Jump to content

Deli - Halil Cibran


paranormalfikir

Önerilen Mesajlar

Dostum, göründüğüm gibi değilim. Görünüş sadece giydiğim bir elbisedir. Senin sorgularından beni, benim kayıtsızlığımdan seni koruyan, özenle örülmüş bir elbise. Benim içimdeki 'ben', dostum, sessizlik içinde oturur, sonsuzluğa dek kalacak orada, doyulmaz, erişilmez. Ne söylediklerime inanmanı, ne de yaptıklarıma güvenmeni isterim, çünkü sözlerim senin aklından geçenlerin dile getirilmesinden, yaptıklarımsa umutlarının eylemleştirilmesinden başka bir şey değildir...

 

(Arka kapak)

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Beğendiğim bölümlerden alıntılar...

 

 

Deli

 

...Aklımı kaçırmam böyle gerçekleşti.

 

Deliliğimde hürriyetimi ve güvenimi buldum; tek başınalığın özgürlüğünü ve anlaşılmazlığın güvenliğini, çünkü bizi anlayanlar bizden bir şeyleri de tutsak edenlerdir.

 

Ancak emin olunuz ki bu güvenimle hiçbir zaman böbürlenmeyeceğim. Çünkü bir hırsız bile hapsolduğu yerdeki başka bir hırsızın güvencesi altında bulunur.

 

Dostum

 

...Senin kendi cennetine yükseldiğin zamanlar benim kendi cehennemime düştüğüm vakitlerdir, geçitsiz vadilerin karşısından bana, "Dostum, yoldaşım." diye seslendiğin zaman bende sana karşıdan, "Dostum, yoldaşım." diye seslenirim, çünkü cehennemime şahit olmanı istemem. Ateş senin vücudunu yakmak ve duman senin ciğerlerini doldurmak ister. Ben cehennemimi senin orda bulunmanı istemeyecek kadar çok severim. Benim için yalnızlık; aşktır, cehennemde.

 

Sen hakikate, hoşluğa ve gerçekliğe ilgi duyarsın; ve ben sana olan saygımdan ötürü bunları sevmenin iyi ve doğru olduğunu söylerim. Ancak içten içe bu sevgine gülerim. Gene de gülüşümü görmeni istemem. Gülmeyi de yalnızken severim ben.

 

Dostum, sen pekiyisin, özenlisin, uslusun; hatta ve hatta sen harikasın ve ben de seninle usluca ve özenli bir şekilde konuşuyorum. Ancak ben bir deliyim. Ama deliliğimi senden saklarım. Bir başıma deli olabilmek arzumdur.

 

Bostan Korkuluğu

 

Günün birinde bir bostan korkuluğuna dedim ki, "Bu tenha bostanda devamlı ayakta durmaktan yorulmuşsundur."

 

Ve o dedi ki, "Her şeyi korkutmanın hazzı o kadar içten ve sürekli ki beni hiç yormuyor."

 

Kısa bir zaman düşündükten sonra konuşmama söyle devam ettim. "Sana katılıyorum; bende bu duyguları hissettim."

 

Boston korkuluğu dedi ki, "Bu hissi sadece içi kara duygularla dolu olan kişiler yaşayabilir."

 

Bu cevabın hoş ya da nahoş bir şey olduğuna kafa yormadan oradan uzaklaştım.

 

Ayrılmamızın üzerinden bir sene geçti, geçen bir sene sonunda bostan korkuluğu bir bilgiç halini almıştı.

 

Ve yeniden bostanın yakınından geçtiğim bir sırada, iki karganın bostan korkuluğunun şapkasının altına yuva yaptığına şahit oldum.

 

Uyurgezerler

 

Dünyaya geldiğim şehirde, ikisi de uyurgezer olan bir anne ile kızı yaşıyordu.

 

Bir gece yarısı derin sükunetin dünyaya hakim olduğu bir vakit uykularında yürümeye başlayan anneyle kızı sisle örtülmüş bahçelerinde rastlaştılar.

 

Anne dedi ki, "Nihayet! Nihayet hasmımı buldum! Tazeliğimi mahveden sen, kendi hayatını benim harabelerim üzerinde yükselttin! Canını alabilmeyi öyle çok istiyorum ki!"

 

Ve kızı dedi ki, "Yüreği nefret dolu, menfaatçi bunak! Öz benliğimi kendinin bir kopyası yapmak isteyen sen! Gebermiş olman çok mutlu ederdi beni!"

 

Tam bu sırada bir horozun ötüşü kulaklarında çınladı ve ikisi de uyandı. Anne nazikçe, "Sen misin bir tanecik kızım?" diye sordu. Kız da, "Evet, sevgili anneciğim." diye karşılık verdi.

 

Tilki

 

Tilkinin biri bir gün güneşin doğduğu vakit gölgesine dedi ki, "Öğle yemeği için bugün bir deve bulacağım." Bütün bir sabahı deve arayarak geçirdikten sonra, öğlen olduğunda tekrar gölgesini gördü ve "Bir fare bulacağım." dedi.

 

Bilge Kral

 

Yıllar önce hem kuvvetli hem de zeki bir kral, Virani şehrini eğemenliği altına almıştı. Sahip olduğu güç ile insanları ürkütüyor ve bilginliği de onu çekici ve sevimli kılıyordu.

 

Virani kentinin tam ortasında suyu serin ve duru olan bir kuyu bulunurdu, şehrin kralı ve saray ahalisi de dahil olmak üzere bütün kent halkı oradan su içerdi, çünkü başka su kaynakları yoktu.

 

Gecenin tüm sessizliği kente çöktüğü sırada cadının biri kente girdi ve kuyuya sihirli bir sıvıdan yedi damla damlattı ve dedi ki, "Şu andan itibaren bu sudan her kim içerse aklını kaçıracak."

 

Sabah olduğunda şehrin tüm halkı bu sudan içti ve cadının söylediği gibi delirdi ancak kral ve mabeyincisi henüz bu sudan içmemişti.

 

Ve o gün boyunca halk bir araya geldikleri sokaklarda ve meydanlarda birbirlerine söyledikleri sadece şuydu, "Kralımız delirmiş, kralımız ve mabeyincisi akıllarını yitirmiş. Şüphesiz ki aklını yitirmiş bir kral tarafından yönetilmemiz uygun değildir. Kralı tahttan indirmeliyiz."

 

O gece kral, gümüşten bir kaseye sudan doldurulup getirilmesini emretti. Huzuruna getirilen sihirli su ile dolu kaseyi başına dikti ve sonrasında mabeyincisine de içirdi.

 

Sonrasında Virani şehrinde bir şölen havası hakim oldu, çünkü kralla mabeyincisinin akılları başlarına gelmişti.

Yeni Mutluluk

 

Geçen akşam yepyeni bir haz keşfettim ve onu ilk kez denediğim sırada bir melek ile bir şeytan evimin kapısına geldi koşturarak. Evimin girişinde bir araya geldik ve ikisi yeni hazzım üzerine münazaraya giriştiler; melek "Yeni zevkin bir günahtır! diye haykırırken, şeytan, "Bu erdemli bir hazdır!" diyordu.

 

Nar Tanesi

 

Uzunca zaman önce bir narın içinde yaşadığım sıralarda tanelerden birinin şunu söylediğini duydum, "Günün birinde bende olgunlaşacağım ve bir ağaç olacağım, esen yel dallarımın arasından geçerken ezgiler fısıldayacak ve güneş yapraklarımın üstünde raks edecek ve ihtişamlı ve güzel bir görüntüye sahip olup mevsimin tüm hallerinde dimdik ayakta duracağım."

 

Bunun üzerine başka bir tane konuşup dedi ki, "Senin kadar genç olduğum zamanlarda benimde böyle hayallerim vardı; ama artık gerçeklerin farkındayım ve bütün hayallerimin gerçekleşmeyeceğini biliyorum."

 

Ve üçüncü tane konuştu, "Anlattığın kadar güzel olan hayallerin gerçekleşmesi için taneler adına hiçbir umut ışığı göremiyorum."

 

Dördüncü tane söze girerek, "Böyle harika bir geleceğe sahip olamazsak hayatımızın durumu çok vahim demektir!"

 

Bir beşincisi, "Henüz gerçekten ne olduğumuzun bile farkında değilken neden boş yere neye dönüşeceğimiz hakkında kafa yoruyorsunuz?"

 

Fakat altıncısı cevapladı, "Gelecekte ne olursak olalım sonuç olarak varlığımız devam edecektir."

 

Yedincisi dedi ki, "Aslında ben ileride ne olacağımızı biliyorum ancak bu geleceği sözcüklere dökemiyorum."

 

Sonra sekizincisi konuştu ve dokuzuncusu ve onuncusu ve sonra daha birçokları, sonra hepsi birden konuşmaya başladılar, ve bir sürü ses arasında hiçbir şey anlayamaz hale geldim.

 

İşte o anda çekirdekleri az olan ve sessiz bir ayvanın içine göç etmeye karar verdim.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Yenilgi

 

Yenilgi, Yenilgim, bir başınalığım ve utangaçlığım;

Benim için sen binlerce tutkudan daha kıymetlisin,

Ve yüreğim için çok daha lezzetlisin yeryüzünün tüm onurlarından.

Yenilgi, Yenilgim kendimi kaybeder ve isyan ederim,

Seninle birlikte anlarım hala taze ve hareketli olduğumu

Ve solmuş defnelerin tuzağına düşmeyeceğimi.

Ve sende yalnızlığımı buldum.

Ve esirgetilmenin ve küçük görülmenin mutluluğunu.

Yenilgi, Yenilgim, ışıldayan kılıcım ve kalkanım,

Senin gözlerinde anladım

Taç giymenin esaret,

Ve anlaşılmanın aşağılanmak,

Ve yakalanmanın tamamlanmak

Ve olgun bir meyve gibi düşüp tüketilmek olduğunu.

Yenilgi, Yenilgim, benim yiğit yoldaşım,

Benim ezgilerimi, haykırışlarımı ve sükunetimi yalnız sen duyacaksın,

Ve senden başka hiç kimse kanatların vuruşunu konuşmayacak benimle,

Ve denizlerin,

Ve geceleyin yanan dağların kışkırtıcışığı;

Ve sen sarp ve kayalık ruhuma tek başına tırmanacaksın.

Yenilgi, Yenilgim, ölümsüz cesaretim,

Sen ve ben fırtınayla biirlikte güleceğiz,

Ve içimizde ölen her şey için mezarlar kazacağız,

Ve güneşin altında büyük bir şevkle bekleyeceğiz,

Ve biz tehlikeli olacağız.

Yüzler

 

Bin bir çeşit ifadesi olan bir yüzle sanki bir kalıpmış gibi taşınan tek ifadesi olan bir yüz gördüm.

 

Işıldayan görünümü ile içindeki sıradanlığın saklandığı bir yüz ile; ışıldayan görünümü ile içindeki güzelliğin belirginleştiği bir yüzü gördüm.

 

Geçmişin izleriyle dolu, ancak hiçbir anlam taşımayan yaşlı bir yüz ile; üstünde her şeyin alenen göründüğü taptaze bir yüz gördüm.

 

Yüzlere kendi gözlerimin örmüş olduğu doku aralıklarından baktığım ve saklamakta olduğu gerçeği hep bulmaya çalıştığım için tanırım o yüzleri ben.

 

En Büyük Deniz

 

Büyük denize ruhumla birlikte yüzmeye gittik. Denize vardıktan sonra gözlerden uzak sakin bir plaj aramaya başladık.

 

Biraz yürüdükten sonra büyükçe bir kayanın üzerinde oturmuş denize avuç avuç tuz serpmekte olan bir adama rastladık.

 

Adamı gören ruhum, "Karamsar bir insan bu, burada denize giremeyiz, gidelim." dedi.

 

Küçük bir körfeze varana kadar yürümeye devam ettik. Körfezde beyaz bir kayanın üzerinde oturmuş, gösterişli bir kutunun içinden şeker alıp denize savuran bir adam gördük.

 

"Bu adam da aşırı iyimser bir insan." dedi ruhum, "Bu adamın çıplak vücutlarımızı görmesine izin vermemeliyiz."

 

Ve yürümeye devam ettik. Başka bir plaja vardığımızda, adamın birinin sahile vuran balıkları büyük bir hassasiyetle toplayıp tekrar denize attığına şahit olduk.

 

"Bu insanın yanında da denize giremeyiz." dedi ruhum. "Bu hayırsever bir insan."

 

Onu da geçip yolumuza devam ettik.

 

Başka bir plaja vardığımızda, kendi gölgesinin sınırlarını kuma çizen bir adam gördük. Koca dalgaların izleri silmesine rağmen adam tekrar tekrar çizmeye devam ediyordu.

 

"Esrarengiz bir kişiliğe sahip bu adam." dedi ruhum, "Buradan uzaklaşmalıyız."

 

Yürümeye devam ettikten sonra sakin bir plaja ulaştık ve orada dalgaların getirdiği köpükleri taştan bir kovaya dolduran bir adama rastladık.

 

"Ülkülerine bağlı bir adam bu." dedi ruhum, "Şüphesiz ki çıplaklığımıza oda şahit olmamalı."

 

Yürümeye devam ettik. Birden, "İşte burası, bu büyük deniz. Bu görkemli ve kuvvetli deniz." diye bağıran bir ses duyduk. Ve sesin kaynağına vardığımızda bunun sırtını denize dönmüş ve kulağına bir deniz kabuğu dayayıp onun ezgisini dinleyen bir adam olduğunu gördük.

 

"Buradan gidelim. Bu gerçekçi birisi, anlayamadığı bütüne sırtını çevirir ve onun bir parçasıyla uğraşır." dedi ruhum.

 

Bunun üzerine oradan da uzaklaştık. İyice yürüdükten sonra, kayaların arasında yabani otların bittiği bir yere vardık ve adamın biri başını kuma gömmüş bir şekilde duruyordu. Dönüp ruhuma dedim ki, "Burada denize girebiliriz, nasıl olsa bizi görmez."

 

"Hayır." dedi ruhum, "Çünkü şimdiye kadar gördüklerimiz içerisinde en tehlikeli insan bu, bu yobaz bir insandır." dedi.

 

Sonrasında ruhumun sesinde ve yüzünde büyük bir keder duygusu belirdi.

 

"Gidelim buralardan." dedi, "Çünkü denize girebileceğimiz ıssız ve gözlerden uzak bir plaj yok. Altın saçlarımı bu rüzgara açmak, beyaz göğsümü bu havaya sunmak ve kutsal çıplaklığımı bu ışığa çıkarmak istemiyorum."

 

Bunları söyledikten sorna, Daha Büyük Denizi bulabilmek adına oradan uzaklaştık.

 

Gökbilimci

 

Arkadaşımla birlikte günün birinde yolda giderken bir mabedin gölgesinde oturmakta olan kör bir adam gördük. Ve arkadaşım bana, "İşte, yaşadığımız toprakların en bilge insanı karşında." dedi.

 

Daha sonra arkadaşımın yanından ayrıldım ve kör adama gidip selam verdim. Ve konuşmaya başladık.

 

Kısa bir vakit geçtikten sonra dedim ki, "Merakımı affedin ama ne zamandan beri körsünüz?"

 

"Dünyaya geldiğimden beri." diye cevapladı.

 

Dedim ki, "Hangi bilgelik yolunu izliyorsunuz?"

 

"Ben bir gökbilimciyim." dedi yanıt olarak.

 

"Ayı, tüm bu yıldızları ve güneşi gözlemlerim." dedi elini göğsüne bastırıp.

 

Ot ve Sonbahar

 

Bir ot, sonbaharın sararmış yapraklarından birine dönüp, "Dalından düşerken çok gürültü yapıyorsun! Kış rüyalarımdan uyanıyor ve mahrum kalıyorum senin yüzünden." dedi.

 

Yaprak kızgınlıkla, "Alçak ve yurtsuz mahlukat seni! Ezgisiz, duygusuz şey! Sen yükseklere erişemezsin ve şarkı da söyleyemezsin."

 

Sonra güz yaprağı toprağa uzandı ve uykuya daldı. Ve bahar geldiği zaman tekrar uyandı ve artık bir ottu.

 

Ve sonbahar geldiğinde ve kış uykusu bastırdığında ve üstüne havadan yapraklar düşmeye başladığında kendi kendine mırıldandı, "Ah bu güz yaprakları! Ne kadar çok gürültü yapıyorlar! Bütün kış düşlerim uçup gidiyor."

 

Göz

 

Günün birinde Göz Kulak'a dönüp dedi ki, "Tepelerin ötesinde mavimsi bir sisle örtülü koca bir dağ görüyorum. Çok güzel değil mi sence de?"

 

Kulak dinledi ve bir süre dinledikten sonra dedi ki, "Ancak dağı duamıyorum, nerede o?"

 

Sonra El konuşup dedi ki, "Ona dokunup hissetmek için boş yere uğraşıp duruyorum ve dağa erişemiyorum."

 

Ve Burun dedi ki, "Bence dağ yok çünkü kokusunu alamıyorum."

 

Daha sonra Göz başka tarafa çevirdi kendini ve diğerleri aralarında Göz'ün tuhaf düşü hakkında konuşmaya başladılar. Ve dediler ki, "Göz'e bir şeyler olmuş olmalı."

Istırabım Doğduğu Vakit

 

Istırabım doğduğu zaman ona itinayla baktım ve aşk dolu bir içtenlikle onu seyrettim.

 

Ve ıstırabım yaşayan her şey gibi gelişti, erkli, güzel oldu ve olağanüstü sevinçlerle doldu içi.

 

Istırabım ve ben birbirimize aşık olduk ve yeryüzünde bizimle alakalı ne var çok sevdik onları; çünkü ıstırabın dili güzeldi ve benim de dilim ıstırapla birlikte güzelleşti.

 

Istırabımla birlikte şarkı söylediğimiz zamanlarda komşularımız pencerelerine koşar ve bizi dinlerlerdi; çünkü şarkılarımız deniz kadar derindi ve ezgilerimiz yabancı anılarla doluydu.

 

Istırabım ve ben birlikte yürüdüğümüz zaman insanlar bize nazik gözlerle bakardı ve tatlılığın sözcüklerini fısıldaşırdı.Ve bize düşmanlıkla bakanlar da vardı; çünkü ıstırap soyluydu ve ben ıstırabımla nur duyuyordum.

 

Ancak ıstırabım yaşayan her şey gibi öldü ve beni düşüüp taşınmak için yalnız bıraktı.

 

Şu an bunları anlatırken, bu sözlerimi kulaklarım kaldıramıyor.

 

Ve şarkı söylediğim zaman komşularım dinlemeye gelmiyor.

 

Ve yürüyüşe çıktığımda kimse dönüp bakmıyor bana.

 

Yalnızca rüyalarımda merhametlerini dile getirdikleri ezgiler fısıldadıklarını duyuyorum, "Istırabı ölen insan uykuda şu an."

 

Mutluluğum Doğduğu Zaman

 

Ve mutluluğum doğduğunda onu kucağıma aldım ve çatıya çıkıp avazım çıktığı kadar haykırdım, "Koşun, komşular, gelin de görün, çünkü bugün içime Mutluluk doğdu. Gelin de güneşin altında gülen bu sevinç dolu şeyi görün."

 

Ancak ben büyük bir şaşkınlığa uğradım çünkü hiç kimse mutluluğumu görmeye gelmedi.

 

Devam eden yedi ay boyunca her gün çatıdan mutluluğumu ilan ettim ama bana dikkat eden hiç kimse olmadı. Ve mutluluğum ve ben bir başımıza, terk edilmiş ve misafirsiz kalakaldık.

 

Bu nedenden dolayı mutluluğum bitkin ve güçsüz gelişti, çünkü benimki dışında hiçbir yürek onu sevgiyle tutmadı ve hiçbir dudak onu öpmedi.

 

Sonrasında mutluluğum yalnızlığa daha fazla dayanamadı ve öldü.

 

Ve şimdi ölü mutluluğumu sadece ıstırabımın hatırasında anıyorum. Hatıra rüzgarda bir an mırıldayan ve sesi bir daha duyulmayan bir güz yaprağıdır ancak.

 

SON

 

Araf Yayınları - Deli - Halil Cibran

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...