nameste Oluşturma zamanı: Ağustos 18, 2015 Paylaş Oluşturma zamanı: Ağustos 18, 2015 (düzenlendi) Sınırları Yıkmanın Zihinsel Yolu: “Akış”“Takımda (Boston Celtics) oynadığım dönemlerde bazen maçlar o kadar alevleniyordu ki, maç artık fiziksel ve hatta zihinsel bir oyun olmaktan ziyade adeta “büyülü” bir hal alıyordu. Hissettiğim şeyleri kelimelere dökmek zor ve ben bu hisler hakkında, oynadığım dönemlerde kesinlikle hiç konuşmadım. Dediğim şey gerçekleştiği zaman, maç tamamen yeni bir düzeye taşınırdı. Her türlü garip şeyin gerçekleşebildiği bir düzey… Sanki ağır çekimde oynuyormuş gibi olurduk. O büyülü anlarda adeta bir sonraki oyunun nasıl gelişeceğini ve bir sonraki şutun nereden atılacağını hissederdim. Diğer takım daha topu çizgi içine sokmadan önce, takım arkadaşlarıma ‘dikkat edin, işte geliyor!’ diye bağırmak istediğimi açık bir biçimde hatırlıyorum – elbette ki böyle bir şey yapsam her şeyi değiştireceğimi de biliyordum. Öngörülerimin hepsi devamlı doğru çıkarken, sadece kendi takımımdaki arkadaşları değil, rakip takım oyuncularını da kalben bilebildiğimi ve onların da beni bildiğini hissederdim. Kariyerimde beni heyecanlandıran yahut sevindiren çok şey oldu, fakat bu bahsettiğim anlar, sırtımda bir ürperti dalgasının dolaştığını hissettiğim anlardı…” http://nbeyin.com.tr/blog/wp-content/uploads/2015/08/g240157_u85754_Bill_Russell.jpg(NBA’in efsanevi basketbolhttp://cdncache-a.akamaihd.net/items/it/img/arrow-10x10.png oyuncusu Bill Russell’ın Second Wind adlı biyografisinden*) Profesyonel sporcular, müzisyenler, performans sanatçıları, cerrahlar, savaş pilotları ve çeşitli düzeylerde risk içeren bir çok meslek grubundan insanlar, Russell’ın alıntıladığımız tecrübesine benzer tecrübeler yaşadıklarını anlatırla sıklıkla. Steven Kotler, Üstün İnsanın Yükselişi (The Rise of Superman) başlıklı çok satan kitabında, insan performansının zorlandığı durumlarda ortaya çıkan bu garip zihinsel durumu, özellikle uç sporlara tutkun insanların tecrübeleri üzerinden masaya yatırıyor ve bizleri oldukça heyecanlı bir dil ile psikolojide “akış” olarak bildiğimiz zihin durumuyla bir kez daha tanıştırıyor. Fakat Akış meselesinin sadece riskli sporlar yapan insanların deneyimlediği bir durum olduğunu sanmayın; zira insanoğlunun hayatta kalmasının ve bu gördüğümüz inanılmaz başarılarının neredeyse hepsinin arkasında, aslında bu garip fenomen yatıyor olabilir. Akış sırasında beynimizde olan bitenler: Akış (Flow) ardı ardına ve bilinçli düşünceyle başa çıkamayacağınız bir hızda kararlar almanız gereken durumlarda ortaya çıkan özel zihinsel halin adıdır. Bu duruma, içine girilen fanus benzeri farklı bilinç durumunu betimlemek için “kuşak” (the zone) da deniyor. Akış teriminin isim babası ve konu hakkında ilk çalışmaları yapan Mihály Csíkszentmihályi’ye göre Akış, yüksek düzeyde odaklanmış motivasyon halidir (Csíkszentmihályi’nin isminin okunuşu biraz sorunlu; şuradan dinleyebilirsiniz). Öncelikle, bu deneyimin, altyapısı hepimizde olsa da, herkes tarafından yaşanan bir durum olmadığını belirtmek lazım. Muhtemelen her beyinde Akış deneyimini yaşamaya uygun altyapı mevcut; fakat ortaya çıkması bir çok şarta bağlı olan Akış hali, ancak belirli durumlarla karşılaşan ve bu durumlar hakkında belirli bir tecrübe birikimi olan insanlarda kendini gösteriyor. Yaşanmadan anlatılması zor bir hal olan Akış durumuna geçmiş bir beynin geçirdiği değişiklikleri önce kısaca bir özetleyelim: Ön beyinde faaliyet azalması (hipofrontalite): Bilinçli kontrol, dikkat yönetimi, odaklanma, hesaplama ve kısa vadeli gelecek tahminleri yapma gibi temel işlevleri olan beyin kabuğumuzun ön kısmı, normal sorunların çözümü sırasında oldukça aktiftir. Fakat akış durumuna geçmeyi alışkanlık haline getirmiş atletlerde ve profesyonellerde yapılan çeşitli beyin görüntüleme ve EEG çalışmaları, zirve performans anlarında bu kişilerin ön beyinlerinin normalden daha az çalıştığını gösteriyor. Araştırmacılara göre, kişinin bilincinin ve benliğinin ortadan kalkması ve dikkatinin tamamen dar bir alanda sabitlenmesi, beyindeki bu değişim sayesinde gerçekleşiyor.http://nbeyin.com.tr/blog/wp-content/uploads/2015/08/PD0kDba.gif Zaman algısının değişmesi: Muhtemelen yine ön beyindeki faaliyet azlığına bağlı olarak, akış durumundaki insanlar zamanın akışını normalden çok farklı algıladıklarını belirtiyorlar. Zaman adeta ağda gibi ağırlaşıyor ve yavaşlıyor, olaylar neredeyse ağır çekimde bir film gibi ilerlemeye başlıyor ve kişiler her bir ana dair çok yüksek bir bilinçli farkındalık deneyimliyorlar. Benzer bir hal, ciddi kazalar veya yaşam tehlikeleri yaşayan insanlar tarafından da sıklıkla rapor edilmekte. Aynen Akış halinde olduğu gibi, hızlı kararlar verebilmek ve eldeki veriyi en iyi şekilde değerlendirebilmek için beynimizin “kayıt hızı” artıyor gibi görünüyor ve sonuçta, deneyim bittikten sonra olayı hatırlayan herkes, aynen hızlı kaydedilmiş bir filmin normal oynatıldığında ağır çekim olarak görülmesi gibi, detayları çok net ve zamanı yavaşlamış olarak hatırlıyorlar. Hepimizin bildiği, ölüm tehlikesi anlarında “yaşamın gözlerin önünden film şeridi gibi geçmesi” meselesi de muhtemelen Akış durumuna geçmiş zihnin ilginç görüngülerinden birisi. Bazı Akış deneyimlerinde ise bunun tam tersi olabiliyor. Yani zaman algısı, ileri düzeyde daralıyor ve bazen saatler dakika, günler ise saat gibi algılanabiliyor. Araştırmacılara göre Akış durumlarında gerçekleşen bu algı değişikliği, hem beynin kayıt yoğunluğunun artmasıyla, hem de oldukça fazla kaynak kullanan “zaman algısı” sisteminin geçici olarak devre dışına çıkmasıyla ilgili olabilir. Birlik hissi ve duyu bölgeleri: Beynimizin üst-arka bölümleri “parietal alanlar” olarak biliniyor. Bu alanlarda yer alan bir çok merkez olmakla birlikte, bedenimizin uzaydaki duruşunu algılayan “yönelim birleştirme alanı” (YBA) da burada yer alır. Akış halindeki deneklerde, normal durumlara göre bu bölgelerde de bir faaliyet azalması gözlenmiş. Bu bulgu, Akış durumunu anlatan insanların yaşadıkları “deneyimle bütünleşme ve bir olma-birlik” hissini açıklayabilecek ilginç bir bulgudur. Aynen meditasyon ustalarının dünyayla veya Tanrı sevgisiyle bütünleşme şeklinde tanımladıkları hisse benzer şekilde, akışa geçen insanlar da o sırada yaptıkları iş, kullandıkları ekipman ve çevreleriyle garip bir bütünlük yaşadıklarını belirtiyorlar. Hatta anlatılanlara bakacak olursanız, bu bütünlük hissi, bazen etraftaki canlıların “hissettiklerini hissetme” derecesine kadar ulaşabiliyor. İç ses: Akış durumunda performans gösteren insanların büyük bir çoğunluğu, kendilerine seslenen, özellikle bir sonraki adımda ne yapması gerektiğini dikte eden bir sesin varlığına dair iç gözlemlerini aktarıyorlar. Bu iç ses, bir çok insan için, Akış sırasında işlerin doğru yürümesi ve doğru kararlar alınmasında önemli ipuçları sağlıyor gibi gözüküyor. http://nbeyin.com.tr/blog/wp-content/uploads/2015/08/52a1321f91c454e35200001f.gif Normalde bir çoğumuz, belli belirsiz bir iç sese sahibizdir ve bu iç ses bize bazen kendi kendimizle sohbet ederek düşünebilme ve analiz edebilme yeteneği sağlar. Akış durumunda ise muhtemelen benlik algısındaki geçici dağılma nedeniyle, her zaman orada olan bu doğal iç ses sanki dışarıdan birisi konuşuyormuşçasına net bir biçimde duyulmaya başlıyor. Özellikle hızlı ve ölüm-kalım meselesi kararların alınmasını gerektiren durumlarda, beynin alt düzey karmaşık bilgi işlem süreçlerinin sonuçlarını Akış’a geçmiş bilinçle paylaşan bu iç ses, çoğu insanın aktardığına göre, yaşam kurtarıcı bir rol üstleniyor. Örüntü algısından DDA’ya: Daha önce, analitik zekamıza meydan okuyacak kadar karmaşık ritimleri olan olayları anlamak ve öngörmek için gizli bir güç olarak zihnimizde yer alan Örüntü Algısından da bahsetmiştik; bilimsel ve teknolojik araçlarımızın bile yetersiz kaldığı nice girift problemle zihnimizin nasıl baş edebildiğini artık biraz olsun anlayabiliyoruz. İnsan türü olarak doğada yüzbinlerce yıl boyunca hayatta kalmamızı sağlayan bu yetenek, bugün analitik zihnimize dayalı modern yaşamda pek fazla kullanım alanı bulamadığından unutulmaya yüz tutmuş durumda. Akış durumu, zihnimizin örüntü algılama yeteneğinin zirveye ulaştığı ve böylece normal zihin durumlarında göremeyeceğimiz çıkış yolu ve çözümlerin bir anda görünür hale geldiği bir hal gibi görünüyor. Böyle olunca, en başta basketbol oyuncusu Russell’dan alıntıladığımız Duyu Dışı Algı (DDA) benzeri durumların ortaya çıkması aslında şaşırtıcı değil. Normal işleyen bir zihin tarafından fark edilemeyen küçücük ipuçları, Akış durumunda mümkün olan her veriyi değerlendirmeye odaklanmış bir zihin tarafından çok daha kolay fark edilebilir ve böylece insanın kendisini bile şaşırtan son derece isabetli ve bazen hayat kurtarıcı “öngörüler” gerçekleştirilebilir. Son derece hızlı ve karmaşık süreçlerin öngörülebilmesi, ancak böyle bir zihin durumu sayesinde mümkün olabilir. Muhtemelen az sonra değineceğimiz, beyinde Akış deneyimi sırasında ortaya çıkan aşırı dopamin artışı sayesinde, beyin sadece eldeki duruma keskin bir şekilde odaklanmakla kalmaz, aynı zamanda sinirsel şebekelerin doğal bir özelliği olan “gürültü”nün de azaltılmasını sağlayarak, zihnin çok daha dingin bir şekilde eldeki veri ve ipuçların değerlendirebilmesini sağlar. Bu da “normal” insanlara (yahut Akış durumu geçtikten sonra, kişinin bizzat kendisine) “büyülü” gibi gelebilecek bir sürecin alt yapısını oluşturabilir.http://nbeyin.com.tr/blog/wp-content/uploads/2015/08/maxresdefault-1.jpg Kısacası Akış, normalde geleceği tahmin için kullandığımız örüntü tanıma sistemimizi tam teşekküllü bir öngörü (DDA) aracına çevirebilir. Sınırları yıkma ve yaratıcılık itkisi: İnsan türü, diğer bütün canlılardan farklı olarak, kendisine biyolojinin dayattığı sınırları aşmaya programlıdır. Beyin devrelerimiz ve kimyasallarımız neredeyse aynı olsa da, bu garip ve sıradışı özelliğin en ufak bir kırıntısını, bize yapısal olarak en çok benzeyen hayvanlarda dahi göremiyoruz (İnsanın farkı ne? başlıklı yazımıza da göz atmak isteyebilirsiniz). Bu itki en fazla kendisini Akış durumunda belli ediyor. Akış hali, tehlikelerin, risklerin ve imkansızlıkların hiçe sayılabildiği garip bir zihin durumu aynı zamanda. Bu itkinin temellerinde de yine beynimizin ana güdüleyicilerinden birisi olan dopamin adlı kimyasalın çok önemli bir rolü olduğu düşünülüyor. Beyin Kimyasallarının Akış’ı Elbette zihni ve davranışları bu kadar kökten etkileyen bi deneyimin beyinde de bazı değişikliklere neden olması beklenen bir durumdur. Zira profesyonel sporcular başta olmak üzere, akış deneyimini sıklıkla yaşayan insanlarda yapılan birçok araştırma, beyindeki kimyasal ortamın adeta yeniden şekillendiğini gösteriyor. Akış durumundan doğrudan etkilenen düzinelerce kimyasal sistem var; fakat biz burada en önemlilerinden birkaçının durumuna değinelim: Dopamin: Beynin “ödül” kimyasalı olan dopamin, Akış sürecinin en belirgin aktörlerinden birisidir. İnsan zihnindeki “haydi bunu bir daha yapalım!” mesajının kimyasal karşılığı olan dopamin, özellikle ön beyindeki ödül devrelerinde salgılandığında, beynimizin o deneyimden tatmin hissetmesini ve tekrar etmek için gerekli devreleri oluşturmasını sağlar. Dopamin ayrıca beyindeki “sinyal/gürültü” oranın azaltmaktan da sorumludur; yani özellikle bilinç devrelerinin eldeki işe odaklanmasına çevresel dikkat dağıtıcılara kapatılmasına yardımcı olur. Dopamin artışı ayrıca dikkati yoğunlaştırmanın yanı sıra, araştırıcı davranışın ödüllendirilmesi ve teşvik edilmesinde de önemlidir. Dopamini en çok artıran uyaranın beklenmedik ve yeni bir şeylerle karşılaşmak olması da bu tabloyla oldukça uyumlu bir bilgidir. Yenilik, risk, aşılması gereken bir engel, yeni ve marjinal bir fikir… Hazırlıklı ve akışa geçmeye meyilli bir zihnin yeni bir gerçekliğe sıçraması için adeta bir atlama tahtası işlevi görür. http://nbeyin.com.tr/blog/wp-content/uploads/2015/08/sequence-photography-13.jpg Noradrenalin: Heyecan durumlarında beynimizden salgılanan adrenalin hormonunun yakın kuzeni olan noradrenalin, beynimizin en önemli uyarıcılarından birisidir. Bedenimizde, kalp hızını, kaslara giden kan akımını, kana şeker salgılanmasını artırmak gibi bedeni yüksek düzey faaliyete hazırlayıcı etkilerini biliyoruz. Beynimizde ise uyanıklık düzeyini, dikkati, yoğunlaşmayı, sinirsel iletişimin etkinliğini ve duygusal kontrolü artırdığı bilinen noradrenalin, bizi hedefe kilitli durumda tutarak, dikkat dağıtıcı her şeyi bir kenara atmamızı kolaylaştırır. Yani Akış durumunun temel tetikleyicilerinden birisi, zihnin motorlarını ateşeleyen noradrenalindir. Anandamid: Beynimizin salgıladığı “marijuhana” etkili bir “kanabinoid” olan anandamid, salgılandığında tam anlamıyla “kafaların güzel” olmasını sağlar! Anandamid, doğal ve içsel bir uyuşturucudur, fakat dışarıdan alınanlar gibi aklı başından almak yerine, özellikle Akış durumundaki yüksek yoğunlaşmaya katkı sağlar. Egzersizle tetiklenen Akış durumlarında salgılanan Anandamid sayesinde moral durumu yükselir, ağrı algısı azalır, kan damarları ve akciğerlerdeki hava yolları (nefes alış verişini kolaylaştırmak üzere) genişler ve geniş bir ferahlama hissi tüm bunlara eşlik eder. Anandamid’in ayrıca “lateral düşünme” denen bir sürece de yardım ettiğini biliyoruz. Lateral düşünme, aynı anda birbiriyle ilgisiz görünen düşünce ve fikirleri bir arada değerlendirip daha hızlı sonuca varmayı sağlayan üst düzey bir düşünme biçimidir. Kısacası, Akış durumu, son derece ağrısız, keyfli ve zihnin tıkır tıkır işlediği garip bir ruh haline dönüşür. Endorfinler: Bedenimizin kendisi için salgılattığı ağrı kesiciler olan endorfinler, fiziksel faaliyet ve mutluluk durumlarında beynimizden bolca salgılanır. Bitkisel kaynaklı morfin adlı maddenin ağrı kesici etkisi, bedenimizdeki endorfinlerin bağlandıkları yerlere bağlanabilmesinden kaynaklanır. Yani endorfinler de aslında ağrı kesici, rahatlatıcı ve sinirsel iletişimi düzenleyici etkilere sahiptirler. O kadar güçlüdürler ki, bedenimizde en yaygın olarak bulunan bir endorfin tipinin etkinliği, bitkisel morfinden 100 kat daha fazladır. Ayrıca morfinde olduğu gibi (solunumu baskılaması örneğinde olduğu gibi) istenmeyen yan etkilere de sahip değildir. Akış durumunda endorfin salgısı da ileri düzeyde artar; bu sayede bedensel ağrıların, zihinsel endişelerin azalmasının yanı sıra, alınan keyif ve zevkin artması da önemli bir sonuçtur. Böylece Akış halinin neden insanda bağımlılık yapan bir hal olduğunu daha kolay anlayabiliyoruz. Serotonin: Beynimizin “iyi hissetme” kimyasalı olan serotonin, insanların karşılaştıkları irili-ufaklı sorunlarla baş edebilmeleri, onlara takılmamaları ve ruh durumunun olumlu bir düzeyde seyretmesi için gereklidir. Akış durumu üzerine yapılan araştırmalarda serotonin miktarının Akış deneyiminden “sonra” artış gösterdiği saptanmış. Bu bulgu aslında oldukça mantıklıdır; zira Akış deneyimi sonrasında hissedilen o “zafer ve iyilik” hissinin yanı sıra, olası başarısızlıklar neticesinde verilmesi gereken “tekrar deneme” kararında da serotoninin bu ard-salgısı çok önemli gibi gözükmekte. Özellike günümüzde depresyon hastalarına verilen ilaçların bir çoğunun serotonin miktarını ve etkisini artırmaya yönelik ilaçlar (mesela SSRI’lar) olduğu düşünülürse, Akış durumu sonrasında artan serotoninin ne kadar önemli olduğu da bir kez daha anlaşılır. Özetle, bu kimyasallar ve diğerleri, Akış tecrübesinin kimyasal alt yapısını oluşturuyorlar gibi görünüyor. Akış durumunda artan norepinefrin odaklanmayı sağlarken, dopamin örüntü tesbitini ve algısını kuvvetlendiriyor; anandamid de farklı tecrübe bileşenlerinin hızlı ve verimli bir biçimde işlenmesini kolaylaştırırken, serotonin, deneyimden en üst düzeyde keyif ve cesaret almayı mümkün kılıyor. Sonuç ise, bir çok Akış müptelasının tarif ettiği gibi, genellikle “inanılmaz” oluyor… Son bir not olarak şunu da belirtelim: Akış deneyimi sadece insana özel bir durum gibi görünüyor. Her insanın bu deneyimi yaşama şansı var; fakat ancak çok az sayıda, hazırlıklı ve sınırları zorlamaya niyetli insan tarafından deneyimlenebilen, az bilinen bir deneyime dönüşmüş durumda. Gerek dini öğretilerde gerekse kadim kültürde geçen ve aslında hiç yabancı olmadığımız çeşitli aşkın zihin durumlarıyla Akış deneyimi arasında büyük paralellikler var. Gerek bireyel gerekse iş yaşantımızda bu deneyimin bize katacaklarını düşünmek bile, deneme cesaretini artırıcı çok önemli bir motivasyon olabilir. Her şey bir yana, Akış, yahut “kuşak”, denemeye değer bir deneyim gibi gözüküyor; fırsatları kaçırmamak lazım… (* Anektod, Steven Kotler’in The Rise of Superman kitabından alınmıştır.) Kaynaklar ve ileri okuma: 1. Steven Kotler, The Rise of Superman, New Harvest 2014, ISBN: 978-1477800836 2. Mihály Csíkszentmihályi, Flow: The Psychology of Optimal Experience. Harper Perennial Modern Classics 2008, ISBN: 978-0061339202 Ağustos 20, 2015 ArpiA tarafından düzenlendi Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
sidar Yanıtlama zamanı: Ağustos 18, 2015 Paylaş Yanıtlama zamanı: Ağustos 18, 2015 Bu başlığa dair ; En sağlam konulardan biri olmuş . Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
nameste Yanıtlama zamanı: Ağustos 18, 2015 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Ağustos 18, 2015 Teşekkürler. Ekabirlik olarak algılanmasın fakat ben de aynı şekilde düşünüyorum. Okurken nefes almayı unuttuğumu farkedip, daha sonra da nefes aldığımı unutmuş bir halde okuduğumu farkettiğim ender makalelerden biri oldu. Mutlaka ve şiddetle okunması ve okutulması gerektiğine inandığım bir yazı. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
ArpiA Yanıtlama zamanı: Ağustos 20, 2015 Paylaş Yanıtlama zamanı: Ağustos 20, 2015 işin fantastik yanı bazı anlar sanki tamamen olması gerektiği gibi, gerçekten tam olarak o an orada o şekilde hareket etmemiz gerekiyor ve bu düzene uyduğumuz için ne yapmamız gerektiğini ne olacağını biliyoruz. akan nehre göre hareket ederken nehir oluyoruz. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
paranormalanormal888 Yanıtlama zamanı: Ağustos 20, 2015 Paylaş Yanıtlama zamanı: Ağustos 20, 2015 Harika. Biz insan psikolojisine kendini adamış bireyler olarak baktığımızda gerçekten daha da işe yarar ve sağlam bir konu olmuş. Teşekkürler. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
paranormalfikir Yanıtlama zamanı: Ağustos 20, 2015 Paylaş Yanıtlama zamanı: Ağustos 20, 2015 (düzenlendi) Etkileyici bir yazı, teşekkürler. "...Zaman algısının değişmesi: Muhtemelen yine ön beyindeki faaliyet azlığına bağlı olarak, akış durumundaki insanlar zamanın akışını normalden çok farklı algıladıklarını belirtiyorlar. Zaman adeta ağda gibi ağırlaşıyor ve yavaşlıyor, olaylar neredeyse ağır çekimde bir film gibi ilerlemeye başlıyor ve kişiler her bir ana dair çok yüksek bir bilinçli farkındalık deneyimliyorlar. Benzer bir hal, ciddi kazalar veya yaşam tehlikeleri yaşayan insanlar tarafından da sıklıkla rapor edilmekte. Aynen Akış halinde olduğu gibi, hızlı kararlar verebilmek ve eldeki veriyi en iyi şekilde değerlendirebilmek için beynimizin “kayıt hızı” artıyor gibi görünüyor ve sonuçta, deneyim bittikten sonra olayı hatırlayan herkes, aynen hızlı kaydedilmiş bir filmin normal oynatıldığında ağır çekim olarak görülmesi gibi, detayları çok net ve zamanı yavaşlamış olarak hatırlıyorlar. Hepimizin bildiği, ölüm tehlikesi anlarında “yaşamın gözlerin önünden film şeridi gibi geçmesi” meselesi de muhtemelen Akış durumuna geçmiş zihnin ilginç görüngülerinden birisi. Bazı Akış deneyimlerinde ise bunun tam tersi olabiliyor. Yani zaman algısı, ileri düzeyde daralıyor ve bazen saatler dakika, günler ise saat gibi algılanabiliyor. Araştırmacılara göre Akış durumlarında gerçekleşen bu algı değişikliği, hem beynin kayıt yoğunluğunun artmasıyla, hem de oldukça fazla kaynak kullanan “zaman algısı” sisteminin geçici olarak devre dışına çıkmasıyla ilgili olabilir..." Ağustos 20, 2015 paranormalfikir tarafından düzenlendi Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Önerilen Mesajlar
Sohbete katıl
Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.