vhercle Oluşturma zamanı: Ağustos 23, 2007 Paylaş Oluşturma zamanı: Ağustos 23, 2007 28 Mayıs 1964’te İstanbul’da doğdu. Kabataş Erkek Lisesi’ni bitirdi. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nde beş yıl okuduktan sonra ayrıldı. Bir süre de İstanbul Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nde öğrenim gördü. 1985 yılından itibaren çeşitli edebiyat dergilerinde şiir ve yazıları yayımlanmaya başladı. İlk ve uzun şiirleri Adam Sanat Dergisi'nin hemen her sayısında yer aldı. Temalarında alışılagelmişin kimi kez tam karşısında yer alan, polemikçi, başkaldırıcı şiiriyle sadece 1980'li yılların değil tüm Türk şiirinin en gözüpek şairi. Fazlaca karışık ve yer yer fazlaca uzun ve çoğaltımcı şiiri özgün çarpıcı başarı düzeylerine de ulaşabiliyor. Geleneksel yöntemler kullanarak yazdığı divan tarzı şiirleri, gazelleriyle de dikkat çekiyor. ARTIK KALBİM YOK artık kalbim yok ağladığımda sana düşündüğümde seni artık kalbim yok seni anlatırken birilerine, atmıyor kalbim atmıyor kalbim seni gördüğümde rüyalarımda istediğin gibi yaptım; artık kalbim yok ! küçük bir velede verdim onu, oyuncak niyetine fırlattım attım doyursun karnını diye bir sokak köpeğine suda sektirdim bir kiremit parçası gibi ve bekledim batmasını bekledim batmasını yanan bir gemi nasıl ağlayarak denize dökülürse istediğin gibi yaptım; artık kalbim yok! artık kalbim yok baktığımda eski resimlere özlediğimde seni arta kalmış bir kalbim yok! YOK! DE GÜLÜM de gülüm! De ki: ela bir günde geleceğim istanbul darmadağın olacak, saçlarım darmadağın. Hepsi, darmadağın! üzülme gülüm! Toparlanacağız, birlikte, ayağa da kalkacağız, yürüyeceğiz de gülüm hem de çelikten toprağını dele dele hayatın! de gülüm! De ki: bitmiştir umut, bitmiştir sevgi, bitmiştir güven! güven bana gülüm! sana bitmemişliği öğretecek, tattıracaktır hasretten-hakikaten-ten değiştiren yüzüm! göreceksin gülüm! Bekle! hırslarımız, acılarımız gitgide ihanetlere hainlere, ezilmelere alışacak.. göreceksin-sevinçten ağlayacaksın gülüm-ki işte o vakit bana-doğrudur!- şair olmak, seni sevmek pek çok yakışacak! bak! şiirler var, mektuplar var, çocuklar var, sokaklar var, kediler! inan bana gülüm, ölüm yok bir tek! ölüm yok bize! ölüm inananlar için sessizce kara kapli kitaplardan çıkartılacak.. göreceksin gülüm! Bekle! Göreceksin! artık hiçbir insan, hiçbir kavga ve hiçbirimiz bu dünyada, yapayalnız, umarsız kalmayacak! ÇÜRÜK KRAL DEPOSUNDAN 194 Sırtını ova ova yarım bakraç balgam çıkarttık ejderin ciğerlerinden; ipek'ten değil baharat yolu'ndan gelen bir illet gibi, tertibi tastamam hepsi de alnının göbeğinden vurulmuş on beşinde gangster bozuntusu çocuk ağız kenarında bir sahil kasabası gibi duran gitanes yüzünde bir bıçak yarası gibi duran buz siyahı gözler esrarengiz, meraklı ve defans ağırlıklı hayatlara düşkün herşeyin durduğu yerde hareket halinde muzaffer ve intikam hırsıyla dolu şaheser hikayeler! O çocuklarla sabahlarken terkedilmiş bir senaryonun kötü adam karakterlerinde herkes seçtiği rolün repliğiyle boğuşurken kostümler bol gelirken, dar gelirken bedenlere kim "kamera!" dedi, kim "stop!" dedi bilinmezken binlerce bobin kutusu içinde ararken kendi karakutumuzu hepimizin bir asistanı var sonunda vurduğumuz aşk ile çekememezlik arasında hep ihtiyaç duyduğumuz! 5 Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
losteirosss Yanıtlama zamanı: Ağustos 23, 2007 Paylaş Yanıtlama zamanı: Ağustos 23, 2007 Taptığım yazar sair..Sanatcı tam anlamıyla....bu arada sinir oldum sana bu konuyu ben vercektim..Neyse eline sağlık üzerine bol bol ekleme yapıcam actıın bu konunun:) Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
ensiferum13 Yanıtlama zamanı: Ağustos 23, 2007 Paylaş Yanıtlama zamanı: Ağustos 23, 2007 bir martıyı aglattın sen adlı sıırını cok seviorum tesekkrler vhercle... Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Depressive Yanıtlama zamanı: Ağustos 23, 2007 Paylaş Yanıtlama zamanı: Ağustos 23, 2007 ufak bir şizofren havası seziyorum.. nede olsa kalp kalbe karşıdır Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
losteirosss Yanıtlama zamanı: Ağustos 23, 2007 Paylaş Yanıtlama zamanı: Ağustos 23, 2007 Bundeslade bir atlıkarınca yangını sonrası isli, sıcak kemikleri çocukların. -- çok tanrılı yalızlıkların son akşam yemeği sofrası -- Toy siyah! evcil kinler evcil hırslar besle bedeninde ve körpe dakikalarda zor cinayetlerinin ağzını kanla sil ağzını mor yakamozla yıka! gözlerinde ve özlemlerinde bir yabacılaşma, (oyuncak dudaklarımız plastik anılarımız var bizim öyle hatırlıyorum) kör paslı testereyle budadığım yüzün dökülüyor avuçlarıma prizmatik dökülüyor lunaparklarıyla senden. Neden billur bir cinayetin her yerinde seksek oynardık? yıldırım intiharlara paratoner ayyaşlıklarımız kiremit dil parçaları kaydırırdık tükürüklerde ve neden ipek tülbentlere örtülürdük sebepsizce? kimdi o karakalem resmini yapan belleklerimizin bastırılmış kağıttan yelkenlilere? Ölümü De Kusacağım çınar ağaçları ölüm orucunda haşarat ayaklarımla geldim geceye bu şehir şimdilik şurda unutulsun uzun bir bıçak vardı ya avucumda kendi kendini kanatırdı sessizce sevdiğim adamın adı: sokak adları sokak atları ve sokaksız yalnızlığım içimde tuzlu bir mağma taşırmışçasına yüzüme geldim yüzümde kuru çam yaprakları çamlar dediysem inanmanız da gerekmez pencerelerden sarkıtılan kaçık erkek çorapları.. aaah! ölüm! zulmettikçe hicvedeceğim seni içeceğim anasını satayım kusacağım da! her yere bakan gözlerimle.. tut elimden istanbul! tut elimden pis ******! tut ki elim sana bir mektup gibi kanasın tut ki elim bir an olsun sıcak bir an olsun bir sübyan ağlayışı gibi imzasız kalsın! Son Sen şiddetle ihtiyacım var beni öpmene dudakların dudaklarımı hacize gelsin dokun! dokun! dokun etime, etimle süslensin ardıç gözlerin akşam olup da delikanlılar siyah giydiler mi (dışavurumcu zifir ve seni seviyorum) turuncu soyundu mu ****** karılar ve dönmeler bir şelale çalarım en yakın vitrin camını kırıp ceplerimde bahar şiirleri ve ilkokul öğretmenleri en güzel sesleri çizip anahtarımın kenarıyla ağlarım! ağlarım ulan sana ne, sen soyun -mumları söndür- yatağına uzan! süte aşkı üfle!(*) bıyıklarımı kestim, kravatımı taktım, suyumu içtim gittim(**) gidiyorum(***) (*) : sevda kafiyeleri arasındaki kıvamlı stoplazmik uzantılar değil miydi saçlarını kızartıp da seni gövdeni boşaltıp çekip uzaklaşmaya mecbur eden çekiç uğultusu ve kil buketleri--ki benim şahmerdanım senin çocuk karanlığında yaşlı bir alice'di ve harikalar diyarında iskambil adamlara poker borcum, sen, nasıl, fakat (**) : yağmur kadardın, prezervatiflerimizden kan emdi mesut yaşayan meşhur yalnızlar ve meddah kronolojiler. Ağzında kanarya lekesi. (***): muradım yanıyor. Sen oyna hayatımı ey Robert De Niro. Sen söyle şarkımı ey hüzün: Newyork! Newyork! İstediğin Gibi Yaptım; Artık Kalbim Yok! artık kalbim yok ağladığımda sana düşündüğümde seni artık kalbim yok seni anlatırken birilerine, atmıyor kalbim atmıyor kalbim seni gördüğümde rüyalarımda istediğin gibi yaptım; artık kalbim yok ! küçük bir velede verdim onu, oyuncak niyetine fırlattım attım doyursun karnını diye bir sokak köpeğine suda sektirdim bir kiremit parçası gibi ve bekledim batmasını bekledim batmasını yanan bir gemi nasıl ağlayarak denize dökülürse istediğin gibi yaptım; artık kalbim yok! artık kalbim yok baktığımda eski resimlere özlediğimde seni arta kalmış bir kalbim yok! YOK! ... Bir Martıyı Ağlattın Sen bir martıyı ağlattın işte bir çocuk garanti intihar eder artık kütür kütür küfrediyor gece imanıma bir yaprak kırılıp suya düşüyor su yaralanıyor su kanıyor şelale! ah nasıl titredim tensiz bir piyanist büküldü sanki kesişen ayrışık doğrular gibi çarpışıverdim yüzünle. Yüzün öyle düzgün suna bir elyazısı yüzün yüzüme aksedince yüzün ayna alnımda yüzün uzun hüzünlü bir alınyazısı! bitmemiş bir ömrün yalanısın sen: kabuslarımın tabiri çocukluğumun arta kalanısın! öldüreceğim kendimi dudaklarınla dudakların etle, şehvetle seferber sen! bana inen son kutsal kitap son fakir yatır son aciz peygamber! bir martıyı ağlattın işte bir çocuk garanti intihar eder artık Ne Çok? seni ne çok kedi tırmalamış anne camlara baktım orda mısın hala dün akşam haydutlar bıçaklamış bir karanfil kaçamamış vurmuşlar ölmemiş solmuş seni ne çok iğfal etmişler anne her yerin delik deşik ağlayışın bile yamuk yumuk bakışların kısık ve bilhassa değişik ne çok isyanlanmışım ne çok gitmişim meğer bağırdıkça etlenmiş sesim etlendikçe sesim, kanamış elmas liğme liğme seni ne çok öldürmüşler anne beni ne çok dövmüşler artık evlenelim anne hayata karşı ve gel, beraber kaybedelim bu mor savaşı benimle birlikte intihar et anne 2 Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
losteirosss Yanıtlama zamanı: Ağustos 23, 2007 Paylaş Yanıtlama zamanı: Ağustos 23, 2007 Şehsuvar I. gece saçlarına kadar sokulur, güzelliğine atılan ilmiklere kadar ulaşır. Koltukaltına kaç takım yıldız, burç saklar. Şehsuvar sığ sıkıntılar ardında derin bir havuz.. dikdörtgen dudaklarda çok yuvarlak sözcükler var! Herhangi birine selam versen dağılmaya mecbur oluyor yüzün. Uzaklara gideceğim ben diyor delikanlı, gobi çölüne.. Tarih atlaslarında yitireceğim her zerremi anlık bir yanılgıdır diyor suçüstü alttarafı anahtarlıkların hüznü üstüne çift kişilik yataklar için yazdığım senaryolar yollar: derisiz ceninler gibi çirkindir yollar: tanrının çocuk oyuncağı olduğu çağda işlenmiş günah-kırılmış ikona yollar: insanın kendi cenazesine geç gitmesi gibi bir şey! Özellikle! şimdi saatbaşı satranç oynayan sabıkalı beyoğlu kaldırımları utanca doğru atılan serinkanlı serseri adımları turfanda-radyodan ajans ve hava durumu ve muhallebiciler, daima kalabalıktır, daima terli içerde tavuk göğsü gözleriyle sevgililerimiz! Simli! ve öpüşenler oğullaşan, sıklaşan zenci elleriyle o tekerlemeler söylenmeyecek! o bilmeceler sorulmaz! kaç parmağı çatırdar ki hüsranımın kaç ciğeri şişer ki rakı şişelerinde gömdüğüm aşklarımın. Aşkı geçelim. Onu geçelim, onu unut şehsuvar! ya da kımıltısız bir kuş ölüsü dünya müzelerinde beton bağlayan aromalı kanatlarıyla kımıltısız kımıldar bir gün! Onu umut kımıldatır değil mi kımıldatır değil mi şehsuvar! saçmalıyorsun! Evine dön, o vıcık vıcık koynuna annenin, sabahlığın arkasında haydi! sırılsıklam memeler, ucu mantarla tıkanmış memeler ve şato zindanı dolaplarda boğdurulur porno dergilerinin şahsi derbederliği.. Direniş bir bakıma - Haklısın de! - imparatorluk ahlağı, doyum seferberliği! Ve emilmiş bir dili andıran dilsiz adı usancın bende gizlenen bedensiz bir ölümdü varsay ki fazlaca huysuz ki fazlaca havadar ah! Neden sütyen takmaz acaba uzamış adamlar, ayaklarına, yürümedikçe sarkmasın diye bacakları! evet! üstüne üstüne yüklendikçe kaçar kaçar ha kaçar sevda katillerinin otellerdeki kilometrelerce kadınlardan çalıp da başlarına geçirdikleri ten rengi külotlu çoraplar! kimsen de kalmaz birdenbire! Açtıkları yaradan kan bile akmayacak. Çoğu küstah! Çoğu şımarık! vahşi bir at almış altmış dağı aramıza taşır vahşi bir at almış altmış dağı aramıza taşır şehsuvar! Sınırlara mayın döşer bakışların vahşı bir at almış altmış dağı aramıza taşır şık bir omuz devrimiyle baharı getir tavlalar kırılır, iskambil kağıtları savrulur görücüye çıkan büyücü bir kız oluverirsin patlamış yirmi ikilik ampul gibi patlamış mısır seven mısırlı esmer çocukların tokluğa açlığı gibisindir vahşi bir at almış altmış dağı aramıza taşır yuvanı, anneni bugün terkettin tırnakların arap ses duvarını aşamaz sesin ışık kırılır mı hiç birleşir yeniden adeta - kardeş duası çeker muskalar tutar - senin merceklerinde şehsuvar! Baksana sultan! dikdörtgen dudaklarda daha ne çok yuvarlak sözcükler filan var. Gülsen ağızın düşüverecek ve kenarından biraz çatlayıverecek kahkahan. Ve vahşi bir at alıp bir altmış dağı daha aramıza taşıyacak! Ve vahşi bir atın bir hayat boyu süren saltanatına dönüşecek birden hasretlerle gitgide gitgide ağırlaşan zaman.. II. maviden öğreneceği çok şey olmalıdır denizin yakışıklı bir kadındır şehsuvar. Titredi mi gökyüzü de titrer, toprak da, deprem de titrer, onunla beraber umulmadık gülden fışkıran renk de! aynalar be şehsuvar, rujla boyanmış kırık aynalar zahiri görüntüler de sayılabilir, ahenk de! kasıklarında kasım gibi çoğalan susam ahırlara kilitlenir o atlar bilhassa meydanlar sevdanla, ağrınla cilalıdır. Olmasın mı? simit satan kimi çocuklarsa kördür, topaldır, mavidir bakirdir daha oysa! anne diye seslenir ölümlü çınarların dışa vurmuş toy köklerine şehsuvar, anne! kimsin sen? kimim ben der anne tekillikle kalaylanırken yüreği adamakıllı kıllı erkek kollarında. En zayıf sesiyle ağlar mı hiç! En karambol sesiyle ağlar mı hiç! En matem sesiyle ağlar anne! maviden kapacağı çok şey olmalıdır denizin bir kere: anneler öncelikli diri kalsın, anneler ****** olmasın efendiler.. nerede yaşadığını bilmeyen bir vapur sıyrılır uykularında şehsuvar'ın. Bütün shakespeare'ler bütün hamlet'leri düşünür. Balerin bir sabahtır, damlarında ayakparmaklarının uçlarında yürür güneş.. tüyler, taç yaprakları, aman gürültü etmeyin! her anın hep bir susan insanıdır şehsuvar. - şehrin surlarına, cemre olur düşüverir at cesetleri, bıçaklarda festival var - henüz büyüyememiş isyan henüz planları yarım bir katliamdır şehsuvar! söndürülememiş orman yangını gözlerinde sosyolojinin lümpenliği! söndürülememiş kireç kuyusu gözlerinde erken uyanışın yaşlı ergenliği! iniltinin suya yansıyan gövdesidir şehsuvar hey! anlasana sultan! dikdörtgen dudaklarda daha ne çok acısız iftiralar falan var.. şehsuvar kurtulmak da ister kurtuluşu neye bağımlıdır; - cevap şıkları - a) "30 nisanda hitler intihar etti. 7 mayısta almanya teslim oldu!" intihar alnımı açtı, beynime gerdi beyazperdesini kafatasımda bir kabile buldum sonra buzuldan okyanuslar buldum damağıma açılan gözoyuklarında östakimde birtakım kanun taksimleri birtakım kanun kaçakları gibi esrarengiz iş sonra - esrarlı sigara içen bukalemunlarla küstük o sıra - hangi birini bölsem ötekine diğeri masasına çağıracak beni bardağımı doldurup ensemdeki tüyleri çekiştirecek beni kambur burunlu şairlerle tanıştıracak alelacele alelacele el sıkışılacak, memleket meselelerinden söz edilecek alelacele ayaküstü, ayaküstü sarhoş olunacak kusulacak ayaküstü alelacele yedi heceliler veya yedi uyurlar / uydurulacaklar uydurulacağız alelacele! Vazgeçmem gerekecek belli omurlarımdan, omurgamın içine tramvay hattı döşenecek kızlık adını işleyeceğim bekaretin tığla rönesansın kızlık zarına.. Leonardo! Leonardo! haminnem mona lisa'nın ta kendisi çıkacak. Zorla şehsuvar atlar yine karşıma çıkacak, karşı çıkacak aşk hanım hanımcık! Aşkı geçelim. Onu geçelim. Onu unut şehsuvar! onaylansın lütfen uzay boşluğunun karın boşluğuma doluşması.. sen! ruhumun organik hali! sen! gençliğimin gergin bırakılmış tek kası.. Arkası, şekilsiz bir dudak oldun yüzüme ikinci yeni metal bir şafak oldun göğüme sorgusuz sualsiz siz! şehsuvar'ı ve beni liflere ayıran kirpik diplerinden oluk oluk sperm gelen korkuluklar! milleti gerdanıma toplayıp parlak cesaretlere, oğlancıl ihmallere yürüdünüz peşinizden tükürecektim bir ihtimal, peşinizden, pencereme pencelerinizin hayasızlığını sürdünüz kapılar sürgülendi, kapı önlerinde evde biriktirilmiş kız kuruları süngülendi allah kahretsin, kahrettiniz beni, cani ettiniz kendi bedenimde kendi kendime tecavüz ettim deli oldum, kül oldum, ıslıklaşıp durdum aruz vezni serçelerle romen rakamı gerçeklerle dedim: bendim böcekler gibi sevişen o dostlarla tanıdınız mı? - Hayır! Pek çıkaramadık! - Ama tanımanız şart! Ah sultan! Ah şehsuvar! intihar alnımı açtı, aklımı buldu, sana selam söyledi.. ardından, ne olabilir ki başka, işte birkaç çiyli sardunya, birkaç yarım kitap, sevilmesi okşanması eksik birkaç ölü kedi işte!. b) "Hiç sabahattin ali okudunuz muydu?" enteresan bir soru biraz düşününüz / biraz düşününüz / az istiridyelerden söz edin bana / ince çerçeveli gözlüklerden / piyer loti'den / amerikan barlarda ardıardına içilen dublelerin biyografisinden, örneğin bürokrasiden, geleneksel aydın terbiyesizliğinin kronolojisinden, lobilerden, ortalarda bir yerden, farzımuhal katolik alkoliklerden / hadi! piyonlardan, paslı piyanolardan ispiyonlardan, kara şapkalı sivillerden ya da durup dururken beliren sivilcelerden söz edin bana. Siz hiç sabahattin ali okudunuz muydu tan vakti okumadıysanız, tam vakti dedi şehsuvar!. - sahi, tanımadınız mı?! - hayır, pek çıkaramadık! ne çok yuvarlak sözcük.. ne çok artistik.. c) "bir cüce ile çocuk arasındaki farkı bana söyleyin hele, neden size düşman olsunlar ki?" şehsuvar! çabuk! yaşlanıyorsun. Yaşlandın mı Ölüler sevindirilmek isterler lacivert mezarlarında hastahane köşelerinde septik ellenmek filan hani eskaza kaç fırsat vardır ki artık göz ilişsin, silah kalksın, kulak duysun bir de ikide bir hortlarsa davalar ansızın avukat tırnaklar kemirilirken ceviziçi odalarda tek başına doğmanın bir başına kırlaşmanın kendi kendini kırbaçlamanın acımasız acımasızlığı (ah! sultan! bir ceylan sizi-ezik büzük-üç büklüm) bu şehirde ya sen de vahşi bir at ya da olsan olsan kabuk bağlayamayan dinsiz bir yara olursun! - sahi, tanımadınız mı hala? - gene çıkaramadık d) "Once there was a boy. He had no friends to help him.." - isminiz nedir, efendim? - gizlemek istiyorum. Söylemesem.. - kaç yaşındasınız? - yirmi iki.. - Nerelisiniz? - İstanbul'lu.. - ne iş yapıyorsunuz? - insanım.. - evli misiniz? - hiç denemedim.. - çocuklarınız var mı? - olabilir! - isimlerini söyler misiniz? - gizlemek istiyorum. Söylemesem.. - burasi neresi. - psikiatri. - ben kimim? - bilmem. Siz bu yaşa kadar bunu öğrenemediniz mi? - hangi yıldayız? - bu hangi gezegen? Tabii sizi üzmezsem ve yormazsam.. - Hangi ay? - hangi sevgi, değil mi ama. İlkin bu. Öncelik bu sorunun.. - ayın kaçı bugün? - hepsini adlandıralım, bunu mu istiyorsunuz?! - evet efendim, son dünya harbine katılan devletleri bana söyler misiniz? - savaşları ülkeler ilan eder, insanlar yapar! - biz o harbe iştirak ettik mi? - ben hiçbirine katılamayacak kadar, canlıyı-cansızı seviyorum. Siz, katılmış mıydınız? şehsuvar! çabuk! kandırılıyorsun. Kandırıldın mı? III. "sizler! hayatta yaşamaktan başka gayesi kalmayanlar coğrafya bilmeden öpüşmeye çalışanlar sizler! yapısalcılar, ruhsalcılar, masalcılar, halciler, falcılar parmak izleri sıfır, duruşları italik olanlar artık değeri cinine tonik yapanlar muhtelif muhterem darbeler heveslerde, tutkularda pür ihtilal.. geçinenler! sizler! geçinemeyenler, neme gerekçiler, emekçiler, emzikçiler, hainler, halidler, oğlanlar! yolda saati başkasına sorup sigarasına ateş alıp sendikaların apışarasında elle doyuma ulaşanlar! Sizler! aydınlar! aydıngerler, kolay gelsinciler, asimetrik esinciler ******cuklar, osurukcular, üfürükçüler, geri zekalı çocuklar! - ki şehsuvar'ın anayasası.. mayistler, septemberistler! sizler! free gitaristler, peace veletleri, makinistler! din sülükleri! varoluşçular: kapı komşularım! sloganın, olağanın şairleri! sosyal yanları kapitalleri, kapitalleri yalnızca soğan-ekmek-sosyalizm olanlar! otuz yaşına kadar solcu otuz-elli arası sosyal adaletçi ellisinden sonra bunayıp, otobüslerde bayanlara arkadan yaslanarak mutlu olabilen fevkalade entellektüellerimiz! captain black'çiler, bafra'cılar bir afra bir tafracılar, taşralılar vay gülüm doğu diyenler, yesinler seni müstehcen bantını mantığına yapıştıranlar! piyanist-şantörlerim: hormonlarım benim! marxist-şantörlerim: kabaetimin kenarları! sizler! liberaller, helaller, haramlar, sadrazamlar hamlar, hamcık ağızlılar, popodan bacaklılar omuriliklerini testislerinde saklayan delikanlılar! amcalarım, teyzelerim; siz, homoseksüeller! feministler, androsantrikler, sosyal demokratlar, teokratlar, aristokratlar, sen sümüklü burjuvazi! oportünistler, optimistler! bir teselli ver'ciler, allah vergisi takılanlar, öğrenciler, saygın öğretim üyeleri, seks yıldızları, heyy! Sizler! arkadaşlarım, alışamadıklarım; ellerim, ayaklarım! sizler! idealistler, egoistler, ütopistler, narşistler! Ben şehsuvar!." sığ sıkıntılar ardınca yükselen havuz kırmızı balık, bozuk abajur, kullanılmış jilet sınırlara mayın döşeyen bakışlarıyla siz olan şehsuvar! Ben şehsuvar! sığ sıkıntılar ardınca yükselen buhar çocukluğunu yaşayamadan büyümüş bir tümör kandırılmış, tanınmamış kretuvar; unutulmuş bir tornavida, hiçbir işe yaramayan çivi, sınırlara mayın döşeyen bakışlarıyla siz olan şehsuvar! O sınırlar sizin sınırlarınız. Ben şehsuvar! sığ sıkıntılar ardınca yükselen belediye otobüsü abonman biletlerimi sizler mi çaldınız?! - daha önce karşılaştığımıza eminsiniz, değil mi? IV. gece saçlarına kadar sokulur güzelliğine atılan ilmiklere kadar ulaşır! aşkı geçelim. Onu geçelim. Onu unutun! onu unut şehsuvar! ya da kımıltısız bir kuş oluşu istiklal caddesi boyunca yatar! ah sultan! bir vahşi at almış altmış dağı aramıza taşır! gece saçlarına kadar sokuldu da güzelliğine atılan ilmiklere kadar ulaştı. biz şehsuvar ulaşamadık! - heyhat! şehsuvar öldü de gitti bile hala onu filan tanıyamadık! ah! sultan! ah! şehsuvar! dikdörtgen dudaklarda ne çok yuvarlak sözcükler vardı. hangi birini böldüm ötekine diğeri beni kalabalık masasına çağırdı! Sacrifice Sana bugün bir abajur aldım: Birşeyin ucunda durur da yeşil chevrolet Kapıları açık, baltimor plakalı, usta işi Teybinde elton john'dan sacrifice Biz sahile doğru yürümüşüz Ayakizlerimizde ölüp erimiş peri pelerinleri Periler birbirine düşman, pelerinler birbirine küs Sana bugün bir mektup yazdım: En çok En çok güllerden söz ettim Saydam, renksiz, özgür güllerden Bir gül olmak korkusundan nedenini hatırlamıyorum ama ağladım Sağda solda yakılıp unutulmuş sönmüş sigaralar 'Canım...' diye başlanılıp Yarım bırakılmış bir sürü kâğıt parçası ruh parçası aşk parçası buğu parçası haz parçası paramparça içime paramparça bir kış gelmiş biliyor musun ben daima Kışları saklanırım kan Kan ödüldür açıkçası Sana bugün bir kurban kestim Hala ağrıyor ve akıyor bileklerim Gelip geçici bir seyahat Üzerinde konuşulmamış bir sevgi Karşılıklı hoyrat kullanılmış bedenler Aydı dalda karşılaşan iki çocuk sincap Dal, ağacına düşman, sincaplar birbirine küs Dudaklarda müstehzi bir hal Yani bir yere vurup kaybolan far ışığı gibi Bir an aklıma vurup kaybolan o fevkalade hayal Vurup kaybolan ruh ve aşk parçaları Beyaz ve terli alnımda belirip dolaşan Delikanlı tanrının eli Usulca düzeltirken ıslak kâkülümü Otuz yıllık ömrümde ilk kez düşledim ölümü Bugün sana abajur aldım, bir mektup yazdım Sana, diyorum, bugün bir abajur ve mektup Ben bugün sana öldüm başkasına değil Sana, diyorum, bugün bir abajur ve mektup Ben bugün sana öldüm başkasına değil Hani o chevrolet yeşil, kapıları açık Teybinde elton john'dan sacrifice Avcumda, pembe, ziftli bir alyans Vurup kaybolan buğu ve haz parçaları, Biriktirdiğimiz Zamanla biriktirenle biriktirilenin Birbirine karıştığı Ben de bir eşya mıyım diye düşündüğü Üzüldüğü şey Bir tüy gibi yanınıza gelip Bir tüy gibi dokunup ürpertip Sonra Sonra geri çekildiği... sacrifice... Koskoca bir aralık ayını müzikle geçirmiştik Sokaklarda elimizde şarap şişeleri Adlarımızın yanyana olduğu Kalpler kazımıştık ağaçlara Modern çağın gereklerine inat, biz romantiktik biz birbirimizi seviyorduk biz ayrılmayacaktık biz arabesktik biz... Bugün bir abajur aldım sana eve geldim yatağın hep sol tarafında yatardın sol taraftaki başucu sehpasına yerleştirdim onu bir ampul taktım sarı soft hep istediğin gibi ışığında bir mektup yazdım sana teypte elton john'dan sacrifice Beni terkettiğini bildirdiğin o telefon konuşması Gözlerinin gencecik mavisi birden başlayan, o telaşla, bütün gece yağan Yağmur geldi hatırıma Nedenini hatırlamıyorum ama ağladım Yüzüme kapanan ellerin Yüzümü yeryüzüne karşı perdeleyen ellerin O okyanus ellerin geldi hatırıma Kaset sustu kapandı yeşil chevrolet'nin kapıları Tuvalette sarıldım jilete hasretle öptüm Ampul patladı bir anda alev aldı abajur Kan ödüldür Kanımı bu gece dışarı gezmeye çıkarttım tenler birbirine düşman, aşıklar birbirine küs nedenini hatırlamıyorum ama utandım utandım TÜRKİYE Oğlanlardan ve alkolden vaktim arttıkça seni düşü- nüyorum Türkiye, inan doğru bir kere yanılmasam ve ruhumun yavşak zıpırlığı, hiç değilse ayık dolaşmayacak kadar dürüstüm, Türkiye, Tarkan öleli çok oldu, artık onu unut; bunadı kurt. playboy'a annemin çıplak resimlerini satarak Beyaz Saray'a sırnaşmayı düşlüyorum spermi biraz fazla kaçırdığımda, Bes parasız paraladığım sokaklarında embesillerini ve taşak kalpli aydınlarının sidik yarışlarını görüp bol bol osuruyorum, başbakanı dinlerken televizyon karşısında ekrana ekmek teknemi açmak ya da esrar içmek, geğirmek en büyük mutluluk bana verdiğin Otuz bir çekmediğim günlerde düşler kuruyorum senin hakkında, hür hülyalarımda sana zerre kadar yer vermiyorum ama, maalesef ayakta kalıyorsun Sosyal demokrat idiotlarini, ****** tavukların uğrak yeri sanat galerilerini, festival sarkaçlarını, ölüsevici kültürünün uyanık tezgahtarlarını ve tezgahın altında neler döndüğünü farkedecek kadar sosyalistim Hapsine düşmedim henüz, o yüzden tam solcu sayılmam köle pazarı piyasasında, kıçına cop girdiği için şair olanlardan da değilim; eli kulağındadır tımarhanelerinden birinde tescilli manyak olmamın ve koynuna girmediğinden dorukta sıçanların, o yüzden ipneliğim de test edilip onaylanmadı, Uyuşukluklarıyla iktidara peşkeş çekip çaktırmadan, sonnet'leriyle, balad'larıyla köçekleşen, raconları kıyak geçme üzerine kurulu mason-ulema tayfanı da tanırım, sen de bilirsin ki havlayan it ısırmaz Türkiye, bak, bizbizeyiz, çekinme, şu azınlıkların ne zaman kesip kızartacağız, cok acıktım Türkiye, Nazım'ı severim, buna kızabilirsin, ama bazı -ne demekse- naif şairlerin, devlet sanatçısı olmasına ve adının iktidar şakşakçısı starlarla bir anılmasına dair çabalarına izin verdiğinden, sana korkunç müteşekkirim, intiharımı hızlandırıyorsun böylelikle, böylelikle artıyor kirim ve seninle kirimiz, ne gam? iyi akşamlar. Persil Supra. Mustafa Suphi, artık hamsi mi türkiye, dikkat et, balıklar örgütlemesin, Allah'a inanmıyorum, Osmanlı'yım velhasıl, akın edip Avrupa'ya, toplayıp getirmesem de cillop gibi veletleri, n'apalım, burdaki lumpen teen-ager'larla idare ediyorum, Türkiye, ayıptır sorması ne zaman akıllanacağız; Türkiye, Kıbrıs'ın yakasını ne zaman bırakacağız ve ne zaman yaraşır olacağız devrim şehitlerimize, Türkiye, hiç terbiye edinemedim, yeteneğim bu kadar; çük kadarken okudum Sabahattin Ali'yi, Kafka'yı, Dostoyevski'yi, London'ı, Kapital'e başlayışım babamla aramızda çıkan küçük bir harçlık sorununa dayanır, IQ'larımızın düşük olduğunu sanmıyorum, peki bir eşşek şakası mı bu; köy enstitüleri, halk eğitimler, halkevleri ne ayak; Behice Boran, iyi ki unutuldu; iyi oldu, eline sağlık türkiye, Hasbelkaderbir önerim var: CIA, Eurovision'u kazanmamızı, AET'na girmemizi sağlayamaz mı acaba, şüphesiz, eh benimki de salaklık, haklısın Türkiye, Bizi milletçe sevmeyenlere ayar oluyorum; ağızlarını burunlarını kırarak onlara medeniyet öğretmek istiyorum Türkiye, Ben, sex-shop'ların, komünist partinin, müslüman demokrat partinin, rock partinin, çeşit çeşit gay barların açılmasını, askerliğin kaldırılmasını istiyorum Türkiye; bu topraklarda Nobel, Oscar, LSD, Özgürlük ve sik anıtlarını görmek istiyorum: kişi başına düşen milli gelirden bana ait payı iade ediyorum bütün bu harcamalar adına sana; hapishaneler, hayvanat bahçeleri, kamplar, tımarhaneler boşaltılsın derhal; ben bütün kentlerinde barışla, erdemle, insanlık haklarımla keyiften gebere gebere, ıslık calarak dolaşan bir seyyah olmak istiyorum; Mandela kötü adam, döv onu Türkiye, 'Uzak Asya'dan gelip Akdeniz'e bir kısrak başı gibi uzanan bu memleket..sizin! afiyet olsun efendiler' demekten bıktım, bıktık, anlıyor musun, orda mısın Türkiye, Ama yine de memnun olmuyorsan bu tavırdan ve kızıyorsan ve sinirleniyorsan, olsun, biz yine geliriz; yine yazar, söyleriz; ölürüz; biz yine gideriz; sen, rahatını bozma o zaman, güzel bir çocuk gibi bu şık dünya yatağında, böyle masum böyle mazlum uyu Türkiye. 1 Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
vhercle Yanıtlama zamanı: Ağustos 23, 2007 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Ağustos 23, 2007 Dudaklarım gerisin geriye çekildi; ağdalı bir sıvının ağır ağır örttüğü, korkunun biçim kazanıp ayağa kalktığı ve �hey bana bir şeyler söylemenin vakti geldi� dediği zamanlarda bekledim seni; gözlerimi kapadım. Bekledim. Beklerken, özlemenin hangi geçitleri geçilmez kıldığını, hangi duyguların insanı hayata kazandırdığını, basite indirgenmiş hüzünlerin geceleri dinlenmeye müsait şarkılarla şahlandığını anlatamadım. Evet, bilmiyordum. Bilmiyordum, kelimelerden arınmış bir cümle kurar gibi sevişmeyi. Sevişirken sözlük kullanıyordum hala. Ama, seni seviyordum. Ve sevdiğimi, sevgimi anlatma telaşıyla hata üstüne hata yapıyordum sana. Sana yaklaşamıyordum. Yasaklanmıştın adeta. Çiğnemeye çalıştığım yasak olsan da, uzak dursan da, o korkunç şeklini korusan da, farketmiyordu hiçbir şey. Küçük bir ateş. Küçücük bir ateştin sen. Sönmekten ürken bir ateş. Bir su damlasıyla bütün görkemini kaybedebilecek bir ateş. Aşkın mecali kalmamıştı. Sessizce sokuldum yanına. Acıyla irkildin. Gülümsedim. Gülümsememe anlam veremedin elbette. Kimdi bu? Ne istiyordu? Tanımadığın biri. Hatıralarını darmadağın etmeyi planlamış bir yabancı. Fuzuli bir beden, karşındaki. Usulca uzandım, Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm Kimi geceler penceremden uzayı seyrederim. Uzayın adını ben koymadım. Uzayın adını yıldızlar, gezegenler kendi aralarında kararlaştırmışlar. Rahatlatır beni o. Bütün yağmurlar, uzayın derinliklerinden gelip yağar diye düşünürüm. Yağmurlar başka galaksilerden gelip yağar. Romantizme uyum sağlamak için de değil. Öyle. İşin gerçeği budur. Yağmurlar, bu dünyaya ait sanma. Bembeyaz bir yalnızlığın olmalı senin de. Lekesiz bir yalnızlık. Lekelenmeye müsait bir yalnızlık. Tedirginliğini buna bağlıyorum seni seyrederken. Pişmansın. Pişmansın kapıp koyveremediğin için sanki. Elinde olsa, avaz avaz bağıracaksın sokaklarda. “Neyim ben?” diye haykıracaksın. Olmuyor tabii. Olmuyor. Sıyrılır gibi lüzumsuz bir yerden, sıyrılıp kendi affına sığınıyorsun. Beni anlayacağın günler gelecek. Beni de göreceksin. Benimle tamamlanacak bir şeye benziyorsun çünkü. Korkma lütfen, Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm. Çocukluğumdan söz etmek isterim sana, eğer sıkılmazsan. Bir gün otururuz evde, ben sana hayatımı anlatırım dakika dakika. Kaç yaşımdaysam, o kadar yıl sürer konuşmam. Çay pişiririz. Çaydanlığa su yerine votka koyarız sen dilersen. Sonra da sen anlatırsın: Sevdiğin filmleri, sevdiğin parçaları, sevdiğin canlıları, sevdiğin... Hep sevdiğin şeylerden konu açarsın. Ben sıkılmam. Ben seninle sıkılmamayı seni ararken öğrendim. Seni hayal ederken keşfettim sıkılmamanın azametini. Bir insan, bir insanı sıkamaz. Bir insan canı isterse sıkılır. Hacimler açarım sana içimde, dolman için, oraya akman için. Hacimler açarsın bana; çağlayarak gelirim. Endişelenmen gereksiz, Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm. Olması gerektiği kadar fedakar biriyim aslında; daha fazlasını umma açıkçası. Endişelerim, ideallerim, halletmeye çalıştığım meselelerim var. Başkalaşmaya çalışıyorum. Gözardı edilmiş tutumlar edinmek hoş. Değişmek, hiç de zor değil. Yalnızca özgür olabilsem, sorun kalmayacakmış gibi sanki. Anlaşılmak istiyorum: sevdiğim bir şarkıyı herhangi biriyle paylaşırken aynı duyguları hissetmek arzusu bu. Evet, tıpkı bu. Sese, ahenge kapılırken, kendini müziğin ritmine verirken yanında bir diğerinin olabilmesi; görkemli bir anda birlikte sadeleşebilmek. Birlikte dansedebilmek gibi. Sen hastayken başucunda birinin sabaha kadar oturması gibi. Arada bir alnındaki teri silmesi, üstünün açılmamasına dikkat etmesi gibi. Bir başkası için hayatta kalma çabası gibi sanki. Ölmek için değil, yaşamak için uğraşmak gibi. Ummadan, hayal etmeden, sıradan, olduğu gibi. Doğal ve ciddi. Ciddi ciddi hayatla mücadele edebilme gücü. Bu gücü yanyanayken yaratabilme yeteneği. Ben bu yeteneğin bir parçası olarak sokuluyorum sana. Masallarla geliyorum. Efsanelerle geliyorum. Herhangi bir insanın birikimiyle geliyorum aslında. Artniyetsizim. İnan, Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm. Bazı sorulara cevap bulamadım; kuşkusuz gerekli de değildi bu. Soruyu soru halinde bırakıp sahici yanını korumaya çalışmam, cehalet mi sanıldı acaba? Bedenlerin bedenlerden istedikleri, ruhların, ruhlardan çıkarttıkları, karşılıklı acıların birbirlerinin etkisini arttırdıkları vakitlerde düştün aklıma. Aklıma yayıldın. Ne kaybedebilir, ne kazanabilirdim ki artık: Ortadaydım işte! Bir başkasının mal varlığına dönüşmeden yaşayabilmenin yalnızlığıydı bu. Hayır! Melankoli diye adlandırma bu durumu; ortak bir açı yakalayamama sorunu galiba. Her kadın gibi doğurmak hevesi, her erkek gibi dağların doruklarında biraz gözden ırak hüzünlenme denemeleri aslında. Kusura bakma, kafam biraz dağınık, Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm. İnsan inandığı şeyler uğruna muhteşem hatalar da yapabilir. Kızmamalısın. Darılmamalısın eğer bir kardeşlik varsa aranızda. Sevgi, hoşgörü takıntıları da değil. Bir elmanın kırmızı olması, bir gülün öyle kokması, bir derdin halledilmesinin ardından gelen ferahlık kadar sıradan ve güzeldir hata yapmak da. Aşka çılgınlığın yakıştığı çağları neden unutalım? Neden tarihin çuvalına tıkalım tatlı serseriliği, az biraz sergüzeşt olmayı? ! Ilımlılık mı kurtaracak insanlığı? Alttan alma mı örtecek bunca çirkefi, zorluğu, belayı? Demokrasi, senin saçlarından güzel olamaz. Senin yüzünden daha güzel olamaz krediler, faizler, repolar, tahviller. Dünyanın en uzun gecesi 21 Aralık değil, beni terkettiğin gecedir. Beni üzdüğün, yorduğun, yıprattığın gecedir. Bir kabahat mi gerçekten kendi dışında birine hayranlık beslemek? Gerçekten kırıyorsun beni, Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm. Birinin peşindeyim ben; tanımsız bıraktığım birinin. Sessizliğin doyurduğu, biçimli ve endişeli birinin. Düşüncelerimi zapteden, kelimelerimi korkutan birinin. Yanında huzurlu uyuduğum, mutlu uyandığım birinin. Onunla olmakla, onunla birlikte yaşamakla gizli bir gurur duyduğum, asla kıskançlığa ya da sahiplenmeye dönüşmeyen bir tutkuyla bağlandığım birinin. Onu arıyorum göğe her baktığımda; bir melek gibi uzanıp yüzüme dokunacağını tasarlıyorum. Bütün aşkların payına düşen şiddetten arınmış, başkalarına aynı/ birbirimize farklı koktuğumuz bir sevginin yolu bu. Cesaretimi ondan alıyorum pervasızca ve yine ona ben cesaret veriyorum mücadele ruhunda. Bir sır gibi saklıyoruz misafirliğimizi. Hüzün bitince geri döneceğiz çağımıza. İnsanlığa karışmaya hazır yapışık kalpler taşıyoruz aşkımızda. Bizim aşkımız hakikaten beden gücü gerektiriyor akıl kadar. Yapacak çok işimiz var. Dövüşecek çok düşmanımız var. Kucaklayacak çok arkadaşımız var. Bizim sebebimiz bu. Bizim fazlalığımız bu. Belki de iksirimiz. Kanayan yüzlerle çevrili bir gezegende, fırtınaya karışan bellek tozlarımızla, erdemlerimizle, ideallerimizle ayaktayız. Yalan söylemiyorum Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm. Evet, sen de isterdin sanırım huzurlu yaşayabileceğin bir hayatın planlarını yapabilmeyi; kolaya indirgenmiş, biraz fazlayı aşırılıkta aramayan, ölçülü bir heyecanla kritersiz bir maceraya aday kahraman olmayı. “Rüzgara dur, yağmura yağma, mevsime değiş” demeyi; doğru, hepimizde biraz tanrıyı kıskanmak var galiba. Bütün günahlar da buradan kaynaklanıyor adeta. Hırslarımızın, çekincelerimizin odağı burası. Kazanmaktan çok, kaybetmeyi göze alabiliyoruz. Çikolata bile kurtlanabilir. Dondurma erir. Çiçek solar. Galiba önemli olan, onları yerinde yaşamak, yerinde korumak! Birer hatıraya dönüşseler bile! Kaç ölüme kaç doğuma şahit olduğunu hatırlayabiliyor musun? Sevmek, ifade edebilmek kadar, ifadeyi unutmamaktır da. Şimdi sessizce uzaklaşmalıyım. Çünkü beni anlamadığını, anlamak için uğraşmadığını, hatta bunu önemsemediğini biliyorum. Aynı otobandaydık ve birimiz birimizin yanından geçip gitti. Hafızasızlığı, gurur saymanın adil yanı! Hangimiz süratliydik; önemi kalmadı. Hangimiz daha özveriliydik; bunun da... Umarım mutlu olursun. Bunu bir çöküntü anında da söylemiyorum. Hiç kimse aldatmadı ötekini; yalnızca böyleydik işte! . Yüzüme öyle bakma nefretle, Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm. Benden uzaklaştıkça, bana ait olandan yakanı sıyırdıkça rahatlayacağını, her şeye yeniden başlayabileceğini sanıyorsun. Kim bilir? Doğrudur belki de! . Adımın yaşamadığı, adımın özlemle anılmadığı yerlerde kime umut verebilirim ki zaten? Romantizmin tehlikesi büyük! Romantizmin tehlikesi büyük! Romantizmin esrarı büyüleyici! Romantizmin kanına girdiği insanlar bencil ve hırslı! Ben seninle birlikte yaşlanabilecek kadar erken yola çıkmayı istemiştim; maceramız uzundu çünkü. Maceramızın tahakküm altına alınamayacak kadar mükemmel olması, donanımımızla ilişkiliydi. Yani, sen ne kadar sevecensen, ben ne kadar yıpratıcıysam, o da o kadar mükemmeldi. Özveri denebilir buna. Evet, buna özveri demek beni mutlu ediyor. İnsan, özverinin çocuklara ad olarak verilebileceği bir dünyada tanımını kaybediyor. Bu kaybedişteki kaosun ritmiyle çekiliyorum sana. Sen bir mıknatıssın şeffaf ve ben, çekilirken sana içimdeki alelade metal parçalarıyla, kan şekerim düşüyor, ağzım düşüyor. Ellerim, en çok da ellerim düşüyor! Sakın ha üstüne alınma, Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm. Ben seni kırmak için yaratılmadım. Uzun zamandır seni planlıyorum haksızca; cezalandırılacak kadar mı yabancı, tanınmaz ve suç yüklüydüm? Belki; seni çok yıprattığımın, bıraktığımın elbette farkına vardım, ama her şey mi benim aleyhte varoluşumla açıklanabilir? Beni, başta sana olmak üzere kimliklere karşı saldırganlaştıran koşulları tek başıma ben mi oluşturdum? Seni kaybettim. Bunu biliyorum. Seni kaybettiğimi sen çekip gitmeden önce de biliyordum. Ortadaydı. Bedel ve kefalet ortadaydı... Senin hakkında bir satır yazmamaya çalışmamın nedenini hiç düşündün mü? ! Sana ait olanları içten içe koruma uğraşı mıydı sanki bu: kuşkusuz. Hala da saygıyla ağlıyorum. Büyük bir tesadüfe yenildim, büyük bir eksen kaymasıyla, sihirbazın şapkasında sıkışıp kalan tavşan gibi, Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm. Elbette kızıyorsun bana; belki en çok da bu zayıflığıma kızıyorsun: Tedirginliğime, seni kaybetme endişeme, telaşıma, şaşkınlığıma, titreyişime, ürpermem, anlamlarını anlamamış kelimelerle yetinmeme, müzakerelerde bulunmama, buhranların yorduğu bir gençlik yaşamama, bilincimi sana yönlendirmeme, sürekli sürekli içmeme, kelimlerin kifayetsiz olma durumuna, vesaireye vesaireye.. İnadıma öfkeleniyorsun. Seni bırakmama, seni özgürlüğüne salmama hiddetleniyorsun. Bu da aşk işte! Bu da entrika! Bu da soysuzlaşmanın, aşkın getirdiği dalaveralarla kendine kilitlenmenin başka bir çeşidi! Peki anahtar nerede sevgilim? Peki anahtarın üzerindeki yivler kimin eseri? Dur, dur, bağırma, Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm Bunlar da geçecek şüphesiz. Seni unutmama kaç yüzyıl kaldı ki... Bir küsme, bir burulma biçimiyle gidişinin ardından şehrin gri cephelerine fevkalade ağır bir el bombası gibi düşen bunaltının bıraktığı korkunç acının unutulmasına kaç yüzyıl kaldı ki... Yaralandım. Bütün noktalarımdaki nöbetçiler de yaralandı. Çığrından çıkmış bir ayaklanma gibi ağlamakta yalnızlığım. Bir gerçek aramıyorum felakete. Bir bahane göremiyorum arkadaşlarımın beni teselli etmek için söyledikleri kelimelerin hanesinde. Ama yokluğunu doldurmuyor sevda siyasetinin hançerleri. Ama bilemiyorum yağmurun ardından artık hangimiz suçlanacak... Eğer hissediyorsan, Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm Ben sende ardı arkası kesilmeyen bir korku sevdim. Ben bir cüce çocuk sevdim sende sıska. Şiddetli ve hayret uyandıran manevralarla kendi kanına olan saplantılı aşkını sevdim. O rutubet kokan loş yüzündeki kanalizasyonları, az kelimeyle kurduğun cümlelerdeki gizli soru işaretlerini, barlardan çatlak bardak gibi atılmayı beklemeni, serserice patlamalarını, yuttuğun toplu iğneleri ve bir film hilesi hissi uyandıran utangaç hasret pozlarını sevdim. Dokunamadım sana. Parmak uçlarım neşterdi çünkü. Kırılan bir kemiğin sesiyle veda ederken, Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm. DERMAN İSKENDER ÖVER -------------------- Sana söz veriyorum; bu gece herşey çok farklı olacak: Örneğin beni dövmene müsaade edeceğim. Bir gözümü de çıkartabilirsin. Yalnız, kemik kırma konusunda kararsızım. Kemiklerim bana lazım Sana söz veriyorum; bu gece herşey çok farklı olacak: Örneğin evi yakabilirsin. Yangın, mahalleye yayılmadan kaçmayı başarabilirsek, sana o istediğin uyduyu alacağım. Sana söz veriyorum; bu gece herşey çok farklı olacak: Örneğin içip içip dağıtabilirsin. Ama kustuğun küvette kusmuğunla yıkanmam için ısrar etmeyeceksin. Sana söz veriyorum; bu gece herşey çok farklı olacak: Örneğin içkine buz yerine eskimo da atabilirsin. Sana söz veriyorum; bu gece herşey çok farklı olacak: Dilediğin kadar bağırarak şarkı da söylebilirsin. Bütün apartmanı silah zoruyla koroya almamak şartıyla. Sana söz veriyorum; bu gece herşey çok farklı olacak: Canının çektiği yemeği de pişirebilirsin bana. Yalvarırım, baharat olarak kepeklerini kullanma! Sana söz veriyorum; bu gece herşey çok farklı olacak: Çılgınlar gibi sevişebiliriz de. Ancak seyretmeleri için aileni çağırmaman koşuluyla. ( Bilet kesmen de cabası! ) Sana söz veriyorum; bu gece herşey çok farklı olacak: Gribal enfeksiyonumuz esnasında aynı kâğıt mendili, aynı ilaçları ve aynı doktor tacizini kullanacağız. Sana söz veriyorum; bu gece herşey çok farklı olacak: Ev sahibine kira karşılığında sümük koleksiyonunu, bakkaldaki veresiye karşılığında dolmuş elektrik süpürgesi torbalarını, telefon borcu karşılığında kafaderini, diğer faturalar karşılığında ise istikbalini elden çıkartabilirsin! Benim kirli iç çamaşırı portföyüme dokunma sakın! Sana söz veriyorum; bu gece herşey çok farklı olacak: İdrar ve kan tahlilleri için, öpüştüğümüz ağızlarımızı kullanacağız. Evimize misafirliğe gelen en yakın arkadaşımı doğrayıp leğen yapmana da kızmayacağım. Ama eski sevgilimi çamaşır makinesinde yıkama fikrine şiddetle karşıyım. Sana söz veriyorum; bu gece herşey çok farklı olacak: Beni hecelerime ayıracaksın. Sana söz veriyorum, bu gece herşey çok farklı olacak: Maça iyi hazırlandım. Sana söz veriyorum, bu gece herşey çok farklı olacak: Aşırı pozitifim; bütün her yer A-Rh(+), dekoratif bir renkle şenlenecek. Bıçakları, makasları, törpüleri ve salata kepçelerini bileylettim. Bugün seninle yıldönümümüz sevgilim! Söktüğüm bir ayak tırnağımı armağan edeceğim sana ve senden alt dudağını kesip, bana armağan etmeni bekleyeceğim. Mutlu yıllar sevgilim!. Az önce kötü vurmuş olabilirim, evet!. Ona kadar sayıyorum şimdi ve kalkmazsan eğer kendime yeni bir sevgili bulmak için gardiyana sesleneceğim: -"Heey! Görüşme bitti!. Bir geceliğine sevgilim benim yerime delirebilir mi?!" -"Yüzünün yarısını bana vereceksin!" Yüzümün bir yarısı intihar eden sevgilimin peşinden gitti. Öte yarısı film artisti olmak için evden kaçtı. -"Ellerinden biri benim olsun!" Ellerimden biri en büyük aşkımın saçları arasında kayboldu. Ötekisi hapse girdi. -"Çocukluğunun en güzel günlerini bana armağan et!" Çocukluğumun en güzel günlerinden bazılarını kurtlar yedi. Geri kalan kısmını ise çocuk esirgeme kurumuna bağışladım. -"Umutlarının aynısından bana da ısmarla!" Umutlarımın bir kısmından hüznüme şahane bir sos hazırladım. Arta kalan kısmını evlatlıktan reddettim. -"Hiç kimsenin bilmediği yerlere gidelim!" Hiç kimsenin bilmediği yerlerin bir bölümü düşler altında kaldı. Diğer bölümlerin inşası sürmekte. -"Herşeyini bana anlat!" Herşeyimin bir parçasından trajedi imal ettiler. Boşta kalanlarını da sucuk yaptılar. -"Kalbinin temizliği için gündelikçi olabilirim!" Kalbimin temizliğinin bir katıyla uzayın sonsuzluğu ilgileniyor. Öte katlarında zaten belalı yalnızlıklar yaşamakta. -"Hiç ayrılmayalım!" Ayrılıkların çoğunluğu ruhun iklim şartlarından: Sen karasalsın, ben ılıman. Ayrılıkların azınlığı bitki örtüsünden: Sende kaktüsler var, bende plastik vazo çiçekleri. -"Saçmalıyorsun artık!" Saçmalıklarımdan kimisini hayattan aldım. Kimisini alkol sanıp içtim. Sen iyisi mi üstüne basacağın bir mayın bul ve beni unut! Suçu benim üstüme at: Zamanlama hatası derim. Suçu benim üstüme at: Batık gemilerin de bir rotası olduğunu saklarım. Suçu benim üstüme at: Taşa inanan bir tanrı parçasıydı derim. Suçu benim üstüme at: Aşk değildi o; yalnızca bir isim benzerliğiydi diye söylenirim. Suçu benim üstüme at: Örgütlü kalp ağrılarıydı derim. Geceleyin arkadaş evine sığınan ağır yaralı bir militan kadar güzeldi derim. Suçu benim üstüme at: Yaz sıcağında kasıklarından yükselen ter kokusunu parfüm niyetine kullanacaktım, demem. jilette pusu kurmuş yılandı. ( galiba infilak etti. ) yılanın kirpiklerine bulaşmış asitti. ( galiba punk. ) horizantaldi. ( şüphesiz prozac efsanesiydi. ) bütün anlamları bataklıktı. ( tut ki, boşlukta dinozordu. ) kâh çokluktu, kâh eksiklikti. ( aritmatiği zayıf. ) ucuz atlattığım bir cinayet girişimiydi. ( ahlakı pekiyi. ) saçma sarı mdı. ( her renk bir diğerini gölgede bırakır. ) marjinal ela mdı. ( sırra kadem basan hatıralarla avunurdu. ) piercing prensi mdi. ( çoğu kere, uzak gemi lodosu. Hayatın zaman zaman patakladığı âşıklardık biz: Ölen sevgilimizin arkasından mutlaka bir hayvan edinir ya da çiçek yetiştirirdik onun adını verdiğimiz. Tembellik hakkını kullanan özgürlüğü anarşizm, kıskançlık kisvesindeki hiddeti karasevda, dostlarımızı aramamayı hasret sanırdık. Uzak tatil kasabalarında akşamüstleri güzel kızların kalçalarına bakarken devrim yapma planları kurardık; şahaneydik! Herkes uyuduktan sonra girdiğimiz chat te, olmak istediğimiz lakap ve yaşla, fazlasıyla derin ve ahlaksız arkadaşlıklar peşinde, sahte kimliğimizin coşkusuna da kapılırdık. Yalanlardan oluşmuş, devasa bir doğru abidesiydik hepimiz teker teker. Ağaçtaki elmadan daha mutsuzduk! Ağaçtaki elmadan daha da mutsuzduk aslında! Kin tutmak, bir duygudan bir efsane yaratmaktır. Bu gece bol esrarlı bir uzay misafir ediyorum şehrin itina gösterilmesi lazım tüm kızlarında, mamafih, anlaşılan sefaletin saltanatında tahta çıkan hiçbir serseri beş dakika bile hayatta kalamayacak! çelişkili kuvvete dönen yapışkan bir ölü var korkulan otobanın ortasında viraj yaratan. bir dedektif hissiyle yaklaşırken dünyaya ay toprak tutarken elini cetvelle çizilmiş suyun gözlerini düşürmüş bir genç kız gibi mağrur ve diken diken; arabanın bagajında bir ölü var direksiyondaki cesetle hayatı tartışan. Ter içinde uyanıyorum. Ne ailem, ne Re, ne de o...pu burada! Hepsi düşmüş! Her şeyi yarım bırakmayı seviyorsunuz. İnsanları, sevgileri, ihanetleri, yaşanılan memleketleri, umutları, kavgaları, onurları!.. Hepsini eksik bırakmayı seviyorsunuz. Bir yağmuru, bir intiharı, bir sevişmeyi ortasında kesmekten çekinmiyorsunuz. Tamamlayarak tamamlanmak ürkütüyor sizleri! Kimselere hesap vermeyeceğinizi bilmenin rahatlığı, boşvermişliği olsa gerek bu! Ama beni, yanlışlarımla bütünlemeye çalışmak: İşte size zevk veren BU! Bunu yapabilecek gücü hissetmeniz, bu gücü depolamış olmanız, doyum için yetiyor! Yeniliyoruz. Önümde duran zamanlardan bir zaman bile seçemiyorum. Hep sizin sunduğunuz duyumsamalarla, savlarla, sıfatlarla yaşamak biçiminde bir piyes oynatıyorsunuz bana. İtiraf ediyorum. Ben de oyuncuyum. Ben en mükemmel Shakespeare karakteriyim. Yaşadığı trajediler karşılığında yüklüce para kazanan bir oyuncu! Ama sahneye çıkma, tiradımı atma sırası bana geldiğinde bütün seyirciler gitmiş olacaklar! Sıkıyönetim, tekste el koyacak! Bir grup köktendinci, kulisteki kostüm dolabımda centilmenliğimi becerecek! Fildişi Kıyıları çok uzak! Artık Japonlar da kola içebiliyorlar! Alnına spermle gamalıhaç çizilmiş görevlilerle elim sende’cilik meselesine sürüklüyorsunuz beni; ebe, devamlı benim! Sizler gizleniyorsunuz. Elma da desem, armut da desem, dut da desem çıkmıyorsunuz! Sizi bulmak, arkasında durduğunuz anlamı yakalamak için geceyarılarına kadar sokaklarda dolaşıyor, herkese sizi soruyorum. Vizyondan kaldırılmışsınız. Omuzlar silkiliyor, dudaklar bükülüyor, ‘bilemeyiz’ türünden garip el işaretleri yapılıyor!. Sancılarımla başbaşayım. Cezalıyım. Suçumu, bitmeyeceğini hemen algıladığım heyecanlı bir filmi seyrettirerek, kucağıma uzanmış kızın, kopacağını, elimde kalacağını sezdiğim saçlarını sevdirerek ödetiyorsunuz bana. Ödüyorum ödemesine de, yine de çaresizliğime, yalnızlığıma bir başıma sahip çıkamıyorum. İrlandalılar, dünyaca ünlü rock grubu U2 ile özgürlük şarkıları söylerlerken grubun solisti Bono, adımı anmaktan kaçınıyor! Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
felidae Yanıtlama zamanı: Ağustos 23, 2007 Paylaş Yanıtlama zamanı: Ağustos 23, 2007 vhercle süper bir başlık olmuş ellerine sağlık:) Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Nora Yanıtlama zamanı: Ağustos 23, 2007 Paylaş Yanıtlama zamanı: Ağustos 23, 2007 Ellerinize sağlııık:) Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
vhercle Yanıtlama zamanı: Ağustos 23, 2007 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Ağustos 23, 2007 teşekkürler nora... Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Elesis Yanıtlama zamanı: Ağustos 24, 2007 Paylaş Yanıtlama zamanı: Ağustos 24, 2007 Yazma isteği uyandıran insanüstü adam...Konu için Vhercle'e katkıları için Losteirosss'a teşekkürler... Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
losteirosss Yanıtlama zamanı: Ağustos 31, 2007 Paylaş Yanıtlama zamanı: Ağustos 31, 2007 aklıma geldi...rivayet edilir ki bi gün küçük iskender can baba nın cinsel organına elini atmış da can babanın tepkisi:'' yapacak olsam seni değil büyük iskenderi....'' demiş can baba.paylaşmak istedim:) Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
vhercle Yanıtlama zamanı: Ağustos 31, 2007 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Ağustos 31, 2007 Özel hayata girmeyelim lütfen:D Töbe töbe 1 Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
losteirosss Yanıtlama zamanı: Ağustos 31, 2007 Paylaş Yanıtlama zamanı: Ağustos 31, 2007 vherc inan anlatıyım mı anlatmıyım mı diye çok arada kaldım ama...yaz gitsin dedim. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
sacrifice Yanıtlama zamanı: Eylül 26, 2007 Paylaş Yanıtlama zamanı: Eylül 26, 2007 BİR GECE ŞAH’ESER İMPATARORU FUZULİ BİR DELİKANLILIK YAPTI İSE BEN BUNU YAZDIM beni bir pazar gecesi siyanürle vurun! gölgemi bir vapurun saadetine vermişken, zeki müren’den hicaz makamı şarkılar dinlediniz ama dönüp arkama bakabilmeliyim kaç kişisiniz nerden gelmişsiniz neler giymişsiniz elimde bir demet letafet çiçeği de, tavanı kırmızı, duvarları beyaz badanalı bir odada bir arada bir ara olmalıyız, hatırladınız bıçak sapı gibi gülümsememe de izin vermelisiniz - babam bana küstü, döv onu babaanne çıngıraklı yılanlar almıştın hani bana yaşgünümde - gerdanımda genç kızların çılgın tortusu ve soğuk su, oramda buramda buram buram ilkaşk kokusu, işte ben trenleri biraz da bu yüzden severim ne çok severim bilemezsiniz beni bir pazar gecesi siyanürle vurun! palyaço makyajı yapmış olayım, gülün önce amuda da kalkayım, telde de yürüyeyim filan size nadide karanfil kolleksiyonumu göstereyim kayısı gülü çocuklarımı, arılarımı da, tenezzüllerimi, biliyorum: zeki müren’den hiç şarkı dinlemediniz radyoda jean-sebastian bach çalıyor, bakınız cam pervazındaki baykuşun yok bir ayağı da... -------------------- "Bazıları dağlarda gerilladır,bazıları ise vadilerde kurt.Bazıları masa başında gamze boşluklarını dolduramaycak aşk romanları yazar, bazıları sokakta sevdiğini haykırır.Bazıları kuş tüyü yastıklarda uyur, bazıları kuş gribinden ölür. Bazıları hep terkeder,kaçar gider; bazıları hep terkedileceklerini bile bile yaşar gider. Bazıları bilim adamıdır; bazıları film adam, bazılarıysa fil adam. Bunca adamın arasında adam gibi yaşamak ise herşeyden önce ’ne yaptığını,ne yapacağını’ bile bile adım atmakla koşuttur. Yoksa seksen dört olmuş, sex’n dirt olmuş, farketmiyor; onlar kafasına göre takılıyor; galiba en fazla ’s.ksen g.t’ olmuş olanlardan korkacaksın!" (Rahibinden Satılık Kilise) 2 Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Jophiel Yanıtlama zamanı: Aralık 15, 2007 Paylaş Yanıtlama zamanı: Aralık 15, 2007 Bir arkadaşım bu adamla çok sık görüşüyor ve söylediğine göre forumlarda şiirlerinin yayınlanmasını hiç istemiyormuş hatta bizzat girip inceliyormuş bazen.Burayı görmedi herhalde :] Kendi sitesi varmış, oradan ziyaret edilmesi daha makbule geçermiş.Sayın Över öyle diyormuş. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Kinyas Yanıtlama zamanı: Nisan 27, 2008 Paylaş Yanıtlama zamanı: Nisan 27, 2008 (düzenlendi) Molekül Buketi el kararı bir ruhla öperken seni nesnenin tanrıyla atıştığı uzun gözlere ait urlarda, bilemem rolümüzdü bilgi; el kararı bir ruhla öperken seni cismin hacimle seviştiği ani panikatak şovlarında, bilemem neredeydi yüzümüzdeki bitkinin kökü. öğrendim, ki veda ve kıymettir ergeç birbiriyle vuruşacak olan, bilirim renkler arasında adı onun da anılsın diye. üstünkörü! Gece Kuklalaları çelişkili kuvvete dönen yapışkan bir ölü var korkulan otobanın ortasında viraj yaratan. bir dedektif hissiyle yaklaşırken dünyaya ay toprak tutarken elini cetvelle çizilmiş suyun gözlerini düşürmüş bir genç kız gibi mağrur ve diken diken; arabanın bagajında bir ölü var direksiyondaki cesetle hayatı tartışan. Ay Yürek kemiğiyle lades tutuşuyor iki çocuk! misafir oyuncu bir terkediş biçimi ile ellerim vücudunun prömiyeri! Aynı ahır adına koşan acılarımız var bizim! amatör balıkçının leğeninde iki istavritiz seninle ölüme beş kala ölümle canlı telefon bağlantısı kuran! dibi senin aşkında gizlenen kırılgan bir aysberg bu tufan! Eylül 5, 2009 Kinyas tarafından düzenlendi 1 Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
omega41 Yanıtlama zamanı: Haziran 27, 2008 Paylaş Yanıtlama zamanı: Haziran 27, 2008 her zamanki gibi yazmış ne denir başka yazıyor işte helallllllll Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
mysteriouslady Yanıtlama zamanı: Haziran 28, 2008 Paylaş Yanıtlama zamanı: Haziran 28, 2008 'Ben bir silahım! Ama hiçbir silah yaralamaz insanı, bir başka insan olmadan!' Harika bir paylaşım olmuş serena.....her satırda hayatı nasılda güzel tanımlamış İskender.... 1 Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Kinyas Yanıtlama zamanı: Temmuz 6, 2008 Paylaş Yanıtlama zamanı: Temmuz 6, 2008 Ben Bu Şehri Bir Gün Sana Anlatacaktım Kel kadınlar tanıdım insafsızca Her sokak başında bir ekip otosu vardı Kaç paraya öpüştük durduk asitli homojen Ne çok insandılar öyle yıkılası acılı öyle kırkayak kimlikli. Sahi, bana ait bir sürü sevgiliyle dolaşırlardı! Dolaşırdı ayaklarım - babam kimdi, belki birikimler yalnızca, yalnızca itilişler! Annem: O, yalnızlığım olacak! Sarhoş çocuklar gibiydim, dirilen bir ceset gibiydim - yüzümde bir gri saten bıçak! Saat bozuk gibiydim, imdat polis gibi! Saçmalayacak gibiydim beni bir bıraksanız, ah bir bıraksanız, ödünç bir tutku, özürlü bir rüzgar misali dağılıp gidecek gibiydim! Oğlum eşkalim İstanbul, yine katildi. Kızım son vitrinin son beyaz gelinliğinde! Yaşları, toplasan en fazla on üç, on dört en azından milattan önce yirmi! Bir zaman efkarla makyajını tazeledi içimdeki ölü helvası Ölü helvası ve kör çiçekler satan çok kalibre çingene! Ve horgörülen aşklar bazen sahte.. abazan.. Biraz daha öpüşebilsek, ah bir de öpüşmeleri, sevişmeleri, logaritmayı bilsek alkol komalarımıza hafif inceden profesör bir zencefil kokusu inecekti! Kel kedımlar tanıdım insafsızca Her sokak başında bir ekip otosu vardı Hatırlar mısın, yazmıştım sana, her otel odasında filtresi bekaret kanıyla lekeli yanan bir ****** sigarası. Ah, göğsüm, sen, kurşuna dönmüş zalim gözlerle delik deşik edilmiş bir erkek fanilası! Delikanlılığım aşka aç aşka muhtaç aşka mecburdu! Ve yüreğim! Yaşlandıkça memeleri sarkar oldu! Bana bir haller oldu / bana filmler bir tuhaf olur! Sarkaçlar bana pek bir dar oldu / kuyular pek bir sığ olur Bakın! Kızkardeşim gitti gecenin dul eşi oldu Abim miyop dudaklarıyla kendi yılanında küçülür küçülür mahfolur! Ah! Çıtır hüznüm, asil acılarım, dikkat edin! İstanbul bu! Genç bedenlere aç dinç cesetlere muhtaç hürriyete mecburdur! Alpha Nehirlere karışan zehirli atıklar gibi ağır ağır akarak kanıma karışmakta yokluğun! Hiç sormadım, neydi başka elbiseler içinde bulduğun aynı askıyla dolaba kaldırılan iki güzel yelektik biz güveye benzer bir şey oldu suskunluğun!.. anladım ki: aşk naftalinlenmiyormuş meğer, eğer kanıtlanmıyorsa suçun! Adrena-Line aldırılan çocukları örgütleyen uyarıcı rengi smo kinleriyle birşeye karşılık gelmeyen yabancı tesad üfler odanın deniz gören pencerelerinden en zor lusunun önünde bir kaç saniye anlamı olmayan bir ad gibi durup yüzüstü terkler ya da kendisinden geçmiş deli hiç'in kullanmadığı süre için sınıflandırılmış rakslara verili balolarda sezilen ölümün içyüzü; ders; kim geri gider orada sakınıp kutsanılmayan ve paramparçalanmış bir teklifsiz gözde hala aranılan kent kentler göze girince gözbebeği acıya kan ilham eder; yorumlanması güç yeryüzüyle aynı seviyede bir aşkı altına batırarak ihtirasın değerini yükseltmen, ah zafer! ah zaferlerle dönecek bir orduda tek ok çekmemiş asker gibi biraz mahcup, biraz utanmış, biraz kalender! ihtirası sesinde kilitli kalmış olanın sığındığı mecburi çilingir! denenen maymuncuk denenen yumuşak topraktan anahtarlar denenen, cinnet de denen makber sen misin o büyücü meleğin gaspettiği çaresiz misafir! bilmez gibisin çaresiz misafirler, konakladıkları gece, konakladıkları geceyle katledilirler! sen de içermişsindir hoş katliamlardaki yoksul hayvanları bir bir, onlar ki göğe, okyanuslara ve ihanete hep söz verirler! sen neredeydin? sen hangi çöküntüydün? ağlama. sen bunu o gövdeyle mi kanıtladın yüzeyde? yazık. bağışla. mesela sersemlemiş ruhların çarpıştığı yarım kurander kaybolmuş inançların ardından yeşil bir pardesü giymiş ve oturmuş bir orman gibi ansızın çıkagelen kiralık peygamber! sen tanrının ötdeliğinde bir siyah gelincik diye biten kıl, tıraşlandığı aksiseda cehennemler sürükleyen! ağzından yakalayıp ite kaka sürükleyen! önlem alınamayan o dökülüşün, o içgeçirmenin, nefessizliğin sınıra dayandığı muhteşem şölen! öl! işmdi sen öl! ve ilk sen ol ölürken arkasına bakıp da, Utanın! Utanın! diye seslenen! Birbirimizi Öldüreceğimizi Kimseye Söylemeyeceğim! .. seni seviyordum ve çocuk bahçelerinde intiharı düşünmek de artık yasaktı! .. burnu kanayan bir lise öğrencisi taşıyordum kucağımda; galiba yaz da yeni başlamıştı; sıcaktı; sıcak, çırılçıplaktı! Rıhtımda Göksel Arsoy'un artizini dövüyorlardı; yönetmen, sigarasını suya bıraktı -avuçlarımdaydın, avuçlarım çisildiyordu- ötedeki kahvede Alice, üç iskambiladam arkadaşıyla oynuyordu. Seni kalkan üsküdar vapurunun ardından denize fırlattım. Hüznümü karanlığa kotlayacağım. Düğün salonunun kapısından elinde kanlı bir baltayla damat kıyafetli bir delikanlı çıktı, koştu koştu, kollarını çırpıyordu-sonra havalandı, uçtu gitti. Korkulu gözleriyle son karısını imzaladı.. Beşiktaş, baktı! şiirlerimi yakmaktan vazgeçtim senden sözetmeyi özlüyorum yalnızca birbirimizi öldürmek için verdiğimiz söz, karşılıklı yemin kimseye söylemedim kimseye de söylemeyeceğim! hep bir bukalemunu ölümle yer değiştirmek için yaşadım ben... gün oldu sarıdan tiksindim, ottan ürktüm zamanı geldi içimde burnu kanayan bir lise öğrencisi yarattım ne kadar hırpalarsan hırpala bedenini bir canı kendinden silkip atamazsın insanı adaletle aşkı herhangi bir çocukla değiştirmek için yaşadım.. uyruğum oldu sarı (saçların) , ota (gözlerine) taptım küfrettim sana, lanet ettim, unuttuğunu sandım çoğu kez ama ihanet etmedim verilen söze, edilen yemine birbirimizi tanıdığımızı kimseye söylemedim söylemeyeceğim de kimseye! çocuk bahçelerinde intiharı düşünmek de artık yasaktı seni seviyordum ve. Gülten ensenden öptüm seni. Çok fena! rüzgar gibi geçti beykoz vapuru kulakmemenden süt sağdı dudaklarım sağanak halinde seviyorum bütün ******ları preveze'den dönüyor prezervatifli donanmam domalıp duruyor İstanbul, osmanlı paşası terbiyeme hem, kime ne? Olası ki elim bacaklarınla aynı burçtan aaa! tüyler. Zıp zıp zıplıyor apışaram A-Rh pozitif gülten temizlikçi kız. Temiz kız. Nazsız! hiç temyiz edilebilir mi kızlık zarı caaart! diye girdim içeri bir bahar sabahı adım fatih sultan penis, tevellüt tereddütsüz on yedi! evlenemeyiz gülten. Güldürme beni şimdi tam boşalmak falan üzereyken. korkudan altına kaçırıyor bak galata köprüsü köprüaltı çocukları sidikten yağmurla usanmış tam bütün hırsımla abazanlığımın basur memelerini emerken boşuna okutmuyorlar adama okulda fiziği, coğrafyayı dayılanma bana gülten. Tenin dayısı olmaz kayısı gibi bir aşk kaçırılmaz mı, ara beni.. ensenden becerdim seni gülten. Çok fena! denize parça koydu makinist beykoz vapuru! Vampir Rotası yalnızca iki el ateş edeceksin çünkü aşk, israf değil! içinde gizlenen siyah beyaz hayvan haplanmış gözlerine çöken terk-i diyar kalbinin çıkışındaki esrarlı sudan sebep ve tetikteki on birinci parmak bir kancalı kurdun yorgun kayalıklara oturup aşağılardaki kalın ve büyük bağırsakları seyrettiği gecenin tamamlanışında senin cesaretinle senin yüzünü bir cerrah ustalığıyla değiştiren o yüce kinle, o masum şiddetle yeniden hep hep yeniden tanımlanacak! bir başka deyişle sen olan karşındaki cesedin iri ve patlak göğüslerine gömülü dişlerinin arasından kendi sahte varoluşunun kendi kanlı spermlerinin zamklı suretlerine doğru sürükleneceksin sersefil! korkma! yalnızca iki el ateş edeceksin çünkü intihar, menzil değil! Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
felidae Yanıtlama zamanı: Temmuz 6, 2008 Paylaş Yanıtlama zamanı: Temmuz 6, 2008 Sokak Bir Kim Bilir Oyun ucuz şarap ve kokoreç.-sofistik- trenlerin gece yarısı tılsımı. onları bulamamışım. küçük ejderham ve ben, sokakta duruyoruz. çetem dağılmış. ellerimizden kan akıyor.-bir tür yağma- dövüşmüşüz ve kırılmış köstekli saatimiz. an. paltomun yakaları ve çürük eldiven. tipi.-sabit,yabancı- mastürbasyon yapıyoruz. spermlerimizi mercedes'lerin ön camlarına sürüyoruz. artık sözü edilmiyor annelerin.testere zırıltısı. walk-man'imizde def leppard. namaza duran anneanneme,çıkartıp gösterdiğim çük. kızkardeşime sevişme pozisyonlarını öğretişim. ve küçük ejderham ozzy ile gizlendiğimiz asansör. sprey boyalarla duvarlarına yazı yazdığımız kilise. ozzy bir karikatür çiziyor: "oryantal meryem,kerhaneye düşmüş,malum varlık ilk denemesinde acaip başarısız!" ozzy'nin en büyük zevki, on altısındaki oğlanlara takılmak. bir de mason olabilsek,diyor. parkta uyuyoruz. ben rüyamda gitar çalıyorum. ozzy,sürekli,kıçım kıçım diye inliyor. geçen gece ir polis öldürdük. ozzy,gırtlağına falçata soktu herifin. sonra soyduk;makatına tıkadık tabancasını. ben buna çok güldüm.kaçtık.şarap aldık yine. ozzy,ezbere,allan ginsberg'in "amerika" adlı şiirini okudu. -ozzy, dedim, bu bir serüven mi? -evde oturup televizyon mu seyretmek isterdin, dedi. yürüdük.tren yolundaki sinyalizasyon ışıklarını taşa tuttuk. sonra yuvarlandık kar içinde. tırmaladık birbirimizi.bu çok sürecek. bu sonsuza kadar sürecek. biliyorum.bileklerimizi doğrayana kadar. bıçaklanana kadar. ahududu likörüyle birileri bizi zehirleyinceye kadar. herkes dışarı çıkıncaya kadar.biliyorum. ozzy, ağlıyor bazen.bir köşe.bir çukur. açık kanalizastonda yüzünü yıkıyor ardından. -gidelim, diyor, haklamamız gereken bir burjuva piçi var. arabaları çiziyoruz.tamponları söküyoruz. süpermarketlerden konserve çalıyoruz.ben en çok yaprak dolması seviyorum. ozzy ise, sardalye. bir apartmanın üçüncü katına tırmanarak balkondaki fesleğen saksısını ele geçirdik. harekat başarılı.bu çok sürecek. gündüzleri bir oto tamircisinin yanında çalışıyorum. ozzy'yi özlüyorum. o ise, bütün gün nietzsche okuyor. notlar alıyor, esrarlı sigara içiyor. örgüt planları yapıyor, şemalar.krokiler. kedimiz "skinhead",uyuyor.bu çok sürecek. bu sonsuza dek sürecek. biliyorum. biz kravat takıncaya kadar. devlet devrilinceye kadar kim bilir belki bir oyun. ebe, öldürülünceye kadar. küçük ejderham ve ben sokakta duruyoruz. L. Girit adasının egemeni kral minos'un eşi pasifae'nin bir boğayla ilişkisi olmuş. bu ilişkiden, yarı boğa, yarısı insan olan minotaurus dünyaya gelmiş...Kral,bu utancını gizlemek için saray mimarını çağırarak buna bir çözüm bulmasını, bu yaratığı içinden bir daha çıkamayacağı bir yere kapatmasını, yine bu yaratığa yaklaşacak olanada yine aynı biçimde kaybolacağı bir yer yapmasını istemiş.Ve saray mimarı daidalos, insanın kaygılarından kaynaklanan karmaşıklığı taştani topraktan işleyerek yeryüzündeki ilk labirenti yapmış. Siyah Prömiyer'O, anlar! 'a İnanma, geçitin sonunda çıkış yokk O iki çıplak adam da seni orada beklemiyorr Sessizlik farklı bir anamnezdii Son konuşan, ilk sözü etmiş demektirr Bundan sonra yüzümde facia beslemeyeceğimm Kalbimi blues zindanlarında boğdurdumm Uzun bir yazıda gözden kaçan bir firari harfimm Ne benle başlıyor kelime ne de benle bitiyorr Bu gezegenin tozuyum kendimi yine sileceğimm Sana gelmiyorum bu yara başka hastalıktann Bir hatıra bile değilsin ben içeri girerkenn Ben dışarı çıkarken fil mezarlığı artık yüzünn Yüzümü yüzüne yeni yıkanmış kefenn şeklinde seriyorum boyunca, iyii Aşktan bana her mevsim çığ düşüyorr Aşkın mı? böyle bir şarkı dinlemiştimm Ne kimse söylüyordu ne de ben eşlik ediyordumm Damdan dama atlarken düşen bir kedinin gözlerii var işte şimdi kana batan yüzümdee Yüzümü ellerinin arasına all Hani tutarmış gibi bir sincap, cevizinii İnanma, geçitin sonunda çıkış yokk Ve dönme geri, arkadaki giriş de kapalıı Senin yüzün benim yüzüme şüphesiz gizligeçitt Benim yüzüm senin yüzünle paketlii Bedenimi değil, bir tımarhaneyi sunuyorum sanaa İçim cıvıl cıvıl deli çocuklar bahçesii Kan falıma baktırdım bir vakte kadar ölüm görünüyorr Ve deli gömleği gibi duruyor yüzüm kafatasımdaa Hiç tanığım olmuyor hiç yaşadıkçaa Ve içimdeki dava düşüyor sen içeri girerkenn Ben dışarı çıkarken, anla, bambaşka bir inzivaa Ante Mortem ŞarkısıBilinçsizce şekilleri birleştiriyorsun yalnızca kesici bir alet edineceksin belki de.. Korkuyorum.. korkularım, geceyarıları uyanıp aya bakıyor Ay, tanrının bıraktığı parmakizi gökyüzünde! Ben, bu aşkta uzaya açılacağım yekpare, diyorsun. giyinmişsin. kararlısın anlaşılan. Sınırını izinsiz geçen kaç düşman askeri vardı ki sanki Dur! Yabancı! Parola! Hiçbir vahşi kurt insana sığınmaz yaralandığında! Parola: suskun kalakalan dudaklarda vurularak yakalanmış firari bir sevgili.. hani ecelle aramda gerili sestelleri içinden süzülür ya rüzgar gibi bir melankoli diye yazmıştın, bilmem hatırlar mısın, tanıştığımız gün çakıltaşlarını kaydırarak bir ebru ustası edasıyla yalıçapkını denize.. İşte tam bu esnada, şimdi, ayrılırken casus hatıra uçakları beliriyor ardı ardına radar ekranı yeşil nemli gözlerinde! Sonbahara takılmış bir ağaç çığlık çığlığa nasıl düşürürse yapraklarını Bir kelebek nasıl saklarsa ruhunda meleklerin öldürdüğü bir tırtılı öyle bir trajediyle Öyle bir dönüşümle kabulleniyorum kendi doğana sırnaşmanı! Mutluluklar diliyorum sana yavrum yalnızca kesici bir alet edineceksin belki de.. Bekliyorum.. bekleyişlerim, geceyarıları uyanıp aya bakıyor Ay, suçlu bir tanrının robot resmi gökyüzünde! Ben Seni Seviyorum Bunda Bir Kasıt Yokacınası tesadüflerle ayrılıyorsun molekülden, hüzün hastası bir hayvansın şiddetli baş ağrılarıyla çalkalanan çok kurak iklimlerde, büyük sinir krizlerinde ağır işkence görmüş şehirlerde saadetin zarif, adaletin ince. bir miktar alkol ve ürperti alıyorsun kelimelerin karardığı peşin hükümlerde. şahsi sevişiyorsun şiddetin bütün bitki örtüsüyle. gözlerin ucuz, tutkun ucuz, direncin ucuz tehlikeli bir yalan gibi duruyorsun ruh yoksulluğunun harikulade iskeleti üzerinde. tutulamayacak yeminsin, yemin ederim, her insana gerçek aşkı öğretecek bir külfetin var ve alelacele asılmış bir çocuk militan gibi şaşkın ama onurlu bakıyorsun yükseldiğin gökyüzüne. ben seni ayakta alkışlıyorum hep ayakta alkışlıyorum seni ben yollarda yürürken alkışlıyorum sinemalarda, üçüncü sınıf oyuncularda alkışlıyorum afrika'nın içlerine doğru alkışlıyorum vuruşurken alkışlıyorum seni ben evet, hüzün hastası bir hayvansın acınası tesadüflerle ayrılıyorsun kainata gösterdiğin sahte hüviyetinden. o nasıl bir hale bana cimri, başkalarına bonkör bedeninde; bir acı votka tadı yakalıyorum dilenen bakışlarında 'suçsuzum' diyorsun, 'tarzım bu' diyorsun aç bir kurt gibi iniyor yüzüne hüzün kirpiklerin alnına deyiyor bende deyiyorum alnına cevapsız sorularımla uykum geldi diyorum seni sevmekten uykum geldi jilete abanıyorum korkuya abanıyorum tek arkadaşım yok öbür tarafta çünkü! çek perdeleri, kapat ışıkları bu telaşlı yokoluşun fosforu aydınlatır bizi uykum geldi diyorum tutulamayacak yeminsin, yemin ederim heryeri keserim, herkesi, herşeyi keserim bıçağımı taşıyan elde kader çizgim de gizli! bitiyor sancıda safları sıklaştıran o garip haz bitiyor bir kez olsun samimi bak bak! gecenin eteklerine eşkiya ayrılıklar siniyor! acınası tesadüflerle ayrılıyorsun molekülden ateşler içinde bırakıyorsun sana biriktirdiğim suyu oysa hiç sansım kalmadı yeniden doğmak için, bana ait olduğu belirtilen külden. al bu külü de götür al bu külü de götür, diğer taraflara üfle muzaffer bir hain gibi ayrıl tertemiz hayal hikayemden. Aşk, Teknolojik Bir KelimeI. Bu gece sana uğramayı düşünmüyorum. Saadet diyorsun çünkü. Saadet: Bir kilide sokulan anahtar. Ya açarsın ya da kapatırsın. Bir Organ Nakli Gibi Sevmiştim SeniBir organ nakli gibi sevmiştim seni; Çürük gözlerine bağışlanan ellerim, Yırtık dudaklarına bağışlanan şiirlerim.. Darmadağın kadınların,darmadağın ettiği erkekler gibi Sevmiştim seni... Çok eskitilmiş bir aşkın hatırlanması, Sevgilinin resmi karşısında çocuksu bir iç kanaması Aslında işin açıkçası; Rüzgarın fırtınaya dönüşmesi gibi Hayatına yönelik bombalı bir saldırı gibi Geriye çekilirken herkesi öldürmek gibi Sevmiştim seni... Ruhum kan kaybederken nasıl tutarım seni şimdi deniz gibi, Neticesi olmayan herhangi bir sebep gibi Ortalık yerde durup dururken Sevmiştim seni... Atlara kalırsa çoktan kaybettik savaşı, Mızraklar kırıldı,kalkanlar delindi,ganimetler paylaşıldı. Kasaba meydanında birbirini dövmekten Yorulan iki kovboy gibi, Bir tabancanın namlusuyla tetiğiyle, Kendisinden farklı, Kendisinden ayrı, Bir silahın şarjöründe tanışan iki soğuk mermi gibi, Aynı bedene sıkılan iki el kurşun gibi, Katille kurban arasında o birkaç saniyelik telaşla Sevmiştim Seni... Anneler Oğullarını AffetmezAnnemin elini öper gibi öptüm seni dudaklarından Annemin cenazesinde kılmadığım namaz kadar masum Annemin mezartaşındaki imla hataları kadar sarhoş Annemin vasiyetindeki, 'Oğlumu benim yanıma gömmeyin sakın' maddesi kadar sevecendin. Bazı eski romanlar 'Yıl bin dokuz yüz bilmem kaç' diye başlardı, ben çocukluğuma, çocukluğumun çocuk romanına, senin oyuncaklarını kırarak başladım. Ben her sonbahara hep yaz'ı kırarak başladım. Yazları kırarak sonbaharlara başlamak... Bunlar benim sevişirken kaybettiğim savaşlardı! Firari bir aşka saklanacak kalp bulmak Anneme talip olan yalnızlığın sorumluluğundaydı. Belki o kadının ölüm nedeniyle ısınan gözlerinin, uzak şehirleri hatırlatan soğukluğunda bir kalp bulmak bir kalbe çevrilmeyeek bir teklif sunmak okyanusları birleştiren hayali aradenizlerin sonundaydı! Ah, nasıl unuturum, Ah ben nasıl unuturum ki annem lohusayken karnına bir gül koymuştu! Gül bu durur mu hiç yerinde annemin karnına yepyeni bir rahim oymuştu! Benim çıktığım rahim, cehennem gülün oyduğu rahim, cennet! Bütün bu mağaraların demir zemberek kapılarında babamın spermlerinin yazdığı metinler kutsal ihanet metinleri, kutsal cehalet yeminleri, ölü kardeşlerim doğmamış kardeşlerim doğmamış melek kardeşlerim, peygamber kardeşlerim, cin kardeşlerim hepsi, ama hepsi, karanlığın serseriliğinde pervasızca donmuştu! Annemin öldüğü gece kazıdım kafamı! Kazıdım kafamı kafatasıma kadar! , Siyah bir tişört giydim, siyah bir pantolon siyah çoraplar ve siyah botlar simsiyah bir palto giydim! Simsiyah bir gece giydim yüzüme! Sana geldim yas tutar gibi Sana geldim yağmur altında, bütün atları yaralı bir posta arabası gibi Annemin elini öper gibi öptüm seni dudaklarından 'Beni annemin yanına gömme sakın' dedim sana 'Beni hiç gömme, ben hep burda kalayım' 'Bu evde çürüyeyim seni ıhlamur kokan yatağında' 'bu evde dökülsün etlerim yaz'ı kırarak sonbahara başlayan bir ağacın döktüğü yapraklar misali' Annemin elini öper gibi öptüm yine seni dudaklarından sonra alnıma götürdüm dudaklarını ince ince, kibarca 'Affet beni anne' dedim 'Affet, tüm bunlar bir ölünün hayatta kalma heyecanından! ' İnsan Telefon Defterini Temize Çekerken Bazı İsimleri Eski Defterinde BırakırOnlar artık birdaha asla aranmayacaktır.Garip bir hüznü barındıran bu silik isimlere bakılır bakılır.Kimi okuldan sınıf arkadaşınızdır, kimi çok çabuk unutuverdiğiniz bir sevgili, kimi bir cafede aylarca herşeyi ama herşeyi paylaştığınız birisi; yada istifa ettiğiniz bir yerden bir arkadaşınız! Soyadları sorulmamış birsürü hatırlanmayan isimde vardır defterde; ve şüphesiz üstünde isim olmayan telefon numaraları korkunç bir operasyonla onlarca hayat, onlarca güzellik bir çırpıda ortadan kaldırılır. İNSAN TELEFON DEFTERİNİ TEMİZE ÇEKERKEN BAZI İSİMLER ÜZERİNDE DURUR. Onca zaman sonra birkez arasanız, sesini duysanız... Ona edilebilecek bir çift sözünüz yoktur! Birlikte gittiğiniz filmler, meyhaneler, evler birbirinizi yıllar sonra özlemenizi sağlayacak sevgiyi aşılamamıştır size.Yalnızca bir isİmdir şimdi o.Temize çekerken atlarsınız hemen.Derhal çevirirsiniz sayfayı telaşla, alalacele.Oh, isim geçmişte kalmıştır. İNSAN TELEFON DEFTERİNİ TEMİZE ÇEKERKEN HAYATINIDA SORGULAR! Hangisi ihanet etmiştir, hangisi yalvarmıştır kendisini bırakmamanız için; hangisinin birsüre sonra arkanızdan konuştuğunu duymuşsunuzdur; hangisi sizi en güzel öpmüştür; hangisi rüyalarınıza girmiştir, hangisinin ayak parmakları ilginizi çekmiştir, hangisine hediye alırken zorlanmışsınızdır, hangisiyle en hararetli tartışmalara girip kavga etmişsinizdir, hangisi için sabahlara kadar içip içip ağlamışsınızdır? ! ... Doğrular, yanlışlar, hatalar, tutkular! Birlikte EDİP CANSEVER okuduğunuz o insanlar, solmuşlardır. İNSAN TELEFON DEFTERİNİ TEMİZE ÇEKERKEN YALNIZLIĞINIDA KANITLAR. Bütün bu insanlar şimdi nerede, ne yapmaktadırlar? Saat elbette dört'tür! Paradoks, labirent, koni, tüm bilimsel ifadeler ve mentalite tersine dönmüştür. Ters dönmüşüzdür. Bu tekbaşınalık ve bu isim katliamı aslında size ters gelir... Çalan telefona bakarsınız.Acaba? Acaba telefon defterini temize çeken bir arkadaşınızın son anda kurtarma çabası mıdır? Bir iki kırık sözcük, yarım yamalak bir buluşma, belki... Bilemezsiniz... LÜTFEN, AMA LÜTFEN TELEFON DEFTERLERİNİZİ KAYBETMEYİNİZ... 1 Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Manje_Loa Yanıtlama zamanı: Temmuz 7, 2008 Paylaş Yanıtlama zamanı: Temmuz 7, 2008 HİKAYE anladık, uzakta bir parıltı var ve lirler de kırık hüzün ve ölüm eşittir hırs oluyor orada metrelerce geceye sarkıtılıyoruz eski birer ölü gibi şakaklarda mor damarlar yetmiyor zaman dağınık düşleri köreltilmiş gözleri sahiplenmeye ve devam ediyor hayat en lazım yerinden hızla incelmeye -------------------- WORK'ES'TRA'VMA benimle biraz ilgilenir miydiniz dedi tarihin aortu, çekip çıkardım bütün damarları sevgilimin etinden biraz kezzap biraz ömrüm yakarak unuttum yüzümü aşk ve frijit fitolojisinde - Ah temayüllerim! ah nasıl da sıcacık kaldı ortasında ölümle seviştiğimiz yatak bir din duydum içime hatırladım kocasını aldattığı için kovulmamış mıydı sanki-o'rdan (ilk musiki: organon) aslen dişi olan şeytan denen mor kaltak! ben de tanrıyım işte (ünlemle, yenmiş tırnaklarımı) karartmalar, karafatmalar tanrısı göğsümde tanrılığın verdiği şirret bir şirret yürek bir de laf-ü güzaf ağrısı! - Ah mutfaklarım! arkasından, monologia: homo-logos: yıl 1987.87 türlü hüznün serpiştirdiği füsun. Çok zenci bakışlar ve bilmem kaçıncı kaçışlar acılar acılanmalar fuarı Boynumda huyumdan bir ilmik (ilik açın ağlayışlarınızla gecenin urbanına) maceracı çöküşler - çüküşler (Bak: kavafis ansiklopedisi) vay ve külrengi panik fotoromanlar - ateşe tut, ateş et deccal britomartis'e - bir şişe bir endişe rakı malum bisikletle geçip giden çıplak on beş iskeleti oğlan bir erkeğin çok yalınayakları ayak çırpar irice burun delikleri bir deli kadının masanın üstündeki insan tüyü - Yok! Kıl değil! - solda ağzı akvaryum yaşlı adam yortusu partisinde okyanus taşıyan kedi -ki adı Jack London adını gri cenazem koydu. Çat! kırıldık kibarlıktan sezgi - dürtü! kaygı - tutku! gün: böcek gibi... bedenimle ezdim nergisleri (sevdaya açı'm: tam nergis radyan) ve aynı yapıtlardan kala kath auta avcumda cumaya çevirmen bir sütliman daniel defoe anlamsız mıydı! Yahu sorun muydu HEY! ŞİŞMAN BİR ŞARKI YAŞANMALI ARTIK! yere düşük yapmış sadakatler, sakat sedalar, saatler bu götkubbenin altında bir mecmua basılmalı hitchcock ile nietzsche birlikte olan iki eşcinseldi diye yazılmalı hüzmeye ve korkuya! açlık! midede sonbahar - yağmurun kristalleşmiş alkol! (İstifrağ, Op.: 13101987) - Benimle biraz ilgilenir miydiniz Domino taşlarından inşa edilmiş manastırda ihanet krokileri çizer kendi'm, cinsiyetsiz küfürler eder, bir şey: kuşbakışı işlenmemiş çocukluk babında - gaz lambalarında yangın yak anne yine karanlık - fanatik iç çamaşırları kirlettim, dudaklarımın tadı yok fişledi beni şiir, işletti milli takımı tutan ona tutunan sivil sarmaşıklar afişledi beni fiil filmler ve cahide sonku'lar, ayhan ışık'lar! istiare telefon numaraları (Türkçesi: PTTTTTTT..) sonra isterik sokak araları isterim: hokkabaz ve dişlerimi kamaştıran yedi canerik heyecan kanım paslanıyor, kanım! Kanım: şükre paspas kanım paslanıyor ilahi ilelebetlerde! (falan festekiz, Op.: 14101987) Lütfen çarp bana eminönü - cehennem hattı otobüsü - lailah afacan cinler, la majör sömürü, ürküntü ve şevkat! pink floyd - dire straits - cisimsiz miydiniz ayyuk dumana rahim döşeyen k'ahrım, atlarım ve zortay zehircibaşım! kılcalım benim sanduka aya'lım mefailü faili meçhul İstanbul bencileyin oyalım gir koynum / müsait, gir koynum / sana ait gir koynum / sabit bir tabut gibi istikrarlı gir koynum / tali haki! Tali muteber izninizle ben kalkayım kafi ekber bir halka takayım kulağıma gayrıizafi! (pi-yasa, Op.: 22/7) ve mah'keme kararı: tutı müzeyyen-i guyem ne desem Adolf ve divan şairi Raki: lütfe panflüt elzemse emanet onca fantaziye şadolsun hıyanet ve pamuk prenses: uç uç uçuş böceği annem sana F-16 alacak bombalayacaksın pompei'yi truva atı ırzına sulanacak paris'in paris'in aleti de maşallah eyfel ve göya kaçıracak goya mona'yı bir ışık sürükleyecek o sıra tuna'yı sonra mesela fingir fingir nazırı darb-i mesel efendi lethe'ye, ananeye - anneannelere mümessil diyecek ki: papirüse tuğra olsun orpheus uzvum diyecek ki: tutuk kurbağa haydi, hep beraber "om mani padme hum!" "om mani padme hum!" bugün'e gelirsek çerçeveletip astım astımlı tınımı suya velayetimi versem mi sana: sarı sardunya alıp götürebilecek misin külümü oralara oralara! ta oralara! oralar az minur nurettin az frank sinatra az cenk, telesine travma! -------------------- Kamera stop! Yalnızlığıma kapalı gişeyim.. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Kinyas Yanıtlama zamanı: Temmuz 18, 2008 Paylaş Yanıtlama zamanı: Temmuz 18, 2008 Düşük Yasak kartların çevrildiği beyaz dillerin çemberinde alkışlanan kara haber Bir filmin sonunu önceden bilmek gibi bir boşluğu gerisin geri dönmek başımı dayayacağım omuzlara mayın döşemişler Ağır Bir Parfüm Reveransı Senden Sonraydı.. hayvansız kalmış bir orman gibi ağlamaklıydı kainat; Senden Sonraydı.. hangi dağda ateş yansa o yana ağlardı atlar, ve bir kartal bir kartala dayıyorsa başını aşk çağrıldığı her randevuya geç kalmış demekti! Senden Sonraydı.. gökyüzüne teslim oluyordu ayışığı ah onun zarif parmaklarına dolanmış kuğular, ve kalbi delik bir melek sabahlıyordu yeryüzünde, ümit: kurugül çocuk! ümit: aksigül çocuk! hayat! beni ılık ılık esir al! diye bağırıyordum çakal karasında hançer nefesinde! çünkü bir insan ne sır verebilirdi ki gölgesine aşağı gölde kıyıya vuran genç nilüfer ağzında bir başka genç nilüferle ölmekteyse, ve akşamüstü bir annenin çocuğunun üstünü örtüşü gibi örtüyorsa sancıyı ve ölümü, bir insan ne sır verebilirdi ki gölgesine! çünkü uyuyacak kurt soyunur üstünden dağları çıkartırdı! dağlar, kokarcalarına alevcesine sokulurdu dağlar, sularına alev içercesine dokunurdu dağlar, dağlarına dürüsttü dağların namluya sürülü kurşunu yoktu! dağların mor avı çoktu dağların zor avcısı çoktu dağlar, dağlara bir kez daldı mı kendi doruklarından mahşeri vurgunlar yerdi dağların grevi borandı, çıyandı, yabanıl ottu dağlara sinsi bulutlarla inen eşkıya baruta kuytu, postal niyetine haysiyet giydirirdi! hele mermi bir kez müstehzi bir ifadeyle savurduysa tunç buhardan yelelerini, atların toynaklarına kan gibi menzil bakışlarına menzil gibi kan otururdu! atlara dağ kaldırmışlığı karanlığın o şen nallarda rakseden yosma şavkın gerdanı altına batırılmış isyanın şakırtısıyla tutuşurdu! tutuş benim yağız yılanımı puşi gibi sarıp da tutuş benim delioğlan fırtınamı ağzında ağıt gibi yakıp da dumanıyla isiyle, dermanıyla iniyle, inlenen ismine nakış gibi işlenen kahpe fermanıyla kapına dayanan tanrı misafiri sevdam, aşkımla belalanan dağım! belalı dağlım! dağlara adak adamış bir toprağın yangınıyım ben de! bakma! dağını emziremedim siyah sütümde zehir şıngırdar! kızma! dağına bir taş da ben koyamadım kumumda tuz var! ama senin kulağına eğilip DAĞ diye fısıldayan bu dudak bir gün ya elinden ya ayağından ya eteğimden ya da alnından öfkelenme, öpmeyecek, sadece şehit düşmüş bir hayalet nehir gibi fışkırıp başka bambaşka dağlara at sırtında dörtnala kan olup akacak! Çalıntı Bir Aşktan Alıntı hacivat adamlar zülfikar kemiğiyle lades tutuşurdu denize kusarlardı; yosun tutuşur, karides tutuşurdu elele tutuşurduk, kimse susmazdı, susmak olmazdı istanbul’da bir asit şişesi kırılırdı bir çocuk kapıyı açıp laciverde girerdi dudaklarından öperdim, başım derde girerdi ve bir ayna şarkı söylemeye başlardı olduğu yerde örneğin sarıyer’de: Bir börekçi aniden küçümsenirdi çay bardaklarıyla asya’nın en eski haritası çizilirdi seni düşlerdik tüm belleğimizle acı çizilirdi, et çizilirdi, kafatası çizilirdi! bir vapura binerdik, yüzümüz üstümüz limon ağacı her iskele biraz daha uzak, her aşk biraz daha latince iki parmak daktilo yazar gibi kopuk kopuk iki sözcükle gözlerine yazardım kendimi acemice! ve bayram harçlıklarımı, açlıklarımı düşürmüş olurdum böylece! sen ise gençliğini, hep çocukluğunu düşürmüşsün diyelim gece, diyelim alelacele yalnızsın diyelim ki oturup beni düşünmüşsün ağlamışsın gride biraz siyah, biraz beyaz arar gibi yeşilde mavi yok oysa, sarı hiç yok! beni düşünmüşsün saçlarını akordeonlarla tarar gibi küçücük bir kız gibi küçücük bir delikanlı gibi küçük bir yaradaki büyük bir kabuk gibi büyük bir yaradaki küçük bir kabuk gibi kanar gibi, kanatır gibi, birlikte kanar gibi beni düşünmüşsün! ecel olur gelirim sana artık adressiz bir zarf gibi zarfı yalayıp kapatırken dudaklarımı kağıtla keser gibi çünkü ben orda celladım, biraz katil seri haldeyim sana, paralel haldeyim bütün suçlar üstüme yıkıldı, hataların altında kaldım hayatım hayatına düşüp patlamayan hayali bir bomba gibi! Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Kinyas Yanıtlama zamanı: Ağustos 14, 2008 Paylaş Yanıtlama zamanı: Ağustos 14, 2008 Ahlaksızlık Artık zamanın da üstünde şık bir şehirde mazgallara kapatılmış, büyüyemeyen çocuklar için kafatasları çelikten adamların şarkılarını ya da rahibe pelerini altına gizlenmiş, gözleri irin torbalarıyla kanlı şeytanları bir ruhun turuncu mihrabına getirip ordan aşağı atmalı.. sisle örtülü bir tanrı yüzünde ortalık henüz güpegündüz bir şalla sarıldıysa dörtnala karanlık bir an çirkin bir vincin organik çengelinde çağdışı bir cadı gibi kusarken kanlı asılı kaldıysa delikanlılarla yatıp kalkan ivedi bir caddenin dedeleri, dişsiz oratoryolar gibi embriyo ise rahmine sıçarım böyle anaların diye küfrederek dua adına açılıyorsa engerek yuvası avuçları peygamber develerinin artık zamanın da üstünde şahsiyetsiz bir şık şehirde mazgallara kapatılmış, büyüyemeyen çocuklar için kutsal kabahatleri ve mecazi kerhaneleri bir ruhun turuncu mihrabına getirip ordan aşağı atmalı.. ve bu sülalenin bütün arsız, ağızsız ağıtlı kapılarını o sisli yüzlerin yüzüne kapatmalı.. An Düşmesi Büyük yavanlığın zaman kazandığı susuz gezegenlerin arazisi! tarifsiz lanetlenişlerin kuvvetli masumiyetiyle alay eden merhale! talan edilmiş yalnızlıkların tersyüz çevrilerek bekletilmesiyle anlamlanmış sahte mukaddes, sahte susayış, sahte sabrediş izi! toprak ve tüllerin kralı! zehrin bilgisi! sen rüzgara uzat kalbinin mimarını ve çöz suyu deryadan, kat mermere, acıt yeryüzünü! Bıraktın Beni şeytanın beline sardığı kuşakla bağlayıp gözlerimi bu korkunç tuzlu yutkunmanın orta yerine bıraktılar beni bıraktın beni o tahta balerinin yırtık bacaklarında benim tebliğimden bir yansıma bir sıçrayış gece üçte uyanıp başladım alkışlamaya,bıraktın beni; yazı sorguya aldılar işkencede kısa kalbim dolaşıyorum yeni yanmış lisenin koridorlarında da sözlüye kaldırılıyor ilk sevgilim intihar ben hiç ders çalışmadım senden başka, bıraktın beni; kibar bir ******yum ben, bunu da yazdım kumsala, tırnaklarına gözyaşı ojeleri süren artmayacağım, eksilmekti sevişmelerimiz bunun için her gün bir çocuk öldürüyorum parmaklarım bir ferman gibi açılıyor gırtlağında bir güle saati sormak değil mi çekip gitmenin öncesi eğilip bir kediyi okşamak olmasın geri gelmek istemenin en büyük delili; bıraktın beni. yanıtım: anlayacaktık zaten sıkıldığımızı ve bunun böyle bungun, kırışık sürmeyeceğini kahverengiye çevirdi yaşadığım sevdalar beni türkçeler yetmedi karardıkça parlayan şarkıma girdiğim bahçede yitti sidikli ömrüm sanki bir tren raydan çıktı vücudumda bıraktın beni. yıkandım ateşin suyunda gümüşlendim kurşunlandım neşter perisiyim şimdilerdeyse yüksek sesle güldüm buna bunu da- bunu da yazdım kumsala kendi çevremi üçyüz altmış beş günde döndüm sana döndüm dön bana kurtarılmaz ayrılıklar mı yaşıyoruz çarparak söğütlere uğrunda ölünecekleri mi gömüyoruz güneşin battığı yere! aşk, çekim eki almıyor,başka uyaklarla kalıyor ayakta bıraktın beni aşk, artık korkak bir zamir gibi sabah akşam sağına soluna jilet atmakta bu bir lisan-ı hafidir ki ruha dolmakta yalnızlık okuma-yazma bilmiyor siz sürdürün kentinizi komik sarhoşluklarınızı- sahte öpüşmelerinizi girin kalabalığa pazaryerlerine otobüslere bıraktın beni; kaybolun yüzünüzde siz sürdürün kentinizi yangınınızı ben alıyorum, depremlerinizi sel baskınlarınızı, salgınlarınızı afetleri götürüyorum muazzam aşklarınızdan şeytanın beline sardığı kuşakla bağlayıp gözlerimi bu korkunç tuzlu yutkunmanın orta yerine bıraktınız beni! içime beton bir martı döktünüz içime batırdınız ceylan kemiğini! sevgi kubilay'ıydım ben keserek bileklerimi nankör bir testereyle kopuk ellerimi dolaştırdınız bir sopa ucunda tüm yeryüzünde şiir yazdırmadınız bana şiirime döndüm sana döndüm dön bana siz sürdürün kentinizi ben sizin payınıza nasıl olsa yaşıyorum trajedilerinizi muazzam aşklarınızdaki! Su Su Lütfen Biraz Su Saklı kan satar sana acemi kalçalarıyla plastik *****lar, darmadağın bir vücut taşır kutsal suçun da ve takılır kalır ilk ve son mutluluğun uzun çubuklar arasında bıçaklanan yataklarda. dön bak çıkageldiğin ömre, eski sevgililerin elyazılarıdır tenindeki kırışıklıklar, açılır, geçmişin dalgalarına boyun eğip boğulan aklın ölüm, hayata orada ant içirtir ve kapanır sahte, parlak ışıklar! belki de tam uzanıp öpecekken gerçeğin yaralı, bedbaht yüzünü süslerin gerisinde ansızın beliren karanlık delikleriyle reddedilmesi imkânsız, bir teklif olur artık intihar! ....... Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Firdevs Yanıtlama zamanı: Ağustos 14, 2008 Paylaş Yanıtlama zamanı: Ağustos 14, 2008 Küçük İskenderi severim... Flu'es le başladı yazar yanını keşfetmem şiir ve denemeleriyle devam etti... Paylaşım için teşekkürler Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Önerilen Mesajlar
Sohbete katıl
Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.