KATA Oluşturma zamanı: Ağustos 27, 2007 Paylaş Oluşturma zamanı: Ağustos 27, 2007 Hatasız Kul Olmaz Tarihin büyük isimlerinin de her insan gibi zayıf yönleri vardı... Sezar Octavianus Augustus, karanlıktan korkar, gök gürültüsü ve şimşeğin ilk belirtileri üzerine koşup saklanırdı. Büyük bir fatih fırtınadan korkar mı? Hele Hıristiyanlığın koruyucusu olarak papa tacını giymiş bir kişi, çok kez cinsel ilişkiye girmiş olabilir mi? Elbette ki hayır. Oysa "Yüce değerlerin durduğu yerde kokuşmuş bir şeyler de vardır" diyen Alman dram yazarı Bertold Brecht haklıysa, ünlülerin, o çok sevilen tarihi kişiliklerin de takıntı ve zayıflıklarının olduğunu söylemek akla yatkın. Nitekim, normal insanlar için utanç kaynağı ya da ağır ahlaksal veya hukuksal cezalar gerektiren şeyleri yapmalarına izin vardı. Ancak gizlice... Tarihçilerin dehasının büyüklüğü, politik becerisi, propaganda ya da çoğu zaman zorla uygulanan iradesiyle bu gülünç korkular, sansürlük eğilimler veya açık sapıklıklar gizlenebildi. Böylece hayran olunası ya da tapılası insanlar yaratıldı. Biz de bazılarını kaidelerinden çekip devirmeye kalktık. Peki ne keşfettik bakalım? Aralarında büyük zaman farkı olan çağlarda yaşamış kişilerin, politik-askeri alanda, müzikte ve resimde silinmez izler bırakmış olanların, kişiye özgü zaafları bulunduğu ortaya çıktı: Üstelik büyük harfle tarihin bize aktardığı karakteristiklerle çatışan yanlar. Jül Sezar (MÖ 100? - 44): Büyük fatih, açıkça görülen saç dökülme sorunundan nefret ediyordu. Bu, onun için büyük bir sorundu. Başındaki azıcık saçıyla gülünç çözümlere başvuruyordu. Zafer kazanmış bir general olur olmaz, defne tacı takmaya başladı. Yapraklarla kelliğini gizliyordu. Öyle bir saç tarama biçimi vardı ki, saçları bozulmasın diye kafasını tek parmağıyla kaşıyordu. Sezar'ın cinsel tercihleri üstüne çok şey yazıldı: Yaptıklarını gözlerden gizlemiyor, her iki cinsten arkadaşlarıyla ilişkiye giriyordu. Öyle ki, lejyonerler generalleri hakkında şu şen şarkıları söylüyorlardı: "Sezar Galyalıları yola getirdi, ama Nikhomedes'in (Bitinya kralı, Türkiye'nin Karadeniz'e bakan yüzündeki bir bölge) altına yattı!" ya da "Yurttaşlar, karılarınıza sahip çıkın! Yetişkin dazlak geldi! Galya'yı altına boğdu, ama burada istediğini bedavaya kapıyor!" Sezar Octavianus Augustus (MÖ 63-MS 14): Augustus ilk Roma imparatoru olmasının yanı sıra, belki en ünlüsü ve öykünüleniydi. Antik ve modern tarih, Jül Sezar'ın bu evlatlığından büyük politik başarıları olan, devlet örgütünü bilgece ıslah eden, sanatların cömert koruyucusu olarak söz eder. Ortalamaya göre çok kısa olan Octavianus'un uzun boylu görünmek için topuklu ayakkabı giydiğinden ise pek bahsedilmez. Çabuk soğuk alır, yazın bile kapalı yerlerde durur ve evde bile yün başlık takarmış: Sırf, kendisini uzun süre yatağa bağlayan korkunç soğuk algınlığından korunmak için. İmparator zar atmaya bayılıyor; ama kahvaltı ya da akşam yemeği sofrasına oturmaktan nefret ediyor ve dışarıda atıştırıyordu. Aslında, Augustus aslan kalpli değildi. Ne askeri alanda ne de özel hayatta üvey babasının taktik, stratejik yeteneklerini sergiliyordu (çoğu savaşta, uyumak için çadırına çekiliyordu). "Roma'nın Efendisi" tıpkı küçük çocuklar gibi, şimşek ve gökgürültüsünden korkar, dehşete kapılarak, derhal çok korunaklı bir yer bulmaya çalışırdı. Roma ahlakının katı reformcusu olarak kızı Giulia'yla mahrem ilişkiye girmiş ve buna tanıklık eden şair Ovidius'u sürgüne göndermişti. Bazı kaynaklara göre, üçüncü karısı Livia onu yatakta genç bakirelerle basmıştı. Justinianus (482-565): Bizans imparatoru, Roma'ya gücünü yeniden kazandırdı. Yönetsel ve mali reformlarıyla büyük hukukçu olarak tanınan onun iki büyük takıntısı vardı: Birincisi, Konstantinopolis sirkindeki araba yarışları ki, bir tekini bile kaçırmazdı. Hatta, önemli diplomatik randevularını atlatma pahasına. Günümüzdeki gibi bir "Maviler" takımı kurup idareciliğini üstlenmişti. İmparator olmasına karşın, tribünlere takımının renginde bir kazak giyerek çıkıyor, çılgınca tezahürat yapıyordu. İkincisi, striptiz gösterilerinin sergilendiği meyhanelerin müdavimiydi. Striptiz yapanları seyrediyordu ve tutkusu öyle büyüktü ki içlerinden biriyle evlendi: Theodora kötü şöhretli, ama çok zeki bir kadındı. Eğitilmiş kazlarla sahneye çıkıp insanın kanını kaynatan gösteriler sunardı. Kutsal Roma-Germen İmparatorluğu'nun kurucusu olan Frank asıllı Charlemagne (742-814): O, 1,92 boyunda bir insan azmanıydı. Değerli savaşçı ve politika ustası, yalnız kalmaktan nefret ediyordu. Mükellef sofralara aşıktı ve görkemli şölenlerde en büyük zaafı ortaya çıkıyordu. Kendini överek saatlerce ve hiç durmadan konuşuyor, konuklarını sıkıyordu. Onu dinlemek zorunda kalan çakırkeyif ya da sarhoş konuklar sonunda sızıp kalıyorlardı. Bütün gün uzun uzun kestiriyor, öğleden sonra üç saat uyuyor; ama geceleyin dört saatten fazla uyumuyordu. Önemli kararları gece alma huyu olduğundan, bütün saraylıları ayağa kaldırıyordu. Bir "asker" olduğu için, kadınlar dahil, kimseden şiddeti esirgemiyordu. Bir piskoposu, karısının akrabasının sesini eleştirdi diye yumruklamıştı. Alındığı zamanlarda, tam bir kanlı intikamcı kesiliyordu. Hıristiyanlığın koruyucusu ve papanın yardımcısı, aynı zamanda tam bir kadın avcısıydı. Her türlü sosyal tabakadan evli-bekâr birçok kadınla ilişkisi olmuştu. Mozart, seks delisi ve okültizm hayranı olmanın yanında çok da küfürbazdı Tüm zamanların en büyük sanatçılarından Michelangelo Merisi Caravaggio (1573-1610): Sanat ürünlerine ters düşen bir şekilde şiddet yanlısıydı. Alkış topladığı kadar, 16.-17. yüzyıllarda Roma'dan kaçan nice hayat kadını ve hatta erkekle beraber olmuştu. Meyhanelere gitmeye ve barbuta bayılırdı. 15 gün boyunca ara vermeden çalışır, ertesi ay keyif çatardı. Caravaggio, bir silah koleksiyoncusuydu; özellikle kılıç ve hançer toplardı. En iyi kaliteden en az yüz örneği vardı. Silahları kullanmayı da iyi bilirdi. Bu tutku yaşamında kalıcı bir iz bıraktı. 1606'da üstüne yüklü miktarda bahis yatırdığı tenis karşılaşmasındaki bir oyuncuyu kavga ederken öldürdü. Böylece Napoli'ye kaçmak zorunda kaldı. Wolfgang Amadeus Mozart (1756-1791): Tam bir seks delisiydi. Günde birkaç kez, o da nerede bulursa yaşadığı deneyimlerdi bunlar. Gizli ve karanlık bilgilerin aşığı olarak, yaşamının son yıllarında onu takip eden ve Requiem'i sipariş veren gizemli kişiyi, yaklaşan ölümünün habercisi olarak yorumlamıştı. Çeşitli söz oyunları ve bilmecelere bayılıyor, uzun küfür dizileri yazabildiği bulmacaları seviyordu. Bunları dostları ve tanıdıklarına yollayıp skandalın yayılmasını sağlıyordu. Ancak, uygunsuz söz dizelerini özellikle yazdığı bir "ayrıcalıklı" kişi vardı: kız kardeşi. Napolyon Bonapart (1769-1821): Sürekli taşkınlıklar yapmasının ötesinde, kaba bir insandı. Sık sık bakanları ve askerlerine İtalyanca küfrediyor, emirlerine ve keyfine uysunlar diye tekmeyi basıyordu. Bir de, savaş meydanını çatışmadan önce enine boyuna inceleme takıntısı vardı. Yere serilmiş dev bir kartonun üstüne diz çöker, oraya buraya raptiyeler mıhlardı. "Fransızların İmparatoru" genellikle lekeli giysilerle dolaşır, çünkü üstüne yemek ya da mürekkep dökerdi. Berberlere güvenmediğinden sakalını kendi keser ve beceremediğinden çirkin olurdu. Hele aşk ilişkisine girecekse, pek temiz olmayan kadınlara bayılırdı. Karısı Josephine, eşinin isteklerine boyun eğmek zorundaydı. Askeri seferlerden ne zaman döneceğini önceden haber veren Napolyon, kadının günlerce sudan sabundan uzak kalmasını emrediyordu. Picasso için torunu "O bir vampirdi" dedi. İkinci Dünya Savaşı'nı kazananlardan biri olan "mükemmel devlet adamı", Nobel Edebiyat Ödülü sahibi Winston Churchill, alkolikti ve sigara tiryakisiydi. Sabahın geç saatlerine kadar uyurdu. Genellikle öğleden önce uyanırdı. Düzensiz biriydi ve yatakta kahvaltı ederdi. Sık sık ve akşama kadar yatakta otururdu. Öte yandan temizlik hastasıydı. Bazen arka arkaya iki banyo yapar, ilkinde temizlenmediğini düşünürdü. Diplomasiden anlamaz, Charles de Gaulle'e katlanamaz, kıyasıya nefret ederdi. Fransız lider kendisini Jean d'Arc'la karşılaştırınca, Orleans'daki İngilizlerin onu yakılarak idama mahkûm etmek için bir dini mahkeme kurduğunu anımsatmıştı. Pablo Picasso ise parayı çok seviyor, servetini evde bırakmak fikrine katlanamıyordu. Bu yüzden ceketinin iç tarafına güvenlik zinciriyle bağladığı büyük bir para cüzdanı satın almıştı. Aslında para takıntısı en büyük zaafı değildi, büyük eserlerini para kazanmak için sattığında, çoğu zaman depresyona girerdi. Haftalarca bunalımda kalır, çalışamaz hale gelirdi. Bu, son yıllarındaki büyük çaplı üretimi için geçerli değildi. Bir yaşamöyküsü yazarının yazdığı gibi: "Picasso çoğu zaman, şöyle bir dokunduğu altın olan Kral Midas'a benzetilir." -------------------- http://www.focusdergisi.com.tr/tarih/00218/ Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
ensiferum13 Yanıtlama zamanı: Ağustos 27, 2007 Paylaş Yanıtlama zamanı: Ağustos 27, 2007 baslıgı gördüğümde orhan gencebayın videosunu verdin sandım:Dşaka bir yana klasiklesmış ama dogrulugnu hiç yitirmemiş bir söz..zaten hatalarımızın sonucunda dogruyu bulmazmıyız? Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
KATA Yanıtlama zamanı: Ağustos 27, 2007 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Ağustos 27, 2007 :Defsi alemsın ya............. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
sevgisu Yanıtlama zamanı: Ağustos 27, 2007 Paylaş Yanıtlama zamanı: Ağustos 27, 2007 görünen dünyanın ötesinde görünmeyeni de hesaba katmalı insan..... Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
karahulk Yanıtlama zamanı: Ağustos 27, 2007 Paylaş Yanıtlama zamanı: Ağustos 27, 2007 way beee ummadık taş yarar baş Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Kinyas Yanıtlama zamanı: Ağustos 27, 2007 Paylaş Yanıtlama zamanı: Ağustos 27, 2007 Aynen ensi gibi düşünmüştüm bende Demek ki en güçlü insanların bile korkuları var..Bush un nelerdir acaba..Öğrensekte bir kalpten götürüversek Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Önerilen Mesajlar
Sohbete katıl
Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.