nevermore Oluşturma zamanı: Şubat 27, 2015 Paylaş Oluşturma zamanı: Şubat 27, 2015 Dünyaya niçin geldik? Ruh varlığının yaşamında olup biten her şey onun gelişimi içindir. Ruhun yükselişi ebedîdir. Ruh varlığının madde evrenindeki yaşamı da bir ebediyet kadar uzundur. Onun bu ebedî yaşamı içinde bir saniyelik bile zaman değerinden mahrum bulunan dünya yaşamında kötülük aramak ve görmek anlamsız bir iş olur. Ebedî olan ruh yaşamına oranla, tek bir an bile olmayan dünya yaşamını amaç olarak kabul edemeyiz. Ruh varlığının maddesel evrendeki yaşamı sayısız ve sonsuz olaylarla doludur. Esaâsen ruh yaşamının bir anlamı da budur. Olayların gerçek değerleri ve var oluşlarının hikmeti iyi ya da kötü olmalarıyla değil, şu ya da bu bakımdan ruhun tekamülüne (ruh varlığının gelişimine) katkı sağlamalarıyla belli olur. Eğer (A) şahsının yaşamı, (B)’nin yaşamına oranla “kötü” geçiyorsa, bu; (A)’nın kötülük çekmesi ya da cezalandırılması için değildir. İlâhî İrade Yasaları bu kadar basit bir görüşle değerlendirilemez. Doğada ödül ve ceza olmadığını birçok kez yinelemiştik. Bu sözümüz doğa ve ruhsal olaylara dayanır. Eğer (A)’nın yaşamı (B)’ninkine göre ıstıraplarla dolu geçiyorsa, bu durum (A)’nın içsel gelişim gereksinimlerinden doğmuş bir zorunluluktur. Nasıl ki o, bu sefil yaşamının karşısında isyan ederek gerilerse, ya da ona edilgen bir şekilde boyun eğerse yeryüzüne inerek böyle bir yaşamı seçmiş olmasındaki amacından uzaklaşmış olur ve yaşamından yenik olarak çıkar. Acaba yaşam deneyimlerinden yenik ya da başarılı çıkmak, olaylar karşısında zaafa düşmeme ne demektir? Belirsiz görünen ve bazen de yanlış düşüncelere neden olan bu konunu iyice irdelenmesinde yarar vardır: Her şeyden önce şunu belirtmek gerekir ki, “olaylar içinden başarıyla çıkmak” demek; maddeci bir yaklaşımla anlaşıldığı gibi, olayların gereklerini maddesel (beşeri) arzu ve eğilimlerimize uydurabilmek değildir. Bu bir yenilgidir. Bunun aksini düşünelim: Olaylar içinden başarıyla çıkmak, bizim geri ve tehlikeli arzu ve eğilimlerimizi kamçılıyor diye olaylardan ve sonuçlardan kaçmak da değildir. Bu da, deneyimlerden kaçınmayı / çekinmeyi ve sonunda yaşamdan yenilerek çıkmayı beraberinde getirir. Çünkü bu beşeri arzu ve eğilimler dünya yaşamındaki deneyimlerin elemanları arasında bulunan birer gelişim aracıdır. Yaşam deneyimlerinden başarıyla çıkmak demek; ne geri eğilimlerimizi nemalandırmak, ne de o deneyimlerden çekinmek / kaçınmak demektir. Dünyaya inmekteki amaç ne odur ne de budur. Burada yapılacak iş, bu araçlar sonucunda varlıkta oluşabilecek acı / tatlı tepkileri vicdanın yönlendirmelerine uygun yönlere çevirmektir. Bu yapılabildiği anda, bir yaşamın başarıyla sonuçlanmış olduğu söylenebilir. Bu sözleri bir örnekle açıklamazsak gene belirsizlikten kendimizi kurtaramayız. O halde X…..’i bir örnek olarak ele alalım. Bu şahıs dünyaya para sevgisiyle gelmiştir. Onun paraya karşı olan çekimi, sözlerimize göre ne gerçekleşmesi gereken bir amaçtır, ne de boğulması, yok edilmesi gereken bir illettir. O sadece X…..’i para kazanmak yolu ile türlü türlü etkinliklere yöneltmeye ve bu etkinliklerden de ona türlü türlü yararlar sağlamaya yarayan araçtır. O halde bu hırs ne atılacak ne de satılacak bir şeydir. Bundan dolayı X….. böylece para kazanmak sevdasıyla dünyada birçok girişimde bulunacaktır. Onun bu girişimleri de genel gelişim ve dünyaya inmekteki amacı bakımından gereklidir. bu girişimler neler olabilir? Pek çok! Örneğin; bir aşçı dükkanı açar, bir komisyoncu olur, bol para getiren bir meslek peşinde koşar, memur olur, tüccar olur, borsacı, kumarbaz hattâ hırsız, katil vb.vb. olur. Eğer o, bu hırsın, selâmeti nefis için tehlikeli olduğunu düşünen ve onu, sakınması gereken bir düşman sanan düşünce ve anlayış sahipleri arasında bulunursa, bu arzusunu öldürmek amacıyla para kazanmak konusunda da hiçbir girişimde bulunmaz. Kendisini yeryüzünde korkunç bir atâlete yönlendirecek olan, anlamsız bir kanaatkârlığa düşer. Örneğin bir arabacı ise, günlük ekmek parasını çıkarınca sırt üstü yatar uyur, ya da “bir lokma bir hırka” diyebilecek kadar da ileri gitmiş ise, işini gücünü iyice bırakır bu durum onun ruhunda sonucu pek kötü olan tembellik arzusunu yaratır. Bu şekilde ruh varlığının en güzel bir melekesi olan ve gelişimin hedefi bulunan tesirlilik kabiliyeti gelişeceği yerde, tam tersine giderek uyuşur. Oysa dünyaya inmekteki amaç tamamıyla bunun aksineydi. Ya ruhunun kuvvetsizliği ya da yanlış bir telkin ve terbiyeden doğmuş bir bağnazlıkla hareket etmesi yüzünden, böyle bir atâlete düşmüş bir münzevi, bir kötümserden başka bir şey değildir. Ayrıca onun bu dünyadan ayrılışı, hiç kuşkusuz zafer çığlıklarıyla karşılanmayacaktır. İnzivâya çekilmiş münzeviler, kurtuluşu kanaatte bularak tembelce bir yaşam yeğlemiş olan işsizler ve nihayet tüm dünya işlerinden kaçmak isteyen ümitsizler derece derece bir grupta yer tutarlar. Bunlar dünyaya niçin gelmişlerdir? Eğer amaçları maddesel arzularını (kendi söylemleriyle) “kâr etmek” idiyse, bu arzular ruh durumundayken zaten yoktu. Bu arzu ve eğilimlerin doğuşu madde ile olan bağlantı sonucudur. Bundan dolayı eğer amaç bu arzulardan kaçmak olsaydı, varlık; maddeler içine girmez, ruh âleminde rahat oturabilirdi. Eğer inziva yaşamı, bazılarının sandığı gibi; bazı harikalar ve mucizeler göstermek amacına yönelik ise, bu amaç gene ruh yaşamında bol bol vardır. Eğer ruhun maddesel bağlantılar dışında ortaya çıkan esiri etkinlikler birer mucize sayılıyorsa, bu mucizelerin tasavvur bile edilemeyecek şekilleri spatyumun her varlık hayatında doğal ve zorunlu bir tezâhür olarak bulunur. O halde bunun için, yani çevresindekilere beceri göstermek ya da dünya yasalarının dışında yaşamaya çalışmak için dünyaya gelmeye gerek yoktur. Spatyum da ruh varlıkları için bol bol bulunan şeyleri sağlamak amacıyla dünyaya gelinmez. Çünkü yeryüzünün yasaları spatyumunkilerden farklıdır ve ruh varlıkları bu yasalardan yararlanmak için enkarne olurlar. Yeryüzünün yasaları da belirginleşen en belirgin özellik, enkarne varlıkları, yaşam sürdürmek için her an sürekli bir maddesel etkinliğe yönlendirmektir. Dünyanın bu yasalarından içsel gelişim yönünde verimli bir şekilde yararlanmış olan bir kişi, dünya yaşamı deneyimlerinde başarılı sayılır. Belirttiğim gibi; ruh–beden ilişkisinin gevşemesi, normal / sıradan durumlarda görülmeyen bazı metapsişik becerilerin gelişmesine zemin hazırlar. Örneğin uzun zaman tüm gürültülü yaşamdan ve onun gereği olan işlerden elini eteğini çekmiş günlük gıdasını birkaç zeytin tanesine indirgemiş edilgen bir kendinden geçip dünyayı unutma halinde yaşayan bir münzevide bir takım sıra dışı (alışılmış dışında) haller görülebilir. Bu da böyle bir yaşamın elbette en doğal sonucudur. Bu münzevi ya da derviş ya da fakîr, örneğin; kendisini, bulunduğu yerden yüzlerce kilometrelik uzaklardaki insanlara gösterebilir (dedubluman) ya da gelecek olayları önceden çevresindekilere haber verebilir (telestezi) ve hattâ kendi bulunduğu bölgeden onlarca metre uzaktaki eşyaların yerlerini değiştirebilir (tenekinezi). Bununla birlikte bunların hiçbirinde bir sıradışılık ya da olağanüstülük yoktur. Bu tezahürler hiçbir zaman, herhangi bir ruhun, bu becerileri göstermeyenlerden daha yüksek ya da daha gelişmiş ve hattâ ayrıcalıklı olduğunu imâ etmez. Bu yüzden birçok deneyimsizlerin gözünde büyüyen bu beceri sahipleri arasında öyleleri bulunur ki, onlar; eğer dünyadaki vazifelerini ihmal etmişlerse, spatyumda, dünyadaki parlak becerilerinin karanlığı içinde donup kalırlar. Özet olarak, ruh-beden ilişkisinin gevşemesinden dolayı ortaya çıkan bu durumlar; kerâmet, ermişlik sayarak , kişiyi gelişim yolundan ve yüksek vazifelerinden ayıran böylesine yalancı gösterişlerin cazibesine kapılmaktan sakınmak gerekir. Şimdi bir de bunun aksini ele alalım: Eğer para hırsıyla yaşayan X… böyle yapmaz da, bunun tam aksine olan yolu tutarsa, yani para kazanmak arzusunun bir araç olduğunu büsbütün unutup, para biriktirmeyi, olabildiğince fazla altın toplamayı yaşamın bir amacı olarak bilirse, onun; yaşamda altın biriktirmek amacıyla her kötü ve hatta iğrenç hareketi sergilemesi kendince olumlu ve geçerli bir iş olur. Artık o, para hırsını insani yüksek ve vicdani etkinliklere yönlendirecek bir araç olduğunu unutmuştur. Bundan dolayı, daha çok para toplamak amacını eğer o, az emek sarfetmekle ya da hiç çalışmamakla da elde edebiliyorsa, tereddüt etmeden ve vicdanının sesine de kulak asmadan bu yolu yeğler ki, bu da her zaman geçerli ve doğru bir yoldur. Çünkü bu yol onu daha kestirmedir ve daha çok para getirmektedir. O, çalar çırpar, hilekârlık yapar, yalancılık ve dolandırıcılıktan çekinmez, başkalarına ihanet eder, riyakârlıktan utanmaz, başkalarının sırtından geçinir ve hatta bu uğurda başkalarını yok eder. Tüm bunlar ona göre geçerli ve doğrudur. Çünkü o, bu yolların hangisinden amacına daha çabuk ve emin olarak varabilirse, o yolu izlemekte kendince haklıdır. Yeter ki yakayı ele vermesin… Bu kimse yaşam ve deneyimi bakımından kayıptadır, başarısıdır. Hiç, kuşkusuz, spatyoma dönenlerden yenik düşmüşler, başarısızlar ve ümitsizler kâfilesine katılacaktır. Çünkü onun para sevdâsıyla dünyaya gelmesi, dünyada altın biriktirmek için değildi. Buradaki amaç, önce para kazanmak için atılacağı işlerde vicdanının sesine uyarak, zahmetli ve çileli maddesel kazançlardan gerektiğinde ve her fırsatta fedakârlıklar yapabilme olanağını bulmak içindi. İş yerinde, kendisinden yardım ve anlayış bekleyen birçok zavallı ile karşılaşacaktı. Onlara yardım edebilmek, onların sıkıntılarına çözüm üretebilmek için, önüne birçok geniş fırsatlar ve olanaklar çıkmış olacaktı ve o, gerektiğinde kendi gözyaşının akmasına neden olsa da, bir zavallının gözyaşını dindirmek fırsatını ve mutluluğunu tadacak, bunun sevincini yaşayacaktı. Ayrıca, para kazanmak için sergileyeceği girişimler onun önüne ne kadar çok, ne kadar geniş uygulama alanları açacaktı… Dahası, o bu alanlarda vicdanının huzur ve doyumunu sağlayacak ne kadar büyük işler görmek ve erdemli etkinlikler göstermek şansını yakalayacaktı. Örneğin, bir öğretmen olacaktı, büyük bir sevgi ile öğrencilerine iyi ve topluma yararlı bireyler olarak yetiştirecekti. Doktor olacaktı, birçok biyolojik / fizyolojik ıstırabı giderecekti vb vb. Özet olarak, bu fikirleri kısaca şu formüllerle toparlayabilirim: Ben para kazanmaya mecburum ama onu gereksiz yere biriktirmek için değil, kazandığım bu parayla ya da onu kazanırken göstereceğim etkinliklerle benim yardımıma gereksinimi bulunanlara geliştirmek için. Bu formül, şu genel formülün yaşama uygulama şekillerinden biridir: Ben dünyada yaşamak zorunda kaldım ama orada sadece yaşamak için değil, göstereceğim cehitlerle doğanın genel uyumu içinde küçük bir yardımcı olabilmeyi öğrenmek için. Tüm bunlarda da şu sonuç çıkar: dünya yaşamından ve deneyimlerinden amaç; ruh varlığının maddesel kazançları bir amaç değil, yüksek ve aşkın (müteal) hedeflere araç olarak tanımaya uygulama ile öğrenmesidir. İşte ruh varlığı, bu uygulama ile gelen görgü ve deneyim birikimi oranında, maddeye ve maddesel olaylara egemen olur ki, dünya yaşamlarında gösterilen cehitler bu işteki başarının oluşumu için gerekli olan birer alıştırma makamına geçer. Uzaklara gitmeye hiç gerek yok; yaşamdaki tüm etkinliklerin beşeri becerileri üzerinde oynadıkları etkili rollerini bilmeyen yoktur. Örneğin, kent yaşamının gürültü kalabalığı içinde hiç yaşamamış bir köylü, bu ortama ilk kez girince şaşırır ve her adımda bin bir beceriksizlilik yapabilir. O bu yaşam içinde acemi ve korkak bir varlıktır. Fakat birkaç aylık şehir yaşamına onun karışması bu acemi ve korkak köylüyü ustalaştırır. O da herkes gibi ya da herkese yakın bir kentli olur ve becerilerini başkaları gibi cesaretle kullanmaya başlar. İşte bu durum kısa bir deneyim çabasının köylüye kazandırdığı bir beceridir. Eğer bu köylü şehre indiği halde, orada halk arasına karışacağı, iş yaşamına katılacağı ve itişli kakışlı kalabalığın içerisinde yuvarlanacağı yerde; kendisini bir odanın içine hapsedip, sâdece pencereden gelip geçenleri izlemekle yetinmiş olsaydı birkaç ay değil, birkaç yıl sonra da, halk arasına ilk karıştığı zaman ilk gündeki acemiliğini korur ve köyüne döndüğü zamanda da sanki kente hiç inmemiş gibi olurdu. Bir kez ıstırap vermiş bir olay ikinci kez aynı bireye yeniden çatarsa, onda önceki kadar derin acılar duyumsatmaz. Bununla şunu demek istiyoruz. Ruh varlıkları olaylarla karşılaşa karşılaşa gittikçe “pişmekte” ve güçlenmektedirler. Bu da gösteriyor ki, “olayları yenmek” ; ne onlardan uzak durmak, ne de onların oluşmalarına neden olduğu ruhsal tepkilere pasif olarak boyun eğmekle olasıdır. Tam tersine olaylarla karşılaşmak, onlarla “göğüs göğse çarpışmak” ve sonuçta varlığın iç zemininde doğan hâletleri vicdanının gösterdiği yollarda kullanmak dünyada değişip, dönüşüp gelişmenin sırrını oluşturur. Vücut denen organizmanın kasları ve dokuları atıl kalmakla nasıl zayıflar ve “sönerse”, tepki onun gibi öz benliğimiz de âtıl ve pasif kaldığı zaman gelişimi için gerekli güce kavuşamaz. İçinde bulunduğumuz üç buutlu âlemin her uzaysal objesinde geçerli olan bir yasadır. Güçlük işi, herhangi bir olay karşısında, çocuklar gibi ağlayan ya da sevinen yetişkin değildir. Güçlük işi, birkaç yıllık dünya yaşamının gelip geçici küçük olaylarından etkilenmeyen ve onlar karşısında tepkilerini vicdanı ile çizmiş olduğu yollardan ayırmayan yetişkindir. RUH ve KÂİNAT, Cilt III, sayfa 855 Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
sidar Yanıtlama zamanı: Mart 23, 2015 Paylaş Yanıtlama zamanı: Mart 23, 2015 İmmanuel Kantın yazılarını hatırlattı bana bu paragraf kendisi fizik ile de ilgilendiği için , Madde nasıl zıt kuvettlerin Genişleyip daralan prensipleri ile ancak uzayda varlığını sürdürebiliyorsa , Ruh varlığı da maddesel illüzyonun içinde benzer zıt prensiplerle ancak varlığını sürdürebiliyor . Nefs ile Vicdan , Pozitif tesir ile Negatif tesir , Güzellik ile Çirkinlik gibi vesayre , İnsanın yeryüzündeki önemide İki boyutu da içerisinde barındırmasından kaynaklanıyor meleklerin yada başka varlıkların aksine .Madde amaç değil araç olmalıdır diyor kısaca , Ruhselmanın bu kitabını komple okumak lazım da elimize geçmiyor ... Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
birikinti Yanıtlama zamanı: Mart 24, 2015 Paylaş Yanıtlama zamanı: Mart 24, 2015 anlamın anlamı anlamın içinde mi? Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Ram Yanıtlama zamanı: Mart 27, 2015 Paylaş Yanıtlama zamanı: Mart 27, 2015 Dün gece bir rüya gördüm. Başka bir hayattaydım. Oradayken şimdiki kendimi unuttum. Bambaşka bir insandım. Her şey yitip gitti. Ben sandığım ben değişiverdi. İnsan hep çektiği acılara bir anlam yüklemeye çalışır. Sanki birileri tüm bunların kaydını tutuyor, onu izliyor gibi davranır. Çektiğimiz tüm eziyetler boşunadır. Sonsuzluğun içinde yiter gider hepsi. Her şey olur ve kaybolur. Olan biten umursansaydı, bir sonraki an var olabilir miydi? Varoluş varoluşsaldır. Düşünerek anlaşılamaz. Yoksa çoktan bulurduk aradığımız şey her neyse. Özlemini çektiğimiz şeyin ne olduğuna dahi düşünerek karar verdik. Sonra da çıktık bir arayışa. Ben kimim, ne işim var burada... Her şey bilinç içinde bir oyundur. Soruyu soran aslında cevabı da bilir. Düşünceyi yaratan ve tanık olan tektir. İkisi aynı anda gerçekleşir, o yüzden yakalamak zordur, kolayca kayıverir. Zihin dediğin nedir ki? İçine bir tanrı koydular biz de kovalayıp durduk. Sonra anladık ki, düşünen de biziz, kovalayan da. Bedri hocanın çalışmalarına saygı duyuyorum. Bence bu bilgiler entellektüel açlık çekenler için bir basamak olabilir. Ama yaşamı bir doktrinle tanımlayabilir misin? Bu bilgiler boşluklara birer anlam dolduruyor böylece zihnimiz kendini güvende hissediyor. Ancak günün sonunda insan hep dindiremediği bir özlem çekmeye devam ediyor. Bu bilgiler işe yaramaz demiyorum. Onlar düşüncelerdir, gelip geçerler. Fırtına sona erdiğinde geriye yine ben kalırım. Zaten, her an bizzat tanık olduğumuz bir varoluşu analiz etmekle niçin vakit kaybedelim? 7 sene döndüm dolaştım, aynı yere geri döndüm. Kelimelerin peşinde sürüklenip durdum. Tanrı? Bize dogmatik değil varoluşçu bir bilinç gerek. Belki o vakit bir anlam buluruz hayatta. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Darkboys Yanıtlama zamanı: Mart 28, 2015 Paylaş Yanıtlama zamanı: Mart 28, 2015 yani herşey tecrübe için? Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
sidar Yanıtlama zamanı: Mart 28, 2015 Paylaş Yanıtlama zamanı: Mart 28, 2015 Doğada Ödül ve Ceza olmasa da , İnsanda ödül hormonu Dopamin ve cezası olarak yokluğu var . Sürekli kendini eksikli hisseden ve şu anki halinden memnun olmayan ego var , Açıkcası biraz tezat bir durum . Egonun bakış açısıyla bakacaksak bu yazı bir teselli kaynağı , Ruhsal açıdan bakacaksak Tekamülün farkındalığı ile kendi hayat realitesini uzlaştırma felsefesi . Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Önerilen Mesajlar
Sohbete katıl
Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.