Jump to content

''Osmanlı Devletinde Cadılar '' Üzerine Bir Derleme


nevermore

Önerilen Mesajlar

Ulaşabildiğimiz kadarıyla en erken XVI. asrın ortalarından itibaren, aynen batılı vampirlere benzeyen Osmanlı “cadı”ları vardır.

 

Rumeli’de gayrimüslim milletlerdeki muhtelif inanışların etkisi altında şekillenmiş bulunan “cadı”ların varlığından çok, Osmanlı Devleti’nin bunlara karşı takındığı tavır ilginçtir. Şeyhülislamın onayını arkasına alan devlet, mezarların açılmasına ve açılan mezarlardaki cenazelerin her türlü yok edici işleme tabi tutulmasına izin vermektedir. Hatta XIX. asrın ortalarına gelindiğinde artık, “cadıcılar” ya da “cadu üstadları” adı altında ücretlerini devletten alan bir zümre dahi mevcuttur. Osmanlılar’ın cadılara karşı yaklaşımını, özellikle batılı araştırıcıların nazarında olduğu gibi, koca bir devletin boş işlerle meşguliyeti şeklinde mi değerlendirmeliyiz? Yoksa bu yaklaşımın arkasında bir gerçeklik mi aramalıyız? İkinci yolu tercih ederek başladığımız çalışmamızda, Osmanlılar’ın cadılara karşı mücadelesinde göçün önemli bir etken olarak yer aldığı neticesine vardık. Osmanlı Devleti’nde, yerlerini değiştirebilmek için kabul edilebilir bir bahaneye ihtiyacı olan insanlar yeterince sağlam birer bahane oldukları düşüncesiyle cadıları öne sürmüşlerdir. Bu durumda devlet, insanların yerlerinde oturmalarına verdiği önem ölçüsünde cadıları da önemsemek zorunda kalmış, böylece zaman içinde gelenekselleşecek olan batılı tarzda bir cadı yok etme merasimi ortaya çıkmıştır.

 

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Günümüz Türkiye’sinde cadılar, yaramaz ve sevimli kız çocukları ile yaşlı ve huysuz kadınlardan ibarettir. Bunun dışındaki genel inanış cadının, başında sivri şapkası ve elinde süpürgesi ile yabancı bir yaratık olduğu yönündedir. Öte yandan, folklorik bir motif olarak cadı, Osmanlı döneminde günümüz Türkiye’sinde olduğundan çok daha yerli bir görünümüne sahiptir.

 

Anadolu’daki karakoncoloslara, çarşamba karılarına, albastılara ve daha başkalarına karşılık Rumeli’deki Osmanlı topraklarında batı kültürü ile etkileşimden kaynaklanan cadılar vardır. Ellerinde, cadılar hakkında kapı gibi sağlam bir şeyhülislam fetvası ile Osmanlılar, bu tuhaf yaratıkla ilgili bugünkü Türk halkının sahip olduğundan çok daha fazla bir birikim ortaya koymuşlardır. Bugün artık unutulmuş olmakla beraber, İstanbul’daki Caddebostan semtinin isminin Osmanlı döneminde Cadıbostanı olması bile Osmanlılarla cadılar arasındaki yakın münasebetin bir işaretidir.

 

Bugün Anadolu’da varlığını hâlâ koruyan inanışlar düşünülecek olursa, yabancı kültürlerle temas halinde bulunan bölgelerde Türkler’e ait sivil cadı hikâyelerinin ortaya çıkmış olmasını normal karşılamak gerekir. Ancak içinde devleti de barındıran resmîleşmiş cadı hikâyeleri aynı ölçüde normal görünmemektedir. Resmî kayıt altına alınmış ilk cadı vakası ile karşılaştığımızda içine düştüğümüz şaşkınlık, zaman içinde benzeri başka vakaların da bulunduğunu tespit etmemiz ile iyice arttı ve nihayet, devletin cadılarla olan ilişkisinin nasıl başlayıp zaman içinde ne doğrultuda ilerlediği, ayrıca bu ilişkinin hangi esasa dayanıyor olabileceği hakkında böyle bir çalışma ortaya çıktı.

 

Konumuz resmî kayıtlara yansıyan cadılar olmakla beraber, önce cadının resmî olmayan bir tanımını yapmamız gerekiyordu. Cadı denen yaratığın kim, ya da ne olduğunu iyice anlayabilmek için kısa bir araştırma ile ilk adımı attık. Araştırmamızın başında aklımıza ilk gelen isimlerden biri Evliya Çelebi oldu. Nitekim on ciltlik koca Seyahatname bizi elimiz boş bırakmadı. Hemen her konuda anlatacak ilginç bir hikâyesi bulunan Evliya Çelebi elbette cadılar hakkında da söz sahibi olacaktı. Gerçi kendisi bizzat bir cadı ile karşılaşmamıştı, fakat cadıya emsal bir başka yaratığın yüzlercesini bir arada gördüğünü iddia etmekteydi.

 

Seyahatnamenin Çerkezler’e dair olan kısımda Evliya Çelebi, ayrı bir başlık halinde uzun uzadıya üzerinde durduğu “obur” denen yaratıktan, “meğer obur demek sehhâr câzûlara derlermiş” şeklinde bahsetmektedir. Bu, öldükten sonra mezarından kalkan, canlıların kanını emen bir yaratıktır. “Obur tanıtıcı” denen ihtiyarlar bunların mezarlarını tesbit edebilmekte, mezarı bulunan “obur”lar göbeklerine kazık saplanarak ve daha sonra yakılarak ortadan kaldırılabilmektedir. Abaza ile Çerkez toprakları arasındaki Obur dağı bölgesinde bulunduğu esnada, Şevval ayının yirminci gecesi bizzat şahit olduğunu söylediği bir hadiseyi Evliya Çelebi hayretle anlatmaktadır. Hadise, her taraflarından ateşler saçan yüzlerce Çerkez ve Abaza “obur”unun gökyüzünde uçarak birbirleriyle savaşa tutuşmalarıdır. Gün doğana dek süren savaş boyunca kulakları sağır eden bir gürültü ortalığı kaplamış, havadan yere keçe, sırık, küp, tekne vs. eşya parçaları, araba tekerlekleri, en nihayet insan ve at uzuvları düşmüştür.

 

Önceleri bu tür şeylere inancı olmadığını söyleyen Evliya Çelebi, Türkler’de de aşağı yukarı “obur”ların yerini tutan “kara koncoloz”un varlığına işaret ederek konuyu kapatmıştır. Bu “kara koncoloz” ise, yine Evliya Çelebi’nin bir başka yerde belirttiği üzere, “câdû”nun tam kendisidir.

 

“Kara koncoloz”un cadı için kullanılan bir başka isim olduğunu Mehmed Zeki Pakalın da ifade etmektedir. Pertev Naili Boratav’a göre ise “kara koncoloz”, cadıdan farklıdır. Zemherirde ortaya çıkan “kara koncoloz”, evlerdeki yiyeceklere tükürerek ya da işeyerek türlü hastalıklara yol açmakta;bazen de insanları uykuda iken alıp dışarı götürerek donmalarına sebep olmaktadır. Buna karşılık cadı, hortlayan ölüdür. Mezarlardaki taze cesetleri yiyerek beslenmekte ve bu haliyle, batı inanışındaki vampire denk düşmektedir.

 

Hatta, Avusturyalı dilbilimci Franz Miklosich, “vampir”in Türkçe kökenli bir kelime olduğu ve Slav dillerinde “upior”, “opyr”, “opir”, “upir” gibi versiyonları görülen cadı manasındaki “uber”den geldiği görüşündedir.

 

Bu etimolojik görüş, Türkler’in “cadı”sı ile batılıların “vampir”i arasındaki ilişkiyi basit bir benzerlikten daha farklı boyuta taşımaktadır. Öte taraftan “vampir” kelimesinin kökenine dair Miklosich’ten sonra başka iddialar da ortaya atılmış, bunlar arasında, kelimenin Slav kökenli olduğu yönündeki iddia ekseriyetle kabul görmüştür.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Cadı ile vampir arasındaki mukayese ve vampir kelimesinin kökeni hakkındaki tartışma bir tarafa, pek çok millette olduğu gibi Türkler’de de bu tür yaratıklara dair inanışın varlığı muhakkaktır.

 

Özellikle vampirlerin anavatanı olarak kabul edilen Macaristan ya da Transilvanya’nın uzun yıllar Osmanlı hakimiyeti altında kalmış bölgeler olması dikkate alındığında, yaşayan ölülerin Osmanlı Türkleri’nin zihnini hiç meşgul etmemiş olduğu düşünülemez.

 

Sırbistan’ın Ibar Valley bölgesinde, Sırplar arasında hâlâ anlatılagelen bir cadı hikâyesinde baş rolü Ali Ağa isimli bir Türk kahramanın oynuyor olması ilginçtir.

XIX. yüzyıla ait bu hikâyede, bölgenin subaşısı Ali Ağa, kendisine başvuran bir adama, karısını cadılıktan kurtarmakta yardımcı olmuştur8. Hikâyedeki Ali Ağa’nın olaya hakimiyetinden, Türkler’in cadılara gayet alışkın olduğu gibi bir sonuç çıkarılabilir. Buna benzer hikâyelere değişik bölgelerdeki günümüz Türk halkı arasında da rastlamak belki mümkündür. Ancak bu çalışmada bizi asıl ilgilendiren halk arasında anlatıla gelenlerden çok, Osmanlı dönemine ait, içine devletin de müdahil olduğu, kayıt altına alınmış cadı vakalarıdır.

 

Daha önce birkaç kere ele alınmış, artık orijinal yanı kalmamış bir vaka ile başlamak okuyucuyu konuya ısındırmak için uygun olabilir.

 

Takvîm-i Vekayi‘nin 21 Cemâziyelevvel 1249 (6 Ekim 1833) tarihli nüshasında Bulgaristan’ın Tırnova kazasında yaşanan bir cadı avı haber konusu edilmiştir. Tırnova Naibi Ahmet Şükrü Efendi tarafından merkeze iletilen haberde, bazı görünmez yaratıkların evleri basarak ortalığı karıştırdığından, insanların üzerine saldırdığından bahsedilmektedir. Olup bitenlerden dolayı korkuya kapılan Tırnovalılar’dan iki mahalle dolusu insan evlerini başka yerlere taşımak zorunda kalmışlardır. Nihayet bu görünmez yaratıkların “cadı”, ya da günümüzdeki daha popüler adıyla “hortlak” olduğuna karar verilmiş ve hortlakların yattığı yeri bulmakla meşhur Nikola denen bir gayr-i müslimin yardımına başvurulmuştur. Tırnova mezarlığında cadı avına çıkan Cadıcı Nikola’nın tespit ettiği mezarlar iki eski yeniçeriye aittir. Mezarlar açıldığında karşılaşılan manzara ise yeniçerilerin çürümemiş cesetleridir. Bedenleri büyümüş, saçları ve tırnakları uzamış, gözleri ise kan dolmuş vaziyettedir. Bütün bu alametler her iki yeniçerinin cesedinde kötü ruh barındığını ispatlamaktadır. Kötü ruhlardan kurtulmak için Nikola’nın salık verdiği ilk yöntem cesetlerin karınlarına kazık saplanıp yüreklerine kaynar su dökülmesidir. Ancak yöntem işe yaramamıştır. Bunun üzerine Cadıcı Nikola, cesetlerin ateşe verilmesi gerektiğini bildirmiştir. Şer‘an uygun olduğunun onaylanmasından sonra cesetler yakılmış ve böylelikle Tırnova halkı cadı belasından kurtulmuştur.

 

Bu tuhaf olayın devletin resmî yayın organında kendisine yer edinebilmiş olmasını, o dönemde yaşanan siyasî veya sosyal gelişmelerle açıklamaya çalışmak doğru bir yaklaşımdır. Nitekim önce Reşad Ekrem Koçu’nun, ardından İlber Ortaylı’nın, olaydaki iki kahramanın yeniçeri olması üzerinde önemle durarak hikâyeyi, Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasının üzerinden henüz çok yıllar geçmemiş olmasına bağlamaları yersiz değildir. Hükümetin, mezarlarından hortlayarak etrafa dehşet saçan iki yeniçeri hakkındaki bu haberi yeniçeriliği karalamak için bir propaganda aracı olarak kullanmış olabileceği fikrini hepten reddedemeyiz.

 

Ancak haberin baştan sona hükümetin uydurması olduğunu peşinen kabul etmenin bize çok doğru görünmediğini de belirtmeliyiz.

 

DEVAM EDECEK

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

o zaman bu konuyu aslında bi yerde osmanlı da cadılık yerine kötü ruh avcılığı yada diğer varlıklar vs gibi değerlendirebiliriz değil mi? Yani tam olarak yazılanlarla cadılık bağdaşıyor mu? Cadılık hakkında fazla bilgim yok sadece öğrenmel amaçlı soruyorum.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

o zaman bu konuyu aslında bi yerde osmanlı da cadılık yerine kötü ruh avcılığı yada diğer varlıklar vs gibi değerlendirebiliriz değil mi? Yani tam olarak yazılanlarla cadılık bağdaşıyor mu? Cadılık hakkında fazla bilgim yok sadece öğrenmel amaçlı soruyorum.

İmzanda da olduğu gibi aslında cadılıkla bağdaşmıyor.

Bunları kayıtlara geçirenlerin kim olduğu ,neye inandığı, bakış açısıyla ilgili.

Şimdi bile bu bakış açısını biliyoruz,kaldı ki ortaçağ

 

An it harm none, do what ye will..

 

Bir de bunu herkesin benimsediğinin garantisini veremeyiz.

Mesela bana göre bir cadı saldırıya karşı kendi sanatıyla karşılık verebilir.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Osmanlı’da yaşanan cadı vakalarını, o zamanın siyasî ve sosyal şartları doğrultusunda değerlendirmeye yönelik bir başka fikir de Osman Saygı’dan gelmiştir. I. Dünya Savaşı esnasında Selanik’te yaşanan Hakime adlı cadı vakasını esas alan Saygı, çoğunlukla Balkanlar sahasında ortaya çıkan bu hadiselerin, Türkleri Balkanlar’dan uzaklaştırmak için düşmanlar tarafından hazırlanmış birer tuzak olabileceğine işaret etmiştir.

 

Milliyetçi açıdan ele alındığında hiç fena görünmemekle beraber bu fikir, meseleyi aslında bulunduğundan daha basit bir seviyeye indirmektedir.

 

Esasen, cadılar hakkındaki bir haberin devletin resmî yayın organında yayımlanmasından çok, Târih’ini yazarken Takvîm-i Vekayi‘de çıkan haberlere sıklıkla müracaat eden Vak‘anüvis Ahmed Lütfi Efendi’nin bu haber hakkında sessiz kalması bize ilginç görünüyor. Fransa’da seksen sekiz yaşında iken ölen bir kadının karnında otopsi esnasında elli yıl önceden kalma bir cenin bulunması veya yine Fransa’da, ölen bir adamın üç gün sonra defnedilmek üzere iken canlanıp ayağa kalkması gibi yabancı magazin haberlerine yer vermekten kaçınmayan Lütfi Efendi’nin, kendi yaşadığı ülkenin topraklarında meydana gelen bu olayı atlamış olması gerçekten tuhaftır.

 

Zamanın vakanüvisinin olayı muhtemelen üstünde durmaya değmeyecek bir hurafe olarak farzettiği anlaşılıyor. Günümüz araştırıcılarının bakışının da Lütfi Efendi’ninkinden pek farklı olmadığını görüyoruz. Konu hakkında ulaşabildiğimiz derli toplu tek çalışmada “cadı”, edebî bir unsur olarak ele alınmakta ve bunun bir hurafe dahi sayılamayacağı görüşü üzerinde durulmaktadır.

 

Osmanlı “cadı”sının Bram Stoker’ın Dracula’sı tarzında bir yaratık olmadığını ve bu tür bir batıl inanışın Türk toplumunda batıdaki ölçüde yerleşemediğini söylemekten daha fazlası tarihçiye düşüyor.

 

Eserini Lütfi Efendi’den neredeyse iki asra yakın süre önce vermiş olan ismi belirsiz bir Osmanlı tarihçisi, onun aksine mezarlarından hortlayanlar meselesini genişçe ele almıştır. Aşağı yukarı aynı yıllarda her ikisi de Edirne’de yaşanan iki ayrı cadı vakasından ilkinde cadı olduğu iddia edilen kişi müslüman bir erkektir. Halk cadının varlığından dolayı korku içindedir. Edirne kadısı Şeyhülislam Ebussuud Efendi’nin bu konu ile ilgili bir fetvası bulunduğundan, fetvada cadı olduğu kesinleşen bir kişinin karnına kazık saplanmasına, bu işe yaramazsa başının kesilip ayakların dibine yerleştirilmesine, nihayet bu da işe yaramazsa yakılıp yok edilmesine izin verildiğinden haberdardır. Fakat kadı, kitaplarda bu fetvanın bir suretine rastlayamamıştır ve merkeze ne yapması gerektiğini sormaktadır.

 

Kadıya verilen cevap, bir bilirkişi nezdinde mezarın açılması ve cenazede hakikaten cadılığa alamet hal görülürse bunun bildirilmesi yönündedir. Cadılığa alamet hal ise kısaca, cesedin renginin kırmızıya dönüşmüş olması şeklinde açıklanmaktadır.

 

Bu ilk vakada mezar açıldığında ne renk bir cesetle karşılaşıldığını, meselenin nereye vardığını bilemiyoruz. Ancak ikinci vakada dedikodunun daha ustalıkla tertiplenmiş olduğu görülmektedir. Bu defa cadı olduğu iddia edilen kişi henüz üç ay önce ölmüş bir kadındır. Dolayısıyla merkezden tayin edilen ve erkek olduğunda hiç şüphe bulunmayan bilirkişinin cenazeye bakması mümkün değildir. Dört kadın getirilir ve bu kadınların şahitliği ile cesedin çürümemiş, renginin kırmızıya dönüşmüş olduğu merkeze bildirilir. Merkezden gelen cevapta, halkı korkudan kurtarmak için yapılması gereken her şeye izin verilmektedir

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Elimde bulunan Babil ve Asur Mitleri (Donald A. Mackenzie) Kitabından bir alıntı yapmak istiyorum.

"Kaşif Park Geziler isimli kitabında hamalların iyi bir yolculuk olsun diye düz bir taşa tükürdüklerinden bahsetmiştir.Arap kutsal kişiler ve Muhammed'in soyundan gelenler hastalıkları iyileştirmek için tükürürler.Muhammed torunu Hasan doğar doğmaz ağzının içine tükürmüştü.Thocritus,Sofokles ve Plutarkhos antik Yunanlıların iyileştirme,lanetleme ve çocuklara isim verildiğinde kutsama amaçlı tükürme adetleri olduğunu doğrulamışlardı.Pliny hastalıkları iyileştirmek için tükürük niyetinin yararına inandığını açıklamış ve tükürme adetinin cadılığı önlediğininden bahsetmişti.(...)Çeşitli tükürme adetlerinden bahseden Bran,Scot's Discovery of Witchcraft (Scot'ın Cadılık Keşfi) kitabından kralın kötülüğünü önlemek için kullanılan tükürük hakkında alıntı yapmıştır.Pliny gibi Scot da törensel tükürme adetlerinin cadılığa karşı bir büyü niteliği taşıdığını ileri sürmüştür."

Burada anlatılan "Cadı" kötü biri olmaması için mi yoksa gerçekten öldükten sonra hortlamasın diye midir araştırmaya devam ediyorum.Biraz komik gelse de dilimizde kullandığımız "Ağzına mı tükürdü de böyle oldun?" "Hay Ağzına tüküreyim!" gibi kelimeleri bolca kullanıyoruz.İslamiyet, Hristiyanlık'tan tut Babil'in en eski inanışlarına kadar böyle bir şey var.Eğer konunun akışını bozduğunu düşünüyorsanız kaldırabilirsiniz.Sadece İslamiyet'in etkisiyle cadılardan korumak için tüküren tükürene :D Böyle bir kültürün Osmanlı'ya geçmesi de muhtemel geldi bana.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

1110 (1698-1699)’lu yıllarda peşpeşe meydana gelen bu iki vakaya ait ilam ve buyuruldularda konuya yönelik bir acemilikten söz edilebilir. Özellikle Edirne kadısının, Ebussuud Efendi’nin bir fetvasından bahsedip de bu fetvayı kitaplarda bulamamış olduğunu belirtmesi dikkat çekicidir. Bundan, Ebussuud Efendi’nin o fetvayı yazmasını gerektiren vakadan sonra Osmanlı topraklarında benzeri başka vakaların seyrek yaşandığı sonucunu çıkarabiliriz. Ayrıca, önce bir bilirkişi görevlendirip konu hakkında karar vermeyi ertelemesine, sonra da net bir cevap vermek yerine ne gerekiyorsa onun yapılmasını bildirmesine bakılacak olursa, hükümetin bu işte pek fazla tecrübesi olmadığı anlaşılmaktadır.

 

 

Ancak gerek mahallî gerekse merkezî yöneticilerin cadılara karşı tavrının netleşmesi için aradan elli yıldan az bir zamanın geçmesi kafi gelmiş gibi görünmektedir. 1156 Cemâziyelâhırı sonlarında (Ağustos 1743) Terkos’a bağlı Yeniköy mezarlığında yaşanan cadı vakasında, vakanın yaşandığı yer ile merkez arasındaki yazışma, yukarıda değindiğimiz Edirne’deki hadise örneğinde olduğundan farklı ilerlemiştir. Bu defa ne merkez bahsedilen cadı meselesinin kesinleştirilmesi konusunu gündeme getirmiş, ne de Terkos naibi cadıyı yok etmekte kullanılacak metod hakkında merkezin fikrini sormuştur. Cadı meselesini merkeze haber verdiği ilk ilamdan sonra, ikinci ilamında naib, doğrudan cadının yakılarak yok edildiğini bildirmiş, ayrıca bu yakma işinin onaylandığına dair bir hüküm gönderilmesini istemiştir. İş işten geçtikten

sonra istenen bu onay, belki de daha sonra vuku bulabilecek olan başka vakalar içindir. Bu arada naibin, cadının ortadan kaldırılmasında kullanılan yöntem hakkında merkez ile yeni bir yazışmaya girişmeye gerek duymayışını, diğer illerde uygulana gelen cadı yakma geleneğini emsal göstererek açıklamış olması önemlidir. Bu açıklamadan, Terkos cadısının ortaya çıktığı günlerde, civarda kendi cadıları ile meşgul olan başka yerlerin de bulunduğunu anlıyoruz.

 

Yeniköy mezarlığındaki cadının ardından yaklaşık yüz yıl sonraki döneme geldiğimizde Osmanlı Devleti’nin cadılara karşı izlediği yolda bir kademe daha ilerlemiş olduğunu görmekteyiz. Bu dönemde Rumeli’deki Osmanlı topraklarında ortalığı vampirler basmış gibidir. Konu hakkında, Michael Ursinus’un Makedonya masarif defterlerine ve Bulgar folklorist Marko Cepenkov (1829-1920)’un on ciltlik eserine dayanan çalışması bizim için önemli bilgiler içermektedir. Ursinus’un Cepenkov’un eserinden naklen verdiği bilgiden, 1800’lü yılların başlarında Makedonya’da vampirlerin çok sık karşılaşıla gelen yaratıklar olduğunu, bunlar arasında Türk vampirlerin de bulunduğunu öğreniyoruz. Anlatılan hikâyelerde v ampire dönüşen Türkler bulunduğu gibi, kendilerine has yöntemlerle halkı vampirlerden kurtaran Türkler de mevcuttur. Fakat Ursinus’un çalışmasının asıl dikkat çekici yanını, Makedonya Arşivi’ndeki 1836-1839 yılları arasındaki süreye ait üç ayrı masarif defterinde isimleri geçen “cadıcılar” ya da “cadı üstadları” oluşturmaktadır. Bunların, ücretleri devlet tarafından ödenen ve her nerede bir cadı vakası ortaya çıkarsa oraya gidip cadıyı yok eden görevliler olduğu anlaşılıyor. Ursinus meselenin bu şekilde, gerçekte var olmayan yaratıklardan devletten p ara alan kanlı canlı gerçek insanlara intikalini hafif küçümseyici bir yaklaşımla değerlendirmiştir. Tam bir v ampir uzmanı olan Peter Mario Kreuter’in yaklaşımı da Ursinus’unkinden pek farklı değildir. Vampirlere yönelik herhangi bir derinlemesine araştırması bulunmayan Osmanlı Devleti’nin bunları yok etmek için p ara harcayıp adamlar görevlendirmesi Kreuter’e ilginç gelmektedir

 

Ancak Osmanlılar’ın, vampirlerle olan tanışıklığının birden bire Ursinus’un ele aldığı vakalarla birlikte ortaya çıkmadığı, üç yüz, hatta belki daha fazla yıllık bir geçmişe dayandığı düşünüldüğünde meselenin aslında pek de basit olmadığı anlaşılır. Üç yüz yıl içinde Osmanlı Devleti’nin bu yaratıkları kendi hallerine bırakmak yerine, kademe kademe onlarla mücadeleye girişmesini, Ursinus ve Kreuter’in yaklaşımlarında olduğu gibi, koca bir devletin gerçeküstü ile olan iştigalinin abesliği şeklinde değerlendirmek haksızlık olur

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

fen ilimlerine bakış açısı ile aynıdır osmanlıda bozulmadan sonra bilim ve gerçek dini yaşayış yerini ön yargılı bir yobaz cahilliği alınca yöreden yöreye değişmiştir.kimi yerde ortaçağ yobazlığı gibi öldürülesi görülmüşken kimi yerde sadece basitçe dışlanma yapılmış.buna rağmen eş,sevgili,anne,baba,kayınvalide kayınbabanın baskısına karşı(ikna etme,birbirinden soğutma yada birbirine sevdirme,dil bağlama dil çözme erkeklik bağlama çözme,kul köle yapmak için),kısmet açma şans açma, bereketin devamlılığı için son çare olarak hor görülmelerine rağmen belli maddi değer karşılığı yada karşılıksız çeşitli dertlere çözüm için son durak olarak danışılmıştır.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Nevermore'dan alıntı yapıyorum.....

“Kara koncoloz”un cadı için kullanılan bir başka isim olduğunu Mehmed Zeki Pakalın da ifade etmektedir. Pertev Naili Boratav’a göre ise “kara koncoloz”, cadıdan farklıdır. Zemherirde ortaya çıkan “kara koncoloz”, evlerdeki yiyeceklere tükürerek ya da işeyerek türlü hastalıklara yol açmakta;bazen de insanları uykuda iken alıp dışarı götürerek donmalarına sebep olmaktadır. Buna karşılık cadı, hortlayan ölüdür. Mezarlardaki taze cesetleri yiyerek beslenmekte ve bu haliyle, batı inanışındaki vampire denk düşmektedir.

 

Öncelikle yazının uzun olması nedeni ile bir kısmını aldım.Kara koncoloz ile ilgili bir kaç araştırma yaptım Nevermore'un yazısında da olduğu gibi bir olayla karşılaştım.Şu anda günümüzde bu tür olayların yaşandığı bir köy hala var.(Şehri ilçeyi veyahut köyün ismini kimseye söylemeyeceğim çünkü bu bir araştırma yazısı sadece bulduğum bilgileri paylaşıyorum.)Bu köyde yukarıda ki belirtilen olaylar hala yaşanmakta.Ancak insanlar buna cinlerin neden olduğunu savunmakta gerçekten şöyle bir bakacak olursak ilk başta ben de olayın böyle bir şey olduğunu düşündüm.Ancak genele baktığımda kendi köyümde de bu tür olayların yaşandığını fark ettim.Bizler bu tür olaylara cinler derdik.Ancak genel bir araştırma ile bunun direk cin odaklı olduğunu düşünmüyorum.Olaylar şu şekilde;

Köy sakinleri geceleri uyurken eşi veya çocuklarını yataklarından kalkıp köyün çıkışına gittiklerine şahit olmuşlar..Halktan neredeyse bu tür olayı yaşamayan yok.Bir karı koca ile konuşmuşluğumuz vardır

Konuşulan bu adam(arkadaşımın amcası) gece kalkıp dışarıya çıkıyor ve kendisini derenin önünde soğuktan donmuş bir şekilde buluyor.Ama adam oraya nasıl gittiğini hiç bir şekilde bilmiyor.Kadın ise (arkadaşımın yengesi) kocasının gecenin bir vakti yatakta doğrulduğunu görmüş, adam kapıdan dışarı çıkıyor ve gidiyor.Su almaya gidiyordur diye ses etmiyor.Sorun şu uyur-gezerlik olarak düşünürsek tüm köyde bu tür olayları yaşamayan hane yok denilebilir. Aynı senaryo ve geriye kalanlar da örtüşmekte.Yaza doğru bu köyü ziyaret etmek istiyorum.Şu anda bulunduğum yere göre gerçekten uzakta.Ve işin garibi köyde kara koncoloz lafını duyan bilen kimse yok.

Gerçekten tuhaf geldi bana bu olay diyar diyar dolaşıp duyan bilen var mı araştırmak lazım özel olarak.Elbette tesadüf olabilir.Ancak köydekiler cinlere karşı her türlü önlemi almışlar.Dindar insanlar.Ama kara koncoloz için bu tür önlemler işe yaramamış olabilir diye düşünüyorum şu anlık.Tabi oraya gidip kendi gözlerimle buna karar vermem gerek.Bu konuyu araştırdıkça altından yeni şeylerin çıkıyo olmasına çok şaşırdım.Böyle güzel bir bilgi nasıl olurda elimizden kaçmış bir kez daha teşekkürler Nevermore..

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Bir köy değil onlarca köy var. Bunlardan biri de bizim köyümüz. Bizim oralarda öyle ilginç olaylar yaşandı ki, çok güzel sinema filmleri yapılabilir. Şu an Doğu Karadeniz ciddi bir göç verdiği için anlatılanlar hep eskiye ait. Ben de küçüklüğümde bizzat bazı şeylere tanık oldum.

 

Edit: Yukarıda da yazdığı gibi kendini birden başka yerlerde bulan çok insan oldu bizim köyde. Bunların mahkemeleri var. Zarar verilince adamın biri kendini mahkemede bulmuş. Bir cadı karısının Dünyaya çocuk getirdiğine şahit olan, hatta edilen yardımdan dolayı altın hediye edilen kişiler var. Aslında bu anlatılanlardan bazılarını konu olarak açabilirim.

 

Şu konuları da inceleyebilirsin;

 

http://www.gnoxis.com/karakoncoloz-57625.html

 

http://www.gnoxis.com/germako%C3%A7i-58758.html

 

 

Nevermore'dan alıntı yapıyorum.....

“Kara koncoloz”un cadı için kullanılan bir başka isim olduğunu Mehmed Zeki Pakalın da ifade etmektedir. Pertev Naili Boratav’a göre ise “kara koncoloz”, cadıdan farklıdır. Zemherirde ortaya çıkan “kara koncoloz”, evlerdeki yiyeceklere tükürerek ya da işeyerek türlü hastalıklara yol açmakta;bazen de insanları uykuda iken alıp dışarı götürerek donmalarına sebep olmaktadır. Buna karşılık cadı, hortlayan ölüdür. Mezarlardaki taze cesetleri yiyerek beslenmekte ve bu haliyle, batı inanışındaki vampire denk düşmektedir.

 

Öncelikle yazının uzun olması nedeni ile bir kısmını aldım.Kara koncoloz ile ilgili bir kaç araştırma yaptım Nevermore'un yazısında da olduğu gibi bir olayla karşılaştım.Şu anda günümüzde bu tür olayların yaşandığı bir köy hala var.(Şehri ilçeyi veyahut köyün ismini kimseye söylemeyeceğim çünkü bu bir araştırma yazısı sadece bulduğum bilgileri paylaşıyorum.)Bu köyde yukarıda ki belirtilen olaylar hala yaşanmakta.Ancak insanlar buna cinlerin neden olduğunu savunmakta gerçekten şöyle bir bakacak olursak ilk başta ben de olayın böyle bir şey olduğunu düşündüm.Ancak genele baktığımda kendi köyümde de bu tür olayların yaşandığını fark ettim.Bizler bu tür olaylara cinler derdik.Ancak genel bir araştırma ile bunun direk cin odaklı olduğunu düşünmüyorum.Olaylar şu şekilde;

Köy sakinleri geceleri uyurken eşi veya çocuklarını yataklarından kalkıp köyün çıkışına gittiklerine şahit olmuşlar..Halktan neredeyse bu tür olayı yaşamayan yok.Bir karı koca ile konuşmuşluğumuz vardır

Konuşulan bu adam(arkadaşımın amcası) gece kalkıp dışarıya çıkıyor ve kendisini derenin önünde soğuktan donmuş bir şekilde buluyor.Ama adam oraya nasıl gittiğini hiç bir şekilde bilmiyor.Kadın ise (arkadaşımın yengesi) kocasının gecenin bir vakti yatakta doğrulduğunu görmüş, adam kapıdan dışarı çıkıyor ve gidiyor.Su almaya gidiyordur diye ses etmiyor.Sorun şu uyur-gezerlik olarak düşünürsek tüm köyde bu tür olayları yaşamayan hane yok denilebilir. Aynı senaryo ve geriye kalanlar da örtüşmekte.Yaza doğru bu köyü ziyaret etmek istiyorum.Şu anda bulunduğum yere göre gerçekten uzakta.Ve işin garibi köyde kara koncoloz lafını duyan bilen kimse yok.

Gerçekten tuhaf geldi bana bu olay diyar diyar dolaşıp duyan bilen var mı araştırmak lazım özel olarak.Elbette tesadüf olabilir.Ancak köydekiler cinlere karşı her türlü önlemi almışlar.Dindar insanlar.Ama kara koncoloz için bu tür önlemler işe yaramamış olabilir diye düşünüyorum şu anlık.Tabi oraya gidip kendi gözlerimle buna karar vermem gerek.Bu konuyu araştırdıkça altından yeni şeylerin çıkıyo olmasına çok şaşırdım.Böyle güzel bir bilgi nasıl olurda elimizden kaçmış bir kez daha teşekkürler Nevermore..

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Şu anda kendimden utanıyorum böyle konuları görememişim Kara Koncoloz başlığının son cümlesinde yazdığı gibi eğer yolda uyanamazsa soğuktan donarak ölürmüş kısmı gerçekten bu olayda da geçerli eğer o derenin suyu(çok şiddetli akan bir dere,köy dağda ve kar alan bir yer)olmasa bu adamda uyanamazmış.Paylaşımın için çok teşekkür ederim.Bu tür olayları biliyorum kendi köyümden.Konuyla pek alakası yok ama insan yaşayınca bu tür olayları başka bir şeye bakamaz oluyor.İnanç kısmı çok tuhaf bir şey.Başkasına anlatsan sana deli der bunları yaşayan sen ve koca bir köy var arkanda.Gerçekten paylaşımın için teşekkür ederim ancak yaşadığın bu tür olayları konu olarak açmanı tavsiye etmem.Birde başlarına gelen her şeyi kara koncoloz,cadı,vampir gibi şeylerden bilen çok insan çıkacak.Sen de hak verirsin ki günümüzde bir şeyler gizleniyor.Ve karanlık yükseliyor.Tedbirli davranmak gerek.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Aynen katılıyorum. Yok kendi yaşadıklarımı anlatmaya kalkınca insanların yüzünde alaycı bir tavır belirir genelde. Gnoxis'te insanlar daha bilinçli dışarıda ki birine göre. Kendi başımdan geçenleri değil de başkalarının yaşadığı ilginç olaylar var, onlar yazılabilir.

 

Her yazıda ana mekan bir dere kenarı. Bizim orada da iki dere var. Birinin adı Komes Deresi. Ormanın derinliklerinde ürkütücü bir coğrafya... Bunların mekanı olarak bilinir. Diğer dere bizim köyümüze daha yakın. O dere civarına kimse gitmemeye özen gösterir. Taşlarlar, çığlık atarlar, oradan uzaklaştırmaya çalışırlar. İnsanların, kendi bölgelerine girmesini istemezler.

 

Şu anda kendimden utanıyorum böyle konuları görememişim Kara Koncoloz başlığının son cümlesinde yazdığı gibi eğer yolda uyanamazsa soğuktan donarak ölürmüş kısmı gerçekten bu olayda da geçerli eğer o derenin suyu(çok şiddetli akan bir dere,köy dağda ve kar alan bir yer)olmasa bu adamda uyanamazmış.Paylaşımın için çok teşekkür ederim.Bu tür olayları biliyorum kendi köyümden.Konuyla pek alakası yok ama insan yaşayınca bu tür olayları başka bir şeye bakamaz oluyor.İnanç kısmı çok tuhaf bir şey.Başkasına anlatsan sana deli der bunları yaşayan sen ve koca bir köy var arkanda.Gerçekten paylaşımın için teşekkür ederim ancak yaşadığın bu tür olayları konu olarak açmanı tavsiye etmem.Birde başlarına gelen her şeyi kara koncoloz,cadı,vampir gibi şeylerden bilen çok insan çıkacak.Sen de hak verirsin ki günümüzde bir şeyler gizleniyor.Ve karanlık yükseliyor.Tedbirli davranmak gerek.
Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Konunun bir hayli uzun olması ilgiyi azaltıyor ancak uzun ve yoğun olmasına bakmadan takip edenler gerçekten güzel bilgiler yakalıyor. Katkılarınız ve yorumlarınız için teşekkürler... Anlamsız, kısmen uydurma, bolca ergen hayali konular yerine bu tarz bilgilere ihtiyaç var diye düşünüyorum

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Tekrardan merhaba arkadaşlar bir kaç bilgi daha topladım sağdan soldan gazete haberleri derken paylaşmak istedim sizinle.Ancak konuya girmeden önce tekrardan söylemek istiyorum burada yazdıklarım tamamen araştırma arkadaşlar elbette bunları yaşadıklarını söyleyenler var ancak ne ben yaşadım ne çevremdeki bir insan.Bu insanlarla konuştum yukardaki yazılarımda da belirttiğim gibi derleme yaptım biraz biraz ekleyerek konunun aslında çok daha karmaşık olduğunu gördüm.Uzatmadan yeni bir kafa kurcalayacak olay buldum.

Gazete haberi internetten de bulabilirsiniz.Haber şu şekilde "AÇ AYI MEZAR KAZIP CESEDİ YEDİ".İlk başta meslek hastalığı olduğunu düşündüm.Her şeyi bu tür olaylara yorumlamak gibi.Ancak konuyu biraz daha inceledim ayıların böyle şeyler yaptığı "nadir" de olsa görülebiliyormuş.Ancak komik olan böyle bir şeyi yaparken ayı gören insan çok çok az.Detaya inmek istemiyorum çünkü insanlar hazır bilgi aldıklarını düşünüyorum.Eğer merak ediyorsanız da yukarıdaki insanların emek verip yazdığı en başta Konunun sahibinin yazdıklarını bir okuyun derim.

Ayı olmamasını düşündüren konu ise köylüler bu olay için domuz öldürüp mezarlık başlarına dahi koymuşlar ancak ne hikmet ise domuza dokunulmamış.Bana'da Nevermore'un yazılarındaki olay aklıma geldi buraya yazmak istedim.Geçen sefer yaptığım gibi alıntı yapmak istemiyorum lütfen tüm konuyu okuyup kendiniz bulun.Hem daha sağlıklı olucaktır.Bu tek bir haber değil orada yaşayanlara sorarsanız bu olay çokça yaşanmış.Birçok haber bulunmakta ancak ayı olduğu kesinleşmemiştir.Elbette kesinleşen haberleri bulucaksınız.Ancak sorun şu gerçekten o kesinleşen haber gerçek mi ?Yazımlardan haberleri ilk okurken hep "iddaaya göre ayı","köylülerin şüphelendiği ayı" gibi yazılarla karşılaştım gerçekten çoğu olayda ne gören ne bilen var.Bir kaz daha hatırlatmakta fayda var olay sadece tesadüf üzerine düşündüğüm bir konu elbette gerçek olmayabilir.Sadece tesadüf diyerek geçiyorum.Gerçekten ayı dahi olsa tüyler ürperten bir olay.Herkese iyi forumlar.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Bu arada, ne kadar gerçek ya da ne kadar gerçeküstü oldukları bizi çok fazla ilgilendirmemekle beraber, ele aldığımız bu cadı vakalarının, o yıllarda ölüyle diriyi birbirinden ayırt etmekte kullanılan tıbbî kıstaslardaki yetersizlikten kaynaklanabileceğini belirtmeden geçmek istemiyoruz. Tarihte öldükten, hatta gömüldükten sonra canlanan insanlara ait pek çok hikâye bulunabilir. Günümüzde dahi hemen hepimiz aile büyüklerimizden, ya da etrafımızdaki görüp geçirmiş kimselerden buna benzer hikâyeler dinlemişizdir. Konu hakkında hazırlanmış bilimsel bir çalışmada, er-Râzî, İbn-i Sinâ, İbn-i Rüşd gibi büyük İslam alimlerinin, damar tıkanması ve inme neticesinde ölen kimselerin üç günden önce gömülmemesini önerdiklerinden; onların bu önerisinin geçen yüzyıla kadar Avrupalı doktorlar tarafından da uygulandığından bahsedilmektedir. Özellikle bu iki sebepten dolayı gerçekleşmiş bazı ölüm vakalarında insanlar, saatler sonra tekrar hayata dönebilmektedir. Yine aynı çalışmada, gömüldükten sonra mezarlarından yükselen çığlıklardan aslında ölmedikleri anlaşılan bazı tarihî şahsiyetler örnek gösterilmekte, hayatta iken iyi biri olarak tanınan şahsiyetin mezarından yükselen sesleri hayra yoran insanların, kan dökücü zalim bir kimse olarak bilinen şahsiyetin mezarından yükselen sesler karşısında kapıldıkları korku üzerinde durulmaktadır.

 

Bu çalışma, her şeyin mantıklı bir açıklaması olduğuna inanan modern okuyucuya, olağanüstü görüneni olağan boyuta oturtmak konusunda belki yardımcı olabilir. Bizim çalışmamız ise, ister olağan olsun ister olağanüstü, cadı meselesinin kadılar, hatta şeyhülislamlar nezdinde itibar bulabilmiş olmasının arkasındaki gerçek ya da gerçekler hakkında bir fikir sunabilmeyi amaçlamaktadır.

Osmanlılar’ın bir fetvayla başlayıp masarif defterlerinde bir kalem teşkil edinceye kadarki üç yüz yıllık vampir macerasında, şeyhülislamı bu konuda fetva vermeye zorlayan sebep bizim için önemlidir. Bir İslam aliminin mezarların açılıp cesetlerin karnına kazık saplanmasına, başlarının kesilmesine, yakılmasına izin vermesini hayretle karşılamakla kalmayıp, bunun arkasındaki gerçeğin ne olabileceğini tespit etmeliyiz.

 

Edirne kadısının kitaplarda bulamadığını söylediği fetva bugün bizim için göz önündedir. Fetvada Ebussuud Efendi’den önce, gömüldükten sonra mezarlarında kefensiz ve vücudu kızarmış vaziyette bulunan ölülere bir açıklama getirmesi istenmektedir. Şeyhülislamın açıklaması, bu durumun o kişinin hayatta iken kötü bir kimse olduğuna yorulabileceği şeklindedir. Sonraki soru, bu vaziyetteki bir ölüye ne yapılması gerektiği yönündedir. Ölüden bir zarar gelmeyeceğini belirten şeyhülislam açılan mezarın geri kapatılması gerektiğini söylemekte, bunun ardından gelen, cesedin mezardan çıkartılıp yakılmasının uygun olup olmayacağı şeklindeki üçüncü soruyu da tek kelime ile olumsuz yönde cevaplamaktadır. Dördüncü soruda bu kez, Selanik köylerinden birinde yaşanan hadise üzerinde durulmaktadır. Bir gayrimüslim ölüp defnedilmiş, fakat çok geçmeden bu kişi gece yarılarında köydeki diğer gayrimüslim vatandaşların kapılarında görülmeye başlamıştır. Her kimin kapısına giderse ertesi gün o gayrimüslim de ölü bulunmaktadır. Bu şekilde ölenlerin sayısı hayli fazladır. Durumdan tedirgin olan müslüman vatandaşlar köyü terk etmelerinin şer‘an caiz olup olmadığını merak etmektedirler. Ebussuud Efendi’nin cevabı yine kısa ve net bir şekilde müslümanların yerlerini terk etmelerinin caiz olmadığından yanadır.

 

Fakat cevaptan pek memnun kalmadıkları anlaşılan vatandaşlar bu defa, hadisenin hikmetinin açıklanması, ayrıca kurtuluş için kendilerine bir yol gösterilmesi konusunda şeyhülislamı sıkıştırmaktadır. Ebussuud Efendi hadisenin hikmeti konusunda, bunu izahta aklın ve dilin yetersiz kalacağı, konu hakkında bilgi sahibi olanların bildirdiklerini nakletmenin ise lafı çok uzatacağı şeklinde kaçamak bir cevap vermiştir. Kurtuluş için bir yol göstermeye sıra geldiğinde ise şeyhülislamın nihayet pes etmiş ve yukarıda bahsettiğimiz karna kazık saplama, baş kesme, yakma gibi metodların önünü açmış olduğunu görüyoruz.

Ebussuud Efendi’nin pes ettiği işte bu noktada basit bir hurafeden, Osmanlı tarihinde ciddî bir demografik mesele olan göçe geçmiş bulunuyoruz. Başta anlattığımız Tırnova’daki cadı vakasına bir dönüş yapacak olursak, bu vakada cadılar yüzünden Tırnova halkının başka yerlere taşınmış olmaları da, Ebussuud Efendi’nin fetvasında dikkatimizi çeken cadı-göç ilişkisi ile paralellik arz etmektedir.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Özellikle 1683 sonrası, Osmanlı Devleti’nde iç göçlerin yoğunlaştığı,aynı zamanda göçe karşı alınan tedbirlerin arttığı bir dönemdir. Savaşlar ve bozgunlarla süregiden bu buhranlı dönemdeinsanları bulundukları yeri terk etmeye zorlayan sebepler gayet geçerli idi: Can ve mal güvencelerinin bulunmaması ya da ödeyebileceklerinin üzerinde tutarda vergi ile mükellef kılınmaları.

 

Daha güvenli bir yer ve ya daha az vergi uğruna yapılan her göç ise, sonuçları itibariyle sonraki başka göçlere zemin hazırlamaktaydı. Toprağa dayalı iş gücünün kayba uğraması,eşkıyalığın artması, kalabalıklaşan yerlerin, özellikle Bilâd-ı Selâse’nin asayişsizlik, erzak yetersizliği gibi sorunlarla karşı karşıya kalması, tenhalaşan yerlerin ise eşkıya için elverişli barınaklar haline gelmesi bir tarafa,burada özellikle, yerini terk eden yükümlülerin vergilerinin geride kalanlar arasında paylaştırılması dolayısıyla ortaya çıkan sıkıntıdan bahsetmek istiyoruz.

 

Tahrir defterlerinin en iyi ihtimalle üç senede bir yenilendiği sistemde, salgın hastalıklar ve gerek yerli eşkıyanın gerekse dış düşmanların saldırıları neticesi artan ölümlere bir de bu göç hareketi eklendiğinde nüfusun dağılımı iyice bozulmakta, bozukluk ölçüsünde vergi tahsilinde adaletsizlik ortaya çıkmakta idi. Mevkufatî’nin 1688-1693 yıllarıarasındaki kısa dönemi konu alan dört ciltlik kapsamlı eserinde rastladığımız, bazı yerlerde kişi başına otuz kırk akça vergi düşüyorken bazı yerlerde bu mikdarın iki üç bin akçaya kadar yükselmiş olduğu şeklindeki kayıt, meselenin ciddiyetini göstermesi bakımından önemlidir.

 

Gerçi, sıkıntının çok fazla olduğu bazı köylerde, nüfusun son durumunu belirlemek için yeni tahrirler yapılmıyor değildi.Mesela, Zencine kadısına yazılan 1 Cemâziyelevvel 1102 (31 Ocak1691) tarihli hükümde, bir taraftan veba ve düşman saldırıları dolayısıyla meydana gelen ölümler, diğer taraftan göçler dolayısıyla kazadaki köylerin nüfus dengesinin bozulduğundan bahsedilmekte, halkın isteği üzerine tüm köylerin tekrar tahrir edilmesi gerektiği bildirilmektedir.

 

Ancak adaletsizliği önlemeye yönelik bu ya da bunun gibi diğer teşebbüslerin genel olarak olumlu bir sonuç verdiğinden bahsedemeyiz. Gerek cizye, gerekse avarız türü vergiler müslüman olan ya da olmayan tüm vatandaşlar için başlıca göç sebebiolma özelliğini korumuştur.

 

Ve göç, sebebi her ne olursa olsun, hemen her dönemde devlet için mücadele edilmesi gereken başlıca meselelerden biridir.

 

Göç ile olan mücadelesinde devletin temel tutumu, on sene içinde yakalanması mümkün olan kaçakların tekrar eski köylerine yerleştirilmesi, on seneyi aşkın zamandır kaçak vaziyette olanların ise bulundukları yerde vergi ile yükümlü kılınmaları şeklinde idi.

 

Ekonomik bakımdan fazlaca sıkıntıda olan bazı şehirlerde ise sıkça başvurulan bir tedbir olarak, cizye ve avarız türü vergiler geçici sürelerle kaldırılmakta, tohumluk ve hayvan yardımı yapılmakta, böylece halk maddî açıdan rahatlatılmaya çalışılmaktaydı.

 

Bundan başka, göçü engellemek için devletin kimi zaman sert uygulamalara başvurmak zorunda kaldığını da biliyoruz. 1101 yılıŞevval ayı sonlarında (Temmuz-Ağustos 1690) Köstendil muhafızına gönderilen bir hükümde, Köstendil halkından civar kazalara kaçanların yakalanarak hapsedilmesi emredilmektedir.

 

Göçedair bu genel bilgi bizde, herhangi sebepten dolayı bulundukları yerden ayrılmak isteyen insanların, bunu devletin takibine uğramak endişesini taşımaksızın, meşru bir şekilde yapabilmek için sağlam bahanelere duydukları ihtiyacın, Osmanlı tarihinde yaşanan cadı vakalarının ortaya çıkışında etkili olabileceği düşüncesini uyandırmıştır. Yani bahsetmeye çalıştığımız,bir hurafeye gereksinim doğrultusunda gerçeklik kazandırılmak istenmesidir. Göçün, Viyana bozgunu ile başlayan bunalımlı süreçten çok daha önce, 1500’lü yılların ikinci yarısındada devlet için mücadele edilmesi gereken önemli bir konu olarak ele alınmış olması ve bunun aynı zamanda Ebussuud Efendi’nin, mezarların açılıp cenazelerin kazıklanmasına izin verdiği yıllara denk düşmesi önemlidir.

 

Aynı şekilde, yukarıda değindiğimiz, Edirne’de yaşanan iki cadı vakasında da göçün etkisi varlığını hissettirmektedir.Birbirinin ardısıra mezarlarından kalkan bu iki ölüyü, oyıllarda Sultan II. Mustafa’nın sıklıkla Edirne’de ikametediyor olmasına ve bölge halkının padişahın varlığı dolayısıyla çektiği sıkıntıya, fazla zorlamaksızın,bağlayabiliriz. Nitekim padişahların Edirne’deki uzun süreli ikametlerinin nelere yol açtığı ile ilgili olarak, doğrudan II.Mustafa dönemi için değilse de, II. Süleyman dönemi için netkaynak bilgisine sahibiz. Fındıklılı Silahdar Mehmed Ağa,Târfh’inde bu konu üzerinde önemle durmuş, padişahın Edirne’deki varlığının halkın kesesine ve devlet hazinesineolan zararından bahsetmiştir. Yine Silahdar’ın nakline göre,II. Süleyman’ı Edirne’den ayrılıp İstanbul’a yerleşmeyeikna etmek için rikâb kaymakamının sarfettiği sözler de bu konuda bizim için yol göstericidir. Kaymakam, halkın iştirâ,nüzül ve sürsat vermekten fakirleştiğini, ellerinde hiçbir şey kalmadığını, masraflarmîrîden dahi karşılansa bunun neticede yine halka zulme dönüşeceğini söylemektedir.

 

 

Osmanlı tarihindeki cadı vakalarının tamamını göçe bağlayamayız.Farklı sebeplerden kaynaklanan, veya herhangi bir özel sebebi bulunmayan cadı vakaları da yaşanmış olabileceğini, hatta,vampirler gibi yaşayıp onlar gibi yok edilen Osmanlı cadılarının,Türkler’e ait batıl inançların Rumeli’de gayrimüslimlere ait batıl inançların etkisi altında şekillenmesi neticesinde,gelenekselleşmenin birer ürünü olarak ortaya çıktıklarını kabul etmek gerekir. Ancak, kendisine intikal eden hemen her cadı vakasında mezarların açılmasına izin verilmesini devletin göçü engelleyici politikası ile açıklayabiliriz. Cadılar hakkında sahip olduğumuz Ebussuud dönemine ait ilk veri, cadılarla mücadele için şer‘an öngörülen yöntemde esas noktanın göç olduğunu kuvvetli bir şekilde ortaya koymaktadır.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Buarada, 1830’lu yıllardaki, parası devlet tarafından ödenen cadıüstadlarının ardından yaklaşık yetmiş yıllık süreç içindedevlet, göç ve cadılar arasındaki tuhaf ilişkide neler olupbittiği hakkında çok fikrimiz olmamakla beraber, 1900’lerinbaşına gelindiğinde Osmanlı Devleti’ni cadılara karşıtamamen farklı bir tutum içinde bulduğumuzu belirtmeliyiz.Muzaffer Albayrak tarafından neşredilen, 1904 yılına ait birarşiv belgesinden öğrendiğimize göre36,Selanik’e bağlı Doyran kazasında cadı, ya da o bölgedekullanılagelen tabirle “vampir”, oldukları iddia edilen ikimüslümanın mezarları hiçbir hükümet görevlisine başvurmayagerek duyulmaksızın açılmış, cenazeleri yakılarak yokedilmiştir. Çok uzun olmayan bir geçmişte mezarların açılıpcenazelerin yok edilmesini onaylayan, hatta bu işi yapanlara paradahi ödeyen devlet, bu defa mezar açanları “şerefsiz” ilanetmiş ve adliyeye yönlendirmiştir. Aslında bu belge bile birbakıma, yukarıda ele aldığımız vakaların tam zıddı biryoldan, bizi yine devletin cadılara karşı tutumunun göçe karşıpolitikası kapsamında ele alınması gerektiği sonucunaulaştırmaktadır. Resmiyete intikal ettirilmemiş olmasınıörnekteki cadı inancının arkasında devleti ilgilendiren herhangibir etken bulunmaması ile açıklayabiliriz. Doyranlılar’ınşikayetleri arasında can güvenliklerinin olmadığına ve buyüzden yerlerini terk etmelerine izin verilirse kendilerini dahamutlu hissedeceklerine dair hiçbir ima bulunmamaktadır. Olay,evlerindeki mutfak gereçlerinin görünmeyen varlıklar tarafındankarıştırılmasından rahatsızlık duymalarından ve burahatsızlıktan kurtulmak için asırlardır uygulana gelen cadıyok etme yöntemini kullanmakta kendilerini özgür hissetmelerindenibarettir. Evlerdeki mutfak gereçlerini karıştıran görünmezyaratıklara bir açıklama getirmekle uğraşacak değiliz. Buradaesas nokta, halkın neye niçin inandığından, ya da inanmakistediğinden çok, devletin halkın herhangi bir batıl inancınakarşı hangi şartlar altında ne tepki gösterdiğidir. Yüz yıldandaha kısa bir süre öncesinde mezarların açılıp cenazelerin yokedilmesine izin veren devletin bu defa mezar açanları suçlubulması, yani cadılara karşı tutumunun normal bir hal alması,işin içinde kendisini ilgilendiren herhangi bir etken olmaması ileilgili gibi görünmektedir.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Kaynaklar :

 

BA,MD,nr. 100.

BA,KK nr. 3508.

İstanbulAhkâm Defterleri, İstanbul’da Sosyal Hayat I,İstanbul 1997.

AhmedLütfi Efendi, Vak'anüvisAhmed Lüf Efendi Tarihi,IV-V, haz. Yücel Demirel, İstanbul 1999.

AnonimOsmanlı Tarihi (1099-1116/1688-1704),haz. Abdülkadir Özcan, Ankara 2000.

EvliyaÇelebi, Seyahatname,I: EvliyaÇelebi Seyahatnamesi Topkapı Sarayı Bağdat 304 YazmasınınTranskripsiyonu-Dizini, I. Kitap,haz. Orhan Şaik Gökyay, İstanbul 1996; VII: EvliyaÇelebi Seyahatnamesi Topkapı Sarayı Kütüphanesi Bağdat 308Numaralı Yazmanın Transkripsiyonu-Dizini, 7. Kitap,haz. Yücel Dağlı-Seyit Ali Kahraman- Robert Dankoff, İstanbul2003.

Mevkufatî,Vakı‘ât-ıRûzmerre,II, TSMK, Revan 1224; IV, Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 2437.

SilahdarFındıklılı Mehmed Ağa, SilahdarTârihi,II, nşr. Ahmed Refik Altınay, İstanbul 1928.

Takvîm-iVekayi‘,Sayı: 68 (21 Cemâziyelevvel 1249).

Albayrak,Muzaffer, “Cadı Avcılarına Takibat”, NTVTarih,Sayı: 9 (Ekim 2009), s. 67.

Altınay,Ahmed Refik, OnuncuAsr-ı Hicrî’de İstanbul Hayatı (1495-1591),İstanbul 1988.

Arık,Şahmurat, “Osmanlı Döneminde Bir Cadı Avı ve Türk RomanındaCadı Kavramı”, AkademikAraştırmalar Dergisi,2006, sayı 29, s. 139-154.

Boratav,Pertev Naili, 100Soruda Türk Fokloru,İstanbul 1973.

Düzdağ,M. Ertuğrul, ŞeyhülislamEbussuûd Efendi Fetvaları Işığında 16. Asır Türk Hayatı,İstanbul1983.

İnalcık,Halil, “Cizye (Osmanlılar’da Cizye)”, TürkiyeDiyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, VIII,İstanbul 1993, s. 45-48. ’ ’

Koçu,Reşad Ekrem, TarihimizdeGarip Vakalar,İstanbul 1952.

Koçu,Reşad Ekrem, Yeniçeriler,İstanbul 1964.

Köhbach,Markus, “Ein Fall von Vampirismus bei den Osmanen”, BalkanStudies,20 (1979), s. 83-90.

 

Kreuter,Peter Mario, “The Role of Women In Southeast European VampireBelief’, WomenIn The Ottoman Balkans, Gender, Culture and History,ed. Amila Buturovic- İrvin Cemil Schick,New York, 2007, s. 231-241.

Miklosich,Franz, EtymologischesWörterbuch der slavischen Sprachen,Wien 1886.

Ortaylı,İlber, İmparatorluğunEn Uzun Yüzyılı,İstanbul 2008.

Otmanbölük,Günvar, “Akılötesi Olaylar-4. Tırnova’da Cadı Avı”, Tarihve Medeniyet, sayı22 (Aralık 1995), s. 55-56.

Pakalın,M. Zeki, OsmanlıTarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü,I, İstanbul 1983.

Ragheb,Youssef, “Müslüman Ülkelerde Yalancı Ölümler ve Diri DiriGömülenler”,

İslamDünyasında Mezarlıklar ve Defin Gelenekleri (Cimetières etTraditions Funéraires Dans Le Monde Islamique)II, Ankara 1996, s. 59-71.

Saygı,Osman, “Sarıgöl Folklorundan: Cadılar ve Cadıcılar”, TürkFolklor Araştırmaları, no:150 (Ocak 1962), yıl: 13, cilt: 7, s. 2606.

Tabakoğlu,Ahmet, GerilemeDönemine Girerken Osmanlı Maliyesi,İstanbul 1985.

Ursinus,Michael, “Osmanische Lokalbehörden der frühen Tanzimat im Kampfgegen Vampire? Amtsrechnungen (masarıfdefterleri)aus Makedonien im Lichte der Aufzeichnungen Marko Cepenkovs(1829-1920)”, WienerZeitschrift für die Kunde des Morgenlandes,82 (1992), s. 359-374.

Vukanovic,Tatomir P., “Witchcraft in the Central Balkans I: Characteristicsof Witches”, Folklore,Vol. 100, No. 1 (1989), s. 9-24.

Wilson,Katharina M., “The History of the Word "Vampire”, Journalof the History of Ideas,Vol. 46, No. 4 (Oct.-Dec., 1985), s. 577-583.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

1940'lı yıllarda bizim köyde de böyle bir olay yaşanmıştı. Reçete hazırdı, ancak köyün önde gelen hocaları mezarlığa müdahale etmeyi göze alamıyordu. Köylü hem bunalmış hem de korkmuştu. Çocuklar yalnız başına dışarı çıkamıyordu. Mezardan çıkan şahsın ailesi hiçbir müdahalede bulunmadı. Komşu evden bir adam meşe ağacından bir kazık yaptı ve mezarlığa bu kazığı çaktı. Ondan sonra bu kişi kimseyi rahatsız edemedi. Daha ileri vakalarda gümüş kazık çakılırmış.

 

Geçen bu forumda okuduğum bir konu vardı. Bulgaristan'da yaşanmış Osmanlı Devleti kayıtlarına geçmiş bir cadı vakası anlatılıyordu. O yazıda da bu kazık meselesi vardı. Şimdi o yazıyı okuyunca bizim köyde anlatılan bu olay aklıma geldi. Balkanlar, Edirne ve Doğu Karadeniz hep benzer yöntemler uygulanmış. Bilgi topluyorum, bu olayı daha ayrıntılı olarak hazırlayıp paylaşmayı düşünüyorum.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...