reincarnated Oluşturma zamanı: Haziran 10, 2016 Paylaş Oluşturma zamanı: Haziran 10, 2016 http://www.evrimagaci.org/dosyalar/fotograflar/66/66_11113jpg.jpg Vejetaryen, vegan ve çiğ besinlere dayanan diyetler sağlıklı olabilir. Hatta sıradan insanların dikkatsizce tükettikleri günlük besinlere dayalı diyetlerden (örneğin Amerikan beslenme biçiminden) çok daha sağlıklı olduğu neredeyse kesindir. Ancak bu diyetlerin insanlar için "doğal" olduğunu iddia etmek, evrimsel açıdan bakıldığında, işi abartmaktır. Bunu, yakın zamanda yapılan 2 ayrı araştırma da aynen doğruladı. Araştırmaların gösterdiği üzere et tüketimi ve besinlerimizi pişirmek bizi "insan" yapan unsurlardır. Bunlar, insan-öncesi atalarımızın daha küçük beyinlerinin, geride bıraktığımız birkaç milyon yılda büyüyerek bugünkü halini almasını sağlamıştır. Bu iddia arkeologlar ve evrimsel biyologlar tarafından yeni keşfedilmiş veya ilk defa ileri sürülüyor olmasa da, yeni araştırmalar et tüketiminin insanların zekasının evrimleşmesinde tam olarak nasıl bir rol oynadığını ortaya koyuyor. Dahası bu araştırmalar, antik atalarımız vejetaryen, vegan veya çiğ besinli diyetlerle besleniyor olsalardı, beyinlerinin büyümesinin imkansız olacağını da göstererek, kendilerinden önce gelen araştırmaların üzerine yeni gerçekler koyuyorlar. Bu sayede, et tüketimi ve besin pişirmenin gerçekten de beyinlerimizin evrimi arkasında yatan ana unsurlar olduğunu bir başka açıdan doğrulamış oluyorlar. Beynimizi Büyüten Kalorilerdir Araştırmaların kalbinde insan beyninin vücudun dinlenme halindeki enerjisinin %20'sini harcadığı gerçeği yatıyor. Bu, diğer primatların beyinlerinin harcadığı enerjinin 2 katına denk geliyor. Etler ve pişirilmiş yiyecekler, giderek irileşen bir beynin ihtiyacı olan kalorileri karşılamak için bir gerekliliktir. Araştırmalardan birisi, Haziran 2015'te Proceedings of the National Academy of Sciences dergisinde yayınlandı. Bu araştırmada, birden fazla primatın beyin boyutları incelendi. Zaten bilindiği üzere, genel olarak bakıldığında, büyük vücutlu canlıların beyinleri de büyük olmaktadır. Buna rağmen insanların beyni sıradışı bir miktarda büyüktür. Goriller bizden 3 kat iri olmasına rağmen, bizler onlardan 3 kat daha fazla nöronu barındıran beyinlere sahibiz. İyi ama neden? Görülen o ki cevap, gorillerin çiğ besinlerden oluşan vegan bir diyeti takip etmesidir. Bu diyette hayvansal proteinler bulunmaz. Bu da, kütlelerine yetecek kadar enerjiyi üretebilmek için saatlerce ve saatlerce beslenmelerini gerektirir. Brezilyalı bilim insanı Suzana Herculano-Houzel önderliğindeki Rio de Jenario Üniversitesi'nden sinirbilim araştırmacıları, bir primat beynine nöron eklemenin masrafının sabit olduğunu gösterdiler. Eğer bir primat beynine tek 1 nöron ekleyecekseniz, karşılığında fazladan 6 kaloriye ihtiyaç duyacaksınızdır. Yani her bir nöronun fiyatı 6 kaloridir. Gorillerde insan-benzeri bir beynin evrimleşebilmesi için günde 733 ek kaloriye ihtiyaçları vardır. Bu da, normal diyetleri dahilinde günde 2 saat fazladan beslenmeye denktir. Ancak bu, ekolojik olarak pek mümkün değildir. Çünkü goriller, şu andaki halleriyle bile, tropik bir iklimin müsade ettiği 12 saatlik gün ışığının %80'ini beslenme ile harcamaktadırlar. Araştırmacıların hesapladığına göre, benzer şekilde, erken insanlar da sadece çiğ otlarla besleniyorlardı ve bu nedenle günün 9 saatten uzun bir miktarını yeterli kalori elde etmeye harcıyorlardı. Dolayısıyla vegan bir diyette atalarımız çok fazla besin tüketmeleri gerekmesi, bu sırada tehlike altına girecek olmaları ve diğer zorluklar nedeniyle bizlerin evrimleşmesini mümkün kılamazdı. En azından bu, hiç de olası gözükmüyor! Yemekleri pişirebilme yeteneğimiz, yıl boyunca daha fazla besin tüketebilmemizi ve yiyeceklerin daha fazla besin değerini ortaya çıkarmasını mümkün kıldı. Üstelik bu sadece et için değil, tükettiğimiz sebzeler için de geçerli. Herculano-Houzel şöyle söylüyor: "İşin özü şu: modern çağda tamamen çiğ bir diyet ile hayatta kalmamız elbette ki mümkündür. Ancak türümüz ilk başta evrimleşirken, böyle bir diyet ile hayatta kalabilmemiz neredeyse imkansızdı." Araştırmanın bir diğer önemli bulgusu, çiğ veya vegan bir diyet ile beslenen bir hayvanın sahip olabileceği en büyük beynin ne kadar büyük olabileceğidir. Ne yazık ki araştırmacılar, günlük besin pişirme davranışının ilk olarak ne zaman evrimleştiğini tespit edemediler. Günümüzden 250.000 yıl önce mi? Yani neredeyse bugünküyle eşit boyutta bir beyne sahip olmaya başladığımız zamanlarda? Yoksa günümüzden 800.000 yıl önce, insan-öncesi atalarımızın gerçekten hızlı bir beyin büyümesi evresine girdikleri zamanlarda mı? Ne yazık ki ikincisinin doğru olduğunu gösteren çok az arkeolojik bulgu vardır. Bu nedenle tam tarihi tespit etmekte şu anda güçlük çekiyoruz. Et-Yiyici ile Tanışın! Yemeklerimizi pişirmek modern insanların evriminden önce yaygın bir uygulama olmayabilir. Ancak et yemek kesinlikle öyleydi! İkinci araştırma, PLOS One dergisinde Ekim 2014'te yayınlandı. Bu araştırmada, 1.5 milyon yıl önce yaşamış olan insan-öncesi atalarımızdan olan ve yeterli beslenmeme nedeniyle öldüğü belirlenen bir çocuk incelendi. Günümüzdeki Tanzanya ülkesinde bulunan kafatası kemiği kırıkları, çocuğun porotik hiperostoz hastası olduğunu gösteriyor. Bu hastalık, demir eksikliği ve B9 ile B12 vitaminleri eksikliğinde ortaya çıkıyor. Bu tür hastalıklar, hayvansal besinlere ihtiyaç duymasına rağmen tüketemeyen hayvanlarda görülüyor. İncelenen çocuk, hemen hemen sütten kesildiği yaşta. Dolayısıyla çocuğun ölüm nedeni ya annesinin meme sütünde kilit besin maddeleri bulunmaması ya da kendisinin yeterince et veya yumurta tüketememiş olmasıdır. Araştırmanın başında bulunan Madrid'deki Complutense Üniversitesi'nden arkeolog Manuel Dominguez-Rodrigo şöyle söylüyor: "Her iki durumda da araştırmamızın bulguları, 1 milyon yıl önceki atalarımızda etin olmazsa olmaz bir besin kaynağı olduğunu ve geçici, öylesine, keyfekeder olarak tüketilmediğini gösteriyor." Bu bulguların her ikisi de, etin insan beyninin evrimini ateşlediği teorisini doğruluyor çünkü et, araknidlerden zebralara kadar birçok kaynaktan elde edilebiliyor ve insanların evrimleştiği Afrika savanasında bolca bulunuyordu. Ayrıca et; beynimizin büyümesi ve korunması için gereken kalori, proteinler, yağlar ve B12 vitamini açısından bildiğimiz en iyi kaynaktır. Dominguez-Rodrigo şöyle söylüyor: "Etçil hayvanlar, karasal da sucul da olsa, otçullara nazaran daha büyük beyinlere sahiptirler. Günümüzde geleneksel şartlar altında yaşayıp da vegan olan hiçbir insan topluluğu yoktur. Bu basitçe imkansızdır; çünkü sadece hayvansal ürünlerde bulunan B12 vitaminini elde etmek mümkün değildir." Sebzeler Yine De Hala Sağlıklı! Araştırmaların her ikisi de sonuç kısımlarında pişirilmiş yemekler ve etin insan beynining gelişimi için zorunlu olduğu gerçeğinin, günümüzdeki insanların diyetinin bu şekilde olması gerektiği anlamına gelmediğini vurguluyor. Araştırmaların gösterdiği tek şey, insanı "insan" yapmak için gerekli diyetin et temelli ve pişirilmiş yemeklere dayandığını ortaya koymaktır. Süpermarketlerimiz ve buzdolaplarımız sayesinde günümüz insanları, yıl boyunca ve giderek artan miktarlarda vejetaryen ve vegan olarak beslenmektedir. Ayrıca fabrikalarda üretilen hayvan ürünlerindeki "kalbi durduracak miktardaki" doymuş yağ miktarı göz önüne alındığında, bitki-temelli bir diyet daha sağlıklı bir alternatif olabilir. Yine de et argümanın her iki ucu da, yani hem veganlar, hem de inatçı et-yiyiciler şunu unutmamalıdır: mısırla beslenen hayvanlardan elde edilen bifteklerden tutun da genetik olarak manipüle edilmiş Queen Anne havuçlarına kadar günümüzün çok az sayıdaki güya "doğal" olan besinleri, bundan sadece birkaç yüz yıl önce keşfedildi. Vejetaryen veya vegan olmak için günümüzde pekçok olası neden bulunuyor. Ancak evrim, bunlardan bir tanesi değil. Hazırlayan: ÇMB (Evrim Ağacı) Kaynak: Washington Post Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
ozkannoz Yanıtlama zamanı: Haziran 10, 2016 Paylaş Yanıtlama zamanı: Haziran 10, 2016 https://www.youtube.com/watch?v=n4PTgJ3qhLs bünyeye et sokmak lazım Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Ninque Yanıtlama zamanı: Haziran 10, 2016 Paylaş Yanıtlama zamanı: Haziran 10, 2016 İlkel insan ile günümüz modern insanını bir tutmak doğru olmaz. Besine ulaşım imkanlarımız çok değişti. O zaman yediğimiz et ile şimdi yediğimiz şişirilip paketlenip önümüze sunulan et arasında dağlar kadar fark var. Elbette o şartlarda et fayda sağladı fakat şu an hem sağlık açısından hem de sürdürülebilirlik açısından damak zevki ve alışkanlıkları bir yana bırakıp et yeme üzerine oturup ciddi olarak düşünmemiz gerekiyor. Damak zevki ve alışkanlık diyorum çünkü günümüzde et tüketiminin tek nedeni budur. Kıtalararası iletişim ve ulaşım mümkünken, her türlü bilgi, gıda (et tüketebilen insanlar olarak) elimizin altındayken, bilim bu kadar ilerlemişken et tüketimini sınırlandırdık veya tamamen bıraktık diye evrim sürecinde geriye doğru gitmeyiz herhalde Aksine neredeyse tükenmekte olan gezegenimizi yaşanabilir hale getirebilir, daha güzel şartlarda ilerleme katedebiliriz. Yazıyı baştan sona okudum fakat evrim ağacının daha önce veganlığı ve veganları küçümseyici yazıları olduğu için bunları yazdım. Ayrıca "veganlar aptaldır, et yiyorum zekiyim, alcan karşına oturtcan höpletcen kokoreçi" vb tarzı düşünen mahlukatlar da üzerine alınabilirler. Bonus: Dr.Murat Kınıkoğlu'nun konuyla ilgili güzel bir yazısı; BEYNİ ET Mİ YOKSA NİŞASTA MI BÜYÜTTÜ? Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
AbraKadabra Yanıtlama zamanı: Haziran 10, 2016 Paylaş Yanıtlama zamanı: Haziran 10, 2016 Bu konuyu tartısmak tarafları değiştiricek mi yada herkesi aynı tarafa çekicekmi bilmiyorum ama ,bazı seyleri neden tükettiğimizi bile bilmiyorum/ bilmiyoruz. Beyin değişse ne olucak evrimleşse ne olucak ruh evrimleşmedikten sonra öyle değil mi? Önce düşünceleri, iyiliği kötülüğü, insana zarar vermekle hayvana vermek arasında bir fark olmadıgını idrak edebilmemiz için evrimleşmiş bir beyin yerine evrimleşmiş bir ruh düşüncesiyle hareket etseydik bu kadar yüzyıl boyunca zaten çoğu besini tüketmemize gerek kalmayacaktı diye düşünüyorum. 1 Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
ozkannoz Yanıtlama zamanı: Haziran 10, 2016 Paylaş Yanıtlama zamanı: Haziran 10, 2016 vahşi doğada hayvanlar nasıl birbirini öldürüp yiyorsa insanın et yemesi de normaldir.insanlar birbirini nasıl ezmez bunu düşünmek lazım Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
AbraKadabra Yanıtlama zamanı: Haziran 10, 2016 Paylaş Yanıtlama zamanı: Haziran 10, 2016 Belki burası tartısmak için uygun değil ama , normale normal olarak devam ettiğimiz sürece normal olarak tabulasmıs birsey gercekten normal kabul edilme yoluna gider,bu net.İnsanın et yemesi anormaldir diyen yok burada,ama anormale ne kadar sürece normal gözüyle bakarsak,yada normale anormal,gerçekte normal olan seyle gerçekte anormal olan sey fkir olarak catısmaya baslar,bu da net.Vahşi doğada hayvanlar birbirini nasıl öldürüp yiyosa ? işte bu düşünce zaten insanların aç kaldıklarında birbirini yemelerine sebep olan düşüncenin önfikri,neden ? Çünkü insanlar sürekli başka şanslarının olmadığını düşünüyorlar, hayvanlar da öyle, oysa evrimlesmis bir beyin icin zaten et yememiz gerekmediğini idrak edebilicek ruh potansiyeline sahip oldugumuz zaman, başka sanslarımız oldugunu da anlıyacağız.Ben et yiyorum belki, ama bu vahsi oldugumu gösterir yada göstermez diye bir sey söylemiyorum, gerçekten bir 3 aylık et yememe sürecim olmustu, ondan öncede bir 4 aylık, etin hastalıklı birsey oldugunu düşünmeme sebep olucak denli insanları vahsi gördüğüm bir psiko atak zinciri seylerim olmustu.Ve bu bana cok sey kattı, gerek ruhen, gerek zihnen,(algı olarak) ve ben bir gün et yemeyi yeniden bırakacagım ve bu sefer asla tekrar baslamayacagım hem zihnim için hem ruhum için.Bu da yakın bir zamanda olucak, Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
reincarnated Yanıtlama zamanı: Haziran 13, 2016 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Haziran 13, 2016 İnsan Evriminde Beyni Büyüten Et Değil De, Nişasta Mı? İnsanların et tüketimi hakkında olumsuz fikirlere sahip olan militan veganlar, sıklıkla bilimi çarpıtmak suretiyle kendi fikirlerini pazarlama yöntemini seçmektedirler. Ne yazık ki, söz konusu argümanları temelden hatalıdır ve bilimin en temel gerçekleriyle çelişmektedir. Buna sadece beslenme konusunda hatalı takıntıları olan insanlarda değil, Hayvan Hakları Federasyonu (HAYTAP) gibi kurumların bilgi metinlerinde de rastlamak mümkündür. Bu mit çürütme yazımızda HAYTAP tarafından yayınlanan "Beyni Et Mi Yoksa Nişasta Mı Büyüttü?" başlıklı metin ele alınacaktır. Mit-1: "İnsan beyninin büyümesinin yediği bir besin maddesine bağlı olduğunu kabul edeceksek bu besin maddesinin hayvanların yemediği buna karşılık insanların yediği bir şey olması gerekir. Beynin büyümesi etle olsaydı, gerçek birer etçil olan hayvanların (aslan, kaplan) bizden daha büyük beyinli olması gerekirdi. Oysa insan beyni 1200-1450 gramken sadece etle beslenen aslanların beyni 260 gramdır." Gerçek-1: Evrimsel biyolojinin hiçbir köşesinde bir türün evrimsel sürecine yön veren olaylardan birisinin, diğer türlerde de birebir aynı etkiye neden olacağına dair bir bilgi bulunmamaktadır. Her türün evrimi, tür içerisindeki çeşitlilik ile ortam şartlarının etkileşiminin bir ürünüdür. İnsanların ataları ile aslanların atalarının evrimsel tarihleri arasında hiçbir benzerlik bulunmadığı gibi, tür içi çeşitlilik ile yaşam biçimleri arasında da hiçbir alaka bulunmamaktadır. Dolayısıyla et tüketiminin insanlarda daha iri beyinlere sebep olması, etle beslenen diğer türlerde aynı etkiye yaratacak diye bir kaide bulunmamaktadır. Zira insan evrimine önemli ölçüde katkı sağlayan diğer unsurlar arasında iki ayak üzerine kalkma, ormandan savanaya geçiş, sosyal yapının karmaşıklaşması, el-göz koordinasyonunun gelişmesi gibi diğer unsurlar da bulunmaktadır. Bunlar beynin evrimini tetikleyen unsurlar oldukları gibi, beynin evriminden olumlu yönde etkilenen unsurlardır da. Bunların hiçbiri aslanların evrimsel tarihinde bulunmaz; dolayısıyla et tüketiminin onların evriminde beyin irileşmesiyle sonuçlanmasını beklemek akıl dışıdır. Mit-2: "Aynı farkı hayvanlar arasında da görmeyi beklerdik yani daha çok et yiyen hayvanların beyni az yiyenlerden büyük olmalıydı. Oysa durum öyle değil, örneğin tamamen et yiyen kutup ayılarının beyinleri, meyveyi ve balı çok seven gri ayıların beyinlerinden büyük değil. Aynı şekilde ormanda ot yiyen gorilin beyni (500 gram) savanda et yiyen aslanın beyninden büyük. Sadece bitkiyle beslenen fillerin beyni bizden büyükken balıkla beslenen kutup ayılarının beyni 500 gramı geçmez. İnsan topluluklarına baktığımızda da aynı durumu görürüz. Papua New Guinea’da yaşayan insanlar enerjilerinin % 90’ını sadece patatesten almalarına ve –ihmal edilebilecek kadar az miktarda- hayvansal gıda yemelerine (günlük yağ alımı 6 gramın altındadır) rağmen beyinleri et ağırlıklı beslenenlerden küçük değildir, sağlıklı beyinlere ve akıllı çocuklara sahiptirler." Gerçek-2: Bu paragraf, yazarın bilimden tamamen bihaber olduğunun en net göstergelerinden birisidir. Sadece evrimsel biyolojinin en temel verilerinden yoksun olduğu değil, aynı zamanda sinirbilim ve biyolojinin de en temel düzey bilgilerine dahi sahip olunmadığı görülmektedir. Canlı türlerinin beyin büyüklüklerini birbiriyle kıyaslarken, net beyin büyüklüğünü neredeyse hiçbir zaman kullanmayız. Zira sinirbilim sayesinde biliyoruz ki, vücudu iri olan hayvanların beyinleri de ona bağlı olarak iri olmaktadır. Bu nedenle, beyin-vücut hacmi oranına bakılmakta; hatta bunu yaparken de öncelikle birbiriyle taksonomik olarak yakın olan canlılar bir arada değerlendirilmekte, evrimsel olarak çok uzak olan akrabalar arasında kıyastan mümkün olduğunca kaçınılmaktadır. Dolayısıyla goril ile aslanın kafa kafaya kıyası son derece anlamsızdır. Dahası, argüman beyin evrimini mümkün kılan tek unsurun et tüketimi olduğu gibi bir varsayımla yola çıkmaktadır. Halbuki evrimsel biyoloji sayesinde keşfettiğimiz üzere, beyin evrimini mümkün kılan birçok önemli faktör bulunmaktadır. Et tüketimi bunlardan sadece birisidir ve verimli enerjiye ulaşım açısından son derece kritiktir. Ancak sadece et tüketimini beynin evriminin kaynağı olarak görmek gerçeklik dışıdır. Mit-3: "Son zamanlarda gündeme getirilen etin yüksek kalorili olduğu için beyni büyüttüğü iddiası da doğru değildir çünkü et yüksek kalorili olsa da beyin için iyi bir enerji kaynağı değildir. İnsanların diğer primatlara göre daha çok kalori tükettiği doğrudur. Metabolizma hızımız ve yağ depolama kapasitemiz de onlara göre daha yüksektir. Şempanzelere kıyasla 400, gorillere kıyasla 635 ve orangutanlara kıyasla 820 kalori daha fazla yakarız." Gerçek-3: Et, beyin için de, organizma için de eşsiz bir enerji kaynağıdır. Bu sayıların elde edildiği akademik kaynak, dünyanın en saygın bilim dergisi olan Nature'ın 19 Mayıs 2016 tarihli ve 533 numaralı sayısıdır. Makalenin özünde anlattığı, metabolik hızımızın diğer primatlara göre yüksek oluşunun, beyin büyüklüğümüze doğrudan katkısı olduğudur. Yazar, okurlarının yüzüne baka baka yalan söylemektedir; zira alıntı yapılan kaynak, etin insan evrimindeki rolünü doğrulamaktadır. Yazarlar, insan türünün diyet değişiminin (meyvecil-otçuldan et ağırlıklı hepçile evrim) insan beyninin büyümesine etki ettiğini kabul ve ilan etmekle birlikte, buna paralel olarak artan metabolik hızımızın da beyin evrimine katkı sağladığını bildirmektedirler. Makalede geçen bir cümle şöyledir: "Gelişmiş yürüme verimliliği, enerji bakımından daha yoğun yiyeceklere geçiş (etler ve tüberler gibi) ve yemek pişirmenin keşfi, avlanma sonucu elde edilen net enerjiyi arttırmıştır ve insansı türlerin enerji bütçesinin evrimsel olarak genişlemesini mümkün kılmıştır." Mit-4: "Buna karşılık aldığımız toplam kalorinin % 20’sini, aldığımız tüm nişasta ve şekerin % 60’ını tüketen beynimiz yakıt olarak protein değil glukoz kullanır. Oysa et iyi bir glukoz kaynağı değildir, yağ asitleri glukoza çevrilirken % 53’lük bir enerji kaybı ortaya çıkar." Gerçek-4: Sadece beyin değil, tüm organlarımız ilk olarak glikozu besin/yakıt olarak kullanır. Glikoz olmayan besinler, "glukoneogenez" denen bir süreç sonucunda glikoza çevrilir ve o şekilde tüketilirler. Fakat bir besinin doğrudan glikoz olması, yakıt olarak avantajlı olduğu anlamına gelmez; zira aşırı glikoz yüklenimi hızlı yağa çevrimi tetikler ve glikozun sindirilmeden depolanmasına neden olur. Dolayısıyla protein-temelli besinlerden gelen glikoz, neredeyse her zaman enerji tüketimi için kullanılır ve yağa çevrilmez (abartılı miktarlarda tüketilmediği sürece). Bu nedenle et, harika bir enerji kaynağıdır! Dolayısıyla yazının özü ve ana mantığı hatalıdır. Ne var ki yazar, bu kaynağındaki bilgileri de çarpıtmaktadır ve açıkça yalan söylemektedir. Bu sayıların alındığı kaynak, PLOS Computational Biology dergisidir ve yapılan araştırma, bilgisayar modellemesine dayanmaktadır - gerçek verileri yansıtmaz. Ancak sorun bu değil. Sorun, bireyin kendi iddialarını meşru kılmak adına bilimsel gerçekleri açıkça çarpıtmasıdır. Makalede aynen şöyle yazmaktadır: "Eğer ki yağ asitleri glikoneogenez için kullanılacak olursa, en verimli ve en verimsiz kimyasal tepkimelerden hangisinin meydana geldiğine bağlı olarak enerjinin %53-74 arası enerjiye dönüşür. Dolayısıyla yağ asitleri içerisindeki enerjinin %26-47 arası glikoneogenez sırasında kaybedilir. Öte yandan, glikojenik aminoasitlerde enerji kaybı çok daha düşüktür. Bunların glikonejenik enerji verimliliği leüsin için %73, valine için %96 dolaylarındadır ve diyetle alınan protein için ortalama değeri %87'dir. Gliserol içinse glikoneojenik enerji verimliliği %95'tir. Bu sonuçlar, Atkins diyeti gibi karbonhidrat seviyelerini düşüren, ketojenik diyetlerin kilo kaybı konusundaki başarı oranlarını açıklamaya yarayabilir." Akıl almaz, öyle değil mi? Makalenin dediği, proteinlerden elde edilen aminoasitlerin enerji verimliliğinin inanılmaz yüksek (%87 dolaylarında) olduğu... HAYTAP yazarının iddiası ise, enerjinin %53'ünün yitirildiği yönünde... %53 sayısı, makalede sadece 1 defa geçiyor ve o da protein aminoasitleri ile ilgili değil, yağların yapıtaşlarından birisi olan yağ asitleriyle ilgili... Gerisini düşünmeyi size bırakıyoruz. Mit-5: "Neden beyin yakıt olarak kullandığı glukozla (nişastayla) değil de etle büyümüş olsun ki? Bu kaloriyi etten değil her zaman kolayca bulabileceğimiz zengin bir besin kaynağından almış olmamız daha büyük bir ihtimaldir. İnsan vücudu nişastalı bitkileri ete göre 20 misli daha kolay hazmeder ve nişastalı kök bitkiler ormanda, savanda her yerde bol miktarda bulunur. Bu yüzden beynimizi et değil, pişirme işleminin yaygınlaşması ile nişastalı kök bitkilerin daha çok tüketilmesi ve beynin ihtiyacı olan şekerin daha rahat karşılanması büyütmüştür. Önemli sayıda bilim adamı (Lieberman ve ark, Wrangham ve ark.) australopitecines ve erken dönem homosapienslerin ağırlıkla nişastalı kök bitkilerle (underground storage organs) beslendiklerine düşünmektedir." Gerçek-5: Neden glikozla değil de, etle büyümüş olduğunu birkaç defa izah ettik. Çünkü et, enerji yoğunluğu ve verimliliği bakımından en faydalı besin türlerinden birisidir. Kaldı ki et, diğer mineral ve vitaminleri de bir arada barındıran eşsiz bir besin kaynağıdır - ki bundan söz etmiyoruz bile! Dahası yine bir çarpıtma görüyoruz: Australopithecinler olarak bahsedilen Australopithecus cinsi, elbette ki et-harici besinleri tüketmekteydi! Zira et temelli diyete geçiş atalarımızda 4 milyon yıl kadar önce başladı ancak asıl hızını 2 milyon yıl kadar önce, Homo türlerinin evrimiyle kazandı. Bu dönemde Australopithecus türleri yaşıyor olsa da, çoktan türleşmeler yaşanmıştı ve bu atamızla bağımız büyük oranda kopmuştu. Dahası, Homo sapiens türü elbette nişasta ile de beslendi, hiçbir bilim insanı bunu reddetmeyecektir. Ancak türümüzün ataları, özellikle meyve temelli nişastayı on milyonlarca yıldan beri tüketmekteydi ve kuzenlerimiz de, biz de bunu halen yapmaktayız! Ancak nişasta tüketimi ile, nişastanın beyin evrimine gerekecek enerjiyi sağladığını iddia etmek arasında dağlar kadar fark var. Ve bunlardan ikincisi, tamamen hatalı. Nişastanın beyin evrimine katkısı olmamıştır. Tabii ki beynimize gidecek enerji ve besinlerin hangi kaynaklardan geldiği, beyin için önemli değildir. Sonuçta beyin, nereden gelirse gelsin enerjiyi büyük oranda glikozdan alacaktır. Ancak bu glikoza erişimin artışı, nişasta tüketimiyle değil, et tüketiminin artmasıyla mümkün olmuştur. Zira atalarımız, ormanlardan savana yaşantısına geçmesi sonrasında nişastaya olan erişimleri artmamış, azalmıştır. Buna karşılık, ete erişimlerinde ve adeta "muhtaçlıklarında" ciddi bir artış yaşanmıştır; zira savanada ormandakine kıyasla son derece az yenilebilir bitki bulunmaktadır. Mit-6: "İnsan beyninin büyümeye başladığı tarih ve büyüme eğrisi beynin büyümesinin etle değil “ateş ve pişirme” işlemiyle ilintili olduğunu göstermektedir. İnsan beyni 1.8-2 milyon yıl önce büyümeye başladı. Bilim adamları bilinçli pişirmenin de 1.8 milyon yıl önce başladığını saptadılar. Gördüğünüz gibi zamanlama olarak insan beyninin büyümesi et yemeyle değil ateşin bulunması ve pişmiş gıdaların farkına varılmasıyla uyumludur." Gerçek-6: Tuhaf, zira söylenen şey, adeta et tüketimi ile beyin büyümesinin birebir örtüştüğünü doğruluyor! Eğer ki ateşin keşfi 1.8-2 milyon yıl öncesine gidiyorsa (ki bu doğru), eğer ki ciddi miktarda et tüketimi artışı 2 milyon yıl kadar önce başladıysa (ki bu da doğru) ve eğer ki insan beyninin evrimi 2 milyon yıl öncesinde hız kazanmaya başladıysa (ki bu da doğru), et tüketimi, ateş kullanımı ve beyin büyümesi arasında bir bağlantı var demektir! Elbette, arada bir bağlantı olması, neden-sonuç ilişkisini garanti etmez, bunun farkındayız. Ancak yapılan çok sayıda araştırma, birçok farklı açıdan etin insan beyninin evrimine katkı sağladığını doğrulamıştır. Dolayısıyla sadece değişim zamanlarına bakarak bir sonuca varmıyoruz. Beslenme biliminden gelen veriler, antropolojik, sinirbilimsel ve evrimsel biyolojiye ait verilerle birebir uyuşmaktadır. Et, insan beynini büyütmeye doğrudan katkı sağlamıştır! Burada bir parantez açalım: Ateşin keşfi ile ateşin kontrolü birebir aynı şeyler değildir. Atalarımız ilk olarak 2 milyon yıl kadar önce ateşi keşfetmiş ve kendileri başlatmayı başarmış olsa da, kontrollü ateş kullanımı sadece 100.000 yıl kadar öncesine gitmektedir. Ateşin keşfi, kontrolü ve et tüketimi arasındaki bağlantı konusunda halen tartışmalar ve farklı fikirler bulunmaktadır. Fakat et tüketiminin insan evriminde beyni irileştirmesiyle ilgili pek bir şüphe bulunmamaktadır. Mit-7: "Ateşi kullanan ve pişirmeyi öğrenen tek memeli insandır (9). “Neden insanın beyni büyüdü de diğer primatların beyni büyümedi?” sorusunun cevabı da buradadır: Biz orman yangınlarından sonra toprağın altında daha kolay yenen, daha çok enerji veren pişmiş kök bitkiler olduğunu fark ettik ve onlardan faydalandık, goriller ve orangutanlar fark edemediler." Gerçek-7: Yok böyle bir şey... Tamamen uydurma ve hiçbir kanıt dayanmıyor. İşin ilginç tarafı, yazarların diyetlerinde memeli ve böcek etlerinin de bulunduğu şempanzeleri ayırıp, goril ve orangutan gibi daha uzak (ama büyük oranda vejetaryen olan) kuzenlerimize odaklanmaları sizin de dikkatinizi çekti mi? Gerçi dediğimiz gibi, diyet konusunda kuzenlerimizden biraz ayrılıyoruz ve sebebi, yazarın da belirttiği gibi büyük oranda ateşe hükmetmek... Ama beynimizin evrimi konusunda bizim et-temelli diyete geçişimizi göz ardı edip de, "yangın sonrasında toprağın altında kolay yenen kök bitkileri şans eseri keşfetmeye" konuyu bağlamak tamamiyle akıl dışıdır. Mit-8: "Dr. Karen Hardy ve arkadaşları The Quarterly Review of Biology dergisinde yayınlanan çalışmalarında ateşin bulunmasıyla pişirilen nişastalı kök bitkilerin beynin gelişimini olumlu yönde etkilediğini açıklayarak nişastalı kök bitkiler, yeşillikler ve ormanlardaki ceviz başta olmak üzere kabuklu kuru yemişlerin beynin büyümesinde etkili olduğunu gösterdiler." Gerçek-8: Böyle bir araştırmanın olduğu doğrudur (her ne kadar yazarlar, metin-içi referanslarında hatalı kaynağa numaralandırma yapmış olsalar da). Bu araştırmanın son derece tartışmalı olduğu ve birçok diğer araştırmayla yanlışlandığı da doğrudur. Makalede ciddi mantık ve veri hataları bulunmaktadır. Örneğin yazarlar, insanın ateşi kontrolünün 300.000 ila 400.000 yıl öncesine gittiğini iddia etmektedir (ki bu tamamen hatalıdır; öyle ki, makalenin bir başka yerinde ateş kontrolünün tam olarak hangi tarihte başladığını bilinmediğini iddia ederek kendileriyle çelişmektedirler). Bir diğer sorun, makale yazarlarının insan beyninin evrimi için nişastaya ihtiyaç olduğunu iddia ediyorlarsa da, yine kendileri tarafından yazılan daha önceki bir makalede, nişastaya hiçbir gereksinim olmaksızın da, sadece et-temelli bir diyetin insan için yeterli olacağını kabul etmektedirler. En fenası, 2015 yılında Journal of Human Evolution dergisinde yayınlanan bir makale, modern insanlar, Neandertaller ve Denisovalıların genlerini karşılaştırmakta ve sonuçlarla ilgili olarak aynen şunları söylemektedir: "Tükürük amilaz geni (AMY1) çiftlenmeleri Neandertal ve Denisova insanlarında görülmedi. Bu, AMY1 kopyalarının sayısının artmasının yakın bir geçmişte meydana geldiği ve sadece modern insanlarda gözlendiği fikrini doğurmaktadır. Bu durumda, eğer ki erken insansılar daha önceden iddia edildiği gibi yüksek miktarda toprak-altı nişasta içeren besinler tükettilerse, muhtemelen bunu hiçbir besin faydası edinmeden yaptılar." Toprak-altı nişastanın diyetimize olumlu etkileri olduysa bile (ki bu son derece tartışmalı bir iddiadır), genlerimizin ortaya koyduğu tarihe göre bu yakın bir geçmişte meydana gelmiştir ve insan beyninin evrimiyle doğrudan hiçbir alakası yoktur. Mit-9: "Kendinizi ormanlık / çayırlık bir alanda, savanda yaşarken hayal edin. Elinizde bir sopa veya ucu keskinleştirilmiş bir taştan başka silah olmasın. Bir darbede sizi tepeleyecek domuzların peşinde mi koşarsınız yoksa ağaçtan yere düşmüş cevizleri, çalılıktaki böğürtlenleri mi toplamayı mı tercih edersiniz? Düşünün ki günümüz şempanzeleri mızrağın ucunu sivriltmeyi akıl edemiyorlar. Bizim de taştan balta yapmamız için milyonlarca yıl geçmesi gerekti. Arkeolojik kazılar taştan yapılmış ilk ok başlarını 10–15 bin yıl önceye tarihler. Demirden ok başları en fazla 10 bin yıl geriye gider. Takdir edersiniz ki organize bir birlik kuramadığınız takdirde elinizde bir sopa ile bir yaban keçisi bile yakalayamazsınız. Bir bizon sürüsünün peşine düştüğünüzü düşünün, hiçbiri size av olmaz. Kırk yılın başında hasta veya sakat bir hayvan yakalasanız bile etraftaki aslan, kurt, sırtlan gibi sizden yırtıcı ve becerikli avcılar yemi size bırakmazlar. Araştırmalarda yukarı paleolitik döneminin sonunda önce büyük av hayvanlarının önemli miktarda avlandığına dair hiçbir kanıt bulunamamıştır (11). Antropolog Kristen Hawkes günümüzde yaşayan avcı kabilelerde bile erkeklerin büyük bir hayvanı öldürme şanslarının oldukça düşük (ancak yüzde 3 civarında) olduğunu göstermiştir (12). Yüz kere ava çıkıyorsunuz ve ancak üçünde etle birlikte dönüyorsunuz ve beyniniz etle büyüyor öyle mi?" Gerçek-9: Evet, öyle. Zira bir besini istediğiniz kadar tüketin, eğer ki bir diğer besin kadar faydası yoksa, o faydayı elde edemezsiniz. Benzer şekilde, eğer ki etin yüksek enerji verimliliği size katkı sağlıyorsa (ki sağlamaktadır), 100 denemede 3 defa bile başarı elde ediyorsanız, bu gayet iyidir! Kaldı ki, bu sayılar tamamen uydurmadır. Dahası, yazar insan gruplarının organize olmadığını iddia etmektedir. Bu, eldeki bütün antropoloji verileriyle çelişmektedir. İnsanlar, son derece organize bir şekilde avlanmışlardır ve beyin evriminde bu sosyal düzenin, el-göz koordinasyonunun gelişiminin, alet kullanımının da birçok önemli katkısı olmuştur. Ayrıca şempanzelerin mızrağın ucunu sivriltmeyi "akıl edemeyişleri"nin insanlarla ne alakası olduğunu anlayabilmiş değiliz. Bu paragraf, baştan sona hatalı ve çarpıtılmış vaziyette... Sonuç: Yazının sonunda nişastanın sindiriminin sözde avantajları tekrarlanıyor. Dolayısıyla tekrara girişmeyeceğiz, yazımızda söz konusu kaynağın akademik kaynakları nasıl çarpıttıklarından ve diğer araştırmaların argümanlarını geçersiz kıldığından söz ettik. Türümüz, hepçil bir tür olarak et de tüketebilir, ot da tüketebilir. Primata atalarımız, çok uzun süreler ot-temelli bir diyet ile yaşamışlardır ve bu nedenle bizlerin genel sindirim sistemi de ot-temelli diyete göre adapte olmuştur. Ancak türümüz, diğer türlerden birçok unsur bakımından ayrılmaktadır (nişasta sindirici enzimlerin sonradan evrimleşmesi, apandiks organının körelmiş olması, vb.). Evrimsel tarihimizi incelediğimizde, diyetimize giren etin beyin evrimimizle doğrudan bir ilişkisi olduğunu görmek son derece kolaydır. İnsan elbette ki etçil bir hayvan değildir; dolayısıyla sadece et tüketmesi gerektiğini iddia etmek akıl dışıdır. Lakin halihazırda evrimleşmekte olan diyetine, etin dahil olmasının insanların "tam da aradığı enerji kaynağını bulmalarını sağladığını" görmek gerekmektedir. Nişasta elbette ki diyetimizin önemli bir parçası olmuştur ve günümüzde de diyetimizdeki yeri tartışılmaktadır. Fakat nişasta ile beyin irileşmesi arasında dikkate almaya değer hiçbir ilişki bulunmadığı gibi, yeni araştırmalar nişastanın diyetimize girdiği tarih ile ilgili yeni soru işaretleri doğurmakta ve nişastanın beyni irileştiği yönündeki argümanları daha da zayıflatmaktadır. Et tüketiminin etik yanları tartışmaya açıktır, tartışılabilir. Fakat et tüketiminden insanları caydırmak adına bilimsel gerçekleri hiçe saymak, akademik makaleleri göz göre göre çarpıtmak, halkın yüzüne baka baka yalan söylemek kabul edilemezdir. Burada, sadece örnek olarak bir yazıyı ele aldık; fakat ne yazık ki internet, bu şekilde çarpık, gerçeği yansıtmayan ve yalanlarla dolu birçok siteyi ve içeriği barındırıyor. Bunların hepsine değinmemiz imkansız; ancak burada yaptığımız analizi, okurlarımızın diğer yazılara da genişletebileceklerini umuyoruz. Umarız faydalı olmuştur. Hazırlayan: ÇMB (Evrim Ağacı) Kaynaklar ve İleri Okuma: Nature PLOS Computational Biology Quarterly Review of Biology Journal of Obesity Journal of Human Evolution Feeding Ecology in Apes and Other Primates SF Gate Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Önerilen Mesajlar
Sohbete katıl
Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.