AurorA Oluşturma zamanı: Mayıs 22, 2016 Paylaş Oluşturma zamanı: Mayıs 22, 2016 Bedenin inzivası ruhun kanatlarıdır Tanrıdan kopan insanın bütünlüğü arayışıdır bu. Bebek doğduğu gün özünden kopmuştur. Bu kopuş bütün kötülüklerin anasıdır. Sevgi ise tanrının kendisidir. Sevmek O’nunla bütünleşmektir. Hangi dine mensup olduğunun önemi olmaksızın sevgiyi en çok deneyimleyen kişi tanrıyı en çok hissedendir. Nefret ettikçe de yuvadan uzaklaşır insan. Tanrı ruhun yuvasıdır. Yolu da sevgiden geçer. Çok az insan ölmeden, hayattayken yuvaya geri dönebilir. Hayattayken dönüşün formülleri aynıdır, ritüellerse farklıdır. Şimdi sizlerle bu formüllerden bazılarını paylaşacağım: Anda Kalmak… Uzakdoğu öğretileri bütünlük hissinin oluşması için anda kalmayı öğütler. Çünkü varoluşun coşkusu anda saklıdır. Hayat geçmişte ya da gelecekte değil, anda gerçekleşiyor. Herşey holografik (bütünsel) olarak birbirine bağlı. Geçmiş, şimdi ve gelecek diye adlandırdığımız, aslında holografik olarak tek bir an olan zamanın bu kesitinde birlikte yaşıyoruz. En uzaktaki yıldızlar ne kadar bu hologramın parçasıysa biz de her zerremizle hologramın bir parçasıyız. Holografik evrenin içinde bulunan serbest hafıza geçmiş ve gelecekten bilgiler içeriyor. Çağımızda insanoğlunun asıl çözmesi gereken, bu holograma nasıl bilinçli bir şekilde bağlanabileceğini öğrenmek olmalıdır. Geçmişte zen ustalarının, velilerin, medyumların, şairlerin, büyük bilim adamlarının yaptığını, yani kollektif bilince bağlanarak oradan bilgileri çekme hadisesini günümüzde sıradan insanlar da yapabilecek durumda ama bunu farkedebilenlerin sayısı hala çok az. Yine de kolektif şuura bağlanabilme açısından eskiye oranla daha iyi durumdayız. Bu özelliğimizi farkettiğimizde kollektif hafızadaki bilgileri de çekebilecek duruma gelebileceğiz. Gelecek olan yeni insan budur. Bu bağlanmanın ön koşulu anda kalmaktır. Peki an’da nasıl kalabiliriz? Anı yaşamak için zihnimizi devre dışı bırakmalıyız. Zihnimiz her daim geçmişi deşer ve geleceği kurcalar. Bütün hayatını zihniyle dizayn etmeye alışmış modern insan için zihinsiz kalabilmek çok kolay değildir ama yapılabilir. Kısa süreliğine de olsa zihinsizlik durumunu yakaladığımızda izleyici konumuna geçeriz. Kendimizi ve etrafımızda olup bitenleri gerilerden takip ettiğimizde işte o zaman iç sesin ta kendisi oluruz. Zihnimizin öğrendiğiyle değil, DNA mızda yani özümüzde bulunan evrensel bilgiyle yaşarız. Evrensel bilgi yanılmaz. Bu durumu sürekli hale getirdiğimizde ise ne zaman yemek yiyeceğimize, ne zaman oturup, ne zaman kalkacağımıza iç sesimizin kendisi olmuş vaziyette bizzat evrensel bilgi karar verir… Bir ses yemek ye der yemek yeriz. Otur der otururuz. Nefsini terbiye ederek bu sese ulaşabilir bir insan. Pek çok dinde ve öğretide bu uygulama kullanılır. Çoğu kişi de farkında olmadan hiçbir ekole bağlı olmasa bile bu enstrümanı kullanır zaman zaman. Burada asıl mesele zihinsizlik durumuna geçebilmektir. Zihnimiz bizi madde dünyasındaki tehlikelerden korur. Tam tevekkül halinde bulunan bir kişi zihnini büyük oranda kullanmaz çünkü kendisinin Allah’a emanet olduğunu düşünür. Böylece kendisini korumak için çok fazla düşünmek zorunda kalmayacaktır. (Uzakdoğu öğretilerinde de sadece sebzeyle beslenilmesi tavsiye edilir. Et yemeyen insanın hafızası zayıflar. Böylece hafızası zayıf olan kişi geçmişi hatırlayamayacağı için hafızası güçlü olan kişiye oranla daha çok anda kalabilir.) İnsan bazı durumlarda bu iç sesin yardımını alabilmektedir. Bu durumlar; – Açlık, – Yorgunluk, – Uykusuz olmak, – Kısıtlı bir zamanda önemli bir işin başarılmak zorunda kalınması Kısacası bedenin zorlandığı durumlardır… Çünkü bu hallerin her birinde zihin zaten hakkıyla çalışamayacağı için ruh zihinden ayrılarak başka bir bağlantıya geçer. Yaratıcılığın en fazla olduğu zamanlar da böyle zor zamanlardır. Tabi neye göre zor o da ayrı bir konu. Zihin için evet zordur. Ruh içinse başka bir kapı açılır: Zihinsizlik kapısı. Kişi açken, uykuluyken, yorgunken beyin faaliyetleri çok fazla çalışmaz ve mecburen zihin enerji kaynağı bulamadığı için geri planda kalır. Belki de bu yüzden yazarlar en güzel yazılarını uykusuzken yazar, ressamlar en güzel resimlerini üzgünken yaparlar. Sporcular belki de bu yüzden en iyi sonuçlarını antrenmanlarda değil müsabakalarda alırlar. Kendimizi bir bilgisayara benzetirsek eğer, işte bu anlar ana bilgisayara bağlandığımız anlardır. Bütün ruhani öğretilerin temelinde bu vardır: Ana bilgisayara yani ortak klasöre bağlanmak. Peki ana bilgisayara bağlandığımızda ne olur? Herşeyden önce kendi bilgisayarımızdaki kısıtlı bilgilerin ötesine geçmiş oluruz ve evrensel bilgiler bize açılmış olur. Tarihe damgasını vurmuş bütün büyük insanlar ana bilgisayara bağlanabilen kişilerdi. Herşeye rağmen her ne kadar ana bilgisayara bağlanabilsek de yine de sadece ana bilgisayarın bize açtığı bilgilere ulaşabiliyoruz. Yani insanlığın ortak klasörüne bağlanmış olmamız bizi ana bilgisayara tamamen bağlanmış yapmıyor. Ana bilgisayar yine sadece istediği bilgileri oraya atıyor. Dolayısıyla ana bilgisayara bağlanabilen kişiler de sırların tamamına erebilmiş değiller. İşte bu yüzdendir ki dünyanın herhangi bir köşesinde bir bilim insanı yeni bir şey bulduğunda aynı anda dünyanın başka bir köşesinde başka bir bilim insanı aynı şeyi bulabiliyor. Çünkü ana bilgisayar bu yeni bilgiyi insanlığın kullanımına eşit zamanlı olarak sunuyor. O yüzden yeni bir şey aklıma geldiğinde hemen yaparım. Çünkü bilirim ki eğer bu şey benim aklıma geldiyse her an başka birisinin daha aynı şey aklına gelebilir. Bu çok normal bir durumdur. Çünkü ben her ne buldu isem o bilginin insanlık için sırası gelmiştir ve benim gibi ana bilgisayara bağlanan diğer kişiler de o bilgiyi her an bulabilirler. Ve bir çok kişi farkına varmasa bile kısa süreliğine ana bilgisayara bağlanabilir. Hani bazen en kallavi sohbetlerin orta yerinde konuşurken bir yandan da kendi konuşmanızı dinlerken bulursunuz ya. İşte bu da o anlardan biridir. O sırada merkeze bağlanmışsınızdır ve akış gerçekleşmektedir. Bütün spiritüel çalışmalar da bedenin terbiyesi yoluyla ana bilgisayara nasıl bağlanacağımızı öğretir. Manevi yolda yükselmek için beden iyi bir araçtır. Aslında burada öğrenecek birşey de yoktur. Birey hangi spiritüel akıma üye ise o tradisyonun ritüelini öğrenir. Geri kalanı yaradılış gereği ruh kendisi yapar. Bilgisayar hep aynı bilgisayardır. Burada önemli olan beden vasıtasıyla zihni devre dışı bırakmak ve ana bilgisayara bağlanmaktır. Zihni devre dışı bıraktığınız anda ruhun kapıları da açılmaya başlar. Sır beden vasıtasıyla nefsi terbiye etmektir… Meditasyon Meditasyonun sessiz ortamda daha etkili olmasının sebebi de kulağa gelen tüm seslerin yine aynı şekilde zihin tarafından işlenmeye çalışmasıdır. Sessizlik zihnin çalışmasını azaltır. Bu yüzden doğa yürüyüşleri meditatiftir ve meditasyon sessiz ortamda yapılmalıdır. Şifa… Pek çok şifa çalışmasında sihirli eller zihinsizlik sayesinde çalışır. Şifacı yaptığı şeyden şüphe duymaz. Zihinse her şeye şüpheyle yaklaşır. Şifacı şifa için şüphe duymadığında kollektif bilince yani holograma girer. Hologramda herşeyin gerçekleşmesi mümkündür. Quantum, duanın gücü, inanmanın ve istemenin gücü… Ne derseniz deyin bunların hepsi şüphesiz şekilde inanmakla gerçekleşir. Bilimsel yöntemlerle bu uygulamaları eleştirmek doğru değildir. Çünkü bilim baştan aşağıya zihni kullanır ve sürekli şüphe duyar. Spiritüel çalışmalar ise şüphesizlik ve inanma üzerine kuruludur. Bilim tüme varım yöntemini kullanır yani bilinenden yola çıkarak bilinmeyene ulaşmaya çalışır. Spiritüel çalışmalarsa tümden gelim yöntemini kullanır. Yani bilinmeyenden yola çıkarak bilinene ulaşmaya ve anlamlandırmaya çalışır. Her iki yöntemde doğrudur. Madde dünyasında ilerlemek için zihin çok gerekli bir enstrüman olmasına rağmen manevi perdeleri açamaz. Ne zaman sessizliğin sesini duymaya başlarız, o zaman açılmaya başlar perdeler yavaş yavaş… Bedenin inzivası ruhun kanatlarıdır. Her anlamda… Sır beden vasıtasıyla nefsi terbiye etmektir. Böylece gerçek bilgiye ulaşırız. Bedenimizin belki de en nihayi anlamı budur. Nefsin terbiyesine yardımcı olmak. Tabiki uygulamak anlatmak kadar kolay değildir. Son söz… Sen nasıl ki bilgiyi arıyorsan bilgi de sahibini arıyor. Ve her bilgi sahibini mutlaka bulur. Senin onu arayışın gerçekte bilginin yanı başındaki gölgesinden başka bir şey değil. O istemediği sürece açılmayacak bir kapının önünde gibisin. Bilgi yanı başında seni çoktan buldu. Sadece senin hazır olmanı bekliyor. Ararken hazırlanıyorsun aslında. Ama o sadece sen hazır olduğunda gelecek. Çünkü bilgiyi hazmedemezsen o bilginin kurbanı olursun… Cem Özüak 22.05.2016 tarihli İndigo Dergisi'nden alıntıdır. 3 Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Ruthless Yanıtlama zamanı: Mayıs 24, 2016 Paylaş Yanıtlama zamanı: Mayıs 24, 2016 mükemmel bir yazı, teşekkürler Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
apocalypse Yanıtlama zamanı: Mayıs 24, 2016 Paylaş Yanıtlama zamanı: Mayıs 24, 2016 Et yemeyen insanın hafızası zayıflar. Böylece hafızası zayıf olan kişi geçmişi hatırlayamayacağı için hafızası güçlü olan kişiye oranla daha çok anda kalabilir. Mantıklı. Ben de çoğu vejetaryen gibi düşük bi hafızaya sahibim. Ama gerçekten bunun zihinden ve zamandan özgürleştirici bi avantajı da oluyor. Güzel bi makale. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
adEda Yanıtlama zamanı: Mayıs 24, 2016 Paylaş Yanıtlama zamanı: Mayıs 24, 2016 Çok teşekkürler AurorA --------------------- Kişi açken, uykuluyken, yorgunken beyin faaliyetleri çok fazla çalışmaz ve mecburen zihin enerji kaynağı bulamadığı için geri planda kalır. Belki de bu yüzden yazarlar en güzel yazılarını uykusuzken yazar, ressamlar en güzel resimlerini üzgünken yaparlar. Sporcular belki de bu yüzden en iyi sonuçlarını antrenmanlarda değil müsabakalarda alırlar. Şimdi anladım galiba neden "zamansız" olduğumu. 1 Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
beykoz34 Yanıtlama zamanı: Mayıs 24, 2016 Paylaş Yanıtlama zamanı: Mayıs 24, 2016 Tüm kainat bir sevgilinin hürmetine yaratılmadı mı? Herşeyin başında sevgi yokmuydu. İlk insandan evvel O'nun nuru yaratılmadı mı? Her insanın özünde onun nuru yokmuydu? Yaradılan en şerefli mahluk bizlerdik. Ne birşeyler öğrenmek için medet umulan cin alemi, nede düşünürken bile meraktan çılgına döndüğümüz melekut alemi. Herşeyin özünde Allah-u Teala ve Resulallah vardı. Peygamberimizin hürmetine yaradıldık. Yaradılmadan önce var olan tek şey sevgiydi, aşktı. Allah yarattığı her kulu muhattap aldı, kuran ile şereflendirdi. %80 ninde rahmetinden bahsetti. Yaradılan her nimeti bizlerin hizmetine sundu. Allahı bulmak mı istiyorsun, hissetmek mi istiyorsun? Yaklaşmak mı istiyorsun? Onun indirdiği rahmetin oluk oluk kalbine akmasını mı istiyorsun? Meditasyon yapıp şeytan ve cinlerin oyuncağı olma, sen hiç kalp zikrine oturdun mu? Seni yaradanı hissettikçe gönlünde bedenini saran o eşsiz lezzeti hissettin mi? Zikrettikçe yaklaştın mı? Yaklaştıkta daha da çok sevdin mi? Zikirden kalkınca dünyadaki hiçbir şeyin o zikirden aldığın lezzeti vermediğini anladın mı? Ne yiyecekler, ne içecekler, ne cima nede başka birşey... Allah-u azim-u şanın zikriyle nurlanan kalbinde açan güllerin kokusu çarptı mı hiç burnuna gurbanım? İşte aşk buydu, sevgi buydu, yaradılış destanıda, hakka giden ruhun kanadıda buydu... Ah yâr k.s. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Hsynson1 Yanıtlama zamanı: Mayıs 27, 2016 Paylaş Yanıtlama zamanı: Mayıs 27, 2016 Ellerine ve kalbine sağlık. Muhteşem bir konu. Teşekkürlerr .. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
akuma Yanıtlama zamanı: Ocak 16, 2017 Paylaş Yanıtlama zamanı: Ocak 16, 2017 Her şeyin anahtarı meditasyon demek, paylaşım için sağol. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Andreas Yanıtlama zamanı: Aralık 18, 2018 Paylaş Yanıtlama zamanı: Aralık 18, 2018 Tüm kainat bir sevgilinin hürmetine yaratılmadı mı? Herşeyin başında sevgi yokmuydu. İlk insandan evvel O'nun nuru yaratılmadı mı? Her insanın özünde onun nuru yokmuydu? Yaradılan en şerefli mahluk bizlerdik. Ne birşeyler öğrenmek için medet umulan cin alemi, nede düşünürken bile meraktan çılgına döndüğümüz melekut alemi. Herşeyin özünde Allah-u Teala ve Resulallah vardı. Peygamberimizin hürmetine yaradıldık. Yaradılmadan önce var olan tek şey sevgiydi, aşktı. Allah yarattığı her kulu muhattap aldı, kuran ile şereflendirdi. %80 ninde rahmetinden bahsetti. Yaradılan her nimeti bizlerin hizmetine sundu. Allahı bulmak mı istiyorsun, hissetmek mi istiyorsun? Yaklaşmak mı istiyorsun? Onun indirdiği rahmetin oluk oluk kalbine akmasını mı istiyorsun? Meditasyon yapıp şeytan ve cinlerin oyuncağı olma, sen hiç kalp zikrine oturdun mu? Seni yaradanı hissettikçe gönlünde bedenini saran o eşsiz lezzeti hissettin mi? Zikrettikçe yaklaştın mı? Yaklaştıkta daha da çok sevdin mi? Zikirden kalkınca dünyadaki hiçbir şeyin o zikirden aldığın lezzeti vermediğini anladın mı? Ne yiyecekler, ne içecekler, ne cima nede başka birşey... Allah-u azim-u şanın zikriyle nurlanan kalbinde açan güllerin kokusu çarptı mı hiç burnuna gurbanım? İşte aşk buydu, sevgi buydu, yaradılış destanıda, hakka giden ruhun kanadıda buydu... Ah yâr k.s. Misyonerlik yapmayınız.Her yer bitti burası mı kaldı.Resmen muhammedi Tanrı ilan ediyorsunuz.Bir karar verin çelişkiye düşmeyin.muhammed insan mı Tanrı mı ? Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Andreas Yanıtlama zamanı: Aralık 18, 2018 Paylaş Yanıtlama zamanı: Aralık 18, 2018 Tüm kainat bir sevgilinin hürmetine yaratılmadı mı? Herşeyin başında sevgi yokmuydu. İlk insandan evvel O'nun nuru yaratılmadı mı? Her insanın özünde onun nuru yokmuydu? Yaradılan en şerefli mahluk bizlerdik. Ne birşeyler öğrenmek için medet umulan cin alemi, nede düşünürken bile meraktan çılgına döndüğümüz melekut alemi. Herşeyin özünde Allah-u Teala ve Resulallah vardı. Peygamberimizin hürmetine yaradıldık. Yaradılmadan önce var olan tek şey sevgiydi, aşktı. Allah yarattığı her kulu muhattap aldı, kuran ile şereflendirdi. %80 ninde rahmetinden bahsetti. Yaradılan her nimeti bizlerin hizmetine sundu. Allahı bulmak mı istiyorsun, hissetmek mi istiyorsun? Yaklaşmak mı istiyorsun? Onun indirdiği rahmetin oluk oluk kalbine akmasını mı istiyorsun? Meditasyon yapıp şeytan ve cinlerin oyuncağı olma, sen hiç kalp zikrine oturdun mu? Seni yaradanı hissettikçe gönlünde bedenini saran o eşsiz lezzeti hissettin mi? Zikrettikçe yaklaştın mı? Yaklaştıkta daha da çok sevdin mi? Zikirden kalkınca dünyadaki hiçbir şeyin o zikirden aldığın lezzeti vermediğini anladın mı? Ne yiyecekler, ne içecekler, ne cima nede başka birşey... Allah-u azim-u şanın zikriyle nurlanan kalbinde açan güllerin kokusu çarptı mı hiç burnuna gurbanım? İşte aşk buydu, sevgi buydu, yaradılış destanıda, hakka giden ruhun kanadıda buydu... Ah yâr k.s. Umarım tarikat mensubu,şeyhlerin sofileri burayı de keşfetmemişlerdir. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
sare Yanıtlama zamanı: Aralık 26, 2018 Paylaş Yanıtlama zamanı: Aralık 26, 2018 Teşekkürler harika bir yazı Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
vegito Yanıtlama zamanı: Ocak 29, 2019 Paylaş Yanıtlama zamanı: Ocak 29, 2019 Güzel bilgi için teşekkürler. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
electronicalev Yanıtlama zamanı: Nisan 5, 2019 Paylaş Yanıtlama zamanı: Nisan 5, 2019 bu yazının üstüne hakikatle eğileceğim, çok teşekkürler paylaşım için Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Önerilen Mesajlar
Sohbete katıl
Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.