PatavatsiZ Oluşturma zamanı: Ağustos 10, 2016 Paylaş Oluşturma zamanı: Ağustos 10, 2016 Öncelikle hikayedeki isimleri forum ahalisinden rast gele olarak seçtiğimi, hikaye serisinin gidişatında kullanılan bu isimlere hikayeden hiç bir gönderme olmadığını ve farklılık yaratmak amaçlı kullanıldığını belirtmek isterim.Hak verirsiniz ki sayısalcı biri olarak imla kurallarına pek yatkın değilim. Noktalama ve telaffuz hataları yapmamaya elimden geldiğince özen göstereceğim. Umarım başladığım bu hikayeyi beğenerek takip eder ve rollerinizden hoşnut kalırsınız. Herkese keyifli anlar dilerim... Pata.. ------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------- EFSUNCU 00 : YANLIZLIK LANETİ Kotan : Pata Suzan : yelisss Elektriğin icadı ve içten yanmalı motorların peydah olmasıyla şehirler benim için katlanılmaz yerler olmaya başladı. Bir dönem de at arabalarına taktıkları şu dat dut diye basması‘’kendilerince’’ keyifli olan düdükler vardı. İnsanlar ne kadar gürültücü varlıklar, tamam aslında bende insanım ama uzun bir süre yaşadığınızda biraz da olsa sakinlik istiyorsunuz. Aslında kendinize ayırdığınız kısıtlı zamanların sakin geçmesini istiyorsunuz da denilebilir. Peki tamam itiraf ediyorum, eskisinden çok daha fazla kendime zaman ayırabiliyorum çünkü gelişen teknoloji ve insan nüfusunun artması ile işlerim az da olsa hafifledi. Fakat gürültü denen bu illet yakamı bir türlü bırakmıyor. İş için olmasaydı, şu on beş dakikadır otuzar saniye arayla hiç susmadan çalan cep telefonunu bile kullanmayı asla istemezdim. Kara kozalarımı özlüyorum, sessiz ve çok kullanışlı kadim ruhlardı. Kozaların içerisinde mühürlenmiş, karanlık kadim ruh, bir kozadan istenilen bir başka kozaya küçük mektuplar taşırlardı. Gerçi iki yılda bir sapıtır mektupların yarısını yolda yemeye başlar ve değişme zamanının geldiğini belli ederdi ama işte buda uzun hikaye. Birden olaya tamamen uzak olmanıza rağmen kendimi tutamadım ve kırk yıllık ahbapmış gibi anlattım değil mi? En iyisi esaslı bir tanışma diye düşünüyorum, Ben Kotan son 632 yıldır 25 yaşında bir efsuncuyum. Sizlerin göremediği ve duyamadığı fakat bizlerle aynı dünyayı farklı boyutlarda yaşayan kadim ruhları efsunluyorum. Gezmek ve bulunduğum bir yerde birkaç günden fazla kalmamak zorundayım, çünkü yaşam enerjimin yaydığı lanet aura yüzünden kadim ruhları etrafımda topluyorum.Aslında birçoğu hiç zararı olmayan ve dünyanın her yerinde süzülen garip şekilli canlılardır fakat insan gözlerinin göremeyeceği bir boyutta yaşıyorlar. Sadece yeni doğmuş bebekler ve bazı özel kişilerin gördüğü biliniyor, şuan inanmasalar da arayış içinde olan sözde bilim insanları var olan alemin ötesini görebilmek için kafa patlatıyorlar ama nafile.Sanki görseler ne yapacaklar, ben görüyorum da yüzyıllardır bitiremiyorum… 25 yaşına bastıktan sonra hayat durdu benim için,tahminlerimde yanılmıyorsam bu bir lanet ve uzun bir zaman önce artık bunu nasıl bozacağıma kafa yormaktan vazgeçtim.Eğer bir gün ortada hiçbir sebep yokken ölür isem, buna gerçekten şaşırmayacağım. Olması gerekenden uzun bir süre yaşadım. El değiştiren devletler, başkanlar, ağalar, beyler,toprak sahipleri, savaşlar… İnsan bunca yıl yaşadıktan sonra, aklı isimleri ve yüzleri hatırlamadığın sürece hafızasında saklayamıyor, bunun için bende bir günlük tutuyorum. Bu günlüğe unutmamak için tanıştığım insanların isimlerini ve yüzlerini çiziyorum. Bazıları neden fotoğraf çekmiyorum diye soruyorlar, artık bu açıklamayı yapmaktan da nefret ettiğimden gülümsemekle yetiniyorum. İzmir/Urla da bir evim var, senede sadece birkaç günlüğüne gidebiliyorum. Bunun sebebi de günlükler, dolan günlüklerimi orada muhafaza ediyorum. Aslında bir nevi arşivimi yapıyorum, Hem insan hem de kadim ruh arşivimi…Defettiğim ya da mühürlediğim kötücül kadim ruhların arşivini de ayrıca burada yapıyorum. Her yaşadığım olay ve hadisenin detaylarını da ayrıca yazıyorum. Galiba kadim ruhlar adına bir kütüphane açılacak olsa, devlet arşivini benim bodrum katı yapabilir. Tanıdığınız insanların yavaş yavaş bu dünyadan ahiret dedikleri diğer dünyaya gidişini görmek, çağların değiştiğine tanık olmak, bebekliğini bildiğiniz insanların bastonlu hallerinde bile görünüşünüze aldırış etmeden size abi demelerini işitmek bir süre sonra insanda bunalım etkisi yaratmaya başlıyor. İlk zamanlar bunun zorluklarını atlatmak için çok çaba harcadım fakat artık inanıyorum ki bu dünyada bulunmamın ve kadim ruhların insanlar üzerindeki olumsuz etkilerini ortadan kaldırmamın bir nedeni var ve bu bir ceza ise sonuna kadar bunu götürmek zorundayım. İşte bu da benim uzun hayatımın katlamakla mükellef olduğum zorunluluğu. Hayatımın bu sonsuzluk deryasında salına salına giden geminin kaptanı olmasındaki sebep, yaşadığım hayat ve olaylar kadarda karmaşık aslında. Bu günkü adıyla ‘’FAS’’ olarak bilinen ülkenin ücra bir kasabasında doğdum. Doğduğum kasaba geçimini mısır ve hayvancılık ile sağlar, kasaba halkı sebze ve meyvelerini de sadece kendilerine yetecek kadar yetiştirirlerdi. Bulunduğu konum gereği tarlalar sadece mısır ekimine olanak sağlıyordu, dik yamaçları olan bir dağ eteğine konuşlanmış bir kasabaydı ve fazla hane bulunmuyordu. Herkes birbirini tanırdı ve tüm kasaba neredeyse birbirlerine akraba kadar yakındı. Ailemin ilk ve tek çocuğuydum, doğduğumda yüzümün sağ tarafından kulağıma kadar mor bir doğum lekesiyle dünyaya gelmişim. Babam durumu fazla umursamasa da annem batıl inançları kuvvetli bir kadın olduğundan bu durumun bize uğursuzluk getireceğine inanırdı ve bana karşı mesafeli davranırdı. Hatta bir defasında ahırda çıkan yangının benim yüzümden olduğunu düşündüğü için daha kundaktayken beni ‘’Hima’’ dağından atmayı dahi denemiş, fakat vicdanını elvermemiş. Şimdi düşünüyorum da, bu kadar uzun bir yaşam geçireceğimi bilseydi acaba vicdanını dinlermiydi ? Yüzümdeki bu doğum lekesi başıma bela açmaktan başka bir işe yaramadı, sırf bu yüzdendir ki ergenlik yaşlarımda lekenin görünmemesi için saçımın sağ tarafını soluna oranla daha fazla uzatır ve yüzümün bu tarafını gizlemeye çalışırdım. Alışkanlık ya, şimdi bile saçlarımı hala aynı yapıyorum. Gerçi çocukluğumu ucube şakalarıyla geçirmeme sebep olan o lanet lekenin artık olmayışı o günleri unutmaya yetmiyor işte. Anlayacağınız yalnız ve tek tabanca bir hayatım vardı, gündüz tarlada babama yardım ederdim. Akşamları evdekiler uyuduğunda evin arkasındaki yamacı tırmanır, dağın derinliklerindeki gölete gider, her zaman yaptığım gibi ağaçların arasında iki insan boyundaki dev kayanın üzerine yatar ve gök yüzündeki yıldızları seyrederdim. Galiba sessizliği sevmemin yegane nedeni de burasıydı. Hiçbir yatak, o taşın soğukluğunun verdiği rahatlama hissini vermiyordu nedense… Yorucu bir günün sonunda yine bir gece evdekiler uykuya daldığında evden ayrılıp yalnızlığımın tadını çıkarmak için yola koyuldum, kayanın yanına vardığımda ay ışığının altında ipek gibi parlayan, saçları ve teni kar beyazı bir afetin gölette yıkandığını gördüm. İlk başta seslenmeyi düşündüm ama hayatımda ilk defa böyle bir sahne ile karşılaştığımdan mı,yoksa kızın parıltısından mı bilmem, büyülenmiştim. Yarım saat kadar orada yıkandı, suyun içerisinde bir kuğu gibiydi adeta. Gözlerimi bir an olsun ayıramadım.Tahminlerimce benim yaşlarımdaydı, vücut hatları belirgindi ama tam oturduğunu söyleyemezdim. Oda benim gibi ergenlikten yeni çıktığı belliydi. Sudan çıktı ve eşyalarını koyduğu ağacın altına gitti. Kurulandıktan sonra üzerini giyindi,bir ara benim olduğum çalılığın oraya bakar gibi oldu ama karanlıktan olsa gerek varlığımı fark etmedi. Koruluğun ilerisinden garip bir ses duydum, bir anlık etrafıma baktım ama hiçbir şey görülmüyordu. Döndüğümde gitmişti, galiba sesten olsa gerek dedim. Çalılıktan çıktım ve giyindiği ağacın altına gittim, yakınlarda ise konuşmayı düşünüyordum. Yoktu, fakat ağacın altında açık sarı bir kurdele unutmuştu. Eğildim ve yerden aldım, çiçek bahçesine girmiş gibi kokuyordu. O akşam ilk defa koca kayada yatıp yıldızları izlemeden evedöndüm ve kurdelenin çiçek kokusuyla yatağımda uyuya kaldım. Bu gece izlediğim yıldızlar, artık yer yüzündeydi… O günü izleyen dört ay boyunca her gece gölete yanımda kurdele ile gittim, bir daha göremeyeceğimden ümidi kesmeye başlıyordum. O gece diğerlerinden farklıydı ve gökyüzünde yıldızlar daha bir güzel parıldıyordu diye hatırlıyorum. O ağacın altında sol avucumun içinde kurdeleyi tutarken birden soldaki çalılıkların arasından çıkıverdi. Oturduğum için olacak, önce fark etmedi beni. Kolunda örme hasır bir sepet ve içinde bir takım otlar vardı. Arkası dönük on onbeş adım ötemde sepeti yere bıraktı, tam elbisesini çıkaracaktı ki seslendim. ‘’ Ben burada iken soyunmazsınız umarım bayan’’ sesimi duyunca telaşla kaçmaya çalıştı. Yetiştim ve kolundan yakaladım. ‘’ Kaçmanızı gerektirecek bir şey yapmadım, telaşlanmanıza gerek yok.’’ Gözlerinin ucuyla elimdeki kurdeleye baktı. ‘’ Nereden buldun onu ‘’ sesi tedirgin ve korkmuştu, galiba oda benim gibi pek fazla dost canlısı değildi. ‘’ Birkaç ay önce oturduğum bu ağacın altında buldum. Buraya neredeyse her akşam gelirim, sahibini görüp veririm diye yanımda getiriyorum.’’ Onu izlediğimi söyleseydim tahminimce çığlık atıp kaçabilirdi, bende küçük sırrımı kendime saklamayı tercih ettim. Kurdeleyi elimden aldı ‘’ Sahibini buldunuz, artık kurdelemi de aldığıma göre lütfen kolumu bırakır mısınız, gitmek istiyorum.’’ Korkmuş gibiydi, ben olsam bende korkardım, gecenin bir yarısı ormanın içerisinde yaşanılan bu sahne pek de iç açıcı bir sahne değildi. Yüzüme en uygun surat ifadesini takınarak ‘’ Korkmanıza gerek yok bayan, buyurun bıraktım kolunuzu. Size zarar vermeyeceğime dair söz veriyorum, zaten tepenin ardında ailemle beraber yaşayan biriyim. Civar kasabalarda da herkes beni tanır. Zararsızımdır fakat sizi korkuttuysam özür dilerim’’. Elini bıraktığımda, anladığını belirtir gibi başını salladı. Az ilerdeki sepetini almak ve biran önce gitmek niyetinde olduğunu anladım ve üstelemedim. ‘’ Adım Kotan, size bir daha rast gelirsem eğer...’’ ‘’ Suzan ben ve emin olun uzunca bir süre rast gelmeyeceksiniz.’’ Arkasını dönüp gittiğinde bakakalmıştım. Tahmin ettiğim gibi yine birkaç ay göremeyecektim. Ama biliyordum, yine gelecekti. Aylarım onu her gece aynı ağacın altında beklemekle geçti. ‘’Suzan ‘’ ne güzel bir isimdi… Baharın gelmesiyle beraber dört ay geride kalmıştı, bir gece ansızın ağacın yanında beliriverdi. Benim için zor geçen dört koca ay sanki onun için bir önceki gün kadar basit olduğu belliydi. ‘’ Yine mi sen? ‘’ ‘’ Ama ben buradaydım Suzan, gelen sensin hatırlatırım. ‘’ ‘’ Ne istiyorsun benden, yolumu falan mı gözlüyorsun anlamadım? ‘’ ‘’ Her akşam geldiğimi söylemiştim, hem daha bir teşekkür borçlusun bana değil mi? ‘’ ‘’ Doğru, teşekkür ederim, şimdi lütfen gider misin? ‘’ ‘’ İnsan aylardır görmediği biri için neden bu kadar aceleci davranır ki? ‘’ ‘’ İnan bana aylardır seni görmeyişim benim için bir boşluk yaratmadı.’’ ‘’ Öyle olsun bakalım küçük hanım, siz her ne yapacaksanız ben yokmuşum gibi yapabilirsiniz.’’ Sinirlendiği göz bebeklerinin büyümesinden belliydi. ‘’ Kotan, beni rahat bırak.’’ Kızarken bile bir insan bu kadar büyüleyici olabilirmiydi, bilmiyorum. ‘’ Neden iki arkadaş gibi sohbet etmiyoruz. Zaten yılda birkaç sefer görebildiğin bir insan için az da olsa samimi davranmak bu kadar zor olmamalı.’’ Sözlerimi bitirdiğimde, gözleri dolar gibi oldu. Anlamsızca yüzüne bakıyordum. ‘’ Sen, nereden bileceksin ki. Sen tanıdığın insanların, sen arkadaşlarının, sen… ‘’ arkasını dönüp koşmaya başladı. Elindeki sepet birden yere düştü ama aldırış etmedi. Arkasından koştum, yakaladım ve yüzünü kendime doğru çevirdim, yanakları kızarmıştı ve gözlerinden akan yaşlar yanağından boynuna iniyordu. Yakından çok ama çok daha güzeldi. ‘’ Neyi bilmem gerekiyor Suzan, ağlamanı gerektirecek ne dedim şimdi ben? ‘’ Evet bir şeyi bilmem gerekiyordu ve oda hiçbir şey anlatmaya niyetli değildi. Bana sadece, ‘’ Git ‘’ dedi. Şaşkınlığımdan olsa gerek, elimden sıyrılıp ormanın karanlıklarında kayboldu. Aylar ve hatta yıllar birbiri ardına sıralandı fakat Suzan’ı bir daha asla göremedim. Tarla ve hayvanlarla uğraşmak artık zamanımın neredeyse tamamını alıyordu, anne ve babam evden nadiren çıkmaya başlamışlardı ve çok çabuk yoruluyorlardı. Bu yüzden tüm işler ile ben ilgileniyordum, bir süre sonra da gölete hiç gidemez hale gelmiştim. 25 yaşımı sürdüğüm bir sonbahar ayında kasabada salgın bir hastalık boy gösterdi. İnsanlar halsizleşiyor ve bir süre sonra ateşlenip yataktan çıkamaz hale geliyordu. Ardından zayıflıyor ve birkaç ay içerisinde ölüyorlardı. Bu süreçte anne ve babamı kaybettim. Kasabada birkaç hane dışında da insan kalmadı, çoğu ölüm korkusuyla kasabayı terk etti, geriye kalanlarda ya çok hastaydı ya da gitmek için çok yaşlı. Kasaba dışına çıkmamış biri olarak burayı terk etmek benim için seçenek dahi değildi. Dünyayı tanımıyordum ve yalnızlığa alışmıştım, bir sabah uyandığımda vücudum yataktan çıkamayacak kadar ağır geliyordu. Ertesi sabah yataktan hiç çıkamadım, galiba ailemin ve tüm kasabanın sonunu getiren hastalığa yakalanmıştım. Süreci daha önce ailemde yaşadığım için biliyordum. Ateş ve ardından gelen terleme nöbetleri, uykusuzluk, son günlere doğruda yemek yiyememe ve en nihayetinde ölüm. Sürecin başlarında olduğumdan birkaç hafta daha dayanabileceğimi biliyordum fakat aileme ben bakabildiğim için o kadar dayanabilmişlerdi.Ben ise bu koca kasabada tek başımaydım, bir hafta dayanabilirmiydim bilmiyorum. Artık yürüyemeyecek hale gelmiştim, çok fazla terliyordum ve ateş yüzünden titreme nöbetleri başlamıştı. Bitkinlikten ara ara bayılıyor, ayıldığımda ise etrafımı buğulu görüyordum. Başucumdaki sudan bir yudum alabilmek için ağır ağır kolumu uzattım, bardağı kavradığımda artık tutacak gücümün kalmadığını anlamıştım. Birden bardak avucumun arasından kaydı ve yana devrildi. Göz kapaklarımda bardak misali devrilmek üzereydi, galiba ‘’ Bu gün tadını çıkaramadığım bu dünyada nefes aldığım son gün olacak ‘’ diye geçirdim içimden. Göz kapaklarım kapanırken, evin kapısının aralanır gibi olduğunu hissettim… Her yaz olduğu gibi sıcak bir yaz akşamıydı, göletin üzerindeki taşa uzanmış yıldızları seyrediyordum. Kayan bir yıldıza gözlerim ilişti ‘’ Keşke Suzan’ı görebilseydim ‘’ dedim içimden. Göletin ortasında birden bir gölge belirdi, ‘’ Acaba ‘’ dedim. Suya atladım ve var gücümle yüzmeye başladım, karanlıktı ve ben seslendikçe gölge benden uzaklaşıyordu. Neredeyse göletin diğer ucuna varmak üzereydim. Bir an duraksadım, şaşkınlıkla kıyıda duran insanlara bakıyordum. Annem ve babam ordaydı, arkalarında hastalıktan ölen kasaba halkı şenlik hazırlıklarıyla uğraşıyordu. Çocuklar çıplak ayaklarıyla gölden birbirlerine su atıyor, kıyıdaki herkes gülüşüp anın tanını çıkarıyordu. İçimde istemsiz bir sıcaklık belirmişti, bir an önce kıyıya yüzmek istedim, tam hareketlenmeye kalktığımda bir el elimi yakaladı. Korkarak arkamı döndüğümde ‘’ Suzan’dı ‘’ karşımdaki. Göletin ortasında ipek gibi parlayan saçları ve ay parçası gülümsemesiyle elimi tutuyordu… ‘’ Burada ne işin var Suzan? Bırak da beni gideyim, bak herkes beni bekliyor.’’ Gülümsüyordu sadece, ellerimi sımsıkı tutmuş ve gülümsüyordu… ‘’ Bırakmak için sence de biraz erken değil mi Kotan? Beni göletin ortasında yalnız mı bırakacaksın? ‘’ Afallamıştım, karşı kıyıdakiler halinden memnun gibiydi, gitmelimiydim. Bilemiyorum, bilemiyorum ama elimdeki sıcaklık gitmemem için hatrı sayılır bir sebep oluyordu. Şimdi daha sıkı tutuyordu elimi. ‘’ Gitme Kotan, henüz çok erken ‘’ dedi. Arkamı döndüm ve ‘’ sanırım biraz daha bekleyebilirler, yılda birkaç sefer görebiliyorum seni, biraz daha geç kalmama kızmayacaklardır değil mi? ‘’ Bir ara ayılır gibi oldum, buğulu görüntülerde ışık saçan bir peri baş ucumda dua ediyor gibiydi. Ateşin etkisiyle yeniden uykuya döndüm. Ne kadar süre baygın kaldım hatırlamıyorum,ara ara yüreğime işleyen bir sıcaklık hissediyordum sadece… Ay gök yüzünde tüm parıltısıyla ‘’ Ben buradayım ‘’ diyordu sanki, yıldızları tek tek sayabilirdim eğer o gece hiç bitmeseydi. Göletteki ağacın dibindeydim, yanı başımda Suzan yavru ağazı bir elbise giymişti. Saçlarını sarı kurdele ile toplamış, hasır sepetindeki kurabiyelerden uzatıyordu. Farklıydı, içimden ‘’ neden atarlanmıyor acaba ‘’ diye geçirdim. Geçmişi hayal ettiğimde her bir araya gelişimiz olaylı bitmişti. Şimdi ise gözlerinin içi gülüyordu sanki. Ağaca yaslandım ve ‘’ Sence de biraz garip değil mi? ‘’ dedim. Uzaklara dalıyor gibiydi, ‘’ garip ‘’ dedi. ‘’ Hayat zaten bütünüyle garip değil mi? ‘’ ne demek istediğini anlayamamıştım. ‘’ Kurabiyeleri beğendin mi? ‘’ diye sordu, tadını dün gibi hatırlarım, taze ve bademliydi. ‘’ Mükemmel ‘’ dedim. Gülücükler saçıyordu, acaba dedim kendi kendime, bu gerçek mi? ‘’ Bu geceden sonra bir daha görüşemeyeceğiz ‘’ dedi birden. ‘’Buradan çok uzaklara gitmek zorundayım ‘’ dedi. ‘’ Neden? ‘’ diye sordum, bu kadar çabuk gitmemeliydi. ‘’ Artık burada daha fazla kalamam Kotan, ikimiz için de buranın tadını çıkarmak zorunda kalacaksın. Her gelişinde yıldızları benim için de seyret, benim için de gölette taş sektir ve Kotan BENİM İÇİN DE YAŞA ‘’ Sözlerini bitirdiğinde gözlerim birden açılıverdi. Yataktan fırladım, hava serindi ve hareket edebiliyordum. Baş ucumda bir takım ilaçlar, bir kap içerisinde ıslak bir bez, yanan iki adet mum ve aynanın önünde yarısı havada uçuşan bir kağıt parçası vardı. Yavaşça yattığım sedirden doğruldum ve masanın kenarında duran kağıdı elime aldım. Yazıları tam anlamıyla görmeye başlamam biraz zaman aldı, hala daha buğulanma gitmemişti. Kelimeleri zar zor seçerek okumaya başladım, ‘’ Uyanmana sevindim, şaşkınlığının farkındayım ve olan biteni uzun uzun sana anlatmak isterdim fakat varlığımı daha fazla koruyabilirmiydim bilmiyorum. Buraya her gelişimde uzun uzun seninle konuşmak istedim, sohbet etmek ve yaşadıklarımı anlatmak hatta seyahatlerimde karşılaştığım iyi kötü her şeyi seninle paylaşmak istedim. Yapamadım, keşke yapabilseydim. Gittiğim yerlerde uzun süre kalamıyorum ama galiba bu sefer gittiğim yerde uzunca bir süre dinlenebileceğim. Sana hayatı bağışlayabilmek adına bu zor kararı almak benim için de kolay olmadı Kotan. Galiba uzunca bir süredir taşıdığım laneti artık sen taşıyacaksın. Bunun için özür dilerim, başka çarem yoktu. Garip şeyler görmeye başlayacaksın, gözlerindeki perde aralandığında dünya artık her zaman olduğu gibi olmayacak bunu biliyorum. O yüzden sakın korkma, gördüğün şeyler kötü varlıklar değil. Onlar ‘’ KADİM RUHLAR ‘’ ve bu dünyayı en az senin ve benim kadar hak ediyorlar. Genelde zararsızlar fakat zararlı olanları da var, işte onlara dikkat etmelisin. Ben kendimi bildim bileli işte o zararlı kadim ruhların insanlara verdiği hasarları yok etmekle uğraşıyordum. Bu yükü senin omuzlarına yüklediğim için özür dilerim, biliyorum ki cevaplamam gereken çok fazla sorun olacak ama bu dünyada o sorularının tümünü yanıtlayamayacağım. Cevaplarını alman için Anadolu’ya gitmen gerekecek. Smyrna ‘ya git, oradaki evimde aradığın tüm cevapları bulacaksın. Sana uzun ve mutlu bir hayat diliyorum, yaşa ve mücadele et. Her ikimiz için… Seni daima seveceğim, Suzan… ‘’ Gözlerimdeki buğulanma tamamen kalktığında aynada saçları bembeyaz bir ben duruyordu, yüzümdeki doğum lekesi gitmişti ve göz bebeklerimin etrafında ince, mavi bir halka vardı. Yansımanın tam arkasında havada süzülen garip cisimler evin duvarlarından geçerek gözden kayboldu… Efsuncu KOTAN’ın hikayesi işte böyle başladı… Bölüm:00 Sonu ... Pata 1 Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
PiaA Yanıtlama zamanı: Ağustos 10, 2016 Paylaş Yanıtlama zamanı: Ağustos 10, 2016 İlginç bir başlangıç, hoşuma gitti abi ellerine sağlık, takipteyim Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
yelisss Yanıtlama zamanı: Ağustos 10, 2016 Paylaş Yanıtlama zamanı: Ağustos 10, 2016 Değişik bir yazı olmuş, güzeldi gerçekten. Ellerine ve kalemine sağlık. Yalnız nasıl kıydın bana? Bu gencecik yaşımda ölmeyi haketmedim ben! Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
paganlaw Yanıtlama zamanı: Ağustos 10, 2016 Paylaş Yanıtlama zamanı: Ağustos 10, 2016 Değişik bir yazı olmuş, güzeldi gerçekten. Ellerine ve kalemine sağlık. Yalnız nasıl kıydın bana? Bu gencecik yaşımda ölmeyi haketmedim ben! Ama niye spoiler veriyorsun :D Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
PatavatsiZ Yanıtlama zamanı: Ağustos 10, 2016 Yazar Paylaş Yanıtlama zamanı: Ağustos 10, 2016 Değişik bir yazı olmuş, güzeldi gerçekten. Ellerine ve kalemine sağlık. Yalnız nasıl kıydın bana? Bu gencecik yaşımda ölmeyi haketmedim ben! Valla o an online bi seni görüp sordum yeliss, şansına artık ---------------------------------- İlginç bir başlangıç, hoşuma gitti abi ellerine sağlık, takipteyim Saol kardeşim, karalıyorum işte. Birbirini takip eden bir seri değil de her bir bölümde farklı hikaye ve kişiler tadında olacak inşallah beğenilen bi seri olur. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
yelisss Yanıtlama zamanı: Ağustos 10, 2016 Paylaş Yanıtlama zamanı: Ağustos 10, 2016 Zaten doğru seçim yaptın patavatsız bey ben bişeyi tamamlayamadan yaşayamadan göçüp giderim bu gidişle Paganlaw hikayede belli zaten ya yoksa yanlış bişey mi yaptım ben bilemedim şuan Bu saatlerde doğru bildiğimi de yanlış bilirim hoş Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Önerilen Mesajlar
Sohbete katıl
Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.