sidar Oluşturma zamanı: Mayıs 1, 2015 Paylaş Oluşturma zamanı: Mayıs 1, 2015 Koç & Terazi Ekseni Birinci eksen, Koç ve Terazinin bütünleşmesini temsil eder ve öğrencilerini Birinci ve Yedinci Evlerin Hayat Dersleri ile eğitir. Birinci eksenin temel paradigması kendini varetmektir. Bu eksendeki burçlar var olabilmek için güç kazanmak ve hükmetmekle ilgili seçimler yaparlar. ‘’Ben Varım! Var mı buna bir itirazı olan?’’ diye kendini ortaya koyan Koç burcu ile ‘’Ben seninle varım ve seni anlamaya açığım’’ diyen Terazi bu ekseni farklı uçlarda deneyimler. Koç’un temel güdüsü hayatta kalmaktır. Gücü sever ve güç sağlayan bütün araçları kendinde biriktirmeye gayret eder. Önderlik hevesini inkar etmez, hatta bu konuda alternatifsiz olduğunu zanneder. Uzlaşmaz tutumu ile herkes için en iyi olanı bildiğini ve onu takip ederlerse hepsini çıkışa götüreceğini iddia eder. Karizmasının zaaf göstermemeye bağlı olduğunu zannettiği için de, olduğundan daha kararlı görünür. Durup düşünmek, tartışmak ve başkalarının iktidara ortak olmalarına müsaade etmek yerine, aksiyonu devam ettirerek gündemi belirler. Terazi ise Koç gibi engellerle savaşıp yolu açmaya değil, karşısındakinin gücünü kendi yararına kullanarak engelin içinden bir kapı açmaya odaklıdır. Üstün görünmek ve tehditkar olmakla değil yatıştırmak ve ikna etmekle ilgilenir. Kaba kuvveti pek yersiz bulur. O kadife eldivenin içindeki demir yumruk misali önderleri yönetir. Politik yaklaşımı ile, kendi düşüncelerini öyle bir empoze eder ki, duruma hükmettiğini zanneden kişi bütün o fikirleri kendi zihninden çıkmış gibi benimser. Farkettirmeden yönettiği kişinin, eylemleri sonucunda elde ettiği olumlu sonuçları alkışlayarak, aynı çizgide devam etmesi için onu teşvik eder. Hareketin içinde kaybolmadığından, olasılıkları değerlendirir ve tarafsızca ortaya koyarak liderin daha iyi kararlar almasını destekler. Bu yeteneği onu vazgeçilmeyecek bir partner ve güvenilir bir danışman haline getirir. Böylece gücün sağladığı konforun ve ayrıcalığın keyfini elini kirletmeden ve elbiselerini kırıştırmadan sürer. Birinci eksendeki derslerini tamamlamak için Koç’un şunu farketmesi gerekir; İnsanlar bir öndere onların çıkarlarını temsil ettiğine inandıkları için bağlanır ve itaat ederler. İktidar hak edilmesi gereken bir ayrıcalıktır. Kendi çıkarları için kitlesini kullanan bir lider, bencil ve zalim olarak görülüp, ilk fırsatta alaşağı edilecektir. Akıl almayı, bilmediklerini sormayı, alternatif çözümleri değerlendirmeyi reddeden bir lider önünde sonunda hata yapacak ve gözden düşecektir. Peki ortada onu takip eden bir kitle olmadığında kim bir Koç’un lider kimliğinden söz edebilir? İyi bir lider, farklı özellikler taşıyan birçok kişiyi aynı amaç altında toplar ve kendi liderliği üzerinde uzlaşmaya ikna eder. Vizyonunu kitleye kabul ettirirken, bunun dayanaklarını kitlenin ihtiyaçları çerçevesinde tanımlar ve başına geçtiği kişilerin kendi tercihleri doğrultusunda aksiyona geçtiklerini düşünmelerini sağlar. Sonuçta kitlenin her üyesi Koç’un liderliği altında kendi içindeki kahramanı farkeder. Yani Koç varoluş amacını gerçekleştirmek için aslında bir Terazi gibi davranmayı öğrenir. Terazi ise hayatta kalmak için bazen elini taşın altına koyması, hatta kirlenmesi gerektiğini öğrenmeye ihtiyaç duyar. Bazen destekleyecek ve yönlendirecek birilerini bulup onlarla bütünleşmeyi, dengeleyici enerjisini onların amaçları doğrultusunda kullanıma açmayı ve onların kaynaklarını kendinin farzedip yaşamayı o kadar içselleştirir ki, bu bağımlı döngünün içinde hiç farketmeden kendi tercih ve tanımlarını kaybeder. Yaşam çatışmayla beslenir. Yıkım enerjisiyle temizlenmemiş bir zeminde bazen yeni başlangıçlar yapmak mümkün değildir. Terazi çatışmayı engellediğini zannederek, değişimin önüne geçmeye çalıştığını, dolayısıyla aslında kimsenin göze alamadığı bir şeyi yapıp evrenin doğası ile çatıştığını farkedemez. Sonunda değişimin gücü onun zerafetle ve detaylı düşünülmüş stratejileriyle inşa etmeye çalıştığı barajları yıkıp, başardım dediği herşeyi önüne katarak yokeder. Böyle yıkımların ardından Terazi birinin co-pilotu değil, kendi gemisinin kaptanı olmak durumunda kalır. O zaman da yaşadığı kararsızlık ve yönsüzlük duygusunu aşmak için bir Koç gibi düşünmesi ve ben kendi hedeflerimi belirleyip onları hayata geçirmek için çaba gösterebilirim demesi gerekir. Boğa & Akrep Ekseni Her hareket bir tezle başlar ve karşı-tez ile dinamik kazanır. 1. eksende ifade bulan “varlık bilinci” başlangıç tezidir. 2. Eksenin paradigması ise, oluşmuş iradenin karşısında varolabilmektir. 2. ve 8. Evler yaşamdaki en önemli döngüyü ‘’yaşam ve ölüm döngüsünü’’ temsil ederler. Sahip olduğumuz değerleri üretmek ve tüketmekle ilgili bütün konular bu evlerin konusuna girer. 2. eksende yer alan Boğa ve Akrep burçları, varolan sistem içinde kendi değerlerini oluşturabilmek ve varlıklarını koruyabilmek için sürekli bir çatışma içindedirler. Boğayı ele alalım; Onun zamanı ağaçların çiçeklerle dolu olduğu Nisan ayının sonuna doğru başlar ve Mayıs’ın sonunda çiçekler dökülüp ilk meyveler belirginleşmeye başlarken biter. Bu süreç içinde doğa güzelliğinin doruk noktasını yaşamaktadır. Boğa, öz yıldızı olan Venüs’ten gelen mükemmel bir form duygusuna sahiptir ve bunu yaşamını şekillendirmek için kullanır. ‘’Dünyada mekan ahirette iman’’ sözü Boğa için söylenmiş gibidir. Değerli bulduğu şeylere yatırım yapar, onları biriktirir. Yeteneklerini ve zamanını maddi güvence ve itibar elde etmek için kullanır. Sahip olduğu değerlerin ona pazarlık gücü sağladığına inanır ve akıllıca alış-verişlerle etki alanını ve zenginliğini arttırmaya çalışır. Alanına saldırılmadığı sürece barışçıl davranan bir derebeyine benzer. Kazanılmış saygınlığına ve özlük haklarına çok önem verir. Bu konularda kendisine meydan okuyanlarla çatışma stratejisi ise, pazarlığı kesmektir. Birikimli ve hazırlıklı olduğu için, dışarıdan gelen müdahalelere kendi tercihlerinden hiçbir fedakarlıkta bulunmadan karşı koyabilir. O kadar inatçı ve kararlı olabilir ki, sonunda onun sahip olduğu maddi ve manevi değerlere göz dikmiş olanlar, taleplerinden ödün vermek zorunda kalırlar. Akrep ise, Mars ve Plüton etkisi altında olduğu için durağanlığı değil dönüşümü temsil eden bir burçtur. Ağaçların yaprak döktüğü, doğadaki canlıların kendini yokedip yeniden dönüşüme katılarak hayat çarkına tekrar girmeye hazırlandıkları Kasım ayının ruh halini temsil eder. Akrebin felsefesi yaşamın geçiciliği üzerine kuruludur. Boğa gibi değerlerinin üstüne değer koymaya çalışan titiz bir yatırımcı değil, daha fazlasını elde etmek için herşeyi kaybetmeyi göze alan bir kumarbazdır. Değişen koşullardan faydalanmak için, fırsatı gördüğü yerde akışa müdahale eder. Güvenlik, tutarlılık, düzen gibi kavramlara sıkı sıkıya bağlı olanlarla dalga geçer, zira onları samimiyetsiz ve cahil bulur. Açık ve gizli, meşru ve gayrı meşru her türlü tekniği, kullanarak insanları kendi kendilerinden şüpheye düşürür ve zaaflarını tetikleyerek onları istediklerini sandıkları şeyin tam tersine yönelmeye ikna eder. Aslında o da tıpkı Boğa gibi müdahale edilemeyen bir fenomen olarak kalmak ister. Fakat Boğa’nın yaptığı gibi bir netlik sunmaz. Aksine kendine yol açmak için belirsizlikten istifade eder. Her burç kendini gerçekleştirmek için gölgesiyle bütünleşmek zorundadır demiştik. Bu durumda Boğa ve Akrep’in birbirlerinin tutumlarından çıkartacakları önemli hayat dersleri vardır; Boğa doğanın tam anlamıyla canlandığı ilkbaharın gelişmeci ve yayılmacı ruhunu temsil eder. Ancak doğal olan değişime direnir. O herşeyi ‘’mükemmel’’ formuyla muhafaza etmek ister. Gelgelelim hayatın dinamik yapısı içinde statik bir tutumla yola devam etmek mümkün değildir. İnsan ihtiyaçları değişir. Alış-veriş içinde bulunduğumuz insanların ve kendi ihtiyaçlarımızın değişimini görmezden gelerek, uygun ve yararlı bir tutum geliştirmemiz mümkün değildir. Tutumlarımızı, beklentilerimizi ve sunduklarımızı yaşama uygun olan şekilde dönüştürebilmek, hayatta kalmamızı sağlar. Boğa da, kendi değerini koruyabilmek için ne geçmişten gelen insanlara, ne biriktirdiği anılara, ne alıştığı eşyalara, ne de benimsediği davranışlara ihtiyacı olmadığını, öğrenmek zorundadır. Kiraz çiçeklerinin dökülüşünü o kadar şiirsel yapan, meyveye yol vermek için tüm güzelliklerini toprağa saçabilmeleridir. Başka bir deyişle çiçek sahip olduğu değeri korumaya değil, başka bir değer üretebilmek için onu feda etmeye rıza gösterir. Boğa da, kendince kusursuz ve tam olana ısrarla tutunmayı değil, tıpkı bir Akrep gibi hayatın döngüsüne uygun olana yol vermeyi öğrendiği zaman, ‘’değer üreterek değerli olmanın’’ anlamını kavrayacaktır. Akrebin gücü iyi bir gözlemci olmasıdır. Kendini yaşamın dinamiklerini ve insanların eğilimlerini bir bakışta çözümleyen bir bar filozofu gibi görür. Dışarıdan bakıldığında çok riskli görünen oyunlara girerken, kartlarını insani zaafların tahmin edilebilirliği üzerine oynar. Uyguladığı stratejiler, kendine güvensizlik gösteren ve kolay yoldan çıkan kişileri darmadağın edebilir. Ancak samimiyet ve tutarlılık karşısında dağılmaya mahkumdur. Yaşam bu kadar anlamsızken, nasıl olur da bir insan anlamı kendi içinde yaratabilir? İşte Akrep, bütün kuğuların beyaz olduğu varsayımıyla hareket ederken, böyle bir ‘’kara kuğu’’ ile karşılaştığında gerçekten sarsılır! Akrep sonbahara özgü tükeniş manzaraların orta yerinde hayata başladığı için, yaşama ve dolayısıyla kendi varlığına nasıl değer katabileceğini anlamakta güçlük çeker. Avuçlarının arasından kayıp gidebilecek hiçbirşeye fazla bağlanmamaya çalışır. Asıl derdi kaçınılmaz sonun – yani ölümün – getireceği acıdan uzak durmaktır. Onun için kesinlik taşıyan herşey ‘’ölüm’’dür. Akrebin ölümü geciktirmek için çabalamak yerine, bir Boğa gibi yaşama saygı duymayı ve onu takdir etmeyi öğrenmesi gerekir. Dökülen yaprakların ve çıplak kalan ağaçların özünde taşıdıkları canlılığı ve yeniden doğma umudunu fark ettiğinde, yaşam ve kendi varoluşu bir anlam kazanacaktır. O zaman Akrep değerli olmanın gider ayak alabildiğini almak değil, gitmeden önce ardında anlamlı birşeyler bırakmak olduğunu ve ölümün böylelikle yenilebileceğini idrak edecektir. İkizler & Yay Ekseni Bu yazı dizisine başladığımda, birinci eksen tez, ikinci eksen anti-tezdir demiştim. Yıkıcı bir çatışma içine girmiş farklı bileşenlerin, bir potada erimesiyle ortaya yapıcı bir enerji çıkar. Bu değişimdir. Ancak kaosun değişime yol vermesi için gereken bir geçiş aşaması vardır; bu da sentezdir, ya da günlük dilde kullandığımız haliyle çözüm! 3. ve 9. Evlerin oluşturduğu 3.eksende yer alan İkizler ve Yay’ın temel meselesi, bir senteze ulaşarak değişimi mümkün hale getirmektir. Her iki burcun da hareket özgürlüğüne olan düşkünlükleri dikkat çekicidir. İkisi de değişimi sağlayan bileşenleri takip etme ihtiyacı içindedirler. Gözlemek, duymak, bilmek onların ortak tutkusudur. Bu nedenle kapsama alanlarının kısıtlanmasına gelemezler. İkisinin de katlanmakta en fazla zorluk çekecekleri durum, sınırlı bir alanda yaşamaya mahkum edilmektir. 3. evin sahibi İkizler Merkür’ün haylaz çocuğudur. O akışı farketmenin ve onunla beraber davranmanın peşindedir. Algı ve tepkileri güne hatta ana odaklıdır. Bu yüzden duygulanmaya vakti yoktur. Gelen yayını enstantaneler halinde farkeder ve yansıtır. Yansıttıkları arasında anlam kopuklukları ve tutarsızlıklar olması onu ilgilendirmez, zira dönüp bakmaya vakti yoktur. Pratiktir. Anında uygulanabilir çözümler üretmeye yatkındır. Uzun vadeli planlara çok sıcak bakmaz, nitekim içsel olarak yaşamın değişkenliğine inanmaktadır. Bu nedenle bir duruma veya düşünceye takılı kalmak yerine, yaşam koşullarını belirleyen bileşenlerdeki değişime uyan yeni yönler belirlemeye çalışır. Başkalarına son derece güvensiz gelen bu tavır ona yaşamın doğasındaki tehditkar değişkenlik karşısında, ‘’güvenli’’ olan tek yaklaşım gibi gelmektedir. Hayatta kalmanın tek yolunun hareket halinde olmak olduğu konusunda sağlam bir inancı vardır. O yüzden olması gerekenlerle değil, olanla ve bu durumda alınabilecek en iyi pozisyonla ilgilidir. Zaman zaman etik yoksunluğu ve yanar dönerlikle suçlanmasının en önemli nedeni de budur . Kaosun bu kadar farkında olmak onu biraz huzursuz ve kaygılı yapar. Zihni, çenesi ve elleri durmak bilmez. Bir şey yapmaya öylesine takıntılıdır ki; bazen durgun suyu bulandırır, bazen de enerjisini gereksiz ayrıntılara harcayıp, meselenin özünü gözden kaçırır. Konuşmayı, verili durumu analiz etmeyi sever ama derin anlamlar yüklemeyi, tahmin etmeyi ve söz vermeyi sevmez. Bir ikizlerle yaşamak, hayatını televizyon karşısında geçirmek gibidir. Asla sıkılmazsınız! Veri bombardımanına, hızlı duygusal iniş çıkışlara ve aksiyona boğulursunuz. Ancak bir süre sonra yaşamın içi boşalmaya başlamış gibi hissetmeniz mümkündür. 9. evin sahibi Yay ise Jüpiter’in sadık mürididir. Yeni ufukların kaşifi, büyük umutların taşıyıcısı, geniş kitlelerin yol göstericisidir. Yalnız yakın çevresinde değil, dünyada hatta uzayda olup biten herşey onu ilgilendirir. Durumun tespiti onu tatmin etmez. O kaosu yaratan elin mantığını çözümlemenin, değişime anlam yüklemenin ve bundan sonra olabilecekleri tahmin etmenin peşindedir. Önyargısız bir biçimde ufkunu açacak her fikri inceler, her türlü bilgiyi bir araya getirir ve ‘’mükemmel’’ açıklamayı yapmak için canla başla çaba gösterir. O, öğretmenleri zor durumda bıkan soruları soran bir öğrenci ve öğrencilerin derslerini bir ruhani liderin vaazlarını izler gibi takip ettiği bir öğretmendir. Yay kürsüyü sever. Denizin derinlerinden ve ufkun ötelerinden getirdiği hazinelerini paylaşacak birilerini buldu mu, keyfine diyecek olmaz. Büyük bir coşkuyla anlatır, anlatır ve anlatır… Bugün onun için dar bir alandır. Onun gözü hep gelecektedir. Daima ulaşılması gereken idealleri ve bunlara nasıl ulaşılabileceği hakkında ilginç fikirleri vardır. Ancak bu fikirleri gündelik yaşama geçirirken nasıl aksiyonlar alınması gerektiği konusuyla fazla ilgili değildir. Çözümlemiş olmak onu yeterince tatmin eder. Sebep ve sonuç ilişkilerini kurduğu anda görevi bitmiş gibidir. Bu nedenle birazdan yağmur yağacak deyip, şemsiyesini almadan sokağa çıkan birine benzer. Varoluş amacını gerçekleştirmek için her burcun kendi gölgesi ile bütünleşmesi gerekir. Bu bütünleşmeyi sağlayacak olan şey, bulunduğu eksenin diğer ucundaki burcu yargısızca değerlendirebilmektir. İkizler ve Yay’ın gerçekten de birbirlerinden öğrenecek çok şeyi vardır. İkisi de dar bir alanda kısıtlı kalmaktan hoşlanmazlar demiştik. Eğer bunu bir işkenceye çevirmek istiyorsanız, bir İkizler’le bir Yay’ı aynı evin içine kapatın! İki klostrofobik ilk birkaç günü birbirlerinin enerjisini tüketircesine kavga etmekle geçirirler. Bu yanyanalıktan kaçış olmadığını ve yolculuk edebilecekleri tek yerin birbirlerinin arkadaşlığı olduğunu farkettiklerinde ise, karşılarındaki kişinin zihninde kendi gölgeleri ile yüzyüze gelirler; İkizler güncel olanı kaydeder yani veri toplar. Hızlı düşünmeyi ve tepki vermeyi bir avantaj olarak görür. Bu nedenle bazen olayların birbirlerine bağlı anlamları ve uzun vadeli sonuçları üstünde düşünmeden konuşur ve davranır. Ancak gerçek çoğu kez anlar itibariyle görünenden ibaret değildir. Kısa vadede uygun gibi görünen yaklaşımlarla, bazen orta ve uzun vadede İkizlere zarar verir ya da amaca giden yolu uzatır. İkizlerin, yaşamın döngüsünü çözümlemeye uğraş veren Yay’dan öğrenmesi gereken ilk ders, bilgiyi hazmetmek ve yaşadıklarının anlamını idrak etmektir. İkizler kendi algılarına ve reflekslerine çok güvenir. Başka insanlara bağımlı olmaktan sıkılır. O yüzden ortak amaçlara göre hareket etmek ve ortak kararlara uyum göstermekte isteksiz davranır. Sorumluluk almaktan kaçındığı için, sınırlarını baştan çizip, fazla beklenti oluşturmamaya da dikkat eder. Ama ilişkiler İkizler için solunan hava, içilen su gibidir. 3. Ev yakın çevreyi temsil eder. İkizler tanıdık olmadığı, alıştığı bağlantıları kuramadığı ortamlarda kendini kaybolmuş hisseder. Ancak bencillik olarak algılanan davranışları yüzünden, onu besleyen bu bağlantıları zedeleyebilir. İkizlerin toplumsal amaçlara kendini adayan Yay’dan öğrenmesi gereken ikinci ders, çıkar birliklerinin ancak işbirliği ile sürdürülebileceğini kabul etmek, onu hayatta tutan ilişki ağlarındaki insanların kaygı ve ihtiyaçlarına duyarlı olmak ve gerektiğinde başkalarının sorunlarına zaman ve enerji ayırmaktan yüksünmemektir. İkizler ‘’gerçekçi’’ olduğunu iddia eder. Her durumda başının çaresine bakmaya ve diğerlerinin kaderiyle fazla kafayı yormamaya yatkındır. Çok sıkıştı mı, neyi ya da kimi incittiğine fazla dikkat etmeden, kendi yoluna gider. Ancak güvenilir olmayı bilmeyen kişi, güvenmeyi de bilmez. Yaşam görünürde bir kaostan ibaret olsa da, temelinde ihtişamlı bir denge ve her ihtiyacımız olanı sunmaya hazır bir kaynak barındırır. Kendimizi yetersiz ve çaresiz hissettiğimiz anlarda, bize uzanacak bir el ve önümüzde yanacak bir ışık olduğuna inanmaz ve bu yardımı hakettiğimizi düşündüren temiz bir vicdana sahip olmazsak, yaşamın dar geçitleri birer kabusa döner. İkizler’in, imkansızı başarmaya kararlı ve idealist Yay’dan öğrenmesi gereken üçüncü ders, zeka ve uyanıklığın yetişemediği yerlere ancak vicdan ve iman’la gidilebileceğini farketmektir. Yay akışı izleyip anlamlandırmaya gayret eder. Bilgiye hakim olduğunu düşündüğü zaman da yorum yapar. Her yorum bir miktar hüküm içerir. Yay’ın yorumları bazen geçmişi yargılamaya ve olabilecekler hakkında varsayımlar üretmeye dönüşür. Yola çıkarken gerçeğin peşindedir. Oysa gerçeği yargılamaya başladığında, doğasındaki hoşgörü ve açık görüşlülüğe zarar verecek bir biçimde keskinleşmiş ‘’doğrular ve yanlışlar’’ın savunuculuğunu yapmaya soyunabilir. Yay bilge bir öğretmen olmak ister. Ancak öğretebilecek kadar bilge olmak için, hayatın öğrencisi olmaktan vazgeçmemek gerekir. Gerçeğin peşindeki yolcu, ‘’ben herşeyin en iyisini ve en doğrusunu bilirim’’ demeye başladığı anda, yaşamın özündeki değişim gerçeğini göz ardı etmeye başlamış demektir. Yay’ın veri toplamayı ve güncel kalmayı seven İkizlerden öğrenmesi gereken ilk ders, değişimi anlamlandırmak için olayları tarafsız olarak gözlemlemeyi sürdürmek ve fikirlerini değiştirmeye açık olmaktır. Yay olasılıklarla ilgilenir. İmkansızı mümkün, uzak görüneni yakın hale getirebileceğine inanır ve engellenemez coşkusunu ve inancını etrafındaki herkese bulaştırır. Ancak üretilen çözümleri projelendirip hayata geçirmeyi başkalarına bırakır. Gündelik ayrıntılar, onun gibi bir vizyonerin yeni fikir ve maceralara aç zihnini doyurmayacaktır. O maalesef yol göstericiliğine ihtiyaç duyan başka insanlara yardıma gitmek, henüz el atılmamış başka yüce amaçlara hizmet etmek zorundadır. Yarıda bıraktığı işler için özür dilemek bir yana, anlayışla karşılanmak, hatta sevdikleriyle birlikte olmak lüksünü ve rahatını feda ettiği hayranlık duyulmak ister. Üstün bilgisi ve insan sevgisiyle gönlünü kazandığı insanlar, Yay’ın bu tavrını sorumsuzluk ve samimiyetsizlik olarak nitelendireceklerdir. Yay’ın kendi tercihlerini ifade etmekten çekinmeyen İkizlerden öğrenmesi gereken ikinci ders, çevresinde taşıyamayacağı beklentiler oluşturmamaktır. Yay’ın kendinden ve başkalarından gizlemeye çalıştığı gerçek, ne yapmak gerektiğine ilişkin teoriler üretmesine karşın, nasıl yapılması gerektiği hakkında pratik sahibi olmadığıdır. Geniş kapsamlı hedeflere odaklı olduğunu ve taktikle değil stratejiyle ilgilendiğini iddia eder. Ama göz ardı ettiği kısa vadeli riskler yüzünden projelerinin geleceğini tehlikeye atar. Öncelikle önünde olan basamağı geçmeye odaklı davranan İkizlerden öğrenmesi gereken ders, büyük değişimlerin hayata geçirilmesi için, hayatta kalmayı sağlayan küçük adımların ve taktik çözümlerin de üretilmesi gerektiğidir. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
sidar Yanıtlama zamanı: Mayıs 1, 2015 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Mayıs 1, 2015 Yengeç & Oğlak Ekseni 3. eksenin değişimi izlemek ve çözümlemek olduğunu söylemiştik. Bunu takip eden süreç ise, karardır. Karar, değişen koşullar karşısında ‘’kendine yeni bir yol çizme’’ aşamasıdır. 4. ve 10. Evlerin oluşturduğu dördüncü eksende yer alan Yengeç ve Oğlak, Zodyak’ın çarkının en önemli iki eşiğini aşmakla yükümlüdürler. Ve geçişi sağlayacak kararı almakta zorlanırlar. Oysa, her ikisinin de aldıkları kararlar konusunda son derece tutkulu davrandıkları bilinir. Yaşam onları mutlak bir çıkmaza sürene dek, seçtikleri yola devam ederler. Oğlak deneyimli bir kervan sahibi gibi, hazırlıklı, kontrollü ve sabırlı. Yengeç ise, mecburi iniş yapmış bir pilot gibi, tedirgin, telaşlı ve şikayetçi. 4. evin sakini Yengeç, Zodyak’ın kınalı kuzusudur. Çocukluk anılarını şaşırtıcı bir netlikle hatırlar ve arada bir o günlere geri dönebilmeyi samimiyetle arzu eder. Ömrünün bitmeyen bir doğumgünü tadında geçmesi gerektiği kanısındadır ve böyle olmaması onu daima şaşırtır. Yaşamın sonsuz bir mücadele gibi önünde uzandığını düşünmek, pek canını sıkar. Hevesini kıran, gönlünü yoran birşeyler oldu mu, dudağı hemen sarkıverir. Ama mutfakta pişen güzel bir yemeğin kokusu ya da ılık köpüklü bir banyodan sonra en sevdiği kanepeye kıvrılıp kakao içmenin hayali, gülümsemesini hızla geri getirir. Zevke, rahata, zamana ve sevgiye neden sınır konulması gerektiğini bir türlü aklı kesmez. Zira böyle sınırların olmadığı bolluk ülkesinden, ‘’cennetten’’ yeni gelmiştir. 4. Ev, ana rahmidir. Yaşama hazırlandığın baba evidir. Cenneten dünyaya açılan kapıdır. Yani, ‘’mecburi iniş yapmış pilot’’ ifadesi kesinlikle bir abartı değildir. Yerçekiminin geçerli olduğu bir alemde varolmayı öğrenene kadar epey güçlük çekerler. Çaresiz kalırlar, aç kalırlar, ve her yere geç kalırlar! Annelerine düşkünlükleri ile bilinirler. Zira anne, ‘’cennet’’in geçiş kapısıdır. Varlığı, ait oldukları yere geri dönebileceklerine dair bir güvence gibidir. Oysa yaşamın akışı geri değil ileri doğrudur… Yengeç’in zor kararı, onu hayal kırıklığına uğratan bir dünyaya uyum sağlamayı öğrenmektir. Yengeç kendisini dünyevi riskler karşısında donanımsız hisseder. Depresyona yatkın hale gelir ve özdeğer duygusu zayıflar. Kendini koruma güdüsü, onu kirlenmeye açık haline getirir. ‘’Dudağının üstündeki süt izini siler gibi’’, cennetten getirdiği masumiyetini gözlerden gizler. Ve içsel olarak tutunduğu değerlere ters düşen tercihler yapmaya başlar. Dış dünyaya karşı takındığı tavır, ismini aldığı su yaratığının üstüne geçirdiği o korunaklı sert kabuk gibidir. Oysa büründüğü bu suret, en fazla Yengeç’in kendisini incitir. Kendisi de bir Yengeç olan Sezen Aksu’nun söylediği ‘’Eskidendi’’ şarkısının sözleri, masumiyete duyulan özlemi ve yaralı bir vicdanın ağırlığını, kusursuz bir biçimde yansıtır. Oğlak’lar ise, Zodyak’ın yalnız çobanlarıdır. Elverişsiz koşullara doğdukları veya onları zorlayan ebeveynlere sahip oldukları için ‘’çocuk olmanın nimetleri’’nden fazla yararlanamazlar. Bu yüzden yaşamlarının ilk 20-25 yılı boyunca, yaşıtlarından biraz ayrıksı görünürler. Yaptıkları herşeyde iyi oldukları, iyi olmadıkları şeyleri ise yapmak riskine girmedikleri için, ‘’silik ve ezik’’ olmaları söz konusu değildir. Ancak popüler oldukları söylenemez. Yararlı alışverişlerde bulunduğunuz, ama akşam nereye takıldığını merak etmediğiniz kişilerdir. Oğlak’ın yıldızı, dünya işlerine karıştığı zaman yükselir! Kendini pek beğenmez. Sosyal cazibeden yana nasipsiz ve insanların desteğini almak konusunda beceriksiz hisseder. Bu yüzden şansa değil, gayrete inanır. Az uyumaya, çok çalışmaya, hatta belli bir süre için az kazanmaya aldırış etmez. Üstelik, çoğu kez rakiplerinin attığı çalımlarla sarsılır ve ilerlemek için yeni çözümler bulmak zorunda kalır. İktidar geç alınmış bir rövanş gibidir. ‘’Hızlı çocuklar’’ın nefesi kesilip, morali bozulduğunda, Oğlak hala ayakta ve sorumluluk almaya hazırdır. 10. Ev, mutlak yalnızlığın idrakidir. Deneyim ve birikimini ortaya koyduğun sınav yeridir. Dünyadan cennete geçiş kapısıdır. Oğlaklar, yüzleri güneş ve rüzgarla, kalpleri ise deneyimlerle sertleşmiş kervan sahiplerine benzerler. Maddi değerlere ve güce inanırlar. Zayıflık gösterenlere tahammül edemezler. Kum okyanuslarında ve dağ geçitlerinde yollarını bulmayı ve sorumluluğunu aldıkları herşeyi sağ ve salim menzile ulaştırmayı bilirler. Geceleri lacivert semaya baktıklarında, onlara çoook uzak gelen yıldızlar tarafından yakınen izlendiklerini ise, çoğu kez bilmezler… Oğlak’ın zor kararı, eve dönüştür. Oğlak Yengeç’in aksine, ileri gitmek ister! Ancak çıktığı yollar, onu gölgeli seçimler yapmaya iter. Bazen, ilerlemek adına, sevdiklerini, ideallerini ve kalbini geride bırakır. Yıllar içinde ihmallerinin sonuçlarını görüp acı ve pişmanlık duyacak, ancak ‘’zamanın kalitesi bunu gerektiriyordu’’ diyerek mantığa sığınacaktır. Ağır duygusal bedeller ödeyerek edindiği dünyevi güce sımsıkı tutunur. Başarılı olmak için insanın kendisine ve çevresine katı bir tutumla yaklaşması gerektiğini savunur. Cennet onun için ulaşılabilirliğinden şüphe edilecek bir düştür. Maneviyattan bahseden insanlara, ona kimsenin sempati ve şefkat göstermediğinden dem vurur. Ancak aldığı geniş sorumluluklar nedeniyle, kendisini ‘’hiç onaylamadığı o sorumsuz, mantıksız ve tembel fanileri’’ ayakta ve hayatta tutmaya yarayan çözümler üretirken bulacaktır. Varoluş amacını gerçekleştirmek için her burcun kendi gölgesi ile bütünleşmesi gerekir. Bu bütünleşmeyi sağlayacak olan şey, bulunduğu eksenin diğer ucundaki burcun temsil ettiği değerleri yaşamının bir parçası haline getirmektir. Bu anlamda Yengeç ve Oğlak’ın birbirlerinden öğrenecek çok şeyi vardır. Yengeç teklik ve bolluk aleminden gelmiştir. Sevgi onun için en yüce değerdir. Oysa yoklukla sınandığında, tutunduğu yüce değerlerin hepsinden şüpheye düşer. Yengeç’in Oğlaktan alacağı en önemli ders, başına gelenler için suçlu ve sorumlu aramaktan vazgeçmektir. ‘’Ben aslında iyi bir insanım! Ama koşullar beni hayatta kalmak için belli alanlarda farklı bir kimliğe bürünmeye zorluyor’ gibi ifadeler onun özdeğer duygusunu kazanmasına yardım etmeyecektir. İçindeki çocuğu saklamak değil, büyütmektir Yengeç’in en önemli dersi. Cennetle olan bağını ve sahip olduğu değerlere olan saygısını ancak o değerleri yaşama geçirmek için herşeye rağmen çaba göstermeyi göze aldığında koruyabilecektir. Oğlak ise kesret ve yokluk aleminin meyvesidir. Gücünü dirayetinden alan bir savaşçıdır ve sabredenin zamana hükmedeceğine inanır. Oysa zaman ona, kazanmak için herşeyi gözden çıkartan kişinin, kaybedecek birşeyinin de kalmadığını öğretecektir. Oğlak kendini kontrol ederek yaşamı kontrol edebileceğini sanır. Oysa en güçlü insanın bile en doğru seçimin ne olduğunu bilemediği anlar vardır. Öyle anlarda Oğlak yolun görünümüne bakıp mantık yürütmeye çalışır. Kafasını kaldırıp göğe bakmalıdır oysa… Uçsuz bucaksız göklerin ihtişamı altında ne kadar küçük ama ne kadar anlamlı durduğuna bakmalıdır. Oğlak’ın Yengeç’ten öğreneceği en önemli ders, gitmek istediği yere varmak için, geldiği yeri hatırlamaktır. Her tercih bir vazgeçiştir. Dolayısıyla aldığımız her karar kendi bedellerini beraberinde getirecektir. 4. Eksenin sakinleri Yengeç ve Oğlak yola devam etmek için alıştıkları değerleri feda etmekle sınanırlar. Bu nedenle başlamak ve bitirmekle ilgili kararları almak onları hep korkutur. Şimdi de bir bitiş ve bir başlangıç aşamasındayız. Bir yılı günahıyla sevabıyla tamamlayıp, bambaşka bir enerji taşıyan yeni bir yıla giriyoruz. Ve bu aşamada, tüm burçların 4. eksenin derslerinden öğrenecek çok şeyi olduğunu görüyoruz. Yaşam bir sınav yeri ve hiçbirşeyin göründüğü gibi olmadığı bir yanılgılar alemidir. Bu alemde her insan ışıktan ve karanlıktan nasibini alır. Karar almak ise bize verilen en büyük hediye ve en ağır lanettir. Her insan yaşamı boyunca birçok karar verir ve her karar kendi içinde bir sınavdır. Geçtiğimiz her sınav cennete giden yolun kilometre taşlarıdır. Ve ne kadar insan varsa, cennete giden yolun da o kadar haritası vardır… Aslan & Kova Ekseni 5. ve 11. Evlerin oluşturduğu 5. Eksenin dersi, ‘’Merkezini Farketmek’’tir. Bu eksenin sakinleri Aslan ve Kova, hayat yollarını izlerken en fazla ‘’konumlanmak’’la ilgili savaş verirler. Bu iki burcun, merkezlerini belirlemek ve ona göre alacakları konumu seçmek hakkında benimsedikleri tutumlar, hem birbirleri hem de izleyenler için altın değerinde hayat dersleri içermektedir… Işık ‘’varlığı mümkün kılan’’dır. Yani hayattır. Bu nedenle, her sistemin bir Güneş’i yani bir merkezi vardır… Her sabah kalktığında, güneşi gökyüzünde yükselmiş görmek insana bir güven duygusu ve yaşama umudu verir. ‘’Herşey yolunda…’’ der Güneş onlara. ‘’Herşey olması gerektiği gibi… Siz sadece görevinizi yapmaya devam edin!’’ İnsan, kendisini herşeyi kapsayan bir gücün kanatları altında ve küçücük ama yine de ‘’büyük ve sarsılmaz bir özneye dahil’’ olduğu için güçlü hissettiren şeyleri sever. Evin içinde babanın otoriter ama sıcak sesini duymak, ulusun liderini saray balkonundan el sallarken görmek, göndere çekilmiş bir bayrağın rüzgarda dalgalanışını seyretmek, duvardaki kerli ferli resimlere bakıp hangi soydan geldiğini ve nasıl bir gücün taşıyıcısı olduğunu hatırlamak… Bunlar, insana ‘’AİDİYET’’ dediğimiz o güç ve güvenlik hissini verir. Aslan da, gücünü Güneş’ten alan varlığıyla, o muhteşem aidiyet hissinin vücut bulmuş hali gibidir. Işıkla kutsanmış olduğunun bilincindedir. Üzerinde ‘’ihalesi ona kalmış’’ bir iktidarın getirdiği mağrur ve tembel bir hal vardır. İnsanlar telaşla etrafta koşuştururken, Aslan şöyle bir doğrulur, gerinir… Etrafına bakar ve kirpiklerinin arasından gülümseyerek şöyle der; ‘’Endişelenmeyin BEN buradayım!’’. Varlığını reddedemeyeceğiniz kadar sahici, çikolataya batırılmış çilek kadar cazip ve bir şömine ateşi gibi sıcaktır. Işığın ve sıcaklığın ta kendisi olmak, büyük bir güç ve aynı zamanda büyük bir yüktür. Daima formda ve daima rolüne hazır olmayı gerektirir! Omuzları çökmüş, bıkkın, keyifsiz ve kendi merkezi ile bağını yitirmiş bir merkez olabilir mi? Hepimiz biliriz ki; bu hal sıradan insanların doğal halidir İşte bu yüzden Aslan olmak, gözleri üstünde hissettiğin anda bütün ışıkları yanan bir ev olmaya benzer. İhtişamını korumak, Aslan için varlığının gereğini yerine getirmekle eşdeğer gibidir. Var olduğunu hissetmek için, birilerinin onun ışığına doğru çekildiğini görmesi ve istediği anda bu etkiyi yaratabileceğinden emin olması gerekir! Bu nedenle bütün o ‘’yaşayan fanilerin üzerinde’’ hallerine rağmen, biraz da genel beğeniye bağımlı bir karizmadır Aslan’ınki… Herkesin sevgilisi ve doğal lideri olmanın bedeli, her daim oluşturduğun beklentinin içine oturmaktır. ‘’Yaşamak; bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşcesine…’’ İşte bu özlem Kova’nın özlemidir. Kovalar gerçekten de ağaçlara benzerler… Bir ağaç hayatta kalmak için ışığa ihtiyaç duyar. Bu nedenle diğer ağaçların gölgesinde büyüyemez. Sağlıklı büyümesini istiyorsanız, ağaç fidanlarını dikerken aralarında belli bir mesafe bırakmak gerekir. Kovalar da tıpkı ağaçlar gibi biraz ayrıksı, biraz kendilerinden menkul dururlar. Konuşmasına çok konuşurlar! Ancak onlar genelde kaynaşmaya değil, neden farklı olduklarını anlatmaya çalışırlar. Ve bir Kova’yı en fazla çoşkuya getirecek olan konular, ‘’büyük özne’’ olarak gördüğü insanlık ailesinin gelişimini sağlayacak adımlardır. Varlık bilincini, merkez kavramının en uzağında olan Uranüs’ten aldığı ilhamla şekillendiren Kova, geleneksel olan herşeye sorgulayarak yaklaşır. Hani kimya kitaplarında N.Ş.A’da su 100 derecede kaynar denir ya… İşte Kova, normal şartlarda suyu kaynatmaktan ziyade, normal şartlar olmadığı zaman suyun nasıl tepki vereceğini görmekle ilgilidir. Bir Aslan’ın yaptığı gibi onay ve hayranlık kazanarak dikkatleri çekmeye çalışmaz. Ama ezberi bozmak tutkusu yüzünden birçok kişinin gözüne battığı bir gerçektir. Ortalama değerleri en iyi şekilde temsil eden ve bu yüzden inkar edilemez bir cazibe unsuru haline gelen Aslan her haliyle ‘’ yüzünü bana dön ve bana inan’’ derken, Kova ‘’sen boşver herkesin ne dediğini, evrensel gerçekleri kavra ve onlara inan’’ der. Bir Kova’nın sıradışı sözleri ve davranışları karşısında, kendinizi 5. Seviyesinde rekora gittiğiniz bir bilgisayar oyununda 6. Seviye’ye geçtiğiniz ilk turdaki kadar etkisiz ve sakil hissebilirsiniz. Meydan okuyan varlığı ile karşılaştığı kişilere, artık oyuna yeni bir zeminde devam etme zamanının geldiğini hatırlatır. Bu nedenle Kova, herşeyin yolunda gittiği güzel günlerin en aranılan yüzü değildir. Ancak zamanın kalitesi değiştiğinde, genel geçer anlayıştan zarar görenlerin sahiplendiği bir ‘’anti-kahraman’’ haline gelebilir. Sonra bir bakmışsınız o soğuk yüzlü ‘’anlaşılmayan dahi’’ karizmasından, ortaya gönülsüz bir peygamber çıkmış… Varoluş amacını gerçekleştirmek için her burcun kendi gölgesi ile bütünleşmesi gerekir. Bu bütünleşmeyi sağlayacak olan şey, bulunduğu eksenin diğer ucundaki burcun temsil ettiği değerleri yaşamının bir parçası haline getirmektir. Bu anlamda Aslan ve Kova’nın birbirlerinden öğrenecek çok şeyi vardır. Aslan’ın bir yanı kendisine sunulan sevgi ve hayranlıktan beslenen bir çocuk olarak kalmaya yatkındır. Yani ona kalsa, yalnız kendi yaşamının değil, başkalarının yaşamının da merkezi olmak ister. Ancak bunu tercih ettiğinde, bir ışık kaynağı olmaktan çıkıp bir enerji vampirine dönüşecektir. Oysa Aslan’ın merkezi kalbidir. Ve kalbimizin sesi, aslında evrensel sevgi ve bilincin bir yansıması olan vicdanımızın sesidir. Aslan’ın Kova’dan öğrenmesi gereken ilk ders, evrensel değerler ve insanlık onurunu herşeyin üzerinde tutmaktır. Aksi takdirde kalbine sırt dönmüş olur. Merkeziyle bağını kaybeden bir Aslan’ın o göz alan gönül okşayan ışığını hangi fani sevgi daim kılabilir? Varoluş biçimiyle herkese ‘’örnek teşkil eden’’ bir Aslan gönüllerin fatihidir. Özellikle de, aidiyet arayışı içinde olan ve tutunacak güçlü bir dal arayan gönüllerin… Oysa merkezi zayıf düşmüş bir şehri fethetmek çok kolay, ayakta tutmaksa zordur. Muzaffer adımlarla girdiği bir şehri ayakta tutmak isteyen hükümdarın, o şehri kendinden çok sevmesi ve gerektiğinde onu yaşatmak için kendi menfaatlerinden vazgeçmesi gerekecektir. Tıpkı iyi bir baba gibi! Babalar kol kanat gerdikleri evlatlarını kendi kaynakları ile beslerler, ta ki evlatlar güçlenip ayakta durur ve kendi yolunu bulur hale gelene kadar… Umut ve cesaret verdiği insanlar onun tercihlerinden farklı yollara gittiklerinde sevgi ve desteğini çeken bir baba ise, despot bir hükümdardan pek farklı olmayacaktır. Güneşin şımarık çocuğu olmayı bırakıp, ışığın yol gösterici misyonunu sırtlanan bir Aslan, destek olduğu kişilerin birey olma hakkına – tıpkı bir Kova gibi – saygı göstermek zorundadır. Kovalar evrensel sorunlara, yaratıcı çözümler ararlar. Bu arayış içinde en fazla kullandıkları araç ise zihindir! İstendiği gibi gitmeyen bir sistemi kökünden dönüştürmek için muhteşem çözümler üretirler. Düşündükleri çözümün içinde herkese hem kişisel hem toplumsal çıkarlarına optimum hizmet eden mantıklı bir rol biçmişlerdir. Ancak düğmeye bastıklarında hiçbirşeyin bekledikleri gibi gitmediğini görürler. İhmal ettikleri şey genelde ‘’insan faktörü’’dür. Onlar zihin merkezli düşünüp davranırken, başka insanların duygu merkezli davranarak kurguyu bozabileceklerini gözden kaçırırlar. ‘’Normal’’ insan davranışı hakkında bir eksper olan Aslan ise, Kova’nın bu şaşkın haline kıs kıs güler. Sonra da herkesin değişen koşullara bağlı zorlukları gülerek ve birlikte olmanın keyfine tutunarak atlatmasını sağlayacak o eşsiz büyüsünü yapar… Parçalar birbirleri ile uyumlu olsalar da, onları birbirine yakınlaştıran tutkal yani duygu ve sevgi olmadan biraraya gelemezler! Kova, dünyaya gelme nedeni işini bitirip gitmekmiş gibi bir hal içindedir! Bob Dylan’ın One More Cup of Coffee’de anlattığı asi ruhlu çingene gibi ”O kimseye ait değildir. Sadece gökteki yıldızlara sadıktır…” Zamanı hızlandırmaya, çarkları döndürmeye, verimliliğini yitirmiş ritmleri içinde salınıp duran insanları şaşırtıp harekete geçirerek, ışığa doğru ilerlemeye heveslidir. Kova’nın zaafı, büyük insanlığı kendisi ile birlikte ışığa taşımak isterken, herşeyi yok eden bir ego halini almaktır. Her ağaç dallarını ışığa doğru yükseltir. Ancak gösterdiği gelişme toprağının niteliklerine uygun olacaktır. Ve toprağı ile bağını kopan bir ağaç beslenemeyeceği için yaşama şansına da sahip değildir. Aslan iyi bir liderdir. Çünki, ona sunulmuş olan zeminin dünya olduğunun bilincindedir. Kova sürecini belirleme gücüne sahip olmadığı şeylere karşı, zamansız ve fütürsuz saldırılara girişmemek zorundadır. Aksi takdirde, diğer insanlarla birlikte üzerinde varolabileceği ortak bir zemini kalmayacaktır. Yalnız Aslan ve Kova değildir birbirinin hikayesinden öğrenmesi gereken. Sözkonusu varlık bilinci olduğunda hepimizin 5. Eksenin derslerinden öğrenmesi gerekenler vardır; Gözlerini kamaştıran bir ışığa bakarak, varlığın sırrına eren birinin hikayesini duymadım hiç! Hatta Tanrı’sı alev almış bir çalıya bakıp da vecde gelen Musa’ya açıkça ‘’sen beni göremezsin’’ der… Oysa Buddha bir ağacın altında oturarak varır, varlığın ve yokluğun bilincine… Dışa değil içe bakar ve orada ‘’kendisi’’ zannettiği şeyin aslında var olmadığını ve varlığın manasını ‘’görür.’’ Dışarıdan gelen bir ışığa giremez ve onu içimizde tutamayız! Ama ışıktan geldiğimizi ve özümüzde ışığın nüvesini taşıdığımızı hatırlarsak, ‘’Ben Var’ım’’ dediğimiz her an, evrenin sonsuzluğu içinde yanan bir mum gibi alevimizi parlatır ve yaratıcı gücün ‘’varlığımız aracılığıyla’’ kendini çoğaltmasına vesile oluruz. astrofaculta adlı siteden alıntıdır. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Sexxx Dreams Yanıtlama zamanı: Mayıs 1, 2015 Paylaş Yanıtlama zamanı: Mayıs 1, 2015 Süper bir yazı hepsini okumak lazım. Şimdiye kadar yarısını okuyabildim. En heyecanla okuduğum kısım ise koç&terazi ekseniydi tabiki de. Terazi burcu olup yükselenimin de Koç olması bu yazıda bana tamamen kendimi okuduğumu hissettirdi. Hep iki arada bir derede olmak da eğlenceli ama, terazi ve koç gibi iki değerli burcun etkisinde olmak da oldukça şaşırtıcı. Neyse anlatılmaz yaşanır. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
tugse Yanıtlama zamanı: Mayıs 3, 2015 Paylaş Yanıtlama zamanı: Mayıs 3, 2015 1-koçlar sözde ateş grubu ama toprak grubu kadar inatçı.canı çıkar huyu çıkmaz misali. 2-terazi burçdaşlarımın kendini kandırma gücü yüksek ama gözü dönerse koçlardan daha tehlikeli olduğunu düşünüyorum. 3-boğalar sakin kıpırtısız zengin hayat isterken hep lunaparkın ortasında buluyorlar kendilerini 4-akreplerde maşallah düşman mıknatısı gibi en acaip insanlar onları buluyor.yüzde yüz akrep olanlar yada pluton enerjisi fazla olanlar kendini içten içe yiyor. 5-ikizler gülleri koparcam derken(dikenlerinin bile batmasını göze alarak) papatyaları eziyor. bir gün bunu farkettiğinde farkındalığı vicdan azabına vicdan azabı ruhsal çöküntüye dönüşüyo. 6-yaylar sanırım felsefenin dibine vurduğunda değişik psikolojik hastalıklarla penceleşiyorlar yada tam tersi telkinlerle hastalık yeniyorlar.yinede sağlığı bozan düşüncelere karşı tedbirli olmalılar. 7-yengeçte yaptığı hatalardan tövbe etsede ata barı şarkısına dönüyo hayatı.birini moralman dumura uğratmak için insanların üstüne salınası. 8-kocamı anlatmış oğlak kısmı.ne yazıkki oğlaklar yazıdaki gibi zannediyorlar kendilerini.eğer zenginlik yada başka sebepten egosu sürekli şişiriliyorsa oğlak oluyor koğlak.onun harici hepsinde millet haytalık yapınca nerdeyse alnından öpüyorlar bize gelince eziyorlar dövüyorlar hissiyatının ezikliğini yaşıyor.kısaca millete tarhana bulgur bize gelince hep langır lungur oluyor. fikrindeler,birazda o kasfeti kendileri sağlıyor. 9-aslanın işleri rast gitmezse gücünün yettiğine ezebilmekte. kendisini kazımayan ortamlardan kaçtığı için onu idare eden sabreden insanların neden bunu yaptığına kafa yormuyorlar. 10-kovalar zeki hoşta neden bu zekalarını birazda yakınlarını daha sıkı tutmak için kullanmıyorlar?evrensel arkadaşlık hikaye aslında başı sıkışınca kaç evrensel arkadaşı ona geri dönüş yapıyor. 11-başaklar düzen sahibi en azından yakınlarının fakat başakların içlerinde sıkışıp kalan yönetme arzusu olduğunu düşünüyorum.fakat büyük düzenlemelerin büyük vicdan dersleri olur sanırım bunla yüzleşemiyorlar 12-sevgili balıklar hayatımdaki tüm balıklar benim vaktimi, paramı(az da olsa) sömürdüğünüzü düşünüp.yüzdüğünüz denizi buharlaştırasım geliyor fakat bir türlü sizlerden vazgecemiyorum. Sidar balık-başak ekseni nerde bu arada ? Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Lethal Perfection Yanıtlama zamanı: Mayıs 20, 2015 Paylaş Yanıtlama zamanı: Mayıs 20, 2015 6. Ekseni adamdan saymamışlar galiba. Ama en çok meral ettiğim eksendi o. Sanırım 6. eksende sıkıcılık ve sıradanlık üzerine gelişiyor. Eksenin bir tarafında bütün bu sıradanlığa tamam diyen ve üstesinden gelmeye çalışan başak, diğer tarafta ise bu sıradanlığı yok sayarak kendi dünyasını kuran balık var. Ve evet, kendimi nedense yay yerine kova gibi hissediyorum. Belki de jüpiterimin kova olmasındandır. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
tugse Yanıtlama zamanı: Mayıs 20, 2015 Paylaş Yanıtlama zamanı: Mayıs 20, 2015 let- benim jüpiter kovalardan gördüğüm,evlilik gibi imzalı birliktelikleri mahkumiyet olarak görmeleri:) Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
sidar Yanıtlama zamanı: Mayıs 20, 2015 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Mayıs 20, 2015 6. Ekseni adamdan saymamışlar galiba. Ama en çok meral ettiğim eksendi o. Sanırım 6. eksende sıkıcılık ve sıradanlık üzerine gelişiyor. Eksenin bir tarafında bütün bu sıradanlığa tamam diyen ve üstesinden gelmeye çalışan başak, diğer tarafta ise bu sıradanlığı yok sayarak kendi dünyasını kuran balık var. Ve evet, kendimi nedense yay yerine kova gibi hissediyorum. Belki de jüpiterimin kova olmasındandır.. 6.eksen aynı zamanda , Arap noktalarından akıl ve Zeka seviyesi noktasının da bulunduğu bir eksen . 3.ev ile 12.ev arasındaki eksendir . Zeka ve algılar için önemlidir bu evler . Başak aşırı detaycı , Mükemmelci ve Pimpirikli yapısını balığın ütopik , herşeyi oluruna bırakan , evrensel olmaya eğilimli bir zihin ve Kolektif izdüşümüne hitap eden yapısıyla törpüler . Balıkta tam tersi bir şekilde başakla törpüler bu özelliklerini . Yengeç-Oğlak ekseninden sonra en önemli eksendir aslında astrolojide bu eksen . Üzerinde sağlam durulması lazım ... Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Lethal Perfection Yanıtlama zamanı: Mayıs 20, 2015 Paylaş Yanıtlama zamanı: Mayıs 20, 2015 . 6.eksen aynı zamanda , Arap noktalarından akıl ve Zeka seviyesi noktasının da bulunduğu bir eksen . 3.ev ile 12.ev arasındaki eksendir . Zeka ve algılar için önemlidir bu evler . Başak aşırı detaycı , Mükemmelci ve Pimpirikli yapısını balığın ütopik , herşeyi oluruna bırakan , evrensel olmaya eğilimli bir zihin ve Kolektif izdüşümüne hitap eden yapısıyla törpüler . Balıkta tam tersi bir şekilde başakla törpüler bu özelliklerini . Yengeç-Oğlak ekseninden sonra en önemli eksendir aslında astrolojide bu eksen . Üzerinde sağlam durulması lazım ... Her anlamı ile önemli bir eksen. Ay burcumun bu eksen olmasından bir an gurur duydum Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Lethal Perfection Yanıtlama zamanı: Mayıs 20, 2015 Paylaş Yanıtlama zamanı: Mayıs 20, 2015 let- benim jüpiter kovalardan gördüğüm,evlilik gibi imzalı birliktelikleri mahkumiyet olarak görmeleri:) Mis gibi herifleriz ya kıskanma Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
tugse Yanıtlama zamanı: Mayıs 20, 2015 Paylaş Yanıtlama zamanı: Mayıs 20, 2015 Mis gibi herifleriz ya kıskanma avatar mis gibi durmuyo casper gibi Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
byglos Yanıtlama zamanı: Mayıs 20, 2015 Paylaş Yanıtlama zamanı: Mayıs 20, 2015 Konuyla pek alakası yok ama bir arkadaş eleştirisi yapmak isterim sidar. Astrolojide ustalık aşamalarını ve senin mertebeni bilmiyorum.Şahsi olarak belirteyim, televizyonumda seni astrolog olarak görmek isterim.Hafif depresif tarafında var.Daha çok halktan birisin.Bizden birisin.Genelde astrologlar enerji sarhoşu oluyorlar.Bide "İçin." yerine "İçün" diyolar.Bize entellektüel insanlar lazım.Dantel değil. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
sidar Yanıtlama zamanı: Mayıs 20, 2015 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Mayıs 20, 2015 Konuyla pek alakası yok ama bir arkadaş eleştirisi yapmak isterim sidar. Astrolojide ustalık aşamalarını ve senin mertebeni bilmiyorum.Şahsi olarak belirteyim, televizyonumda seni astrolog olarak görmek isterim.Hafif depresif tarafında var.Daha çok halktan birisin.Bizden birisin.Genelde astrologlar enerji sarhoşu oluyorlar.Bide "İçin." yerine "İçün" diyolar.Bize entellektüel insanlar lazım.Dantel değil. . Benim tarzım barış özkırışın ki gibi ara sıra televizyonlara çıkar izlemeni tavsiye ederim . Gerçi benim de anlatımım iyidir . Teşekkür ederim . Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
damlasurer Yanıtlama zamanı: Mayıs 21, 2015 Paylaş Yanıtlama zamanı: Mayıs 21, 2015 Özellikle şu kısmı çok beğendim "Oğlak’lar ise, Zodyak’ın yalnız çobanlarıdır. Elverişsiz koşullara doğdukları veya onları zorlayan ebeveynlere sahip oldukları için ‘’çocuk olmanın nimetleri’’nden fazla yararlanamazlar. Bu yüzden yaşamlarının ilk 20-25 yılı boyunca, yaşıtlarından biraz ayrıksı görünürler." Paylaşım için teşekkürler Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
tugse Yanıtlama zamanı: Mayıs 21, 2015 Paylaş Yanıtlama zamanı: Mayıs 21, 2015 Özellikle şu kısmı çok beğendim "Oğlak’lar ise, Zodyak’ın yalnız çobanlarıdır. Elverişsiz koşullara doğdukları veya onları zorlayan ebeveynlere sahip oldukları için ‘’çocuk olmanın nimetleri’’nden fazla yararlanamazlar. Bu yüzden yaşamlarının ilk 20-25 yılı boyunca, yaşıtlarından biraz ayrıksı görünürler." Paylaşım için teşekkürler bu oğlakların nerdeyse tümü çocukluğunu yaşayamıyor. yada öyle yorumluyor. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
sare Yanıtlama zamanı: Ocak 18, 2017 Paylaş Yanıtlama zamanı: Ocak 18, 2017 Eveeeeettttttt Cikolatali cicek miymisim ben ne ayyy waffle gibiyim ben bee hem tatli hem ne ararsan o kafa var .) Sevin beniiii sevinnn azicikkk .) Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Önerilen Mesajlar
Sohbete katıl
Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.