Heretik Oluşturma zamanı: Ağustos 25, 2015 Paylaş Oluşturma zamanı: Ağustos 25, 2015 True Detective dizisi deyince akla gelen ilk isimdir Rust Cohle. İlk sezonda "sıradan vatandaş" olan Marty ile varoluş üzerine yapılan diyaloglarda kendi sözde marjinal, aslında biraz olsun bilince sahip bütün homo sapienslerin durması gereken safını belli etmiştir. Emniyetteki iş ortağı Marty en son iş üzerinde değilken Rust'ın takındığı sessiz kalkana dayanamaz ve sen kimsin aylar geçti ve daha hakkında hiçbir şey bilmiyorum gibisinden bir soru sorar. Rust artık zamanın geldiğini anlar, zamansızlığa ve hiçliğe dönüşü nasıl da arzuladığını anlatmanın, yok olmayı istemeyi anlatmanın zamanı gelmiştir. Var olmanın yarattığı tamiri imkansız haksızlığın ne olduğu açık açık söylenmelidir. Öncelikle sezon boyunca karakterinin temelini oturtan şu replikle başlar söze, " Bak ben kendimi realist biri olarak tanımlıyorum ama felsefi kavramlara göre ise bir pesimistim. Bence insan bilinci evrimde trajik biçimde ilerledi. Çok fazla bilinçlendik. Doğa kendinden bağımsız bir bakış açısı yarattı. Bizler doğa kanunlarına göre var olmaması gereken yaratıklarız. Hepimiz bir yanılsama içindeyken, duyusal deneyimler ve hislerin gelişimi sayesinde birey olduğumuzu sanan fakat, aslında bir hiç olan bireyleriz. Bence türümüzün yapması gereken en onurlu davranış, programlamamızı reddedip üremeyi durdurmak ve hep birlikte soyumuzu kardeşçe bitirerek bu haksızlığa bir son vermektir." İşte tam bu noktada duyduklarıyla şaşkınlık içinde kalan, yaşamayı olumlayacak kadar geri bilinç seviyeli sıradan vatandaş temsilcisi Marty, bulunduğu zihinsel gelişimin düşüklüğüne bağlı olarak şu soruyu sorar, ki aslında haklıdır da. "Öyleyse sabah neden yataktan kalkıyoruz ki? " Rust ise zaten ömrünü bu soruyla harcamış biri olarak düşünmeden cevaplar. " Ben de kendime bunu soruyorum ve bu sorunun cevabı açık bir şekilde varoluş programlamamdır, ve tabi intihar edecek cesaretimin de olmaması." İşte söz, dünya adındaki varlığın kepaze sirkinin her nefeste boğan karanlığının içinde titrek bir alev gibi yanan bir avuç bilincin başladığı yerdir. Rust'ın bu keskin farklılığı bilinci yeniden tanımlamasındadır. Rust'a göre bilincin esas anlamı artık yaşamı ve toplumu ileriye, refaha götürmek değildir. Artık olayların gidişatı ve insan gelişimi bu noktayı çoktan geçmiştir. Artık her şey için çok geçtir. Geriye dönüş yoktur. İnsan genomuna yüklenen varolma ve ilerleme yazılımı, bilinçsiz memeli sürülerini kalıcı ve geri döndürülemez hasarlar vermeye itmiştir. İşte bu noktada bilinç, yüklenen yazılımı tersine çevirmeyi istemeye dönmüştür. Bilinç bir istemdir artık, genlerdeki yazılımı silme, çoğalmayı durdurma ve bütün insanlık denen talihsiz olaya, evrenlerin yasına bir dur demektir. Yine de bunun söylendiği kadar kolay olmadığının farkındadır. Bu yüzden zamansız tekrar üzerine kurulu olmak ve ilerlemek şeklindeki kozmik zorbalığı yenemediğini kendi de itiraf etmektedir. Ek olarak, bu programın var olma kısmı her ne kadar geçerli olsa da ilerleme kısmının aslında alaycı bir illüzyon olabileceğini de, "Zaman düz bir çemberdir. Yaptığımız her şeyi yeniden ve yeniden yapacağız." diyerek gelişimin aslında basit bir yalandan ibaret olduğunu da söylemektedir. Buna göre var olma yazılımı gelişmeye dahi yaramaz. Sadece olmak, zarar vermek, üremek ve ölmek üzerine kurulu, karanlığın hakim olduğu trajik bir gerçektir. Rust ve onun fikirlerine ben kısaca Yokoluşçuluk diyorum. Kasıtlı olarak Sartre'ın Tümör Çağı'ndaki yenilgisini anlatır bu isim. Evet, Sartre'ın özden önce gelen varoluşu artık çoğaldıkça çürüyen bir kansere dönmüştür. Varoluşun ilerlemesi başarısız olmuştur ve bu zorbalık istemini sabitleyen yazılım, Yokoluşçuluk'la silinip atılmalıdır. Rust'ın dediği "kardeşçe" sona erdirmek, bu rezil et yığınlarının erişebileceği en yüksek ideal olabilir ancak. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Önerilen Mesajlar
Sohbete katıl
Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.