Jump to content

Küçük İskender Şiirleri


vhercle

Önerilen Mesajlar

ben de bir taklidiyim hüznün

ben de bir taklidiyim hüznün,

isyanım,sakladığım sabrı tutamamaya.

her insan sevdiğine eceldir gün be gün,

her insan ağzında bir giyotun taşır

sevgilisinin dili için.Ancak,

hakikat anlaşıldığında

kimse hayatta kalamayacak.

Farzedelim ki hepimiz delirdik

eşyalarda delirdi, tabiat da,

din de delirdi, sinai atılımlar da.

Böyle bir delirmenin tam ortasında

su bitti, ekmek bitti, hatta kalmadı takat

beynim nerde, gözlerimi gören oldu mu

ellerim çalınmış, gövdem tozlanıyor rafta

benden ne köy olur ne de kasaba

ben artk bir şehrim

böyle bir delirmenin tam ortasında !

göçen sırlarla yaşlandı aklım

şeytan huzura gelsin, etek öpsün

af dilesin!

seni sevmiştim hayat

faretmedin anlamadın

şimdi ölüyorum

bilesin!

Küçük İskender

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

çatlamış bir alın kemiği

gibi duruyor limanda gri gemi,

yağmur, hüviyetini kaybetmiş potansiyel suçlu

rüzgarın kimsesi yok tabiattan başka

zanlıyım, kendimce haklıyım, bu kış ellerime

eksi sonsuz uçlu

upuzun kapalı müzelerin

hep bir çığlıkla hareketlenecek heykellerinin

mermer bronz karışımı

soğuk beyaz karışımı

aldatıcı, göz bebeksiz bakışları bulaştı, evet, harika,

sis çoktan ulaştı denizin sinirlerini bozan

geç dalgasının korku tabirlerine,

baudelaire aldım yanıma okurum diye

felsefe ağaç olsaydı hangi meyveyi verirdi ve

onu anlarım belki, onunla avunurum, hevesiyle;

şimdilik

gecenin esrara

sevgilinin ihanete aç teşekkül mertebesinde

belki gemide, belki sessizliğin güvertesinde

bir takım adamlar gülüşüyor

bir takım adamlar yalan yanlış örgütleniyor

halka ait bir manayı hayasızca aralarında bölüşüyor

hayır, yere düşmüş yalnız bir biletin önünde;

aslında tedirgin ve sıkılganlar

aslında cahil ve saldırganlar

herkes kadar bir gemiye binip gitmekle

şiddetin kendisiyle uzlaşmakla

uzaklaşmakla

uzaklaşmanın hayat paydasıyla çatışmaktalar

evet,

çocukken aynı sınavda çözemedikleri tek soruyla

o tek sorunun cevabıyla boğuşmaktalar: onca

ağırlığına rağmen neden batmaz bir gemi

her gemi batmak için son bir yolcu mu bekler

son yolcunun darmadağın beyni, kalbi mi

indirecektir şalteri; gemi

öyle mi çekilecektir içeri, hayır, örneğin, gerisin geri,

toprağın da olsa kaldırma kuvveti

öyle kolay gömülemezdi hiçbir ölü, hiçbir hüzün neferi;

toprak

iterdi, tutardı, çırpınırdı

istemezdi gövdesine bir şeyin ansızın girmesini;

gemi

çatlamış bir alın kemiği

gibi duruyor limanda gri;

toprak da duruyor

zaman da, adamlar da. önemli bir aşk şahaseri

edasıyla çözülüyorum iskeletimden

etlerimle uçuşuyoruz yapışmak üzere

bir başka iskeletten ufka açılan

yeni

varoluştan oluşmuş hallerden hallere seviyeli;

belki de çok oldu gemi limandan ayrılalı ve gideli;

başlamış bir yolculuğun arkasından karada yazılan seyir defteri

tarih mi demeli buna, günce mi daha doğru, bellek mi,

hoş, ben ellerimi hep yıpranmış çımalara benzetirim

parmaklarım salkım salkım çımadan sarkar sarkar sarkar

kaç gemiyi bağlamak için limana fırlatılmış ellerim

çımacılar mı hain, eldivenler mi kaygan, deneyler mi uğultulu,

ufukta kaybolmaya yüz tutmuş bu büyük yüzen sedyeye

kimi zaman mabet de demeli, nazar da demeli, büyü de demeli

çatlamış bir alın kemiği

gibi kafatasında beyne doğru ilerliyor gemi;

ya çok bildik aynı bir sima var dümende, kazan dairesinde, radarda

ya da

kıyıdayız, hayaller kurarken ölüme dair, erdeme dair; anlıyoruz:

terk edildik,

diğerlerini kurtarırken telaşla o,

tufanda biz geride bırakılanlar, anlıyoruz,

meğer nuh, asla sevmemiş hiçbirimizi.

k.İskender

Gemi

 

küçük İskender'den

 

http://www.vimeo.com/2698748

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sana İyi Geceler

 

ben jiletin öteki yanına yatıyorum sana iyi geceler

pusuların üstünden gece vardiyaları ve rıhtım görülüyor

üstündeki kan kokusu bütün cesetleri buraya çekecek

öyle şehvetli ki dudaklarını saran atmosfer

diplerine kömür çökmüş tırnaklarıyla küçük serseriler

senin ellerinden kabusun matarasını kapacak ve

içindeki sessizliği içecekler

 

ben hüznün öteki yanına yatıyorum sana iyi geceler

son tartışmamız olsun bu yoksa beni öldürecekler

usulca akan bir gözyaşı gibi sevişelim de biraz, eğer istersen,

çok uzun yolları aydınlatan benzin istasyonları gibi

uykusuzluğumuzu gölgelesin alkolün dövdüğü saatler

bak, yatakta ikimiz de ağlıyoruz; meselemiz malum, aşk

üst kattaki komşu yine çocuklara su veriyordur

haplar da kayboldu, esrar da, bileklerimizdeki kesikler de

havaya bir kuş at, ben onu yerdeki gözlerimle vuracağım

dudakların ne ki, olsa olsa şurdan üç beş adım

ben mezarın öteki yanına yatacağım sana iyi geceler

aramıza bir hançer bırakacağım, belki küflü bir hançer

onun küfüyle paslanırken gizli saklı yalnızlığımız

rüyamıza giren periler

içimizdeki mutsuzluğu içecekler

 

ben intiharın öteki yanına yatıyorum sana iyi geceler.

 

Küçük İskender

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Kahretsin! Dün gece yatarken çıkardığım inançlarımı bulamıyorum.
huzurlu yaşama savaşının insanı iğrendiren kolaycılığı
Yürü gölgem kaybolup gitmeyi göze aldığın karanlığa. Or'da beyazlaşırdın.
Elimde hiç kullanılmamış taze bir ruh var.

Hangi vücuda soksam onu,

özgürlük baki kalır,

sonsuzluk yeryüzüne düşer!

Biz, cinnetin üzerinde. Etraf acayip ekselans! Muhitimiz, imzasız mektuplar postanesi. Fikir Hürriyeti Cereyanı'na kapılan bedenlerimiz, fareli köye beyaz peynir kamyonları sürmekte!
VÜCUTLARIMIZA SIĞMIYORUZ. Herkes cebinde yüz elli gram intihar taşıyor bu dünyada.
Affedilen, vazgeçilendir.
Yaşadığıma dair hiçbir ipucu bulamıyorlar.
İçeri doğru eklenmek, dışarı doğru parçalanmaktan iyidir.
Umudun teklif ettiği ortaklığı reddettik.
Kuvvetli ihtimal darmadağınığım.

Tehlikeliyim.

Tehlikedeyim.

İçtim mi ölmek istiyorum.

Teşekkürler..

Tam zamanında öldünüz / öldürüldünüz!

Birer sokak arayla camii ve kilise..

Uzanıp birbirine deymeye çalışan çan kulesi ve minare!

Şimdilik ölümüne kadar hayattasın!
Yuvarlak kareler ve üçgen bir SON
İnsanlar dünyada elma yemeye devam ettiler
herkes kapasitesi kadar şizofren
Ey ölüm, saatin kaç olduğunu söyle!
Artık yoksun!

Bu yokluk, hiçbir varlığın karşılığı değil!

hiçbir kutsal kitapta geçmiyoruz!
Onlar kültablasında unutulmuş,

kendi kendine yanıp sönen birer sigara..

Dumandan rahatsız olanların başbelaları!

Çocuktu henüz, dudaklarımızı aşındıran sözcükler
Yaralı bir hayvanın intiharı sayılmaz mı uzaklara bakmak

 

Küçük İskender - Cehenneme gitme yöntemleri kitabından sevdiğim mısralar

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Gelecek Yıl Bahar Yokmuş

Yüzünü bir kedi tırmalayacak ona deli deme sakın

Sonra trenin önüne bir oğlan atlayacak

Zayıf, uzun bacaklı, çetrefil, kendine kahraman

Raylarda kırmızı şarap şişeleri patlamışçasına

Bu gece yağmur yağacak ona dur deme sakın

Su yaramazdır, toprağın yorgunluğundan ne anlayacak

İçini sürüklediğin bu korkunç mermi yuvasında

En büyük dansa kalkmaya hazır ağır dallarınla

Ninnilerle değil, vedalarla uyut kendini

Dışarıdaki cemre sana düşmez uyma hayata

Bu gece herkesin hafızası silinecek itinayla

Buna kader deme sakın

Zaten üç beş kişiyiz gürültümüz tuhaflığımızdan

Sevişsek içkiler bitiyor sandık

Ağlaşsak hüzünler harfiyen sıradan

Hangimiz hainiz hangimiz hırpalandık

Hangimiz kuvvetli yalnızlıklarıyla böyle olağan

Sonra trenin önüne bir oğlan atlayacak

Zayıf, uzun bacaklı, çetrefil, kendine kahraman

Bu gece kökler yeryüzüne yürüyecek neden deme sakın

Acı arsızdır, bedenin direncinden ne anlayacak

 

 

k. İskender

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Çin LOkantası

 

beni sevmene asla izin vermeyeceğim' diye yazmıştın kapımdaki not defterime kendi kapımı çalmak zorunda kalmıştım içerde olmadığımı bile bile gövdeni hatırlıyorum ansızın bu kış ormanında işte uzun, büyük, parlak siyah ve vahşi! parçalayacak kadar siyah ve onarabilecek kadar vahşi! sanki aşka hayattan daha fazla özen gösteren, çocuksu ama hep hırpalanmış, hırpalandıkça palazlanmış bir ziyaretçi! gövde'nin tarihi'nde yan yana dururdu yalnızlıklarımız plastik ve acımasız, zehirli ve karmaşık kısaca, birbirlerine sevgiyi öğretmeye çalışırken birbirlerine kan içirdiklerini anlayan iki serseri aşık! ellerini saklamaya çabaladığı o şehir gecesi başın omzumda, gözlerin kapalı, saçların açık giderken citroen: dudaklarını döven neon gazı dudaklarındaki kazı tozu, 'ölelim mi? ' demiştin bak şimdi tam sırası! dağlarda bir çin lokantasıydık senle ben müşterisiz mütemadiyen ağlamaklı için için eğlenceli temiz... çevresinde çizgifilm hayvanlarının oynaştığı bir çin lokantasıydık dağlarda senle ben bir tahta masa, iki iskemleyle sınırlıydı ülkemiz! mesela yeni pişmiş pirinç pilavı dilinin üstünde yürürdü kokarca ve sağ kulağındaki halka küpeden atlardı çığlık çığlığa tenimdeki yüm yabanil bitki örtüsü biz birbirimizin çatalı, bıçağı biz birbirimizin incecik hırsızı, gönül süsü ayrılık, bir yutulmaz lokma gibi kaldı boğazımızda! sevgilim, sevdanın sevdaya ettiğini etmez et, kemiğe sarayın çıkışlarını tutarken uyuşturucu ve kaftan merdivenlere yığılıp ölen son şehzade son fırsat, kaçınılmaz son düet, son soytarının son yemini son sonsuzluğa dokunan küstah kızıl kanaviçe! dağlar, dersini verir acının kuşkusuz aslolan, savruk ruhlara yakışan sahici ölümler bulmakta yoksa kimin kimin tabutunu çakacağı mühim değil! gecenin koynuna ihanet, bir ****** gibi sokulmakta! işıktan ışığa geçen o tenha yolda o karanlık nefes alışta ve o darmadağın boğulmada seni sevmeme asla izin vermediğin o kör noktada o hırçın, o fazla erkek, fazla kadın noktada tanımadığım tanımaya kalkışmadığım izahı zor, kavranması imkansız bir hastalık gibi ilerledim gövdenin gövdemi bulandırdığı şaha kaldırdığı boşluklarda! iz sürmedim ad sormadım dönüp bakmadım ardıma! hatırla sevgilim, mutlaka sen de hatırla o kadar çok kovaladık ki hayat içersinde kendi kendimizi mecali kalmadı hayatların başka hayatları yakalamaya! 'beni sevmene asla izin vermeyeceğim' diye yazmıştın kapımdaki not defterine ben de eklemiştim altına: 'aşkı dövmek lazım kalbe terbiyesizlik ettiğinde! ..'

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Doktor Kontrolü

 

doktor kontrolünde terkediyorum seni!

çiğnediğim jilettin çünkü

 

ciddiyetini kaybeden alkoldün

burda kötü tesadüftü dudaklarının zihniyeti

harcadığım hayattın

harcadığım, vekaletini aldığım haşarı velet

evet, sesimdeki tattın

sesimdeki rüya, sesimdeki avuç, sesimdeki dağ

kısmi yalnızlığımın nüfus patlaması

kuduran parmaklarım,

kuduran parmakizim

ellerimi rehin bıraktım sensizliğe

ellerimi okula yazdırdım bedeninde

çalan zildin, çalıp kaçan menzildin

artık ticarete atılabilir ruhun

artık ihanete kafiye olabilirsin ancak

adını küfür sayıyorum sevdama

vuruyorum, kırıyorum, dövüşüyorum ...

elbette biraz kurt cobain

elbette biraz ozzie

elbette tamı tamamına joplin fazında

paralelden vazgeçip seri bağlanan kader

kırsal kesim tenimdeki dejenerasyon

sabah sabah esrar, sabah sabah sperm

sabah sabah ortadoğu sabah sabah kanlı krem

işin içinde devlet de var

aşkın içinde hükümet de var bebeğim

sen dış işleri ben iç işleri bakanı

beni arkamdan vuran dünya düzeni

dünyayı düzenlerin anlı şanlı tarihi

vaktim yok kıta keşfetmeye

bir parça penis yeter mezarımı kazmaya

bir parça his yeter yenilmeme, yıkılmama

ah tabii ki 1999'dayız

rosche'luyuz, mutluluk bizim normal halimiz

aslında bizim mutluluktan kastımız

zan altındaki hürriyetimiz

 

delikanlı tarafımıza ters geliyor hususi hiyerarşi

haplanmış bir kapitalizmle yaşarken halklar,

dağılın lan ülkeler

dağılın lan ordular

sizin yüzünüzden kesip duruyorum sevgilimi!

 

sizsiniz asıl muhatabım, ama ona vuruyorum

adrenalin, stalin'le kardeş çıkıyor

kıymetsiz ve alakasız bir vakitten sadakat diliyorum

tapınak ilan ediyorum yeryüzündeki cehennemi

 

allah belanızı versin!

doktor kontrolünde terkediyorum seni!

 

24 aralık 1999

 

Paris

bu kartı sana paris’ten atıyorum

 

çok türkçe bir aşkın ortasında

çok türkçe bir yağmurun mağarasında

çift kâğıtlının son dumanına sinen erezyonda

kelimelerden

beni aşağılayan, bir hiç yerine koyan kelimelerden

ve tehlikeli, korkunç hayvanlardan kurtulduğum,

kendime doğru

bir çıkış yolu bulduğum

güzel bir zamanda..

 

bu kartı sana paris’ten atıyorum:

 

bugün mavinin ayrı bir havası

bugün rüzgârın özel bir şıklığı var,

bugün kuşların yaşgünü çünkü sevgilim!

bugün kuşlarla senden, senin

o çok efkârlı ellerinden konuştuk uzun uzun

bugün kuşlarla senin resmini çizdik

bütün karakol duvarlarına

biraz sandviç yedik, biraz su içtik seni düşünerek

allahına kadar fırlamaydık senin anlayacağın

bugün kuşların yaşgünü çünkü sevgilim

bugün kuşlara senin ismini armağan ettim!

 

gereksiz eklem ağrıları ve kriz değil midir

ışıksız gözlerime bir nebze kan

pul pul olmuş tenime enjektör kapanları kuran,

duran

sonra yürüyen

sonra bir daha duran

seyyah kalbime tüm ihtişamıyla boşalan

hap niyetine sıcak elektriğin doludizgin sersemliğinde

üşürken, açken

kolları kısa ceketimin yakalarını kaldırırken

sorgumda soruyorum bunları, hep soru kalanları:

niye ayrıldık (cevabı kullanılmış, aids riski taşıyor)

nasıl sustuk (cevabı, kalabalık getto masallarında)

niçin birbirimize çarpa çarpa bir suça ortak olduk

şimdi hangi dozda hangi ekolde zırvalıyorum

sokaklarda mora mor çalan dönme bir gitaristken

koşabiliyor muyum, nefes alabiliyor muyum, sıçabiliyor muyum

dehşetli yerlerimden

en karanlık gizlerimden çalakalem vurulmuşken

otuz üçünde kahpe bir anarşist

sırtında yetmiş yedi hançer yarası

bir polisten tokatlanmış magnum ve ben

gece camlarını, ******.mlarını yumruklarken

ya da

 

çıplak ayaklarımla boş ilaç şişelerini ezerken

her yer, herşey kırmızıya boyanırken duruluyorum

ölmek üzere olan birin üstünde dönenen

puşt akbabalar gibi yüzümün üstünde dolanıyor ruhum!

bu kartı sana ben

sanırım

paris’ten atıyorum!

 

mamafih,

niye gelmişim, nerden gelmişim, neden burdayım

sanki

ekmeğe karışmışken toprağı özleyen buğdayım!

sevgilim, ben ne soysuz bir adamım -ki

kopan mi telinin yerine kurumuş bir gözyaşı takıyorum

evet! evet!

koşuyorum, yuvarlanıyorum, bağırıyorum, ağlıyorum

faşizme yenilmişken

avla avcının mesafesi daralmışken

otuz üçünde bozguna uğramış bir devrimci

kıçında yetmiş yedi.azrak yarası

bu kartı sana ben

büyük ihtimal

paris’ten atıyorum!

Küçük İskender

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

ısrarlı bir çocuk gömleği var bu gece üstümde

siyah, cepsiz, buruşuk ve kirli

okuldan mı kaçtım, evden mi, söyleyemem

titrerdi ellerim uzanıp düzeltirken yüzünü

dudakların Bastille'di, yanılmıyorum,

gözlerin, en çok o körkütük gözlerin devrilir ve

uzun uzun susardı, gözlerine su veremezdim,

tek bir imge taşımazdı birbirimize duyduğumuz his

şiirsizdik, bunu biliyorduk, bunun için ağlamıştık,

bakardık karşı karşıya geçip, hatırlıyor musun,

yalnızca bakardık!

dipsiz, yalansız, ölüme davet eden bir bakmaydı bu

hepsi hepsi aşk!

senyör aşk, mösyö aşk, mister aşk, bay aşk!

şiirsizdik, bunu biliyorduk, bunun için ağlamıştık

bunun için terasa çıkıp aşağı bir gül atmıştık

bunun için rıhtıma inip denize bir gül atmıştık

çaresizdik, sevda biraz da soygundur, işte

 

sevda biraz yakayı ele vermektir, mahkemelere düşmektir,

ben masumum diyebilmektir biraz da sevda,

bunu biliyorduk, bunun için ağlamıştık,

uyanır uyanmaz başlıyorduk ağlamaya

sarılıp sarılıp ağlıyorduk

yorulup uyuyana kadar ağlıyorduk sevgilim

dokunuyorduk su deyip suya deyip su içen kelebekler gibi

susuz kalan gözlerimiz gitgide ağır ağır soluyordu

o gül, gitgide ağır ağır soluyordu rüzgarla

tenlerimizde tenlerimize ait birşeyler dokuyorduk

oysa ısrarlı bir çocuk gömleği var bu gece üstümde

siyah, cepsiz, buruşuk ve kirli

dayak mı yedim, dayak mı attım, söyleyemem

senden bana seken bir yürek

ki yürekler sarı samandan hatıra defterleridir

senden bana yansıyan bir ışık

ki ışıklar elele tutuşup geri çekilirler

senden bana damlayan bir çiy tanesi

ki çiy taneleri ancak biri öldü mü dağılırlar sessizce

 

komşularım senin hakkında konuşmuyorlar

başlar öne eğik, dudaklar bükük, omuzlar çökmüş

resmini indirdim duvardan, adını unuttum ne tuhaf!

karakolda kaydın yok! hastanelerde yok!

mezarlıklarda yok! gittin!.

bir gecede hazırlanıp bir gecede gittin!

bana bir gece bırakıp yanına bir gece alıp da gittin!

kırmızı çoraplarından birinin teki kalmış!

mor çoraplarımdan birinin tekini götürmüşsün!

ben de mi gitmeliydim

yürüdüm! bir kentten bir başka kente yürüdüm!

gittin! inanılmaz!

sana abi diyecektim, dedirtmedin

sana oğlum diyecektim, dedirtmedin

bunun için ağlamıştık, komşular bizi şikayet etmişti

eve gelen ziyaretçiler üzülmüştü

bize gül getirmişlerdi

bize üzüm getirmişlerdi

bize aşk getirmişlerdi

bizi kendimize getirmişlerdi, bunu biliyorduk

bunun için ağlamıştık

 

tuvalette bıraktığın atleti buldum!

kokladım! köpekler gibi kokladım!

yola çıkıp kokunu aradım izini bulurum diye!

gittin! inanılmaz!

senden bana seken bir yürek

ki yürekler zaman zaman dengesini kaybeder

senden bana yansıyan bir ışık

ki ışıklar küstüler mi bir daha barışmazlar

senden bana damlayan bir çiy tanesi

ki çiy taneleri daima acıya müdahele ederler

oysa ısrarlı bir çocuk gömleği var bu gece üstümde

siyah, cepsiz, buruşuk ve kirli

 

senin bu gömlek

senin bu pantolon

artık yalnızca eşyaların

artık yalnızca eşyalarını sevebilirim

artık yalnızca eşyalarınla ağlıyoruz

en fazla seni özlüyoruz

bunu komşularım da öğrendi

ziyaretçiler de öğrendi

bir sen..

bütün aşk şarkılarını söylerdin

bütün aşk şarkıları sana yazılırdı

fakat artık sen yoksun

ölüm koynuma sokulsun, beni soksun,

zehirle beni ey peygamberim!

tanrısıyla sevişen peygamberlere kitap iner

bu gece üstümde ısrarlı bir çocuk gömleği var

galiba düğmelerini çözeceğim!

 

K.İskender/ sarı saman hatıra defteri ( ki en sevdiğimdir)

 

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Hüzünde kırıldım

masum suda kırılan hınzır ışık gibi

geçtim içinden hastalarımla salgın acının

 

Bahara doğru cehennemi gördüm

emrivaki, duru, hasbelkader yarı uykulu

zebanilerin kemikli ayak parmaklarında

 

ölüme sorarsanız: yalan! ben yalnızca / kendimi uydurdum

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Yaranın kapanıp kapanmadığını anlamak için

 

kabuk kaldırılıp altına bakılmaz

 

der, kimi kendini kaybetmiş şehirler...

 

Seni

dün gece vurmuşlar hesapsız bir karanlığın vardiyasında,

soluk yeşil kaşkolunla akarken anarşist dönmelerin barından

henüz kimsenin öğrenmeye kalkışamadığı dar omuzlu sahralara

dizginlerinden kurtulan atlar gibi coşkulu ölmüşsün

ölümün hayata haber olmuş diyorlar!

Ben

Seni ilk kez bir bordo şarabın köpüğünde öpmüştüm kuzgun kuzgun

belki hatırlarsın,

belki temmuzdu belki mayıs belki de dönmüyordu dünya henüz

çıplak bir şuurun açık olmadığı anlarda bir venüs

heykeliydin, yontuyorduk birbirimizi birbirine dargın asırlardan;

neyle vurmuşlar bilmiyorum tabanca mı, bıçak mı, ihanet mi

o iri ve hırçın ellerinde hiç yuva kuramayan merhamet mi

çok kan kaybetmişsin şimdi arasan da bulamazsın

gri gözlerin bulamaz, siyah saçların beyaz tenin bulamaz

pekmez olup tahinime karışmışsın, bizi abanoz bir kaşıkla karmışlar!

 

Seni

Dün gece uzun uzadıya vurmuşlar Nil’in kıyısındaki

 

gelincik tarlalarında

Okyanusta bir timsahın üst çene kemiği gibi duran Afrika’nın

efkarlı bakışlarını kabile büyücülerine emanet ettiği

temsili hatalarda!

Elbette çocuksun, bunu bütün zamanlarda biliyorlar!

Afgan mülteciler biliyorlar özellikle de pakistan sınırında

Moskova’nın bütün barlarında en sert votkanın talanında

Atomu bulan bilginin ağaran saçlarında

Pentagon’un gizli bilgisayar dosyalarında

Elbette çocuksun, bunu bütün örgütlerde, çatışmalarda biliyorlar!

Çapraz ateş arasında kalmış o çok şahane dudaklarının kızılında

busede, Kuran’da, Tevrat’ta, İncil’de, Zebur’da

insana sevda mayası çalınmış her koşulda ve abartıda

senin titrerken rüzgar çıkartan vücudunun ezgisi var,

bunu bütün intiharlarda, kıyımlarda, tacizlerde bir ihtimal biliyorlar!

Sessiz sedasız çekilmiş bir film gibi oynuyorsun

kendi boş sinema salonunda; beyaz perdeye düşen yüzün

değil mi ki beni kırbaçlayan, kamçılayan,

hücrelerimden sorumlu tutan hüzün!

Söz hakkımsın telaşlanmasın sakın temsil ettiğin kudret ve felaket

göz nuru bir nakış edasıyla işlediğin bu hatıra ve ihanet kokan cinayet

eylülle ekim arsında yağan yağmurdur

ekimle kasım arasında yağacak olan kar

Elbette çocuksun, bunu bütün erozyonlarda, heyelanlarda biliyorlar!

Kasissin şarampolsün ama asla bir uçurum kuramadın hala yaşadıklarımıza

Havaya uçurulan bir köprü, sabote edilen bir merasim

ya da en kötü neticeyle, gözlerimden avucuma damlayan hidroklorik asit

başarılı bir ameliyatla değiştirttiğin bakışların

başarılı bir yalnızlıkla yenilettiğin ömrün

değil mi ki beni kırbaçlayan, kamçılayan,

 

hücrelerimden sorumlu tutan hüzün!

 

Seni

dün gece vurmuşlar poyraza doğru yan yatarken çınar ağaçları,

kitap aralarında kurutulmuş yarasalar

ağlayan balıklar yüzünden taşan akvaryumlar

tehlikeli bir saadet zinciri kurduğumuz Amsterdam akşamları

Miami sahilinde ölü bulunan on beşindeki eroinman

Tokyo’da aniden soyulmaya kalkışılınan bir adrenalin bankası

Belli belirsiz bir dark city etkisi, bizi barıştırmak isteyen Nicole Kidman,

Yerlerde yuvarlana yuvarlana dövüşen görüntü yönetmenleri

Patlayan spotlar, yırtılan senaryolar, uyuşturucuya gömülen set çaycıları

Sessiz sedasız çekilmiş bir film gibi oynuyorsun

Kendi boş sinema salonunda; saatler sürecek kalbinle yeniden tanışman!

 

Seni

dün gece vurmuşlar ben poker masasında karşımdaki kumarbaza

alelade bir blöf yaparken: elimde beş as var,

kağıtlarımı açsam adam beni azarlayacak!

Hangi as sahte, ben de bilmiyorum

Aslında rest çeksem ve kaybetsem her şeyimi

Geçip yan odaya bir mektup yazacağım sana her şeyi uzun uzadıya anlatan

Seni neden vurduttuğumu, kiralık katilleri nasıl tuttuğumu

Ve silahlarını verirken niçin başımın döndüğünü, bir maziye tutunduğumu

Uzun uzadıya anlatan bir mektup yazacağım sana, ama

Blöfümü yiyor işte kumarbaz

Kalkamıyorum yerimden

Çıkamıyorum acıdan

Sıyrılamıyorum endişeden

Bu yaz tatilimi İstanbul’da geçireceğim diyor içimdeki rüya

Ciğerlerime fiske fiske çarpan yağmur, o süratli verem!

Ah be bir tanem, nedir bu durup dururken her yerimizden fışkıran kan

Bu müflis depresyon, bu kalitesiz deprem!

 

Seni

Dün gece vurdular, önerdiğim gibi, tahriben çeşitli yerlerinden!

Kurşun sıkılacak tek sağlam noktan kalmadı

Kalmamıştır öyle tembihledim

Sonra ben oturdum biraz rakı içtim, kiraz yedim

Müzik setinde senin o çok sevdiğin cd, Nükhet Duru’dan

Al gönlümü diyar diyar sürükle, hani çalarken senin hep

Bileklerini burktuğun, göğsünü yumrukladığın, zamansız içlendiğin…

Sıradan aşk hikayelerine koskocaman şiirler yaratan şairlerdenim

Cenazene çelenk yerine bir orman göndereceğim bugün

Az önce telefonla sipariş ettim

 

 

 

 

 

 

Ah be bir tanem

Ah be deli uçurtmam!

Ben de gayrı buralarda duramam duramam buralarda

Kendimi sendeki balkondan aşağı ittim!

melodie tarafından düzenlendi
Ardarda Atılan Mesajlar Birleştirildi
Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Bütün yalanlar güzeldir…söylemeyi başaramadığını anlarsam…..hışırtılı soluğunda…uyutayımmı çoko prensini…silahının ne olduğunu bile bile seçtim….ah o zehir edepsizim..yüzümde başkasınımı görüyordun converse bakışında plastik geçirgen susuz timsah….ruhundaki sülük sömürdükçe… ellerin e hükmü geçmeyecek nasırlı omiriliğinde… yaşadıklarımın… koca kıçlı kadınların selüleitli yolundan bi farkı olmalı ..geçecek tene değmeden silüetlere yokmuş muamelesi yapmak bana göremiki… bütün roma-n-lıların tik-i kadar gladyatörüm permatiğimde kesik yüzüm..aşkın a ücretli.. çin işi ..sarı bileklikli unicef yararına sevişeceğim..o an aklımda sen olcaaksn bir günahın bedelini ödeyeceğim tek çekimli ..başka birini seni öptüğüm gibi öpücem…kurumuş etimle rakı içicem boğulana kadar karanda

 

 

Sen intihar ederken orda,

Ben intihar ederken burda

Aynı acıyla...

Aynı yerlerde..

Yanyana...

Sezdirmeden öldüm, farkettirmeden öleceğim..

Birini bırakıp başka birini severken

Hep seni özledim çünkü ben !

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Evet, bilmiyordum. Bilmiyordum, kelimelerden arınmış bir cümle kurar gibi sevişmeyi. Sevişirken sözlük kullanıyordum hala. Ama, seni seviyordum.! Ve sevdiğimi, sevgimi anlatma telaşıyla hata üstüne hata yapıyordum.

 

Dudaklarım gerisin geriye çekildi; ağdalı bir sıvının ağır ağır örttüğü, korkunun biçim kazanıp ayağa kalktığı ve ‘hey bana bir şeyler söylemenin vakti geldi’ dediği zamanlarda bekledim seni; gözlerimi kapadım. Bekledim. Beklerken, özlemenin hangi geçitleri geçilmez kıldığını, hangi duyguların insanı hayata kazandırdığını, basite indirgenmiş hüzünlerin geceleri dinlenmeye müsait şarkılarla şahlandığını anlatamadım. Evet, bilmiyordum. Bilmiyordum, kelimelerden arınmış bir cümle kurar gibi sevişmeyi. Sevişirken sözlük kullanıyordum hala. Ama, seni seviyordum. Ve sevdiğimi, sevgimi anlatma telaşıyla hata üstüne hata yapıyordum sana. Sana yaklaşamıyordum. Yasaklanmıştın adeta. Çiğnemeye çalıştığım yasak olsan da, uzak dursan da, o korkunç şeklini korusan da, farketmiyordu hiçbir şey. Küçük bir ateş. Küçücük bir ateştin sen. Sönmekten ürken bir ateş. Bir su damlasıyla bütün görkemini kaybedebilecek bir ateş. Aşkın mecali kalmamıştı. Sessizce sokuldum yanına. Acıyla irkildin. Gülümsedim. Gülümsememe anlam veremedin elbette. Kimdi bu? Ne istiyordu? Tanımadığın biri. Hatıralarını darmadağın etmeyi planlamış bir yabancı. Fuzuli bir beden, karşındaki. Usulca uzandım,

 

Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm.

 

Kimi geceler penceremden uzayı seyrederim. Uzayın adını ben koymadım. Uzayın adını yıldızlar, gezegenler kendi aralarında kararlaştırmışlar. Rahatlatır beni o. Bütün yağmurlar, uzayın derinliklerinden gelip yağar diye düşünürüm. Yağmurlar başka galaksilerden gelip yağar. Romantizme uyum sağlamak için de değil. Öyle. İşin gerçeği budur. Yağmurlar, bu dünyaya ait sanma. Bembeyaz bir yalnızlığın olmalı senin de. Lekesiz bir yalnızlık. Lekelenmeye müsait bir yalnızlık. Tedirginliğini buna bağlıyorum seni seyrederken. Pişmansın. Pişmansın kapıp koyveremediğin için sanki. Elinde olsa, avaz avaz bağıracaksın sokaklarda. ‘Neyim ben? ! ’ diye haykıracaksın. Olmuyor tabii. Olmuyor. Sıyrılır gibi lüzumsuz bir yerden, sıyrılıp kendi affına sığınıyorsun. Beni anlayacağın günler gelecek. Beni de göreceksin. Benimle tamamlanacak bir şeye benziyorsun çünkü. Korkma lütfen,

 

Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm.

 

Çocukluğumdan söz etmek isterim sana, eğer sıkılmazsan. Bir gün otururuz evde, ben sana hayatımı anlatırım dakika dakika. Kaç yaşımdaysam, o kadar yıl sürer konuşmam. Çay pişiririz. Çaydanlığa su yerine votka koyarız sen dilersen. Sonra da sen anlatırsın: Sevdiğin filmleri, sevdiğin parçaları, sevdiğin canlıları, sevdiğin... hep sevdiğin şeylerden konu açarsın. Ben sıkılmam. Ben seninle sıkılmamayı seni ararken öğrendim. Seni hayal ederken keşfettim sıkılmamanın azametini. Bir insan, bir insanı sıkamaz. Bir insan canı isterse sıkılır. Hacimler açarım sana içimde, dolman için, oraya akman için. Hacimler açarsın bana; çağlayarak gelirim. Endişelenmen gereksiz,

 

Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm.

 

Olması gerektiği kadar fedakar biriyim aslında; daha fazlasını umma açıkçası. Endişelerim, ideallerim, halletmeye çalıştığım meselelerim var. Başkalaşmaya çalışıyorum. Gözardı edilmiş tutumlar edinmek hoş. Değişmek, hiç de zor değil. Yalnızca özgür olabilsem, sorun kalmayacakmış gibi sanki. Anlaşılmak istiyorum: sevdiğim bir şarkıyı herhangi biriyle paylaşırken aynı duyguları hissetmek arzusu bu. Evet, tıpkı bu. Sese, ahenge kapılırken, kendini müziğin ritmine verirken yanında bir diğerinin olabilmesi; görkemli bir anda birlikte sadeleşebilmek. Birlikte dansedebilmek gibi. Sen hastayken başucunda birinin sabaha kadar oturması gibi. Arada bir alnındaki teri silmesi, üstünün açılmamasına dikkat etmesi gibi. Bir başkası için hayatta kalma çabası gibi sanki. Ölmek için değil, yaşamak için uğraşmak gibi. Ummadan, hayal etmeden, sıradan, olduğu gibi.doğal. Ve ciddi. Ciddi ciddi hayatla mücadele edebilme gücü. Bu gücü yanyanayken yaratabilme yeteneği. Ben bu yeteneğin bir parçası olarak sokuluyorum sana. Masallarla geliyorum. Efsanelerle geliyorum. Herhangi bir insanın birikimiyle geliyorum aslında. Artniyetsizim. İnan,

 

Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm.

 

Bazı sorulara cevap bulamadım; kuşkusuz gerekli de değildi bu. Soruyu soru halinde bırakıp sahici yanını korumaya çalışmam, cehalet mi sanıldı acaba? ! Bedenlerin bedenlerden istedikleri, ruhların, ruhlardan çıkarttıkları, karşılıklı acıların birbirlerinin etkisini arttırdıkları vakitlerde düştün aklıma. Aklıma yayıldın. Ne kaybedebilir, ne kazanabilirdim ki artık: Ortadaydım işte! Bir başkasının mal varlığına dönüşmeden yaşayabilmenin yalnızlığıydı bu. Hayır! Melankoli diye adlandırma bu durumu; ortak bir açı yakalayamama sorunu galiba. Her kadın gibi doğurmak hevesi, her erkek gibi dağların doruklarında biraz gözden ırak hüzünlenme denemeleri aslında. Kusura bakma, kafam biraz dağınık,

 

Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm.

 

İnsan inandığı şeyler uğruna muhteşem hatalar da yapabilir. Kızmamalısın. Darılmamalısın eğer bir kardeşlik varsa aranızda. Sevgi, hoşgörü takıntıları da değil. Bir elmanın kırmızı olması, bir gülün öyle kokması, bir derdin halledilmesinin ardından gelen ferahlık kadar sıradan ve güzeldir hata yapmak da. Aşka çılgınlığın yakıştığı çağları neden unutalım? Neden tarihin çuvalına tıkalım tatlı serseriliği, az biraz sergüzeşt olmayı? ! Ilımlılık mı kurtaracak insanlığı? Alttan alma mı örtecek bunca çirkefi, zorluğu, belayı? Demokrasi, senin saçlarından güzel olamaz. Senin yüzünden daha güzel olamaz krediler, faizler, repolar, tahviller. Dünyanın en uzun gecesi 21 aralık değil, beni terkettiğin gecedir. Beni üzdüğün, yorduğun, yıprattığın gecedir. Bir kabahat mi gerçekten kendi dışında birine hayranlık beslemek? ! Gerçekten kırıyorsun beni,

 

Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm.

 

Birinin peşindeyim ben; tanımsız bıraktığım birinin. Sessizliğin doyurduğu, biçimli ve endişeli birinin. Düşüncelerimi zapteden, kelimelerimi korkutan birinin. Yanında huzurlu uyuduğum, mutlu uyandığım birinin. Onunla olmakla, onunla birlikte yaşamakla gizli bir gurur duyduğum, asla kıskançlığa ya da sahiplenmeye dönüşmeyen bir tutkuyla bağlandığım birinin. Onu arıyorum göğe her baktığımda; bir melek gibi uzanıp yüzüme dokunacağını tasarlıyorum. Bütün aşkların payına düşen şiddetten arınmış, başkalarına aynı/ birbirimize farklı koktuğumuz bir sevginin yolu bu. Cesaretimi ondan alıyorum pervasızca ve yine ona ben cesaret veriyorum mücadele ruhunda. Bir sır gibi saklıyoruz misafirliğimizi. Hüzün bitince geri döneceğiz çağımıza. İnsanlığa karışmaya hazır yapışık kalpler taşıyoruz aşkımızda. Bizim aşkımız hakikaten beden gücü gerektiriyor akıl kadar. Yapacak çok işimiz var. Dövüşecek çok düşmanımız var. Kucaklayacak çok arkadaşımız var. Bizim sebebimiz bu. Bizim fazlalığımız bu. Belki de iksirimiz. Kanayan yüzlerle çevrili bir gezegende, fırtınaya karışan bellek tozlarımızla, erdemlerimizle, ideallerimizle ayaktayız. Yalan söylemiyorum

 

Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm.

 

Evet, sen de isterdin sanırım huzurlu yaşayabileceğin bir hayatın planlarını yapabilmeyi; kolaya indirgenmiş, biraz fazlayı aşırılıkta aramayan, ölçülü bir heyecanla kritersiz bir maceraya aday kahraman olmayı. “Rüzgara dur, yağmura yağma, mevsime değiş” demeyi; doğru, hepimizde biraz tanrıyı kıskanmak var galiba. Bütün günahlar da buradan kaynaklanıyor adeta. Hırslarımızın, çekincelerimizin odağı burası. Kazanmaktan çok, kaybetmeyi göze alabiliyoruz. Çikolata bile kurtlanabilir. Dondurma erir. Çiçek solar. Galiba önemli olan, onları yerinde yaşamak, yerinde korumak! Birer hatıraya dönüşseler bile! Kaç ölüme kaç doğuma şahit olduğunu hatırlayabiliyor musun? Sevmek, ifade edebilmek kadar, ifadeyi unutmamaktır da.

 

Şimdi sessizce uzaklaşmalıyım. Çünkü beni anlamadığını, anlamak için uğraşmadığını, hatta bunu önemsemediğini biliyorum. Aynı otobandaydık ve birimiz birimizin yanından geçip gitti. Hafızasızlığı, gurur saymanın adil yanı! . Hangimiz süratliydik; önemi kalmadı. Hangimiz daha özveriliydik; bunun da.. umarım mutlu olursun. Bunu bir çöküntü anında da söylemiyorum. Hiç kimse aldatmadı ötekini; yalnızca böyleydik işte! . Yüzüme öyle bakma nefretle,

 

Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm.

 

Benden uzaklaştıkça, bana ait olandan yakanı sıyırdıkça rahatlayacağını, herşeye yeniden başlayabileceğini sanıyorsun. Kimbilir, doğrudur belki de! . Adımın yaşamadığı, adımın özlemle anılmadığı yerlerde kime umut verebilirim ki zaten? Romantizmin tehlikesi büyük! Romantizmin tehlikesi büyük! Romantizmin esrarı büyüleyici! Romantizmin kanına girdiği insanlar bencil ve hırslı!

Ben seninle birlikte yaşlanabilecek kadar erken yola çıkmayı istemiştim; maceramız uzundu çünkü. Maceramızın tahakküm altına alınamayacak kadar mükemmel olması, donanımımızla ilişkiliydi. Ynni, sen ne kadar sevecensen, ben ne kadar yıpratıcıysam.. o da o kadar mükemmeldi. Özveri denebilir buna. Evet, buna özveri demek beni mutlu ediyor. İnsan, özverinin çocuklara ad olarak verilebileceği bir dünyada tanımını kaybediyor. Bu kaybedişteki kaosun ritmiyle çekiliyorum sana. Sen bir mıknatıssın şeffaf ve ben, çekilirken sana içimdeki alelade metal parçalarıyla, kan şekerim düşüyor, ağzım düşüyor, ellerim.. en çok da ellerim düşüyor! . Sakın ha üstüne alınma,

 

Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm.

 

Ben seni kırmak için yaratılmadım. Uzun zamandır seni planlıyorum haksızca; cezalandırılacak kadar mı yabancı, tanınmaz ve suç yüklüydüm? ! Belki; seni çok yıprattığımın, bıraktığımın elbette farkına vardım, ama herşey mi benim aleyhte varoluşumla açıklanabilir? ! Beni, başta sana olmak üzere kimliklere karşı saldırganlaştıran koşulları tek başıma ben mi oluşturdum? Seni kaybettim. Bunu biliyorum. Seni kaybettiğimi sen çekip gitmeden önce de biliyordum. Ortadaydı. Bedel ve kefalet ortadaydı.. senin hakkında bir satır yazmamaya çalışmamın nedenini hiç düşündün mü? ! Sana ait olanları içten içe koruma uğraşı mıydı sanki bu: kuşkusuz. Hala da saygıyla ağlıyorum. Büyük bir tesadüfe yenildim, büyük bir eksen kaymasıyla, sihirbazın şapkasında sıkışıp kalan tavşan gibi,

 

Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm.

 

Elbette kızıyorsun bana; belki en çok da bu zayıflığıma kızıyorsun: Tedirginliğime, seni kaybetme endişeme, telaşıma, şaşkınlığıma, titreyişime, ürpermem, anlamlarını anlamamış kelimelerle yetinmeme, müzakerelerde bulunmama, buhranların yorduğu bir gençlik yaşamama, bilincimi sana yönlendirmeme, sürekli sürekli içmeme, kelimlerin kifayetsiz olma durumuna, vesaireye vesaireye.. İnadıma öfkeleniyorsun. Seni bırakmama, seni özgürlüğüne salmama hiddetleniyorsun. Bu da aşk işte! Bu da entrika! Bu da soysuzlaşmanın, aşkın getirdiği dalaveralarla kendine kilitlenmenin başka bir çeşidi! Peki anahtar nerede sevgilim? ! peki anahtarın üzerindeki yivler kimin eseri? ! Dur, dur, bağırma,

 

Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm.

 

Bunlar da geçecek şüphesiz. Seni unutmama kaç yüzyıl kaldı ki.. bir küsme, bir burulma biçimiyle gidişinin ardından şehrin gri cephelerine fevkalade ağır bir el bombası gibi düşen bunaltının bıraktığı korkunç acının unutulmasına kaç yüzyıl kaldı ki.. Yaralandım. Bütün noktalarımdaki nöbetçiler de yaralandı. Çığrından çıkmış bir ayaklanma gibi ağlamakta yalnızlığım. Bir gerçek aramıyorum felakete. Bir bahne göremiyorum arkadaşlarımın beni teselli etmek için söyledikleri kelimelerin hanesinde. Ama yokluğunu doldurmuyor sevda siyasetinin hançerleri. Ama bilemiyorum yağmurun ardından artık hangimiz suçlanacak.. Eğer hissediyorsan,

 

Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm.

 

Ben sende ardı arkası kesilmeyen bir korku sevdim. Ben bir cüce çocuk sevdim sende sıska. Şiddetli ve hayret uyandıran manevralarla kendi kanına olan saplantılı aşkını sevdim. O rutubet kokan loş yüzündeki kanalizasyonları, az kelimeyle kurduğun cümlelerdeki gizli soru işaretlerini, barlardan çatlak bardak gibi atılmayı beklemeni, serserice patlamalarını, yuttuğun toplu iğneleri ve bir film hilesi hissi uyandıran utangaç hasret pozlarını sevdim. Dokunamadım sana. Parmakuçlarım neşterdi çünkü. Kırılan bir kemiğin sesiyle veda ederken,

 

Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

sana, sana diye başlayan şiirlerden birinden ağlıyorum...

acizim işte kabul ediyorum, hıçkıra hıçkıra ağlarken

esrar gibi çekiyorum burnumu.

yanağımı siler misin? Biraz kan kalmış.

seni öpmek, bir sigaradan nefes çekmek gibi bu son gecede, tuzlu

bir sigarayı basmaksa gözlere, sen olmayan bir cümle kurmak gibi, biliyorum

bu aşkta biraz ayrılık kalmış.

bize kalan tek renk kırmızıyken, mavi bir oğlumuz olsun isterdin, neyse

bırak annenin okuttuğu dualar avuçlarında dursun

ve sus, lütfen, içimde biraz umut kalmış.

bir rüya için ağıt yaktım, bak uçuşuyor hala külleri... yeter,

okşadığın tetiğe bas artık bende biraz can kalmış...

 

sana, sana diye başlayan şiirlerden birinden kayboldum.

 

 

sana ölüyorum

Böyle kanar bir olmaz'ın analistliği, böyle susar kalırsın tek sözcük suçluyorsa içnde saklandığı cümleyi

SEVMEK TANRIYI TANIMAMAZLIKTAN GELMEKTİR...

 

......................................................

 

Gecenin kasları erimiş!

karanlığın ayakları yerden kesik!

taşa saplı altın bir kılıç gibi yalnızlık!

Sebep değilim hüzün mücewherine,

ben bir gerdanlıksam katrandan

süslüyorsam dişi yaraların boynunu

 

Durma geri çekil acı! Kan çıkmaz bu aşktan!

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

acınası tesadüflerle ayrılıyorsun molekülden,

hüzün hastası bir hayvansın

şiddetli baş ağrılarıyla çalkalanan

çok kurak iklimlerde, büyük sinir krizlerinde

ağır işkence görmüş şehirlerde

saadetin zarif, adaletin ince.

 

bir miktar alkol ve ürperti alıyorsun

kelimelerin karardığı peşin hükümlerde.

şahsi sevişiyorsun şiddetin bütün bitki örtüsüyle.

gözlerin ucuz, tutkun ucuz, direncin ucuz

tehlikeli bir yalan gibi duruyorsun

ruh yoksulluğunun harikulade iskeleti üzerinde.

 

tutulamayacak yeminsin, yemin ederim,

her insana gerçek aşkı öğretecek bir külfetin var

ve

alelacele asılmış bir çocuk militan

gibi şaşkın ama onurlu bakıyorsun

yükseldiğin gökyüzüne.

...

 

(bir nedeni yok yalnızca öptüm)

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

His ile beton, duyu ile ünvan, yasal ile uygun, mıh ile örs, medeniyet ile ahlak, ideoloji ile alkol arasında gidip gelen çatlak bir taşmisket bu benim intiharım. Bir makas saplı intibahıma. Paslandığım ilkgençlik. Köreldiğim arzular. Şimdi uzağa ağlayan hangi yanılmış delikanlının trajedisidir? Çapkın közün uluması. Sancının bir salgı, cinnetin bir tedavi biçimi olduğunu iddia eden ilahi mahkumiyetim. Nedir bizi hayatın basit duruluğundan alıkoyan müzikkutusu? Yoksayılan hacmim ve cismim, kimin ayyukundadır ki sözümün ölümle zafer aralığında bir bağlaç (k.i.) riskini göze almasına ses çıkaramam? Entarisinde menekşe lekesi şiirin.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

''Evet, sen de isterdin sanırım huzurlu yaşayabileceğin bir hayatın planlarını yapabilmeyi; kolaya indirgenmiş, biraz fazlayı aşırılıkta aramayan, ölçülü bir heyecanla kritersiz bir maceraya aday kahraman olmayı. “Rüzgara dur, yağmura yağma, mevsime değiş” demeyi; doğru, hepimizde biraz tanrıyı kıskanmak var galiba. Bütün günahlar da buradan kaynaklanıyor adeta. Hırslarımızın, çekincelerimizin odağı burası. Kazanmaktan çok, kaybetmeyi göze alabiliyoruz. Çikolata bile kurtlanabilir. Dondurma erir. Çiçek solar. Galiba önemli olan, onları yerinde yaşamak, yerinde korumak! Birer hatıraya dönüşseler bile! Kaç ölüme kaç doğuma şahit olduğunu hatırlayabiliyor musun? Sevmek, ifade edebilmek kadar, ifadeyi unutmamaktır da.

 

Şimdi sessizce uzaklaşmalıyım. Çünkü beni anlamadığını, anlamak için uğraşmadığını, hatta bunu önemsemediğini biliyorum. Aynı otobandaydık ve birimiz birimizin yanından geçip gitti. Hafızasızlığı, gurur saymanın adil yanı! . Hangimiz süratliydik; önemi kalmadı. Hangimiz daha özveriliydik; bunun da.. umarım mutlu olursun. Bunu bir çöküntü anında da söylemiyorum. Hiç kimse aldatmadı ötekini; yalnızca böyleydik işte! . Yüzüme öyle bakma nefretle..''

 

paylaşım için teşekkürler :)

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Lanet bir kasırga mıdır? Ayrılık bilanço mu? Ben kimi üzersem serinlerim,sersemlerim? Ruhu bozuklarla hangi yanlışı doğruya çevirebilirim ; ben , gidebilir miyim?

Kısa filmler var hayatımda, yönetmeni özürlü.Yönetmeni ruha özürlü. sevmek,vakitsiz misafir: Kanıtlanamayacak yaranın su gibi geceye karışıp akışı.Oturup yazmış bir sarı tavşan:S a n a

sana, sana diye başlayan şiirlerden birinden sesleniyorum...

seni seviyorum demek bu kadar basite alınmışken hazır, bende kek yaptım.

evet fırsatçı sevgilim demen gibi hoş değildi, güvenemiyorum demen

ama ben yine küçükken oynadığım çubuklarıma göz attım

susmak, oyun oynamaktan daha zordu, kaçındım.

 

sana, sana diye başlayan şiirlerden birinden bakıyorum...

dişlerin çürümüyor, dudakların hep güzel, saçın boyada olsa idare eder

zaten kadavra aşkları yaşatmaya çalışmıştık, ben dürüstçe soluyordum, sende neşter.

ben umarsamazca ağlarken içimde,

sen üç nokta bir okulundan mezun olmuşçasına coşkulu,

tersten bakmak tersliğin iki uzvu.

 

sana, sana diye başlayan şiirlerden birinden kızıyorum...

serin kumlardan, kızgın denizlere atlamak gibidir

idealist yaklaşımlarla sosyopat bakmak aşklara, anlamadın,

zaten benim ki musalla taşına ağlayan bir çocuğun kalbinden akan umuttu.

yanaklardan özgürlük aksın diye şakaklara dayanır mı ki silah, dayamadım,

isteklerimi keşke müsvette bir kağıda yazmasaydım.

gördün mü yine kızamadım....

 

sana, sana diye başlayan şiirlerden birinden itiraf ediyorum...

ben yavaş yavaş sokarken silahı ağzıma, tetik yumuşuyor, okşuyorsun.

yapma bileklerimi bile yanlış dikiyorsun.

evet seni seviyorum diye bitmeyecek

ve evet yastığımda tek bir çapak bile yok sana adanan.

 

sana, sana diye başlayan şiirlerden birinden ağlıyorum...

acizim işte kabul ediyorum, hıçkıra hıçkıra ağlarken

esrar gibi çekiyorum burnumu.

yanağımı siler misin? Biraz kan kalmış.

seni öpmek, bir sigaradan nefes çekmek gibi bu son gecede, tuzlu

bir sigarayı basmaksa gözlere, sen olmayan bir cümle kurmak gibi, biliyorum

bu aşkta biraz ayrılık kalmış.

bize kalan tek renk kırmızıyken, mavi bir oğlumuz olsun isterdin, neyse

bırak annenin okuttuğu dualar avuçlarında dursun

ve sus, lütfen, içimde biraz umut kalmış.

bir rüya için ağıt yaktım, bak uçuşuyor hala külleri... yeter,

okşadığın tetiğe bas artık bende biraz can kalmış...

 

sana, sana diye başlayan şiirlerden birinden kayboldum.

 

 

sana ölüyorum

Böyle kanar bir olmaz'ın analistliği, böyle susar kalırsın tek sözcük suçluyorsa içnde saklandığı cümleyi

SEVMEK TANRIYI TANIMAMAZLIKTAN GELMEKTİR...

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

de gülüm! De ki: ela bir günde gelecegim

istanbul darmadagin olacak, saçlarim

darmadagin. Hepsi, darmadagin!

üzülme gülüm! Toparlanacagiz, birlikte,

ayaga da kalkacagiz, yürüyecegiz de gülüm

hem de çelikten topragini dele dele hayatin!

 

de gülüm! De ki: bitmistir umut, bitmistir

sevgi, bitmistir güven!

güven bana gülüm!

sana bitmemisligi ögretecek, tattiracaktir

hasretten-hakikaten-ten degistiren yüzüm!

 

göreceksin gülüm! Bekle!

hirslarimiz, acilarimiz gitgide ihanetlere

hainlere, ezilmelere alisacak..

göreceksin-sevinçten aglayacaksin gülüm-ki

iste o vakit bana-dogrudur!-

sair olmak, seni sevmek pek çok yakisacak!

 

bak! siirler var, mektuplar var, çocuklar var,

sokaklar var, kediler!

inan bana gülüm, ölüm yok bir tek! ölüm yok bize!

ölüm inananlar için sessizce

kara kapli kitaplardan çikartilacak..

göreceksin gülüm! Bekle! Göreceksin!

artik hiçbir insan, hiçbir kavga ve hiçbirimiz

bu dünyada, yapayalniz, umarsiz kalmayacak

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Ben Ölürsem

 

ben ölürsem karakutumu bulamayacaklar

ne bir ask zerafeti

ne bir hayal tabiri.. küçücük ömrüm

hep rüzgar gülleri kokacak !

 

bir sinek cenazesinden dönmüsüm de sanki

agzim burnum kanyak

denizden yeni çikartmislar yagmurun ölüsünü

mevsimlerden napalm günlerden ilkbahar

 

hummali sabrimin glayöllü dag köyleri

sana hasret sakimak mi yakisacak

çok arayacak çocuklugum esas sirrini

benim yüzüm bir kedi amipidir

ben ölürsem o kendiliginden çogalacak !

 

ben ölürsem karakutumu bulamayacaklar

ne bir buz yorgunlugu

ne bir sinema perdesi yirtik.. küçücük kabrim

 

bir çocuk kalbi gibi haylaz olacak !

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...