Jump to content

Charles Darwin Ve Evrim Teorisi


vhercle

Önerilen Mesajlar

Charles Robert Darwin (12 Şubat 1809 - 19 Nisan 1882) İngiliz doğabilimci.

 

Çömlek endüstrisi kralı Josiah Wedgwood'un kızı Suzannah ve zengin bir doktor, özgür düşünceli şair ve evrimkonusu üzerinede çalışmış bir bilim adamı olan Erasmus Darwin'in torunu, Robert Darwin'in oğlu olarak İngiltere Shrewsbury'de 12 şubat 1809 yılında dünyaya gelen Charles Darwin sekiz yaşına geldiğinde annesini yitirir.

 

Shrewsburry School'da eğitimine başlayan Darwin'inde okulla arası, Einstein gibi pek iyi değildir. Öyleki hocaları arasında ona aptal gözüyle bakanlarda vardır. Oysa bu başarısızlık, Darwinin okul müfredatıyla örtüşmeyen ilgi alanlarıyla ilgilidir.

 

 

HMS Beagle Gemisinin RotasıDarwin daha sonra baba mesliğini devam ettirmek için Edinburg Üniversitesinde tıp öğrenimi için gitti. Ancak başarısız iki yılın sonunda babası tıp eğitimini bıraktırır ve Darwin'i din adamı olmaya ikna edilir. Edinburg Üniversite'sini bırakıp, Cambridge Üniversitesine teoloji öğrenimi için gider. Ama doğal tarihle olan ilişkisi gün geçtikce aşka dönüşür. Teoloji öğreniminin yanı sıra böcek toplama etkinliğini sürdürür ve oluşturduğu koleksiyonuyla bilim çevrelerinin takdirini kazanır. Bu arada botanik ve jeoloji derslerine katılır. Tüm bunların yanı sıra Edinburg'da, öğrenciler tarafından kurulan Plian Societyin üyesi olur ve ilk kez bu maddeci toplulukta bilimsel tartışma içerisine girer. Burada botanik profesörü John Stevens Henslow ile yakın dostluk kuran Darwin tüm ilgisini doğa tarihine verir. Henslow'un desteğiyle, 1831'de beş yıllık bir bilimsel araştırma gezisine çıkan Beagle adlı gemide doğa bilimci olarak görev alır.Bu Darwin'in yaşamında bir dönüm noktası olmuştur. Yolculuk boyunca dünyanın pek çok yerinden türlere ilişkin fosil ve örnekler toplar; gözlemsel bilgiler edinir, notlar alır. Özellikle Galapagos Adaları'ndaki dev kaplumbağalar ile kuşlar üzerindeki gözlemleri, canlıların arasındaki akrabalık ilişkilerin kavramasında etkili olmuş ve birçok canlının aynı atadan gelip evrim geçirerek farklılaştığını keşfetmiştir.

 

Görüşlerinin tepki toplayacağı endişesi ile çalışmalarını yalnızca yakın çevresiyle paylaşmış ve uzun süre yayınlamamıştır. Bu arada boş durmaya Darwin yaklaşık yirmi yıl hiç durmada kanıt toplamaya devam etti.1858'de evrim konusunda kendisiyle aynı düşünceleri paylaşan Alfred Russel Wallace'ın da mektuplarını ekleyerek görüşlerini bir bildirgeyle açıkladı. 1859'da da çalışmalarını Türlerin Kökeni (The Origin of Species) adlı kitapta topladı.

 

 

Türlerin KökeniGeniş yankılar uyandıran kuram bütün dünyada tepkiyle karşılanmıştır. Darwin tüm saldırılara karşın 1871'de İnsanın Türeyişi kitabınıda bilim dünyasına kazandırmıştır. Bu eserin yazarken Darwin Thomas Malthus'un Toplumun Gelecekteki Gelişmesine Etkileri Açısından Nüfus Üzerine Bir Deneme eserinden etkilenmişti. Malthus'a göre, bir insan veya hayvan topluluğu, bütün bireyleri yetişkin yaşa gelir ve ürerse çok büyük bir hızla iki katına çıkabilir. Teze göre; "Hayvan topluluklarının az çok kararlı bir nüfusu korumalarını, çok sayıda bireyin üreme yaşına gelmeden ölmesine bağlıdır. Ancak kendilerini yaşam koşullarına iyi uyarlayanlar üreyecek yaşa gelebilmektedir. Her şey sanki yaşam zorlukları üremeye yatkın bireyler arasında bir ayıklama yapıyormuş gibi gerçekleşmektedir."

 

Hıristiyan inanışına olan bağlılığını yitirdiğini itiraf eden ve bir agnostik (bilinemezci) olduğunu açıkça belirten Charles Darwin 19 Nisan 1882'de öldüğünde, ailesi onu bölgedeki bir kilise avlusuna, çocuklarının mezarlarının yanına gömmeyi düşünüyordu. Ne var ki, aynı düşünceyi paylaşmayan bazıları çarçabuk harekete geçerek, önde gelen bilim insanları ve hükümet üyelerini ikna çalışmasına girişti. Amaçları, bu kişileri biraraya getirip İngiltere'nin ünlü kilisesi Westminster Abbey'nin baş rahibinden Darwin'in buraya gömülmesini rica etmelerini sağlamaktı. Baş Rahip George Granville Bradley, gerekli onayın canı gönülden verileceğini bildirdi. Böylece, agnostik olan Darwin 26 Nisan günü öğleden sonra Westminster Abbey'ye gömüldü. Tabutunu taşıyanlar arasında eski dostu botanikçi Joseph Hooker, yazılarıyla Darwin'i kendi kuramını yayımlamaya yönelten genç doğabilimci Alfred Russel Wallace ve ABD'nin İngiltere büyükelçisi James Russell Lowell da vardı. Darwin bu kilisenin Bilginler Köşesi olarak bilinen bölümünde, Sir Isaac Newton'un gömülü olduğu yerin birkaç metre ötesinde ve astronom Sir John Herschel'in yanı başında yatıyor. Darwin, yeryüzündeki canlı türlerinin değişimini betimlemek için gizemlerin gizemi tanımlamasını ortaya atan büyük filozof Herschel'e, Türlerin Kökeni kitabının girişinde göndermede bulunmuştu.

 

Bugün Darwin özdeşleşen evrim kuramı, aslında çok öncelere dayanır ancak bu kuram üzerine en kapsamlı çalışmaları gerçekleştiren Charles Darwin olmuştur.

--------------------

BÜYÜK BIR KÖRDÜGÜM; EVRIM TEORISI………..

Henüz 150 yillik bir geçmisi olmasina ragmen tüm dünyayi sarsan, bilim alaninda belki de bilim tarihinin en büyük ayriliklarin, en büyük tartismalarin olmasina yol açan bir biyolojik teori… Acaba aslinda sadece bir biyolojik teori mi yoksa içerdigi konular itibariyle hem felsefik, hem sosyal, hem politik, hem antropolojik, hem arkeolojik, hem dinsel bir teori mi? Aslinda bu "hem" leri çok rahat çogaltabiliriz. Çünkü evrim teorisi öyle bir teoridir ki toplumun içinde insan olan her alanini etkilemistir. Her bilim dali bu teoriden kendine bir pay çikarmis ve kendini bu teoriyi ispatlamaya veya çürütmeye adamistir. Öyle ki internetteki herhangi bir arama motoruna "evrim" ve "teori" seklinde iki sihirli kelime yazdiginizda belki de binlerce sayfa, binlerce farkli görüs, binlerce farkli iddia karsiniza gelecektir. Ancak bu sayfalar, bu görüsler ve bu iddialar ringin iki zit kösesine çekilmis iki boksör gibi evrimi destekleyenler ve desteklemeyenler diye iki gruba ayrilmislardir ve bu iki grup boksörlerin yapmasi gerektigi gibi sert yumruklarla iddialarini karsi tarafa yönlendirmislerdir, ve içinde yasadigimiz su günlerde de hala yönlendirmektedirler ve iddia ediyorum yillar sonra da bu iddialari birbirlerine yönlendiriyor olacaklardir. Çünkü bu birazdan asagida açiklamaya çalisacagim evrim teorisinin özünde var olan bir özellikten kaynaklanmaktadir.

Iste bu sizlere belki uzun gelecek yazida, her ne kadar internetteki 10 siteden birinde anlatilmis olsa da, ben de evrim teorisini en basit yönleriyle anlatmaya çalisacagim. Ancak at gözlügü takmis kisilerin kaliplasmis düsünceleri ile illa ki bir taraf tutarak degil de objektif olarak evrim teorisinin tarihinden baslayarak nasil ortaya atildigini, büyük jön Charles Darwin'in görüslerini ve büyük yardimci Dogal Seçilim ilkesini ve bu teoriye karsi olan iddialari anlatmaya çalisacagim. Bunlari yazarken de bir çok kitap ve ansiklopediden yararlanirken elbette ki Charles Darwin'in büyük yapiti "Türlerin kökeni" adli kitabini da sik sik kullandim. Ancak tekrar hatirlatmak da fayda görüyorum objektif bir yazi olusturmak için kimi yerde Darwin'in ve Darwinistlerin ve kimi yerde de Antidarwinistlerin iddialarini aynen aldim. Bu yüzden bu görüslerin burada yeralmasinin benim herhangi bir taraftan oldugum intibasini vermesini istemiyorum ve sözlerimi noktaliyorum.

 

EVRIM TEORISININ HIKAYESI

-Ilk iddialar:

Dünyada yerlesmis her medeniyet dünyanin, insanlarin, ve diger canlilarin orjinleri hakkinda kendilerine göre teoriler üretmeye çalismislardir. Geleneksel Hristiyanlik ve Yahudilik dünyasi canliligin kaynagini ve bu canlilarin çevreye adaptasyonlarini saglayan kanat, solungaç, el gibi organlari her seye gücü yeten Tanriyla bagdastirmislardir. Ilk Çag Yunanistan'inda ise filozoflar yaratilisla ilgili kendilerine göre efsaneler üretmislerdir. Anaximander hayvanlarin bir türünün tamamen diger türüne dönüsebildigini öne sürerken, Empedocles ise bir hayvan türünün kendinden önceki türlerde bulunan bir çok kismin bir kombinasyonu olabilecegini speküle etmistir. Öbür yanda ise Gregory Nazianzus ve Augustine ise bütün bitki ve hayvan türlerinin Tanri tarafindan ayni anda yaratilmadigini öne sürmüs, bazilarinin Tanri'nin yarattigi diger türlerden zaman içinde gelistigini öne sürmüstür. Bu öne sürdükleri iddiaya dayanaklari biyolojik degil daha çok dinsel idi; eger tüm türler bir anda yaratilmis olsalar idi, bu türlerin her birinden birer tanesini bile Nuh'un gemisine yerlestirmek imkansiz bir sey olacakti ve bu yüzden hepsi yok olacak idi, bu bakimdan bu iddiaya göre bazi türler Nuh Tufanindan sonra hayata gelmislerdir.

Canlilarin dogal süreçler sonucu degisebilecegi düsüncesi OrtaÇag'da Hristiyan dinbilimcileri tarafindan hiç bir zaman incelenmemistir, ancak aralarinda Albertus Magnus ve onun ögrencisi Aquinas'in da bulundugu bir kaç arastirmaci uzun tartismalar sonucu, kurtçuk ve sinek gibi canlilarin bir parça etten üreyebildigini öne sürmüslerdir ve bunun Hristiyan kaliplasmis felsefesiyle bagdasmadigini göstermislerdir. Ama daha sonra bu arastirmacilar gözlemlere dayanan bu iddialarini bilimadamlarina bunlarin gerçekten olup olmadiginin incelenmesi için devretmislerdir.

Büyük bir kisminin "insan gelisiminin" olusturdugu "Gelisim Düsüncesi"-the idea of progress- 18. yüzyil aydinlanmasinin merkez noktasi olmustur ve özellikle Fransa'da içlerinde Condorcet ve Diderot gibi filozoflarin ve Buffon gibi bilimadamlarin özellikle inceledigi noktalar olmustur. Ancak bu gelisim kavrami ilk baslarda evrim teorisi gibi bir teorinin hemen ortaya çikmasini saglamadi, aksine Pierre-Louis Moreau de Maupertuis gibi bilimadamlari bazi türlerin yok oluslarini veya ortaya çikislarini bilinen basit dogal sebeplere dayandirmistir. Öbür yanda Georges-Louis Leclerc adindaki zamanin en önemli dogabilimcisi ise türlerin ortak bir atadan türedigini siddetle reddetmis, organizmalarin çesitli organik moleküllerden anlik olaylarla türedigini ve bu organik moleküllerin kendileri arasindaki kombinasyonlarina göre çok farkli sayida ve çesitte türemis organizmalar olacagini ileri sürmüstür. Fizikçi Erasmus Darwin -Charles Darwin'in dedesi- "Zoonomia or the laws of organic life" adli kitabinda bazi evrimsel iddialarda bulunmustur, ancak bu iddialar gelistirilememis ve ilerki teorilere temel olamamistir. Isveçli botanikçi Carolus Linnaeus bitki ve hayvanlari hierarsik bir sistemde siniflandirmis ve bu sistemi günümüze kadar kullanilan bir hale getirmistir. Her ne kadar Linnaeus türlerin degismezligini öne sürse de, bu siniflandirma sistemi evrim teorisine temel olusturmada katkilar yapmistir. Büyük Fransiz doga bilimcisi Jean- Baptiste Lamarck ise aydinlanmanin ana noktasi olan canlilarin bir gelisim içinde oldugu düsüncesini kendine temel almis ve insani bu gelisim en yüksek formu olarak görmüstür. Lamarck'in 19. Yüzyilin baslarinda öne sürdügü bu düsünce evrim teorisinin ilk giris temel teorisi olmustur. Organizmalar bin yillarca en düsük formlardan en yüksek formlara dogru gelismislerdir, bu gelisme insanda dügüm olacak sekilde süregelmistir. Lamarck'a göre bir canli çevresine adapte olmaya çalisirken, modifikasyonlar süregelir, kullanilan bir organ veya yapi gelisirken, kullanilmayan bir yokolmaya baslar. Bu teoriye göre kullanilma veya kullanilmama düsüncesi kalitimsal idi ve bu düsünce daha sonra 20.yüzyilda çürütülene kadar "gerekli karakterlerin kalitimi" teorisi altinda var oldu. Her ne kadar bu teori yeni bilgilerin isiginda yok olsa da, Lamarck modernlesen evrimsel düsünceye çok önemli katkilarda bulunmus ve diger çalismalara temel olusturmustur.

-Charles Darwin:

Modern evrim teorisinin kurucu Charles Darwin'dir. Iki fizikçinin oglu ve torunu olarak Edinburgh Üniversitesinde tip alaninda egitim gördü. Iki yillik bir egitimden sonra Cambridge Üniversitesine geçti ve kendini bir din adami olmak için hazirlamaya basladi. O aslinda sadece bilimle ugrasan bir ögrenci degil ayni zamanda dogayla ve doganin tarihi ile çok ilgilenen biriydi. 27 Aralik 1831 günü, Cambridge Üniversitesinden ayrildiktan bir kaç ay sonra, 1836 ekim ayina kadar sürecek olan bir dünya turuna çikmaya karar verdi. Darwin denizyoluyla yaptigi bu gezisinde sik sik gemiden ayrilip issiz adalara çikar ve dogayi gözlemleyip, ilgisini çeken çesitli parçalar toplardi. Arjantin'de çikarilan yok olmus dev memeli fosilleri ve Galapagos adasindaki gözlemledigi çesitli kus türleri Darwin'in türlerin nasil olustugu hakkinda düsünmesine yolaçti. 1859' da yayinladigi "Türlerin Kökeni"- origin of species by means of natural selection- adli kitabinda evrim teorisini öne sürerken dogal seçilimin bu konuda ne kadar önemli bir faktör oldugunu ileri sürmüstür. Bu kitabin yaninda "The descent of Man and Selection in relation to Sex" adli kitabiyla da dogal seçilim teorisini insan evrimine kadar dayandirmistir.

Darwin insanin kültürel tarihinde açilan yeni bir dönemin büyük entellektüel insanlarindan biridir, bu açtigi yeni dönem Copernic, Galileo ve Newton gibi bilimadamlarinin 16. ve 17. yüzyilda açtiklari Copernic devrimi adiyla anilan devrimin ikinci ve son perdesi olarak adlandirilmaktadir. Copernic devrimi modern bilimin ilk izlerini ortaya çikarmistir. Astronomi ve fizikteki buluslarla evren hakkindaki geleneksel düsünceler yikilmistir. Dünya evrenin merkezini olusturan bir gezegen olarak degil artik evrendeki milyonlarca yildizdan ve gezegenden küçük biri olarak kabul edilmeye baslanmistir. Mevsimler, tarim ürünlerini gelistiren yagmurlarin, yikici büyük firtinalarin, her türlü hava olayinin çok dogal olaylar oldugu anlasilmistir. Gezegenlerin belirli bir yörüngeleri oldugu ve dünyanin da belirli bir yörünge etrafinda belirli bir açiyla döndügü çesitli basit kanunlarla açiklanmistir. Darwin de iste açtigi bu yeni dönem ile canliligin kökenini devamli süregelen degisimler sayesinde olusan farklilasmalar ve tür olusumlari ile bagdastirmis ve kendinden önce tarih öncesi devirlerden OrtaÇaga kadar süregelen her türün ayri ayri bir yaratici tarafindan yaratildigi gerçegini yok saymis ve bu teorisyle de hem biyoloji alaninda hem de sosyo-politik alanlarda büyük yanki uyandirmistir. Darwin'in iste ses getiren düsünceleri evrim teorisinde temel olmustur. Bu iddialar çok çesitli kaynaklarda detaylica anlatilmaktadir. Charles Darwin'in öne sürdügü bu iddialari birinci kaynaktan yani Darwin'in "Türlerin Kökeni" adli kitabindan alarak madde madde yazarak özetlemek gerekirse;

1. Organizmalar zaman boyunca degisirler, su anda yasayan bir canli daha önce zamanlarda yasamis olan bir canlidan farklidir. Daha önce yasamis olan birçok canli su anda çoktan yokolmustur.Dünya sabit degildir sürekli degimektedir. Fosil kayitlari bunlari çok güzel desteklemektedir. 2. Bütün canlilar ortak atalardan belirli bir dallara ayrilmis sema dogrultusunda meydana gelmistir. Zaman dogrultusunda populasyonlar farkli türlere ayrilmislardir. Ayni atalardan gelen canlilar benzer özellik gösterirler, ve bu canlilarda genelde ayni cografik bölgede yasamaya egimlidir.

3. Degisimler yavas ve devamlidir, ve çok uzun süre alirlar. Bunu ancak fosil kayitlarinda görebilirsiniz, hiç bir dogabilimci hiç bir türde hiç bir ani degisimi fosil kayitlarindan bagimsiz olarak gözlemleyemez.

4. Evrimsel degisim mekanizmasinin merkezinde dogal seçilim vardir. Bu Darwin'in teorisinin en önemli kismidir, ve çok detayli olarak incelenmelidir.

-Dogal Seçilim:

Peki dogal seçilim dedikleri nedir? Bunu yine Charles Darwin'in kendi düsünceleriyle madde madde özetlemek gerekirse:

· Eger tüm canlilar verimli döller olusturabilse ve bu döller hiç bir engel olmaksizin gelisip çogalabilirse dünya bu döllerin olusturdugu belki milyarlarca belki de sayilamacak derecede kalabaliklasirdi. Darwin bu durumu fillerden bir örnek vererek gösteriyor.

" Filler dünyanin en yavas döl veren canlilaridir. Fillerin üremesini incelemek gerekirse filler 30 yasinda üremeye baslarlar ve bu 90 yasina kadar devam eder ve 740 -750 yillik bir periyodu fillerin üremesine ayirirsak ortada yaklasik 19 milyon fil olacaktir. Ve yillar geçtikçe de bu sayi sonsuza gidecektir. Ve sayi arttikça da filler için problemler baslayacak, beslenme olsun, barinma olsun fillere çok zorluk çikaracaktir. Sonuç olarak hayatta kalmak ve üreyebilmek için bir savas çikacak ve içlerinden sadece bir kaçi hayatta kalacak sanslilardan olacaktir."

· Bu savasta yapilarinda varyasyonlar gösterenler digerlerine göre bir adim önde olacak ve hayatta kalma ihtimallerini artiracaklardir. Bir populasyon içindeki bireyler birbirlerinden farkli özellikler gösterebilirler. Bu da bazilarini digerlerine göre üstün kilar.

· Bireylerin hayata getirdikleri dölleri anne babalarinin onlari hayatta kalmalarini saglayan üremelerini saglayan basarili özelliklerini aynen kalitimsal olarak alirlar. Bu da dogal seçilim kimi yerde kalitimsal olarak ilerledigini gösterir.

· Bazi böceklerin hayatta kalmak için renklerini degistirerek yaptiklari kamuflajlar dogal seçilimin güzel bir adaptasyon örnegidir. Varyasyon bir canlinin hayatta kalmasi ve üremesi için pozitif yönde etki yapan degisikliklerdir. Bir degisikligin varyasyon olarak nitelendirilmesi için kalitsal olmasi gerekmektedir.

· Dogal seçilimin olmasi için öncelikle bazi kalitsal varyasyonlar ve bazi kriterler gerekmektedir. Bu kriterlere uygun olmayan degisimleri dogal seçilimin bir parçasi olarak degerlendiremeyiz. Bir örnek vermek gerekirse çevresinden çok daha fazla uzayan bir agaci gözönüne alirsak bu agaç günesten gelen isinlarin hep en fazlasini almaktadir ve çevresindeki agaçlari gölgede birakmakta ve digerlerine karsi bir üstünlük kurmaktadir. Ancak bu agacin digerlerinden fazla uzamasinin sebebi köklerini saldigi topragin daha fazla gübreli olmasindan dolayi ise, yani genlerindeki büyüme geninden dolayi degil ise bu üstünlük o canli ile sinirli kalmaktadir. Yani diger döllere geçmemektedir bu yüzden kalitsal varyasyon degildir dolayisiyla da dogal seçilimin bir parçasi degildir.

 

-Evrim Teorisine karsi olan iddialar :

Evrim teorisi aslinda bu yazida hep destekleyenlerinin ve bu teoriyi ortaya atan Charles Darwin'in görüsleriyle anlatildigi gibi herkes tarafindan kabul edilen bir teori degildir. Zaten adindan da anlasildigi gibi sadece bir teoridir. Yani Newton'un yerçekim kanunu gibi veya Faraday'in elektrik ile ilgili olan kanunlari gibi kesinlesmis bir yapisi yoktur. Zaten her ne kadar evrim teorisi biyoloji gibi pozitif bir bilimin altinda incelenebilecek bir konu olsa da deneylerle ve gözlemlerle kanitlanabilir bir teori degildir. Darwin'in de yukarida belirttigimiz görüslerinde yer aldigi gibi evrim -eger olmus ise- çok uzun bir süreç gerektirmektedir. Ve böyle bir süreç de hiç bir sekilde deneylerle veya gözlemlerle ispatlanip kanun olmaya hazir bir yapiya büründürülemezdir. Zaten evrim teorisine yönelik olan tepkiler de hep bu noktada yogunlasmaktadir. Her ne kadar Charles Darwin fosil kayitlariyla evrim teorisinin kanitlanabilecegini öne sürmekteyse de bir çok biyolojik ve çevresel yipratici faktör bu fosillerde deformasyonlara yol açmaktadir ve bu fosillerin birbirinden türedigi iddia edilen iki türün karsilastirilmasinda zorluk çikarmakta ve çogu zamanda bu karsilastirmalari imkansiz kilmaktadir. Ayrica evrim teorisinin bir çok noktada yaratilis teorisine karsi çikmasi da evrim teorisine olan tepkilerin yogunlasmasina yol açmaktadir. Hem Hristiyan olsun hem Yahudi hem de Müslüman aleminde bu teorinin kabul edilmesinin çevredeki tüm canlilari yaratan bir yaraticinin varliginin inkari anlamina geldigi kabul edilmektedir. Ayrica din otoritelerinin yaninda da tüm dünyada çesitli bilim otoriteleri tarafindan da çok sik tartisilmaktadir ve bir çok bilim adami tarafindan da siddetle kabul edilmemektedir. Bir türden diger türe geçiste Charles Darwin'in dayanak olarak aldigi dogal seçilimin hiç bir seyi kanitlamadigi, Charles Darwin'in bu teoriyi ortaya attiktan çok sonra bulunan kalitim kurallarinin varligi ve Dna, Rna gibi mikromoleküllerin ve bunlarin çok karmasik yapisinin oldugu, bu bilim adamlarinin bu teoriyi kabul etmemekteki dayanak noktalari olmustur. Evrim teorisinin öne sürdügü gibi eger bir türden diger bir türe geçis var ise ve bu kalitimsal bir degisiklik ise bu kalitimsal degisikligi yapan mekanizmanin açiklanmasini gerekmektedir. Bilindigi gibi canlilarda kalitimsal faktörler Dna molekülleridir ve Dna çok hassas bir yapiya sahiptir. Evrimi destekleyen bilimadamlarinin öne sürdügü gibi Dna'yi bozacak bir mutasyon ( çesitli x isinlari, radyasyon, asiri isi vs.) ya bu canliya negatif bir etki yapacak ve Dna'sinin bozulmasina yol açacak ve bu canlinin ya ölümüne ya da canlidaki genetiksel bir probleme sebep olacaktir; ya da olumlu yönde etkileyecek ve bu canli çevresindeki kendi gibi ayni türden canlilardan daha üstün bir özellige sahip olacaktir. Devamli birinci olasiligin gerçeklesmesi durumunda evrim teorisi çürütülmeye açik bir hale gelecek iken, ikinci olasiligin gerçeklesmesi durumunda ise dogal seçilimin bir mekanizmasi gerçeklesmis olacak ve evrim teorisinin dogrulugu gösterilmis olacaktir. Ancak Dna ve onun islevlerini yerine getirmesini saglayan Rna ve proteinler hakikaten çok hassas ve karmasik bir yapiya sahiptir. Hala insan Dna'sinin desifre edilememesi ve daha bir çok islevsel genin Dna'nin hangi lokuslarinda oldugunun bulundugunun bilinememesi olacak mutasyonlarin genler ve dolayisiyla canli metabolizmasi üzerinde olumlu veya olumsuz etkilerinin arastirilmasini zorlastirmaktadir. Öbür yanda evrimin imkansizligina inanan bilim adamlari yaptiklari olasilik hesaplari ile olabilecek nokta mutasyonlarin veya daha büyük çapta mutasyonlarin canliya verebilecekleri bir olumlu etkinin neredeyse imkansiz oldugunu iddia etmislerdir. Bu iddialari dogrultusunda da evrimi kabul eden bilimadamlari ile bilimsel bir tartismaya girismislerdir.

Evrim teorisini kabul etmeyenlerin savunduklari noktalardan biri de evrim teorisinin günümüzde sadece yaratici faktörünün ortadan kaldirilmasi için kullanildigi ve yeni dogan bir din olarak kabul edilmesidir. Bu kisilere göre naturalizm ilkesi dogrultusunda yaraticinin varligi bir bakima bu teori ile çürütülmeye çalisilmaktadir. Bu noktada evrim teorisi yaraticinin varligina ne kadar karsi ne kadar degil sorusu hemen aklimiza geliyor. Aslina bakilirsa evrim kavramini mikro-evrim ve makro-evrim diye iki kisimda gözönüne almamiz gerekir. Mikro-evrim ana hatlariyla evrimi reddedenlerin bile kabul ettigi bir olaydir. Mikro-evrime göre hayvan ve bitki türleri içinde bazi bireylerde farkliliklar bulunmaktadir, ancak evrimi reddedenlere göre bu farkliliklar her ne kadar bir çok bireyde bulunmasina ragmen kalitsal olmayan çevresel modifkasyonlar iken evrimi kabul edenlere göre de dogal seçilimin bir parçasidir.Ancak evrim teorisi mikro-evrimden daha çok makro-evrim üzerine kurulmustur, her ne kadar mikro-evrim gözle görülür unsurlari içine alsa da makro-evrim kesinlikle gözlenemez bir yapidadir. Bu bakimdan da Antidarwinistler tarafindan sik sik reddedilmektedir. Ancak Darwinistler açisindan da büyük önem tasiyan bir unsurdur.

Sosyo-politik alanda evrim teorisi:

Yazinin girisinde belirttigim gibi evrim teorisi konusu itibariyle toplumun içinde insan olan her alanini derinden etkilemistir ve dolayisiyla bir çok bilim dalina üzerinde çok tartisilan bir malzeme olmustur. Bir bakima din ile ilgili bir konu da oldugundan dolayi kendinde çok fazla ilgiyi toplayabilmistir. Ancak bu ilgi toplumda büyük bir tartismayi da beraberinde getirmistir. Öyle ki bir çok bilimadami bu konu üzerinde çok farkli iddialarla tartisirken, öbür yanda da bir çok dergi de bu konuda birbirinden çok farkli basliklarla yayin yapmaktadir. Özellikle din otoriteleri evrim teorisinin bilime hizmet etmekten çok dine zarar vermek amaciyla bu kadar büyütüldügünü iddia etmektedir ve çikardiklari yayinlarla evrim teorisinin belirli bir dogrultuda kullanilan sadece bir masa oldugunu ileri sürmektedirler. Ayrica bilimsel bir kaniti olmayan bir teorinin belirli amaçlar dogrultusunda islev görmesini saglamamak amaciyla Kanada ve Amerika Birlesmis Devletlerinde bir çok katolik okulunda evrim dersi ders kitaplarindan ve ders müfredatlarindan çikartilmistir. Bu hareket zaten var olan tartismalari daha da alevlendirmis, sonu olmayan noktalara çekmistir.

SONUÇ: Evrim teorisi gerçekten de bir teori olarak hiç umulmayacak kadar ünlenen 19.yüzyilda tohumlanmis içinde yasadigimiz 21.yüzyilda destekleyenlerin yardimiyla koca bir agaç olan bir düsünce akimidir. Her ne kadar bu yaziyla ana hatlarina deginmeye çalistiysam da benim fikrimce evrim teorisi basli basina bir ömür üzerinde çalisilmasi gerekilen bir bilim dali olmaya aday bir konudur. Yine benim fikrimce bu teoriyi çürütmek veya desteklemek amaciyla daha öncelerde çok sik olusturulmus kaliplarla degil de bu konuya daha objektif olarak bilimsel çerçevelerde yaklasmak gerekmektedir. Çünkü belirli bir ideoloji ile yaklasilmaya, belirli yönlere çekilmeye çok müsait, çok esnek bir konu üzerine kurulmus bir yapiya sahiptir ve iste böyle çesitli yönlere çekilmesinden dolayi da su ana kadar çözülememis, hatta çok daha kördügüm olmustur. Her ne kadar kanitlarin olmayisi ve çok uzun bir süreye yayilan bir süreç olmasindan dolayi gözlenemeyisi böylesine bilimsel bir çerçevede yaklasilmaya engel olsa da bana göre denemek de fayda vardir. Bilimde çareler tükenmez diyelim ve yazima son noktayi koyalim, umarim benim dedigim olur ve bilim kazanir.

 

Serkan Demir'in yazısından alıntıdır...

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

teoriye göre aynı türden canlılardan oluşan iki sürü iki farklı coğarafyada yaşıyorlarsa, ki bunun sebebi göç olur ya da kıtaların birbirinden ayrılması olur ya da ne olursa, başta aynı gen havuzuna sahip olan bu sürülerde bulundukları ortamlara göre modifikasyonlar, mutasyonlar ve adaptasyonlar olacaktır. ortama uyum gösteremeyen zayıf, hastalıklı ve çekinik genler zamanla gen havuzundan silinecektir. ancak aynı anda farklı yerlerde, farklı şartlarda aynı özellikler yitirilmez. daha açık söylemek gerekirse gen havuzları değişir. yani türlerde başkalaşmalar olur. bu başkalaşmalar önce ırkları sonra da yeni türleri oluşturur. bu şekilde dünya üzerindeki canlılar çeşitlenirler.

 

evrim 100-200 yılda gözlenebilecek bir hadise olmayıp binlerce yılda netice verwebilecek bir süreçtir.

 

bunun hiçbir dinle çatışması yoktur. evrim teorisi yaratılış teorileriyle aynı değildir. din, canlıları allah yarattı der. ama hepsini tek tek yaratıp yaratmadığını ya da hangi varlığı evvelden ya da sonradan yarattığını da açıkça söylemez. bu haliyle teori din ile çelişmemektedir.

 

şayet "ben şimdi maymun muyum?" diye soran varsa onlara şiddetle jack londonın ademden önce adlı kitabını okumalarını öneririm.

(Alıntı)

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Canlılığın yeryüzünde nasıl ortaya çıktığı sorusunu sorduğumuzda, karşımıza iki farklı cevap çıkar:

 

- Bu cevaplardan birincisi, canlıların evrim yoluyla ortaya çıktıklarıdır. Bu iddiayı savunan evrim teorisine göre canlılık tesadüflerle ortaya çıkan bir ilk hücreyle başlamıştır. Bu canlı hücre de yine tesadüfler sonucunda gelişip evrimleşmiş ve çeşitlenerek dünya üzerindeki milyonlarca farklı türü oluşturmuştur.

 

- İkinci cevap ise "Yaratılış"tır: Bütün canlılar tüm evrene hakim olan bir Yaratıcı'nın yaratmasıyla var olmuşlardır. Hiçbir şekilde tesadüfle meydana gelmesi mümkün olmayan canlılık ve milyonlarca canlı türü, ilk yaratıldıklarında da bugünkü gibi eksiksiz, kusursuz ve üstün bir tasarıma sahiplerdi. En basit gibi görünen canlı türlerinin dahi, kendi kendine, doğal şartlarla ve rastlantılarla oluşamayacak derecede kompleks yapı ve sistemlere sahip olması, bunun açık bir kanıtıdır.

 

Bu iki seçenek dışında, canlılığın nasıl ortaya çıktığı konusunda bugün ortaya konabilecek üçüncü bir iddia, bir teori hatta herhangi bir varsayım bile yoktur. Mantık kurallarına göre cevabı iki seçenekli bir sorunun cevap seçeneklerinden birinin kesin yanlış olduğu ortaya konursa, diğer seçeneğin kesin doğru olduğu da anlaşılır. En temel mantık kurallarından biri olan bu kurala "ayrık çıkarım" (modus tolendo ponens) adı verilir.

 

Yani eğer yeryüzündeki canlı türlerinin, evrimcilerin iddia ettiği gibi tesadüflerle evrimleşerek ortaya çıkmadığı ispatlanırsa, bu durum canlıların bir Yaratıcı tarafından yaratıldıklarını kesin olarak ispatlar. Evrim teorisini savunan bilim adamları da "üçüncü bir alternatif" olmadığını kabul ederler. Bunlardan biri olan Douglas Futuyma bunu şu sözleriyle ifade etmektedir:

 

Canlılar dünya üzerinde ya tamamen mükemmel ve eksiksiz bir biçimde ortaya çıkmışlardır ya da kendilerinden önce var olan bazı canlı türlerinden evrimleşerek meydana gelmişlerdir. Eğer eksiksiz ve mükemmel biçimde ortaya çıkmışlarsa, o halde üstün bir akıl tarafından yaratılmış olmaları gerekir.4

 

Evrimci Futuyma'nın bu sözlerinin cevabını fosil bilimi verir. Fosil bilimi (paleontoloji) tüm canlı gruplarının farklı zamanlarda, birdenbire ve mükemmel biçimleriyle yeryüzü sahnesine çıktıklarını göstermektedir.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...