Jump to content

Suretler ve Zincirler


sidar

Önerilen Mesajlar

10359531_10152434772378898_2384587563473642547_n.jpg?oh=61a5a60b72eae383e20653ba38c6642e&oe=54DF9640

 

Saat gece yarısını çoktan geçmişti, zaman hepimiz için adil olmaya çalışıyor, kısmen bunu başarıyor gibiydi. Her nasılsa uzun yürüyüşümüz sırasında zamanın nasıl geçtiğini unutmuş, bu saate kadar uyumamıştık. Koridorun sonunda diğerlerine göre daha yıpranmış bir kapıya doğru yürüyorduk. Yanımdaki sürekli bulunduğumuz yer hakkında birşeyler anlatıyordu, her ne kadar onu dinliyormuş gibi yapsam da, daha çok kendi kafamdakilerle meşguldüm. Ara ara paralel cümleler duysam da objeyi ele alış şeklimizin farklılığından olduğunu sandığım kopukluklar esnasında çok farklı bir noktaya kayıyor, söylediklerinden ya da daha çok söylemediklerinden yola çıkarak, konuşmalarımızdan bağımsız çıkarımlar yaptıktan sonra konuşmanın monolog halini almaması için bende o an kafamdakileri dile getiyordum. Bazen tam olarak nerede olduğumuzu kavramak istediğimiz anlar oluyor ve genellikle bu anlarda göz teması kuruyor, diğer anlarda siyah beyaz kareli döşeme üstünde geziniyordum.

 

Paslanmış menteşelerin çıkardığı ses ile diğer koridora geçerken huzursuzluk hissediyorum. Bu tarz büyük yapıların kısmen daha az kullanılan bölümleri olur, burası da öyle bir yerdi. Yerdeki döşeme simetri kaybına uğramış gibiydi, siyahlar ve beyazların aynı şekilde birbirini takip etmesi gerekirken burada işler biraz daha farklı bi hal almış gibi, fazla özenilmemiş sanırım. Koridor boyunca ışıklandırma devam ediyordu, her kapının yan tarafında bir ışık vardı. Daha eski zamanlardaki meşalelerin yerini ferforje süslemeli aydınlatmalar almış, bazılarında ampuller aşağıya bazılarında ise yukarıya doğru takılmış. Dekorasyondaki diğer ilginç şey ise, çok eski fakat restore edilmiş binanın bu kısmının restorasyondan tam olarak nasibini almadığı yerler bırakılmış. Duvarlardan sarkan zincirler bitişiğindeki kapılara asılmış, her ne kadar işlevsel bir yanı olmasa da zincirleri oradan kaldırmamaları sanırım nostaljiden fazlası değil, diğer yandan zaten oldukça gevşek duruyorlar, sanki istenildiği takdirde orada olmalarının bir öneminin kalmayacağını göstermek niyetindeler. Göze hoş gelen birşey var ise, o da duvarlardaki tablolar. Yakın geçmiş yapıtlarından ziyade daha çok mitoloji motifleri içeren ya da orta çağ ressamlarının bazı tabloları vardı. Pek sürreal çalışma yok, bunun nedeni olsa olsa mekanın kendisinin oldukça sürreal olmasıdır herhalde.

 

10473169_10152434793438898_7239853303402642895_n.jpg?oh=2f53cbfaeb6c2bae3d75ca1169f9fce4&oe=551E1698&__gda__=1423418054_f25f7ea71de0e9a99e2a3768ceb340ce

 

Koridorda ilerlerken, buranın sakinleri hakkında konuşuyoruz. Sürekli karanlığa bakan, baktıkça karanlık üzerine teoriler üreten, tüm ilgisini karanlığa verdiğinden karanlıktan kaçamayan ve saplantılı fikirlerini yücelten bir adamdan bahsediyor. Bir başkası acı çekmemek ve doya doya yaşayabilmek için bir paradigma üretmiş, doyasıya yaşayıp yaşamadığı konusunda kendi içinde fikir birliğine varamamış olacak ki risk almaya olan gönüllü hali onun bambaşka bir açlığı olduğunu gösteriyordu. Bir diğeri hayatın stres getiren yanlarından mümkün olduğunca uzak kalmaya çalışıyor ve bu durum gittikçe onu strese sokuyordu. Bir başkası taktığı gözlüklerle hayatı toz pembe görme işini öyle abartmış ki biri burnunun ucuna koyana kadar diğer renkler umurunda bile değildi. Zihnini durduramadığından ve onu ele geçirdiğini söyleyen bir başkası elini alnına götürmüş öylece durmaya ya da onu durdurmaya çalışıyordu. Bir diğeri ölüm ve ölüme yönelik farkındalığı çok farklı bir yerden kavramış olacak ki, yaşamı ıskalama ile sonuçlanacak hiçbir davranıştan geri durmazken belki de çoktan ıskaladığı fikri ile hergün yataktan kalkıyordu... Benzer bir çok hikaye dinledim...

 

Bunalmış bir vaziyette, kendimi oradaki odalardan birine atıp uzun bir süre dinlenme ihtiyacı hissettim. Kimseyi görmek istemiyordum fakat bunun pek mümkün olmadığının da farkındaydım. Yine de biraz dinlenmenin iyi geleceğini düşünerek biraz temiz hava almak için dışarıya çıktım. Bütüne varamamış olmanın, dahası bunun gerçekleşmeyecek bir durum olduğunun farkındalığı gittikçe canımı sıkıyordu. Herşey o kadar dağınıktı ki, kendime dönebilmem için etrafımda hiçbirşeyin olmaması gerekiyordu, diğer zamanlarda bende herşey kadar dağınıktım... ya da daha kötüsü durum bazen tam tersiydi, odaklanabildiğim şey dağınıklığın kendisiydi... durum bu kadar çelişkili ve can sıkıcıydı... bazen o odaların en afillisinden birinde görmüyor değildim kendimi, evet durum kesinlikle bunu gerektirirdi ve hatta bundan ibaretti. ifade yeteneğimin sınırlarını zorluyordum ve bu duruma daha ne kadar katlanabileceğim konusunda hiçbir fikrim yoktu. Diğer yandan buzlu bir camın arkasından hatlarını keskinleştiremediğim bir tabloya bakarmış gibi bütüne vardığım anlar da oluyordu, ehh çelişkili ifade vermekten suçlu bulunacak değilim ya. Bu gibi anlarda sonsuz bir huzur hissiyatı kaplıyordu bedenimi, daha güçlü bir halde gelse belki yığılıp kalıcakmışım gibi olduğum yere, fakat bunun yerine salt yaşam enerjisi ile dolduğumu hissediyordum. Her halükarda buzlu bir camın arkasından bakıyor olduğum gerçeği değişmiyordu. Bu durum duygusal açıdan felce uğramışlık hissi veriyor ve gözlemin verdiği kuşkular akışa geçmeme müsade etmiyordu. Sıradan kuşkular değildi bunlar, daha çok artık iyiden iyiye karşısında güven duygusu beslediğim hatta teslimiyette bulunduğum fakat yine de her nasılsa bir kısıtlama getiren duygulardı, belki de buzlu camın ta kendisiydi. Neyse ki son zamanlarda yaşadığım ne varsa, olayların üstünde kontrolümün çok fazla olmadığını bana göstermiş ve bu durum eskisi kadar can sıkıcı bir hal olmaktan çıkmıştı. En nihayetinde birşeyler yaşıyor fakat benliğimin arzuladığı sonuçlarla karşılaşmamış olmayı çok önemsemiyordum. Sadece gözlemliyor, olaylara benliğin dar perspektifinden bakmamaya, bulanıklık ve endişe getirecek sanrılara kapılmamaya çalışıyordum. Yine de artık çözülmem gerektiği hissini yadsıyamazdım, olayı abartmış ve kaybolma riskinin olduğu derinliklerde neresi suyun yüzeyi neresi okyanusun dibi ayırt edemeyecek duruma yaklaşıyordum, boğulmak işten bile değildi.

 

Güya dinlenmek için çıktığım bahçede aklımdan geçenleri düşününce hafif bir tebessüm ettim halime. O an koridorda gördüğüm zincirlere benzer bir prangayı ayağımda hayal etmem ile kendi kendime gevrek bi kahkaha patlattım ve durumu yadırgamadım çünkü kendi kendine gülene deli denir şeklinde yadırganacağım bir yerde değildim. Hem hayal ile gerçeğin nerede bitip nerede başladığı konusunda net sınırları kaybedeli çok olmuştu. Tıpkı az önce sessizce yanıma oturan adamın hayal mi gerçek mi oldugunu kavrayamamam gibi. Genel bir umursamazlık ve kayda değer bir ciddiyet ile beraber, "Eğer kim olduğumu ve adımı sormayacaksan oturabilir miyim? Lakin unuttum kim olduğumu fakat hatırlıyorum unuttuğum bir çok şeyi.". İlginç bir diyalog başlatma şekli, diğer yandan ona kim oldugunu sormayı düşünmüyordum. Burada kimseye kim olduğunu sormazdım, zaten çoğu gerçekten kim olduklarını bilmeyen insanlardı. Bu özellik burasını ve dış dünyayı benzer kılan bir çok özellikten sadece biriydi. Zaman geçtikçe aslında çok da farklı yapılar olmadıklarını hatta dış dünyanın bazen bir açık hava tımarhanesine benzediğini hepimiz düşünmüşüzdür. Her neyse, şuan hastanenin en sivrilerinden birini bulduğumu anlamıştım. "Burada birine sen kimsin demeyecek kadar akıllıyım.", fazlasına gerek kalmamıştı, anlatmaya ve konuşmaya olan hevesi her halinden belli oluyordu. Tek istediği sorularla karşılaşmamaktı zira çoğu zihninde devamlı dönüp duruyordu.

 

10646612_10152670690163898_3579863396336687250_n.jpg?oh=457332a854869a370e188a29fde1efb0&oe=55205073

 

"Burası" dedi.

"Bazılarının cehennemi ya da arafıdır, bazıları için ise sadece bir çukur. Yinede burada insan kendine iyi geleni bulabilir, düşmemeyi başarabilirse kör kuyulara.. ya da atabilirse kendini karanlığa. Her suret bulanıktır, bu sayede aradığını bulabilirsin bir başka ruhta, keskinlik ve netlik öze ait olan birçok şeyi kaybettirir. Tutarlılık öldürür yavaş yavaş, tutarsızlığın dahi kendi içinde olan tutarlılığı dahildir buna. Bir hastane yada bir başkası, bir hapishane hatta idam koğuşu ya da bir ibadethane.. hepsini aynı kefeye koyabilirsin zira sürgün dediğin üstündeki vesayeti kaldırandır aslında. Senin ilizyonunun çözüldüğü sulardır hep buraları. Ancak bu şekilde girebilirsin çarpık ağaçların ormanına..."

 

Gözlerinde hem bir yılgınlık hem de derinlerden gelen bir alevin pırıltısı vardı. Her kimse önemli değildi, kısa sürede olsa beni zihnimdeki işkencecilerden uzak tutmayı başarmıştı, hatta onların yerini aldığı söylenebilirdi. Konuşmasındaki aksaklık dahi beni çok rahatsız etmemiş ve aksine hoşuma giden bir ahenksizlik ile konuşmaya devam etti.

 

"Çünkü biz ayrıldık boş sahillere vuran dalgalar gibi fakat onlar bana sahipler ve onlar spagetti, ne demeye çalıştıklarını anlamıyorum, ne demeye çalıştığımı anlıyor musun? ne demeye çalışıyorsun ha ne demeye? herşey olması gerektiği yerde ve herşey burada, ben ise bir amok koşucusuyum, ben bir düşünce katiliyim, yoldan uzak durmaya çalışıyorum, hepsi bu. Onun ormanında yürüyorum ve çarpık dallar ayağıma takılıyor, sadece hissediyor olmam gerçek olduğu anlamına gelir mi? şarkı söyleyen deniz kızları bana hep gitme derdi, gitme! Sel suları geldiğinde tepelere koşanlar ve sesleri kısılanlar, onlarda gitme demişti. Bak işte özgürüm tam şimdi ve şu anda."

 

"peki ya sen. sen ne arıyorsun burada?"

 

Hiç beklemediğim anda bana doğrulan bir çift mızrak gibi dönen gözleri ile gelen bu soru karşısında hazır cevaplılık yetimi kaybetmiş gibiydim, dahası konuştukları sanki zihnimde yankılanıyor hatta neredeyse zihnimin bana bir oyunuymuş gibi bir his uyandırıyordu.

 

"şu ya da bu sebeblerden buradayım, nedenler bu kadar önemli mi?"

"eğer nedenlerini bulabilirsen buradan daha kolay ayrılmaz mısın? hatta bulacağın nedenler belki seni kendi yarattığın zindanlardan dahi kurtarabilir. Yeter ki doğru cevapları takarsan peşine ve kölesi olmazsan cevapları sana verenin. Deniz kızlarını görürsen ve takılırsa ayaklarına kırık dallar, endişelenme. Görüyorum ki çaresiz ya da korkak değilsin fakat yine de acele et, zaman akıp gidiyor"

 

10414637_10152670696773898_287203720154730979_n.jpg?oh=257208c397093f2a83cef95d73ad5617&oe=54DF7D6F

 

Son kelimelerinde artık saklamadığı alaycı bi hal vardı ve bende uyandırdığı his iyiden iyiye can sıkmaya başlamıştı. Bu hisden kurtulmak için onu orada bırakıp bahçenin diğer tarafına doğru yürümeye başladım. O sırada bahçede yürüyen başka birinin daha olduğunu farkettim. Daha önce de birkaç kez karşılaşmış hatta ilk gördüğümde ilgimi çekmiş fakat hiç konuşmamıştık, durumun biraz sopayı saklama hali olduğu söylenebilir. Diğer yandan kime ve ya neye, hangi nedenden ilgi duyduğum başlı başına bir muamma olduğundan sadece eyleme odaklanmanın, sezgisel hareketlere ket vurmamanın daha olumlu sonuçları olduğu bir dönemdeydim. En azından dışarıdan bakıldığında çok riskli görünen ya da olumsuz sonuçlar getirdiği sanılan durumlar ile pek çok kez karşılaşmış, kısa süreli sürüklenmeler benden bağımsız ve bazen bir o kadar da benimle alakalı bir dizi olay öylece yaşanmış ve geride kalmıştı. Teslimiyet zamanın parolasıydı. Anlık bir karar ile onun olduğu tarafa doğru yürümeye başladım.

 

Hareket ederken hayal ürünü prangaların ağırlığını bekledim ama orada değillerdi. Fakat aldırışsız sükunetimin ardında taşıdığım yükler, onlarca prangayı aratmıyordu. Ayrıca kendime kızdığım bir diğer an, bahçeye çıktığımdan beri farketmediğim bir gökkuşağının gökyüzünde asılı duruyor olmasıydı. Başka bir yerden baksam belki bu kadar güzel gelmeyebilirdi, diğer yerlere göre daha kasvetli olması beklenen bu yerin ilginç yanı, renklerin canlılığının göz alıyor ve uyumsuz seslerin bile kendi içinde bir ahenginin oluşuydu. Neredeyse herşeyi unutturan bir anın içinden geçer gibiydi herşey, ona doğru mu yürüyordum yoksa gezintiye mi çıkmıştım belli değil gibiydi. Yağmur sonrası nemli havayı taşıyan rüzgar, aynı anda güneşin parlaklığının aldığı gözlerime su damlacıkları serpiştiriyor, nedensiz gözyaşlarına dönüşüyordu.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

10442995_10152434798103898_945479159844301175_n.jpg?oh=675a1c02b359b2b614a323470eec6ec2&oe=55200CD4&__gda__=1427840446_82b5c7033494f383473eaf5f4324ef60

 

Aniden hava bozmaya başladı ya da güzel görünen ne varsa bir zaman yanılgısından ibaretti, başka bir zamanın mevsimi, o an orada varolmuş ve kaybolmuştu. İçeriden gelen uğultular kendi zihnimdekilere eşlik ettiğinde, orada oluşumun onlarca farklı nedeninden belki de en can sıkıcı olanı kendini hatırlatmak için bu anı seçmiş olmalıydı. Ağaçların dallarının çarpıklaştığını, gökyüzünün renginin yeşile döndüğünü gördüğümde iş işten geçmişti. Bir kaç dakika önce orada olan bahçenin çeşmesi şimdi bir bataklığı andırıyor, gökyüzünden düşen kılıçlar birer birer saplanırken sıçrayan çamurlar değdiği ne varsa rengini kaybediyordu. Hastanenin dış duvarlarındaki yekpare taşlar yerlerinden sökülürken ne kadar uzaklıkta olduğunu kestiremediğim ayak sesleri ve sanki biri bana sesleniyordu, görüşüm bulanıklaşmış ve başım dönüyordu. O sırada koluma girip beni içeriye götürmeye çalışanın kim oldugunu ancak girişe geldiğimizde farkedebildim, bahçeye çıkmadan önce onunla konuşuyor, onu dinliyordum fakat şuan gerçekten onun kim olduğu konusunda en ufak bir fikrim yoktu. Arkama baktığımda eğri büğrü bir kadının gözleri bağlanmış vaziyette düşen kılıçların arasında kaldığını gördüm, yanımdakine gördüğümü işaret ettiğimde "boşver o yolunu bulur" diyerek geçiştirdi. Son bir defa arkaya baktıktan sonra içeriye girerken daha önce farketmediğim bir yazıya denk geldim...

 

"Kendimi kendim kaybettim

Kendim ister kendimi

Kendime kendim gerekse

Bula kendim kendimi..."

 

10462954_10152434773113898_8165213312511520059_n.jpg?oh=131322eacc07064a4cbce78afa26a828&oe=5513CB29&__gda__=1423991884_bcda81b673c78e66ee6878774ba2113c

 

Koridorda ilerlerken bana endişe ile bakıyor, kendimi nasıl hissettiğimi soruyordu. O kadar kötü müydüm? O kadar da kötü hissetmiyordum... Daha koridorun başında siyah giyinimli bir kaç siluet olduğumuz tarafa doğru bakıyorlardı, kaşları çatık ve yüzlerinde sevimsiz bir hal vardı, bu sevimsizliklerine karşın sezgisel bir hareketle onlara gülümseyerek ilerlemeye devam ettik. O sırada daha önce sohbet ettiğim bir kadının koridorda dans ettiğini gördüm, anlaşılan aldığı riskin ve içinde bulunduğu durumun özgür bırakan bir yanını görmüştü ya da umarım öyle birşeydi, yanılgılara alışıktım hem zaten artık o kadar da önemsemiyordum. İçerisi oldukça değişime uğramıştı, ışıkların ferforje süslemeleri gitmiş artık yerini meşaleler almıştı ve alevler hiç istifini bozmamış, hala bazıları yukarıya bazıları ise aşağıya doğru yanıyordu. Tablolardaki bazı karakterler artık orada değildi, neredeydiler kim bilir, farklı tablolardan karakterlerin kolkola girip koridorun sonunda kaybolduğunu gördüğümde yer sarsılıyordu, sendeleyerek yere kapaklandım. Simetri kaybına uğrayan siyah beyaz döşeme artık kare bulmaca halini almıştı. Sorular benim sorularım mıydı? Cevaplar benim miydi? Hiç bir fikrim yoktu, sadece gülme krizi gelmişti, öylece yerde debeleniyor, kahkalarla beraber bulduğum kelimeleri yerlerine yerleştirmeye çabalıyordum. Koluma girip beni düştüğüm yerden kaldırmaya çalışana dönüp bakarken, pencereye kaydı gözlerim, gördüğüm bir uçak mıydı emin olamıyordum çünkü hareket etmiyor gibiydi. Uçağın hareket edip etmediğini anlamaya çalışırken, arkamda duran odanın, aşağıya bakan meşalesinin alevi daha da harlanmış, kapıda bir kalbe saplanmış üç kılıç belirmişti.

 

10371727_10152434774908898_8126053807417903770_n.jpg?oh=27cb8aebc911e01ecea4f907f4cec157&oe=54D67E0B

 

Koridorun sonuna yaklaşırken adımlarım ağırlaşıyor ve ben hala gülüyordum ama iliklerine kadar acı ile dağlanmış anılar beliriyordu gözlerimde, geçmişin olayları farklı suretlere bürünüyor bazıları kaybolurken bazıları görüş alanımdan çıkmamakta ısrar ediyordu. Derin nefes alış verişlerim arasında kontrolümü kaybettiğim anlar oluyor, bu yüzden kafamı sağa sola sallarken, anı yakalamaya çalışıyor fakat kavradığım anın bir yanılgı mı yoksa kaybolmak üzere olan bir geçmiş yansıması mı olduğunu kestiremiyordum. İşkenceciler, deniz kızları ve çarpık ağaçlar, kırık dallar, sel suları ve kare bulmacalar... Çünkü biz ayrıldık boş sahillere vuran dalgalar gibi, gökkuşağının içinde... Artık daha fazla dayanamadığım bir an geldi ve tekrar yere kapaklandım.

 

Gözlerimi açtığımda yanı başımda kırmızı bir gül olduğunu farkettim, beton zemini umursamaksızın tüm güzelliği ile oradaydı. Anladığım kadarıyla hastanenin odalarından birindeydim. İlginç olan diğer odaların aksine kapı kilitliydi, ne kadar zorlarsam zorlıyayım hiç bir faydası olmadı. Bende birilerinin gelip buradan beni çıkartacağını umarak beklemeye koyuldum. Bekliyor... sabırla bekliyordum... Bu sırada gördüklerimi ve aklımdan geçenleri düşünüyor, geçmişin suretlerini ve geleceğin hayaletlerini, düşünen her kimse onu gözlemliyor, onların şimdi nerede olduğunu merak ediyordum zira gitmişlerdi ve beni yalnız bırakmışlardı. Odada tam olarak ne kadar zaman geçirdiğim konusunda tam bir fikrim olmasa da havanın kararmış olması gerekiyordu, zamanı gösterecek herhangi bir eşyamda olmadığından en azından güneşin konumuna ve ya gökyüzüne bakarak geçen süreyi anlamak için pencereden dışarıya baktığımda, şaşkınlıkla gördüğüm uçağın hala aynı yerde olduğunu farkettim. Pencereden uzaklaşırken yavaş yavaş artan ve engel olamadığım bir titreme gelmeye başlamıştı. Birkaç kere kapıyı zorladım fakat nafile çabalarımın sonucunda kendimi yere bıraktım. Kendimi dinlemeye çalışıyor ve yapabilirsem bulunduğum halden çıkmaya çalışıyordum fakat titreme şiddetini gittikçe arttırıyor artık gördüğüm cisimlerde aynı titreşimle dalgalanıyordu ve bu konuda hiçbir şey yapamıyordum. Tek yapabildiğim derin nefes alıp vermeye çalışmaktan başka birşey değildi. O kadar güçlüydü ki karşı koymanın hiç bir manası yoktu. Görüşüm artık anlamsız çizgilere doğru kayıyor, çizgiler farklı şekillere bürünüyor ve tekrar kayboluyordu. Kaybolan sadece çizgiler değildi, ya görme yetimi kaybediyordum ya da odanın duvarları kaybolmaya başlamıştı... İçinde bulunduğum yer siliniyor fakat çizgiler bir görünüp bir kaybolmaya devam ediyordu... en son çizgilerin bir araya gelerek bir ağaç haline geldiklerini gördüğümde herşey kaybolmuştu... geriye sadece kırmızı bir gül kalmıştı...

 

10351259_10152434776768898_204609897429934991_n.jpg?oh=3047f4336aa81ae34fa829bbb6613e19&oe=54DECDF3&__gda__=1424397770_b0aeb31d2a04a2c2af6463bb115d3457

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...