sidar Oluşturma zamanı: Mart 21, 2015 Paylaş Oluşturma zamanı: Mart 21, 2015 Astrolojinin bilimselliğinin yeniden tartışılmaya başladığı şu günlerde bu yazıyı bir kez daha yayınlamayı uygun gördüm. Bu yazı çok yakında Epsilon kitabevinden çıkacak olan "Astroloji Okulu, Alimlerin Astrolojisi" kitabımdan aynen alınmıştır. Antik dönem, Ortaçağ ve Rönesans astronomlarından pek çoğu astrologdu. Birçok matematik profesörü yargı astrologlarıydı (Judicial Astrology); cebir, geometri, trigonometri ve yüksek matematiği keşfetmişlerdi. Bunlar astrolojinin, astronominin atası olduğu ve göksel varlıkların transitlerinin Dünya üzerindeki tüm canlı yaşamını etkilediği bilgisini kabullenen yargı astrologlarıydı. Eski alimlere göre astroloji, insani olanı kavrama, ilahi olanla bağlantıya geçme ve sonuç olarak onu idrak edebilme sanatıdır. Ptolemy* kitabı Tetrabiblos’un 3. bölümünde astroloji hakkında şöyle diyor: “Ruha nelerin iyi geldiğine bakacak olursak, saadet, keyif ve genel olarak tatmin sağlamakta insani ve ilahi şeyleri bütünlüklü olarak kavratan bu öngörüden daha öte bir şey olabilir mi?” Helenistik Astroloji döneminin önemli isimlerinden Sicilyalı astrolog Maternus Firmicus*, astroloji öğrenme ve uygulamanın dini ve ilahi olana ibadet etmeyi beslediğini öne sürmüştü. Eseri Mathesis’te, göklerin ilahi olduğu, astrolojinin ilahi güce ibadeti teşvik ettiğini savunmaktaydı. Gezegenlerin yaşadıklarımıza yol açan kuvvetler olduklarını varsayıyordu. Helenistik Astroloji döneminin özeti sayılabilecek bu eserde, bir astrologun nasıl olması gerektiği konusunda eskilerden beri gelen etik tanımlamalar vardır. Firmicus’a göre iyi bir astrolog politikanın dışında kalmalı, belalardan uzak durmalı, iyi ve kalıcı bir şöhrete sahip olmalı, dürüst olmalı, açgözlülük etmemeli, hatalarını gördüğü kişileri küçük düşürmemeli, tam tersine onları daha iyi davranmaya teşvik etmeli, öngörümlerinde çok dikkatli olmalı, daima ahlaki davranışlar içinde olmalı, kendisine sorulanlara geçerli cevaplar verebilmek için astrolojiyi doğru öğrenmeli ve iyi anlamalı idi. Helenistik dönem astrologlarının görüşlerini bir araya toplayan bir başka eser olan Liber Hermetis’teverilen bilgilere göre, kişinin doğumundan itibaren onun toplumsal sınıfı belirlenmiştir. Liber Hermetis bize, astrologun horoskopa bakarak harita sahibinin bu hayatta gelişeceğini ya da dejenere olacağını söyleyebileceğine inandığını göstermektedir. Yani, kişi, düşük bir konumda doğup da doğumunun zorluklarının üstesinden mi gelecek, yoksa daha da aşağı mı düşecek? Ya da rahatlık içine doğup aile şerefini koruyacak mı, yoksa kendini kaybedecek, mirasını çarçur edecek ve sefil, fakir ve itibarı zedelenmiş bir şekilde mi ölecek? Bireyin yetenekleri ve yeterlilikleri, ki bunlar mesleğini etkilemekte ve sosyal statüsünü değiştirmektedir, doğum haritasındaki konfigürasyonunun sonuçlarıdır. Bu aslında, hayatımızla ilgili konularda yapabileceğimiz ve yapamayacağımız şeyler olduğu anlamına gelir. Bu da bizi, mikrokozmoz ile makrokozmoz arasındaki bağlantıyı fark etmemizi sağlayan eski bir Hermetik deyişine götürür: “Yukarıda ne varsa, aşağıda da o vardır”. Yani makrokozmoz ile mikrokozmoz arasında benzerlik vardır. Astrolojide bu benzerlikleri tespit etmemize yardımcı olan bir ilimdir. Aziz En Nesefi, Zübdetül-Hakaik adlı eserinde bunu şöyle dile getiriyor: “Küçük insanda ne varsa, büyük insanda da vardır” Bu da bizim Zodyak dediğimiz gökler kuşağı ile ve gezegenlerle bağlantımız olduğu anlamına gelir. Zodyak adeta “Dünya’nın Ruhu” olarak görülmüştür. İbrahim Hakkın Erzurumi* , Marifetname’ sinde insanın feleklerle (Zodyak) benzerliği üzerine şunları söylüyor: “İnsan bedeninin göklerle benzerliği, burçlar sahibi göğün on iki burcunun olması gibi, bedenin de dışından içine on iki yolu olmasıdır. İki kulak, iki göz, iki burun deliği, ağız, iki meme, göbek ve iki abdest yolları. Diğer bir benzerliği ise, feleklerde yedi gezegen olduğu gibi, bedenin içinde de yedi asli uzvun varlığıdır.” İmam-ı Aziz Nesefi Zübdetü'l - Hakaik adlı eserinde aynı şeyi söylüyor: " 7 dış aza dünyanın yedi bölgesidir, yedi batın aza da yedi kat göklerdedir. Akciğer birinci semadır. Yıldızı felek-i kamerdir (Ay). Dimağ (beyin) ikinci göktür. Yıldızı felek-ı Utarit’tir (Merkür) Zira âlem-i kebirin dimağı felek-ı Utarit’tir. Üçüncü göğün yıldızı felek-ı Zühre’dir (Venüs). Zira Zühre âlem-i kebirin böbreğidir. Kalb; dördüncü göktür. Yıldızı Güneş'tir. Zira Güneş âlem-i kebirin kalbidir. Öd kesesi beşinci göktür. Yıldızı Merih'tir. (Mars). Zira Merih âlem-ı kebirin öd kesesidir. Karaciğer altıncı göktür. Yıldızı Müşteri'dir (Jüpiter). Zira Müşteri âlem-ı kebirin ciğeridir. Dalak, yedinci kat göktür. Yıldızı Zuhal'dır (Satürn).” Doğu ve batı düşünce dünyasının en büyük alimlerinden biri olarak kabul edilen Muhyiddin Arabi* astrolojiyi “Alemin sembolik dili” olarak görmekteydi. Titus Burckhardt’ın İbn Arabi’nin Mistik Astrolojisi adlı eserini çeviren Mehmed Temelli, Zodyak dergisinde yayınlanmış makalesinde şöyle diyor: “İbn Arabi’ye göre duyularla algıladığımız evren (zahiri alem) bir hayaldir. Ancak boş, esası olmayan bir kurgu veya sanrı değildir. Kendinden üstteki bir gerçeklik seviyesine işaret eden, sembolik bir hayaldir. Dolayısı ile bu alemde bulunan her şey, bir hakikatin sembolüdür veya başka bir açıdan açılımı, dışavurumudur. Dışımızdaki nesnelerin dizilişi, vuku bulan olaylar, hepsi bir hakikati ifade ederler. Ancak bizzat hakikat olmadıkları için de aynı zamanda hakikati örterler. Çıplak gözle algılayabildiğimiz gök cisimleri ve bunların içinde Güneş, Ay, gezegenler be burçlar da bu sembolik fonksiyona sahiptirler. Alemin bu sembolik dilini bilen (arif), nesneleri okuyabilir. Çünkü evren “büyük kitap”tır.” Ortaçağ Astrolojisi’ne damgasını vurmuş olan İranlı astrolog Ebu Ma’şar* felsefe ve yüce ilimlere ilgi duyup, gökyüzünde hareket eden varlıkların durumlarının gizemleri hakkında fikir yürütenlere şöyle demiştir: “Üstün varlıklar doğal hareketlerinin güçleri aracılığıyla bu dünyada gerçekleşen şeyleri gösterdiklerine göre, bu bilgiyi göz ardı etmenin ne faydası var? Kişi bu bilgiye ancak Zodyak dairesinin dereceleri; burçların sayıları ve adları; her bir burcun derecelerinin nicelikleri, yöneticileri, asaletleri ve doğaları; 12 evin ve gezegenlerin doğaları; kuzey ve güney takımyıldızlar, durumları ve manaları hakkında bilgi edinerek ulaşabilir.” Ortaçağ Astrolojisi’ni derleyen ve anlaşılabilmesini sağlayan İtalyan astrolog Guido Bonatti* astrolojinin her şeyi bilmemizi ve öngörmemizi sağlayabilecek tek bilim olduğu söyler. Bonatti’ye göre geleceği bilmek faydalıdır. Bonatus şöyle diyor: “Aslında, bir kişi yıldızlara göre gerçekleşecek kötü bir olayın tehdidi altındaysa ve bunu öngörebiliyorsa, bunun ne çeşit bir kötülük olduğunu, hangi türden olduğunu görecek ve kendisini buna hazırlayacaktır. Bilgeler bu evrenseller sayesinde belirli şeyleri bilirler, ve bazı şeyler sadece bilgeler tarafından değil sıradan insanlar tarafından da bilinirler. Bilgeler bunları kendi çabaları sonucunda, yani yıldızların bilimi aracılığıyla bilirler.” Bilgeler, astrolojik işaretleri önceden okumanın, olumsuz etki yaratacağını öngördükleri şeylerden bazılarını engelleyebileceklerini ya da en azından kendilerini bunların sonuçlarına ruhsal olarak hazırlayabileceklerini düşünüyorlardı. Ptolemy, bu konuyla ilgili şöyle diyor: “Yıldızların doğasına aşina becerikli bir insan, onların pek çok etkilerinin önüne geçmeye ve bu etkiler gerçekleşmeden önce, kendini bunlara hazırlamaya muktedirdir…Öngörü, gelecekteki olayların sanki şu anda gerçekleşiyorlarmış gibi tecrübe edilmelerini sağlayarak, ruhu duruma alıştırır, sakinleştirir ve yaşanacakları sükunet ve metanetle karşılamaya hazırlar.” Astrolojik öngörü, insanı bilgeliğe taşıyan meziyetlerden biri olarak görülüyordu. Ptolemy bunu şöyle ifade ediyor: “Öngörü sahibi bir zihin, göklerin faaliyetine değer katar; tıpkı becerikli bir çiftçinin toprağı işleyerek doğaya değer katması gibi...”. Ortaçağ Astrolojisi’nden gelen bilgiler ile Rönesans astrolojisi arasında adeta bir köprü vazifesi gören ve döneminin en etkin isimlerinden biri olan Fransız astrolog Jean Baptiste Morin*, gezegenlerin Tanrı’nın Dünya’daki hareketlerinin tezahürünün nedenleri olduğunu ifade ediyordu. Morin’e göre astroloji çalışması, kozmoz veya doğa kanunları üzerine çalışmaktı ve pratiği de bu kuralları özel örneklere uygulamaktı. Gezegenler ve burçlar evrensel nedenlerdi. Formlar gezegenlerin ve burçların özlerine bakılarak karakterize edilebilirlerdi. Yıldızlar, burçlar ve gezegenler, formları doğanın elementsel dünyasına taşıyorlardı ve burada maddeyle birleşip, maddesel şeyler haline geliyorlardı. Eski alimler, astroloji sanatı ile uğraşanların, mütevazı ve haddini bilen kişiler olması gerektiğine inanıyorlardı. İbn-i Ezra* “Bilgeliğin başlangıcı, Tanrı’dan korkmaktır” diyerek, astrolojinin haddini bilmek, Yaratan’ın farkında olmak ve ona saygı göstermek gerektiğini ortaya koyuyordu. Bu saygı, klasik astrologların eserlerinde, pek çok kez dile getirilmiştir. El Biruni*, Ebu Ali el-Hayat*, Ebu Ma’şar, Maşa’allah*, William Lilly* gibi pek çok astrolog yazar, öngörü kurallarını saptarlarken pek çok yerde paragrafların sonlarında “Fakat her şeyin doğrusunu Allah bilir”, “Allah’ın emrettiği gibi”, “Allah isterse” gibi ifadeler kullanmışlardır. Erhard Ratdolt’un 1491 yılı basımında yer alan Bonatti’nin Liber Astronomiae’sine giriş yazısı bize, eski astrologların astrolojiye bakış açılarını çok iyi özetliyor: “Gökyüzünü, yeryüzünü ve içlerindeki her şeyi yaratan, her şeye sağlamlık kazandıran ve her şeyi insanın hizmetine sunan, gökyüzünü yıldızlarla süsleyen ve ışık saçan cisimlerin faziletleriyle onların aşağısındaki her şeyi düzene sokan ve yöneten, ve aynı şekilde insana da yol gösteren O’nun ötesinde bir başka Tanrı yoktur. O, akıllı ruhları diğer tüm canlılardan üstün kılmıştır ki her şey onlara hizmet etsin; ve bu akıllı varlıkların diğerlerinden farklı olarak bilmesini ve anlamasını sağlamıştır; onlara üstün gök cisimlerinin hareketlerini ve bunların manalarını göstermiştir; gökyüzünü akıllı varlıklar için bir parşömen gibi yaymıştır ki iletişime geçen ve ilahi bilgeliği açığa çıkaran gökyüzünde ve gökyüzü aracılığıyla sadece geçmişi ya da bugünü fark etmekle kalmasınlar, gelecekte olacak olan olaylara karşı önlemlerini de alabilsinler, öngörüde bulunabilsinler ve bunlardan bahsedebilsinler.” William Lilly, en önemli eseri Christian Astrology’de, astrolojiyi, yıldızların Tanrı’nın muhteşem ve takdire şayan faaliyetlerinin bilgisi olarak nitelendiriyor ve bu sanatı öğrenmek isteyen astroloji öğrencisine hitaben şöyle diyor: “Öncelikle, Yaratan’ı düşün, O’nu takdir et ve O’na müteşekkir ol; mütevazılığını kaybetme; ve ne kadar derin ve üstün olursa olsun, hiçbir doğal bilginin aklını başından alıp, hem gökteki hem de yeryüzündeki her şeyi düzenleyen ve yöneten İlahi Gücü göz ardı etmene yol açmasına izin verme. Aksine, bilgin arttıkça, Yüce Tanrı’nın gücünü ve bilgeliğini daha da fazla takdir et ve kendini Tanrı’nın lütfunu hak etmeye ada; ne kadar iman edersen, kendinden o kadar emin olacaksın; ve Tanrı’ya ne kadar yakınlaşırsan, o kadar saf yargılarda bulunacaksın.” Lilly, astroloji öğrencisine her gün gökyüzü ile irtibata geçtiği için, zihnini ilahi varlığa göre eğitmesini, konusunda yeterince bilgili olmasını, insancıl, nazik, sevecen olmasını, insanların rahatça ulaşabileceği biri olmasını, astrolojik yargılarında insanları korkutup üzmemesini, kadersel etkileri onlara alıştırarak söylemesini, Tanrı’nın onlar hakkındaki yargılarını değiştirmesi için, bu insanları Tanrı’nın çağrısına yöneltmesini; eğitimli, uygar, ağırbaşlı insanlarla ilişki kurmasını; başkalarının varlıklarına göz dikmemesini; fakir olanlara hem yardım etmesini, hem de ücretsiz yargıda bulunmasını; dünyevi zenginliğin, onu hatalı yargılara sürüklemesine ve “sanatı” olan bu “İlahi Bilime” gölge düşürmesine izin vermemesini tembihliyor. İşte böyleydi klasik dönem alimlerinin astroloji anlayışı. Onlar kendilerini bu “İlahi Bilime” adamışlardı ve astrolojiyi bir “sanat” olarak görüyorlardı. Onlar sadece birer astrolog değildiler. Aralarında şairler, filozoflar, matematikçiler, profesörler, astronomlar, tıp doktorları, avukatlar ve din adamları vardır. Antik dönem, Ortaçağ ve Rönesans astronomlarının hepsi birer klasik astrologlar idi. Birçok matematik profesörü yargı astrologuydu; cebir, geometri, trigonometri ve yüksek matematiği keşfetmişlerdi. Onların kendi dönemlerinde kullandıkları metotlar son derece bilimseldi ve günümüzün en karışık matematiksel metotları kadar geçerliydi. Bu bilgilerin, günümüz tıbbi, felsefi, psikolojik, matematiksel kavrayışında ve tüm bilimsel tekniklerin temelinde önemli yer tuttuğu bir gerçektir! Alıntıdır ,Öner Döşer... Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Önerilen Mesajlar
Sohbete katıl
Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.