Jump to content

Gnoxis şehrinde cinayet var!


Lethal Perfection

Önerilen Mesajlar

Ofis benim için sadece vakit geçirmek ve bir memur olarak maaşımı hak ettiğimi amire göstermek için bir araçtı. Sıkıcı ve kolaylıkla es geçilecek bir yerdi. Sonuçta temizlik malzemelerinin konulduğu odayı boşaltıp bana oda yapmıştı sevgili cancağızcaklarım.

 

Öf... Yine ağzıma dolanmıştı bu "Cancağız" lafı. Ortaokulda varsa yoksa bir iki aylığına kalmış olan ve bol bol "Ben size sadece bilgi öğretmek istemiyorum, insanlığı da öğretmek istiyorum" kafasında bol bol demeçler basan sosyal bilgiler hocasından kalma lanet bir şeydi bu. Adam bize cancağız diye sesleniyordu ve bende adamın arkasından en fazla dalga geçen öğrenciydim. Adamdaki haller, tavırlar falan öyle bir abartılıydı ki gören de Gençlerbirliği ile aynı amaçta olan bir ders olan sosyal bilgilerin hocası değil de resmen bir mesihti. Şimdi aklıma gelince kendi kendime sırıtmaya başladım.

 

AdEda'nın gelmesine bir kaç dakika vardı ama öylesine sıkılmıştım ki hiç ofiste falan durmak istemiyordum. Gelirse arar haber verirdi değil mi? Yaklaşık bir saattir oturduğum pek rahatsız, pek sert koltuğumdan kalktım ve kendime gelmek için epey bir gerildim. Kaslarımı gevşetip biraz daha rahat hissettiğimde ise ağır aksak adımlarla karakoldan dışarı çıktım. Karanlığa pek uzun zamandır alışmış olan gözlerim bu güneşin tepeye doğru yükseldiğini görünce istemsizce gözlerim kısıldı.

 

Telefon... Vay canına... Yine çalıyordu. Cebimden çıkardım ve numaraya bakmadan direkt telefonu açtım.

 

-Alo?

-Hey Leth geldim ben. Bil bakalım neredeyim?

 

AdEda... Evet bu çocuksu ses ancak ona ait olabilirdi. Telefonu kulağımdan çektim ve biraz etrafıma bakındım. Neredeydi bu? Tekrar o çok sevdiğim gümüş rengi telefonu kulağıma götürdüm ve iç çektim.

 

-Seni göremiyorum.

-Arkandayım ya?

 

Başımı arkama çevirdiğimde gerçekten de AdEda'nın çok çok yakınımda olduğunu fark ettiğini görüp biraz irkildim, telefonu kapatıp cebime koyduktan sonra elimi uzattım. Üzerinde cidden abartılı lila renginde suni kürk ceket vardı ve gözlerini tamamen açmıştı. Derin bir iç geçirdim, benim günahım neydi?

 

-Merhaba.

 

Ve AdEda aşırı abartılı bir şekilde elimi sallamaya başladı. Neredeyse kolumu koparacak kadar hızlı ve sertçe bir şekilde elimi sallamayı bıraktıktan sonra ağrıttığı kolumu tuttum. Bazen Sidar'ın dayanamadığı için kendi kalbini 80 kez bıçakladığını düşünüyorum.

 

-Naber Lethal?

-Kolumu ağrıttın.

-Bence koluna bir şey olmadı, abartma.

 

Tabii kolumu bayağı bir ağrıttıktan sonra gelip bunu demesi saçmaydı ve bunu bildiği için kıkırdamaya başladı. Sinir bozucu muydu? Hemde ne kelime.

 

-Biliyor musun? Bazen aşırı çocukça olduğunu düşünüyorum.

-O zaman bana güven. Sokrates "Dürüst bir insan, daima çocuk kalır" demiş.

-Ne kadar hoş... Şimdi bana yardımcı olmak ister misin?

-Tabii ki! Ben bunun için varım ya!

 

Bakışlarımı yerden kaldırıp AdEda'nın gözlerine bakmaya başladım.

 

-O zaman küçük çocuk... Hadi Sidar hakkında konuşalım.

 

AdEda başını yere doğru eğdi ve burnunu üzülerek çekmeye başladı. Sonra da iki eliyle yüzünü kapattı.

-Ona nasıl kıyarlar! Onu seviyordum, o da beni seviyordu ve sonsuza kadar beraber olacaktık. Ayrılmamızdaki en büyük neden... En büyük neden... En büyük neden...

-Neymiş o en büyük neden?

-Scientology tarikatı!

 

Bir süredir istemsizce tuttuğun nefesimi başımı çevirerek gülerek verdim ve ağzımdan az bir şey tükürük sıçradı.

 

-Onlar ne alaka şimdi?

Baş parmağımı benim ağzımın üstüne koyarak beni susturdu ve zıplayarak olan konuşmasına devam etti.

-Ne alaka mı? (Sesini kısarak) Onlar her yerde! Onlar hepimizin sesini duyuyor! (Başını çılgın gibi sağa sola çevirerek) Onlar bizi izliyor ve bizim ne yaptıklarımızı kayıt altına alıyor! Şşt... Sakın konuşma çünkü hepimizin canı tehlikede! Seninde! Benimde! Sidar'ın da!

-Sidar zaten ölü.

 

AdEda bu sefer daha yükseğe elini yumruk yaparak zıplamaya başladı.

 

-Hayır ölü değil! Hiçbiriniz anlamıyorsunuz! Scintology'de cennet veya cehennem yok! Onlar Reenkarnasyon'a inanıyor! Yani öldürecekleri insanları aslında yeniden karmasına göre diriltiyorlar! Evet ya! Aynen öyle!

 

Bu kızla neden vakit kaybediyordum?

 

-Biraz saçmalamak yerine neden elle tutulabilir şeyler anlatmaya ne dersin?

-Sidar iflah olmaz bir eşcinseldi! Hemde bütün kadınları aşağılayan bir eşcinsel!

-Yuh. Yavaştan at bari.

-Scientology tarikati onun zihnini ele geçirdi ve kendi tarikatindeki bütün erkeklerde onu seviştirdi! Evet zavallı Sidar bu yüzden benden ayrılmıştı.

 

AdEda iki saniye için sessizce ağlamaya başlayınca derince bir nefes aldım, cidden oldukça başımı şişirip sinirlerimi zorlayan bir konuşmaydı bu.

 

-Sana bir soru sorsam ciddi ciddi cevaplar mısın?

Duruşunu düzeltti ve sesini komik bir şekilde kalınlaştırdı.

-Ben zaten ciddiyim madam Lethal.

-Madam mı?

-Sen kadın değil misin?

-Yüzümde iki haftalık sakalım var.

-Liseye giderken benimde vardı. İnanmam sana.

-İnanmam için ne yapmam lazım?

-Pantolonunun fermuarını aç.

 

Ben yoksa uyanmadım mı? Uyanmıştım da sabah ki çaya LSD mi katmıştım? Bunca saçmalık nereden geliyordu? Biri gider arabayı yakar, diğeri gider çaya 3 lira para yazar.

 

-Her neyse, Sidar'ın nerede yattığını biliyor musun?

-Sibergotikler tarikatında! Evet evet! Sibergotiklerle Scientology tarikatı birbirine düşmandır!

-Apocalypse'nin gece kulübünden mi bahsediyorsun yoksa?

-Şşt... Yüksek sesle konuşma yoksa ifşa olur. Bizi dinlediklerini biliyorsun.

 

Konuşma biraz daha uzadı ancak emin olduğum bir şey varsa Sidar'ın Apocalypse'nin, yani Nothara'nın, gece kulübünde geceleri kalıyor olmasıydı. Neden olmasın ki? Apocalypse'nin gece kulübünün üst katında oldukça rahat yataklar vardı ve ısıtması ile yemekleri gayet iyidi. Orada tabii ki de kalabilirdi! Neden bu benim aklıma daha önce gelmemişti ki?

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Ofis benim için sadece vakit geçirmek ve bir memur olarak maaşımı hakkettiğimi amire göstermek için bir araçtı. Sıkıcı ve kolaylıkla es geçilecek bir yerdi. Sonuçta temizlik malzemelerinin konulduğu odayı boşaltıp bana oda yapmıştı sevgili cancağızcaklarım.

 

Öf... Yine ağzıma dolanmıştı bu "Cancağız" lafı. Ortaokulda varsa yoksa bir iki aylığına kalmış olan ve bol bol "Ben size sadece bilgi öğretmek istemiyorum, insanlığı da öğretmek istiyorum" kafasında bol bol demeçler basan sosyal bilgiler hocasından kalma lanet bir şeydi bu. Adam bize cancağız diye sesleniyordu ve bende adamın arkasından en fazla dalga geçen öğrenciydim. Adamdaki haller, tavırlar falan öyle bir abartılıydı ki gören de Gençlerbirliği ile aynı amaçta olan bir ders olan sosyal bilgilerin hocası değil de resmen bir mesihti. Şimdi aklıma gelince kendi kendime sırıtmaya başladım.

 

AdEda'nın gelmesine bir kaç dakika vardı ama öylesine sıkılmıştım ki hiç ofiste falan durmak istemiyordum. Gelirse arar haber verirdi değil mi? Yaklaşık bir saattir oturduğum pek rahatsız, pek sert koltuğumdan kalktım ve kendime gelmek için epey bir gerildim. Kaslarımı gevşetip biraz daha rahat hissettiğimde ise ağır aksak adımlarla karakoldan dışarı çıktım. Karanlığa pek uzun zamandır alışmış olan gözlerim bu güneşin tepeye doğru yükseldiğini görünce istemsizce gözlerim kısıldı.

 

Telefon... Vay canına... Yine çalıyordu. Cebimden çıkardım ve numaraya bakmadan direkt telefonu açtım.

 

-Alo?

-Hey Leth geldim ben. Neredesin?

 

AdEda... Evet bu çocuksu ses ancak ona ait olabilirdi. Telefonu kulağımdan çektim ve biraz etrafıma bakındım. Neredeydi bu? Tekrar o çok sevdiğim gümüş rengi telefonu kulağıma götürdüm ve iç çektim.

 

-Seni göremiyorum.

-Arkandayım ya?

 

Başımı arkama çevirdiğimde gerçekten de AdEda'nın çok çok yakınımda olduğunu fark ettiğini görüp biraz irkildim, telefonu kapatıp cebime koyduktan sonra elimi uzattım. Üzerinde cidden abartılı lila renginde suni kürk ceket vardı ve gözlerini tamamen açmıştı. Derin bir iç geçirdim, benim günahım neydi?

 

-Merhaba.

 

Ve AdEda aşırı abartılı bir şekilde elimi sallamaya başladı. Neredeyse kolumu koparacak kadar hızlı ve sertçe bir şekilde elimi sallamayı bıraktıktan sonra ağrıttığı kolumu tuttum. Bazen Sidar'ın kendi kalbini 80 kez bıçakladığını

 

-Naber Lethal?

-Kolumu ağrıttın.

-Bence koluna bir şey olmadı, abartma.

 

Tabii kolumu bayağı bir ağrıttıktan sonra gelip bunu demesi saçmaydı ve bunu bildiği için kıkırdamaya başladı. Sinir bozucu muydu? Hemde ne kelime.

 

-Biliyor musun? Bazen aşırı çocukça olduğunu düşünüyorum.

-O zaman bana güven. Sokrates "Dürüst bir insan, daima çocuk kalır" demiş.

-Ne kadar hoş... Şimdi bana yardımcı olmak ister misin?

-Tabii ki! Ben bunun için varım ya!

 

Bakışlarımı yerden kaldırıp AdEda'nın gözlerine bakmaya başladım.

 

-O zaman küçük çocuk... Hadi Sidar hakkında konuşalım.

 

AdEda başını yere doğru eğdi ve burnunu üzülerek çekmeye başladı. Sonra da iki eliyle yüzünü kapattı.

-Ona nasıl kıyarlar! Onu seviyordum, o da beni seviyordu ve sonsuza kadar beraber olacaktık. Ayrılmamızdaki en büyük neden... En büyük neden... En büyük neden...

-Neymiş o en büyük neden?

-Scientology tarikatı!

 

Bir süredir istemsizce tuttuğun nefesimi başımı çevirerek gülerek verdim ve ağzımdan az bir şey tükürük sıçradı.

 

-Onlar ne alaka şimdi?

Baş parmağımı benim ağzımın üstüne koyarak beni susturdu ve zıplayarak olan konuşmasına devam etti.

-Ne alaka mı? (Sesini kısarak) Onlar her yerde! Onlar hepimizin sesini duyuyor! (Başını çılgın gibi sağa sola çevirerek) Onlar bizi izliyor ve bizim ne yaptıklarımızı kayıt altına alıyor! Şşt... Sakın konuşma çünkü hepimizin canı tehlikede! Seninde! Benimde! Sidar'ın da!

-Sidar zaten ölü.

 

AdEda bu sefer daha yükseğe elini yumruk yaparak zıplamaya başladı.

 

-Hayır ölü değil! Hiçbiriniz anlamıyorsunuz! Scintology'de cennet veya cehennem yok! Onlar Reenkarnasyon'a inanıyor! Yani öldürecekleri insanları aslında yeniden karmasına göre diriltiyorlar! Evet ya! Aynen öyle!

 

Bu kızla neden vakit kaybediyordum?

 

-Biraz saçmalamak yerine neden elle tutulabilir şeyler anlatmaya ne dersin?

-Sidar iflah olmaz bir eşcinseldi! Hemde bütün kadınları aşağılayan bir eşcinsel!

-Yuh. Yavaştan at bari.

-Scientology tarikati onun zihnini ele geçirdi ve kendi tarikatindeki bütün erkeklerde onu seviştirdi! Evet zavallı Sidar bu yüzden benden ayrılmıştı.

 

AdEda iki saniye için sessizce ağlamaya başlayınca derince bir nefes aldım, cidden oldukça başımı şişirip sinirlerimi zorlayan bir konuşmaydı bu.

 

-Sana bir soru sorsam ciddi ciddi cevaplar mısın?

Duruşunu düzeltti ve sesini komik bir şekilde kalınlaştırdı.

-Ben zaten ciddiyim madam Lethal.

-Madam mı?

-Sen kadın değil misin?

-Yüzümde iki haftalık sakalım var.

-Liseye giderken benimde var. İnanmam sana.

-İnanmam için ne yapmam lazım?

-Pantalonunun fermuarını aç.

 

Ben yoksa uyanmadım mı? Uyanmıştım da sabah ki çaya LSD mi katmıştım? Bunca saçmalık nereden geliyordu? Biri gider arabayı yakar, diğeri gider çaya 3 lira para yazar.

 

-Her neyse, Sidar'ın nerede yattığını biliyor musun?

-Sibergotikler tarikatında! Evet evet! Sibergotiklerle Scientology tarikatı birbirine düşmandır!

-Apocalypse'nin gece kulübünden mi bahsediyorsun yoksa?

-Şşt... Yüksek sesle konuşma yoksa ifşa olur. Bizi dinlediklerini biliyorsun.

 

Konuşma biraz daha uzadı ancak emin olduğum bir şey varsa Sidar'ın Apocalypse'nin, yani Nothara'nın, gece kulübünde geceleri kalıyor olmasıydı. Neden olmasın ki? Apocalypse'nin gece kulübünün üst katında oldukça rahat yataklar vardı ve ısıtması ile yemekleri gayet iyidi. Orada tabii ki de kalabilirdi! Neden bu benim aklıma daha önce gelmemişti ki?

 

Yalnız ben başta birşey anlamadım, Eda seni arayıp nerdesin diye soruyor,sen "seni göremiyorum" dediğinde Eda "arkandayım ya" diyor?? :D madem arkanda neden seni arayıp nerdesin diye soruyor,ve dibindeyken neden arıyor :D :D :rofl:

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Yalnız ben başta birşey anlamadım, Eda seni arayıp nerdesin diye soruyor,sen "seni göremiyorum" dediğinde Eda "arkandayım ya" diyor?? :D madem arkanda neden seni arayıp nerdesin diye soruyor,ve dibindeyken neden arıyor :D :D :rofl:

 

Oof of of... Orayı düzenlemeyi unutmuşum. :D

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Apocalypse'nin mekanı Gnoxis'te görebileceğiniz en enteresan yerlerdendir ve ciddi anlamda eşi benzerini görmedim. Alman gece kulüplerini andırır ancak içinde öyle bir dünya var ki ayrı bir kitap sırf onun için yazılabilirdi. AdEda'nın gitmesine izin vererek doğru mu yaptım bilmiyorum ama açıkçası başımı oldukça şişirmişti. Sidar bu kızla neden takılmıştı ki bu kadar? Hani elini sallasa yirmi tane rahat çıkar. Gerçi zıt kutuplar birbirini çeker derlermiş. İnsan kendisinde olmayana ilgi gösterir, bu açıdan bakınca AdEda gayet uygun bir partner Sidar için.

 

Gnoxis'in başka bir kalabalık caddesinde yürürken yanımdaki duvardaki posterler göz ucuyla inceledim. Veba, maskeli katiller ve pek çok şeyle ilgili posterler duvara yapıştırılmıştı. Caddenin iki tarafında da belinde çakmaklı tabancayla elinde kılıçla dolaşan kırmızı gömlekli, mavi ceketli Boogie'nin muhafız alayı öylece yanımdan dolaşıp gidiyordu. Kabarık etekli şık elbiseli kadınlar, başlarında uzun melon şapka takan smokinli erkeklerin ortasında gayet estetikten bir haber gibi dolaşıyordum. İnsanların her yanlarından geçtiğimde tek gözlerine taktıkları mercekle beni inceliyorlar ve kibar bir dille iyi gün dileklerini iletiyorlardı. Yanımdan ise buharlı arabalar öylece geçip gidiyordum. Hayır, öylece yolda ilerlerken zaman tüneli içerisinde girmedim. Bu caddede Gnoxis'in kurtuluşuna dair kutlamalar yapılıyordu ve kutlamaların yapıldığı zaman sanayi devrimi zamanları olduğu için steampunk atmosferini dibine kadar caddeye işliyorlardı. Ben ise sadece gülümsüyordum, gayet güzel yapmışlar her şeyi.

 

Nihayet caddeden ayrılıp çöplerle dolu bir çıkmaz sokağa saptığımda gürültüden uzaklaşabildim. Bir kaç adım sonra da Apocalypse'nin o güzel mekanının kapısına geldim. İlgi çekmeyen, metal bir kapı. Burası sadece bir gece kulübü değildi, sonu belli olmayan büyük bir dünyaydı ve açıkçası en çok korktuğum şey kendimi kaybetmekti. Kapısını yumrukladım. Buraya girmek Moterda'nın yerine benzemezdi. Buraya girmek için gayet iyi tanınan, güvenebilecekleri biri olmalıydım.

 

Kapı kendiliğinden birazcık aralandı ve içeriye girdim. Girmek için iki aşama vardı, birinci aşamada karanlık bir odaya girerdiniz ve eğer buraya kazara girerseniz buranın sadece boş bir depo olduğuna inanıp geri giderdiniz. Eğer ki bir beş dakika karanlığın içerisinde doğru yerde beklerseniz bu sefer karşınızdaki duvarın gizli bir tarafı açılıp sizi ikinci aşamaya götürürdü. İkinci aşama ise kim olduğunuzu açıkladığınız, gardiyanlara öldürücü silahlarınızı teslim ettiğiniz yerdir.

 

Cebimden telefonu çıkardım ve işin çok fazla uzamaması için Apocalypse'yi aradım. Gerçekten burada beş dakika dolaşıp gardiyanlarla uğraşmak istemiyordum.

 

-Alo...

-Alo. Ben Lethal.

-Ne oldu?

-Seninle konuşmamız gerek. Duvarın önünde duruyorum. İçeri girmem için bana yardımcı olmak istersin değil mi?

 

Önümdeki büyük duvar bir anda aşağıya doğru indi ve masanın iki farklı tarafında oturan gardiyanlar bakışlarını bana çevirdi. Onlara sadece gülümsedim ve ellerimi ceketin cebine koyarak aralarından geçtim.

 

-Benim yerimi biliyorsun. Her zaman aynıdır. Gel ve ne istediğini söyle.

-Tamamdır, görüşürüz.

 

Apocalypse herhangi bir şey demeden telefonu kapattı. Ben ise girdiğim yüksekçe bir yerden asansörün gelmesini beklerken o uçsuz bucaksız yeraltı şehrine baktım. Burada gerçekten çok başka bir dünya vardı ve kimi yerde sarı, kimi yerde pembe renklerin kendisini gösterdiği ama her zaman karanlığın baskın olduğu bu farklı dünyanın sınırlarını bu eşsiz devasalık karşısında aciz kalan gözlerimle göremiyordum.

 

Nihayet kenarları açık yük asansörü karşıma geldiğinde hızlı adımlarla içine girdim. Yük asansörünün dışından yukarı çıkması için gerekli butona bastım ve elimi hemen çektim. Önce yavaş yavaş yukarı çıkmaya başladı, sonra bir anda asansörün köşelerindeki direklerine tutunmama neden olacak kadar hızlı bir şekilde yukarı doğru hareket etmeye başladı. En sonunda asansör durmuştu ancak o kadar sert bir şekilde durmuştu ki ben direğe sarılmışken bacaklarım havaya uçmuştu.

 

-Senin yaptıracağın asansörü...

-Duyamadım?

 

Apocalypse'nin hemen yanı başımda olduğunu bilmiyordum. Kendimi toplayıp başımı kaldırdığımda öylece başımda dikildiğine hiç dikkat etmemişti. Bu adamı gerçekten Rasputin'e benzeten bir ben miydim? Mor çizgili mor takım elbisesi ve uzun, dağınık saçlarıyla beraber öylesine Rasputin'e benzeyen karakteristikte yüzü vardı ki gerçekten kendimi onunla konuşuyormuş gibi hissediyordum. Mor gömleğinin göğüs cebinde öylece bir yüz dolar duruyordu yanındaki iki çıplak kadın sadece o parayı alabilmek için Apocalypse'yi baştan çıkarmaya çalışıyorlardı.

 

-Apocalypse diyordum... Ne sağlam adam...

-Hah şöyle...

 

Elini yerden kalkmam için bana uzaktı ve bana gülümsedi.

 

-Seni buraya ne düşürdü bakalım?

 

Ondan destek alarak ayağa kalktım ve derin bir nefes çektikten sonra o odasına doğru yürürken bende ona eşlik ederek konuşmaya başladım.

 

-Nasıl gidiyor eski dostum Lethal?

-Hiç fena değil, hemde hiç fena değil fakat bir davam var ki gayet can sıkıcı bir dava.

-Neymiş bakalım o davan?

-Açıkçası beni bilirsin, benim işim böyle yerlerle pek fazla olmaz. Normal koşullar altında seni görür görmez ihbar etmem gerekir ama işte normal bir dedektif olmadığım en karanlık cinayetleri bana veriyorlar. Bu sefer ki Sidar'ın ölümü ile ilgili. Eğer bana yardımcı olursan gayet mutlu olurum.

 

Boyu o kadar uzundu ki yanında beni komplekse sokmayı başarmıştı. Ceketinin iç cebinden bir metal kutu aldı ve kutunun içerisinde bir puroyu özenle çıkardıktan sonra aynı özenle metal kutuyu ceketinin iç cebine koydu. İçine girmiş olduğumuz odanın camın siyah perdesini araladı, purosunu yakarken o sırada gözleri o çirkin, gri ara sokağı inceliyordu.

 

-Çok cesursun biliyor musun? Buraya gelmen aslında büyük bir aptallık. Elbette ki bu cinayetle ilgili bildiğim pek bir şey yok ama bu cinayetle bir alakam olsaydı sen bu soruyu sorar sormaz seni öldürür ve cesedini bir kreatoryumda yakardım. Kimsenin haberi olur muydu? Hayır. Ama işte, şanslısın ki benim bu konuyla pek bir alakam yok. Her ne kadar şehirde dolaşan bütün mafya özentileri benimle eş değer tutulsa da...

 

Beni korkutacak kadar ani bir hareketle arkasına döndü ve demir masasının altındaki ikinci çekmecesinden bir anahtar çıkarıp masaya koydu.

 

-Madem ki geldin, seni boş çevirmeyelim. Sidar'ın odasının anahatarı işte burada. Kapıdan çıktıktan sonra soldaki ikinci kapı onun odası. Eğer ilgini çekerse son zamanlarda BayParadoksla takıldığını gördük, ona ne olduğunu sorarsın.

 

Başımı salladım ve onunla vedalaştıktan sonra kalp atışlarıyla geriye doğru yürüdüm. Gerçekten burayla benim ne alakam vardı?

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Apocalypse'nin mekanı Gnoxis'te görebileceğiniz en enteresan yerlerdendir ve ciddi anlamda eşi benzerini görmedim. Alman gece kulüplerini andırır ancak içinde öyle bir dünya var ki ayrı bir kitap sırf onun için yazılabilirdi. AdEda'nın gitmesine izin vererek doğru mu yaptım bilmiyorum ama açıkçası başımı oldukça şişirmişti. Sidar bu kızla neden takılmıştı ki bu kadar? Hani elini sallasa yirmi tane rahat çıkar. Gerçi zıt kutuplar birbirini çeker derlermiş. İnsan kendisinde olmayana ilgi gösterir, bu açıdan bakınca AdEda gayet uygun bir partner Sidar için.

 

Gnoxis'in başka bir kalabalık caddesinde yürürken yanımdaki duvardaki posterler göz ucuyla inceledim. Veba, maskeli katiller ve pek çok şeyle ilgili posterler duvara yapıştırılmıştı. Caddenin iki tarafında da belinde çakmaklı tabancayla elinde kılıçla dolaşan kırmızı gömlekli, mavi ceketli Boogie'nin muhafız alayı öylece yanımdan dolaşıp gidiyordu. Kabarık etekli şık elbiseli kadınlar, başlarında uzun melon şapka takan smokinli erkeklerin ortasında gayet estetikten bir haber gibi dolaşıyordum. İnsanların her yanlarından geçtiğimde tek gözlerine taktıkları mercekle beni inceliyorlar ve kibar bir dille iyi gün dileklerini iletiyorlardı. Yanımdan ise buharlı arabalar öylece geçip gidiyordum. Hayır, öylece yolda ilerlerken zaman tüneli içerisinde girmedim. Bu caddede Gnoxis'in kurtuluşuna dair kutlamalar yapılıyordu ve kutlamaların yapıldığı zaman sanayi devrimi zamanları olduğu için steampunk atmosferini dibine kadar caddeye işliyorlardı. Ben ise sadece gülümsüyordum, gayet güzel yapmışlar her şeyi.

 

Nihayet caddeden ayrılıp çöplerle dolu bir çıkmaz sokağa saptığımda gürültüden uzaklaşabildim. Bir kaç adım sonra da Apocalypse'nin o güzel mekanının kapısına geldim. İlgi çekmeyen, metal bir kapı. Burası sadece bir gece kulübü değildi, sonu belli olmayan büyük bir dünyaydı ve açıkçası en çok korktuğum şey kendimi kaybetmekti. Kapısını yumrukladım. Buraya girmek Moterda'nın yerine benzemezdi. Buraya girmek için gayet iyi tanınan, güvenebilecekleri biri olmalıydım.

 

Kapı kendiliğinden birazcık aralandı ve içeriye girdim. Girmek için iki aşama vardı, birinci aşamada karanlık bir odaya girerdiniz ve eğer buraya kazara girerseniz buranın sadece boş bir depo olduğuna inanıp geri giderdiniz. Eğer ki bir beş dakika karanlığın içerisinde doğru yerde beklerseniz bu sefer karşınızdaki duvarın gizli bir tarafı açılıp sizi ikinci aşamaya götürürdü. İkinci aşama ise kim olduğunuzu açıkladığınız, gardiyanlara öldürücü silahlarınızı teslim ettiğiniz yerdir.

 

Cebimden telefonu çıkardım ve işin çok fazla uzamaması için Apocalypse'yi aradım. Gerçekten burada beş dakika dolaşıp gardiyanlarla uğraşmak istemiyordum.

 

-Alo...

-Alo. Ben Lethal.

-Ne oldu?

-Seninle konuşmamız gerek. Duvarın önünde duruyorum. İçeri girmem için bana yardımcı olmak istersin değil mi?

 

Önümdeki büyük duvar bir anda aşağıya doğru indi ve masanın iki farklı tarafında oturan gardiyanlar bakışlarını bana çevirdi. Onlara sadece gülümsedim ve ellerimi ceketin cebine koyarak aralarından geçtim.

 

-Benim yerimi biliyorsun. Her zaman aynıdır. Gel ve ne istediğini söyle.

-Tamamdır, görüşürüz.

 

Apocalypse herhangi bir şey demeden telefonu kapattı. Ben ise girdiğim yüksekçe bir yerden asansörün gelmesini beklerken o uçsuz bucaksız yeraltı şehrine baktım. Burada gerçekten çok başka bir dünya vardı ve kimi yerde sarı, kimi yerde pembe renklerin kendisini gösterdiği ama her zaman karanlığın baskın olduğu bu farklı dünyanın sınırlarını bu eşsiz devasalık karşısında aciz kalan gözlerimle göremiyordum.

 

Nihayet kenarları açık yük asansörü karşıma geldiğinde hızlı adımlarla içine girdim. Yük asansörünün dışından yukarı çıkması için gerekli butona bastım ve elimi hemen çektim. Önce yavaş yavaş yukarı çıkmaya başladı, sonra bir anda asansörün köşelerindeki direklerine tutunmama neden olacak kadar hızlı bir şekilde yukarı doğru hareket etmeye başladı. En sonunda asansör durmuştu ancak o kadar sert bir şekilde durmuştu ki ben direğe sarılmışken bacaklarım havaya uçmuştu.

 

-Senin yaptıracağın asansörü...

-Duyamadım?

 

Apocalypse'nin hemen yanı başımda olduğunu bilmiyordum. Kendimi toplayıp başımı kaldırdığımda öylece başımda dikildiğine hiç dikkat etmemişti. Bu adamı gerçekten Rasputin'e benzeten bir ben miydim? Mor çizgili mor takım elbisesi ve uzun, dağınık saçlarıyla beraber öylesine Rasputin'e benzeyen karakteristikte yüzü vardı ki gerçekten kendimi onunla konuşuyormuş gibi hissediyordum. Mor gömleğinin göğüs cebinde öylece bir yüz dolar duruyordu yanındaki iki çıplak kadın sadece o parayı alabilmek için Apocalypse'yi baştan çıkarmaya çalışıyorlardı.

 

-Apocalypse diyordum... Ne sağlam adam...

-Hah şöyle...

 

Elini yerden kalkmam için bana uzaktı ve bana gülümsedi.

 

-Seni buraya ne düşürdü bakalım?

 

Ondan destek alarak ayağa kalktım ve derin bir nefes çektikten sonra o odasına doğru yürürken bende ona eşlik ederek konuşmaya başladım.

 

-Nasıl gidiyor eski dostum Lethal?

-Hiç fena değil, hemde hiç fena değil fakat bir davam var ki gayet can sıkıcı bir dava.

-Neymiş bakalım o davan?

-Açıkçası beni bilirsin, benim işim böyle yerlerle pek fazla olmaz. Normal koşullar altında seni görür görmez ihbar etmem gerekir ama işte normal bir dedektif olmadığım en karanlık cinayetleri bana veriyorlar. Bu sefer ki Sidar'ın ölümü ile ilgili. Eğer bana yardımcı olursan gayet mutlu olurum.

 

Boyu o kadar uzundu ki yanında beni komplekse sokmayı başarmıştı. Ceketinin iç cebinden bir metal kutu aldı ve kutunun içerisinde bir puroyu özenle çıkardıktan sonra aynı özenle metal kutuyu ceketinin iç cebine koydu. İçine girmiş olduğumuz odanın camın siyah perdesini araladı, purosunu yakarken o sırada gözleri o çirkin, gri ara sokağı inceliyordu.

 

-Çok cesursun biliyor musun? Buraya gelmen aslında büyük bir aptallık. Elbette ki bu cinayetle ilgili bildiğim pek bir şey yok ama bu cinayetle bir alakam olsaydı sen bu soruyu sorar sormaz seni öldürür ve cesedini bir kreatoryumda yakardım. Kimsenin haberi olur muydu? Hayır. Ama işte, şanslısın ki benim bu konuyla pek bir alakam yok. Her ne kadar şehirde dolaşan bütün mafya özentileri benimle eş değer tutulsa da...

 

Beni korkutacak kadar ani bir hareketle arkasına döndü ve demir masasının altındaki ikinci çekmecesinden bir anahtar çıkarıp masaya koydu.

 

-Madem ki geldin, seni boş çevirmeyelim. Sidar'ın odasının anahatarı işte burada. Kapıdan çıktıktan sonra soldaki ikinci kapı onun odası. Eğer ilgini çekerse son zamanlarda BayParadoksla takıldığını gördük, ona ne olduğunu sorarsın.

 

Başımı salladım ve onunla vedalaştıktan sonra kalp atışlarıyla geriye doğru yürüdüm. Gerçekten burayla benim ne alakam vardı?

 

Çok çok iyi devamını beklerim aklına düşüncene saglik üstad : ))

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Lethal, nasıl bir bilinçaltın var senin :D

 

Neyi varmış ki? Mis gibi. :D

 

Çok çok iyi devamını beklerim aklına düşüncene saglik üstad : ))

 

Teşekkürler. =)

 

Neden hikayedeki tüm kadınlar sevgi dışında her şey için adamların peşinde çok merak ediyorum ffs

 

Ahaha, güzel detay. :D Kasıtlı bir şey değil ama açıkçası kişisel dünya inancıma göre derin bir sevginin oluşması için o insanların uzun sürelerden beri birbirini tanıması gerekir. Tanışmadan sonraki bir haftada oluşan ilişkiler bana sağlam ve oturaklı gelmediği gibi görüp beğenmeyle oluşan ilişkiler bana sakat doğmuş bir çocuk gibi gelir. Bu yüzden mi bilmiyorum ama yazdığım hikayelerde öyle çok flörtöz kişilikler yoktur, anlık aşklar ve hoşlantılar yoktur. Sadece zamanın getirdiği gerçek bir sevgi ya da kısa süreli içi boş eğlenceler vardır.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sidar'ın yattığı oda ile Pripyat arasında fazla bir fark olduğunu zannetmiyordum. Dağınık ve toplanmamış bir yatak, iğrenç kokulu yıkanmayı bekleyen çamaşırlar... Bari bu güzel odanın bir camı veya havalandırması olsaydı değil mi? Gerçekten ama gerçekten kusmamak için kendimi çok zor tutuyorum. Kaldı ki böyle pis kokulara karşı pek dayanıklı değilimdir, tamamen mahvolurum. 27 ekran, dışı siyah ve iğrenç bir plastiklen olan televizyon öylece açık kalmıştı. Kapıyı sonuna kadar açtım ve içerisi biraz havalana kadar dışarıya hemen kapının yanında bekledim. Öylece açık olan televizyondan bir süre hava durumunu dinledim. Sonra da bir kadının sesini duydum.

 

"Bu metnin, Tüm Gnoxis Cumhuriyeti kanallarında yayınlanması Gnoxis Silahlı Kuvvetleri'nin bir isteği ve emridir.

 

Aaa... Pardon... Darbe falan yokmuş."

 

Odanın kokusu biraz biraz dağılıp içinde nefes alınabilir hale geldiğinde içeriye girdim. Gerçekten bu durumdan çok hoşnut değildim, evet dağınıktım ama böylesine pis falan değildim. Koku hala daha güçlüydü ve ben öylesine girdiğimde gözlerimden iki yaş geldi. O sırada benim bu anlarımı eşlik eden bir televizyon faktörü vardı.

 

-Ve bugün "Yıldızlara depar" programının konuğu ünlü astrolog Tugse hanım!

 

Stüdyoda bir anda alaturka bir müzik çaldı ve Tugse stüdyoya müzikle beraber dans ederek girdi, ardından sunucunun yanındaki koltuğa oturdu.

 

-Nasılsınız Tugse hanım?

-Huh. Fena yorulmuşum. Ayıp olmasın da gelirken bir 500 metre yürüdüm. Bayağı yoruldum haliyle. Siz nasılsınız?

-Beeeeen... Çok çok iyiyim! Peki ya eltiniz nasıl?

-O benden de iyi, turp gibi. Kemoterapiye girdi ama hiçbir şeyi yok! Saçları bile dökülmedi!

Bir anda stüdyoda yankılanan şaşırmış bir ses tonunda "Aaaa" sesi duyulur.

-A-a! Nasıl olur bu?

-Nasıl mı? Çünkü onun yükselen jüpiter kavuşumu var!

Bir anda oradaki bütün seyirciler ayağa kalkar ve büyük bir coşkuyla tezahüratlar yapmaya başlarlar. Hepsi de hep bir ağızdan büyük bir gümbürtüyle sanki futbol maçında gibi "Tugse!" diye ritim tuttular. Ardından hep bir ağızdan şunu söylemeye başladılar.

"Programda TUGSE ananı s***ce

Koskoca Jüpiter g**üne girince

Ağlamaaaa.... Sexxx Dreams ağlamaa..."

 

Ben "Noluyor lan?" diye gözümü televizyona çevirdiğimde "Tugse" yazılı atkılarla pek çokları bayağı futbol maçındaymış gibi Tugse'yi tezahüratlara boğuyordu. Kendimi kaybetmiş bir şekilde yapacağım araştırmayı falan unutup bayağı kendimi televizyona verip sesini kaçtım. Tugse coşkulu tribünleri, çok pardon seyirci locasını, eliyle susması için hareket yapınca en öndeki amigo hepsini susturdu. Daha sonra Tugse ile sunucu tekrardan konuşmaya başladılar.

-Eee Tugse... Ayaküstü küfürden Rtük'ten ceza yiyeceğiz ama olsun. Sizin gibisi fazla bulunmuyor.

-Çünkü benim Jüpiter Satürn kavuşumum var!

 

Bir anda seyirci locasındaki kalabalık, coşkuyla Tugse'nin adını haykırmaya başladı ve susmaları bir kaç dakika sürdü. Ardından sunucu konuşmaya başladı.

 

-Bugünkü konumuz sanırım ki Tugse ha...

 

O sırada izleyici locasından "Büyük harflerle ulan!" diye bağırınca sunucu özür diledi.

 

-Pardon.... Bugünkü konumuz sanırım ki TUGSE hanımın görümcesinin doğum haritası ve burçların arkadaşlık ilişkileri. Hangisinden başlayalım sayın seyircilerimiz?

 

Ve o coşkulu seyirci locası "Görümce! Görümce!" şeklinde tezahürat attı.

 

-Öyleyse, buyrun! Görümcenin haritası!

 

Alaturka bir müzikle arkadaki ekranda yavaş yavaş bir doğum haritası açılırken o coşkulu kalabalıktan biri beklerken bir meşale yakıp bütün stüdyoyu duman etmişti.

 

-Görümceeeee oley oley görümceeeeeee... Görümcee! Görümce! Sexxx Dreams ağlama! Görümceeeeee! Görüüüüüüüüümce! Oley! Görüüüüüüüümce! Oley!

 

Elbette ki duman bir kaç saniye içinde dağılmıştı ve stüdyonun yangın alarmıyla beraber su içinde kalmıştı. Ama şov mutlaka devam etmeliydi.

 

-Görümce bir yükselen oğlak! Aaa! Acaba bu ne demek?

 

Tugse gayet kendinden emin tavırlarla gözlerini kapatarak cevap verdi.

 

-Dini imanı para!

 

Ve seyirci locasındakiler "Öl de ölelim vur de vuralım." diye kendilerinden geçtiler. Hatta aralarından bir kaç tanesi kendilerini "Tugse baba!" diye jiletledi ve onların içinden bir kaç tanesi de sahneye atlayarak Tugse'ye secde etti. Hatta bir tanesinin "Şahidim ki tek ilah Tugsedir ve şahidim ki görümce onun kulu ve elçisidir."

 

Artık bu kadar olmamalı, on beş dakikamın çoğunu bu saçma programın çaldığını fark edince televizyonu kapattım. Burnum kokuya alıştığı için kendimi talihli hissediyordum. Sidar'ın karanlık, ışık almaz odasında telefonun flaş ışığı ile Sidar'ın çamaşırlarının ceplerini ve çekmecelerini ellerimde eldivenlerle karıştırdım. Bir şey yoktu, sadece bol miktarda bana yetecek para vardı ki açıkçası almam yasal olarak doğru muydu bilmiyordum. Hani "Bu parayı nereden buldun?" dedikleri zaman bir karşılık göstermem gerekiyordu illa. Aslında sonra "Boş ver" dedim ve direkt bütün parayı cebime koydum. Sonuç olarak hesap soracak biri olmayacaktı.

 

Gerçekten çok fazla faydalı bir şey bulamamıştım. Moral ve can sıkıcıydı. Sadece duvarda enteresan olabilecek bir not gördüm, "PiaA'dan öğren" şeklinde. Ne öğrenecekti ki?

 

--Pekala bu kadar, aşırı isteksiz bir şekilde yazdım affedin. Bir süredir yazmadığım için henüz ısınmadım ama sonuçta yazdım. Yaaay.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Beyefendi Paradoks orta çağ tavernası konseptinde daha iyi bir yere çağırmıştı fakat kendisi henüz gelmiş sayılmazdı. Her şey oldukça şirindi. İnsanların kuzeylileri andıran bir şiveyle konuşması, giydikleri kıyafetler ve pek çok şey İskandinavya'daki orta çağı andırıyordu. Şömineden yayılan sıcaklık bütün tavernayı sarmıştı ve benimde kaslarım elbette bayağı bir gevşemişti. Bir bacağımı iskemlenin bacağının tahtasına dayamıştım, diğer bacağımı da öylece uzatmıştım. Ceketimi elbette ki çıkartıp iskemlenin arkasını asmıştım. Beli elin baldırlarımın hemen üstündeyken diğer elim koyu gri askımı baş parmağımla çekiştiriyordum. Bir yandan bana verdikleri aleden azar azar yudumlarken diğer tarafta tavernanın ortasında raks eden kadınları izliyordum. Tatlı güzel müzik... Çaldıkları sakin, huzurlu müzik beni öyle etkiliyordu ki kafamdaki her şeyi tane tane silip geçmişti... Ortadaki kadınların dans ederken söylediği şarkıyı anlamasam da gayet hoşuma gitmişti. Gerçekten burada saatlerde oturabilirdim.

 

Ayrılmaz bir ikili olduğumuz telefonumu cebimden çıkardım ve Paradoks'u aradım.

-Neredesin?

-Bir on dakika var gelmeme.

-Bekliyorum.

 

İç çektim. Gelmese de olurdu yani herhalde. Burada muhtemelen isteyenlerin kalması için sevimli yataklar zannederim ki mutlaka vardır.

 

Ben öylece kendi memnuniyetimle kaybolmuşken ve bununla beraber maddi bir dünyanın verebileceği bütün imkanlarla bir çekiçlerin sertçe vurulduğu ve makinelerin tam yükte çalıştığı bir fabrikaya dönüşmüş olan beynim bu orta çağ atmosferiyle dinleniyor. Uzun zamandır aradığım şey zannedersem ki buydu.

 

-*Öhöm*

 

Başımı büyük bir tembellikle çevirdim ve masamda oturan adama baktım. Evet, evet... Bu adamı biliyorum. Yanağına yaptırdığı ":o)" dövmesi gerçekten unutulacak cinsten bir dövme değildi. Ama adını unutmuştum ve fazla bir muhabbetimiz olmamıştı bu adamla. Eminim ki kibarlığından dolayı masama oturmuştur. Hoş gelmiş. Elimi uzattım ve kibarlık olarak ona gülümsedim. Elimi sıktı ve hemen karşıma oturdu.

 

-Sizi uzun zamanlardan beri görmemiştim. Eh, gelişiniz de gidişinizde fazla hayra alamet olmaz genelde. Anlatın bakalım neden geldiğinizi, sizin gibi oldukça yoğun bir tempoyla yaşayan biri sırf buranın güzelliğinden gelecek değildir.

-İlginize hayran kaldım ancak ne yazık ki yardım edebileceğiniz bir konu yok. Sadece birini beklemek için. Ha evet...

 

Baldırımın üstündeki boş ale şişesini havaya kaldırırken aynı zamanda başımı biraz aşağı doğru eğdim.

 

-Bana bir ale ısmarlayabilirsiniz. Genellikle birinde kendim için para harcatmaktan nefret ederim ama buranın içkisi hiç içmediğim kadar güzel.

-Görev başında içtiğinizi bilmiyordum.

-Hayatımızın her saniyesi bir görev. Bırak da böyle ufak kaçamaklarla kendimizi eğlendirelim.

-Haklısınız bay Lethal Perfection.

 

Adını hatırlamıştım... Evet... Palyacho idi bu adamın adı. Çok da sağlam muhabbeti olurdu ve beni unutmamış olmasına gayet sevimiştim. Kadın garsonlardan birinden benim için ale istedi ve ona uzun bir süre onun cömertliği için teşekkür ettim. Sağlam bir yudum çektim ve boğazlarım akan her bir ale için bana şükretti. Gerçekten... Bu tadı bayağı bir özlemişim.

 

-Sidar ile aranız nasıldı Palyacho beyefendi?

 

Ben birayı yudumlarken başını sağa çevirmiş olan ve yüzündeki ":o)" dövmesini sıvazlayan Palyacho ona seslendiğimi fark edince irkilerek bana döndü.

 

-Sidar ile mi? Hmm... Bu ismi ilk kez duydum. Şehrin bu taraflarına pek uğramıyordu zannedersem.

-Ciddi misiniz? Sidar'ın cinayetini herkes az çok duydu şehirde. Sizin duymamış olmanız bana biraz... Enteresan ve garip geldi dostum.

-Enteresan ve garip mi? Lütfen. Sidar'ın kim olduğunu bilmemek gayet doğal bir şey olarak düşünüyorum.

-Kalbinden 80 kez bıçaklanan birini zannederim ki televizyondaki haberlerden veya dedikodulardan duymuşsunuz diye zannederdim.

-Delikoduları takip etmem, televizyondan ise hiç keyif almam.

 

Ben başımı sallayayıp elimdeki biradan biraz daha içtim, o sırada garsonlardan biri Palyacho'nun yanına geldi ve "Müşterilerden birinin yanında para yokmuş efendim, siz ilgilenir misiniz?" dediğini duydum.

 

-Affedersiniz ama neden siz ilgileniyorsunuz?

-Çünkü bu güzel yeri ben işletiyorum.

-Şaşırtıcı doğrusu.

 

Başlangıçtaki o karşılıklı saygı durumu yavaş yavaş kayboluyor ve konuştuğumuz her bir cümle öncekine göre daha agresif bir ses tonuna kavuşuyordu.

 

-Şaşırtıcı olan nedir Lethal beyefendi?

-Sadece böyle bir yerde yer alıp da Sidar'ın vahşice katledilmesinden habersiz oluşunuz bana gayet enteresan geldi.

-Bence gayet doğal bir şey. Şaşırmanıza ben şaşırıyorum. Bu mekan oldukça kalabalık ve kalabalık olduğu gibi çok yorucu. Dedikodu takip etmeye ne yazık ki zamanım gelmiyor, sayın Lethal Perfection.

-Size inanıyorum Palyacho bey. Ancak ki sizden ufak bir isteğim olacak, madem ki bu kadar çok kişi gelip gidiyor benim için Sidar ile ilgili dedikoduları bana anlatın. Zira bu dava pek öyle basit değil, yardımcı bir takım güçlere elbette ki ihtiyacım oluyor.

 

Palyacho tekrar o gülümsemesini yüzüne takındı ve ses tonunu ayarlayarak konuştu.

 

-Elbette ki. Zira sizin gibi oldukça değerli, kıymetli ve liyakatını kanıtlamış insanlara hizmet etmek bana büyük bir şereftir.

 

Daha devamında kayda geçen bir şey demedim. Ben sadece Paradoks'un gelmesini bekleyerek tatlı tatlı raks eden kadınları izledim ve Palyacho'nun ısmarlamış olduğu aleden yudumladım. Yapacak bir şeyim yoktu ve bira da yavaş yavaş beni çarpmaya başlıyordu.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...