilenen papaz Johann Jakbus Wolflus ve Vali hazretleri olmak üzere çevresindekilere büyük üzüntü vermektedir. Kızın geçirdiği nöbetlere bakarak şu sonuçlara varılabilir: ya çocukça bir oyun ve yaramazlık (großeLeichtferttigkeit und boßheitt)söz konusudur, ya da gerçekten bir cadılık (hexerey) vakasıyla karşı karşıya kalınmıştır. Küçük kız cadılık konusundaki bilgileri bizzat ebeveyninden (deskindts Eltern selbsten)almış olabilir. Bunun üzerine vali ve diğer ilgililer,Maria Barun’u ailesinden uzaklaştırmaya karar verirler. Maria kuleye kapatılarak orada biri kadın, biri erkek iki nöbetçi tarafından gece gündüz kontrol altında tutulacaktır. Nöbetçilerin gözü bir an olsun kızın üzerinden ayrılmayacak, böylece içtenlikle ibadet etmesi (mitdem Liebengebettanhalten) sağlanmış olacaktır.

Yapılan plan uygulamaya konulunca ilk zorluklar baş gösterir; kız kendisini kuleye götürmek için gelen güçlü kuvvetli bir adama(starckherbehertzter Mann)var gücüyle direnir. Daha sonra yardıma gelen güçlü bir kadın(starckhesWeib)kızızor kullanarak, sokaklarda sürükleyerek kalacağı odacığa(Thorstüblein)getirir. Maria Barbara bu kez de burada rahat durmaz; hemen pencereden aşağıya atlamaya(anfangskurtzumbzum fenster hinauß)kalkar.Nihayet kız sakinleştirilerek yatağına yatırılır. Papaz sevecen bir dille konuşup, onu birlikte dua okumaya davet etse de,Maria, Hz. İsa’nın adını duyduğu anda (beyNennungdeß NahmensJesu)çıldırmışcasına hareketler yapmaya başlar. Ancak başta papaz ve Weisenberg Diyakozu(Diaconus)Friedrich Schickhard ve diğerleri yaptıkları duadan sonra evlerine döndüklerinde bekledikleri mutlu haber gelir. Yakarışlarını Tanrı duymuştur;Maria Barbara ilk kez yataktan kalkmış,1kâğıt, mürekkep istemiş ve şunları yazmıştır; “Şeytan içinden çıkıp gittiği için çok mutludur ve artık bedeninde şeytan yoktur.” Orada bulunanlar kızın yazdıklarını okuyunca bu mucize karşısında şaşkına dönerler.Ancak hâlâ kafalarını kurcalayan sorular vardır; onları bir kâğıda yazıp kıza verirler; “Madem ki şeytan artık bedenini terk etmiştir, peki neden hâlâ konuşamamaktadır?” Kız dili zor dönerek (schwehrerZungen respondirt)cevap verir: “Konuşabilirim” der ve verilen emir üzerin epaternoster okur.2

Maria Barbara daha sonra, Schelm adını taktığı kötü ruhun ağızdan bir örümcek ağı şeklinde çıkıp pencereden uçup gittiğini anlatacaktır.3İlerleyen günlerde Maria vaktinin çoğunu dua etmekle geçirir ve şeytanla nasıl karşılaştığını anlatır. Başlangıçta şeytan ona, elleri yerine uzun tırnaklı pençeleri olan bir papaz kılığında görünmüştür. Maria önceleri iyi işitip ve iyi konuşabildiği halde şeytan onun dilini bağlayarak sessiz kalmasını sağlamıştır.4Kötü ruhla ilk kez annesinin yatağına uzanmış elma yerken karşılaşmıştır; şeytan onu gökyüzüne çıkarmak istediğini(erwolle Sie in himmelführen)söylemiştir. Gerçekten de o gece, evinin penceresinden çıkar ve belediye başkanmm evinin üzerinden uçarak Veldt’e gider.5Bu seyahati siyah bir hayvan üzerinde yapacaktır. Yolculuğu sırasında ölmüş büyük babası(Altvatter)ve küçük kardeşi Hanß Geörglin ile karşılaşır. Maria Barbara içine düştüğü bu kötülükten kendisini çekip çıkardığı için Tanrı’ya şükranlarını sunar; yine bedeni şeytanın tutsaklığından kurtulmuş olduğu için ne denli mutlu olduğunu kendi eliyle bir kâğıda yazar.

Maria Barbara ilerleyen sorgularında, Heinrich Schnarr’ın karısı Anna Maria Schnarr’m kendisine cadılık sanatının inceliklerini öğrettiğini itiraf eder. Bu itiraf sorgucular üzerinde şok etkisi yaratır. Ancak Maria’nın devamında söylecekleri çok daha önemlidir;örneğin şeytan adına vaftiz edilip edilemediği büyük merak konusudur. Başlangıçta direnmeye çalışan Maria’nın yavaş yavaş direnci kırılır; şeytan tüm direnmelerine karşın başından aşağıya bir sıvı dökerek onu vaftiz etmiş6ve vaftiz sırasında kıza kendisine inanıp inanmadığını sormuştur. Bundan sonra sorgucular kızın hangi isimle vaftiz edildiğini öğrenmek isterler. Yapılan baskılar sonuç verir ve şeytan tarafından verilen vaftiz isminin ‘Rolle’olduğu öğrenilir. Ancak tek başına bu isim sorgucular için bir anlam ifade etmez; ivedilikle bu ismin şeytanla olan bağlantısı veya işaret ettiği anlamlar çözümlenmelidir. Kızı falakaya yatırmakla tehdit ederler. Tüm baskılara rağmen Maria Baba,Oğul ve Kutsal Ruh adına vaftiz edildiğini tekrarlar durur.

Bu yöntemlerle bir sonuç alamayacaklarını anlayan papaz ve vali, DükEberhard’a yazdıkları bir mektupla içindeki bulundukları, hiç de iç acıcı olmayan durumu özetler ve talimatlarını sorarlar.Buna göre, kız sorgulamalar neticesinde zayıf düşmüş olmakla birlikte, papaz tarafından yapılan ziyaretlerle, az da olsa sapkınlık hezeyanlarından kurtulmaya başlamıştır. Ancak en önemli konu, kızın babası çok fakir (blutettarm)olması nedeniyle kızının gözaltı ve bakım giderlerini karşılayamayacak durumdadır. Gelen cevaptan, Dük Eberhard’m mesajı aldığı anlaşılmaktadır; Tann’ya şükürler olsun ki bu (kızın)zavallı ruhunun (armeSeele)kurtuluşu sağlanmıştır. Kızın tekrar şeytanın ağma düşümesine engel olunmalıdır. Bu nedenle tekrar ailesine verilmesi söz konusu olamaz. Getirildiği yerde tutulmalı ve bakım masrafları Müşterek Sadaka Fonu’ndan (gemeinesAlmoserı)karşılanmalıdır.

Dük’ün makamından gelen yazıda ayrıca kızın anlattıklarının değerlendirilerek, varsa işbirlikçilerinin de ortaya çıkarılması istenilmektedir. Papaz ve vali tarafından Stuttgart’a yazılan cevabî yazıda, Maria Barbara’nm durumunda belirgin bir iyileşme olmadığı ve ona ayrılan odacıkta (thorstüblin)biri erkek biri kadın iki gardiyan tarafından, yirmi dört saat gözlem altında tutulmaya devam edildiği bilgisi yer alır. Bundan sonra herhangi bir yerde, Maria Barbara Kümer’in akıbeti hakkında bir bilgiye rastlanmaz.

 

1 “under solchen gebeth der paroxismus /:welches vormahls nie geschehen:/ einsmahls nach gelassen, das Mägdlin sich gestreckht und uf Seine Fües gestanden” (Weber 1999:318).

 

2“daß Vatter unßer sowie das Blueth Jesu Christi” (Weber 1999:318).

 

3 “auß Ihrem maul und durch das fenster, wie ein Spinnenwepp” (Weber 1999:318).

 

4 “die Zung gehalten und Stillschweigen heißen” (Weber 1999:318).

 

5“ durch Ihr fenster hinauß über deß Schultheißen hauß ins Veldt gefahren” (Weber 1999:319).

 

6 “Ihro zuegemuetet Sie solle nimmer an Gott Vatter, sohn, und heiligen Geist glauben. Dem habe sie zwar entgegnet: Wan Er Sie aber hundert mahl getaufft hette, so verlasse Sie sich iedoch uf Ihre Christliche Tauff “ (Weber 1999:319).

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Şimdi buraya kadar gerçekten müthiş bir yazı dizisi oldu diye düşünüyorum , gerek örnekler gerek teknikler sitede ve internette duyduğumuz hatta hatta filmlere konu olan bir çok bilgiyi araştırma içinde okumuş olduk .. Ancak konunun bundan sonra ki bölümleri yukarıdaki ilginç noktaları silip süpürecek nitelikte ..

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Merhabalar, arkadaşlar cadılar beden deriştire bilmesi için başka bir bedene ihtiyacı var ruh transferi oldukça kapsamlı ve her cadı kafasına göre yapmaz bence.

 

Bir cadı bedenini değiştiremezmi çocukta dahil sonuçta hatta eğer gerçekse aksine gizlenmek ve belli etmemek için çocuk olmalı yani neyse sustum :)
Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Öncelikle ütopyalardan değil gerçeklerden (belgelere dayanılarak ) bahsediyor konu , ikincisi vakaların hemen hemen hepsi cadı avından bahsediyor , olayların geçtiği zamanı göz önüne alırsak kavramlar birbirine karışmış, exorcisim ile cadılığı aynı kefeye koyan din adamları ve halktan bahsediyor ve dönemsel kavramlar ile karışmış bir takım olgulardan ..

Ayrıca o sizin dediğiniz beden değiştirme vs gökten zembille inmiyor cadı olduğunun bile henüz farkına varmamış bir çocuk ?

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

ÇOCUKLAR VE HURAFELER: ÇOCUK BEDENİNİN BÜYÜLÜ GÜÇ SAHİBİ OLDUĞUNA DAİR İNANCIN KÖKENİ VE ÇOCUK YAMYAMLIĞI

 

Daha önce değinildiği üzere Antik çağ’ın kendine özgü ve gelişmiş bir büyü (magie) geleneği olduğu bilinmektedir. Çok sayıda düşünür büyü üzerine düşüncelerini çeşitli vesilelerle dile getirirken; Apollonios,Theokrit, Horatius, Vergilius, Ovidius gibi şairler bu köklü geleneğin örneklerine dizelerinde sık sık yer vermişlerdir (Luck1990:60).

 

Şairlerin (dışardan) yaptıkları gözlemlerle kaleme alman bu tasvirlerin, bugün bizleri hayran bırakacak denli göz alıcı ve ayrıntılı olduğunu görüyoruz. Antik çağ’da her türlü (ak — kara) büyü, kehanette bulunma ve geçmişten haber verme bağlamında Orakel teknikleri,yaşamın tüm alanlarında karşımıza çıkar. Sadece savaş,doğal felâketler gibi olağanüstü koşullar için değil,gündelik yaşamın tüm alanlarında, karar alma süreçlerinde,alman kararların uygulanmasında ve karşılaşılan sorunların çözümünde ‘büyü’den medet ummak adettendir.

 

Antik çağ’da fetüsler ve yeni doğmuş çocuklar büyücüler tarafından sevgi büyüsü hazırlanmasında malzeme olarak kullanılmak üzere çalınmaktadır. Özellikle Geç orta çağa gelindiğinde çocuk bedeni üzerinden yaratılmış bu söylem o denli yayılır ve efsanevî bir boyut kazanır ki, ‘çocuk bedeni’ cadıların ve büyücülerin en zararlı büyü

pratiklerinin vazgeçilemez hammaddesi haline gelir. Bu arada küçük bedenleri ana kamından veya beşiklerinden çalma görevi ise, Lilith,Striga (Strix)gibi cadı benzeri dişi gece demonlarına düşmektedir.

Ovidus, Seneca ve Horatius’un metinlerinde kanatlarından yumurtalarına kadar ayrıntılı biçimde tasvir edilen Strix baykuş benzeri bir gece kuşudur; başlıca amaçlan insanlara kötülük etmek olan bu insan — kuşlar hakkında halk arasında dolaşan efsanelere doğa tarihçisi Plinius da katkıda bulunur; Strix düşmanına beddua etmek dışında adı anılmasa da uğursuzluğuyla ünlü bir kuştur. Ovidius’a göre strix çocukların kanlarını emen, vücutlarını kemiren bir vampirdir(Di Nola 1994:316).

 

Antikite’de bu denli yaygın kabul ve uygulanma imkânı bulan büyü geleneğinde özellikle ‘sevgi büyüsü’, çocuk hırsızlığı bağlamında önem kazanmaktadır. Sevgi büyüsü genellikle karşı cinsin sevgisini kazanmak, ilgi uyandırmak veya baştan çıkarmak amacıyla uygulanır. İçeriğinde cinsellik önemli bir rol oynayan sevgi büyüsü pratiklerinde, büyücüler tarafından hazırlanan karışımların vazgeçilmez maddesi yeni doğmuş bebekler veya ana kamından çalman embriyolardır (Soldan-Heppe 1999:57 vd).

 

Antikçağ’m putperest kültürlerinde kötücül amaçlarla çocuk hırsızlığı gibi, çocuklann ve yetişkinlerin Tanrılara kurban edilme (adak) ritüeli de yaygındır. Bunun tipik örneği Antikçağ’m en önemli gizem dinlerinden biri olarak kabul edilen Dionysos Kültü’nde görülür.Yine tek Tanrılı dinlerin kutsal metinlerde çocukların katli veya adak olarak sunulmasına sıkça rastlanır; çocukların kurban edilmesi Eski Ahit’teki önemli motiflerden biridir.1Yeni Ahit’te, Matta Incili’nde anlatılan, Beytlehem ve yöresinde yaşayan iki ve iki yaşından küçük erkek çocukların katli öyküsü, kuşkusuz bu konuda en bilinen örneklerden biridir.

 

“Hirodes,yıldız bilimciler tarafından aldatıldığını anlayınca çok öfkelendi.

Onlardan öğrendiği vakti göz önüne alarak Beytlehem ve bütün yöresinde bulunan iki ve iki yaşından küçük erkek çocukların hepsini öldürttü. [ ...]66(Mat.2:16).

 

Hıristiyanlık henüz yayılmadan önce (yaklaşık I. yüzyılın sonları) bazı Gnostik tarikatların sırra-erme (initiation)ve benzeri ayinleri, çocuk kurban edilmesiyle sonlandırdıklan bilinmektedir (Tuczay 2003:59). Yine Montanusçular2gibi Heretik Hıristiyanlar ve Markioncular3gibi Gnostik Hıristiyanlar arasında çocuk kurban edilmesi yaygındır. Örneğin Montanusçular yılda bir kez vücuduna bronz iğneler saplanarak kurban edilen çocuğun kanıyla ıslattıkları undan, Abendmahl (şaraplı ekmek ayini) için ekmek hazırlarlar (Soldan-Heppe1999:130). Bu arkaik kökenli inanç Hıristiyanlığın erken dönemlerine kadar önemini korumuş, farklı mezhep ve tarikatlar arasında uzun süre çatışma konusu olmuştur. Hıristiyanlığın ilk yüzyıllarında Yahudiler ve Hıristiyanlar birbirlerini insan kurban edilmesi vb putperest gelenekleri sürdürmekle suçlamış olmakla birlikte, suçlamaları eyleme dönüştürme de Hıristiyanlar Yahudilere baskın çıkacaktır. Kilise babalarının Yahudilere bakışı ayrımcı olmanın da ötesinde, nefret ve kin doludur. Antakya’lı Johannes Chrysostomos,Yahudileri köpekler, domuzlar ve keçilerle bir tutar ve ekler; ‘herkim İsa’yı seviyorsa, Yahudiler’den nefret etmek zorundadır.’Aziz Augustinus’a göre Yahudiler, şeytan tarafından yönlendirilirler ve işledikleri günahların affedilmesi mümkün değildir (Wolf1995:955).

 

Yukarıda verilen örneklerden daha ağırlarına iki bin yıllık Hıristiyanlık tarihinde bolca rastlamak mümkündür. Yahudiler Erken orta çağdan başlamak üzere kendilerine yöneltilen ‘çocuk katili’ yaftasından hiç bir zaman kurtulamadıkları gibi, aradan geçen yüzlerce yıllık sürede, suçlamaların dozu giderek artacaktır. XIII. ve XIV. yüzyıllarda, Hıristiyan çocukları keserek kanlarını akıtan, bedenlerini sağaltım ya da kötücül amaçlarla kullanan Yahudilerin tecrit ve takibi artık gündelik yaşamın bir parçası haline gelmiştir. Yahudilerin Hıristiyan düşmanlığı, sadece çocuk katli suçlamasıyla sınırlı değildir kuşkusuz; Hıristiyanlığın kutsal değerlerine küfüretmek, şeytanla işbirliği yapmak, şehir sularını zehirlemek vbörneklerle ‘şer listesi’ni uzatmak mümkündür. Geç ortaçağdaYahudi takibi, XV. yüzyılın ikinci yarısından itibaren ortaya çıkan modem cadı kavramı ve devamında gelen cadı-büyücü avıyla önemli ölçüde hız kesecektir.

 

Hıristiyanlığın ilk yıllarında Yahudiler ve Hıristiyanlığı savunan tarikatlar arasında sapkınlık suçlamaları şaşırtıcı ölçüdebirbirine benzer. Hıristiyanlığın emekleme dönemlerindeYahudiler ve putperest halklar tarafından, Hıristiyanların kendilerine yöneltilen suçlamaların benzerlerini, giderek daha ağırını, bu kez Heretik grupların mensuplarını cezalandırmak için kullandıkları görmek ilginç, bir o kadar öğreticidir. Bu konuda, ilk Hıristiyanların sapkın bir tarikatın üyeleri olarak tasvir edildiği bir örneği,Soldan-Heppe verir; yeni gelişmekte olan gizli ve sapkın bir tarikatın üyeleri olarak görülen Hıristiyanlar, birbirlerini kardeş olarak adlandırmaktadırlar. Tann’ya ibadet etmek yerine imansızlığı seçmişlerdir. Kilise yerine, tekinsiz yerlerde toplanır, kötücül amaçlı planlar yaparlar, iğrenç şeylerle beslenirler; kesilmiş bir eşek başına veya baş rahibin gerisine iman ederler. Bu sapkınların aralarına yeni bir üyenin kabul merasimi, çocuk katli ritüeline dönüşür; üstü unla örtülmüş bir çocuk tarikata yeni katılan üyenin önüne konur ve bıçaklaması istenir; işlem çocuk ölene kadar tekrar edilir.Cansız bedenden akan kan Hıristiyanlar tarafından iştahla yalanır. Parçalara ayrılan çocuğun bedeni, topluluğun eyleminin gizli kalacağının teminatıdır aynı zamanda. Kendi bayram günlerinde kadın, erkek, çoluk-çocuk bir araya gelen Hıristiyanlar azgınca yiyip içerler. Bu orji,mumların söndürülmesiyle karanlıkta başlayan sapkınlık dolu çiftleşmelerle nihayete erer [Ek: 17]. Soldan-Heppe, Kilise’nin yüzyıllar sonra aynı tasarımlarla kâfirleri (Ketzer)ve sapmış grupları (Sekten)suçlamasının manidar bulduğunu belirtmektedir (Soldan-Heppe1999:128-129).

Bu noktada, arkaik kültürlerin kendilerine özgü tapınma,adak-kurban ritüelleriyle Hıristiyanlığın ilk yüzyıllarından itibaren, başta Yahudi karşıtlığına uygun olarak Kilise tarafından geliştirilen olumsuz söylem arasındaki önemli farka dikkat çekmek istiyoruz. Katolik Kilisesi’nin Hıristiyanlık tarihi boyunca takındığı bu olumsuz, ayrımcı, tavra daha sonraM. Luther de bilerek ve isteyerek dahil olacaktır. Öncelikle şeytana tapınma ritüelinin gereği olarak cadıların şeytanla cinsel ilişkiye girmesi, bedenlerine ihtiyaç duyulan çocukların vahşîce kurban edilmesi gibi her türlü sapkınlığın yaşandığına dair fanteziler, başlangıçta Yahudi inancına özgübir kâfirgeleneği olarak kabul edilmiştir.

 

Ancak XI. yüzyıldan itibaren Heretik akımların ortaya çıkması ve özellikle Güney Fransa, Kuzey İtalya’da gruplar halinde örgütlenip, kuvvetlenerek ‘resmî’ Kilise ideolojisine alternatif oluşturmaya başlamalarıyla Enkizisyon Mahkemeleri kurulmuş ve böylece Katolik Kilisesi için yeni mücadele yönü Hıristiyanlığın ‘iç düşmanlan’na doğru kaymıştır.

 

Yüksek ortaçağda Ortodoks Hıristiyanlığın teologları, Katharosçular,Waldesçiler, Bogomiller gibi Heretik grupların sapkın bir yaşam sürdüğünden emindirler. Bu tarikatların üyeleri mahkemelerde ağır işkence altında, katıldıkları gizli ayinler hakkında ayrıntılı bilgiler verirler; gizli yapılan ayinlerde şeytana tapınmanın yanı sıra, insanlar hayvanlarla ilişkiye girilir,babalar kızlarıyla, anneler oğullarıyla yatar, vaftiz edilmemiş çocuklar kurban edilip etleri yenir, kanları içilir [Ek: 18].Mahkemelerde Heretikleri yakılmaya gönderen bu suçlamalarlaYahudiler zaten yüzyıllardır yüz yüzedir. Katolik Kilisesi tarafından marjinal (Außenseiter/Randgruppe)olaraktanımlanan tüm kesimler son tahlilde Hıristiyanlığın düşmanıdır. Bu (ön)yargı Yahudiler, kâfirler, putperestler veheretikler benzeri farklı inanç sahibi grup ve topluluklar kadar cadılar, falcılar, büyücüler, akıl hastaları, eşcinseller,cüzzamlılar, fahişeler, aylak gezginler, hokkabazlar, şarlatanlar,dilenciler vb ayrıkotları için de geçerlidir. Sonuç olarak, tapınma amacıyla çocuk kurban edilmesi başlangıçta bütünüyle arkaik kültürlere özgü putperest bir gelenek olarak görülmekle birlikte, çocuk bedenlerinin, hatta ana kamından doğmadan ç/alınan embriyoların büyü amaçlı kullanıldığına dair inancın, yeni bir sapkınlık türü olarak görülmesi, giderek yaygınlık kazanması, büyük ölçüde Ortaçağ’a özgüdür [Ek:19].4

 

Eskiçağlardan itibaren birçok kültürde izleri görülebilen ‘çocuk hırsızlığı’nın başlıca nedeni küçük bedenlerin sağaltım,ve büyü amaçlarıyla kullanılabileceğine olan

sarsılmaz inançtır [Ek:20]. Yüzyıllar boyunca çocuk düşmanlığı motifiyle örtüşerek

gelişen çocuk hırsızlığı son tahlilde çocuk yamyamlığının bir parçasıdır [Ek:21], Ancak ‘çocuk hırsızlığı’içerdiği mitolojik ve masalsı motifler nedeniyle çok daha karmaşık bir olgudur [Ek:22]. İnanışa göre büyü veya sağaltım amacıyla hazırlanacak merhemi(Salbe)elde etmek için yeni doğmuş veya yeni doğmuş, ancak vaftiz edilmeden ölmüş çocuk bedenlerine, ana kamında ki embriyolara, herhangi bir nedenle yeni ölmüş çocuklara ihtiyaç vardır. Bu merhem daha sonra ihtiyaca göre toz veya büyü merhemi (Hexensalbe)olarak kullanılacak cadı merheminin hazırlanabilmesi için elzemdir.Kuşkusuz mezarlıklar cadıların, büyücülerin ihtiyaç duydukları bu kıymetli malzemenin bolca bulunduğu yerlerdir. Mezarlıklar kimi zaman bu işi ticaret haline getirmiş mezar soyguncuları tarafından, çoğunlukla geceleri, ziyaret edilir. Eğer bir cesedin büyü pratiklerinde amaçlanan faydayı sağlaması isteniyorsa, mutlaka yeni yaşamını yitirmiş bir çocuğa ait olması gerekir. Diğer bir ifadeyle çürümeye başlamış cesetler amaca uygun değildir. Hazırlanan merhemlerin kullanım alanı, biraz da kullananın niyetine göre değişmekle birlikte, oldukça geniştir; örneğin XIV. yüzyılın sonlarında îsviçre’li bir cadı yargılandığı mahkemenin hâkimi Greierz’li Peter’e, çocuk cesetlerinden elde ettiği sıvı ve merhemleri vücuduna sürerek görünmez olabildiğini söyler (Weber2000:128).

 

 

En etkili karışımlara uygun terkiplerin hazırlanmasında avantajlı mesleklerden söz edilebilir. Söz gelimi cadı-büyücü gibi şeytanın işbirlikçileriyle işi gereği en fazla ilişkide olan cellâtların etkili büyü terkiplerinin deşifre edilmesinde zaman zaman bilgilerine başvurulur. Örneğin Miltenberg’li cellât Diepolt Hartmann 14Şubat 1494’te Frankfurt amMain şehir mahkemesindeki sorgulanmasında, 1492-1494 yıllan arasında yaklaşık otuz büyücüden edindiği bilgilerle, eksiksiz bir büyü terkibini açıklar (Soldan- Heppe 1999:231).

 

Özellikle XVI. ve XVII. yüzyıllarda çok sayıda, cesedi çalınmış ve/veya öldürülmüş çocuğa ilişkin davanın görüldüğü mahkeme kayıtlarından anlaşılmaktadır. Ceset hırsızlarının talanı karşısında şaşkına dönen aileler, yeni defnedilen çocuklarının mezarı başında, en azından ceset tazeliğini yitirene kadar nöbet tutmaya başlamışlardır. Bu dönemde çocuk hırsızlığı, kimi aileleri gözlerden uzak yerlerde gizli defin yapacak kadar yaygınlaşacaktır. 1563 yılında Wiesensteig/Kämten’de altmış üç cadı ve büyücü, Tanrı’nın varlığını inkâr ederek şeytanın emrine girdikleri ve onun buyrukları doğrultusunda, çok sayıda vaftiz edilemeden ölmüş çocuk cesedini mezarlarından çaldıkları gerekçesiyle yargılanmışlar ve yakılarak ölüme mahkûm edilmişlerdir. Zanlılar tarafından çalınmış çocuk cesetlerinden bir bölümü, kaynar suda haşlanarak yağı alınırken, diğerleri yakılarak toz haline getirilir. Zehirli büyü merhemi (giftigeZaubersalbe) hazırlayabilmek için fare, tavşan, baykuş, köpek vb hayvanlar,tercihan kızıl insan saçı, domuz kılı, koyun kılı, örümcek ağı, uyuz böceği, yumurta kabuğu, konyak, beyaz ve sarı zehir,zehirli otlar ile çocuk bedenlerinin birlikte karıştırılması gerekir. Çocuk bedenlerinin haşlandığı sular ‘hava’ ve ‘dolu yağdırma’ büyüsü (Wetterzauberei)içinde birebirdir (Weber2000:129-130)[Ek:24-25].

 

Almanya’da ölü çocuk bedenleri üzerinden zararlı büyü yaparak insanlara zarar veren cadılara karşı verilen mücadelenin XVI. yüzyılın sonlarıyla Otu zyıl Savaşları arasında yoğunlaştığı görülmektedir; Nördlingen’de 1590-1594 yılları arasında beş veya altı kadın bir çocuğun cesedini cadı lapası (Hexenbrei) pişirmek niyetiyle çalmakla suçlanırken; 1602 yılında Preßburg’da(Bratislava) ikikadın, cadıların dansına (Hexentanz)katılabilmek amacıyla çocuk cesetlerinden cadı merhemi yapmaktan suçlubulunarak yakılmıştır. 1590 yılının Temmuz ayında Freudenberg’de (Wertheim Kontluğu),altısı kadın ikisi erkek sekiz kişi kara büyü yöntemleriyle insanlara, hayvanlara ve ekinlere zarar vermekle suçlanmışlardır.Sanıklar mahkemede verdikleri ifadelerinde büyü sanatını çocukluk yaşlarından itibaren annelerinden öğrendiklerini,mezarlıklardan vaftiz edilmemiş çocuk cesetleri çaldıklarını ve cesetleri kızartarak yumurtayla birlikte yediklerini, özellikle cesetten arta kalan parçaları, cadıların sabbatına katılabilmek amacıyla ihtiyaç duydukları merhemi hazırlayabilmek için kullandıklarını itiraf ederler [Ek:26]. Yargılama sonucu suçlu bulanan sekiz sanığın ölüm cezalan 1591 yılının Ekim ayında infaz edilir. Wertheim’da görülen bir diğer davada otuz yaşındaki Dörlein Müller henüz beş yaşındayken demon adına vaftiz edilmiş ve bedenini ona sunmuştur. Sanık Müller beş çocuğu kaçırmak, mezarlıktan çocuk cesetleri çalmak ve cadı merhemi hazırlamak amacıyla bu cesetleri haşlamaktan suçlu bulunarak ölüme mahkûm edilir; mahkeme tarafından dava süresince ki itirafları ve tavırları nedeniyle cezası hafifletilmiş, böylece diri diri yakılmak yerine, önce başı kesilmiş, daha sonra yakılarak cezası 7 Mart 1634’te infaz edilmiştir (Weber2000:130).

 

 

Çocuk yamyamlığının ilginç örneklerinden biri XVI. yüzyılın son yıllarında Nördlingen’de yaşanır. 1590-1598 yıllan arasında,güney Almanya’nın kırsal kesiminden ve farklı şehirlerinde yapılan takipler sonucu ele geçirilerek Nördlingen’de yakılan otuz beş cadıdan biri olan Barbara Lierheimer sorgulanması sırasında ilginç şeyler anlatır. Lierheimer bir kadın arkadaşının evinde katıldığı davette yediği ettenşüphelendiğini söyler; önüne gelen yemeğin nereden geldiğini ve kimin pişirdiğini bilmemekle birlikte, küçük kızarmış et parçalarının büyük bir ihtimalle çocuk ayağı olduğunu itiraf eder. Barbara Lierheimer’in itirafı şehirde bomba etkisi yaratır,çünkü o bir ebedir. Özellikle yeni doğum yapmış birçok kadın ve ailesi büyük bir şaşkınlık yaşayacaktır. Evinde davet veren diğer kadının da, birçok kadının doğumunda yer almış bir ebe olması, Lierheimer’in itiraflanyla birleşince, olay tam bir ‘cadı paniği’ne dönüşür (Roper 2007:103 vd).

 

Canlı veya ölü çocuk bedeninin bu denli kıymetli olduğu bir dönemde hamile kadınlarda kannlarında taşıdıklan bebekler nedeniyle tehdit altındadır. Erkek embriyoların ‘sağ eli’nin her türlü hırsızlık suçundan yakalanmaktan koruyan bir muska (amület)olarak kullanılabileceği inancının yaygınlaşması nedeniyle hamileliklerinin son aylarını yaşayan kadınların karınlan,embriyo hırsızları tarafından canlı canlı yanlmakta ve bebekler çalınmaktadır (Wolf1995:961).Büyücülere ve cadılara satılan embriyolann amület amacıyla kullanılmasının yanı sıra, embriyodan, bedeninmeyvesinden (Frucht),‘yaşamiksiri’ olarak faydalanılması da söz konusudur. Benzer bir hırsızlık 1577 yılında Nümberg’de yaşanır. Nicolaus Stöllerve arkadaşlan üç hamile kadının karınlannı çocukları çalmak amacıyla keserler; ilkinde ölü bir çocuk, İkincisinde bir kız çocuğuna rastlayan hırsızlar, (nihayet) üçüncü kadının karnında iki canlı erkek çocuğu (zweylebendige Knäblein)bulurlar (Weber2000:131).Mahkemelerde sorgulanan çocuk hırsızları, çalman çocukların müşterileri arasında büyücüler, cadılar kadar Yahudilerin de olduğunu itiraf ederler.

Malleus Malefıcarum’ un yazan Heinrich Kramer’e göre kadınlar ebe, üvey anne ve nihayet ‘cadı’ oldukları için potansiyel çocuk düşmanıdırlar. H.Kramer Malleus

Maleficarum’’da,bir enkizitör meslektaşının verdiği bilgiye dayanarak, Lozan’da bazı büyücü ve cadıların yeni doğmuş çocukları kaçırdıklarını ve daha sonra pişirerek yediklerini yazar(Kramer 2000:375).Yine Kramer,Boltingen hâkimi Petrus tarafından verilen bilgileri, Johannes Nider’e atfen Formicarius’’dan ayrıntılı biçimde aktarır. Bern yöresinde on üç küçük çocuk cadılar tarafından kaçırılmıştır. Hâkim Petrus yakalanan cadılardan birinin sorgulanması sırasında, çocukların nasıl çalındığı ve onlara neler yapıldığı gibi konularda önemli bilgilere ulaşır; cadılann öncelikli amacı, vaftiz edilmemişveya vaftiz edilmiş, ancak evlerinde haçla ve dua ile iyi korunmayan çocukları çalmaktır. Çocuklar beşiklerindeyken veya ailelerinin yanında yatarken törenle öldürülür. Aileler çocukların boğulduğunu veya herhangi başka bir nedenle öldüğünü zannetmektedir. Daha sonra gömülen cesetler, gizlice açılan mezarlardan cadılar tarafından çalınır; büyük bir kazanda kaynayan suya atılan çocuk cesetleri etler kemiklerinden ayrılana ve etler suda eriyene, içilecek kıvama gelinceye kadar pişirilir.Böylece cadıların gece yolculukları öncesinde vücutlarına sürdükleri merhem (Salbe) hazırlanmış olur [Ek:27]. Sanık cadı tarafından son olarak verilen bir bilgi‘cadılar tarikatı’na üye kazandırılma konusunda önemli biripucu verir; çocuk cesetlerinin pişirilmesiyle elde edilen sıvı(Safi)bir tuluma doldurularak saklanır. Her kim ki tarikata katılmakister, düzenlenen bir (kara büyü) ayiniyle bu sıvıdan içmek zorundadır; böylece cadılar tarikatının yeni sırdaşı ve giderek ustası olacaktır.

 

Daha önce belirtildiği üzere Orta çağ’da cadılara ve büyücülere atfedilen çocuk katli tasarımları, arkaik ‘kurban’ ritüelinden izler taşır. Öncelikle çalınan çocukların canlı olması tercih nedenidir. Şayet çok bedene ihtiyaç duyulmuyorsa, sabbat öncesi katledilmesi tercih edilmez; mümkünse ayin alanına götürülür, başrahip’’e(şeytan) adanarak, önünde törenle kurban edilir. Sabbatlarda yaşanan kurban edilme ritüeli yeni bir yaşam ve güç kazanılması anlamına gelir. Wahrhaffte(n)Nachrichtvon einer Beschwerung des Satans adlı kaynakta anlatıldığı üzere, şeytan kendisi için sürekli küçük çocuk ister; 1730 yılının kutsal günlerinden birinde Lindau’da şeytan, hazine arayan beş vatandaşla, yapacağı yardım karşılığında, doğmamış bir çocuğun kendisine verilmesi konusunda anlaşır (Seidel2005).Özellikle Geç ortaçağdan itibaren cadıların, büyücülerin şeytana tapınmak amacıyla bir araya geldiği kara büyü ayinlerini (SchwarzeMesse)‘cadıların sabbatı’ (Hexen sabbat)5olarak tanımlamak gelenek haline gelmiştir [Ek:28]. Daha önce değindiğimiz üzere, her ne kadar yüzyıllardan beri Katolik teoloji doktrini, Yahudilerin ibadet ilkelerini putperest — kâfir— geleneklerinin sürdürülmesi olarak kabul etmiş olsa da, son tahlilde cadıların sabbatı, Yahudilerin Hıristiyanlık düşmanlığına karşı yöneltilmiş en büyük suçlama olmaktadır. Diğer yandankara büyü ayini, sabbat özdeşliğinin kurulmasında, KatolikKilisesi’nin Heretik tarikatlara karşı giriştiği mücadelenin de etkisi yadsınamaz boyutlardır.

 

Avrupa’da cadı avlarının yaşandığı dönemde yapılmış çok sayıda sabbat ayini tasviri günümüze ulaşmıştır [Ek:29]. Sabbatlann ayrıntılı bir tahlilini yapmadan şunu söyleyebiliriz; şeytanın emrindeki cadıların başrol üstlendiği bu ayinlerin,Hıristiyanlığın kutsal saydığı tüm değerleri ayaklar altına alacak şekilde, alabildiğince profesyonelce, tasarlanmış birer esrime ayinine dönüştürülmüş olması dikkat çekicidir.Sergilenen sapkınlıklardan en önemlileri şöyle sıralanabilir;Tann’mn yeryüzündeki hâkimiyetine ortak koşmak, şeytanatapmak, aile içi cinsel ilişkiyle ‘kutsal kurum’ aileye saldırmak, çocukları katletmek, etlerini yemek, şeytanla cinselilişkiye girmek, ondan hilkat garibeleri doğurmak, kutsal sakramentleri reddetmek. Sabbatlar sadece kutsal değerlerin tahribine yönelik olarak tasarlanmamıştır. Aynı zamanda iyi bir Hıristiyan olan, iyi insanın,sahip olduğu değer yargılarıyla da alay edilir [Ek.30-31-32],Kaynayan kazanlara vaftiz edilmemiş ölü çocuk kalplerinin yanısıra, kara kurbağa, kara engerek, yılan balığı gibi kısmen zehirli hayvanlar atılır. Elde edilen yağlarla görünmezolunabildiği gibi, uçma yetisi de kazanılabilir; çürümüş yemeklerle, kızarmış çocuk bedenlerinden parçalarla sofralarhazırlanırken, kurbanların kanı şarap niyetine içilir; şeytanı temsil eden, tahtına oturtulmuş keçinin önünde çılgınca dans edilir; şeytana sadakatin gereği olarak keçinin gerisi öpülür[Ek:33].

 

Bir yandan aile bireyleri ensest ilişkilerle kendilerinden geçmişken, sıra ayinin finaline, şeytanla ilişkiye gelir. Bu konuda Pfalz’lı Friedrich’in kronisti ve saray papazı(Hofkaplan)Kemnat’lı Matthias’ın ayrıntılı sabbat tasvirleri ilgi çekiçidir.

 

Kilise tarafından hoş görülmeyen, yasaklanmış cinsel deneyimler, tüm bu sapkın eylemlerin merkezinde yer alarak sabbat ayinlerine giderek bir orji karakterini kazandırmaktadır. Yapılan tüm bu tasvirler önemli bir noktaya işaret etmektedir; Enkizisyon Mahkemeleri’nin yargıçlarınca da sıklıkla vurguladığı üzere, cadılar sabbatlara konu her türlü sapkınlığı heretik kâfir tarikatlarından örnek almışlardır.6Bu tespit aynı zamanda ‘Modem Cadı’nın bir üst kavram (Sammelbegriff)olarak,kendisinden önceki tüm benzer yaratımların toplamı ve en olgunlaşmış hali olduğu

yolundaki görüşü teyit etmektedir.

 

Antik çağ’dan başlamak üzere, çalman çocuğun bedeni üzerinden sürdürülen bir efsanenin varlığı söz konusudur; ohalde embriyolar olsun, doğumdan hemen sonra ölmüş veya beşiğinden uyurken çalınmış bebekler olsun, küçük bedenleri,çocuk yamyamlığını, bu denli cazip kılan nedir? Bu sorunun enkısa yanıtı ‘yaşam’a ilişkin gizemde saklıdır; çocuk bedenlerinin farklı bir güç içerdiğine sarsılmaz biçimde inanılmaktadır. Sabbat tanıklıkları o denli ilginçtir ki, anlatılanlardan, küçük bedenlerin olağanüstü tatları (Leckerbissen) nedeniyle de talep edildiği sonucuna bile varılabilir. Kaldı ki,Soldan-Heppe’nin de aktardığı kadarıyla, büyük katılımlarasahne olan sabbat ayinlerinde yenenler ve içilenler alabildiğince iğrençtir; ekmek ve tuzun olmadığı, sofra artığı çürümüşağaç tadında balık veya et, ekşi ya da lağım suyu kıvamında şaraplardan oluşmuş bir yemek mönüsü söz konusudur. Böyleiğrenç yemeklerin olduğu bir ortamda, cadıların masalarını,biraz önce kurban edilmiş ve parçalanmış, küçük çocuk bedenleri şenlendirecektir.

Taze çocuk kanının uzun yaşam için en kuvvetli iksir olduğu, en saf,en sağlam ve büyüleme gücü yüksek kanın çocuklarda olduğu inancının kökenleri, kuşkusuz Ortaçağ’dan çok daha eskilere uzanmaktadır. Bu nedenle çağlar boyunca yaşlı insanlar çocuk kanıyla banyo yaparak sağlık ve uzun yaşam hayalî kuracaklardır.Çocukların üstün bir büyü potansiyelinin olduğu, çocuk eti yenmesi durumunda bu gücün yiyene de geçeceğine olan inanç,Ortaçağda’ki (modem) çocuk yamyamlığının gerekçelerinden biridir (Seidel2005).Malleus Maleficarum\m yazarı Heinrich Kramer’e göre, cadılar çocukların, özellikle embriyoların bir başka özelliğini daha keşfetmişlerdir: ilk doğan vaftiz edilmemiş erkek çocukları öldürüp bir fırında kül oluncaya kadar yakılırsa, bu külü yanında taşıyan cadı yaptığı işte hiçbir zaman iz bırakmayacaktır. Bu olgu bize çocuk eti yiyen cadıların görünmez olduklarına olan inancı anımsatır.

1 Bak: 2Kr.l6:13; 2Kr.l7:17; 2Kr.21:6; 2Ta.28:3.

 

2 Adını, önceleri bir Kybele rahibi olan ancak daha sonra Hıristiyanlığı seçen önderleri Montanus’dan alan Montanusçuluk, Heretik bir Hıristiyan akımı olarak II. yüzyılda Frigya’da ortaya çıkmıştır.

 

3 Adını Sinope’li (Sinop) gnostik Markion’dan (y. 85 - ?) alan tarikat II. yüzyılda ortaya çıkmış ve çoğu kez Kilise tarafından en tehlikeli gnostikler olarak tanımlanmışlardır. Markion’un Eski Ahit ve Yeni Ahit üzerine mütalâaları nedeniyle Heretiklikle suçlanarak aforoz edilmiştir, iki ayrı Tanrı olduğuna inanan Markion kutsal metinleri değerlendirme biçimiyle erken dönem Hıristiyan babaları üzerinde etkili olmuştur.

Markion ve Markionculuk üzerine yapılmış ilgi çekici — çağdaş — yorumlardan biri Avusturya’lı kültür tarihçisi Egon Friedell’e aittir. Bak: Friedell 2006:19 vd.

 

4 Büyücülük, falcılık, cadılık gibi doğaüstü güçlerin yardımıyla icra edildiğine inanılan tüm zararlı pratiklerin Antik Yunan-Roma kültürleriyle ve Antik dönemle sınırlı olmadığını, konumuz açısından böyle bir sınırlamaya gidildiğini belirtmeliyiz. Kaldı ki, Iran, Hint ve Mısır kültürlerinde çok eski bir demon geleneği olduğunu, yine Keltler, Slavlar ve Cermenlerde yaygın bir büyü ve hortlak inancının olduğu malumlarıdır.

Kurban verme ritüeli, kötülüklerin kovulması, günah keçileri konularında Antropolojik bir yaklaşım için bak: Frazer 1992, II.

 

5 Almanca yazında, şeytanının sabbatı (Teufelssabbat), Kara Büyü Ayini (Schwarze Messe), Cadıların Dansı (Hexentanz) değişik nüanslar olmakla birlikte, genellikle cadıların sabbatıyla (Hexensabbat) eş anlamda kullanılmaktadır.

 

6 1320 ve 1350 yıllarında Carcasonne’da dört yüz, Toulouse’da altı yüz kişi çocuk hırsızlığı, sabbatlara katılım amacıyla gece yolculukları yapmak, kara büyü ayinlerine katılım ve çocuk kanibalizmiyle suçlanarak mahkemeye çıkarılmışlardır. Bunlardan Carcasonne’da iki yüz kişi, Toulouse’da dört yüz kişi olmak üzere toplam altu yüzüü suçlu bulunarak yakılmıştır (Weber 2000:179).

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

TANIKTAN SANIK SANDALYESİNE MUHBİR ÇOCUKLAR: XVI. VE XVII.YÜZYILLARDA ÇOCUK CADI DAVALARI

Avrupa topraklarında ilk cadı avlarının yaşandığı dönemlerde takibe uğrayanların tamamına yakın bir bölümünü yaşlı ve yalnız yaşayan kadınlar oluşturmuştur. Masal cadılarını çağrıştıran ilk kurbanların tespiti, takibi ve yargılanarak mahkûm edilmesi,çocukların tanıklıklarıyla kolaylaşacaktır. Çocuklar XVI. yüzyılın sonlarına, kendileri cadılık suçlamasıyla sanık sandalyesine oturana kadar, mahkemelerin gönüllü,güvenilir ve sadık yardımcıları olarak Erken dönem cadı davalarında önemli bir rol üstleneceklerdir. Anılan bu dönemden önce, ergenlik çağma ulaşmış çocuklar tarafından işlenen hırsızlık, tecavüz,darp gibi adi suçların varlığından söz etmek mümkünse de,ancak Erken yeni çağ ile birlikte Avrupa’nın hızla değişen ekonomik, toplumsal ve sosyal çehresine koşut biçimde suç türlerinde çeşitlenme ve büyük ölçüde artış izlenecektir.

 

Çocukların cadı davaları karşısındaki tutumları XVII. yüzyılın ilk yansından itibaren giderek agresifleşir; çocuklar çoğunluğunu büyük anne, anne, teyze, abla gibi kendi ve yakın aile bireylerinin oluşturduğu çok sayıda cadılık suçlamasında başrolü üstleneceklerdir. Bu sürecin hangi dürtülerle çalıştığını, aile bireylerinin fütursuzca suçlanarak ihbar edilmesinin arkasında hangi nedenlerin yattığını tam olarak anlayabilmek mümkün değildir. Orta çağ’da heretik gruplara karşı yürütülen av sürecini yönetmek amacıyla XI. yüz yılda kurulan Kutsal Enkizisyon Mahkemeleri’nin yeniden tanımladığıt akip, sorgulama, yargılama ve infaz sürecinin muhbirliği de kutsadığı, giderek kurumlaştırdığı söylenebilir. Enkisizyon mahkemeleriyle yerleşen muhbirlik ve ihbar faaliyetleri, Erken yeni çağda görülen çok sayıda cadı davasında görüldüğü üzere, sivil yargı sürecinin hüküm sürdüğü dönemlerde bile önemini yitirmemiştir.

 

ÇocuklarınXV. yüzyılın sonlarından itibaren erken cadı davalarında muhbir olarak üstlendikleri görevin niteliği XVII. yüzyıla geldiğinde değişecektir. Aradan geçen yaklaşık iki yüzyıllık sürede cadı avları tepe noktasına ulaşmış, Avrupa’nın kimi kırsal bölgelerinde takibata uğramayan köy, ava kurban vermeyen belde neredeyse kalmamıştır.Sonuç olarak, XVII. yüzyılın ilk yarısından itibaren çocukların, dışardan herhangi bir etki ve müdahaleye gerek kalmaksızın, ‘cadı rolü’nü benimsediklerini ve giderek bu role uygun düşen görevleri bilinçlibir biçimde üstlendiklerini söyleyebiliriz.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

ÇOCUK CADILAR VE CİNLENMİŞ ÇOCUKLAR: FARKLILIKLAR VE BENZERLİKLER

Bu bölümde, çoğunluğu Almanya’da görülmüş bir dizi çocuk cadı davasına yer vereceğiz. Bu davaları, daha önce gördüğümüz cinlenme davalarından ayıran en önemli husus, çocuklar tarafından dillendirilen olayların karmaşık yapısı ve yetişkin cadı davalarında bahsi geçen tüm tehlikeli unsurları içermesidir. Cinlenmiş çocuklar öncelikle bir hasta,giderek ruhu tutulmuş zavallı bir beden olarak görülür ve sağaltılmaya çabalanırken,cadılıkla suçlanan çocukların, yetişkin cadılarda olduğu üzere, en başından (potansiyel) suçlu oldukları kabulü ağırbasar. Bunda, özellikle öksüz, kimsesiz çocukların hayatta kalabilmek için dilencilik, hırsızlık vb yollara başvurmuş olmaları önemli rol oynayacaktır.

Çocuklarda cinlenme bedensel bir aktivite olarak, olabildiğince teatral bir sunumla sergilendiği için ilgi çeker; bedenin çektiği azap dışarıdan, hayranlığa varan bir acıma duygusuyla izlenir. Son tahlilde cinlenmiş çocuğun nedamet getirerek içine girmiş şeytandan kurtulabileceğine inanılır. Egzorsistin de nihaî görevi, cinlenmiş hastaya temizlenebilmesi için yardım etmektir. Buna karşın cadılık şeytanla işbirliği halinde, muhayyile gücü nispetinde sınırsız sapkın tasarımlara imkân verdiği için çok daha tehlikelidir ve ‘ateş’ dışındakesin bir tedavisi yoktur. İtiraf etmek, nedamet getirmek, parçası olduğu ritüelin bir gereği olmanın da ötesinde, cadının ruhunun arınmasına imkân vermez. Nedamet getirmek, şeytanın emrinde olduğunu itiraf etmek, yakılmaya engel olmaz, ancak ruhun,son anda, gerçek bir Hıristiyan gibi öbür dünyaya intikaline imkân sağlar.

Çok sayıda ortak unsur içeren cadılık ve cinlenme arasındaki önemli farklılıkları izah etmeğe çalıştık. Bu farklılaşmanın en iyi biçimde örnek davaların incelenmesiyle anlaşılabileceğine inanıyoruz.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Freising Çocuk Cadı Davaları1

Andreas Höffa bir dilencinin çocuğu olarak 1704 yılında doğar. Aile bireylerinin erken yaşta ölmesi üzerine farklı yerlerde ikamet eden tanıdıklarının, akrabalarının yanında barınmak zorunda kalır. Doğuştan zayıf bünyeli olan Andreas, geceleri sık sık gördüğü karabasanlar nedeniyle, beraber olduğu insanların huzurunu kaçırmaktadır. Her kaldığı yerden kısa sürede ayrılmak zorunda kalan Andreas’in son durağı vaftiz babasının evi olur. Burada üç yaşında öksüz kalan yaşıtı Baltahasar Miesepöck (Hausel) ile tanışır. Ancak vaftiz babasının yanında da uzun süre tutanamaz; yine uykusunun karabasanlarla bölündüğü bir gecenin sabahında, vaftiz babasının karısı tarafından dövülünce, buradan da kaçar. İki kafadar (Andreas ve Balthasar)Freising çevresindeki yerleşim merkezleri arasında dilenerekyaşamaya başlarlar. Kısa sürede, dilencilik yaparak yaşayan oniki yaşındaki Lorenz Niederberger, on iki yaşındaki AntoniCastner ve dokuz yaşındaki Michael Zesi’nin katılımıyla grupbüyür. Hiç biri okula gitmemiş bu beşli, aralarında sadakat yemini ederek küçük bir çete oluştururlar.

 

Yöreye gelen yabancı dilencilerin anlattıkları, dilden dile dolaşan cadı— büyücü efsaneleriyle giderek çocukların kendileri de, büyülü güç sahibi olduklarına inanmaya başlarlar. Freising’de okula giden çocuklar arasında, dilenci çocukların ‘şeytanî işlere’alet oldukları yönünde söylentiler dolaşmağa başlar. Bu noktada dilenci çocukların söylentileri eğlenmek veya çevrelerinden öc almak niyetiyle çıkarttıkları, gerçektenzararlı büyü yapmak amacıyla bazı deneylere girişip girişmedikleri hakkında bilgi edinemeyiz. Ancak olan olmuştur birkez; söylentilerin artması üzerine 1715 yılının Aralık ayında bir öğretmen, çocukları ‘ilgli makamlar’a ihbar eder. Andreas ve Lorenz’in 03 Aralık 1715 tarihinde tutuklanmalarıyla,Freising’de ilk kez çocuk cadı davaları süreci başlamışolur. Hızla yapılan ilk sorgularında Andreas ve Lorenz’e,suçlarını ve işbirlikçilerini itiraf etmeleri telkin edilecektir. Ancak bu aşamada çocukların ikisi de tam olarak neyle suçlandıklarını bilmedikleri için ‘ işbirlikçileri ’nin isimlerini hemen verirler. Andreas gördüğü karabasanlarda ki dans eden insanları ve keçileri (Geißböcke)anlatır. Sorgucuların telkinleri etkili olacak ve cadıların dansına katıldığını, şeytanla yapılan işbirliği ve girilen cinsel ilişki hakkındaki sırlarını ifşa edecektir.2

 

Lorenz Niederberger’in sorgulaması da benzer bir seyir izler; o da kendi isteğiyle cadılık faaliyetlerini (Hexentaten)ayrıntılarıyla anlatır ve işbirlikçilerinin isimlerini verir. Beş gün sonra Balthasar,takip eden ay Antoni tutuklanır. Bir müddet ortadan kaybolan grubun son üyesi Michael Zeside, 1716 yılının Nisan ayında yakalanır. Zesi oldukça sert geçen bir sorgulama sonucunda cadıların dansı ve şeytanla işbirliği hakkında bildiklerini anlatır. Böylece tüm çocukların itiraflarında ortak nokta olan, cadıların dans alanını ziyaret ve şeytanla yapılan işbirliği gibi hususlar, onların işbirlikçi olduğuna işaret etmektedir.

 

îlk tutuklanan ve elebaşı olarak görülen Andreas Höffa’nm sorgulanmasında uygulanan yöntem dikkat çekicidir. Gece uykularını bölen karabasanlarla kıvranan, yeteri kadar acı çektiği anlaşılan genç için, gördüğü kâbusların şeytanın marifetleri, yani gerçek olduğundan yana bir şüphesi yoktur. Belki de başlangıçta kendisine babacan bir tavırla yaklaşan enkizitörlerin onu yaşadığı kâbuslarından kurtacağına inanmış olsa gerektir. Ancak Andreas’a ve arkadaşlarına başlangıçta gösterilen anlayış ilerleyen dönemde yerini kızgınlığa bırakır. Sorgulamanın başından beri mahkemenin büyücülük suçlaması için somut delillere ulaştığını söyleyebilmek mümkün değildir; bu tespit yargı sürecine dahil olan tüm çocuklar için geçerlidir. Andreas daha fazla şey anlatması için işkence görür, ancak beklenen itirafları yapmaz, sadece giderek bozulan ruh haline uygun düşen kâbuslarını dillendirir. Diğer çocuklar da benzer biçimde sorgulanırlar. Tutuklandıktan beri, yaklaşık yirmi aydır, hücre hapsinde yatan beş ortağa karşı cadılık suçlamasıyla açılan davalar, mahkeme heyetinin aldığı kararla kapanır. Ancak bu kadar uzun bir süre boyunca işkence altında hücre hapsinde yatmak Andreas Höffa’nm ruhsal dengesini iyice bozmuştur; Höffa 12 Ağustos 1717 tarihinde kendini asar. Bu intihar mahkemeyi karıştırır; on üç yaşında bir sanığın kendini hem de hücrede asması, mahkemelerin imajını ciddî bir şekilde zedeleyen bir olay olarak görülür. Diğer çocuklar üzerinde gözlem ve denetim hemen arttırılır. 12 Kasım l717 tarihinde on iki yaşındaki Michael Zesi,on dört yaşındaki LorenzNiederberger veon dört yaşındaki BalthasarMiesenpöckkılıçla kafaları kesilerek ve yakılarak idam edilirler.

1 Schvvarz 2006.

 

2 “Mit Hilfe von Suggestivbefragung wurden ihm die Geständnisse von Hexentanzbesuchen, Teufelsbuhlschaft und Teufelspakt entlockt" (Schwarz 2006).

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Würzburg Çocuk Cadı Avları

 

1630’lu yıllardan itibaren Almanya’da, çocuklara karşı cadılık suçlamasıyla çok sayıda dava açılır. Özellikle kırsal bölgelerdeki küçük yerleşim merkezlerinden gelen dava haberleri uzun süredir büyücülük ve cadılıkla yatıp kalkan, kimi meraklı hukukçu ve ruhban mensubunun ilgisini çocuk cadılara yöneltmiştir. 1631 yılının Ocak ayında Hagenau’dan yola çıkanbir heyet, bu bağlamda bilgi görgü arttırmak amacıyla Würzburg’a gelir. XVII. yüzyılın başlarında Würzburg Başpiskoposluğu sadece Franken bölgesinde değil, tüm Almanya’da cadı avlarının en yoğun yaşandığı yerleşim merkez iolarak dikkat çeker. 1573-1617 döneminde Başpiskoposluk ve Würzburg Prensliği ünvanını elinde bulunduran Julius Echter von Mespelbrunn,Başpiskoposluk topraklarını büyücülerden ve cadılardan temizlediğini, sadece 1617 yılında üç yüzünü yok ettiğini övünerek anlatacaktır.

 

Bu dönemde Würzburg’un yönetiminde sözü geçenlerin işkenceyi, sapkınların suçlarını ve işbirlikçilerini itiraf etmeleri için sonuna kadar uygulanması gerektiği konusunda hemfikir oldukları görülür. Bu arada işkencenin ‘gerektiği kadar’ tatbikine ilâveten, infaz aşamasında sapkın ruhun selâmeti, yani Hıristiyanlık ilkeleri’nin uygulanması hususu da önem kazanır; son tahlilde, ölen bir sapkın da olsa, ‘zamanında, gereken bir ölüm’ (zeitlicherTod)amaçlanır(Weber2000:261).Yargılama sonucunda büyücülük veya cadılık suçlaması sabit görüldüğü içindir ki, infazın yakılma yoluyla sonuçlanması gerekmektedir. Bu amaca uygun bir infaz için prenslik genelgeleriyle tespit olunan bir formül ile erkekler için infaz kolaylaştırılmıştır; önce kafaları kesilmekte, daha sonra yakılmaktadırlar. Ancak kadınlar schwache Weibspersonen2olarak kılıçtan korktukları, sessiz durmayıp ortalığı birbirine kattıkları için diri diri yakılacaklardır (Weber2000:262).

 

Julius Echter’in halefi Johann Gottfried von Aschenhausen döneminde(1617-1622)cadı avı nispeten yavaşlar. Ancak bu sakin dönem uzun sürmeyecek,Philipp Adolf von Ehrenberg ile tekrar tırmanışa geçecektir; yönetimde bulunduğu 1623-1631 yılları arasında 219’u Würzburg kentinde olmak üzere, başpiskoposluk çevresinde dokuz yüz cadı(Hexenleute)avlanacaktır. Bu arada Bamberg Prensliği’nde (Fürstbistum)cadı avları zirve noktasına ulaşır; aralarında yedi, dokuz ve on bir yaşlarında kız çocuklarının da(etliche Mägdlein)bulunduğu yaklaşık üç bin kişi, Würzburg’da ki Kreydeberg’de yapılan cadıların en geniş katılımlı ayinine(Walpurgisnacht) katıldıkları ve dans ettikleri için büyücülükle suçlanacak, aralarından yirmi iki kişi idam edilip daha sonra yakılacaktır. Bu çocuklar adına ‘cadılık’ denen sanatın inceliklerini (Teufelskunst)annelerinden öğrendiklerini iddia etmektedirler (Weber2000:262).

 

Bamberg’de yargılananlar içinde ağır işkence görmüş gerçek bir Katolik rahibin varlığı dikkat çekicidir; kötücül güçlerin yardımıyla kara büyü yaparak çevresine zarar vermesinin yanısıra, küçük çocukları şeytan adına vaftiz etmekle de suçlanacaktır. Kilise çevresinden kurbanlar sadece bu rahiple sınırlı kalmaz; içlerinde üst kademe din adamlarının da bulunduğu en az on dokuz Würzburg’lu ruhban mensubu mahkemeye çıkarılır. Yargılanarak idam edilenler arasında çocukların yanı sıra Würzburg Üniversitesi’nden çok sayıda öğrenci de vardır. Yargılama sürecinin tabi olduğu usul ve esasların hatasız işleyişine ilâveten, infaz ritüeli de kusursuz ve izleyende yaşam boyu unutamayacağı, ‘seyirlik gücü yüksek bir oyun’ şeklinde düzenlenmiştir; infazlar dört kişiden az ve yedi kişiden fazla olmamak üzere küçük gruplar halinde yapılmaktadır. İnfaz süreci kılıç veya baltayla başın bedenden ayrılmasıyla başlamakta ve bedenin yakılmasıyla sonuçlanmaktadır.

Yukarıda anlatılanlardan XVII. yüzyılın ilk çeyreğinde Würzburg şehri ve çevresinde ne denli koyu bir fanatizmin yaşama hakkını gasp ettiği anlaşılmaktadır. İlginç olan husus, tüm bu sürecin,‘Cadı Avı Çağı’ boyunca orta Avrupa’da cadı avlarının yaşandığı hemen her yerde olduğu üzere, ne kadar profesyonelce ve ‘hukuk’a uygun yönetildiğidir. Kısaca tasvir olunan bu‘arka n’dan sonra şimdi çocuklara karşı açılan davalara bakabiliriz.

 

Würzburg’da cadı avlarının en yoğun olarak sürdüğü 1627 yılından 1629 yılının Şubat ayma kadar şehirde yirmi dokuz kez ‘Cadı Ateşi’(Brände)yakıldığı anlaşılmaktadır (Weber2000:263).Cadılıkla suçlanan çocukların infazı ateşle birlikte başlar; yakılan yedi kişi arasında on iki yaşında yöreden olmayan, yabancı bir hizmetçi kız çocuğu vardır.313. ateşte çocukların yakılması birdenbire hızlanır; yakılan dört yetişkin içinde dokuz on yaşlarında hizmetçi bir kız çocuğu ve erkek kardeşi olarak tanımlanan bir delikanlı vardır.41 4. ateşin kurbanları bu iki çocuğun annesi ve yirmi dört yaşında genç bir kadındır. 15. ateşin kurbanı on iki yaşındaki ilkokul birinci sınıf öğrencisi erkek çocuğu olacaktır. Cantzley-Hof da yapılan hazırlıkla 16. ateş sabahın altısında yakılmış ve ilk kurban Ratzenstein’dan soylu bir erkek çocuğu olmuştur; gün içinde yakılan beş kişi içinde on yaşında bir erkek çocuğu, iki kız çocuğu ve onların hizmetçisi vardır.517. ateşte biri on bir, diğer ikisi on iki yaşında olmak üzere üç erkek çocuğu ve on beş yaşında bir kız çocuğu yakılacaktır. Yine Rotenhahn’lı soylu bir genç on ve on iki yaşında iki çocukla birlikte yakılır. 20. ateşin kurbanları arasında Würzburg’un en güzel kızı Göbel Babelin’e (dieschönste Jungfrau von Würzburg)ilâveten,çevresinde farklı lisanlara olan kabiliyeti ve sanatsal yetenekleriyle dikkat çeken bir ilköğretim beşinci sınıf öğrencisiyle, on iki yaşında iki erkek çocuğu vardır.621. ateşte on dört yaşında bir gençten bahsedilirken, 22. ateşte yabacı bir erkek çocuğuna ilâveten Stoltzenberg’li bir belediye meclisi üyesinin büyük kızı ve annesi yakılır. 23. ateşin kurbanları, on iki yaşındaki erkek çocuğu David Knab’a ilâveten on ve on dört yaşında iki ilkokul birinci sınıföğrencisi erkek çocuğu ve diri diri yakıldığı kayıtlara geçirilen ruhban okulu öğrencisi (einAlumnus)olmak üzere dört kişidir. 24. ateş, dördü Julius Echter Bakım Yurdu’ndan (Spital)erkek çocuğu olmak üzere yedi kişinin hayatına mal olacaktır(Weber2000:264).

 

Julius Echter tarafından kurulan bakım yurdu sadece hastane (Spital)olarak değil, on farklı üniteyle bir dönem cadıların tutulduğu cezaevi olarak işlev görmüştür. Külliye içinde çocuk barınma evine ilâveten, okul ve yemekhane de mevcuttur. Julius-SpitalWürzburg piskoposluk dairesine (Hochstift)bağlı olarak faaliyet göstermektedir. Başta öksüzler olmak üzere, fakir dulların bakıma muhtaç çocukları barınmakta ve burada yedi yaşından on dört yaşma kadar eğitim görmektedirler.1628 yılında Julius-SpitaV da kurulan bir komisyon on iki yaşındaki öksüz çocuk GeorgGrab, sekiz yaşındaki birinci sınıf öğrencisi Mathes Ströbel ve yedi yaşındaki öksüz Anna Marialein’i soruşturmaya başlar. Büyücülük yapmakla suçlanan ve gözlem altına alman çocuklar, hızla sorgulanırlar (examiniert).On iki yaşındaki Georg tutuklanırken,soruşturma kapsamında 4 Haziran 1628 yılında Julius-Spital’’e getirtilen Margretlein isimli küçük kızın ifadesinden hareketle, 5 Temmuz ve 12 Ağustos tarihleri arasında soruşturma derinleştirilerek sürdürülür. Bu arada Bischofsheim’da bir kız çocuğu ağır işkence altında sorgulanarak tutuklanır.

 

 

1628 yılının Temmuz ayında bakım yurdundan yaklaşık otuz kişi cadılıkla suçlanmaktadır. Suçlanan çocuklar, sadece Heidingsfeld’en on iki kişiyi ‘ihbar’ ederler. İşkence altında sorgulanan öğrencilerden on üç yaşındaki Hans Philipp Schuh, üst düzey ruhbandan bazı kimselerin de içinde yer aldığı işbirlikçileri olduğunu anlatacaktır. Schuh, kendisi gibi öğrenci olan on iki yaşındaki Hans Rueß ile birlikte çok sayıda insanı suç ortağı olarak ihbar eder; ancak bu itiraflar onların hayatlarını kurtarmaya yetmez, 1628 yılının Kasım ayında idam edilirler (Weber 2000:265).

 

Büyücülük veya cadılık suçlamasından yargılanan, hatta mahkûm olan çocukların bir bedel ödemek suretiyle kurtarılması bu dönemde yaygın olarak başvurulan bir yöntemdir. Kurtarılmak istenen çocuk, çoğunlukla kimsesiz çocuklar arasından seçilir. SpitaV de gözetim altında kaldığı veya hapishanede geçirdiği sürenin masrafları ödenmek suretiyle kurtarılan çocuklara meslek kazandırmak için çalıştırıldığı gibi,onlardan ağır işlerde ucuz iş gücü olarak faydalanıldığı da olurdu. Bu noktada kimsesiz çocukların kaderinin, son tahlilde kurtarıcısının vicdanına kaldığını belirtmemiz gerekiyor.Würzburg’da yaşanan olay bu konudaki örneklerden sadece biridir; piskopos SpitaVde tutulan üç çocuk cadıyı, 24 Nisan 1631’de bedeli karşısında, daha önce böyle birçok çocuğu kurtarmış bir hayırsevere teslim edecektir. Piskopos, muhtemeldir ki, SpitaVdokiiaşe ve ibade giderlerini azaltmak için 11 Haziran 1631 tarihinde aldığı bir kararla, cadılık suçlamasıyla tutulan bir çocuğun serbest bırakılmasını ve sanat öğrenmesi amacıyla bir terzinin yanma çırak verilmesi talimatını da verecektir.

Çocuklara işledikleri öngörülen suçları itiraf ettirmek amacıyla işkence yapılmasına prensip olarak herhangi bir engel yoktur. Ancak işkencenin niteliği ve dozu konusunda uygulamada önemli farklılıklar görülebilmekle birlikte, Würzburg’da görülen çocuk cadı davalarında, çocuklara ağır işkence yapıldığı anlaşılmaktadır (Weber2000:266).Katedral kayıtlarında yer alan 1627 tarihli bir dava protokoluna göre, cadılık suçlamasıyla yargılanan Ochsenfurt’lu bir genç kız ağır işkence altında yaşamını kaybetmiştir. Ancak ölmeden önce on üç yaşındaki bir ayakkabıcı çırağının işbirlikçisi olduğunu itiraf edebilecek zamanı bulmuştur. Çırak çok geçmeden (23 Ekim 1627) sorgulanır ve suçunu itiraf eder;cezası başı kesilerek ve bedeni yakılarak infaz olunur.

Yukarıda anlatılanlardan da görüleceği üzere, Würzburg’da yaşananlar Çocuk Cadı Avı’ tarihinin en kanlı ve acımasız takiplerinden biridir. Çocuklara yönelik tüm av ve takip sürecinde, bu denli geniş bir alanda sürdürülen ve sonu infazla sonuçlanan az sayıda av yaşanacaktır.

1Weber 2000:261-267; Wolf 1995:967-968.

 

2“Kadınlar zayıf varlıklar..

 

3 “ein fremd Mägdlein von zwölf Jahren “(Weber 2000: 263).

 

4 “ein klein Mägdlein von neun oder zehn Jahren — ein geringeres (jüngeres), ihr Schwesterlein” (Weber 2000: 263).

 

5 “Ein Edelknab von Ratzenstein ist Morgens um 6 Uhr auf dem Cantzleyü-Hof gerihtet worden und den gantzen Tag auf der Pahr stehen blieben, dann hemacher den ändern Tag mit den hiebeybeschriebenen...verbrannt worden” (Weber 2000: 264).

 

6 “ein Student in der Schul, so viel Sprachen gekont, und ein vortrefflicher Musicus vocaliter und instrumentalier [und] zwey Kanben aus dem neuen Münster von zwölf Jahren” (Weber 2000: 264).

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Wertheim’li Çocuk Cadılar

 

 

 

1629 yılının Şubat ayında Wertheim Kontluğu’ndan biri on, diğeri beş yaşında iki kardeşin konuşma ve davranışlarındaki ‘gariplikler’ din bilgisi öğretmeninin dikkatini çeker. Bir süre çocukları gözleyen öğretmen, şüphelerinde haklı olduğunu anlar. Öğretmenin çocukların davranışlarındaki ‘gariplikleri’ ilgili makamlara bildirmesiyle, hemen resmî soruşturma başlatılır. Çocuklardan büyük olanı, Hans Klein, sorgulanması sırasında ilginç açıklamalarda bulunur; kısa süre önce bir gece babasının tarlasında düğün benzeri bir eğlence yapılmış ve hatta iki kemanla bir kaval tarafından dans parçaları çalınmıştır. Bol bol yenmiş, içilmiş ve dans edilmiştir. Daha sonra yanlarında beyaz bir aslan da olduğu halde süpürge üzerine binerek havada gezinti yapmışlardır. Kardeşler tarafından anlatılanları ihbar kabul eden yetkililer hemen anne ve babayı tutuklatır. Bu arada bir papazın henüz beş yaşındaki oğlu, bu partide Hans Klein’in küçük kardeşi Daniel’le dans ettiğini iddia eder.

 

 

Uzun bir süredir tüm toplum kesimlerince bu tür olaylar karşısında verilen tepkiler bütünüyle ‘cadı avı isterisinin kontrolüne girdiği içindir ki, büyücülük, cadılık gibi sapkınlıkların gerçekliğinden çok söylentiler önemlidir; ateş olmayan yerde duman tütmez! Papazın beş yaşındaki oğlunun söyledikleri,yörede hızla yayılır. 15 Şubat’ta sorguya alman çocuk bir gece uyumadan önce yatağının kenarında, köpek, kedi ve beyaz bir kız ile kötü ruhu gördüğünü, daha sonra babasıyla beraber bacadan dışarı süzülerek uçtuklarını anlatır. Diğer sorgulamalarda Klein kardeşlerin büyüğü Bettingen’de ölmüş bir kızın cesedinin mezardan çıkarılmasına yardım ettiğini itiraf eder. Böylece işkence ve tehdit altında sorgulanan çocuklar tarafından ihbar edilen çok sayıda yetişkin tutuklanıp sorguya alınacaktır. Klein kardeşlerin uzun süredir dul olan büyük annesi,sorgulanması sırasında ellinin üzerinde kişiyi cadılıkla suçlayacaktır (Weber2000:268).

 

Bettingen papazı Antonius Knoll 1629 yılının 27 Şubat günü cadı takibinden sorumlu ilgililere önemli gördüğü bir bilgiyi ulaştırır: Loren Zink’in on yaşındaki oğlu ve küçük kardeşi bir süredir okuldaki arkadaşlarına evde sahip oldukları garip bir kemercikten

(Gürtlein)bahsetmektedirler;bu kemeri takan, tavşana dönüşmektedir. Papaz çocuklardan büyüğünü Kilise’nin levazım odasında, küçüğünü evde gizlice sorguya çeker ve neredeyse reşit olan (fastmündig)çocukların kötücül güçlerin marifetlerini ne denli iyi tanıdıklarının ve nasıl sapkınlık batağına saplanmış olduklarının farkına varır. On yaşındaki Johann Zink 2 Martta verdiği ifadede, ne zaman bahsi geçen deri kemerle tavşanadönüşse, sokaklarda ve evlerde gizlice dolaşmakta, dolaplardan sebze ve et çalmaktadır. Bu arada Tavşan — Johann’m çaldığı etleri pişiren muhtarın kızı da kediye dönüşmektedir. Johann anlatmaya devam eder; şeytan tarafından vaftiz edilmiştir, hatta bir keresinde şeytan sırtına dokunmuştur. Arada bir kardeşiyle birlikte süpürge üzerinde şehri havadan dolaşmaya çıkarlar(Weber2000:269-270).

 

Wertheim Kontluğu’nda giderek daha fazla çocuk cadılık — büyücülük suçlamasıyla ihbar edilir hale gelecektir. 1629 yılının Mart ayında BettingenTi beş çocuk, yapılan işkenceye dayanamaz, başka çocukları ve yetişkinleri de ihbar ederek yöneltilen suçlamaları kabul ederler. Sıkı bir gözetim altında SpitaTe,kapatılan çocuklar çok geçmeden, 29 Mayıs’ta tekrar sorguya alınırlar. Cellât çırağı, çocuklardan birinde, Hans Friedrich, şeytan emaresine (Teufelsstigma)rastlar.Önce Hans’ın itirafetmesiyle şeytan tarafından vaftiz edildiği açıklığakavuşturulur, daha sonra altı işbirlikçisinin isimleri alınır.Bu arada küçük Michel Müller, Hans Zink ve Hans Klein’ın,Schreiner Terin kızıyla cinsel ilişkiye girdiklerini iddia eder. Bir başka çocuk Hıristiyanlığını inkâr ederek şeytanın Maigele isimli hizmetçisiyle yattığını söyler. Bu yaştaki çocukların yaşlarına hiç de uygun düşmeyen ifadeleri enkizitörler arasında şaşkınlık yaratır. İtiraflar birbirini kovalar; ipek dokuma işinde çalışan Reginle şeytanla iki kez cinsel ilişkiye girdiğini itiraf eder. Barthols Hänsle ise daha karışık bir tablo çizecektir; önce babasını işe karıştırmak istemez, ancak daha sonra onunla dört kez birlikte yolculuk yaptıklarını,bir keresinde annesinin küçük kardeşini de beraberinde getirdiğini anlatır; çocuklar mezar kazmışlar ve çıkardıklarıyla karınlarını doyurmuşlardır. Hatta bu arada bazı anne ve babalar hava büyüsü (Wettermachen)yapma işine bile katılmış olabilirler

 

Baş rolünü çocukların oynadığı bu ihbar oyununun faturası ağır olur; 7 Mayıs’ta altı, 24 Temmuz’da dört olmak üzere büyücülük ve cadılık yaptıkları sabit görülen on yetişkin idam edilir (Weber2000:270-271).

 

Freudenberg ve Bettingen’de çocuklara karşı sürdürülen cadı avları bu kez Wertheim’de başlayan ihbarlarla yeni soruşturmaların başlamasına neden olur. Baba,üvey anne ve beş yaşındaki oğuldan oluşan Kapf ailesi,çocuklarına, ev kadını Katharina Cöls ve iki çocuğu tarafından büyü yapıldığını iddia eder. Hatta birlikte evlerinin bacasından ‘gece yolculuğu’na bile çıkmışlardır. Aile, Katharina Cöls tarafından büyülenen çocuklarının geceleri bir an bile rahat yüzü görmediğinden şikâyetçidir. Çocuğun üzerindeki büyüyüçözmek için yazılan muskalar, yapılan üfürük duaları bir sonuç vermemiştir. Daha fazla ibadet ve iman çocuğun çektiği acıyı artırmaktan başka bir işe yaramaz; anne ve baba çaresizdir.Sorgulamayı yapan Kilise yetkilisi, çocukta cadılık günahının(Lasterder Hexerei)tüm emarlerini görerek kurtuluş için daha fazla ibadetten başka çıkar yol olmadığına hükmedecektir. Küçük çocuk sorgulanmasında, Warth’a yaptıkları yolculuklarda toplanmış yüz kadar insanla (beihundert Leut) karşılaştığını, kaburga eti yenilip (Rippenfleisch)üzüm suyu (Most) içildiğini anlatacaktır. Bu toplantılara katılmak için bir sopanın üzerine,evde tahta bir kap içinde bulunan merhemden sürülmesi yeterlidir.Kuzeninden duyduğu kadarıyla bu merhemin hazırlanabilmesi için hamile bir kadının kamında ki çocuk çalınmıştır. İhbar olunan çocuklardan biri on altı yaşındaki Nicolaus Cöls sorgusunda, annesinin (Katharina Cöls)kardeşine ve kendine her gün büyü yaparak hasta etmek istediğini,babasının da bu gerçeği görmezden gelerek tüm bunları kötü ruhların oyunlarına bağladığını anlatır. Annesi kesinlikle bir büyücüdür (einböses Weib).Hatta bir keresinde çocukları okumak için İncil’i açtıklarında ellerinden alarak kapıdan dışarıya fırlatmıştır (Weber2000:271-272).2

 

1634yılının Paskalya’dan bir önceki gününde, dört öğrencinin cadıların sabbatına katıldığı yönünde duyumlar alınır.Öğrenciler hemen Spita Fe götürülerek gözlem altına alınırlar. Temmuz — Ağustos aylarına kadar izlenen ve sorgulanan çocuk cadıların durumu hakkında, yaklaşık on beş haftanın sonunda, kontluk makamına ayrıntılı bilgi verilecek hale gelinir. İfadelerde çok şey anlatılır; geceleri, özellikle gece yarısından hemen önce veya sonra o (şeytan) çocukların yatağına gelerek onlara seslenmekte,cevap alamazsa, çocukları bacaklarından ve kollarından sarsarak uyandırmaktadır.

 

Çocuklar,Spital’de kaldıkları süre içinde binadan ayrılamadıkları halde, aslında bu süre zarfında dışarıda olduklarını, bunu da Satan’m ve bazı kadınların marifetiyle başardıklarını itiraf ederler.Şeytanın başka çocukları da kandırarak gruba dahil etmelerini istediğini, aksi takdirde onları analarından doğduğuna pişman edeceğini (zerknirschen)söylediğini korkuyla anlatırlar. Bu arada Ağustos ayında Spital’de beklenmedik bir gelişme yaşanır; çocukların eğitim ve gözetiminden sorumlu olan öğretmen (Schulmeister) bu çocukları kontrol altında tutma işinin yaşamının en çok sorumluluk isteyen ve en zor işi olduğundan bahisle bu görevden affını ister. Öğretmen, görevinden ayrılma isteğine gerekçe olarak, geceleri üç saatten fazla süren nöbet ve dualarla izlenmelerine rağmen, çocukların geceleri bina dışına çıkmasına engel olamamasını gösterir. Çocuklar daha iki gece önce, son üç haftadır yaptıkları yolculuk (Fahrnächte)boyunca dışarıda kaldıklarını, hem de bunun öğretmenin ve Kontluk muhafızlarının da bulunduğu akşam ibadetinde gerçekleştirdiklerini anlatmışlardır. Ağustos başında çocuk koğuşlarında garip olaylar yaşanmaya devam eder; Spital yatakhanesinde birlikte yapılan yatsı duasından sonra uykuya daldıklarında gelen cadılar (Hexenweiber)çocukları uyandırıp dövmeye başlar; küçük Rosina’nm ağzı ve burnu kanar; küçük Kattel ve Ursel büyük bir korkuyla hemen dua etmeye başlarlar. Çocukların ifadelerin e göre gelen cadılar içinde, tutuklu çocuklardan birinin annesi devardır. Bütün bu olup bitenden müdürün haberi olmaz (Weber2000:272-273).

Böylece davaların yönü tekrar yetişkinlere döner. Çocuklar tanıklıkyapmak ve mahkeme önünde bildiklerini anlatmak için Spital’den alınırlar. 1634 yılının Nisan ve Haziran ayları arasında dört kadın, üç çocuk annesi Barbara Rüdinger, bir çocuk annesi Apollonia Hüppin,dört çocuk annesi Katharina Körr ve sekiz çocuk annesi Margarethe Fuhrmann sorgulanır(inquiriert).Barbara Rüdinger işkence altında cadılık suçlamasını ve hatta kocasıyla doğum kontrolü günahını (Sündeder Verhütung) işlediğini kabul eder. 1634 yılında Wertheim Cezaevi’nde cadılık suçlamasından hüküm giymiş on altı kişi olduğu ve bunların çoğunluğunun idam edildiği, kayıtlardan anlaşılıyor(Weber 2000:273-274).

 

1634 yılının 29 Temmuz günü okul müdürü Wertheim savcılığına verdiği raporda şu bilgilere yer verir: Bir önceki pazar gecesi Spital’in camlarından dışarıda uçan cadılar görülmüş, cadılar çocuklara ekmek ve şarap (Weckund Wein) göstererek onları yoldan çıkarmak istemişlerdir. Öğretmen JohannSchildtbach’ınkendisi de bizzat, net bir biçimde (sichtbarlicher Weise)cadıların arkasında bıraktıkları siyaz izi görmüştür. Daha sonra sokak ve odayı mide bulandıran bir koku kaplamıştır. Çocuklardan Catharina Strau ßin,kara bir adamın onu açık Spital penceresinden kaçırarak dans etmeye ve inek kanı içmeye zorladığını anlatır. Soruşturmayı yürüten hâkim, daha önceki davalarda da uygulanan tipik sorgulama yöntemini Catharina için de kullanacaktır. Çocukların sanık olduğu davalarda en çok merak edilen yanıt, büyücülüğün nereden, kimden öğrenildiğidir;ustan kimdi! Daha sonra çocuk nerede ve kimler tarafından vaftiz edilmiştir; vaftiz babası kimdir ve vaftiz törenine kimler katılmıştır. Son olarak çocuğa, onu bu işi (büyücülük)yapmaya iten nedenler sorulacaktır (Weber2000:274).

1 Weber 2000:268-274; Wolf 1995:965-967.

 

2 Kapf ailesinin beş yaşındaki oğulları ve Katharina Cöls ve oğullarının akıbeti hakkında daha fazla bilgimiz yoktur.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Blocula’lı (Mora) Çocuk Cadılar1

İsveç taşrası Elfdalen ve Mora beldesinden 1669 yılından itibaren garip haberler yayılır; çok sayıda çocuk kötücül güçler tarafından baştan çıkarılmıştır. Haber sadece Luterci İsveç Kırallığı’nm topraklarında değil, diğer Protestan bölgelerden ve hatta okyanus ötesinden, ‘Yeni Dünya’dan, bile duyulacaktır. Olay Mora Mültezimi’nin ziyareti sırasında ailelerin çaresiz çocuklarının büyü yapılarak şeytanın pençesine düştükleri şikâyetiyle ciddiyet kazanır. Aileler ümitsizlik içindedirler; şayet yetkili makamlar bu konuya el atmaz, sorunu çözemez ise, çocuklarının sonu kötü olacaktır.Şikâyet sahipleri, ailelerin yanı sıra, belde yönetiminden üstdüzey görevlilere, papaza ve valiye kadar seslerini duyurmaya çabalarlar. Bu arada söylentiler kralın kulağına kadar ulaşır.Konunun öneminin farkına varan İsveç Kralı din adamlarından ve hâkimlerden oluşan bir kurulun teşkili ve konunun ivedilikle aydınlatılması talimatını verir. Kralın talimatıyla kurulan komisyon 13 Ağustos 1669 tarihinde üç bin nüfuslu Mora’ya varır. Heyetin Mora’ya gelişiyle hızlı bir biçimde başlayan tahkikat sonucunda sorgulanan çocuk sayısı üç yüzü bulur.Yapılan araştırmalar sonucunda tüm şüpheler, on beş yaşındaki Elfdal’lı genç Eric Ericsen üzerinde toplanır. Ancak Ericsen de, on sekiz yaşındaki genç kız Getrud Svensen’i şeytan için çocuk çalmakla suçlar. Diğer gençler çok sayıda kadının suçlanmasıyla sonuçlanacak bir ihbar yarışına girişirler; buna göre kadınlar çocukları kandırarak cadıların sabbatına götürmektedirler. Yüzlerce çocuğu etkileyen bu ruh hali, aileler ve yetişkinler arasında da derhal kendisini gösterecek, şeytan tüm varlığıyla gündelik yaşamın ayrılmaz bir parçası haline gelecektir. Kralın halkı üzerindeki kara bulutların dağıtılması için daha fazla ibadetve ayin yaptırması bu havanın değişmesine yardımcı olmaz(Weber 2000:280).

 

Bu dönemde Mora’da yaşananlara Krallık makamının aldığı bilgilere atfen tanıklık yapan Balthasar Bekker,Büyülenmiş Dünya adlı kitabında yaşananları şöyle anlatacaktır: Bu yörede çocuklar şeytanı, gel şeytan/bizi Bolcula ’ya götür2 nidalarıyla çağırmakta ve hep beraber, sadece cadılar tarafından bilinen gizli bir buluşma yerine doğru hareket etmektedirler.Burası Alman cadılarının buluşma noktası, Blocksberg gibi bir dağın tepesi değil, bilâkis yemyeşil çayırlık, ama gizli bir mevkidir. Şeytan toplantıya farklı kılıklarda (Gestalt)katılmakla birlikte genellikle gri bir ceket, kırmızı pantolon,mavi çoraplar giyer. Kırmızı sakallı şeytanın büyük şapkasından sayısız renkte şeritler dalgalanır. Kara büyü ayinine katılan cadılar, kendi çocuklarını getirmek veya gece başkalarının çocuklarını çalmak zorundadır. Eski dönemlerde bu zorunluluk pek sıkı uygulanmazken, şeytan giderek uşaklarından ayine daha fazla, her gece yeni olmak üzere, on beş on altı çocuk getirmelerini emreder hale gelmiştir. Toplanma alanına yolculuk,keçilerin, süpürgelerin ve sapanların üzerinde yapılır.Blocula’ya varıldığında, büyücüler bir masanın etrafında toplanırken, çocuklar duvarın kenarında ayakta beklemek zorundadırlar. Artık Hıristiyanlığa ilişkin kutsal ne varsa inkâr edilecek, ruhlar ve bedenler şeytana teslim edilecektir.Orada (Blocula) Loeita olarak isimlendirilen Satan’ın varlığı önünde ona övgüler düzülüp, bağlılık ve hizmet yemini edilir. Parmaklar kesilerek akıtılan kanla Satan’ın kitabına isimler yazılır. Büyücüler tarafından ayin alanına getirilen bir rahip, katılan herkesi şeytan adına vaftiz eder. Nihayet Tanrı’ya sövmeyle, şeytanla yapılan bağlılık sözleşmesi sonuçlandırılmış olur.Jambonlu lahana çorbası, pişirilmiş yulaf ezmesi, süt ve peynirden oluşan tören yemeği yenir. Yemekten sonra sıra okunan lanetlerin ve bağlılık yeminlerinin eşliğinde yapılacak dansa gelir. Şayet şeytanın keyfi yerindeyse, canı eğlence ister;katılan herkesi falakaya yatırarak döver, bu sıra dayağı onu daha da neşelendirecektir. Şeytan ayin sonunda verilecek şölen yemeği için müritlerinden iki hayvan getirmelerini ister;çocukların anlattıklarından anlaşıldığı kadarıyla bu hayvanlardan biri küçük bir kedi ve diğeri karga kadar büyük bir beyaz kuştur. Bu arada cadılar tarafından kaçırılan çocuklar sürekli itilip kakılıp dayak yedikleri için hastalıklı bir görüntüye sahip olurlar (Weber2000:281-283).

Elfdaler’li çocuklar şeytanın arp çaldığına şahit olduklarını anlatmışlardır. Yine şeytan cadılar arasından en çok hoşuna gidenini seçerek gözlerden uzak bir köşede (ineinerKammer)ilişkiye(fleischliche Gemeinschaft) girer.Satan’ın kendisi de birlikte olduklarından oğullar ve kızlar sahibidir; ancak bu ilişkilerden çocuklar yerine kara kurbağalar ve yılanlar doğar.3

 

Şeytanın da bir kez hasta olduğu görülmüştür, büyücüler ona şişe çekerek tedavi etmişlerdir. Bir keresinde şeytan ölmüş ve bu durum Blocula’da büyük üzüntüye neden olmuştur. Üç gün sonra tekrar hayata dönmesiyle her şey yoluna girmiştir(Weber 2000:283).

 

Çocukların anlattıklarından şaşkına dönen hâkim, çocuklara gerçekten kaçırıldıklarından emin olup olmadıklarını sorar. Bu soruyla hâkimin muhtemel amacının, çocuklara son bir kez gerçeği anlatma şansı vermek olduğunu tahmin edebiliriz. Ancak çocuklarınverdiği yanıtlar anlattıkları şeylerin tümüyle gerçekolduğuna ilişkindir. Sadece en küçükler derslerini (Lection)ezberde biraz zorlanmışlardır. Çocuklara sorulan sorulardan biride, gece yolculuklarına çıkarken kullandıkları dar bacalara ve pencerelere nasıl sığdıklarına ilişkindir; yanıt gayet açıktır: Satan onlara engel olabilecek her şeyi önceden temizlemekte, onların yollarını açmaktadır! (Weber2000:284).

 

Mora,Blocula, çocuk cadı davlarının nihaî bilânçosu ağır olacaktır; çocuklar tarafından ihbar olunan yirmi üç kadın,suçlarını itiraf etmeleri üzerine yakılır. Yine bu kez suçunu itiraf etmekte İsrarla inat eden (hartnäckigleugneten)kırk yedi cadı bilâhara yakılacaktır. Sıra çocuklara geldiğinde sayı azalmakla birlikte, yine de av ve takip sürecinin dramatik sonuçları görülürr; on beş çocuk idam edilecektir. Yaşaları dokuz on iki arasında otuz altı çocuk bir yıl boyunca her pazar Kilise’nin cümle kapısı önünde durmaya mahkûm edilirken, en küçük çocuklardan oluşan yirmi kişilik bir grup üç Pazar yedikleri falaka ile kurtarmışlardır ve nihayet kırk yedi kişi beraat edecektir (Weber2000:284).

 

Blocula çocuk cadı davaları, Balthasar Bekker dışında, döneminin en ünlü cadı avı karşıtı Christian Thomasius (1655-1728) tarafından da gündeme getirilecektir.

 

Thomasius‘ Zararlı Büyü ve Cadı Davaları Üzerine Düşünceler’isimli kitabında, cadı avlarının sadece Katoliklere özgü olmadığını, Mora (İsveç) örneğinde olduğı üzere,Protestanların yaşadığı bölgelerde de çok sayıda cadı avı yaşandığına dikkat çekerek nedenleri üzerine düşünülmesi gerektiğini savunur (Thomasius 1987:91-93).Thomasius’a göre hâkimler görevlerine uygun olarak eğitilmeli,teologlar dindar, ancak vicdanlı birer Hıristiyan olmalı.

 

1 Weber 2000:280-285.

 

2 “Antesser, kom/ führe uns nach Bolcula'’ (Weber 2000:281).

 

3 Şeytanla girilen ilişkinin sonucunda toplum tarafından tekinsiz görülen hayvanlar ya da daha önce de söylendiği üzere, şekilsiz mahlûklar veya hilkat garibeleri doğar.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Calw’li Çocuk Cadı Davaları1

 

1680’li yıllarda Württemberg Prensliği’nin ticaret ve yönetim kenti Calw’dan yükselen kötücül çığlıklar (inböses Geschrei)prenslik sınırları ötesinden duyulur hale gelir. Çocukların marifetleri diğer bölgelerdeki çocuk cadılardan farklı değildir;sapanlarm, keçilerin, tavukların, kedilerin veya başka hayvanların üzerinde gece yolculuklarına çıktıklarını anlatmaktadırlar:

 

“Yaklaşık 7, 8,9 ve 10 yaşlarında erkek ve kızlardan oluşan bir grup çocuk, kiiçlerinden bazıları henüz ilkokula gidiyordu, diğerleri kısa bir süre önce okuldan ayrılmışlardı; ebeveynlerinin, tanıdıkların, yabancıların,nihayet ruhbandan ve yönetimden memurların önünde; gecenin farklı saatlerinde, gece yarısından önce, şafak vakti veya güpegündüz,güvenilir kişiler tarafından alındıklarını ve cadıların bilinen toplanma yerlerine götürüldüklerini itiraf ettiler.”263

 

Calw’nli çocukların ilgi çekici öyküsünün başlangıcı eskiye dayanmaktadır;yıllar önce Calw’nde üç üvey kızıyla birlikte yaşayan Arına Haffner isminde yaşlı bir dul kadın vardır. Anna’nın üvey kızlarından birinin gayrimeşru oğlu, o zaman on bir yaşında olan, Bartholomaeus Sib(Bartlin Süb) büyük annesinin yardımıyla Johann Crispin ve okul müdürünün oğlu altı yaşındaki Christoph Klemm’i zehirleyerek (Giftbe yunddenselben würcklich umbs Leben gebracht)öldürmekle suçlanır. Bartlin’in küçük Klemm’i zehirleme girşimine sınıf arkadaşı küçük Peter Esslinger de tanıklık edecektir. Nitekim küçük Christoph Klemm beş hafta sonra sonra ölür. Vali (Obervogt)çocuğa otopsi yapılmasını ister; üç doktordan oluşan bir kurul otopsi sonuçlarına göre çocuğun mide ve bağırsaklarında zehir kalıntıları bulurlar. Bulgular üzerine Bartlin hemen tutuklanır ve işkenceye alınır. İlk işkence seansının sonunda mahkeme heyeti ilginç bir olayla karşılaşır; Bartlin ağır işkence altında yürek yakan çığlıklar atmakla birlikte ağla/ya/mamıştır. ‘Ağlama Deneyi’, cadılık-büyücülük yaptığından şüphe duyulanlara uygulanan ve genelikle başarılı sonuçlar veren ‘cadılık deneyleri’nden biridir. Ağlayamama hali, gözyaşlarının akmaması, cadılıkla suçlanmak için önemli bir veri olmakla birlikte, Bartlin’in gayrimeşru bir ilişki (ehebrecherischembett)sonunda doğması, annesi Agnes Haffner’in kötü geçmişi ve anneannesinin zehir terkipçiliğiyle (inpuncto venefîcii)suçlanıyor olması işini iyice zorlaştırmaktadır. İşkence sonrasında tereddüd geçiren Bartlin zehri büyük annesinden, okul müdürünün oğlunu ve Peter Esslinger’i öldürme sözü karşılığında aldığını kabul eder. Yine büyükanne torununa cadılık sanatının kimi eski hilelerini de öğretmiştir (Weber2000:286-287).

 

Bu arada şehir yönetimi, Tübingen Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden on bir yaşındaki Bartholomaeus Sib’in durumuyla ilgili hukukî mütalaa alır. Verilen görüşte, çocuğun henüz on bir yaşında olması, üç kez işkence altında yapılan sorgulamalarında ki itiraflarına rağmen, ölüm cezasına çarptırılmasını veya sürgüne gönderilmesini uygun görmez.Ancak çocuğun özel durumu düşünüldüğünde, güvenlik görevlilerince hareketlerinin sürekli gözlenmesi, yeniden bir şeyler karıştırması durumunda eski ve yeni suçları (altesundNewes zusammen genommen)içinbirlikte falakaya yatırılması (empfindlichmit Ruten streichen)uygun olacaktır. Ancak Tübingen şehir meclisi, Bartlin’in potansiyel suçlu tavırları nedeniyle şehir dışında güvenli bir yerde, gözlemci gözetiminde tutulmasının yararlı olacağına 26 Eylül 1677 tarihinde karar verir. 20 Ekimgünü açıklanan karar hemen uygulamaya konur ve Bartlin ile annesi Heimsheim’a, annesinin daha önce oturduğu kente sürgün edildir.Heimsheim’da bekâr teyzeleri Anna ve Ursula’nın oturduğu, büyük annelerine ait küçük eve yerleşirler. Aile bu evi aynı zamanda saraç ustası Johann Saurve üç çocuğu ile paylaşmaktadır. Bartlin kısa sürede çevreylekaynaşır ve evi paylaştığı küçüklere (Kärchlein)ufak tefek şeyler öğretmeye başlar. 1683 Ağustos ayında Bartlin ile büyük annesinin, çocukları büyülediği, sonra da onları gece veya gündüz ‘şeytan dansı’na2götürdükleri söylentisi yayılmağa başlar. Bu arada komşu çocuklarından on bir yaşındaki melankolik yapılı(melancholischer Complexion)Ve itJacob Zahn annesinden temiz bir dayak yer; evdeki hizmetçiye göre çocuk bu dayaktan fazlasını hak etmiştir.3

 

Olan biteni yakından izlemek üzere toplanan akrabalara Veit Jacob şu ilginç hikâyeyi anlatır: Paskalya öncesi bir Perşembe günü Latince Okulu’nun eczacı kalfası (Provisor)onu Bartlinler’in evine gönderir. Orada kara bir çatalcıkla(Gäbelchen)çizilen sağ elinden yaşlı Agnes Haffner tarafından yarım yemek kaşığı kan alınır. Yara kurutulmuş mantar tozu (Pilzsporen)vebir merhemle tedavi edilecektir. Aynı anda Veit Jacob, yaşlı cadı tarafından, yanında kızları ve torunu olduğu halde, şeytan adına vaftiz edilir; kafasına üç kez serpilen suyla birlikte adının bundan sonra Sebulolacağı söylenir. Daha sonra yaşlı cadının söylediği,Hazreti İsa’yı küçük düşüren cümleleri, Duverfluchter Jesus, du Sehlem, du Dieb,tekraretmesi istenir. Nihayet cadı süpürgesinin (Gabel)üzerine oturup büyülü sözleri söyleyince (Obenhinauß, Stoß nirgends an)yerden yaklaşık bir metre kadar yükselmiş ve yaşlı cadının övgüsünü kazanmıştır. Takip eden günlerde, geceleri yaşlı cadı,Bartlin, annesi ve teyzesi Ursula odasında Veit Jacob’u ziyaret edeceklerdir. Bu ziyaretler amaçsız değildir; odasından alman Veit Jacob cadıların dansına katılmak amacıyla, Hirsau ormanlıklarında ki fakirler evine (Gutleuthaus)götürülecektir. Orada Calw ve çevresinden gelmiş, erkek, kadın ve çocuklardan oluşan yüz kişilik bir kalabalığı cadı süpürgelerine, köpeklere,kedilere, atlara ve keçilere binmiş, havada uçarken veya neşeyle dans edip yemek yerken görecektir. Veit Jacob bu yüz kişiden kırk sekiz tanesini isim isim sayacaktır (Weber2000:288-289).

 

Öncelikle deşifre edilen çocuklar aileleri tarafından sorgulanır. Olaylar hakkında bilgi sahibi olmadıklarını söyleyen çocuklar, biraz datehdit edilerek sıkıştırılınca her şeyi itiraf ederler.Sorgulamalar 8-11 Eylül 1683 tarihleri arasında yapılır. On bir buçuk yaşındaki Hanns Michel Gretzinger,gözyaşları içinde yaptığı itiraflarda, Bartlin’i daima,yanında Vaihingen’li bir terzinin kızı olduğu halde, cadıların toplantısına katılıp dans etmekle suçlar. Cadılar tarafından icra edilen vaftiz ritüeli, gece yolculukları ve cadıların dansı hakkında Bartlin’in ifadeleriyle çakışan, giderek onları aşan ayrıntıda tasvirleri, kısa bir süre önce ölen papaz Ergazinger’ın sekiz yaşındaki oğlu Georg Christoph yapacaktır.Sorgulanması sırasında papazın küçük oğlu, yaşlı AgnesHaffnertarafından vaftiz edilen dört çocuğun ismini ihbar eder. Bu aradasekiz yaşındaki Hannß Jacob Bozenhard yaşlı cadının şeytan adına yaptığı vaftiz sırasında kanı suyla seyrelterek yüzlerine serptiğini anlatır. On iki yaşındaki Anna Margaretha Benz ise,Bartlin’e benzer biçimde, ifadesinde yaşlı cadının sağ kalçasının çizilmesiyle vaftiz kanı (Taufblui)elde edildiğini ve Hazreti İsa’yı aşağılayan sözlerle (Hund,Schelm und Dieb) vaftiz edildiğini anlatır. Buna karşılık on bir yaşındaki kardeşi Jacob Christoph Benz farklı şeyler anlatacaktır; kendi kanını elde edebilmek için Bartlin’in onu dövdüğünü ve burnundan gelen kanla vaftiz edilip daha sonra kendi kanıyla şeytana mektup yazmak zorunda bırakıldığını anlatır. Bu arada Jacob Christoph, şeytanı büyük boynuzları, kıllı ayakları ve çaldığı gaydadan tanıdığını söylemeyi de ihmal etmez (Weber 2000:290).

Sorguya alman on sekiz çocuk içinde en küçüğü olan altı yaşındaki Johann Tobias Sauer, vaftiz töreni sırasında gördüğü iki kişiyi daha ihbar eder. Ancak kendilerini cadı olarak tanımlayan, dokuz ve on yaşındaki iki kardeşi, kardeşciklerinin suçsuz olduğunu savunarak (undist mit Ihme alß einem Kindt nichts anzufangen) salıverilmesini sağlarlar. On bir yaşındaki Maria Juliana Zahn’m öyküsü diğer çocukların anlattıklarını aratmaz;öğretmen Isaac Kramer’in kızı elindeki siğili koparttığında,annesi kopan siğilin altından çıkan kanı bir süngerle alıpsilmiş, ancak daha sonra bu kanı bir çanakta dikkatli bir biçimde muhafaza etmiştir. Daha sonra öğretmenin hanımı, Hıristiyanlığı reddeden cümleleri yineleyerek (Ichwidersage Gott und der H. Dreyfalltigkeit und glaube ahn den Teuffelund allen seinen ahnhang)onları şeytan adına vaftiz edecektir.

 

Bu arada kentte endişe ve huzursuzluk havası hâkimdir; bazı aileler geceleri uyuyamamaktan yakınmakta, çareyi belediye meclisi üyesi sığınmakta bulmaktadırlar; gece boyu dua okunup, nedamet getirilmekte ve İlâhiler söylenmektedir. Gün boyu öğledensonraları saat dört ilâ beş arasında Latince Okulu’nda yapılan ayinlere rahip (Diakon),dekan,Special,veya başöğretmen (Prâceptor)başkanlık etmekte ve çoğunluğu baştan çıkarılmış çocuklardan oluşan grup dua edip, ağlamaktadır. Grup olarak yapılan dualar yetmez; çocuklar teker teker diz çöküp yüksek sesle dua okumakta veya nedamet getirmektedirler. Bu arada çocuklar asık sık şeytanın hâkimiyetini reddedip, kölelikten kurtulmaya,Tanrı’mn yoluna dönmeye niyetli olup olmadıkları sorulmaktadır(Weber2000:291).

Bartlin Süb, annesi ve anneannesine ikinci kez dava açıldığında,Bartlin on altı yaşma gelmiş bir gençtir. Yıllar önce zehir terkipçiliğiyle suçlanan ailenin şimdiki suçlanma nedeni çok daha ağırdır; cadılık. Bartlin yeniden konuşmaya ve aile bireylerini suçlamaya başlar; teyzesi güpegündüz Bartlin’in sol elini tırnağıyla çizmiş ve akan kanı küçük bir kâsede biriktirmiştir. Teyze daha sonra Bartlin’den Tanrı’yı, Kutsal Üçlüyü reddederek, kendini şeytana adayacağına söz vermesini ve bunu da kanıyla verdiği kâğıda yazmasını istemiştir. Teyzenin istekleri bu kadarla da kalmaz;Bartlin’den Tanrı’yı Yahudi, Türk ve Yalancı (Jude,Türke und Lügner)olarak tanımlamasını istemiştir. Tüm bu anlatılanların şeytan adına yapılacak vaftizin merasimine hazırlık olduğunu anlarız; teyzeelinden aldığı kanı çocuğun yüzüne üç kez serperek, onuşeytan (Belzebub)adına vaftiz eder. O gece cadı süpürgesinde büyük annesinin arkasına oturan Bartlin, cadıların dansına uçacaktır (Weber2000:291).Çocukları büyülenmiş ailelerin tedirginlikleri, endişe ve panik havasını iyice artıracaktır; şehrin üzerinde kara bulutlar dolaşmaktadır.Bazı aileler çaresizlik içinde Stuttgart’ta ki prenslerden yardım talebinde bulunurlar. Cadıların kara büyü ayinlerine bizzat katılmış çocuklar yoğun biçimde yaptıkları ibadete rağmen,ihbar ettikleri kadınların onları rahatsız etmelerinden kurtulamazlar; cadılıkla suçlanan bu kadınlar geceleri yanlarına çocukları alarak ayinlere götürmeye devam etmektedirler. Şeytanın oyunu o denli etkileyicidir ki, çocuklarının durumuyla meşgul olan ebeveynler günlerdir uyku dahi uyumamışlardır; bu kötü olayların çocukların ruh ve beden sağlığı üzerinde kalıcı etkileri olmasından çekinilmektedir. Ailelerin yardım ve akıl talepleri karşısında elinden bir şey gelmeyen yönetim, lisenin rahip, dekan ve başöğretmenlerine talimat vererek ailelerin ve çocukların şeytanın şerrinden korunmalarını ister; rahipler, öğretmenler, aileler büyülenmiş çocuklarla birlikte düzenli dua etmelidirler; öğretmenler ve vaizler sürekli kendi bölgelerindeki küçük çocuklu aileleri ziyaret etmeli ve şeytanın göz kamaştıran sahtekârlıkları hakkında bu taze dimağları eğitmelidirler.

 

Bu arada diğer bir önlem de, çaresizlik içinde her yolu deneyen ailelere yöneliktir; bazı Protestan aileler çocuklarını kötülüklerden korumak için muskalar ve batıl nesneler kullanmak suretiyle yanlış yollara sapmaktadırlar. Gerçekten de çocuklarıbüyülenmiş on dokuz aile Weildestadt’liKapuzenler’ebu amaçla baş vurmuştur; vücutta taşınacak, yastık altına konacak, kapı eşiğine gömülecek muskalar elden ele dolaşmaktadır. Önlemler giderek arttırılmakta ve olağanüstühal koşullan yürürlüğe konulmaktadır; şehrin yöneticisi(Dekan)yayımladığı bir genelgeye göre sadece geniş katılımlı,kamuya açık Kilise ayinlerinde Tanrı’ya yakarılacak, şeytan lanetlenecektir. Büyülenmiş çocuklar tek başlarına bu işlere kalkışmayacaklardır. Şehir yönetimi yapılan ayin ve duaların kontrolden çıkıp amacından uzaklaştığını, şeytana hizmet eder hale geldiğini düşünmektedir.

 

Devamında beklenen önlem gelmekte gecikmez; aileler ve öğretmenler çocukların şeytanın marifetleri ve cadıların dansı gibizararlı konuları kendi aralarında konuşmalarını yasaklayacaktır; yine bu dönemde çocukların bir arada tutulmamalarının da faydalı olduğu düşünülmektedir. Şehir yönetiminin önlemlerine, çevre prensliklerden gelen yardımlara karşın suçlanan ve kendi kendini ihbar eden çocukların sayısında günden güne artış yaşanırken, çocukları şeytanın emrine sokmak için faaliyet içinde oldukları iddiasıyla kadınlarıntutuklanması tüm hızıyla sürmektedir. Şehir yönetimi,zanlıların tümünü sorgulama ve tutuklamanın güçlüğünden hareketle, sadece kendi kendini ihbar eden çocukları sorgulama yolunu seçecektir (Weber 2000:292-293).

 

Bu arada 22 Kasım 1683 günü şehirde dikkat çekici bir olay yaşanır.Daha önce örneklerini cinlenmiş çocuklar (Besessene Kinder)başlığında gördüğümüz vakalara benzeyen bu olayda on iki yaşındaki EphrosinaWalter, ailesi ve evin hizmetçisi henüz masadayken, divan üzerinde uyuya kalır.Birdenbire uykusunda dua etmeye ve sayıklamaya, bir şeyleranlatmaya başlayan kızın sıkıntıyla terlediği görülür.Ephrosina, diğer çocuklarla birlikte katıldığı cadılarındansını anlatırken birdenbire acı acı ağlamaya başlayınca,ailesi tarafından hemen uyandırılır. Uyandığında ilk söylediği şey dışarıda (draußen)kaldığıdır.Bir sonraki akşam bu sefer yemekte küçük kız yeniden uykuyadalar; bu kez çok daha anlaşılır bir şekilde (deutlichund hell)İlâhiler söylemeye başlar. Masada olanlar bir mum ile kızın yüzünü aydınlattıkların da, alnının sıkıntıdan boncuk boncuk terlemiş olduğunu ve şeytan ile zorlu bir konuşma yaptığı anlaşılır;şeytan kıza ruhunu satın aldığını ve bundan böyle ona aitolduğunu söyler. Ancak küçük kız direnir, şeytanı yalancılıkla suçlar ve tekrar tekrar nedamet getirerek Tanrı’danyardım ister; hemen daha önce ölmüş annesi, kardeşleri ve aile büyüklerinin ruhları için dualar okumaya ve İlâhiler söylemeye başlar. Bu arada Tanrı ona, sevgili küçük (cadı) çocuklarının her zaman iyi bir Hıristiyan olduklarını, ancak bir kez ibadetetmeden evden çıktıklarını (ungebettetauß dem. Haus gegangen)budurumu da şeytanın çok iyi değerlendirerek onları yoldan çıkardığını söyler. Daha sonra Tanrı, şeytanın sözde krallığını görmesi için Ephrosina’ya cehennemi gösterir.Küçük kız gördükleri karşısında büyük acı duyarak Tanrı’ya ve Hazreti İsa’ya yakarır.4Bunun üzerine Tanrı bu kez de onu kısa süre yanına alıp, kendi gerçek cennetini gösterir. Küçük kız gördüğü rüyadan(Traumvision)uyandığında, iç çekerek ağlamaya başlar; gerçekten cennete gittiğini sanır, ancak şimdi tekrar bu lânetlenmiş dünyaya(verfluchteWelt)geri dönmüştür (Weber2000:294).

 

22Kasım 1683 günü Tübingen Üniversitesi Hukuk Fakültesi, zehir terkipçiliği ve büyücülük suçlarını işleyerek çok sayıda çocuğa kötü örnek oldukları gerekçesiyle davalılardan Anna Haffnerin’in yakılmasına, torun Bartlin Süb’ün ise kafası kesilerek idamına ve bilâhara bedeninin yakılmasına karar verir. Bu arada Bartlin’inannesi Agnes Haffner ve kız kardeşi Anna Haffner, Calw’in dışında şehir muhafızları tarafından yakalanırlar. Ancak yol boyunca geçtikleri yerlerde, halkın linç girişimleriyle nedeniyle yaralıdırlar; Anna Haffner Pottenbronn ormanlarında aldığı ağır yaralar neticesinde ölürken, kardeşi tutuklanarak Calw’da hücreye konur.

 

Ancak Bartlin ve büyük annesinin idamları Calw’a sükûnet getirmez. Karşılıklı ihbar ve suçlamalar artarak devam eder.1684 yılının Ocak ayında Tübingen Üniversitesi teologları ve Calw şehir üst yönetimi tarafından yeniden bir komisyon kurulur;görevlendirilen gözlemciye göre çocuklar tarafından anlatılanların fantastik bir boyutu olmakla birlikte, gerçeklik kısmı yadsınamaz. Yeniden bazı çocuklar cadılık suçlanmasıyla karşı karşıya kalırlar. Gözlemcinin raporu dük hazretlerini memnun etmemiş olacak ki, bu kez Mayıs ayında dört hukukçuya ilâveten, Tübingen Üniversitesi’nden teoloji profesörü ve vaiz Georg Heinrich Heberlin’i yaşananları açıklığa kavuşturmaları için Calw’a gönderecektir.Heberlin, çocuk cadılar hakkında gözlemlerde bulunmak üzere 1683 yılının Kasım ayında Calw’agelmiştir.Heberlin bu ziyeretin de arkasındaki desteğin de farkında olarak hareket eder; çocukların başıboş bırakılmaması, iyi eğitilmesi gerektiğinden hareketle özel bir öğretmen tahsis eder.

Heberlin’e göre asıl amaç gerçek Tanrı korkusunun (zuwahrer Gottesfurcht)çocukların yüreğinde yer etmesinin sağlanmasıdır. Sınıftaki arkadaşlarının cadıların dansına katılan


  • büyülenmiş — çocuklardan korktuklarını, gece korkulu rüyalar gören çocukların uyuyamadıklannı ve gündüzleri ders takip edemeyecek derecede yorgun oldukları vb konuları tespit ederek önlemler alır. Heberlin dük hazretleri için hazırlayacağı raporda faydalanmak üzere, Calw’de o güne kadar görülen dava dosyalarının tamamını büyük bir dikkatle okur. Kendi hesaplamalarına göre otuz sekiz çocuk kendi kendini ihbar etmiş ve ailelerinin tüm gece boyu onları izlemelerine karşın cadıların dansına katıldıklarını iddia etmişlerdir.

Sonuç itibariyle uygulamaya konulan yöntemlerin başarıya ulaştığı ve kentte huzurun hâkim olmaya başladığı anlaşılmaktadır.Professor Haberlin 24 Temmuz 1684 tarihindeki va’zına Incil’den şu alıntıyla başlayacaktır; “Ayık olun, uyanık olun; hasmını ziblis kimi yutacağını arıyarak gümür denen aslan gibi dolaşıyor”(Weber2000:295-297).

1 Weber 2000:286-297; Wolf 1995:967-979.

 

2 Cadıların Kara Büyü (sabbat) ayinleri kastedilemektedir.

 

3 “etwas ärgeres gethan / [und] wenn es seine Mutter wüste / würde sie ihn wol härter züchtigen” (Weber 2000:288).

 

4 “O Herr Jesu waß ist das für fewer, o behüte unß gott, o Herr Jesu waß ist das für eine Höllen Qual! ” (Weber 2000:295).

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Büyücü Jackl Davası

Salzburg ve çevresinde yaşayan dilenci çocukların lideri olarak ün salan Jakob Keller başına hatırı sayılır miktarda ödül konmasına rağmen hiç bir zaman yakalanamamıştır. Ancak ‘Büyücü Jackl’ olarak da anılan Jakob Keller’in adı etrafında yayılan efsaneler aralarında çocukların da olduğu çok sayıda insanın yaşamına mal olacaktır.

 

Keller’in çetesinden Christian Fleiß, yakalandığında övünerek Büyücü Jackl’ın görünmez (unsichtbar)olabildiğini söyler ve anlatmaya devam eder; bir keresinde BüyücüJackl bir köylünün evinde yemek yerken yüz kişilik bir muhafız birliği gelir. Amaçları Jackl’ı yakalayıp tutuklamaktır.Ancak Jackl durumu fark eder ve evin kapısını kapatarak şöyle bağırır; “Gidin buradan bana hiç bir şey yapamazsınız!“2Ve bunu söyler söylemez hemen görünmez (verblent)hale gelir. Yüz tane muhafız bir saatten fazla zaman beyhude her yerde Jackl’ı ararlar; bu arada o görünmez olmuş, aralarında dolaşmaktadır. En sonunda aramaktan yorulan muhafızlar Jackl olduğuna inandıkları bir taşı yanlarına alıp götürürler.Jackl görünmez olabilmek için genellikle siyah bir başlık(schwarzes Käppi)kullanmaktadır.Çocukların gözünde, Jackl’m giderek şeytanî yeteneklerini artırdığına olan inancın kuvvetlendiği görülmektedir.Çetesindeki çocukları eğitmeyi ihmal etmeyen Jackl, onları kedi,fare ve karga olarak eğitir, daha sonra isimlerini sorarak bıçakla işaretler. Bu işaretlenme olgusunun bütünüyle dönemin, kendine bağlı cadıları ve büyücüleri işaretleyen şeytan tasavvuruna uygun düştüğü görülmektedir. Yine onunla birlikte yola çıkanlara para verirken, diğer yandan çete üylerini öldürmeye varacak derecede acımasız da olabilmektedir.

 

Jackl giderek daha fazla çocuk için bir çekim — cazibe — merkezi haline gelir. Çetenin yakalanan ve 15 Eylül 1677 günü idam edilen ilk üyesi on iki yaşındaki Dionysus Feldner’dir. Onu aynı yıl,sorgulanması sırasında çok sayıda işbirlikçiyi ihbar eden ve davayı önemli bir sürece taşıyan Thoman Hasendorfer izler.Hasendorfer’i izleyen Ve itl Lindtner ve Georg Eder,araştırma komisyonuyla bir yıl boyunca kendi istekleriyle işbirliği yapmış ve çetenin üyelerini ihbar etmişlerdir. Ancak bu çabaları iki gencin hayatta kalmasına yetmeyecektir.Salzburg’daki bu dava süreci boyunca (1675-1684) büyücülük suçlamasıyla yargılananlardan yüz otuz dokuzu yaşamınıkaybedecektir; bunlardan otuz dokuzu on ile on dört yaşları arasında, on beşi de on yaşının altındadır. Gruptakiçocuklardan en küçükleri iki yaşındaki Matthias Kärfues ve yaklaşık üç yaşındaki Georg Debellack’tır.Bu vaka da en dramatik olgu, henüz konuşamayacak denli küçük olan çocukların zararlı büyü yaptıkları gerekçesiyle suçlanmaları kadar, bir dilenci grubu içinde yaşamalarını sürdürmeye çalışıyor olmalarıdır.

 

İnfazkararları genellikle çocukların durumlarına bakılarak alınmaktadır. On yaşın altındaki çocuklar dini bütün koruyucuailelerin yanma verilmiştir. Yaşları on ile on dört arasında olan çocuklar yakılmadan önce boğulmakta veya giyotinle(Fallbeil)kafaları kesilmektedir. On dört yaşın üzerindeki gençler yakılmadan önce boğulmaktadırlar. Bu davalar süresince, daha önce başka bölgelerdeki örneklerde gördüğümüz üzere hiç bir çocuk diri diri yakılmamıştır.

 

1 (Seidel 2005).

 

2 “Geht nur her, ihr werdet mir nicht schaden" (Seidel: 2005).

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Bu çok uzun ve meraklısı için çok hoş olan yazı için teşekkür ederim. Ben de cadılık ile ilgili çok az bilinen bir konudan bahsedeceğim,belki katkısı olur. Eski dinlerde anaerkil (Matriarchal) bir düzen söz konusu idi. Şamanlar kadın idi, erkek şaman olmazdı. Kadın şamanlar Feminin Tanrıça (Divine Feminine-Creatrix ) ) ile iletişime geçer ve insanlara bilgileri aktarırlardı. Oysa yukarıda anlatılan eski dinlerin yerine gelen Hristiyanlık babaerkil (Patriarchal) bir din getirmiştir. Yani tanrı erkektir. Yukarıda anlatıldığı gibi babarkil olan din anaerkil olan dini yokedebilmek için onun temsilcileri olan şamanları tek tek yakalayıp öldürmüştür.Bu da cadı avının çok az anlatılan bir hikayesidir. İngilizce bilen arkadaşlar için internette çok kaynak vardır. İnsan yeterki meraklı olsun.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Bu çok uzun ve meraklısı için çok hoş olan yazı için teşekkür ederim. Ben de cadılık ile ilgili çok az bilinen bir konudan bahsedeceğim,belki katkısı olur. Eski dinlerde anaerkil (Matriarchal) bir düzen söz konusu idi. Şamanlar kadın idi, erkek şaman olmazdı. Kadın şamanlar Feminin Tanrıça (Divine Feminine-Creatrix ) ) ile iletişime geçer ve insanlara bilgileri aktarırlardı. Oysa yukarıda anlatılan eski dinlerin yerine gelen Hristiyanlık babaerkil (Patriarchal) bir din getirmiştir. Yani tanrı erkektir. Yukarıda anlatıldığı gibi babarkil olan din anaerkil olan dini yokedebilmek için onun temsilcileri olan şamanları tek tek yakalayıp öldürmüştür.Bu da cadı avının çok az anlatılan bir hikayesidir. İngilizce bilen arkadaşlar için internette çok kaynak vardır. İnsan yeterki meraklı olsun.

 

bilgiler için teşekkür ederiz :)

evet bahsettiğiniz üzre yukarıda ki yazı tamamen ata erkil inanç sisteminin (bence) pagan geleneklerinden korkması ve bu sebeple gaddar acımasız oluşumların başlangıç noktaları .

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Augsburg Çocuk Cadı Davaları

Augsburg çocuk cadı davaları, uzun zamana yayılması ve çok sayıda çocuğun büyücülük — cadılık suçlamasıyla soruşturulması vb nedenlerle, çocuk cadı avlan içinde önemli bir yere sahiptir.

 

Biz de burada, çalışmamızın sınırları ölçüsünde, Augsburg çocuk cadı davalarına yer vermeğe çalışacağız. Ancak anılan dönemde, iklim felâketleri, salgın hastalıklar, yaygın açlık ve sefalet ve ‘Otuz yıl Savaşlan’ (1618-1648) gibi çok önemli olguların varlığı nedeniyle davalann arka planına bakılmasında fayda görülmektedir.

 

XVI.yüz yılın başında İmparatorluk kenti Augsburg, ‘altın çağı’nı yaşamaktadır. Fuggerler ve Welserler sayesinde kent Avrupa’nın önemli fınans ve ticaret merkezlerinden biri haline gelmiştir.Kuşkusuz bu noktaya ulaşılmasında sermayenin %97’i gibi çok yüksek bir oranda belli ellerde toplanmasının, yani‘tekelleşme’sinin, önemli payı vardır. Ancak bu refah dönemi tüm Orta Avrupa’yı etkileyecek iklim felâketiyle XVI. yüzyılın ilerleyen on yıllannda sona erecektir.

 

Orta Avrupa, ‘küçük buzul çağı’ olarak da adlandırılan bu dönemde son yedi yüz yılın en soğuk dönemini yaşayacaktır. 1560’lı yıllardan itibaren yaşanan olumsuz hava koşulları (don, sel felâketi vb) nedeniyle tanmsal ürün hasadında görülen önemli düşüşler, gündelik yaşama ürün fiyatlarında anormal artışlar (enflasyon) ve açlık olarak yansır (Rau 2003). İklim koşullarında yaşanan sıra dışıbozulmaya, XVII. yüzyılın başlarından itibaren savaş koşulları,salgın hastalıklar ve giderek toplumsal huzursuzlukların da eklenmesiyle felâketin boyutlan büyüyecektir. Augsburg’lularm yaşadığı mutlu günler artık geride kalmıştır.

 

Yıllar öncesinin, dışından gelen dilencilere sağladığı imkânlarla ünlü örnek zengin kenti Augsburg, bu kez hiç bir geliri olmayan,bakıma muhtaç, kendi fakirlerini geçindiremez hale gelmiştir.Buna karşın fakir ve bakıma muhtaçların sayısı kriz öncesi döneme göre katlanarak artmıştır. Kırsal kesimden çalışmak için kente gelenlerin sayısında görülen önemli artışa karşın iş yoktur. Kenti vergileriyle besleyen girişimcilerin çoğunun iflas etmesiyle harcamalarda önemli kıstlamalara gidilecektir. Geçmişin varlıklı kenti 1630 yılına gelindiğinde dışardan kredi alacak denli yoksullaşmıştır (Rau 2003). Nihayet açlık, kötü yaşam koşulları ve salgın hastalıklarla ölüm oranları artarken,kentin nüfusu azalacaktır. 1624-1629 yılları arasında açlıktan ve veba salgını sonucundan ölümler zirveye ulaşacaktır; 1627yılında sadece vebadan 2.492 kişi ölürken, 1628 yıllnda bu rakam 9.611’e ulaşır (Rau: 2003).

Otuzyıl Savaşları’nı (1618-1648) kapsayan dönemde Augsburg kentinde yaşam koşulları felâket boyutlarına ulaşmıştır.

 

1632 yılında zaferden zafere koşan İsveç ordusu kent kapısının önüne kadar gelmiştir. Kenti mücadelesiz teslim alan İsveçliler’in işgali sırasında küçük çapta olaylar yaşanacaktır. Ancak İsveç ordusunun 1634/35 kışında Nördlingen’de aldığı ağır yenilgiden sonra, Augsburg bu kez imparatorluk ordusu ve Bavyera’lı güçler tarafından kuşatılacaktır. Kuşatma günlerinde kentte yaşanan açlık o denli ileri boyutlara ulaşacaktır ki, kedi,köpek ve pişirilmiş hayvan derileri, öğünlerin vazgeçilmez mönüsü haline gelecektir. Anonim bir kronist yamyamlık vakalarından bile söz etmektedir.

 

Kentte yaşamın her açıdan durduğunun diğer bir örneği de düğün törenlerinden en basit sokak eğlencelerine, müzikli her toplantının yasaklanmış olmasıdır. 1627/28 yıllarında yaklaşık 12.000 Augsburg’lunun yaşamına mal olan veba salgını,1634/35 yıllarındaki gelişinde bu kez 13.000 kişiyi beraberinde götürecektir. Felâketin acı sonuçları kentin nüfusunda görülen dramatik azalıştan da görülebilir; 1626 yılında 40.000 kişinin yaşadığı kentte, 1635 yılında yapılan sayımın sonucu nüfus16.432 kişidir (Rau: 2003).

 

Augsburg çocuk cadı davalarını ayrıntılı biçimde incelemiş olan Kurt Rau’a göre ikisi Otuz yıl Savaşları (1618-1648) döneminde, altı tanesi savaşlar sonrası dönemde (1649- 1730) olmak üzere toplam sekiz grup dava yürütülmüştür. Biz de Rau tarafından yapılan bu dönemlendirmeye bağlı kalarak, anılan iki dönemden bazı davaları örnek olarak alacağız.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Otuzyıl Savaşları (1618-1648) Döneminde Görülen Çocuk Cadı Davalarından Bir Örnek:

 

Maria Braun Davası (1625)275

 

 

Kuşhane yapımcısı (Vogel hâus lemacher)Paulus Braun (40), üç çocuğu, kendisinden sekiz yaş büyük karısıyla birlikte yaşamakta ve aile zorlukla geçinmektedir.Augsburg’lu aile bireyleri yukarıda anlatılan savaş şartlarının getirdiği zor yaşam koşulları nedeniyle ek işlerde çalışmak zorundadırlar. Paulus Braun ikinci iş olarak zaman zaman bekçilik,gardiyanlık (Guardisoldat)yaparken, kendisinden sekiz yaş büyük karısı Dorothea bakıcılık ve hasta bakıcılık işlerinde çalışmaktadır.

 

Braun çifti on bir yaşındaki Maria’ya ilâveten iki erkek çocuğa daha sahiptir: Maria’nın küçüğü Jakob ve hakkında bilgi sahibi olunmayan üçüncü (küçük) bir çocuk.

 

Ailenin yaşamını bütünüyle allak bullak edecek olaylar dizisi Maria Braun’un üzerinde, ailenin ekonomik durumuna ve on bir yaşındaki kızın yaşma göre bulunmaması gereken miktarda bir paranın ortaya çıkarılmasıyla başlar. Paulus Braun tarafından Augsburg yetkili makamlarına hitaben yazılan dilekçeden (erzöhlung)anlaşıldığı kadarıyla Maria sık sık yakınlarında oturan teyzesi Apollonia Heucheler’i ziyaret etmektedir. Ancak kısa bir süre önce çocuğun üzerinde bulunan önemli miktarda para aileyi tedirgin eder. Çocuk bu parayı kendisine ‘kötü ruh’un verdiğini söyleyecektir. Ancak biraz sıkıştırılınca, Maria parayı verenin şeytanın değil, teyzesi olduğunu itiraf eder. En kötüsü teyze ona cadılık sanatının inceliklerini de öğretmiştir. Küçük kız, cadı süpürgesi, kedi veya keçi üzerinde yapılan gece yolculukları gibi tekinsiz konularda bilgi sahibidir. Maria, çoğu kez kendi evinden teyzesinin evine, teyzesi ve yaşlı bir cadının eşliğinde uçarak gitmiştir. Bu arada Maria cadıların kara büyü ayinlerine yaba ('Gabel)üzerinde yaptığı yolculuklarda yalnız değildir; teyzesinin hizmetçisi Annele ve başka kızlarda vardır. Bu arada evde gerçekten de bir yaba (Hexengabel)bulan babası sinirle bu şeytan aletini parçalar.

 

 

Birden bire gelişen olaylar karşısında şaşkınlığa uğrayan Paulus Braun,yardım almak ve akıl danışmak için günah çıkardığı Cizvit rahibe, kızının başından geçenleri anlatır. Kızı iyice yoldan çıkmıştır; ona çok acı veren (garwehe getan)şeytanla birçok kez ilişkiye girdiğini, onun uğruna Tann’yı, bütün azizleri ve hatta anne ve babasını reddettiğini, çünkü onu koruyanın, gerçek babasının kötü ruh olduğunu söylemektedir.

 

Braun’lar kızlarının gerçek teyzeleri tarafından ayartılarak yoldan çıkarılmasından büyük üzüntü duymaktadırlar. Ancak ellerinde, en azından teyzeyi yaptıklarından sorumlu tutabilmek için, Maria’nın anlattıklarından başka bir somut veri olmayan aile, adalete sığınmaya (vmbdero Obrigkeitlichen hilff und Beistandt)karar verir. Nihayet on bir yaşındaki Maria ve elli üç yaşındaki Apollonia Heucheler cadılık suçlamasıyla zincire vurulur.

 

Maria’nın suçlaması nedeniyle hemen teyze hakkında soruşturma başlatılır.Ancak kısa bir süre sonra küçük kız ağız değiştirerek,kendisini yoldan çıkaranın teyzesi değil, annesi olduğunu iddia eder. Üzerinde bulunan önemli miktarda parayı da annesi, teyzesini suçlaması için vermiştir. Her ne kadar Maria Braun kötü,Tanrıtanımaz ve yalancı bir çocuk olarak görülse de, annesi Dorothea Braun bu ağır ithamlar üzerine gecikilmeden zincire vurulur (indie Eisen gelegt).Bir dizi sorgulama boyunca kız, annenin tüm itirazlarına karşın,kendisini cadılık yapmaya, şeytanla işbirliğine annesinin zorladığını iddia etmeye devam eder.

 

1625 yılının Temmuz ayında ilk kez işkence altında sorgulanan anneden gerçekler öğrenilecektir.Anneye göre kızı, ailesine zarar vermeye çalışan koca bir yalancıdır. Ancak Dorothea Braun’un takip eden günlerde kimi kez insaflı (gütlich)tavırlarla kimi kez acımasızca (peinlich)yapılan sorgulamaları sonucunda kızı tarafından verilen ifadeye yaklaşmağa başladığı görülecektir. Tekrar işkenceye tabi tutulmaktansa çocuğunun suçlamasıyla seve seve ölmeye razıdır.

 

Nihayet suçlu olduğunu kabul eder; dört yıldır uçarak gece yolculuklarına katıldığı şeytanla gayri meşru ilişkisinden(Hundsunfriedt)isminde çocuk doğurmuş bir cadı olduğunu itiraf eder. Tanrı onu adeta günahkâr olmaya itmiştir; ağır yaşam koşulları,yaşadıkları açlık ve sefalet içinde çoğu kez şeytan tarafından doyurulmuş ve böylece onun ağma düşmüştür.Apollonia Heucheler’i suçlamasında bir ölçüde kıskançlık (Neid)etkili olurken, diğer yandan da, Luterci teyzenin konuşmalarıyla kızını etkileyebileceğinden endişe duymuştur. Bu arada Dorothea Braun’un Ağustos ayında hapisten kaçma girişimi başarısızlıkla sonuçlanacaktır.

 

 

Eylül ayının 18. günü hazırlanan iddianame sanığa okunur ve nihayet yedi gün sonra karar açıklanır; Dorothea Braun dört yıldır bir cadı topluluğuna (Hexengemeinschaft) üye olmaktan ve kızını da bu amaca yönelik olarak kullanmaktan önce kafası kesilerek idamına ve daha sonra bedenin yakılmasına karar verilir.

 

Birkaç gün sonra infaz gerçekleştirilir. On bir yaşındaki Maria cadılık suçlamasıyla bir süre daha ceza evinde tutulacaktır.Babası Ekim ayının sonunda kızının suçsuz olduğunu ve salıverilmesini talep eden bir dilekçeyle yetkili makamlara başvurur. Ancak mahkeme Aralık başında, Maria’nm yaşadığı olumsuzluklar nedeniyle hâlâ kötü ruhların ve şeytanın etkisi altında olduğundan bahisle bir süre daha gözetim altında tutulmasında yarar olduğuna karar verecektir. Ancak babanın kızının serbest bırakılması yönündeki ısrarlı girişimleri nihayet sonuç verir. Böylece‘çocuk cadı’ (Kinderhexe)Maria Braun yedi aylık tutukluluk halinin sonunda, 1626 yılının başlarında, serbest bırakılır.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Ruhunu Şeytana Satan Veit Karg (1680)

 

Augsburg’lu Georg Laub’un, Vitus Sartorius’u (Veit Schneider) hırsızlık ve dolandırıcılık suçlamasıyla başlayan süreç, 1680 yılının Mayıs ayından itibaren beklenmedik bir biçimde çocuk cadı davasına dönüşecektir. On yedi yaşındaki Bavyera’lı zanlı,on iki yaşından itibaren Ingolstadt’ta ki Cizvit Koleji’nde okumuş ve buradan ‘Minöre Syntaxin’ile mezun olmuş eski bir öğrencidir. Veit’in hırsızlık dışında, Kilise soymak, kundakçılık, taciz gibi suçlardan sabıkası bulunmaktadır.

 

Veit Karg Augsburg mahkemesindeki ilk sorgusunda, yıllar önce, henüz on üç yaşında, Ingolstadt’ta otururken şeytan tarafından yoldan çıkarıldığını anlatır. Şeytana, dört yıl boyunca, ona itaat edeceğine ve emrine gireceğine (sich verschreiben)söz vermiştir. Yine ondan ‘Kutsal Üçlü Birliği’, tüm azizleri reddetmesi ve cennete tümüyle yüzünü dönmesi istenmiştir. Tüm bunları sadece şeytandan aldığı para için yapmıştır. Şeytan onu insanlar arasına nifak tohumları atmak için kullanmıştır; hırsızlıklar, kundaklamalar, Kilise soygunları hepsi bu ittifakın bir sonucudur. Hatta bir keresinde Satan’m isteği üzerine bir çiftlik evini kundaklamak istemiş,ancak bu çabası başarıya ulaşmamıştır. Bu arada Veit’in yöredeki on beş evi kundaklamak suretiyle enkaz haline getirdiği anlaşılmıştır.

 

Veit Karg yaptığı anlaşmanın üzerinden geçen dört yılın sonunda sattığı ruhunu şeytandan geri almak istemekte, ancak şeytan buna razı olmamaktadır.

 

Karg’ı doğru yola dönmeye istekli gören Augsburg’lu ruhban onu teskin etmeye çalışarak, Tanrı’mn her şeye kadir olduğunu, onun olduğu yerde şeytanın hiç bir gücü olmadığını anlatmaya çalışmaktadırlar. İyi niyetle yapılan sorgulamaların sonucunda gençten daha fazla bilgi alınamaz.Tanıkların anlattıklarından da farklı bilgilere ulaşılamaz.Sadece Veit’ın, Augsburg dışında sefih bir hayat sürdüğü kesinlik kazanır; dilencilik yapmak,içki içmek, çeteler içinde yer alamak, kumar oynamak, ahlâksız ilişkilerde bulunmak, bu gencin adeta yaşam tarzıdır. Dört aylık tutukluluk sürecinin sonucunda yetkililerde giderek, Veit Karg’ın ancak işkenceyle konuşturulabileceği kanısı hâkim olur. Yeniden başlayan sorgulamalarda ki can alıcı soru Veit’ın şeytan ile tensel ilişkiye girip girmediğidir. Başlangıçta direnen genç,daha sonra şeytanın tutukluluk döneminde bir bakire kılığında hücresine geldiğini ve onunla ilişkiye girmek istediğini, ancak şeytanı toynaklı ayaklarından (Geißfüße)tanıyarak bu oyuna gelmediğini itiraf eder. Gencin cinsel organları çevresindeki yaralardan şüphelenen mahkeme heyeti hemen bir doktoru görevlendirir; ancak yapılan muayenelerden gencin şeytanla bir ilişkiye girmiş olduğu sonucuna varılamaz.

 

Karar günü yaklaştığında Veit Karg affedileceğini ve beraat edeceği umudunu taşımaktadır; hiç bir şeyi kendi iradesiyle yapmamış, netice itibariyle şeytanın emirlerini yerine getirmiştir. Ancak karar Veit Karg’ın beklediği gibi çıkmaz; 7 Eylül 1680 günü alman kararla, ‘Kutsal Üçlü Birliği’, tüm azizleri reddetmek ve şeytanla ittifak yapmak (.Teufelsbündnis)suçlarından kafası kesilerek ölüme mahkûm edilir. İşlediği hırsızlık, Kilise mallarının yağması ve kundakçılık gibi adi suçlar ise nihaî kararda, sadece kısacık bir cümleyle anılacaktır.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Caspar Meyr (1685)278

Caspar Meyr (Mayr) annesini henüz bebekken kaybetmiş, babası ve üvey annesiyle birlikte yaşayan dokuz yaşında bir çocuktur. Yoksul ailelerin oturduğu bir sosyal çevrede büyüyen Caspar,1685 yılının Temmuz ayında cadılık ve kundakçılık suçlamalarıyla tutuklanır. Tutuklanmadan yıllar önce oturdukları evin çevresindeki bazı komşu kadınların, o zamanlar üç veya dört yaşında olan çocuğu, olumsuz yönde etkiledikleri sanılmaktadır.

 

Dokuz yaşındaki Caspar,sorgulanması sırasında lafı hiç dolaştırmadan, cadılık sanatını bu üç cadıdan (kadından) öğrendiğini söyler. Suçlanan kadınlar,Bavyera Waldstätt’li kırk ilâ elli yaşlan arasındaki Maria Fleck (Fleckn,Flök), yaklaşık otuz beş otuz altı yaşlarındaki Münih’li Elisabetha Weber ve otuz iki yaşındaki Wassenburg’lu Anna Gschwenter’dir. Kadınların üçü de Katolik mezhebine mensup olup Augsburg’da ikamet etmektedirler. Kendisini yoldan çıkaran kadınlarla sık sık cadıların dansına katıldığını ve şeytanla insanlık dışı ilişkilere bile girdiğini anlatır.

 

Yaklaşık dört yaşında bir çocukken (nochin seinen Kinderjahren)Tanrı’yı inkâr etmiş, azizler hakkında kutsal olan ne varsa hepsini lânetlemiştir. Diğerleriyle birlikte cadıların kara büyü ayinlerine katılmış ve oralarda adeta Tanrıtanımaz (gottlosesLeben)bir yaşam sürmüştür. Hatta kendisi, işinde o denli yetkinleşmiştir ki, masum insanları kandırarak doğru yoldan çıkarmış ve cadıların dansına götürmüştür. Tutuklanan üç kadın, dokuz yaşındaki Caspar’m işbirlikçisi olmakla ve tekinsizlikle (böse Leute)suçlanarak yargılanacaklardır.

 

Üç kadın soruşturmanın ilerleyen aşamalarında verdikleri ifadelerde, yaklaşık üç buçuk yıl(dritthalben)önce şeytanla birlikte Caspar’ı ayartarak ailenin zaman zaman oturduğu evi kundaklattırdıklann ıitiraf edeceklerdir. Evin kundaklattınlma gerekçesi ise ilginçtir;ev üvey anne ve diğer bazı başka şahıslar (andere Leute)tarafından kötücül, düşmanca (feindlich)amaçlarla kullanılmaktadır.

 

 

Caspar Meyr,evini kundaklamak dahil kendisine atfedilen, Tann’yı inkâr etmek,şeytanla cinsel ilişkiye girmek, cadılık sanatının pratikleriniicra etmek ve nihayet Tanrıtanımaz bir yaşam sürme gibi ağır suçlamaları tereddütsüz kabul eder.

 

Augsburg makamları dokuz yaşındaki bir çocuğun gerçekte, bu denli sefih ve Tanrı düşmanı olamayacağını, tüm olan biteni bir tür oyun {Spiel)olarakgördüğüne karar verirler. Ancak oynadığı bu oyunun ne denli ciddî olduğunu anlayabilmesi ve yüreğine hiç bir zaman çıkmayacak bir korkunun salınması {Schreckensanblick)gerektiğinden hareketle, işbirlikçisi üç cadının kafalarının kesilmesi veyakılmaları infaz merasiminde hazır bulunması zorunluluğu getirilir.

 

İnfazın 15 Kasım 1685 yılında gerçekleştirilişinden sonra Caspar Meyr’in hâlâ eski düşüncelere meyilli olduğunu gören mahkeme 1686 yılının Ocak ayma kadar on sekiz ay süreyle onun tutukluluk halini devam ettirecektir. Ancak küçük Caspar mahkemeden,bir hamama {Bad)gönderilerek şah damarının kesilmesi {Öffnender Adern)suretiyle artık bir anlamı kalmayan {Unlustund Unmut)yaşamına son verilmesini ister.1

 

Caspar Meyr’in bu isteği çok büyük olasılıkla yerine getirilmemiştir. Şehir kroniklerinde bu yönde bir bilgi yer almadığı gibi, bir daha hiçbir yerde, dokuz yaşındaki ‘çocuk cadı’ Caspar Meyr(Mayr) ismine rastlanmaz.

1 Hamamda şah damarının kesilmesi, Erken yeni çağda çocuk suçlulara uygulanan, dönemin toplumsal vicdanına uygun düşen bir infaz yöntemiydi.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Jacob Schmidt Davası (1690)1

 

On yedi yaşındaki Evangelist genç Jacob Schmidt, çalıştığı çiftliğin patronu Danckenmair tarafından dikkat çekici{auffällig)davranışları ve cadılık şüphesiyle Augsburg makamlarına ihbar olunur. İlk bulgular uzun süre önce cadılık suçlamasıyla tutuklanmış yirmi yaşındaki Juditha Wagnerin’e kadar uzanmaktadır.

 

Wagnerin delikanlıyı Evangelistler Yetimhanesi’nde tanımış ve onu şeytanın emrine girmesi için ayartmıştır. Wagnerin1690 yılı başında yapılan sorgularında, tesadüfen tanıştığı bir genci cadıların dans ettiği ayinlerden birine, Rosenauberg’e,birlikte gitmeye ikna ettiğini söyler ve genci kabaca tarif eder. Jacob Schmidt 1690 yılının Şubat ayında bizzat Augsburg Belediye başkanı tarafından makamına çağrılarak ifadesi alınır; Jacob verdiği ilk ifade de altı yıldır {aufsechs Jahre)ruhunu şeytana satmış olarak yaşadığını söyler. Ancak 7 Mart’ta verdiği ifade de bu kez daha önce söylediklerini inkâr eder ve kumar oynamaya gidebilmek için ondan (vombösen Feind para aldığını söyler. Tam olarak küçük hanımı (KleinMandtlen)Rosenauberg’de gördüğünden ve şeytanın orada olup olmadığından emin değildir.

Tanıkların ifadeleri ve ilk bulgular Jacob Schmidt’in suçlu olduğunu göstermektedir. Böylece Schmidt 9 Mart’ta cadılık suçlamasıyla tutuklanır. İlk sorgulamada onu (böserFeind),ilk kez patronu Danckenmair’in evinde gördüğünü ve çıkardığı gürültü patırtıyla çevreye rahatsızlık verdiğini anlatır.Şeytan elleri ve ayakları üzerinde tepinmiş, kafasını oradan oraya çarparak ona ağır biçimde eziyet etmiştir. Her ne kadar şeytanın etkisi altında kalıp patronunu (Meister)öldürmek istese de, bunu hiç bir zaman gerçekleştirememiştir.Kaldı ki, bunun için Juditha Wagnerin kendisine zehirli bir toz vermiştir. Hiç bir zaman intihan da düşünmemiştir; tüm isteği,gerçeklerin ortaya çıkmasıdır.

Jacob Schmidt’in çelişkili ifadeleri, Juditha Wagnerin’in anlattıklan karşısında kafası kanşan mahkeme heyeti, iki sanığın yüzleştirlmesinin yerinde olacağına karar verir. Wagnerin yüzleştirme boyunca Jacob’a yönelttiği eski suçlamaları aynen yineler. Ancak Jacob suçlamaları reddeder; ne şeytanla bir ittifaka girmiş ne de Juditha ile birlikte cadıların dansına katılmıştır (ausgefahren).Hatta üvey annesi, üvey babasını, patronunu ve karısını öldürmek için zehirli toz aldığı da külliyen yalandır; hiçbir zaman böyle bir niyeti olmamıştır. 30 Mart 1690 tarihinde alman kararla, tutuklu Jacob Schmidt tüm suçlamalardan beraat ederek serbest bırakılır. Mahkeme heyeti bundan sonra iyi ve namuslu bir yaşam süreceğine inanmış ve bu nedenle serbest bırakılmasına karar vermiştir.2Juditha Wagnerin, Jacob kadar şanslı değildir; Augsburg şehir yönetimi suçlu bulduğu genç kadını kafası kesilerek ve bilâhara bedeni yakılmak suretiyle ölüme mahkûm eder. Ceza 4 Mayıs 1690’da infaz olunur.

1 Rau 2003.

 

2 “Der Verhaffte Jacob Schmid solle des Verhaffts erlaßen, und durch den H. Amtsburgermeister zu gutem Leben angewisen [...] werden “(Rau 2003).

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...